#Kafka dergi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Hayat ciddiye alınmayacak kadar önemlidir.
—Oscar Wilde -Kafka Okur
25 notes
·
View notes
Text
Kars Hikayesi

Kolay mı yılların hayali olan Doğu Ekspresi seyahatini sonunda gerçekleştireceğiz.

Kışın ortasında Kars'a gidiyorsan kalın ve üst üste giyinmek zorundasın. Hele bir de trenle gidiyorsan mutlaka yolda oyalanacağın bir şeyler (çeşitli oyunlar, kitap, dergi, tablet...vb.) almalısın. Ee o zaman da 3 geceye 2 valiz az bile gelir :)

Tren yormuyor, seyahat konforlu hiç yapacak bir şey bulamazsan ser yatağını uyu, daha ne olsun. Ama her şeyin de bir kararı var. 26 saat diye bindiğimiz tren 2 saat de gecikince 28 saatlik bir yolculuk yapmış olduk. Yani dile kolay bir olay, bir yerden sonra sıktığını itiraf etmek lazım. Bu sebeple soranlara daha yakın rotaları tavsiye ederim.

Gelelim manzaralara. Yolun bu açıdan en iyi bölümü Erzincan ile Erzurum arasında.

Sonunda inme zamanı. Soğuktan öyle çok korkuyoruz ki bütün önlemlerimizi aldık. Bu sebepledir ki -20 derecelerde sokaklarda hiç üşümeden (biraz abartı oldu belki, az üşüyerek diyelim :)) gezebildik.

Yaptığımız en akıllıca şeylerden biri bu satın aldığımız günü birlik tur. Kars'ın gezilecek her yerini bir günde hiç uğraşmadan halletmiş olduk. Burası da peynir müzesi. Kars gravyerine burada saygı duymaya başladım ve bu saygı nedeniyle tadını hiç sevmesem de yemeye başladım :) Yeri gelmişken peynircilik işini Kars'a öğreten Ruslara buradan teşekkürümüzü sunalım.

Yukarıda Ruslara teşekkür ettik ama burada da lanet ettik. Bu Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi oldukça dokunaklı. Özellikle 93 Harbi dediğimiz Osmanlı Rus Savaşları ile 1. Dünya Savaşı'ndaki Sarıkamış Harekatı acılarını hala bile hissedebiliyoruz. Osmanlı Döneminde Rus kuşatmasına karşı Kars halkı ile birlikte kahramanca bir savunma yaparak 29 Eylül 1855 günü Kars Zaferini kazanmıştır. Sultan Abdulmecid'in fermanıyla 3 yıl süreyle vergiden muaf tutulan Kars şehrine gazi unvanı verilmiştir. Yani gazilik unvanı alan ilk şehrimiz Kars'tır. Böyle de bilgi veririm işte :)

Ve kadim Ermeni şehri Ani. Kars'a gelme sebeplerimden biri de bu fotoğraftır :) Sınır bölgesinde olan bir yere gittiğimde hep çok şaşırırım. Hemen yanımızda başka bir ülke oluşuna hayret ederim. Burada da öyle hemen karşımız Ermenistan inanabiliyor musunuz? Arada sadece bir nehir var, bence çok ilginç.

Buz tutmuş Çıldır Gölü'nün üstündeyiz. Tabi karla kaplandığı için herhangi bir yerde yürüyor gibi olsa da altımızdan balıkların geçiyor olduğunu bilmek değişik bir his. Balık demişken burada yiyeceğiniz balığın lezzeti muazzam gerçekten. Şiddetle tavsiye. Bir de çocuğumun buzu kırıp balık tutma arzusu vardı, kürekle çok uğraştı ama o iş öyle kolay değil tabi :)

Artık Kars sokaklarını keşfetme zamanı. Bu kısımda da böyle güzel yapılar bıraktıkları için Ruslara teşekkür etmem gerekiyor. Kars'a sahip oldukları o kısacık 40 sene olmasaymış bugün çok çirkin bir Kars bizi karşılayacaktı. Nitekim onlar gittikten sonra yaptığımız her şey çok kötü ne yazık ki. Ha bunu sadece Türklerin şehirciliği bilmemesiyle ilişkilendirmiyorum. Çünkü zamanında çok güzel şehirler yapmışız (ilk olarak aklıma Safranbolu geldi, ama her şehirde var böyle yerler) şimdi yapamıyor oluşumuz biraz da dönemle ilgili bir şey, bu çağ böyle bir çağ gibi.

Ee o kadar yürüdük biraz dinlenip, ısınmak hakkımız. Çok şirin bir kafeye oturduk, içerde hummalı bir Kafkas Gecesi hazırlığı var. Biz çayımızı içeceğiz sadece. Ama söylemiş olayım geceleri de Kars'ta boş geçmiyor. Hemen her mekanda Kafkas Gecesi etkinlikleri oluyor.

Vakit ayrılık vakti; ama biz hala kaz eti yiyemedik. Bu yüzden sabah sabah bu yenir mi, olur mu öyle şey demeden geldik bu mekana. Kazımızla hangelimizi yiyoruz. Tabi kaz da güzeldi ama ben asıl hangeli sevdim.
Bir günümüz daha olsaydı Sarıkamış turu yapardık ama bu da yeterliydi. Yeterli dediğime bakma ben Kars'ı çok sevdim, sadece gezilecek yerleri görebildik anlamında diyorum. Hadi bakalım hayat gezince güzel.
#hayatgezinceguzel#kars#doğuekspresi#karspeynirmüzesi#kafkascephesiharptarihimüzesi#aniantikkenti#çıldırgölü#karsgravyeri#karspeyniri#93harbi#sarıkamışharekatı#trenyolculuğu
0 notes
Text
Burhan Arpad / Bizim 1940 Kuşağı, yeri yurdu, dergisi olmayan bir kuşaktı

Yazar, yayıncı, çevirmen ve gazeteci Burhan Arpad edebiyatın çeşitli dallarında ürünler verdi, dünya yazınının önemli eserlerini dilimize kazandırdı, tiyatro eleştirilerine imza attı. Arpad, “Osmanlı’nın talan düzeni bugün de yürürlükte” diyor.
“Kafka, Türkiye’ye Fransa üzerinden geldi. İkinci Dünya Savaşı sonlarında Fransa’da ün kazanmaya, etkin olmaya başlayınca Fransızca bilen arkadaşlarca Türkçeye çevrildi.”
Karşılıklı oturalı beş dakika bile olmamış. Ben ilk sorumu yöneltmeye hazırlanırken Burhan Arpad, Kafka’ya kadar uzanmış. Teybin düğmesine bastım. O, konuşmasını sürdürdü.
“Kafka’nın kitaplarının bugün övüle övüle bitirilemeyen tekdüze dünyası, bir toplumsal gerçekten yola çıkıyor; ilerlemiş bir kapitalizm içinde daraşmalık bir bürokrat havası veriyordu. Var olan ir toplumu, kafasında hayaller kurarak yeniden yaratır Kafka; sağlıksız bir dünyası vardır. Türkiye’de hemen kabul edildi… Ionesco da öyle oldu, o da Fransa’dan geldi… Böyle bir eğilim var. Batı ülkeleri herhangi bir yazarı benimseyince, o yazar bizde de tutuluyor.
Bu yazarların İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa’sında geçerlik bulmasını, Fransa’nın o dönemdeki ikilemiyle açıklıyor Burhan Arpad:
“Burjuvazisi parlak zamanlar yaşamış, burjuva kültürünü doruğuna ulaştırmış ‘Büyük Fransa’ geride kalmıştı. Bu kadar kültürlü bir toplum, kendi burjuva düzeninin ortadan kalktığını, yeni bir dünyanın silah ya da ordu gücüyle Budapeşte’ye kadar dayandığını görüyor. İşte o koşullar, ‘anti-tiyatro’, ‘absurde’ (uyumsuz) tiyatro gibi arayışları, gerçeküstücülüğü öne çıkarıyor. Bunlar Fransa için benzeri toplum ve kültür düzeninde ülkeler için olağan. Tam ‘tahlil’ini sosyologlar yapsın…”
1940'larda yoksunluklara rağmen
toplum yapımız sağlıklıydı
Gelelim 1940’lar Türkiye’sine. Burhan Arpad’a göre o yıllarda, bütün ekonomik yoksunluklara karşın, sağlıklı bir toplum yapımız vardı. Edebiyat alanına girenler bir ‘ara nesil’dendi; Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e geçiş çağını yaşamıştı bu kuşak… Sonra, “Cumhuriyet’in onuncu yıl şenliklerinin coşkusu… Orkestralar, operalar… Havai fişekler, fener alayları… Şarkılar sokaklarda… Yepyeni bir toplum… Ben de bu kutlama törenlerini görmüş, o heyecanı duymuşumdur.”
İşte o ortam içerisinde, sonradan “1940 Kuşağı” olarak adlandırılacak edebiyatçılar yetişiyor: “Bizim 1940 neslinin bir özelliği vardır. Çoğu ya küçük memur, ya taşralarda öğretmen, ya Sait (Faik) gibi işsiz güçsüzdü. Bir bağlantıları yoktu. Yedi Meşaleciler gibi birlikte davranma filan da söz konusu değildi. Orada burada, dürtüyle, istekle yazmaya başlamışlardır. Mektuplaşarak, tanışarak birlikteliği sürdürmüşlerdir. Tuhaf bir nesildir bu. Mesajla, bildiriyle, inkârla, kavgayla, gürültüyle ilişkisi yoktur. Teker teker adları duyulmuştur. Bir Sabahattin Ali çıkmıştır, bir Samim Kocagöz, bir Sait Faik, bir Orhan Kemal… Günün birinde birisi kalktı, ’40 Kuşağı’ dedi. Yeri yurdu, dergisi olmayan bir kuşak… Yalnız okurun desteği vardı.
Dergi sözü edilince, Ocak 1940 – Nisan 1940 arasında dört sayı çıkan İnanç’ı soruyorum. Derginin “müessisi” (kurucusu) Burhan Arpad’dır, sayısı 15 kuruştur. İnanç ayda bir çıkar, “sanat-fikir-aktüalite”ye yer verir…
“Hümanist fikirleri vermek amacıyla çıkarıyorduk. Aynı zamanda biçimine de özen gösterirdik. Kuşe kapaklıydı, dizgi baskısı o zamanki tekniğe göre çok temizdi. İlk sayısını 3 bin bastık. Bu, büyük bir tirajdı. Dergi tutuldu, dördüncü sayı 4 bin basıldı… Ancak, beşinci sayı matbaada kaldı. ‘Beyaz Zambaklar ülkesinde’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Stalin’in Finlandiya’yı işgalini hafifçe eleştiren imzasız bir yazı. Bu yazı yüzünden, dergiyi birlikte çıkardığımız arkadaşla kavga ettik. İmtiyaz onun üzerinde olduğundan, bir daha çıkmadı. Çıksaydı, daha da yararlı olabilirdi.”
Kitaplarını tercüme ettiğim yazarların
ortak niteliği hümanistlikleri
Burhan Arpad’ın yayıncılığı da var. Salâh Birsel’le birlikte kurdukları ABC Kitabevi’nin “20. Yüzyıl Dünya Edebiyatı” serisinde Istrati, Sillanpää, Joseph Roth¸ Duhamel, Jaroslav Haşek’ten çeviriler yayımlanır. Türk Yazarları dizisinde ise Ziya Osman Saba’nın ve Necati Cumalı’nın şiirleri, İhsan Devrim’in öyküleri, Nurullah Berk’in Sanat Konuşmaları, Aşot Madat’ın Sahnemizin Değerleri, Faris Erkman’ın büyük gürültüler koparan En Büyük Tehlike’si çıkar. Birkaç yıl sonra Arpad Yayınevi’ni kurar. Onu da kapatıp gazeteciliğe başlar. Ama çeviri çalışmalarını uzun yıllar sürdürür, yirminin üzerinde kitap çevirir:
“Okuyup sevdiğim, topluma yararlı olacağına inandığım kitapları çevirdim. Dört yazar alalım. Bir Thomas Mann, liberal ekonominin, sosyal demokrat kafanın doruktaki yazarlarından. Bir Anna Seghers var; o, inançlı bir sosyalist. Ama edebiyatçı prizmasından geçirerek anlatıyor. Bir Remarque var, sonuna kadar antifaşist, antimilitarist. Bir Stefan Zweig, bambaşka bir açıda. Bunların ortak nitelikleri, hümanist olmaları.”
Anlaşılacağı gibi, Burhan Arpad, Batı’dan etkilenmeye karşı değil: “Çeviri edebiyat olmadan dünya edebiyatından söz edilemeyeceğine göre, dünya edebiyatının sağlam örneklerinin çevrilip yayımlanması, sağlıklı bir Türk edebiyatı için gerekli. Bütün sorun, seçmek. Toplumumuzun koşullarıyla o toplumun koşullarını karşılaştırarak doğruyu bulmaya çalışmak.”
Genç kuşak güzel yazıyor ama hiçbir şey söylemiyor
Buna karşılık, günümüzde kimi genç yazarların yanlış etkiler altında olduğuna inanıyor: “Ad vermeyeyim” diyor, “Birkaç yazarı okudum. Üslupları, anlatımları ilginç. Belki çok güzel yazıyorlar. Ama, işte o kadar… Bence resim de edebiyat da bir şeyler söyler. Oysa bunlar hiçbir şey söylemiyorlar. Yabancı dil bildikleri için kendi dillerinden ya da çevirisinden okudukları ürünlerin etkisi altında kalmışlar, onlara benziyorlar. Biz, o toplumlar değiliz. 1950’lerin, 60’ların toplumu da değiliz… Birtakım hastalıklar yaşandı. Hasta toplumun özürleri edebiyata da yansıyor. O bakımdan, fazla bir şey söyleyemiyorlar. Dünya görüşleri de biçimden öteye geçmiyor.”
Uzun yıllar gazetecilik yapan, muhabirlikten köşe yazarlığına kadar basının çeşitli kademelerinde çalışan Burhan Arpad, gazetecilerin sosyal güvenlikten yoksun, kötü koşullar altında yaşadığı yılları uzun uzun anlatıyor. “Ama, gazeteciliğin heyecanı da vardı o yıllarda… Bazı mesleklerde durmadan vermek gerekir, vermek kazandırır. Gazetecilik de bunlardandır.”
Arpad’ın eylemli gazetecilik dönemine ilişin en ilginç anısı, İkinci Dünya Savaşı’nın ünlü casusu Çiçero’yu ilk kez keşfedip Vatan’da açıklaması olayı. Bir Alman gazetecisinden aldığı bilgi kırıntılarından yola çıkarak İstanbul adliyesinde “sahte sterlin” davasından yargılanan İlyaza Bazna’nın gerçek kimliğini, yani ünlü casus Çiçero olduğunu ortaya koyuyor.
Namuslu olmaya çalışan bir yazarım
Cumhuriyet okurları, Arpad’ın, haftada bir yayımlanan “Hesaplaşma” köşesinde en çok “yok edilen İstanbul” üzerinde durduğunu bilirler. Konuşmamızda da söz, dönüp dolaşıp bu konuya geliyor. Arpad, duyarlılıkla ele aldığı “İstanbul yağması”nı şöyle temellendiriyor.
“Osmanlılar, yerleşik ve üretken yaşamamış. Ganimetler almış, baç almış, bunlarla geçinmiş… Bir talan düzeni bu. Bugün de aynı anlayış yürürlükte. Herkes ‘avanta’ peşinde. Hayali ihracat bunun bir versiyonu. Ne burjuva, ne üretici olabilmişiz. Bunun sonu nereye varır, bilemiyorum. Sosyologlarımız ‘Asya tipi üretim biçimi’ diye kafa yoracaklarına, Türkiye’nin şu gerçeğini görseler de bunun üzerine tartışılsa!”
Bugün İstanbul’un yok olmaktan kurtarılması söz konusu olunca, iki kişinin, Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan ile Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Başkanı Çelik Gülersoy’un adları anılıyor. Burhan Arpad’ın bu iki ad üzerindeki görüşleri: “Çelik Bey için iki görüş öne sürülüyor. Yaptıklarına ‘fantezi’ diyenler var Geniş bir kesim ise yaptıkarını olumlu buluyor. Ben de bunlardanım. Çelik Bey şehirci değil, mimar değil. İstanbul’da büyümüş ve kimi görüşleri benimsemiş olmasıyla iyi niyeti birleşiyor. Birçok şeyi kurtarıyor. Öteki ise yıkıyor, İstanbul’u yok ediyor!”
Burhan Arpad’ın evinden ayrılırken kulağımda şu cümleleri yankılanıyor: “Ben namuslu olmaya çalışan bir yazarım. Hikâye de yazarım, roman da, köşe yazısı da… Röportaj da yaparım… Yeter ki yazarlığımı sürdürürken kafamdaki doğrulara dayanayım.”
(Alpay Kabacalı / Cumhuriyet / 12 Aralık 1988)
Burhan Arpad’ın tercümei hali
1910’da Mudanya’da doğdu. Orta ticaret mektebindeki öğreniminin (1927) ardından, uzun süre memurlukla yazarlığı bir arada yürüttü. Edebiyatın çeşitli dallarında ürünler verdi, tiyatro eleştirileri yazdı. Birkaç yıl da yayıncılıkla uğraştı. 1947’de gazeteciliğe başladı; Memleket, Hürriyet, Vatan gazetelerinde muhabir ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Köşe yazarlığına Vatan Gazetesi’nde başladı. Uzun yıllar serbest yazar olarak çalıştı; 1978’den itibaren Cumhuriyet’te haftalık köşe yazıları yayımlandı.
Öykü, gezi (Gezi Günlüğü adlı kitabıyla 1963’te Türk Dil Kurumu Ödülü’nü kazandı), tiyatro yaşamı ve eleştirisi, roman alanlarında birçok yapıtı, anıları (Hesaplaşma, 1976), makalelerini derleyen kitapları yayımlandı. Ayrıca pek çok yabancı yazarın ürünlerini Türkçe’ye çevirdi.
0 notes
Text

ANMA:
BUGÜN 19 MAYIS (1939)
AZERBAYCAN TÜRKLERİNDEN FİKİR ADAMI, YAZARI
AHMET AĞAOĞLU’NUN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ RAHMETLE ANIYORUM.
AĞAOĞLU, Ahmet
(1869-1939)
İSLAM ANSİKLOPEDİSİNDEN ALINTIDIR.
Türk gazetecisi ve siyaset adamı.
Aslen Karabağlıdır. İlk ve ortaokulu Şuşa’da, liseyi Tiflis’te bitirdi. Özel hocalardan Arapça ve Farsça öğrendi. 1889’da Paris’e giderek Sorbonne Üniversitesi’nin Tarih ve Filoloji Bölümü’ne devam etti. Bu arada İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin ileri gelenleriyle tanıştı. Daha öğrenci iken La Nouvelle Revue ile Revue Bleue’de ve Tiflis’te çıkan Kafkas gazetesinde yazıları yayımlandı. 1892’de Londra’da toplanan Şarkiyat Kongresi’ne katılarak Şiî mezhebinin doğuşu ve gelişmesine dair bir tebliğ sundu. Tahsilini tamamladıktan sonra Azerbaycan’a döndü (1894). Tiflis, Şuşa ve Bakü’de öğretmenlik yaptı. Bir taraftan da “millî uyanış hareketi”ne katılarak Türk ve müslümanların haklarını Rus makamlarına karşı savunmak için kurulan Kaspiy (1903) ve Şarkî Rus (1903) gazetelerinde yazılar yazmaya başladı. 1905 Rus meşrutiyetinden önceki günlerde doğan hürriyet havası içinde çıkmaya başlayan Hayat (1904) gazetesinin yazı kadrosunda yer aldı. 1905’te İrşad’ı çıkardı. Rusya’da Türkler’in haklarını korumak maksadıyla Difai isminde siyasî bir dernek kurdu (1906). Bu arada Tiflis’te Hüseyinzâde Ali ile Füyûzât (1906) adlı haftalık bir dergi, iki yıl sonra da Bakü’de Terakki gazetesini çıkarmaya başladı. Faaliyetleri sebebiyle Rus makamlarının baskı ve takibine uğradığı için II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine Türkiye’ye geldi (1909). Bir süre Şehbenderzâde’nin çıkardığı Hikmet ile Eşref Edip’in yayımladığı Sebîlürreşâd mecmualarında yazılar yazdı. Maarif müfettişliği ve Süleymaniye Kütüphanesi müdürlüğü yaptı. Fransızca Jeune Turc gazetesinde çalıştı. Tercümân-ı Hakîkat gazetesinin başyazarı oldu. Türk Ocağı’nın kuruluşuna katıldı (1911) ve yayın organı Türk Yurdu dergisinin yayımında faal rol oynadı. Dârülfünun’da Rusça muallimliği ve Türk-Moğol tarihi müderrisliği yaptı. İttihat ve Terakkî Cemiyeti genel merkez üyesi oldu ve Afyonkarahisar mebusu seçildi (1912). I. Dünya Savaşı sonunda Rusya’da ihtilâl olup oradaki Türkler bağımsız devletler kurmaya başlayınca, Ağaoğlu da Azerbaycan’a yardım için gönderilen orduda kumandan müşaviri olarak bulundu (1918). Azerbaycan parlamentosuna üye seçilerek bir süre orada kaldı. Türk ordusu Azerbaycan’dan çekilmek zorunda kalınca Ruslar’a karşı İngiltere’nin desteğini sağlamaya çalıştı. İran’da yapılan İngiltere-Azerbaycan görüşmelerine başkan olarak katıldı. Aynı amaçla Paris Barış Konferansı’na giderken uğradığı İstanbul’da İngilizler tarafından tevkif edildi (1919). Önce Limni’ye, arkasından Malta’ya sürüldü. İki yıl kadar devam eden mevkufiyetinden sonra Ankara’ya döndü (1921). Matbuat umum müdürü ve Hâkimiyet-i Milliye gazetesi başyazarı oldu. İkinci devre Kars mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. Bu arada 1931 yılına kadar Ankara Hukuk Mektebi’nde hukūk-ı esâsiyye hocalığı yaptı. Mustafa Kemal’in emriyle katıldığı Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluş ve çalışmalarında faal rol oynadı (1930). Fırka kapatılınca siyasî hayattan ayrılarak İstanbul Dârülfünunu’nda müderris oldu (1931). Bir taraftan da Akın dergisini çıkarmaya başladı. Ancak muhalefet yaptığı gerekçesiyle dergisini kapatmak zorunda bırakıldığı gibi üniversitedeki görevinden de ayrılmak mecburiyetinde kaldı (1933). Ölümüne kadar Kültür Haftası ve İnsan dergilerinde yazılar yazdı. 19 Mayıs 1939’da İstanbul’da öldü.
Sağlam hukuk formasyonu ve kusursuz Fransızca’sı yanında polemikçi bir gazeteci olan Ağaoğlu, Türk fikir ve siyaset hayatında bilhassa 1912’den sonra etkili olmuş bir yazardır. Ağaoğlu’nun faaliyet ve yazılarının ekseriyetini önceleri Türk milliyetçiliği ve Türk kültürü teşkil ederken, sonraları fikir hürriyeti ve bilhassa Avrupa medeniyetini tam anlamıyla benimseme konuları ağırlık kazanmıştır. Üniversite yıllarında hocası Ernest Renan’dan, İslâmiyet ile ilgili konularda Paris’te tanıştığı Cemâleddîn-i Efgānî’den, siyasî konularda ise Ahmed Rızâ’dan etkilenmiştir. Fransa’da bulunduğu yıllar onun özellikle Fransız İhtilâli’nin getirdiği düşüncelere yaklaşmasına, Batılı liberal kavram ve değerleri inceleyip benimsemesine imkân vermiştir.
Hayatında başlıca üç devir ve üç hâkim fikir görülen Ağaoğlu, daha çok, etkisi altında kaldığı fikirleri taşıyıcı bir özelliğe sahiptir. Bu bakımdan Rusya devresinde Rusya müslümanlarının birleşmesini ve ilerlemesini savunmuş, oradaki çalışmaları zorlaşıp İstanbul’a geldiğinde, devrin İslâmcı yayın organı Sebîlürreşâd kadrosu içinde yer alarak bu istikamette yazılar yazmıştır. İslâmcı yanının ağır bastığı bu devreden sonra İttihatçılar’la tanışması ve onların yayın organlarında yazılar yazmasıyla onun Türkçülük tarafı ortaya çıkar ve dinî düşünceden uzaklaşma devri başlar. Son devresi ise Cumhuriyet yıllarıdır. Bu devreden sonra Ağaoğlu tam anlamıyla bir Batıcı olarak görünür. Kurtuluş için Avrupa medeniyetinin eksiksiz benimsenmesini, Batı’nın özellikle liberal düşünce ve ferdî hürriyet ile eş anlamlı olduğunu savunur. Malta’da sürgündeyken yazdığı ve ancak Cumhuriyet döneminde yayımlanabilen Üç Medeniyet (İstanbul 1927) adlı kitabında, dünyanın tanıdığı üç büyük medeniyetten Budha-Brahma ve İslâm medeniyetlerinin çökmekte olduğunu, Batı uygarlığının ise bütün unsurlarıyla ayakta ve dünyaya hâkim bulunduğunu ileri sürmüştür. Ona göre “medeniyet bir hayat tarzı olduğundan içine bütün yaşayış, düşünüş ve duyuş tarzları girer.” Batı medeniyeti, Budha-Brahma ve İslâm medeniyetlerini bütün alanlarda yenerek üstünlüğünü göstermiştir. Bu sebeple onu parça parça almak yeterli değildir. Türkler iki defa din değiştirdiklerine göre, Batı medeniyetini tam anlamıyla ve bütün müesseseleriyle kabullenmeleri de imkânsız değildir. Bu ve benzeri fikirlerinden, iktisadî ve içtimaî meselelerdeki farklı düşüncelerinden dolayı başlangıçta beraber olduğu İslâmcı ve Türkçü aydınlarla fikrî mücadele içine girmiş, başta Gaspıralı İsmâil Bey olmak üzere Babanzâde Ahmed Naim, Süleyman Nazif, Yakup Kadri, Şevket Süreyya Aydemir ve Mehmed İzzet tarafından şiddetle tenkit edilmiştir.
Ahmet Ağaoğlu’nun gazete ve dergilerde kalan yüzlerce yazısından başka, pek çoğu ders notlarından meydana gelen eserlerinin bazıları şunlardır:
İslâm ve Ahund (Bakü 1900); İslâma Göre ve İslâm Âleminde Kadın (Bakü 1901, Hasan Ali Ediz tarafından İslâmlıkta Kadın [İstanbul 1959] ve İslâmiyette Kadın [Ankara 1985] adlarıyla tekrar yayımlanmıştır); Üç Medeniyet (İstanbul 1927, eserin Latin harfleriyle ilk baskısı 1972’de İstanbul’da yapılmıştır); İngiltere ve Hindistan (İstanbul 1929); Serbest İnsanlar Ülkesinde (İstanbul 1930); Hukuk Tarihi (İstanbul 1931-1932); Devlet ve Fert (İstanbul 1933); Etrüsk Medeniyeti ve Bunların Roma Medeniyeti Üzerine Tesiri (İstanbul 1933); Etika (Kropaktin’den tercüme, İstanbul 1935); Ben Neyim (İstanbul 1939); Gönülsüz Olmaz (Ankara 1941); İran İnkılâbı (İstanbul, ts.); İhtilâl mi İnkılâb mı? (Ankara 1942); Serbest Fırka Hatıraları (İstanbul 1949).
0 notes
Text
"Şimdi sıfırdan büyük bir merakla tanı beni."
81 notes
·
View notes
Text
Biriyle bunca zaman gecirip,sonunea onun sadece bir yabancı olduğunu idrak etmek... Ne büyük bir kayıp.

#kesfet#keşfet#dergi#kafka okur#alıntı#sevgi#kitap#kitap alintilari#spotify#kitap sözü#kitaplar#kitapkurdu#sil baştan#jim carrey#kate winslet#dizifilmreplikleri
586 notes
·
View notes
Text

“ Yaşamak ve hayatta olabilecek bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin bütün renklerini, tonlarını yaşamak ve duyumsamak istiyorum ve berbat bir şekilde kısıtlıyım. ”
. . .
Sylvia Plath
36 notes
·
View notes
Photo


#siyahtanda-koyu#my post#postlarim#fearless man#enisteyjia#olivaveyla#raziiyez#plaktaseninsesin#kemalistbiradam#erencanerpolat#Kafka okur#kafka okur dergi#yangın#fire#manavgat#antalya#mersin#muğla#izmir#kocaeli#ankara#osmaniye#kütahya#turkey#türkiye
51 notes
·
View notes
Quote
Bu ıssız ve karanlık korkumdan sırtımı duvara dönüyorum. Kalbimin hızlı attığını hissedip elimi göğsüme götürüyorum. Küçük bir boşlukta asılı kalıyor elim. Etraf sessizleşiyor. Kulağımda karıncalar bir zamanlar kendini şövalye sanan bir adamdan bahsediyor. Aslında hiç bir zaman bir devle savaşmamış... Duymak istemiyorum. Yatağıma bakıyorum, birazdan oraya uzanacağım. Bu kabustan uyanmak için ölene kadar uyumalıyım.
kafkaokur
26 notes
·
View notes
Text
Çıldırmamak için kabulden başka yol yoktur.
-Kafka Okur
11 notes
·
View notes
Text
“Bir gün sana dünyada katlanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim...” #yusufatılgan
#ot dergisi#edebiyat#kafkaokur#franz kafka#dergi#edebiyat dergisi#kitaptansözler#kitap alıntısı#şiirheryerde#şiir alıntısı#şiirler#okuryazar#yusuf atılgan#steve jobs#fazıl hüsnü dağlarca#nazım’dan#nazım hikmet#sevgi#aşk acıdır#aşk şiirleri#aşk şiiri#sevgili#türk edebiyatı
21 notes
·
View notes
Text

Aşk bahanesidir şiirin 🖤
#edebiyat#şiirsel#müzik#postlarım#türk postları#odam#franz kafka#kafka#kafkaokur#kitap#şair#türkiye#canlimisra#küçükİskender#kafkam#dergi
6 notes
·
View notes
Text

ANMA:
18 OCAK (2010) TARİHİ
BÜYÜK TÜRKÇÜ YAZAR
REHA OĞUZ TÜRKKAN'IN
VEFATININ YIL DÖNÜMÜ
RAHMETLE ANIYOR, MAKAMININ CENNET OLMASINI DİLİYORUM.
(d. 12 Ekim 1920, İstanbul - ö. 18 Ocak 2010, İstanbul),
Türk hukukçu, tarihçi, yazar, Türkolog, psikolog, senarist, gelecekçi (futurist) ve Ordinaryüs Profesör. Doğum tarihini daha sonradan Türkçülük Günü olarak kutlanan 3 Mayıs olarak değiştirmiştir.
St. Joseph Lisesi ve akabinde Kabataş Erkek Lisesi'ne kaydoldu. Galatasaray Lisesi'ne geçtikten sonra babası Halit Ziya Türkkan'ın Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'ne tayin edilmesiyle Ankara'ya Gazi Lisesi'ne geçti. Gazi Lisesi'ndeyken Türkçü "gizli" örgütü "Gürem"'i kurdu.
Atatürk'ün ölümünden bir gün sonra Ergenekon dergisini çıkardı. Kendisinin "Faşizm Tehlikedir" yazısından dolayı bu dergi kapatılınca, Kitap Sevenler Kurumu'nu kurdu. Bu kurum Halkevleri'ne ilhak edilince Bozkurt dergisini çıkardı. Hüseyin Nihal Atsız'ın yazılarının da yayımlandığı bu dergide, Atsız başta olmak üzere önde gelen Türkçüler ile polemik yaşanınca ayrılarak Gök Börü dergisini çıkardı.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptı. Sorbonne Üniversitesi'nde tarih ve Türkoloji dallarında, Columbia Üniversitesi'nde deneysel psikoloji dalında uzmanlık çalışması yaptı.
1944 - 1945 arasında Irkçılık-Turancılık davasında yargılandı. Beraat ettikten sonra 1947-1972 yılları arasında Columbia üniversitesinde, 1975-1976 yıllarında İstanbul Üniversitesi'nde ve daha sonra da 1996 yılında Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı.
Pek çok makale, dizi ve araştırmaları yayımlandı. Türkçülük alanında çeşitli sosyal faaliyetlerin yanı sıra yazarlık ve yayıncılık yaptı. 1997 yılında Orta Asya ve Kafkas Türkleriyle ilgili olarak "Türk Dünyası Parkı" ve "Türkler" adlarıyla ABD'de ve Türkiye'de resim sergileri açtı.
İngilizce, Fransızca ve Türkçe olarak yayımlanmış 41 kitap, 9 film ve 6 televizyon senaryosu vardır.
Medine müdafii olarak tanınan Ömer Fahrettin (Türkkan) Paşa'nın yeğenidir.
17 Ocak 2010 gecesi rahatsızlanmasının ardından yaşamını yitirmiştir.
Kitaplar
• 4 İçtimai Mesele, Arkadaş Matbaası, İstanbul, 1939
• Türkçülüğe Giriş, Arkadaş Matbaası, İstanbul, 1940
• Irk Muhite Tabi midir?, İstanbul, 1941
• (Race et Milieu), Paris (ve İngilizce dergilerde), 1942
• Les Summeriens et les Rites Funéraires, Paris, 1942
• Les Armes Serétes, Paris-La République, 1943
• Milliyetçiliğe Doğru, İstanbul, 1943
• Solcular ve Kızıllar, İstanbul, 1943
• Kızıl Faaliyet, İstanbul, 1944
• Tabutluktan Gurbete, İstanbul, 1950-1974-1985
• İleri Türkçülük ve Partiler, Rafet Zaimler, İstanbul, 1947
• Correlation in Twin Psychology, New York, 1951
• One America, New York, 1951
• Talking Turkey, New York, 1955
• Turkish Literature, New York, 1956
• Türks in Retrospect, New York, 1956
• Conditioned Learning, New York, 1964
• Revolution in Education (Programmed Instruction & Multi-Media), New York, 1967
• Progr. Instruction Based Courses (Atoms & Electrons, French I, How to Recognize Names & Faces) Chicago
• Turkish National Character, New York, 1971
• Kitle Halinde İşlenen Suçlarda Cezai Mesuliyet ve Kitle Psikolojisi, İstanbul, 1974
• Pre-Columbian Americans & Turks-Cultura Turcica, 1975
• Türk'ün dışarıda kalan mirası (Avrupa bölümü: film-çekim Balkanlar)
• Psikoloji, Yaykur, Ankara, 1976
• İkna Psikolojisi, Ankara, 1976
• Eğitim Teknolojisi Planı, Ankara, 1976
• Yenilenmiş Türk Destanları ve Hikâyeler - "6 Minik Kitap ve Müzik Kaseti", 1977
• Biz Kimiz?, İstanbul, 1987
• Libya-Türkiye El Ele, Çözüm Yayınları, İstanbul, 1975 (Faiz Türkkan, Uzman, Libya Elçiliği Görevlisi, Reha Oğuz Türkkan, Ahmet Aydınlı, Saadettin Topuzoğlu, Mine Yener)
• Biz Kimiz (1987)
• 21. Yüzyılda Dünya ve Türkiye, İstanbul, 1988
• Çok Hızlı Okuma, İstanbul, 1989
• Siyasi Kargaşadan Gün Işığına, İstanbul, 1992
• Türk Milliyetçiliğinin Kısa Tarihi, İstanbul, 1992
• Yükselen Milliyetçilik/21. Yüzyıl Türk Milliyetçiliği, İstanbul, 1995
• Yükselen Milliyetçilik, Türkkan Yayın, İstanbul, 1995
• Kolay ve İyi Öğrenme Teknikleri, Alfa Yayınevi, İstanbul, 1996
• İkna ve Uzlaşma Sanatı, Hayat Yayınları, İstanbul, 1998
• Anlayarak Çok Hızlı Okuma, Alfa Yayınları, İstanbul, 1998
• Kızılderililer ve Türkler, E Yayınları, İstanbul, 1999
• Tunç Işığında Aşk, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2005
• Uyuyan Dev Türk Dünyası, Pozitif Yayınları, 2006
• Cengiz Han'ın Kimlik Şifresi, Birharf Yayınları, 2007
• Etkin Hafıza Teknikleri, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2007 (Reha Oğuz Türkkan, Tuğrul Türkkan)
• Arayan Adam, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2009-2011 (2 cilt)
• Atlantisliler Sümerler Etrüskler Türk mü?, Nokta Yayınları, İstanbul, 2012
Dergiler[değiştir | kaynağı değiştir]
• Milli Kültür Dergisi (dizi), 1975
• Kızıl Derililer ve Türkler, Hürriyer (dizi), 1996
İzletiler[değiştir | kaynağı değiştir]
• Tarihimizin Akışı, Ankara, 1979
Filmler (yapım, yönetim ve senaryo)[değiştir | kaynağı değiştir]
• To be Born Again (Uyuşturucu tutkunluğu üzerine), 1970
• Rions Ensemble (Türk mizahı üzerine), 1973
• First steps of the Moon (Aya ilk inişin canlı yayından çekimi ve yorumu)
• Türk Çocukları İçin (Yurtdışındaki çocuklar için Türk kültürü), 1974
• Öyle bir Özleyiş ki (Yöneten Reha Oğuz Türkkan ve Yücel Çakmaklı, Senaryo Reha Oğuz Türkkan), 1977
• Stranger in Paradise (turistik belgesel), 1977
• İpek Kadife, 1978
• Türkün Dışarıda Kalan Mirası, 1976
• Tercihimizin Akışı, 1985
• Too Early for Death (NBC-N.Y.) (Ölüm için çok erken), 1954 (Sadece senaryo)
• İçtiğimiz Çay, 1976 (Sadece senaryo)
• Altın Yumurta, 1976 (Sadece senaryo)
0 notes
Text
"Vazgeçmek en büyük umut bazen. Yeniden inşa etmek için kendini."
#Kafka okur#Kafka dergi#Umut#Gece#Söz#Fotoğraf#Yeniden inşa#objektifimden#Ayna#Atlı karınca#Vazgeçmek
115 notes
·
View notes
Text
Bilenler bilir,gökyüzüne dalmak düşlerine bu dünyada ihtimal vermeyenlerin ortak özelliğidir

#kesfet#keşfet#kitap#dergi#kafka okur#kafka#kafkaokur#alıntı#oğuz atay#sevgi#kitap alintilari#spotify#kitap sözü#kitaplar#kitapkurdu#gökyüzü#boş hayaller#hayal kurmak
41 notes
·
View notes
Link
“Dışarıya kapanmak esasen içeri açılmaktadır.” der Kafka...
#edebiyat#yazın#labohemedergisi#dergi#edebiyat dergisi#kitap#kitap alıntıları#kafka#felsefe#sorgulamak#mantık#psikoloji#motivasyon#yaşam#karantina#anlamlı sözler#kitapkurdu#kitap önerisi
34 notes
·
View notes