Tumgik
zaturecicegi · 9 months
Text
Dünün ve yarının kesişme noktalarında yaşadıklarımızın bir anlamı mutlaka vardır. Geçmiş geleceğe her zaman bir fırlatma rampası görevini üstlenir. Geleceğe ne kadar fırlayacağımız: Tarihimiz, kökümüz ve toplumsal bilincimizle belirleyicilik kazanır. İnsanlık tarihinde kavgalar, savaşlar, toplumsal çekişmeler hiç bitmedi. Ancak savaşlarında kuralları, kavgalarında bir raconu vardır.
Yağmur silecekleri, üzerine düşen her yağmur damlasını hırçınlıkla kovalamaya çalışıyor. Aralarında oluşan bu oyun devam ederken önümüzdeki simsiyah asfalt bize upuzun bir yol yolluyor. Yağmur silecekleri ile oynadığı her oyunu kaybeden yağmur damlaları, dahada bir parlaklık kazanıyorlar yola ve önümüzdeki araçların tekerleklerini kullanarak bize sudan şeritler gönderiyorlar. Bizi uğurlayacak kimsemizin olmadığını biliyor gibiydiler ve sanırım bu da arkadan bir su dökme, uğurlama merasimiydi. Çocukluğumuz, gençliğimiz, sevgilerimiz, coşkunluğumuz, hüzünlerimiz bir anda canlanmıştı gözümüzde. Bir anda geçmişimizle bütünleşiyor ve her şey bir anda belli belirsizleşiyor. Ben ve Emin nereye gideceğimizi bilmediğimiz bu yabancı araçta yolculuk yapıyoruz. Emin’e bakıp gülümseyerek: “Gidilen her yer daha sonra gidilecek yere varmak için bir basamaktır, bir habercidir! Her yeni noktada yeni buluşmalar ve yeni ilişkiler başlar.” tedirgin olma diyorum. Emin gibi ben de korkuyor ve tedirginim ama bunu göstermemeye çalışıyorum. Her şey hızla dönen bir filmin şeridi gibi gözlerimizin önünde akıp gidiyor. Akıp giden bu akıntıya dahil olurken, uzun süreli bekleyiş ve uzun süreli yolculuk tedirginliğimizi bir hayli artırıyor. Bize ait olan bir yaşama sahip olmaya çalışırken yaşam hırsızlarına dönüşüyorduk. Bu da beraberinde yıpratmayı getiriyor ve bizi dışsal belirleyicilerle sekteye uğratıyordu. Dünyayı yeni yeni kavrayışımızın ilk ışıklarının ekli olduğu olgunluk yıllarımız ne kadar da çok yıpranmıştı…
Zülüm ne kadar pervasız, zalimler ne kadar vahşi ve koşullar ne kadar umutsuz olursa olsun ben ve Emin’i yıldırmamalıydı. Yaptıkları sadece ne kadar haklı ve meşru olduğunuzu gösterirdi. Yolculuğumuz devam ederken yolda tanımadığımız yeni birini daha aldılar. Araçta yüzleri maske ile kapalı olan bu insanların bize bakarken maskelerinin ardında saklı olan gözlerindeki öfkeyi ve nefreti hissedebiliyorumdum. Durumun gerçek yüzünü bildiğiniz zaman gerilmemeniz elden değildir, ben durumun gerçek yüzünü biliyordum. Sadece susup kendi kendime sorular soruyordum ama sorduklarım bile yetmez oluyordu bazen. Bugün pazardı ve Tanrının günü, bugün hiç kimse bize yardım edemezdi!. Düşündüklerim ve kendime sorduğum sorular daha bitmemişken araçtan indirildik, sanırım istenilen yere gelmiştik. Araçtan iner inmez bizi birbirimizden ayırdılar ve bir daha asla birbirimizi görmeyecektik. O esnada çıkan arbedede aldığım her darbede nefes alıp veriyor ve bekliyorum. Bu uyum birkaç saniye sürüp gittikten sonra aynı darbeleri tekrar alıyorum. Onlar vurdukça ben aynı şeyi tekrarlıyorum: “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”. İnsanlık onuru işkenceyi yenecek… İnsanlık onuru her zaman yenmişti.
Dövme olayında ilk önce sizin ağırlık merkezinize vururlar, bedeninizin ilk vurulduğu yerdir. Ardında tonlarca yükün ağırlığı dövülen noktada birikir. Bir yere kadar vuruşların, darbelerin, öfkenin bitmesini beklersiniz. Ondan sonra asla beklenemez. Çünkü zaman asla işlemez… Duygularınız işlemez…
Üzerinde öznelleşmiş bir söylem hiyareşisi gibi tekerrür eder her şey. İnsanın kendi kendisini unutma ya da inkar etme çalışmasıdır bu uğraş. Kendi üzerine işlenen bir işkence olayına karşı sadece zamanın peşinde akışı çok küçük dilimlere bölmek ve bu dilimin içindeki akışla baş başa kalmaktır her şey. Bu kavganın kanunudur; siz özgür olmak için mücadele edersiniz fakat karşınızdakiler ise sizi engellemek için baskı uygular. Bizler kurumuş ruhların ötesinde yeşermiş diğer ruhlardan sadece bir kaç tanesiydik. Hepsi o kadardı. Biz üç kişiydik ben, Emin ve A.
A öldü, Emin’e ne oldu bilmiyorum, bense çok sonradan çıktım dışarı. Gittikleri yerlerde onlara verdiğim isimleri kadar yaşasınlar, onlara verdiğim isimler kadar özgür olsunlar. Hâlâ ayağımın altında yırtık bir ayak var.. Asla anlayamazsın.
Hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyaları ile sınırlı görenler asla bizi anlayamazlar!
0 notes
zaturecicegi · 9 months
Text
Saatte 120 km saat hızla giden motor bisikletinin arka koltuğuna, varlığım nedensizce tutunmuştu.
Dul ağaçlar, boşanmış taşlar, terk edilmiş yollar..... Pesimist ve melankolilerin her fırsatta kesintileri gözlerimin önünde bir film şeridi gibi akıp geçiyor. Tehlikeli olmalı diyorum "kudret küllerinin ardında mırıldanan herkes için, zulüm zerrelerinin süründüğü her yıl için, alnına oturan her rezalet için, nefes vaktinin geldiği her an için tehlikeli olmalı".
Sahte banyolar bizi olduğumuz gibi kendi otokrasisinin pantolonuna asabilir. Ben ve Cemal usta hiç olmadığımız kadar hızlı gidiyoruz. Yaşam emperyalizmi bizi kuşatmış bir hayalet gibi, etrafımızda durmadan bizi yavaşlatmak istiyor. 21. yy'ın başındayız ve sanırım sayrıyız. Basit insanların kıyafetleri, hayalleri, gelecekleri olur. Cemal usta hiç olmadığı kadar gazı köklüyor, korkmuyorum ama kokmakta istiyorum. Düşündükçe yalnızlaştım, yalnızlaşınca hiçbir yere ait olmadığımı fark ediyorum. Her şey haykırarak düşüyor içimden. Zihnimde kiraladıkları yerlerde gitmek isteyen yarım yamalak imgeler için ölü selası okunmaya başlandı. Kimdi ölen ve kimdi yeniden doğan? Bazı kelimeler bazı insanların sesiyle hatırlanır. Cemal usta da bana bu kelimeleri hatırlatıyordu. Durmadan bir şeyler oluyor ve durmadan durmamak oluyordu. Motorun arka koltuğuna tutunan varlığım güvenli bir yerede duruyor ve güvenli bir yerden güvenli bir yere varmak üzere. Güvenli bir yere varana kadar her şeyi ezip geçin anam babam.
Merhaba Poli () cebimde mısır var yer misin? En mükemmel ve her kusurdan bir kimlik kazanma gayreti içerisinde olan siz. Evet evet siz! Bir takım kronolojik lanetler ve telaş konusunu seviyorum. Herkes bir şeylere özenle nefret ediyor. Herkes bir şeylere özenle âşık. Kimsenin manda yüreklerine sığdıramadıklarını bazıları saniyeler içerisinde atan o küçük kalbine sığdırıyor.
Çok su vermişler sanki ama sanki. Bazı şeyleri bilmemek üzüyor, neden bizi böyle büyüttünüz oruspu çocukları. Sen di'li geçmiş zamana ve miş'li gelecek zamana emanetsin Ruhum. Çok iyi bir insan o, ne olur ölme canım A'.
Sol cebimde 30 lira var ve sana yetişmeme çok az kaldı. Cemal usta, Cemal usataa sigaran var mı?
A' bir trafik kazasında can verdi, öldü. Ölüme can verdi, verdi ama öldü!
Kendime güvenim biraz sorunlu. Halil abi kadar küfür edemiyorum; tüm herkese a..nıza koyayım diyemiyorum.
Bu bulanık, bu meta sevgisi çağın menkul ve sıkı sıkıya bağlandığımız narsist dünyasında sadece uyumun eşikteliğini yaşıyoruz. En az benim için. En az senin için. En az bunlar için. Aptalca bir diğergamlığın sınırında iyi niyetlerinizi kaybetmeyin. Eski telefonlarımı arada bir şarj ediyorum.
Sahrada çöl kertenkesi siken heriflere ve karaçide haşhaş çeken ruh hastalarına biraz hoşgörü lütfen.
Çok sıkıcı kimseye söylemem gereken sırlarından öperim.
+Hişşst abê uyan, abê uyansana inme vakti. İstediğin yere geldik.
-Afedersin uyumuşum.
+Kendine iyi bak.
-Tamam Cemal usta sağol, sende. Görüşürüz.
+Görüşürüz.
0 notes
zaturecicegi · 9 months
Text
SİLİK
Hayat kaskında görünen yüzüm bana acı veriyordu. Silikleşmiş, komikleşmiş ve tam bir ucubeye dönüşmüştü. Kendi kendimin görüntüsüne bakıp gülüyordum.
Esmer kadın, sarışın adam, yeşil gözlü kadın ve yine cılız adam.
Neden?
Hayat anatomisi ağır, küçük ve karmaşık bir organizmadır. Birbirine geçmiş birbiri ile savaşmış tonla yılların yığınıdır; en çok da sırrıdır. Hegemonik bir istenç yıkık viraller ve muteber bir kederdir. Önce seni olduğun gibi sever daha sonra ideal bir varlık olmanı ister. İdeal bir varlık (özne-insan) olman için nelerden vazgeçtiğinin bir önemi yoktur.
İnsanların iç çamaşırlarının iki ayda bir neden eskidiğini hiç düşündünüz mü? Eskimek nedir? Line kimdir? Düşünmek ne değildir? Küçük burjuvazi yani aile nedir? Kimlik nedir? Benlik ve bizlik kavramları nedir, kimdir? Hiyerarşi nedir?
Mahiyeti olmayan şeyin önemi yoktur. Bir gün oturdum bir kaldırım başına, evet bir kaldırım başına ve yolda geçen salakları saymaya başladım, kendinden sıkılan salakları…
Daha bir dakika (d)olmadan 48 tane saymıştım. Kendini her defasında yenilemeyi ve üretmeyi bilmeyen insanların en büyük kaderidir sıkılmak.
Sıkılmak nedir? Kader nedir? Bilmemek nedir? İnce belli bardaklar neden lekelidir? Çay tabakları neden bu lekeli bardakları taşır? Her şey neden bu kadar çok pahalı? İnsanlar neden şartlara bağlı severler birbirlerini? Kimse kimseyi anlamıyor. Kimse kimseyi dinlemiyor. Yalnızlık her zaman salt ve muktedir olan gerçeğimizdir. Diyalektik ve kolerasyon arasındaki paradigmatik boşluk bir şeyleri anlamını sağlar.
Bazı şeyleri çok iyi anladım. En azından bir sorumun cevabını buldum. Cevaplar popüler palavralar değil hakikatlerdir. Bu bir tespit midir? Soruyu soran özne ve diğerleri: Soruların muhatabı kimdir? Kurumsal alanlarda bir var oluş bir yok oluş var. İçinizdeki değersiz şeylerin kendi seviyelerini bulmasına izin verirseniz; asli ve güzel olan ne varsa kendisine yükler.
Çok alüminyum bakmak, her şeye…
“Yarıldım,
Noksan tanelerimden
Hendeklerim hazine çabasına ölüm sarıyor.
Bulunmaz kefen’
Sarkan yüz ruhum
Sıvazlı sevmeler mağlup, terk caddeler sızlıyor kulağım
Çığlıklar sessiz, ölümlü
Baştan başa ucube yürekler:
Dahiliyet belirsiz
Gözler suskun,
Diller kör.
Sarkık kaldırımlar
Noksan gönüller… "
0 notes
zaturecicegi · 9 months
Text
0 notes
zaturecicegi · 9 months
Text
YERİNDE EDİNİLMİŞ ÖZNENİN MEALİ : KADIN
Kadın sorunu paradigmatiktir.
Çünkü ataerkil uygarlık sisteminin dayandığı zihinsel ve kavramsal paradigma(lar)da kadına yer verilmez, kadına yer yoktur...
-Kadın karşıtı bir sistemin örüntüleri nereye kadar yaşayabilir?
Nereye kadar gidebilir?
Bu devasa erkek malikanesinde Virginia Wolf'un "kendisine ait bir odası" olabilir elbette, fakat kadının kendisine ait bir odası cinsiyet-toplum özgürlüğünü sağlayaz/sağlamaz. Bu sadece bir egale etme ve oyalama taktiğidir. Çünkü kadına kadınlık satılır/satılıyor...
Tüketim üzerine kadına kadınlık satıldığı müddetçe özgürlüğü sağlanamaz. Ve bu biçimsel narsisik özgürleşme gerçek özgürleşme değildir. Bu, bir sözcük oyunu olarak anılır. Bir sözcük oyunu olmaktan ileriye gidemez.
Amaç tüketimin temel mekanizmasını yok ederek; biçimsel gösterge yollarını grup, sınıf ve kastlara aktarmak olmalı. Böylece her bireye ve sisteme istenilen bilinci enjekte edebilmenin mekanizmaları oluşur ve bu oluşum zaman alsada işe yarar.
Bir şey elde edelemiyorsa onu parçalara, sınıflara ayırarak kurumsal ve pratik eksenli çok yönlü bir ilişkisel diyalektik tutumda ele almak daha isabetli olacaktır.
Zira bu diyalektik her bireye neyin gerekli olduğunu az da olsa anımsatır. Bir sorunu içerik ve yöntem olarak doğru çözümlemek, çözüm yollarını verir. Tahlil her zaman için çözüm yolunun anahtarını verir, fakat bu anahtarın kapıyı açıp açmaması anahtarı elinde tutan kişiyle bağlantılıdır. Anahtarı doğru kullanırsa kapı açılır, yanlış kullanırsa kapalı olan kapı dahada kapanır hiç açılmaz.
Özet bir ifade ile yaşam alışkanlığı bir bütündür, yaşam kopuk aşamalarla yaşanmaz. Kadın kopuk aşamalarla ele alınmaz. Kadın yeniden kazanılan değerle üretmeli. Yozlaştırıcı etkileri kendinden atmalı.
Ne yapacağımızı bilmenin mümkün olması için, önce ne olduğumuzu bilememiz gerekir...
(Peter Weis)'ın da dediği gibi.
Aydınlanma yaşamın eşitliği ile başlar.
Eşitlik, anlam üretir ve bu edim süreklidir.
Yaşasın özgür insanlar!
0 notes
zaturecicegi · 9 months
Text
ANLAM DENİZİNDE BiR NİDÂ (TOPLUMSAL GELİŞİM )
Toplum her şeyden önce sosyolojik bir yapıdır. Ele alınan asli sorun, çözmek zorunda olduğumuz tek sorun zamanın farklı hızlarında hareket eden toplumsalı çözümlemektir.
Toplumsal olaylar söz konusu olduğunda hızlı ve yavaş olanı birbirinden ayırmak pek mümkün olamaz. Nitekim toplumsal eğilimlerin altında yatan olaylar; ekonomi, siyaset, kültür ve hiyareşilerden beslenir. Bilhassa bu beslenme diyalektiktiği sürekli göz boyar. Göz boyadığı için hızlı ve yavaşı birbirinden ayıramaz.
Toptancı bir anlayışla diyebiliriz ki, toplumun tüm kuram ve kurumları arasında oluşturucu bir diyalektik vardır. Zira her çağın; bir zaman ve süreç döngüsüne tabi olduğunu da biliriz. Her toplum doğar, gelişir, zirveleşir ve belkide yıkılır...
Bu değişimler her defasında daha güçlü bir toplumun oluşturulmasını sağlar.
Şöyle ki, bir sistem veya toplumsal yapı, inşa sürecinde yüklendiği işlevi en iyi şekilde yerine getirme iddiasındadır ve bu iddiasını olabildiğince dürüstçe temsil eder. Bu temsil faal hale gelince, sistem-toplum zirveye hızla yol alır. Toplum zirveleşince kendisini koruma amacıyla savunmacı bir pozisyon alır ve tutuculaşır.
Bu tutuculaşma ve koruma; mikro düzlemin makro düzleme düz çizgisel, salt ilerlemeci tarih anlayışına ve gerisindeki determinist-pozitivist felsefelere karşı durur. Zira bu karşı duruş "çıkış ve kökenleri açıklanan sosyolojik toplumsalı anlamsızlaştırır". Bu anlamsızlaştırma ise yıkımı başlatır. Böylece yapı yıkılmaya maruz kalır ve yıkılır, yıkılan yapının yerine yeni bir yapı inşa etmeye kalkışılır. Ve böylece yeni yapım olayı faal olmaya yeltenir.
Toplum dinamik bir yapıya sahiptir; sürekli değişir ve sorunları da değişir. Ona göre izlenilmesi gereken yol "sürekli dönüşümü sağlayabilmektir".
Yeni oluşum eski oluşumdan kopuk gelişmez. Bilakis toplum kopuk kopuk gelişen bir oluşum değil tam tersine kollektif bir bilinçle oluşan bir oluşumdur. Toplumsal yaşamın alışkanlığı bir bütündür, kopuk aşamalarla yaşayabileceğimizi sanmamalıyız...
Zira Ludwig Wittegentein'ın da dediği gibi; "Temellere inmek hep unutuluyor. Soru işaretleri yeterince derine konmuyor".
Toplumun gelişimini gerçek aynada görebilmek için doğru temellere inmeyi unutmamalı ve soru işaretlerini yeterince derine koymalıyız.
Sonuç olarak toplumsal gelişim tıkır tıkır işlenen bir sistemin ahlaki söylemler ağının "üst yapısı" değil, gündelik yaşamın rutin mantığıdır.
0 notes
zaturecicegi · 9 months
Text
‌Gerçek, insanların karşısında farklılıklar arz etmeyen tek şeydir. Herkes bilinçaltına işlemiş olan ruhsal bir istemle yaşamaya çalışır ve her halükarda yaşar. Bir insan yaşmak ister; çünkü yaşamaktadır, çünkü bütün dünya yaşamaktadır...
O andan sonra geçmişi araştırmaya başladım ve sosyal bilimlere olan ilgimi, araştırmalarımı kurgusal edebiyata dönüştürmeye karar verdim. Politika gibi abartılmış bir ütopik gelecek yerine, edebiyatın hayatları olduğu gibi sunabildiğini biliyordum. Bu bilgiyle düşünceyi, diyalektiği, felsefeyi ve hayatı keşfettim. Ardındanda o düşünce, hayat, felsefe ve diyalektikte; şüphelerin ve yanılsamaların olduğunu, olabileceğini anladım. Aslında her şey anlayabildiğimiz üzerinedir. Ne kadar çok anlam o kadar çok mana. Bunların hepsini bir elekten, bir süzgeçten geçirdikten sonra yaşamaya başlıyorsun. Lakin o da bir yere kadar gidiyor...
0 notes
zaturecicegi · 9 months
Text
Anlattıkça yorulurdu, yoruldukça anlatırdı. Yorulur insan, daima aynı kalmaz. Yorulunca aksak aksak akan bir kriminoloji yalnızlığı yaşarsın. İç çatışmalar, dış buluşmalar, kaçmalar, ağlamalar, çokça kayb olmalar…
0 notes
zaturecicegi · 9 months
Text
Çini sabunların önüne çökmüş yaşlı kadınlar; dualarını keser, şeytanın lanetli seçimini kime yöneteceğini, ateşin, felaketin, ölümün ve sakatlığın kimin üstüne çökeceğini konuşurlar... Bahse girerlerdi.
Yıllar önce ölmüş günahkarların lanetlemelerinden başka bir şey değildi her şey. Cehennem ateşinde ağır ağır yanar, başı boş gezerdim. Tepede asılı Yaratıcı'nın kendisi bile, görüntüyü ebedî saatiyle ayarlardı. Çevremde dipsiz kuyular çizer kendimi yollara benzetirdim. Tam bir şaşkınlık içinde. Yaşayan her şey dışarı uğrardı...
(Bilmiyorum alıntı olabilir, hatırlamıyorum)
1 note · View note