Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
bir kanun meselesi ama bildiğiniz kanun değil belki de bildiğiniz kanundur okuyunca karar verin (okuma süresi yaklaşık 5 dakika belki de eksiktir belkide fazladır)
gecenin ortasında uykundan kanunla kavga ederek uyandın mı? ben de uyanmadım ama uyuyabilseydim muhtemelen ilk defa olacaktı bu.
https://youtu.be/Lnzzomdw5yo?si=naWPq5UKbcXrmIgi
farh fersi'nin meşklerine tutuldum uyumadan önce. sonra kafamda çalmaya başladı. uykum geldi ama düşüncelerim susmadı. kendi kendime dur kanun dur diyerek duruyorum.
ben de yattığım yerden yazmaya karar verdim. Yattığım yerden yazabiliyorum çünkü
epey sonra daha yeni yazmaya başladığım için 66 kelime olmuş. önceden günde 1000 kelime yazmak gibi bir hedefim vardı ama her zaman mümkün olmuyor. 1000 kelime yazı yazsam günüm iyi geçmiş sayılır. beş kilometre de koşsam mesela bunlarla beraber mük olur. mük mükemmel demekmiş. su (kızım) demişti. yeni nesiller kullanıyormuş. mük.
zihnimin kontrolünü kanun ile kavga eden ablam ele geçirdiği için aklıma yazacak bir konu da gelmiyor. hala yapan var mı bilmiyorum, eskiden gazete yazarları okur mektupları yayınlardı. konu bulamayınca oradan iki üç mektup bulup onları yazıyordu yani, belki de uyduruyordu. yazar milletine (bana güvene bilirsiniz) güven olmaz.
insanın herhangi bir şeyden para kazanmaya başlaması kaliteyi de ticari bir mesele haline getiriyor. ticarete bir faydası olmayacaksa, yazının kalitesi konusuna takılmana gerek yok. satıyor mu? aldığın maaşa etkisi var mı? yoksa okur mektubu yayınlayarak da, sağa sola saydırarak da, hiç bir anlamı olmayan laf salatasıyla da, falanca siyasetçiden duyduklarınla da sayfayı doldurabilirsin. gerçek müşterin yayın yönetmeniyle gazete veya derginin sahibi. onlar memnunsa, arada bir yağcılık yapıyorsan veya işte ağzın laf yapıyorsa, sayfaya yazdıklarının bir ölçüsü yok. geçinir gidersin.
doğan gürpınar'ın "türkiye'nin bıyıklı tarihi isimli kitabını okuyorum (tabii ki odf) osmanlı'nın son döneminden başlayarak bıyığın toplumsal önemini, nasıl bakıldığını falan anlatıyor. 90'larla ilgili bölümde, yurgut Özal ve düleyman demirel gibi pek yakışıklı olmayan politikacılar yerine mesut yılmaz (bence özal' dan da demirel'den çirkindi) ve tansu çiller gibi fiziken daha iyi görünen insanların seçilmesinin bir kılık kıyafet siyasetiyle alakalı olduğunu anlatıyordu
kitapta anlatılmamış ama 90'lar aynı zamanda medyanın türkiye'de dördüncü kuvvet olduğu zamanlardı ve bu gazete köşesi dolduran zevat hayli yüksek maaşlar alıyordu. gazete patronu aydın doğan'ın, başbakanı pijamayla karşıladığı zamanlar.
kitapta okuyunca o zamanların ne kadar kabus gibi zamanlar olduklarını hatırladım. bugün muhaliflerimiz kime kızacaklarını biliyor. o zaman biz kime kızacağımızı bile bilmiyorduk. konunun neresinde olduğu belli olmayan demirel'e mi, geriatrik vaka ecevit'e mi, ona payandalık yapan bahçeli'ye mi, şımarık ve kibirli generallere mi, ne yaptığını kendisi de bilmeyen erbakan'a mı, hükümeti parmağında oynatan hüsamettin özkan'a mı kızacaktık? kime muhalif olacağınızı bilemediğiniz zamanlardı. (ben hala hepsine kızıyorum hemde çok küfürlü 😈 bence hepsi tek millet)
şimdilerdeki medyamız sakil ama kötü niyetli değil, düz beceriksiz. propaganda ofisinin elinden bu kadarı geliyor. muhaliflerimiz de çok daha iyi durumda değiller. her iki tarafı da okumayı bırakalı hayli zaman geçti ama türkiye medyası genel olarak önemini kaybetti. tiktok fenomenleri artık gazete yazarlarından daha mühim.
bu cesur yeni dünyada artık eskisi gibi bir muvafakat üretemiyorsunuz. biz post-truth çağına girmedik, biz zaten hiçbir zaman truth çağında yaşamıyorduk. burası türkiye, burada devletin izin verdiği kadar gerçeğe vakıf olabilirsiniz... ben zaten gerçeği de istemiyorum. gerçekler yorucu ve konforumdan, en azından kafa konforumdan ödün vereceksem, gerçeklerden (elbette burası daha uzun bir yazıyı hak ediyor ama sizin içinde kafa konforumu bir kenara tekmelemeyi düşünmüyorum) vazgeçmeyi tercih ediyorum.
bu yüzden türkiye'nin görünür dindarlaşması, görünür dinsizleşmesi, görünürdeki bir takım hallenmeleri bu yüzden bana hep yalan gibi geliyor. bütün dünyayla beraber, en az bizim kadar yalancı robotlarımız da dahil büyük bir yalan fırtınasında yaşıyoruz. sahtelikler çağı.
gece bunu yazdıktan sonra uyumuşum. sabah saatimin dediğine göre dörtbuçuk saatlik kötü bir uykudan uyandığımda kafamda hala farasi'nin kevokum çalıyordu, normalde yürürken müzik dinlemiyorum ama yürürken tekrar tekrar dinlersem unuturum diye tekrar tekrar tekrar dinledim.
(bu arada merak edenler için eşşekname'yi rafa attım belki sonra)
5 notes
·
View notes
Text
ramazan ramazan oruç başıma vurduysa okuma süresi yaklaşık 1 dakika
Bazen sırf hocaya küfür etmek için oruç tuttuğumu düşünüyorum.
Oruç, sabır içinmiş. Oruç, nefsi terbiye etmek içinmiş. Oruç, seni daha iyi bir insan yaparmış. Yalan.
Benim orucum, öfkeyi bilemek için. Açlık ve susuzluk, öfkemin keskinliğini arttırıyor. Ne için mi? Çünkü bu sistem benim aç kalmamı, susuz kalmamı, nefes almamı bile kontrol etmek istiyor. Eğer bana sabretmeyi öğretiyorlarsa, ben de o sabrı yıkım için kullanırım.
Bu noktada Foucault ve Bakunin masaya oturup sigara yakıyor.(ben içemiyorum ya beni iyice sinirlendirmek peşindeler) Çünkü buradaki mesele, iktidarın bana sunduğu aracı alıp, onu tersine çevirmek. Oruç, aslında bir kontrol mekanizması, bir disiplin aparatı. Ama eğer sistem beni terbiye etmek için orucu kullanıyorsa, ben de orucu alır ve onu sabrın değil, kaosun kutsallığına çeviririm.
Burada asıl soru şu: Oruç tutmak mı, yoksa oruç tarafından tutulmak mı? Çünkü açlık, bir noktada iradeni kırar, seni kontrol edilebilir yapar. Ama eğer açlığı bilinçli bir silaha dönüştürürsen, işte o zaman sistem çöküşünü izlemek zorunda kalır.
Benim açlığım, bana boyun eğmeyi değil, daha keskin görmeyi öğretiyor. Açlık, sabır değil, gerçeğin yüzüne tokat gibi çarpmasıdır. Sistemin bana sunduğu her lokma, her damla su, bir ödül değil, bir tasma. Ama aç kalınca, o tasmayı boynumdan çıkardığımı hissediyorum. Mesele tok olmak değil, özgür olmaktır.
Onlar sabrı bir erdem sandılar, ben onu bir zekâ testine çevirdim. Kendimi tutuyorum, çünkü gerçek yıkım, hazırlıksız gelen değil, bile isteye beklenen yıkımdır.
Bana "oruç seni temizler" dediler. Oruç beni temizlemedi, beni keskinleştirdi
Sabır mı dediniz? Sabır, yalnızca kontrollü bir patlamanın provasıdır.
6 notes
·
View notes
Text
hiç kimsenin varoluş denemesi (okuma süresi yaklaşık 6 dakika)
ünlü ve etkin biri değilim.
gelecekten haber vermiyorum. gizli bilgilerden haberim yok. kimsenin keşfetmediğini keşfetmiş değilim. kimse beni dinleyip devrim yapmaya kalkmıyor. özel bağlantılarım yok. başkaları adına konuşmuyorum. kahin veya lider değilim. allah'a giden en kısa yolu bilmiyorum. tahminlerimin yarısı doğru, yarısı yanlış çıkıyor. herkes kadar şaşkın ve herkes kadar biçareyim.
kendime kazık sokacak sorular soruyor, onları düşünürken daha uzun kazıklar üretiyorum. buradaki yazılardan maddi veya sosyal ücret talebim yok.
buradaki yazıların içeriği bir otoriteden kaynaklanmıyor. kitabi bir insanım ama akademisyen değilim.
borges, kum kitabı'nın başında yazdığı hikayeleri dostları için yazdığını söyler. benim için de yazının temel gayesi bu. konuşmayı sevmeyen bir insanın uzun soluklu, sakin, kendi kendine mırıldanması.
tanıdığım az sayıda kişi okur ve belki sever diye yazıyorum. burada geçirdikleri üç dakikadan memnun olurlarsa ben de memnun oluyorum.
o sebeple sen kimsin de bunları anlatıyorsun? anlamına gelebilecek soruları alın götünüze sokun (sonuçta göt her insanda var ve yalnızca sıçmaya yaramıyor) basitçe hiçkimse diye cevap veriyorum...
sözü önce içeriğiyle değil, kimin söylediğiyle değerlendiren kimselerin burada bir şey bulacaklarını sanmam.
wittgenstein'ın tractatus'un başında, bu kitapla zaten bu konularda düşünmüş olanlardan başka ilgilenecek kimse olduğunu sanmıyorum demesi gibi, ben de insan olma(ma)nın derdine düşmüş olanlara yazıyorum.
soruyu tekrar sorabilirsiniz: neler merakımı celbediyor ve bunlar beni kim yapıyor?
bir canlının en temel meselesi hayatını nasıl yaşaması gerektiğine karar vermektir. ben de bunu kendi için araştıran bir insanım. nasıl yaşamalıyım? hayatımın sınırları nerededir? ne kadar sorumluyum? neyi değiştirebilirim? nelere katlanmam gerekir.
ve sonunda kendim için de aynı soru: ben kimim?
bir kere bu hayli soyut ve faydasız soruları düşünecek imkanı bulabilen biriyim. bu imkanın da gerçekte ne olduğunu sorabilirim kendime. hangi sebepler ve imkan sayesinde bu yazıları yazabildim?
gördüğünüz gibi sorularım (kazıklarım) bitmez. soruları tükenmeyen ve cevapların arasına her zaman ufak ayrıntılar sokabilecek biriyim. bir yandan da anlamsız konularda fazla laf üretmeyi sevmeyen biriyim. o halde hangi konular laf yazı üretmeye değer ve hangi konular değmez? neye değer veririm?
yaşatmaya değer veririm. yaşatmak isteyenin düşüncelerine, nefesine, sağlığına, acizliğine. merhameti hakeder, yazıktır. bir uzay gemisinden atılmış kadar yalnızdır. bu yalnızlığına aptallığı eşlik eder. çoğu insanın hayatı bu iki sebeple hüsranla geçer.
kendimi de yalnız ve aptal biri olarak sever miyim? çoğu zaman severim. her zaman değil. bu beni kim yapar? sevdiğim zaman kim olurum, sevmediğim zaman kim?
sürprizlerle değilse de çelişkilerle doluyum. söylediklerimin arkasında her zaman duramam. bazen söylediklerim de benden uzağa kaçar.
yaşlı mıyım? bazı zaman beş yaşında gibiyim. bazı zaman altıyüzkırkyedibin yıllık bir ejderha. çoğu zaman her insanın yaptığı kadar büyük rolü yaparım. dünya birbirinin omzunda ağlayan büyüklere alışık değil. ben de ağlamam kimseye, büyük olmayı biliyormuş gibi yaparım. bu beni kim yapar?
akıllı mıyım? insanların çoğunun anlamadığı bazı konuları anlarım. insanların çoğunun anladığı bazı konuları anlamam. bu beni kim yapar?
hasılı kendiyle yaşamaya alışmaya çalışan karmaşık ve çetrefil biriyim. kim olduğumu söylemek o kadar kolay olsaydı bu yazılara gerek kalmazdı. kim olduğum o sebeple bir soru olarak kalsın. belki bir gün biri cevabını verir. belki ben de o zaman duyabilirim.
3 notes
·
View notes
Text
kadınlarımızın hali (okuma süresi yaklaşık 4 dakika)
akşamları bir takım notlar alıyorum. yattığım yerde. o gün aklıma kalan şeyler. kendi dertlerim. falancanın dertleri. başörtülü kızlarımızın dertleri. ateist kızlarımızın dertleri. seküler kızlarımızın dertleri.
sabah da bunların aslında beni niye ilgilendirdiğini düşünüyorum. tarihin en büyük sosyal yarılmalarını yaşarken modern dünyayı başka bir dünya için yazılmış kitaplardan öğrenmeye çalışan kızlarımızın neden kalplerine ve kafalarına uygun birini bulamadıklarına dair teorilerimin anlamı yok. bana ne zaten. yakın vadede tesettüre girmeyi de mini etek giymeyi de düşünmüyorum.
beni ilgilendiren kısmı, kendi dindarlığımın nasıl değiştiğini gözlemek. erkekler için durum kolay. hayatı kozmopolit yaşayıp, ortamına göre söylem ayarlayabiliyorsun. hepimiz yapıyoruz bunu. başımızı örtmediğimiz, mini etek giymediğimiz için kimseye karşı sorumlu değiliz. bir tutarlılık aramak gerekmiyor. erkek doğmanın iyi taraflarından biri. ne kadar inançlı olduğunu çaktırmaya lüzum yok.
bu yükün neden kadıncağızların omzunda kaldığı ilginç bir sosyal bilmece. din, sosyal gelenekçi tabiatıyla belki hep kadınlar elinde aktarıldı, şimdi de öyle oluyordur. belki erkeklerimiz, genelde yaptıkları gibi, i̇slam'ı kadınların kucağına bırakıp ortamdan kaçmaya başlamıştır. dünya düzeniyle baş etmek mümkün olmayınca, kadınları öne sürüp kendimizi rahatlatıyoruzdur. kadınların ne kadar şöyle böyle olduğundan şikayet ederek suçluluğumuzu yansıtıyoruzdur sonra. bacım bileğin görünüyor, sen bana bakma dikkat et böyle şeylere. çünkü biliyorsun, kendimden çok senden sorumluyum.
psikolojik derin tahlillere girecek değilim. gece yarısına doğru kala hiç değil.
söylemek istediğim sadece, insanların, erkek veya kadın, birey halinde zayıf ve merhamete muhtaç olduğu. davranış biçimlerini anlamaya çalışırken bu zavallıcıkların hepsinin ferah yaşamak gibi bir gayesi olduğunu kabul ediyorum. onları ferahlatan neyse, beni ferahlatmayabilir ama ortada hepimizin istediği rahatlık gibi bir hedef var. iyi yaşamak.
müslümanlar için bu iyi yaşam teknoloji sayesinde, inanmayanlar için iyi yaşam iktidar sayesinde giderek zorlaşıyor. hakkını veren kadınlar için de, erkekler için de zor. müslüman kadının aradığı bu zorluğu bir nebze kolaylaştıracak biri. müslüman erkekten beklenen bu, ancak erkeğin de bunu yapmaya mecali yok. benim gibi bir yaştan sonra bu işlerden sıtkı sıyrılıp kendi kendine konuşmaya başlayan da var, dünya gailesinin peşinde kendini kaybeden de. çünkü erkeğin sığınacağı bir yer yok, kendisinden bekleneni gerçekleştirmesi, hem dünyevi hem uhrevi süpermenlik gibi bir vazife ve bunu yapamıyor. elinden gelmiyor adamın (ben değilim 😈 siz anladınız).
bu beceriksizliğin çeşitli sebepleri var. kişisel sorumluluklar olabilir ama geneli kişisel sebepler değil. şartların getirdiği, imkansızlıkların getirdiği bir beceriksizlik ve umutsuzluk. türkiye'deki i̇slam anlayışı, bu umutsuz ve beceriksiz insanlara, hayata tutunamamış, ne şekilde tutunacağını bilmeyen erkek parçalarına bir derman olmaya çalışmak yerine, devletin, iktidarın, toplumun elinde oyuncak hale gelmiş. dünya düzeninin nasıl yürüdüğünü, ufacık menfaatler için insanların nasıl kılıktan kılığa girdiğini, hayatta ne çeşit ahlaksızlığın döndüğünü gören erkekler için hakkı ve adaleti sağlam tutacak bir dini anlayış yok. ben dünyayı tanıyacağım, yer edineceğim, anlayacağım dersen elinden tutacak kimse yok.
sonra bu şaşkın erkekler, hasbelkader o kadar şaşkın olmayan dindar kızlarımızla denkleşip konuştuklarında, ilk soru mesela beş vakit namaz olursa, "sen bana fazla iyisin" türküsü giriyor arkaya. ben burada hayretlik bir şey görmüyorum. sekülerleşme önce erkekleri vurdu, çünkü kadınların yanında kitap okuduğu sobalara tezek taşıyan onlardı. bu boklu dünyayı çekip çevirmek zorunda kalan ve bu yolda boka bulanan erkekler. sonra o haliyle kendini allah'ın ve allah'ın temiz kullarının merhametine layık görmüyor. temiz kullar da o adamları merhamete layık görmüyor çünkü zaten boklu adam ve temizlerin de güvenebilecekleri bir şey yok. kimse kimseye güvenmeyince kimse kimseye güvenmeden kendi başına yaşıyor. herkes kendini kurtaracak biri peşinde ama kimsenin kimseyi kurtarmaya dermanı yok.
ben de içinde bulunduğum şartları anlamak yerine, herhangi bir kavgada bin dört yüz yıllık i̇slam müktesebatını, zaten uyuşmak istemediğim toplum, devlet ve sair anasır-ı mübarekle beraber karşımda görme ihtimalim varsa uzak durmayı tercih ederim. hayat boyu kavga ettiğim yel değirmenlerini evime taşımak istemem. bir zamanlar bu konularda dindarlığı en önemli kriterlerden sayan biriyken bu hale nasıl geldim, o uzun hikaye ama özetle bir adamın dindarlıktan korkuları varsa makul buluyorum artık.
burada herkesi memnun edecek bir çıkış bulunabilir mi? sanmam. sosyal cereyanlar böyle kalpleri yıkarak, nesilleri burarak ilerliyor. kadınlar haklı ama erkekler de haksız değil. neden hep kadınların derdi erkeklerin derdi yok mu diyen de haklı. mini etek giyen müslüman kadınlar da haklı, ben mi, ben de nasreddin hoca'nın torunuyum.
4 notes
·
View notes
Text
Starlink sayesinde Amazon kabilelerinden biri Internet kullanmaya başlamış.. Önce sevinmişler, uzaktakilerle görüntülü görüşmek mümkün olmuş, yılan sokunca doktor çağırmak kolaylaşmış, gençler daha çok imkana kavuşmuş.
Sonra bu imkanların arasında porno ve sosyal medyanın da dahil olduğu farkedilmiş. Yaşlılar gençlerin tembelliğinden ve ailesinden kimseyle konuşmamasından şikayet ediyormuş. Bu şikayetler gazetecilere bile ulaşmış. Dünyanın diğer tarafındaki insanlarla konuşup, kendi eşine iki çift laf etmeyen insan modeline kısa yoldan ulaşmışlar. Batının teknolojisini alınca ahlakı da beraberinde gelmiş.
Internet pornosuz ve sosyal medyasız olanı yok muydu derseniz, belki zamanla o da olur ama neticede temel para kaynağı reklam ve onun da kaynağı insan dikkati olan bir teknolojinin bu kadar yayılmasında insanın dikkatini en çok çekecek hassasiyetlerine hitap etmesi normal. Sadece e-devletten oluşan bir Internet olsa bunun için telefon alır mıydınız mesela? Pornoyu veya kumarı yasaklamak sigarayı yasaklamaya benziyor. Benim gibi nebatvari yaşayan birine sorsanız geç bile kalınmış ama insan dediğimiz canlı biçiminin sair hormonlarına iyi gelen her saçmalığı tecrübe etmek gibi bir adeti var. Bu adeti düzeltmeye çalışınca insan canlısının hayatta kalma motivasyonu kalmıyor. İçkinin, kumarın, pornonun, sosyal medyanın zararlı olduğunu bunlara bağımlı olanlar da söyler. Neden yapmaya devam ederler? Çünkü onların verdiği keyfi ikame edecek başka bir şey yok. İçkinin getirdiği bir rahatlık var ki bunu bırakamıyor ve onu başka bir yerde bulamıyor.
Modern zamanların getirdiği davranış bozukluklarını anlamadan hayat tarzı reçetesi üretmenin anlamsız olduğuna kanaat ettim. Kötü alışkanlıkların da faydalı olduğunu, keyifli olduğunu ve çoğu zaman kendini (kendine veya başkasına) ifade etmek için insanların elindeki imkanlardan biri olduğunu görmeden ahlak öğretmek bana tuhaf geliyor.
Amazon kabilesinin elinde pornoyla mücadele edecek araç yokmuş, Internet girince dağılmışlar. Bu yüzden modern zamanların kötü alışkanlıklarının çaresini yine modern zamanlarda arıyorum.
4 notes
·
View notes
Text
kadınlarla ilgili kendini nasıl hissedersin? (okuma süresi yaklaşık 2.5 dakika)
ben mesela şahsen kadınların karşısında kendimi bir miktar gerizekalı gibi hissediyorum. şu yaş oldu hala öyle. bir profesyonellik, bir ben bunların dilinden anlarım hali yok, bir kendine güven gelmedi. bu his kendini feminafobi olarak gösteriyor olabilir, kendi zekama güvenmediğin için kadın zekasından korkuyor olabilirim.
zaman içinde bu korkuyu belli etmemeye veya başka şekillerde belli etmeyi öğrendim. gerizekalı gibi değil de korkak gibi görünmeyi öğrendim. bazıları bunu kadınları suçlayarak geçiştirir. naşıma gelenler için başkalarını suçlama adetim yoktur. nu yüzden vardığım sonuç demek ki ben kadın cinsinden pek anlamıyorum noktasına ulaştı.
bir takım modeller var: işte redpill'ci kadın modeli var mesela, görsen bunların hipergami aşkıyla, kendi çekicilikleri yoluyla sosyal ve ekonomik ilerleme amacıyla didindiklerini düşünürsün. ben buna da yanlıştır diyemiyorum, hatta kadınların ekseriyeti için doğru da olabilir ama gördüğüm kadarıyla herkes için geçerli değil. bu kadın modeli zaten Batı tipi, cinsel özgürlüğüne ulaşmış kadınlar için geçerli olabilir. bizdeki meseleler daha farklı.
başka ne modeller var diye düşünüyorum. işte romantik bir takım laflar var, kadın ve erkek bir bütünün iki yarısıymış, sonra ayrılmışlar falan. Bu da pek inanılır gelmiyor. diğer yarımın varolduğuna inanmıyorum ama inansam bile onunla karşılaşmak ister miydim, emin değilim.
modern kadının kendini anlatırken kullandığı modeller var. bir erkeğin yaptığı her şeyi yapabilen ama işte nedense yine de erkeğe ihtiyaç duyan kadın. hem kariyer, hem çocuk, hem bilmemne...
bu benim de inandığım model erkekle cinsel tesisat dışında eşit. bu basit ve kolay geldiğinden hem, hem de öyle olduğundan. yani ben neysem, ona benzer bir canlı formu görmeyi, üzerimdeki tesiri ile gözümü kör eden birini görmeye tercih ederim. nunu söyleyince de pro-feminist oluyorsun ama sonradan farkettim ki aslında kadınların kendisi de ne oldukları konusunda bu kadar net değil. sorunca aldığın cevaba da güvenemiyorsun çünkü bir erkek olarak soruyorsun ve o anki konumun da cevabı etkiliyor. uzun uzun ne olduğunu gözleyecek kadar hem yakın, hem uzak kalmak da mümkün değil.
bence kadınların kendisi de tam olarak kadınları anlamıyor. erkekleri anlamak konusunda zaten ne hevesli, ne becerikliler ama kadınları da anlayabildiklerini söyleyemiyorum. bana efradını cami, ağyarına mani bir kadın modeli sunan birini göremedim şimdiye dek.
bu soruya cevap yazarken bile korktuğumu farkediyorum. primordial bir korku var kadınlara karşı. tam olarak şundan korkuyorum diyemeyeceğim bir korku. fobi bu oluyor herhalde.
kadın fobisi. kadın lobisi. kadın hobisi.
kadınlara iyi davranmamın arkasında bu korkunun olabileceğini sezdim. onlardan bir beklentim olduğundan değil, hiç görmeyeceğimi bildiğim birinden ne gibi bir beklentim olabilir? ancak korku, yani, uzak durmalıyım ve iyi davranmalıyım ve uzak durmalıyım korkusu buna sebep oluyor olabilir. bu soruya cevap yazdığım için de kendimi hala bir miktar gerizekalı gibi hissediyorum.
5 notes
·
View notes
Text
oy vermedin pezevenk seçim analizi yapmak sana mı kaldı diyeceğiniz bir yazı (okuma süresi yaklaşık 3 dakika link de ki yazıyıda okursanız epey sürer yine siz bilirsiniz)
yazacak konu tek olunca yazması zorlaşıyor. yazacak konular da iplik iplik değil, (hazır senelik izindeyken kendi kendime sex yapacak bundan daha güzel bir konu sokamadım)
seçim yazısı ? (soru işareti ne alaka diye düşünmeyin sokarım düşüncenize, düşünseydiniz seçimler olmazdı değil mi) akp neden kaybetti? seksenmilyon analiz dinlediniz/okudunuz zaten benim ki mi kalın geldi. ben de yazacam amk? (evet yine soru işareti). bu seçim de geçenki gibi, ondan önceki gibi, ondan da önceki gibi taa 18 yaşıma kadar gider daha seçim kağıdını canlı görmedim) oy vermedim. izahı kolay sebep sokak hayvanları. bunların seçim vaadi olması bile zulken, böyle bir meselenin hiç olmaması gerekirken, seçim vaadi var mı diye baktım, yoktu. sokak hayvanlarına hak tanımayan belediye için oy vermeye de gerek yok. sana petshoplar oy versin.
ekonomi önceki seçimde de bozuktu, şimdi de bozuk diyor mesela. hayır, şimdi azıcık daha iyi ama bu azıcık iyi eşit bir iyilik değil. ekonomi herkese kötü olsa hükümet oy kaybetmez, yoktu, vermedik dersin ama memura keseyi açıp, emekliye vermezsen, emekli de sana memur oy versin der. ekonominin iyilik ve kötülüğünü değil, bu iyilik ve kötülüğün ne kadar eşit dağıtıldığına bakmak lazım. Belki emekliye zam yapmaması değil de, memura zam yapması soğutmuştur seçmeni.
eğer tek bir sebep gerekiyorsa kibir derim. patronların hayatlarını, emekçiden daha çok önemseyen kibir. onlardan oy alacağız diye kendini boyayarak beyaz türke dönüşmeye çalışan kibir. kimi koysak seçtiririz diyen kibir. bir kilo peynir alırken düşünen insanların karşısına on milyonluk arabayla çıkıp oy isterken utanmaya mani olan kibir, ülke babamızın malı, siz de kölemizsiniz, canımız ne isterse onu yaparız kibri...
kemal tahir iyi diktatör olur ama iyi diktatörlük olmaz dermiş. kurduğu düzen çakma goebbels, çakma kemalist, çakma tarih, çakma şair, çakma fikir, çakma mefkure, çakma dindar, çakma hakim, çakma savcı düzeni. korkulan tek odak kendisi olduğu için, ona sırtını yaslayınca her işin yapılabildiği bir düzen. çakma devletlülerin çakarlı araba düzeni.
ak parti iktidara geldiğinde bir halk partisiydi ve karşısında apoletli apoletsiz memurlar vardı. geçen yıllar içinde, bilhassa 15 temmuz'dan sonra kendisi bir memur partisine dönüştü. bir kısmı fetö'den boşalan boşluğu faşist kadrolarla doldurmak zorunda kalmasından, bir kısmı da ezeli aşağılık kompleksindendi. şimdi ellerinde köpekle gezen bir takım başörtülü kadınlar bize insanlık öğretmeye çalışıyor. bu tavrın tam da aydınlanmacı seküler tavrı olduğunu görmeden.
billur kubbe, mermer kaldırım diye yola çıkılmıştı, gide gide beton kule, boklu kaldırıma vardık. yanlış neredeydi? bunu uzun uzun yazmanın faydası var mı bilmem. alternatiflerinin daha yanlış olmasından başka bir doğrusu kalmayıncaya kadar düştü işte.
erdoğan ve partisinin düzeleceğini sanmam muhaletinde ileride erdoğanlaşacağını garanti ederim, muhalefetin, kendisine oy veren çoğu insana nazaran erdağan'la aynı rüyaları gördüğüne inanabilirsiniz, politikacılar tek millettir. başkanlık sistemi bahanesiyle isimsiz bürokratlar kendilerine kölemenlik düzeni kurdu ve biz onların etinden sütünden vergisinden faydalandığı reayası olduk. parlamenter sisteme geçilir mi sanmam ne demiştik politikacılar tek millettir. tabii bu yapılmayacak. verilen sözler tutulmayacak. değişim çok zor ve suçlayacak merci çok. memlekette hukukun çivisi biraz daha çıkacak, rüşvet çarkları hızlanacak, batan geminin malları daha çok kavgaya sebep olacak ve biz buradan seyredeceğiz bunları. bir gün halk peynir alamadığı için ayaklanırsa politikacıları can dostlarıyla birlikte, içi din adamlarıyla dolu bir adaya bırakıp yeni bir dünya kuracağız.
sic transit tempus tyranni (latince daha havalı duruyor)
3 notes
·
View notes
Text
Organizasyonların, şirketlerin, devletlerin ahlakı var mıdır? okuma süresi yaklaşık 3.5 dakika
Ahlak temelde insanın utanma duygusuyla alakalı bir konu. İnsan hangi durumlarda utanıyorsa, o durumlarda ahlaktan bahsetmek mümkün. Organizasyonlar utanır mı?
İsrail devleti mesela şu an utanıyor mu öldürdüğü binlerce insandan?
Organizasyonlar primitif canlılara benziyor. Canlı ama fazla gelişmiş bir canlı değil. Daha yeni yeni sinir ağları oluşmaya başlamış basit bir canlı. Bu basit canlının ahlakı da utanmak gibi hayli gelişmiş duygular içermiyor. Ben onu yemezsem, o beni yer seviyesinde basit bir ahlak anlayışı var.
İsrail de öldürdüğü binlerce insanı kendini savunmak için öldürdüğünü iddia ediyor.
Bu güç ahlakının insanların oluşturduğu hemen her organizasyonda geçerli olduğunu görüyorum. Organizasyonlar bir hedef, bir ideal için kurulsalar da, bu hedefler çok hızlı şekilde yerini kendini koruma içgüdüsüne bırakıyor. İnsanlar da bunun farkında, mevzubahis vatansa gerisi teferruattır diyen birinin bir gün kendini korumak zorunda kalırsa İsrail askerlerinin yaptıklarını yapmayacağını düşünmek saflık olur.
Dahası bu insanların bu temel varoluş içgüdülerini utanmadan ortaya serebilecekleri bir ortam sağlıyor. Herhangi bir sebep olmadan gidip komşusunu öldürmeye utanacak bir adam, bunu vatanın bölünmez bütünlüğü uğruna yapabilir. Kendi başına yapmayacağı bir ahlaksızlığı, devleti korumak adına yapabilir. Kendi için rüşvet almaz ama çocuk okutan vakfı için bağış alabilir -- zira bu çocuklar bizim geleceğimiz, onlar bizim hikayemizin devamı.
İnsanların en değer verdikleri organizasyonların, ahlaksızlığı en rahat şekilde gerçekleştirmelerine imkan veren organizasyonlar olduğunu düşünürüm. Varoluş kaygısına ne kadar yakın bir hikaye anlatırsan, o kadar vazgeçilmez olursun.
sonuç: Ahlaken mükemmellik imkânsızdır.
Nefes alıyor olmak bile insanı ahlaken sorumlu yapar: Bir şeyler yapmaktan değilse de, dünya bu kadar kötüyken bir şeyleri yapmamaktan sorumlu hale gelirsin.
Dünyada yaşayan diğer insanların dertlerini yayınlamak bir meslek olduğundan beri suçluluktan kaçmak imkansız hale geldi. İnsan olarak çevre için bir felaketim, erkek olarak kadınlar için felaketim, Türk olarak Avrupalılar için, Müslüman olarak Amerikalılar için, trafiğe çıkarak trafikteki diğer insanlar, oy vererek oy vermeyenler için, oy vermeyerek oy verenler için bir felaket ve suçlu hale gelmek mümkün.
Modern dünya birey için bir suçluluk üretim makinesine dönüştü. Ahlaktan anladığımız, üzerinde bir irademiz olmayan pek çok konuda suçluluğu sahiplenmek. Kendimizi daha kötü hissettiğimizde, daha ahlaklı da hissediyor. Modern çağın ahlaki mazoşizmi. İyi olmak büyük ölçüde bu yeni dünyada, eskiden kimsenin sorumluluk almadığı meselelerde sorumluluk alıp, bunu yapamazsa suçluluk duyarak mümkün.
Suçluluk bir yandan üretiliyor ve bir yandan da temizlenmeli. Yeni bin yılın en büyük sosyolojik meselesi bu suçluluğun nasıl bertaraf edileceği. Devlet eliyle bertaraf edilirse buna faşizm diyoruz mesela. Devlet bize sağladığı imkanların ona sahip çıkmazsak elimizden gideceğini, bizi biz yapan değerlerin yok olacağını anlatıyor.
Bu suçluluğu din eliyle bertaraf etmeye çalışırsak başka bir şey oluyor. Bilim eliyle daha başka bir şey. Kötüyüm ama iyi taraflarım da var* derken *iyi taraflar* kim eliyle belirleniyorsa suçluluk da onların lehine çalışmış oluyor.
Kapitalist sömürünün bir parçasıyım ama çevreyi korumak için daha pahalı nesneler kullanıyorum.
Gürültü yapan çocukları sevmiyorum ama köpeklere mama bırakıyorum.
Trafikte kimseye yol vermem ama cuma namazlarını hep kılarım.
Suriyelilerden nefret ediyorum ama vergimi tam ödüyorum.
İnsanın iyi olduğuna, iyi tarafta bulunduğuna ve nihayetinin iyi olacağına inanmaya ihtiyacı var. İnsanları gütmek için en iyi yol da bu görünüyor, suçluluk üretiyorsun, bunun bedelini ödemesini bekliyorsun ve ödüyor. İyi insan olmak için ebediyyen köleleşiyoruz.
2 notes
·
View notes
Text
enerjinin enerji ile enerjileşmesi okuma süresi yaklaşık 1.5 dakika
bu ara sosyal medya da dişil enerji furyası sarmış gidiyor ne desem bana günah :) dişileri okuyorum da enerjileri sik takmaya dayalı erkeği okuyorum ataerkil toplumsal cinsiyet rolleri, bana sorarsan (erkek ve kadın ayrımı yapmak günah) insanlarda enerjiyi belirleyen şey hayattan bekledikleridir. ömrünü köyünde babası gibi geçirmekten öte bir derdi olmayanla ömrünü iz bırakarak geçirmek isteyen arasındaki fark bu. ilkine neden yeni şeyler öğrenmesi gerektiğini anlatamazsın, ikincisinin de ilki gibi bir hayatın da anlamlı olabileceğine inanması imkansız.
insanlara hayattan ne beklemelerini öğretmeden, ne bekleyebileceklerini öğretmeden kendilerini hayata vereceklerini düşünmüyorum. insan ne olduğunu, ne yapabileceğini ve yaptıklarının ne işe yarayabileceğini etrafından öğrenir. önce anlam vardır ve sonra buna uygun bir kelime üretilir. insanı diğer canlılardan ayıran ihtiyaçlarını hikayesine bağlamaya ihtiyacı olması.
insanı robot haline getirmek, onu otomatize etmek için onlara bir hikaye sunabilmen gerek. Mankurtlaşacak insanın bile bunu kendinden büyük bir hikayeye bağlaması gerek. Fabrikalarda insan üreteceksen -- okullarda olduğu gibi -- onlara anlattıkların kendi hedefin doğrultusunda olmalı. Yine de insanı %100 robotlaştırmak mümkün mü? Sanmam. Onu insan kılan özellikleri robotlaştırılmasına da engel. Çünkü kişinin enerjisini tamamen dışarıdan beslemek mümkün değil.
insanların dişil eril enerjiye dair anlattıklarından ziyade insanların kendilerini bile isteye hayattan çektikleri (kadın/erkek ayrımından) bir dünyanın daha güzel olduğunu düşünüyorum. enerjiyi anlama bulmaya çalışması ve hayatın daha sıkıcı hale gelmesi, büyük değerlerin yok olması, insanın kendi değerini de azaltıyor.
7 notes
·
View notes
Text
ahlak üzerine bir deneme-2 (özgürlük ve ahlak sevişmesi) okuma süresi yaklaşık 3 dakika
Benim özgürlüğüm nerede başlar ve nerede biter? Eğer bitiyorsa o özgürlük olabilir mi? Eğer mesele benim haklarımsa mesela, yarı sağır bir insan olarak başkalarının gürültü etmesinden rahatsız olmayacağıma göre istediğim kadar gürültü edebilir miyim? Ben açtım, sen de aç müziğin sesini kardeşim.
Özgürlük ve nasıl yaşamalı? meselesinin çözülmüş bir mesele olduğunu düşünmüyorum. İnsanlara kağıt üzerinde özgürlük vermek kullanabilecekleri anlamına gelmiyor ve günümüzde çoğu özgürlük edebiyatı politik bir kandırmacadan öteye gitmiyor.
Özgürlüğü asıl kısıtlayan doğrudan devlet değil. Devlete gelinceye kadar maddi imkan, aile, çevre ve kutsal unsurlar bizi kısıtlamış oluyor. Devlet bazı konularda toplumun bu özgürlük sınırlayıcı rolüne destek oluyor.
Bu sebeple hayata bakarken özgürlük açısından değil, risk açısından bakmak daha doğru bir düşünce sağlar. Özgürlüğün sınırları da tanımı da belirsiz, nerede başlıyor, içeriğine ne giriyor, uzun uzun tartışırsınız. Ahlakla arasındaki ilişkiyi anlamak hayli uzun sürer ve nihayetinde bir sonuç yoktur. Ancak konuya insanın hayatında aldığı riskleri azaltmak olarak bakarsanız, bugünkü özgürlük anlayışını da bunun üzerinden tanımlamak mümkün olur.
İnsan temelde özgürdür. Başına gelecekleri göze aldığı sürece her şeyi yapabilir. Paraşütünün kendisini kurtaracağına inanıyorsa bir binadan atlar, yakalanmayacağını, yakalansa da cezasına katlanacağına inanırsa suç işler, hayatını çalışmadan idame edeceğine inanıyorsa fonksiyonel hâle gelmeye çalışmaz.
Devletin yapması gereken bu riskleri azaltıp, artırarak doğru yaşamayı kolaylaştırıp, yanlış yaşamayı zorlaştırmaktır. Özgürlük gibi nötr gibi duran kavramlarda dahi zımnen bir doğru yaşama ve yanlış yaşama kabulü vardır.
Özgürlüğün tanımını bu sebeple risk üzerinden yapmak daha makul duruyor. Bireye hangi riskleri almak kolaylaştırılacak, hangilerini almak zorlaştırılacaktır?
Örneğin insanların çalışmadan yaşama riski almasına izin verecek miyiz? Teorik olarak herkesin böyle bir özgürlüğü var, angarya anayasaya göre yasak, kimse de kimseyi zorla tutup çalıştırmıyor. Ancak pratikte hemen hiç kimsenin böyle bir özgürlüğü yok. Zira toplumun çarklarında bir yer edinmeden onun sunduğu imkanlara ulaşmanız mümkün değil.
O hâlde eğer özgürlükleri ikame etmeyi düşünüyorsanız, hangi şartların insanların özgürlüğüne daha çok müdahale ettiğini düşünüp, bunlardan dolayı insanların aldıkları riskleri azaltmaya çalışırsınız. Özgürlük insanlar için aç kalmaktan daha öncelikli bir mesele olmadığına göre, memleketinizde açlık riski varsa özgürlüklerin desteklenmesi bu riskin azaltılmasıyla mümkün olur.
Ahlakı da insanların bir arada yaşamasının en az risk üreten davranış biçimleri diye tanımlamak mümkün. Bu en az risk de doğru yaşamak gibi bir bilinmez üzerinden tanımlandığı için ahlaktan ahlaka fark var.
4 notes
·
View notes
Text
ahlak üzerine bir deneme-1 (okuma süresi yaklaşık 2 dakika)
Elimizde kötülüğü ölçecek bir aracın var olması iyiliği tersinden ölçecek bir araç olduğu anlamına gelmez.
Diyelim elimizde zeka geriliğini gösteren bir test varsa, bunu ileri zekayı ölçmek için kullanamayız. IQ testlerinde düşük puan alan insanlara zeka geriliği teşhisi koyabilmek, yüksek puan alanların ileri zekalı olduğu anlamına gelmez. İleri zekalılık birtakım testler geçmekten daha başka bir şey gerektirir ve varsa ibda edilen eser sayesinde ortaya çıkar. Bu da sadece zeka ile değil, daha çok çalışma ve imkan bulmakla ilgili bir durum. Albert Einstein ve Alan Turing'in ikisinin de ileri zekalı olduğunu söyleyebiliriz, ancak Turing Einstein'ın veya Einstein Turing'in uğraştığı problemlerle uğraşsaydı devrim yapabilirler miydi? Muhtemelen hayır. Bu sebeple üstün zeka bir gerek olsa da yeter gibi görünmüyor. Hemen hemen anlamsız bir ölçü.
Benzer bir durum ahlak alanında da var. Ahlaksızlığın ve kötülüğün ne olduğunu bilmek bize ahlaklılığın veya iyiliğin ne olduğunu göstermez. Üzerinde ittifak etmenin kolay olduğu tecavüz kötülüktür gibi bir ölçüden, cinsel ilişkiden daima uzak durmak iyiliktir sonucu çıkmaz. Cinayet kötülüktür üzerinde uzlaşabiliriz, ancak bundan insan üretmek iyiliktir sonucunu çıkaramayız. Bir şeylerin iyilik olması için, kötülüğün zıddı olmasından başka kriterler de taşıması gerekir.
İyiliklerin hemen tamamı üstün zeka gibi belli bir hedef ölçüsünde iyilik anlamına gelir. Einstein'ın zekasının her alanda işe yaramaması gibi bir fiilin kötülük olmaması iyilik olduğu anlamına gelmez. İyilik olması için bir yerde hangi dünya, hangi yaşam biçimi, hangi mesele için iyilik? sorusunu cevaplamak gerekir.
İnsanların çoğunun kötülük konusunda ortak bir fikri var. Neyin kötülük olduğunu anlatmak için fazla uğraşmayız. Ancak iyilik üzerinde o kadar kolay uzlaşılabilir bir mesele değil. Siyasetin de devletin de hedefinin kötülüğü engellemek olması gerekir (soru işareti), daha küçük, birbirini tanıyan ve benzer bir hayat tarzı için yaşayan insanların derdi olmalıdır.
4 notes
·
View notes
Text
başlık aramaya da dargınım (okuma süresi yaklaşık 1.5 dakika)
yazmayı bıraksam. bunu çok defa düşündüm. buranın bir anlamı yok. kendimi aseksüel bir uzaylının eşcinsel bir file aşkını uzunca bir roman yazıp, bu yazıları da ortadan kaldırmak. adam_slx'i öldürmek.
benzer hisler sosyal medya için de var. silinmek. kendimi ortadan temizlemek. orta mı temizlenmiş olur, ben mi?
bir yandan da bunun çözüm olmadığını biliyorum. bu yazılar benim götverenliğim den (siz ibnelik de diyebilirsiniz) yazılıyor. yazıp hiç yayınlamadığım yazılara bakınca, buradakilere az da olsa bir özen göstermişim gibi, hani paragraflarında cümle, cümlelerinde yüklem var, o manada bir özen göstermiş olmaktan memnunum. hiç ortaya çıkmayacak yazılar olsalar, muhtemelen bu kadar bile bir düzenleri olmaz. arkamdan götveren bir şeyler yazmış ama cümle bile yok içlerinde demekten ötesine yol açmayacak yazılar.
ve hayata karşı da bir dargınlık hissediyorum. insanların genelinin aptal olduğuna dair kanaatim insanlara dargınlık hissetmeme engel oluyor. bu genelin içinde ben de varım tabii, salak olmasan etrafında bu kadar salak olmaz. insanların nihayetinde aciz, beceriksiz ve kendi hissiyatlarının, neyi ne için yaptıklarının farkında olmayan canlılar olduğunu görünce onlara darılamıyorsun. oynadığı oyunun basitliğini gördüğün insanla oyun oynamayı istememek gibi. ben de oyun oynuyorum ve bu oyunların nereye varacağına dair fikrim yok, bıraktım onlar da oynasın.
benim dargınlığım hayata karşı dargınlık içinde bulunduğumuz ahval ve şeraitin anlamını keşfedemiyor olmaktan kaynaklı. bir takım sıkıntı, üzüntü ve endişe -- aklının sınırlarını, ruhunun sabrını zorlayan bir takım olaylar ve bütün bunların anlamı ne hissi. bir anlamı yok demek de anlama dahil, amaç bu mu?
anlam sorusuna verilmiş cevapların çokluğundan şaşkına döndüğüme de dargınım. herhalde asıl dargınlık bu. şaşkınım, nereye gideceğimi, ne diyeceğimi bilemiyorum ve önümde beni daha şaşırtmaya devam eden olaylar cereyan ediyor. kendimi herkesin inandığına inanan bir insan olmaya mı zorlayacağım, yoksa hala yazıp çizip tırnaklarınla bir anlam çizmeye mi uğraşacağım? bu şaşkınlığada dargınım
4 notes
·
View notes
Text
sosyalist ile faşistleri ayırt etme sorunu (okuma süresi yaklaşık 2,5 dakika)
Hikaye yazmalıyım diye kendimi sıkıyorum ( ı ların üstüne noktayı siz koyun) bazen. Bu yazılardan sıkıldım. Kendi gündemim kendimi sıktı ( bunun da noktaları var)
Sonra hikayeyi ne üzerine yazacağımı düşünüyorum. İçinde iki zıt karakter olmalı, bunların çatışması olmalı ki hikaye yürüsün. Yoksa mıymıymıy insanlar gibi zorla itekleye itekleye gidiyor. Bu çatışma da en kolay birinin sosyalist, birinin faşist (ülkemizde ikiside aynı kişi olması şaşılacak bir şey değil. bknz. kemalistler) olmasıyla ateşlenir. Ota boka slagon yazmaları bundan, lafı sonsuz ölçüde sündürebiliyorsun. 2 saatte bitecek hikayeden 200 saatlik dizi üretebiliyorsun.
Ancak sosyalist deyince kendimde artık bir yılgınlık farkediyorum. sosyalistler hakkında yazmak ve konuşmak bana fenalık vermeye başlamış. faşistler hakkında zaten herhangi bir ilgim olmadığı için insanlık aleminin hemen hemen yüzde doksanbeşi ilgim dışına çıkmış oluyor. ayrıca bir uzaylıyla aseksüel bir kaplumbağanın seks hikayesini geliştirmek de zor şimdi, becereceğimi de düşünmüyorum.
sosyalistler hakkında konuşmaktan neden sıkıldım? Münbit bir konu. neresinden ele alsan gideri var. vatan sinyaller vermek için de imkan çok, özgürlük sinyalleri vermek için de. faşistler daha yalınkat, onların hakkında konuşacak daha az şey buluyorum. kendilerini üstün görüp diğerlerini saymayan insanlar. sosyalistler öyle değil, onların carcarcar birbirinden farklı olmaya, olmak mümkün değilse de görünmeye ihtiyaçları var sanırım. Bu da medyatik rollerin dağılımıyla ilgili. Bir taraf arayıcı, özel olarak kendini daha dikkat çekici hale getirmesine gerek yok. Bir lideri olduğunda onun ideolojisine ters düşmeyecek kadar kendine dikkat etmesi yeterli. Diğer tarafın bulunması için rakipleri arasında dikkat çekebilmesi lazım. Bunun için de farklı olması.
sosyalistlerin birbirini beğenmemesi ve zıt kutuplar gibi birbirine farklı konumlar almaya ayarlı olmaları da bundan herhalde. ideolojik, sınıfsal bir çeşitlenme var. gerçi günümüzde sosyalist ile faşistlerin giderek birbirine benzediğini, aynı plastik cerrahın elinden çıkmış salak yüz ifadelerini kopyaladıklarılarını görüyorum ama bu ayrı bir konu.
Ben işte bu sosyalistlerinhikayesini, onların dünyasını, dertlerini pek de umursamaz hale geldiğimi farkediyorum. en büyük kutsallık özgürlük sinyali verecek yaşı geçtim, kendimi öğrendiğim den beri faşişt düşmanlığım da azaldı. Genel olarak pek güvenmiyorum ama bu insan olmalarıyla alakalı, faşist olmalarıyla değil. sosyalistlere de güvenmiyorum ama bunu birbirimize sorun etmiyoruz.
O sebeple bu sıkıldığım konularda yazmaya devam edeceğim. mmmm.
3 notes
·
View notes
Text
dır dır dırda dır (okuma süresi yaklaşık 2 dakika)
Borderline ve narsist kişilerle ilişki kuran bakıcı karakterleri hakkında bir makale okuyorum. Bakıcı, koruyucu, kurtarıcı.
Narsist/borderline kişilikle bu kurtarıcıların kurduğu ilişkilere drama üçgeni adını veriyor. Kurban/kurtarıcı ilişkileri hakkında daha önce de Türkçe bir şeyler okuduğumu hatırlıyorum ama orada bu üçgendeki rolleri tam anlamamıştım. Bir taraf devamlı kurban, diğer taraf devamlı kurtarıcı gibi davranır gibi düşünüyordum.
Burada bahsettiği üçgende, üç rol iki kişiye dağıtılıyor. Roller kurban, kurtarıcı ve suçlayıcı. Bu üçgenin devam edip gitmesi için bir tarafın genelde kurtarıcı karakterinde, diğerinin de kurban karakterinde olması lazım. Ancak bu roller stabil değil, arada bir kurtarıcı da kurban da suçlayıcı rolüne bürünüyor. Kurtarıcı yorulduğu veya kurbanın kendiyle ilgili sorumluluk almadığını düşündüğü için, kurban da yeterince kurtarılmadığı için karşı tarafı suçlamaya girişiyor.
makalenin bu üçgenden kurtulmak için neler dediğini henüz okumadım. Tecrübem eğer bu üç rolden birini kabul etmiyorsanız bu ilişkilerin kesildiği yönünde. Üç rolden birini kabul etmemenin de en kısa yolu susmak, kurtarmıyorum, kurtarılmayı beklemiyorum ve suçlamıyorum. Karşınızdaki insan bu üç rolden hangisine gireceğini bilemeyince krize giriyor. Diğer ikisi mümkün olmadığı için suçlayıcı oluyor, sustuğun için suçlamaya başlıyor. Ağzına geleni söylüyor ve ağzına geleni söylediği için de seni suçluyor. Onu bu stresten kurtarmadığın için yine seni suçluyor. Hasbelkader kurtarsan, kurtardığın için suçluyor. Yardım etsen yardım ettiğin için, etmesen etmediğin için, konuşsan onun istediklerini söylemediğin için, konuşmasan yine onun istediklerini söylemediğin için... Genel bir suçlayıcı atağı geçiriyor.
Bu drama üçgeninin nadir değil, hayli yaygın olduğunu düşünmeye başladım. Erkek veya kadın dırdırı dediğimiz durumların çoğu bu üçgene işaret ediyor. Çoğu ilişki kadın ve erkek arasında denk düzlemde değil, bir tarafın kurban, diğer tarafın kurtarıcı olduğu ve bu rollerden sıkılınca da karşı tarafı suçlamaya başladığı. Evliliklerin çoğu böyle bir dinamikle yürüyor, kurtarıcı olacak kadar kavvam olmadığı için sadece suçlayıcı olabiliyor. Sonrası bir dırdır sarmalı.
3 notes
·
View notes
Text
Devlet nedir? (okuma süresi yaklaşık 2.5 dakika)
Devlet bir insan çiftliğidir. İnsanların birbirinin etinden sütünden faydalanmak için kurduğu bir çiftlik. Bu çiftlik diğer türden çiftliklerden çeşitli yollarla ayrılır. Mesela herhangi bir çiftliğin aksine devlet tarih veya kültür denen bir takım kavramları da destekler. Bir sığır çiftliğinde sığır tarihiyle ilgili kimseyi göremezsiniz ama devletlerin tarihçileri var ve bu sayede diğer çiftliklerden ayrılırlar.
O kadar ayrılırlar ki, kendilerinin bir çiftlik olduğunu bile unutmuş olabilirler. Daha doğrusu vatandaşları unutmuş ve kendilerinin o hikayenin parçası olduğunu düşünüyor olabilir. İnekler bir çiftlikte olduğunun bilincinde ve çiftliğin onları beslemesinin asıl sebebinin farkında olsaydı insanlardan daha bilinçli olurdu.
Daha bilinçli ne demek? Aslını biliyormuş gibi. Bilinç dediğimiz bir hikaye neticede, benim bilincimi paylaşıyorsan benim hikayemi paylaşıyorsundur. Bilinçli müslüman --yaptıklarının şuurunda olan ve bunların haram, helal veya mendup olup olmadığını bilen müslüman, --bilinçli insan kullandığı plastik pipetlerin doğaya zararının farkında olan insan, --bilinçli Türk vergisini verirse devletinin daha yükseleceğini bilen Türk. Buradaki anlamıyla bilinç aslında insanların topluluk içine yerleşmesi için gerekli bir hikaye.
Bilinçli inek nasıl olurdu? Bizi kesiyor yiyorlar ama türümüz insanların da sayesinde diğer t��rlerden çok daha yaygınlaşmış. Yalan da değil, kartalların sayısıyla tavukların sayısına bakarsan, ikincisinin bu bilinç sayesinde hayli mutlu olduğunu görürsün. Biz de avcı toplayıcılar kadar özgür olsaydık bu kadar sevinçli olamazdık. Birlikte kuvvet var ve bu özgürlüğümüzden fedakarlık etmekle mümkün.
Yine de burada bir tuhaflık var tabii. Bize bilinç diye sunulanların çoğu, tavuklara sunulsa yemezler. İnsanın kendini feda etmesinin bir sınırı var. Tavuklar kendilerini feda etmek için kandırılmaya ve bütün ömürlerince bedavadan yeme ihtiyaç duyuyor. İnsan için böyle değil, insana hikayeler anlatıyorsun, sen öleceksin ama devlet yaşayacak, bu millet mutlu olacak, dünya (ne mutlu) Türk olacak falan ve hayatı boyunca eziyet çektiği yetmemiş, yaşamak için, vergi verdiği için süründüğü yetmemiş, bir de hayatını veriyor. İnsan hayatı çok ucuz dedikleri bu, tavuklar ve inekler bu kadar kolay kandırılmıyor, onların etinden sütünden faydalanmak için en azından beslemek gerekiyor. İnsana hikaye yetiyor
5 notes
·
View notes
Text
siki kırılan erkekler taali cemiyeti (okuma süresi yaklaşık 4 dakika)
Kendini gerçekliğe bağlı hissediyorsun. Hikaye yazmak zor geliyor. Hayal kurmanın zorluğu bunların hep bir anlamı olmasını beklemenden. Saatlerce yaz yoksa -- tutarlılık aramadığında hayatın kendisi de anlamsız. Bir takım hayaller, düşler ve düşkünlükler. Hayatın yarım kalmışlıkları.
Yazmam gereken hikayeler varmış gibi geliyor. "Siki Kırılan Erkekler Teali Cemiyeti mesela, güzel bir konu, kadın tavlamayı beceremeyen erkekler tarafından kurulmuş bir örgüt. Sonradan kadın bulan erkeklerin götverenliği yüzünden illegal sayılmış. işte o götveren üyelerin bir kısmı kadın düşmanlığından bıkıp "Kadın Muhipleri Cemiyeti" diye başka bir örgüt kurmuş. Sonra bunlar birbiriyle çatışmaya başlamış. Troya savaşından beri bitmeyen kadın kavgası.
Eskiden bunu daha şevkle yazabilirdim. Şimdilerde ise kurgusuna ve anlamına dikkat edeceğim diye kendime mani oluyorum. Aşıkken yazılan şiirlerin bir şeye benzemediği gibi, öfkeliyken yazılan hikayelerin yalınkat olması muhtemel. Her yerde kadın travması karşına çıkacak, karakterlerin sığ, SKETC sadece redpill’cilerin söylemine yaslanan bir şey olacak. Kadın travmaları geçtikçe — veya hafifledikçe, çünkü arada yeniden yeniden travma yaşıyoruz ama artık eskisi kadar öfkelenmiyorum — Siki Kırılan Erkekler Teali Cemiyeti’ne dair düşündüklerim de erkeklerin götverenliği üzerine oluyor, kadınları yermek, kınamak, kötülemek, çekiştirme üzerine değil.
Erkekleri nasıl ihya edersin? Aslında manasız bir soru çünkü bu gerizekalı cinsin başına gelenlerin çoğu zaten erkek olmalarından kaynaklı. Şahsen benim için de geçerli bu, gördüğüm tüm kadın erkek hikayelerinde de geçerli. Erkeklerin ihyası kendi şehvet, dürtü ve ihtiraslarının terbiye edilmesinden geçiyor. Şehvet, dürtü ve ihtiras da erkeği erkek yapıyor zaten. Yani bunları öldürmeye kalkarsan erkekliği de öldürmüş oluyorsun. Allah erkeklere aklı kıt ve sair dürtüleri çok vermiş. Bunun sonucu da aklı fazla olan adamların evrimsel manada avantajlı olmamasıyla nesillerinin kuruyup gitmesi.
Aklı olan evlenmez ve nitekim bu yüzden biz akılsız erkeklerin çocuklarıyız. Benim çocukların babası da akıllı bir adam gibi görünüyor ama aklı olsaydı bu durumlara düşmezdi. Hangi durumlara düşerdi bilemiyoruz ama düştüğü durumlar akıllı bir adam olmadığını gösteriyor.
Ben artık bu akılsızlığın erkekliğin bir cüzü olduğuna kanaat ettim. Kadınları sikine kılıf olarak görecek kadar salak erkek olursan hayatın kolaylaşıyor. Ben bu görümü kaybettiğimden beri daha akıllı ve daha mutsuz bir insanım. Mutsuz dediğim de lafın gelişi. Kadınlardan yana travmam eksik olmuyor anlamında.
Siki kırılan Erkekler Teali Cemiyeti'nde olmayanlar burada ne yapardı mesela? Erkekleri akıllandırır, bilinçlendirirsen, onların erkekliğinin altındaki bu aptallığı yok etmen gerek. Kadınlara bağlanmamak için kendi erkekliğini, dürtü, şehvet, ihtiras ve akılsızlığını ortadan kaldırman gerekiyorsa, bunları ortadan kaldırınca toplamda daha mı iyi oluyoruz? Güvenmeyince daha iyi insan mı oluyoruz? Daha mı erkek?
Ben kadınlarla ilgili konuşmaya başladığımda klasik cevap bunları hep kendi yaşadığın travmalardan dolayı söylüyorsun oluyor. Aslında öyle çok bir travma yaşamadım, (bildiğim kadarıyla) aldatılmadım mesela. Bunları yaşamış erkekler de var. Etraftan seçip duyduğum hikayelerde kadından kazık yiyen erkeklerin travmaları benimkinden derin. Bununla beraber beni rahatsız eden, kadınlar üzerine söylediğim her şeyin, bunlar zaten senin travmalarından diye cevaplanması. Bu bir cevap değil, diyelim kadınların genel olarak maddiyat peşinde oldukları veya evlenebilmenin bir araç değil, müstakilen bir amaç olduğu gibi şeyler söylediğimde bunların cevabı senin travmaların değil. Kadın ve erkek biyolojisi ve sosyal beklentileri farklı, kadınların doğurganlık süresi nispeten az ve piyasa şartlarını belirleyen faktörler var. Bir kadına evlendikten sonra değişmenden korkuyorum, çünkü bu senin için çok önemli bir amaç ve kendini kandırıyor olabilirsin dediğimde, ama bunlar senin travmalarından (veya daha kötüsü bunu nasıl düşünebilirsin) diye cevap verirse susup, demek ki doğru düşünüyorum diye devam ediyorum.
Bu bir batılı hakkımızda konuştuğunda zaten o batılı, müsteşrik demeye benziyor. Ad hominem. Bir gavur müslümanlar hakkında konuştuğunda, motivasyonu gavurluğu olabilir ama bu söylediklerinin içeriğinin doğruluk veya yanlışlığını tek başına belirlemez. Ben de kadınlar hakkında konuştuğumda gavurluğumdan erkekliğimden konuşuyor olabilirim ama bu söylediklerimin yanlış olduğunu göstermez. (Belli bir insandan ve burayı okuyanlardan bahsetmiyorum ama) kadınlarımızın önemli bir kısmının ruh hastası, karşısındakini söylediklerini dinlemekten, anlamaktan, derdini çözmeye çalışmaktan, şefkatten, güven vermekten, merhametten, sığınılabilmekten uzak, maymun iştahlı, statü, gösteriş ve maddiyat peşinde koşan, yalancı, saygısız ve cahil olduğunu düşünüyorum. Ben bunları travmalarımdan dolayı farketmiş olabilirim, keşke farketmeseydim ama farkettiklerimden bahsettiğimde bunlar hep travmaların demenin bir anlamı yok. Bilakis dediklerin doğru ama verecek cevabım yok anlamına geliyor.
5 notes
·
View notes
Text
tanrılar la hep uğraştım birazda tanrıça tadına bakam (okuma süresi yaklaşık 2.5 dakika)
Dün akşam beni çok seven bir dostumun (hem beni seviyorsa beni ilgilendirmez) gönderdiği votkayı kahveyle (sekine adını verdim) karıştırıp içtim hoşuma gitti süt tozuyla denedim yumuşak oldu ona meşgalez adını verdim.(kaçak çay ile de çok güzel oluyor) akşamları kafeinsiz bir şeyler içmeye çalıştığım için meşgalez sardırdım. içkim var, sigaram var, kahvem artık az, bari böyle saçmalıklarda arayalım keyfi. Hala gece yarısından sonra yatıyorum ama en azından kahve içtim de ondan böyle oldu demiyorum (votka ile kahve sayılmaz). Elimden geleni yapmış olmanın huzuruyla kaçıyorum uykudan.
yaptığım içkinin adına sekine demek biraz iddialı. Sekine veya İbranicesiyle Şekinah, Allah’tan gelen huzur ve onun huzurunda bulunmak gibi anlamlarda. Kabbala’da onuncu sefirah Malkuth ‘un işaret ettiği bir huzur. Dün Wikipedia maddesini okurken dişilik vechesi diye bir ifade gördüm. İbrani teolojisi çok tanrılı alışkanlıklardan kurtulamadığı zamanlarda Rabbin dişi tarafına dair bir kavram üretmiş. Sonradan bunu Kutsal Ruh gibi de yorumlamışlar. benim girişimimin votkaya kahve ekleyerek satmaya çalıştığım kavram teslisin üçüncü vechesi.
İslami literatürdeki izahında ise herhangi bir dişilik alameti yok. Tüm yorumlar Allah’ın kalplere indirdiği emniyet üzerinden yapılmış, gerek Hz. Peygamber’in yanında bulunanlara, gerekse müminlere Allah tarafından indirilmiş emniyet hissi. Bu daha çok Allah'a ve sıfatlarına dişilik atfetmenin abesliğinden olabilir.
Bu emniyet hissinin dişi unsur ile bağlanması hayli eski bir düşünce olmalı. Şimdilerde dişi unsur dediğimizde sekinenin tam olarak korumaya çalıştığı şehvet ve sair hisler akla geliyor. Modern dişiliğin şefkat ve emniyet tarafı yok, o dünya için hak arayan ve eşitlik peşindeki kadın, ucuz ürünlerin reklamında kullanılan müstehcenlik, tatmin edilemeyen bir mücadele hissi uyandırıyor. Zamanın kadınlarının sekineyle benim gördüğüm bir alakası yok. Şahsi önyargılarım da etkili olabilir ama ben daha çok dünyadan kadına değil, kadından sekineye sığınılan bir dünyada yaşıyorum.
Zaman değişmiş. Tanrıça artık dış organları güzel demek, bunun doğuruculuk, şefkat, koruyuculuk, emniyet vasıfları yok. Biz artık orospulara tapıyoruz.
4 notes
·
View notes