Tumgik
ahcocuk · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Diyeceklerim bu kadar...
4 notes · View notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
“O kadar da severek giydin üstüne, ateş düşürmüşsün.”
Giydiğim beyaz tişört için söylüyordu annem bunu. Zaten ben neyi severek giydiysem ateş düşmüştü ya, neyse... Ateşten gömlek ya bizimkisi. Neye değdiyse tenim yaktı geçti. Anlayacağın çok yer yandı çocuk. Bunlar son günlerim. Tadını çıkar... Hem artık Haziran sonu geldi çocuk...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Ne dilersen dile, gözünü açık tutmazsan dilediğin gelir geçer fezaya karışır. Ardından bakakalırsın. Asıl uyanıklık bu işte. Yoksa Hak verir insana dilediğini de almasını bilecek olan insandır...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Seni sevdim seveli çok cinayet gördüm çocuk. Çok acı zamanlarda tanımıştım seni. O zaman Suriye’de büyük bir insanlık dramı yaşanıyordu. Halâ yaşanıyor. Sen hiç yetimhaneleri bombalanan onlarca kimsesiz çocuğa son anlarında sarıldın mı? Böyle bir acı hayatım boyunca hissetmemiştim. İşte o zamanlarda yine de yüzüm gülerken sevdiklerimi, benim için ölen sevdiklerimi toprağa vermeye başladım. Buna iki güvercin, iki kumru, bir donmuş serçe, bir annesinin doğar doğmaz terk etmiş olduğu yavru kedicik ve Cankuş. Cankuş beni nasıl öperdi biliyor musun? Sen bilirsin. İşte bunların en acısı Cankuştu. Annesinin attığı kediyi hayatta tutma çabam bile daha az koymuştu bana. O gece onunla seviştim, anası da babası da bendim. İlerleyen saatlerde kedi konteynırına koydum onu. O gece hiç uyuyamadım. Pamuğum camları patiliyordu can verirken kedicik. Hissetmişti çünkü. Pamuk iyi rengi senin rengin çünkü. Ona bir şey olmaz. Onu teskin etmiştim. Sabah olduğunda 2 metrelik inşaat küreğini sırtladım. Benim dedem çok metanetli adamdı. Ailenin de en metanetlisi benim. Kaderimiz de benzer onunla ilginçtir. Her neyse...
O dönem çok düşündüm. Neden Allah bana sevdiklerimi toprağa koyduruyordu? Allah insana yaşarken çok destek olur. Yeter ki kaderinin dilinden anlasın insan biraz. Her toprağa kürek vuruşumda -ki en zoru yağmur altında Cankuş için olmuştur- tarifi mümkün olmayan bir acı hissetmiştim. Biliyordum ki Allah insana bir şeyi yaşatıyorsa boşa değil. Sevdiklerimi toprağa vere vere alıştırıyordu beni. Neye? Cevabını bildiğim ama vermek istemediğim bir soru. Günlerdir elimde kürek düşünüyorum. Ah sen bana neler yaptın çocuk? Sen kendine neler yaptın be çocuk?
Edit: Pamuk uykudan uyanmış cama geldi. Kediler bile farkında...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah güzelim çocuk...
Keşke öldürdüğün ben olaydım. İnsan sevdiği için yeniden dirilir. Ölen sensin. Ben buna yanarım. Sen sevdiğin için dirilebilecek misin? Hem atında sevişmediğin bir yağmurun manası nedir? Manası çoktur da sevişince başkadır sevdiğinle. Senin de anlayacağın yağmur bahane. Yağmuru geç, hayat bahane sevdiğin için... O olmayınca hayat bîhûde... Bunu da bülbül-i şûrîde olan bilir...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Özlem vardı bizim bölümde. Belki bilirsin birkaç kez gelmişliği var okula. Hazırlığın en parlak öğrencisiydi. Atanamıyordu, İngilizce öğretmeniydi. O arada boş durmamak için Rus Diline başlamış. Bizimle birlikte sanırım ikinci sınıfa kadar devam etti. Bana bir kitap hediye etmişti. Halâ okumadım. Sanırım okumamın vakti geldi. Özlem’in uzatmalı “RİZELİ” bir sevgilisi vardı. Böyle naif bir kız Rizeli’ye nereden tutulmuştu? Kader işte... Özlem kendi hâlinde bir insandı. Beni ve o zamanki sevgilimi çok severdi. Bakıp bakıp gülerdi. Hep dua ederdi bize. Hayırlısı de, derdim. Çocuk gibi bir şeydi çıtı pıtı bir kızdı zaten. “Siz var ya evlenirsiniz.” demişti. O kızla evlenmeyeceğim adım gibi biliyordum. Çünkü o da benim kıymetimi bilmiyordu. Kendini tanımayan insanlar beni çok yordu çocuk. Bazen keşke bu kadar bulunmaz hint kumaşı olmasam demiyor değilim. Neyse. Bir gün çıkışta hazırlığın oradaki kafelerden birinde kahve içmek istedi bizimle. Bu kız neden bizi bu kadar seviyordu? Art niyetli olmadığına emindim. Kahvelerimizi içtikten sonra faldan konu açıldı ben severim dedi. Bırak bu işleri ya dedim. Bak ben sana bir fal bakayım şimdi ama sen bir daha kimseden fal bakmasını istemeyeceksin tamam mı dedim? Biraz düşündü, tamam, dedi. Orada ona epey bir şeyler anlattım. Sonraları pek görüşmedik. Bu kızın bir kırgınlığı vardı. O gün bizi neden bu kadar sevdiğini anlamıştım. Çünkü bir Rizeliyle birlikteydi. Klişeyi yapıştırdım direk. Taşlar yerine oturdu. Olmak istediği şeydik, o zamanlar cicim ayları tabi, henüz aldatılmamışım. Bu kız da gözünü bu çocukla açmış. Onu sevmiş. Kız dediğim senden benden büyük. Çocuk da 40’lı yaşlarında. Abiii tam cinayet öyküsü... Her neyse yıllar geçti. Özlem bir gün okula geldi. O zaman seninle beraberiz. Özlem dedim. Ne oldu senin o iş? Birlikteyiz halâ dedi. Kızım kaç sene oldu? Yedi sene falan olmadı mi? Evet, yedi sene oldu. Şimdi bak söyleyeceklerini iyi düşün. Bazı konuşmalar vardır insanın hayatı değişir. Söz tohumdur, ne ekersen o olur. Tamam mı? Tamam. Sen bu çocuğu seviyor musun? “Seviyorum.” Peki onunla evlenmek istiyor musun? “Evet.” O istiyor mu? “Ya bence o da istiyor.” Bence mi? Hiç sormadın mı kızım? Bu nereye kadar gidecek böyle. Seviyorsan, gel iste beni de. Abini falan düşünme, onlar hallolur. (Abisi biraz psikopattı bunun.) Başkası mı var? Kadınlar bilir bak. Erkekler salaktır da kadınlar anlar. Ondan mı sence onun bu zamana kadar bir hamle yapmaması? “Yoook, öyle bir şey olduğunu zannetmiyorum.” Maddi bir sıkıntı mı var? Yok. O var mı? Yok. Bu var mı? Yok. Kızım sen salak mısın? Eğer ki sen bu çocuğu seviyorsan gideceksin seni seviyorum diyeceksin. Evlenelim diyeceksin. O da öküz değil ya, gerçi Rizeli ama, bir teklif yapar heralde. İyi düşün, kararını ver. O kararında da kararlı ol. Sen İngilizce öğretmenisin anlarsın bu işlerden İngiliz SAT komandolarının mottosu bak: Who Dares Wins. Cüret eden kazanır. Cesaretli, kararlı olacaksın. Beni de nikahına çağırırsın. Aradan bir altı ay falan geçti. Buna yazdım. Oturduk bir çay içtik Tea & Cafe’de. -anasını sattığımının başka isim mi yoktu be- Çoğu insan bu cesareti gösteremez. Desteğe ihtiyacı vardır. Hiçbir güzellik kolaylıkla olmaz. Ben kendimden biliyorum. Doğarken kalbim durmuş benim. Öyle kalaymış ya. Takdir-i Hüda işte. Neyse. Biz bununla orada iki çay içtik. Bir kere de sema seyretti. Çay Sema çay en güzeli. İşte o ikinci çayda Enes dedi. Hadi hadi dedim çıkar ağzındaki baklayı. Ben evleniyorum. dedi. Davetiyesini verdi. Bak dedim. İsteyince, çabalayınca, tevekkül edince oluyormuş değil mi? Allah tamamına erdirsin. Mutlu mes’ud etsin. Hayırlı evlatlar versin. Bu laz milleti sıkıntılı millet sana daha önce anlatmıştım. Sabırlı ol. Hoşgörülü ol. Sen kazanırsın. “Her şey için çok teşekkür ederim. Nikahıma gelin annenle müsait olursanız.” Söz vermeyeyim canım benim. Ben senin gibi kimleri evlendirdim bilsen. Çok meşgulüm. Ama gönlüm sizinle. Bunu o gün de görürsün gelemezsem zaten. O gün sevindim de üzüldüm de. İlginç bir his... Onlar erdi muradına sen çık kerevetine...
Unutmadan Özlem’in hediye ettiği kitap İhsan Oktay Anar’ın Yedinci Günü. Şimdileri lazım olur muhtemelen. Edit: Hem sen seversin böyle kitap mitap...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
... Sevip de kavuşamamak herkesin harcı değil. Mahviyyet makamına ne herkes çıkabilir ne de kimse kolay çıkabilir. Sen mahvoldum demeyeceksin. Seveceksin. Özleyeceksin. Yanacaksın onun için. Böyle böyle tutuşmayı, tutuşturmayı öğreneceksin. Yarası olanlar ateşinde ferahlayacak. Derdi olan ateşinde derman bulacak. Üşüyen ateşinde ısınacak. O da dahil... Hem sen Mecnûn olmuşsun. Senin işin kolay. Aynen devam. Zor olan Leylâ’ların işi. Leylâ’lara hep üzülmüşümdür. Şimdi o bir sürü duygu, düşünce ve nefsî ıstırapla meşgul. Onun için üzülüyor musun? Üzüleceksin. Sonuna kadar. Kanının son damlasına kadar seveceksin. Çünkü bu teslimiyetini gören Allah seni böyle harab bırakmayacaktır. Bak bu haydariyenin rengine, ben bunu nasıl kazandım biliyor musun? Rengi gibi enkâza dönerek. Kaç kişinin hayatı kurtuldu biliyor musun beni bir dilber yaktı diye? Sen sen ol, teslimiyet göster. Bırak o uğraşsın dursun. Bunları da bana öğreten senin de Pîrindir. Onun ikramıdır. Kıymetini bil. Arayı da bir daha fazla uzatma....”
İşte aşk meselesi böyle değişik bir şeydir. Bundandır senin zaman zaman canın başka yanar. Bana ne ola ki? dersin. Bununla yaşamaya öğren. Sevdiceğinin kıymetini bil. Çünkü tek bir yâran var artık senin. Onu ben sarmayacağım. Ha, tuz basarım ama, ara ara... Huy işte...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Ciğer sendekine kömür bendekine derler. Bunu iyi bellemek lazım. Çünkü insan sevdiği için üzülür Betül. Evet, Betül. Bugün iki kez adını duydum uzun zaman sonra. Meğersem Metin diyormuş nâlânım. Sen metîn ol...
Daha ne istiyorsun bilmiyorum. Gerçekten. Bak kaide basit: “Birbirinizde huzur bulasınız diye eşler yarattım.” diyor. Sen o huzuru bende bulamamış olabilirsin. Her kızın gönlünde bir aslan yatar. O aslan senin için çok açık ki ben değilim demek ki. Modern tıp anlamıyla bir ruh hastalığın da yok. Benimle yaşadıklarını bir “sorun” olarak gördüğün de ortada. Bu çelişkilerinden kurtulmak için son zamanların. Çünkü ben her yâre-i bîmâre ederim çâre de... De si önemli işte. An itibariyle benden başka hiçbir yâren kalmamıştır. Benim işim böylelikle burada biter. Her aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılap eder. Kişinin insaniyeti nisbetinde. Nefsî terennümlerin kesreti buna hep mani olur. Çok ilginçtir ki ne yaptığını halâ bilmiyorsun. Hayatını kolaylaştırmak için insanüstü bir gayret gösterdiğim doğrudur. Gitmek istedin, bir yol tutturdun kendine, sana sadece “gitme” dedim. O kadar. Adam olana çok bile derler ya, o hesap. Gittiğin ben değilim çünkü. Gittiğin kendinsin. Hep seni sevmemi istemiştin. Yalvarırcasına “sev beni” diyordun elinde hançerinle. Vurdukça vuruyordun göğsüme her seferinde sevdikçe... Ölmedikçe ben daha bir iştiyakle vurdun o hançeri. Sevgim arttıkça sen daha da vurdun daha da vurdun. Ölmedim. Baktın olmuyor, bakmadın. İnsan güç yetiremediği şeyden çekinir. Aşk karşısında pek çok insanın verdiği tepki de bu. Basit vurkaçlar gibi gözükür bunlar. Küçük sevişmeler. Küçük anılar. “Gün geçtikçe tozlanır nasılsa. Başka dudaklar siler izleri ne de olsa. İnsan hani bu, nisyan ile malüldür ya. Unutur geçer, zamanla.” gibi düşünceler aşk hakkında ne kadar az şey bilindiğinin ispatı olmuştur hep. Çünkü en basit, en edna insan için bile âşk her daim muallâ olmuştur. Hatta tecrübelerime göre normalden çok daha fazla.. Karanlıktaki mum misali daha parlak, belki de bundan. “Raptiye” demiştik. Vakt-i zamanında... O raptiyeler pek âlâ sökülür. Ancak yerine bir şey konmaz. Bazı şeyler zaman ve maruziyetle alakalı değildir. İnsan teamülâtının ötesindedir. Ama insan kendinde bunları barındırabilir. İşte “sır” böyle bir şeydir. Geçenlerde Nâlânım Türk kadınından dert yanıyordu. “Bizim kadınlarımızda ağır teslimiyet sıkıntısı var. Şunu anlamakta güçlük çekiyorlar. Hepsi bir gün kocasına teslim olacak. En delikanlısı, en asanı keseni bile. Hayat böyledir çünkü. İşinde patronuna, evinde kocana teslim ol ki gör diye verir Hak bunları.” Sadece o da kısmetse -gelinin ya nasip dediği kısım işte- yaşayabileceği orgazma odaklı yaşayan, beyniyle değil de cinsel organıyla hareket eden kadınlar türedi. Sahi bunu hep erkeklere deriz değil mi? Sizce de bu kadın erkek meselesi çok uzamadı mı? İnsanız, böyle bakacağız meselelere. Meşhur mottodur: “Improvise, overcome, adapt” Doğaçlama bir yetenektir. Allah herkese vermemiş. Az insanda bulunur. Üstesinden gelme ise çok güzel bir saptırma. Çünkü teslimiyet göstermeyip savaş açtığımız her şey bizi daha az özgür ve benliğimize daha mahkûm edecektir. Ve de insan kolay adapte olur. Alışır. Sobayı kucaklar, yürür. Ateşlidir kimisi. Orası başka. Kolay adapte olsun isterler ki insan kendine dayatılan her şeye hemen boyun eğsin. İnsanın mutluluğunun temeli teslimiyettir. Arkadaşımı yabancı bir kız beğenmiş peşinden koşturuyordu. Bu da sevdi kızı yani. Kız farklı bir uyruktan farklı bir dinden. Çok da ham... Olmadı tabi. Bir gün Üsküdar sahilindeyiz denize sallandırmışız ayaklarımızı. Etrafta kimsecikler yok. Ona dedim ki “Abicim bak. Sana bana bir şey anlat demeyeceğim. Arife tarife gerek yok derler ya, o hesap. Burada göz göze diz dize oturduğum kız, şimdi başkasıyla evleniyor. Eşekten düşenim, bilirim. Şimdi dinle. Senin gönlünde biri var. O kız seni terk etti. Sonuç olarak siz “siz” olamıyorsunuz yani değil mi?” Yüzüme hep bir şeyleri bilmemin verdiği o ifadeyle baktı. “Evet.” dedi. “Heee şimdi sana düşen ne biliyor musun? Hiçbir şey yapmamak.” Aşık mısın? Aşkı veren Hazret-i Allah’tır. Seveceksin. Onu artık sevmemeye çalışmayacaksın. Bu insanın fıtratına aykırı. Yanıyor musun? Yanacaksın! Canın mı acıyor. Acısın! Ama sen Hakkın sana müstahak gördüğüne eyvallah diyeceksin. Allah herkese vermez bunu....
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Gönül oyuncak değildir ki çocuk. En çok da insanın kendi gönlü oyuncak değildir. İnsan gönlünü, aklının, nefsinin oyuncağı etti mi işler içinden çıkılmaz bir hâl alır. Öyle insan debelenip durur bataklığının çamurunda da bir arpa yol gidemez. Halbuki çok yol gittim sanır. İşte ateş o çamuru kurutur toprak eder. Üstünde yürünür, sevişilir, ekilir biçilir bir hâle koyar. Şimdi sana bir soru, iyi düşün: Senin de canın yanıyor mu çocuk?..
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Herkesten geç yattım herkesten erken kalktım. Yapmam gerekeni yapıyorum. Her zaman olduğu gibi. Çoğu zaman önemli olan tek şey budur. İnsan sevip de kavuşamayabilir!? Sağlığı yerinde olmayabilir. Parası pulu olmayabilir. Kimsesi olmayabilir de. Hayatta her şey olabilir. Hiçbir şey olmayabilir de. Yapması gerekeni, olması gereken verimlilikte yapabiliyorsa insan, problem yok. Şunu unutma ki yaşarken neticenin, öldükten sonra haticenin pek bir önemi yoktur. Çoğu zaman seversin kavuşamazsın, çalışırsın kazanamazsın... Önemli olan insaniyet şuuruyla O’nu unutmadan O’ndan ayrı düşmeden yaşayabilmek. Yoksa insan hata da yapar yanlış da... Yine çoğu zaman, bu bilince sahip olmak için insan, nice badireler atlatır, nice güzelliklerden mahrum kalır...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Sahi o gün ne anlatıyor Nâlân’ım? Bazı konuşmaları yapmak kolay değildir. O da böyle bir konuşma yaptığının farkında... Bir insanın yıllar yılı kimseye anlatmadığı bir şey olur mu? Olur. Başlıyor anlatmaya: Fuarlara gidiyordum o zamanlar. Çamaşır işi yapıyorum. Konya’da da fuar var, her sene gidiyorum. Bu bana dedi ki, ben de İstanbul’a döneceğim boşuna otobüsle falan uğraşma benim arabayla gideriz.” “Gülerek ulan sen de tabii dünden razısın değil miiiiii?” diyorum. “E tabi canım. Bende hoşlanıyorum bundan ama, Konyalı diye kararsızım.” diyor. “Kocam Konyalı kuyumcu. O dönem döviz kanunu var ya, ondan dolayı arabayla getiriyorlar toplanan dövizi. Silah taşıyorlar tabi. Ben de silah taşıyorum o zaman. Baktım eniştesi de var arabada. Bu hep yalnız gelir giderdi diyorum. Neyse zaten biner binmez ben çok yorgunum, uyuyacağım deyip vuruyorum kafayı. Bir uyanıyorum. Mersin’deyiz. “Ne işimiz var lan burda?” diyorum. Beni sevdiğini, benimle evlenmek istediğini söylüyor. “Ben senin bildiğin kızlardan değilim. Ya hemen nikahı kıyarsın arkadaşım, ya da bu iş olmaz” diyorum. Ertesi gün yıldırım nikahıyla evleniyoruz. Sonra İstanbul’a geliyoruz. Bizim evin önüne gelince ‘sen burada bekle’ diyorum. Yukarı çıkıp ‘Baba, ben evlendim. Adam aşağıda. İster yukarı çağır, istersen gönder.’ diyorum. Babamın canına minnet. Ben evlenmişim. Neyse bunu getiriyor babam. Daha cüzdanımız gelmemiş. Akşam yatarken sen bu odada yatacaksın diye başka odada yatırıyorum bunu. Sonra biz Konya’ya yola çıkıyoruz. Düğün falan ailesiyle tanışıyoruz. İlk gecemizin sabahı biri kapıyı açıp giriyor içeri; kayınvalidem, bizimkinin analığı. ‘Kalk kız kayınbabana kahvaltı hazırla’ diye. Benimkine diyorum ki ‘Çabuk çıkar şu kadını buradan, yoksa çeker giderim.’ diyorum. “Sen kendi kocana hizmet et. Benimki bana etsin.” deyip yolluyor kadını. Üç gün kalıyoruz orada o kadar tahammül edebildim...
Sonra aradan zaman geçiyor. Yeni evliyiz Konya’da evimiz var. Beni evde rehin alıyorlar. Meğerse bütün Konya’daki kuyumcuların hurda altınları vs. bizimkinde toplanıyormuş. O da evin oturma odasının zeminine gizli kasa yaptırmış, o altınlar orada birikiyormuş. Aydan aya İstanbul’a getiriliyormuş. Tabii benim bundan haberim yok. Zaten yeni evlenmişiz. Üç dört tane adam bana kasanın yerini soruyorlar. Öldürürüz seni, diyorlar. Öldürün lan diyorum, canımı sen mi verdin ki sen alacaksın? diyorum. Tecavüz ederiz, diyorlar. Sıkıyla deneyin hadi bakalım, diyorum. Bir bunlarla epey birbirimizi tartaklıyoruz tabi. Neyse bizimki işe uyanıyor polis falan geliyor 2 gün giremiyorlar içeri. Bunlar da teslim olmuyorlar. En son ben bunlardan birini vuruyorum. Silah sesi gelince polis basıyor, bunları alıyorlar. “Ulan diyorum madem kasa yaptırıyorsun bari yerini söyle, değil mi? Canımı alsalar ne bok yiyeceksin?” diyorum. Cezalısın sen diyorum. On beş gün sokmuyorum yatak odasına. Sonra zaten İstanbul’a taşınıyoruz. Bunun ailesi bize bir türlü rahat vermiyor. Kız kardeşleri çok iyi etrafımda dört dönüyorlar. Ana babası hiç öyle değil. Neyse biz Avusturya’ya taşınıyoruz. Orada kuyumcu açıyor bizimki. Epey orada yaşıyoruz. Ama bu beni nasıl seviyor. Bir dediğimi iki etmiyor. Sabah yatağıma kahvaltılar getiriyor. Akşam geliyor, sen yorgunsundur, uğraşma mangal yaptırayım. diyor. ‘Tabii sen kıymetini bilmiyorsun. diyorum.’ Boğazı düğümleniyor. Gözleri yaşarıyor... “Kızıma hamileyim. O sabah kapıdan çıkarken bana ‘seni seviyorum, biliyorsun değil mi?’ diyor. Alnımdan öpüyor beni. “Ne oldu lan sana sabah sabah sen böyle şeyler yapmazdın?” diyorum. İçimden geldi, diyor. O gün kalp krizi geçirip ölüyor. Gözleri dolu dolu... Hemen araya giriyorum. “Ölmemiştir o sen bir iyi düşün bakalım.” diyorum. Açıklamıyorum. Annem anlamasına yardımcı oluyor. Alem-i Bekâya göçmüştür... Ölse burada konuşmazdık, bak... diyorum. “Beni arıyorlar. Rahatsızlandı diyorlar, hamileyim ya. Gidiyorum ki göçmüş. Cenaze işleri vs. Havalimanına geliyorum. Dokuz aylık hamileyim. Uçamazsın diyorlar. Ne yapsam etsem uçağa almıyorlar beni. Bir gün bekliyorum orada. Ertesi gün hacca giden bir kafile geliyor. Çarşaflı kadınlar. Onlara durumu anlatıyorum. Çarşaf istiyorum onlardan. Bir tanesi çarşafını çıkarıp veriyor. Kendisi de orada giyeceği kıyafetini giyiyor. Ben çarşafı giyip uçağa biniyorum. Tabi ben ateşli karıyım, oturur oturmaz çıkarıyorum çarşafı. Bunalıyorum. Hostesler geliyor. İnmem diyorum. Pilot geliyor. İnmem, diyorum. Kocamın tabutu burada, inmiyorum diyorum. Getir kağıt falan ne varsa imzalayayım, sorumluluk bana ait, diyorum. Kağıt imzalıyorum. Beni yastıklara sarıyorlar. Öylelikle İstanbul’a geliyorum. Cenazeden sonra aradan zaman geçiyor. Miras işlemlerini yapıyoruz. Kayınpeder bana diyor ki bu çocuk bizden değil. Sen başkasından yaptın bunu. Ne yaptım ettimse dinlemiyorlar. Ben kızımın hakkını alırım diyorum. Mahkemelik oluyoruz. DNA testi bile vermiyor şerefsiz. Tek üzüldüğüm ne biliyor musun? Bizimkinin mezarını açıp DNA örneği aldırıyoruz. Sonra kızı olduğu kanıtlanınca hakkını vermek zorunda kalıyorlar. Kızım şimdi bu yaşında dedesi arıyor torunum diye. Ben seni tanımıyorum. Benim anneme hakaret eden adamla işim olmaz diyor. Her yıl sonu kızımın hissesini yatırıyorlar... Ya işte böyle, neler geçti başımızdan. Ama çok sevdi beni Enes... diyor, gözleri dolu dolu. “Sen kıymetini bilemedin tabi...” diyorum. Birkaç saat muhabbet ediyoruz. Saçına kır düşmüş bu kadına anlatıyorum uzun uzun. Sahi en son ne zaman birisine kendini anlatmıştım... Epey oldu. Zaten hep epey olmuştur... Neyse çocuk. İnsan sevdiğiyle uzun uzun konuşmak ister. Ama ne var biliyor musun? Hayat o kadar uzun değil... Demem o ki sen, sen ol. Sevdiğinin kıymetini bil. Unutma ki: “İnsan kendini tanıyıncaya kadar gerçek ilişkilere sahip olamaz...”
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Anlatılması gereken hikâyeler vardır. Bu onlardan biri değil. Herkesin ibreti başka başka yerlerde çünkü. Bende hikâye çoktur. İnsan çoktur çünkü. Hep öyle de olacak ya zaten. Kader işte...
Pazar işine başlar başlamaz birisiyle tanıştım. İsmi Nâlân... Ellili yaşlarının sonunda kısa kır saçlı ufacık bir kadın. Erimiş bir kadın... Pazarın manyağı... “Bende de var manyaklık.” dedi geçen. “Var var.” dedim. “A aa şuna bak be hakaret de işittik.” “Yok mu diyeyim ne diyeyim? Var işte. Ben var olana yok diyemem kusura bakma.” Sürekli takılıyorum ona. Nerede görsem nâlân insanını tanırım çünkü. Onu da görmem yetmişti. Bazen kızıyor ama nasıl sinirli. Yanına gidiyorum “Kudur.” diyorum. Sana çok üzülüyorum senin neyin var diyor “Üzül üzül, sana müstahak.” diyorum. Evime davet ediyorum onu. Bu koltuğa oturması lazım çünkü. Aylardan Şubattı ne salgın var ne bir şey. Bugün derken, yarın derken, heh şimdi geldim derken, gelemedi bir türlü. Dilime de düştü tabi... “Bak” dedim. “Gel. Gelebiliyorken, gel...” Gelmedi. İşlerden bunalmıştı. “Ay bıktım artık ben.” deyip duruyordu. “Kudur.” diyordum. Çalışmadan durabilecek bir insan değildi. Ben de kovayım çünkü. Haa, anlaşıldı senin manyaklığın dedim öğrendiğimde. Herkese laf söyler. Herkese sert.  Herkese sataşan bir tip. Kızdı mı müşterinin elinden malını alır, parasını verir, satış yok der, gönderir. Zaten millet deliye ben akıllıya hasret ya, neyse...
Yeni bir başlangıç yapıyorum. Her gün olduğu gibi. Yine bir şeyler oluyor. Oturuyoruz bir gün. Pek iş yok. Virüsmüş, salgınmış... Bir arkadaşım müteahhit “Aman sakın inşaat işine girme.” diyor. Bir başkası “Bir işin de düzgün gitsin be kardeşim.” diyor. Düzgün zaten. Her şey olması gerektiği gibi yerli yerinde. Herkes sevdiceğinin yanında, bunu da unutma... Her neyse. İnsan kaderini tanıyacak, sevecek. Artık bıçak kesse kan akmayacağı için rahatım. Nâlan benden telaşlı. Rahat değil. İş yapamıyorum diye.
Yanımda dayım var, kadir kıymet bilmeyen dayım. Yalvarıyor bana gidelim artık iş yok diye. “Sabırlı ol.” diyorum. Akşam saat yedi, yedi buçuk falan olmuş. “Bütün gün ter döktün bu tezgâhta. Nasıl yakıştıracaksın kendine ekside eve gitmeyi?” 1 ₺ kalmış. Yalnızca bir müşteri daha gelirse o gün eve 1 ₺ kârda gideceğiz. Her gün on binlerce doları euroyu çevirmeye alışkın bir insan için çok zor bu. “Sabırlı ol.” diyorum. “Bir müşteri daha gelsin. Sonra gelse de satış yapmayacağım. Merak etme.” Aradan biraz zaman geçiyor. Yan tezgâhtaki hafif meşrep kız. “Yaaa bunlar ne kadar? Babama alacağım da diyor.” Bütün gün yüz vermediğim kız o beklediğim müşteri oluyor. Allah her şeyi en güzel anlatan gerçekten. Dayımla uğraşıyorum böyle işte. Yorar beni kadir kıymet bilmeyen insan. Nâlân da farkında dayımın adam olmadığının. “Sabırlı ol. Sen merak etme. Öyle herkes yanımda kalamaz benim.” diyorum. Öyle de oluyor zaten. Nâlân’a o gün: “Bak bu adamla bu işin olmayacağını ben de biliyorum. Ama kapıma geleni geri çeviremem. O biraz takılsın, tezgâhımdan geçsin. Vakti gelince gidecek zaten. Sen sıkma canını...” diyorum. Biraz hakîkattan hakîkaten konuşuyorum onunla. Başlıyor anlatmaya... Müşteriler, insanlar gelen giden hepsi geçiyor önümüzden. Biz, biziz o ân. Bunu bilen bilir. Sen de bilirsin. Her neyse tam anlatamıyor orada. Geçen pazar evime geliyor. İçeri giriyor. Sarılıyor bana derinden. Sahi ben en son kime sarılmıştım? Sana değil. Sana söz vermiştim çünkü sen unutmuşsundur bile...
Gönlü bana kayan bir kız vardı o zamanlar. Hep vardır zaten. Kaçındıkça kaçınmıştım. “O” beni sever. Başıma hep böyle şeyler sarar, rahat komaz. Bir gün akşam anneme “Ben falancayla dışarı çıkıyorum şimdi, bir şeyler konuşacağız, geç gelebilirim.” diyorum. Oturup çay içiyoruz. Saat ilerliyor. Benimle çay içince zaten saat hep ilerler. “Bu katı kapatıyoruz. Sizi yukarı alalım.” diyor garson çocuk. “Tamam ablacım biz laf dinleriz.” diyorum. Yukarı çıkıyoruz. Bir kısım hakîkatten sonra söze başlıyorum. “Bak güzelim. Senin bende gönlün var mı, yok mu? Sen bileceksin? Ha, varsa bak, ben çok sevdiğim birine söz verdim. Seninle hemen evleniriz. Kız daha genç. Kız daha ürkek. Bana bir şey konuşmana gerek yok. Ne düşündüğünün de bir önemi yok. Şimdi evine gidiyorsun. Bir hafta yat bakalım istihareye ben de yatacağım. Sen görürsen olur. Yoksa olmaz. “Tamam, ama görmezsem hiçbir zaman olmaz ama tamam mı?” diyor. “Olmaz zaten, sen hiç merak etme.” diyorum. Bir hafta görüşmemek üzere anlaşıyoruz. Onu taksiye bindirirken kaşla göz arası sarılıyorum ona. Kız afallıyor. “Bak.” diyorum. “Ben herkese sarılmam. Şu an burada olmak isteyen kimler var biliyor musun? Olsa da olmasa da bunun kıymetini bil. Tamam mı?” diyorum. “Tamam.” diyor, kafa sallayarak. “Bu sarılma yarım oldu. Sana bir kez daha sarılacağım. Merak etme.” diyorum.
Kız altı gün hiçbir şey görmüyor. Emînim ben sözümden. Kızın hâli sabırsız. “Sabırlı ol.” diyorum sürekli. Kız aslında sevmek istiyor beni. Kendi söylüyor bunu. İnsan gençken olur böyle şeyler. Ama bir özelliği var söz dinliyor. Bu iyi. Çünkü benim içim soğumaz hiç. Yandıkça yanarım ben. Bundan başkasını da yakamam bunu biliyorum. Bazen işlerin üzerine gidip kapatmakta fayda var. Yanlış anlama kız güzel, kız gönüllü ama benim içim geçmiş diyeyim. Yedinci gün geliyor. Kızdan halâ ses yok. Gülüyorum akşama kadar kendi kendime. O akşam çağırıyorum bunu bir çay daha içiyoruz. İçi parçalana parçalana anlatıyor. Gözünden yaşlar akıyor. “Haa, bak bu kadar basit işteee.” diyorum tebessüm ederek.” “Sen sıkma canını diyorum.” (Gördükleriyle alakalı) “Biz, olmayacağız. Bu güzel bak. Allah yüzümüze baktı, baştan haberimiz oldu. Öteki meseleleri de böyle, böyle, böyle halledersin.” diyorum. Ertesi sabah kıza son kez sarılıyorum. “Ben sözümü tutayım da...” Sonra pek görüşmüyoruz. Kız bir salaklık yapıyor. Bana değil. Benimle alakası bile yok. Çağırıyorum olayın muhataplarını. “Özür dile bundan.” diyorum. Diliyor. “Tamam. Sen bilirsin.” diyorum. Gözlerinden yaşlar aka aka gidiyor. Bir aylık falan macera toplasan. Söz dinlemek bu yüzden önemli işte... Neyse. Nâlan işte bana sarılıyor girer girmez. Ağır kadın çünkü dışarıda milletin içinde sarılamadı. Bekledi, bekledi...Sonunda beklediği gün geldi. O gün anlatıyor hikâyenin tamamını. Bir kadının nâlân olması basit bir mesele değildir cânım benim...
Anlatırım çocuk. Belki hemen, belki bilahare... Yorgunum şimdi. Çok vaktim kalmadı. Hem çocuk... Anlamıyorsun. Şurada haziran sonuna ne kaldı?
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Akdeniz tebaası bırakmaz yakamı. Bu çocuk da İzmirli... Uzun zaman yoksun kaldığım işlerime geri dönmüştüm. Çocuk bana “Abi ilk kez abim varmış gibi hissediyorum.” demişti. Çocuktur konuşur. Böyle neler duydum bir bilsen... Laf... Kendini bilmezin seni bilmesi vâki mi değil? Mesela sen, beni bildin mi? Üzülme çocuk, bileceksin... Neyse çocuk devam ediyor:
“Abi var ya, valla bak hayatımı değiştirdin. İstanbul’a gelince seninle tanışacağım. İstanbul’un öteki ucunda olsam da tanışacağım.”
Tanışmayacaksın çocuk. Ağzından çıkanı bilmezsin. Hayatını ne kadar değiştirdim, seni ne kadar değiştirdim bilmezsin. Yine de konuşur, sözler verirsin. Hamsın çocuk ham. Ama üzülme seni pişireceğim ateşimin hem karasıyla hem akıyla... Şunun şurasında Haziran sonuna ne kaldı, âh ulan âh çocuk...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Ben ölseydim çocuk, eğer ki ben ölseydim ve ölü kalsaydım içim böylesine yanmazdı... Ölme çocuk, ölme... Bir çocuğun ölmesi öyle basit bir mesele değildir...
19 Haziran Cuma... Yavaş yavaş yanmaya başlıyorsun çocuk. Gözün aydın...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
+Elin neden öyle oluyor senin?
-Bir kızı sevdim. Onun hakkında ne varsa yandı...
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
-Metin üst sınırına ne ara ulaştık anasını satayım. Neyse önceki yazının devamı bu...-
ULAN İLLA BAŞINA BÖYLE BİR ŞEY GELMESİ LAZIM DEĞİL Mİ BENİ ARAMAN İÇİN?! diyorum. Yaaa öyle kızma ama diyor büzülerek. Gönlünü edip kapatıyorum. Çok nadir insanın naz etmesine müsade ederim. Biri de Gülse... Telefonu kapatıyorum. Sonra aradan birkaç gün geçiyor Cumartesi Gülse’yi aramak geçiyor içimden. Ama o gün bir telefon hakkım var kendime tanıdığım. Daha mühim bir meseleyi anıyorum. Ama Gülse aklımda sürekli. Çünkü aklındayım Gülse’min. Neyse Pazartesi de arayayım diyorum. Dur bakalım, diyorum o arar yakında. Akşam annemle görüşüyorlar. İyi oldu görüştüğünüz, diyorum. Bir şey demiyor ama. Bir şey var, ama demiyor. Bu çok ilginç. Son birkaç yıldır böyle hissettiğimde ruhum daralırdı. Bu sefer öyle olmuyor. Heyecanlıyım. Alışmışlıklar ilginç... Neyse bugün oluyor -Çarşamba- annemin telefonu çalıyor. “Gülse hamile.” Alıyorum telefonu elime. “Eee arayan bulur Gülseciğim...” diyorum. Gülse mutlu, Gülse minnettar. Bu hafta sonu öğrenmiştik, kan testi de yapayım emin olalım diye bekledik. Kaç gündür duramıyoruz, diyor. Her hamile kadının yapması gerekenleri anlatıyorum ona. Abdestsiz yere basmamak gibi... Tamam diyor. O tamam diyorsa tamamdır. Mükemmeliyetçi melankolik işte. Her neyse. Gülse gibi çokları murâdına erer, merak etme. Babamla Fight Club’taki gibi bir baba oğul konuşması esnasında: “Yaşıyorsun bu hayatı.” diyorum. Benim babam sonuçta: “Yaşamıyorum oğlum başkalarının yaşadığı hayata eşlik ediyorum sadece.” diyor. Oooo öyleyse iyi, diyorum. Ne güzel işte. Çünkü her nâmurad olan bermurâd olmaz hayatta. Başkalarını sevip sevindirmek. Onlarla sevinmek mesele. Allah muradına kavuştursun. Ne diyeyim. Bu lazım olur. Olagelmiştir zira... Şunun şurasında Haziran sonuna ne kaldı çocuk... :)
0 notes
ahcocuk · 4 years
Text
Her zamankinden biraz daha yoğun geçen bir gece mesaisinin ardından uyuyorum. Sabah kalktığımda annem kuzenimin aradığını söylüyor, rüya görmüş, benimle görüşmek istiyormuş, başlıyor anlatmaya... Ya bırak Söyleyecek bir şeyi varsa arar bana söyler, diyorum...
Onca kuzen içinde en büyüğü ve tek kız kuzenim: Gülse...
Gülse demişler ismine gülmüş Gülse... Sülalenin nazlısı. Bir sürü yağız delikanlı sürekli takılırız Gülse’ye... Eee tek kız kuzen olmak kolay değil. Cıvıl cıvıldır Gülse hep, içinin yanığını kimselere açmaz. Açmazları açanlar müstesna... Burası çokomelli, biraz da ironik bak...
Bir gün beni tanıması lazım gelen bir cân ziyarete gidecekken “Bizden de aşk-I niyâz et.” diyorum. Çünkü ârif adama öyle çok söze gerek yok. Bir ân yaşadı mı kavrayıverir. Her zaman demem, bildiğinden: “Hayırdır abi?” diyor. Gidince öğrenirsin diyorum. Sonraki görüşmemizde laf arası çenesini kırıştırarak bana diyor ki “Ya hocam, Ya Fettah esması zuhur etti. Nedendir bilemedim?” “Olur, olur.” diyorum. Beni sevenler merakî olmuştur biraz. Israr edecek gibi oluyor çok da zorlamıyor. Bir şeyi söylemem gibi söylememem de nimet onun için, o bunu biliyor. Böyle bir iki kişi var hayatımda. İstanbul’da da iki elin parmağını geçmez. Bu zevat laftan da anlar, hâlden de anlar. İlginç insanlardır bunlar, pek görüşmezler birbirleriyle. İşi başından aşkın tipler hep. Hep bir yere yürür gidişleri. Güzel insanlar. Bunlarla susması ayrı bir haz insana. Neyse, işte “açmazları açan” meselesinin özü bu...
Gülse demiştim. Canım benim. Ben lisedeyken bu bi’ çocuğu sevdi. Böyle küpeli müpeli, dövmeli bir tip. Ana hacı, baba hacı, bizim Gülse uçarı... Helâl olsun ama sevdiler birbirlerini. Aile pek yanaşmadı önce, büyük bir olay da çıkarmadılar ama. Bu getirdi çocuğu evlendiler gitti. Öyle dalavere yok anlayacağın... İşte o gün bugündür bütün sülalenin aklında tek bir soru var, çünkü insanlar işsiz, çünkü insanlar gerizekalı; ayrı mesele: Bunlar neden çocuk yapmıyorlar? Bununla alakalı zibilyon tane teori dönüyor ortada. Ya kardeşim siz işinize baksanıza nelerle uğraşıyorsunuz, deyip geçiyorum. Bir gün Gülse’yi tenhada yakaladım. Belli teyzeler dayanamayıp sonunda bunu iyi bir darlamışlar. “N’aber kız?” diyorum. Gülüyor. “İyiiii.” Ama yemezler işte. Ona bir cümle kuruyorum, o sıralar sana kurduğum bir cümle, kafamda dolanıp duruyor... “Bak sana ne diyeceğim, ‘Her nasib vaktine esirdir.’” diyorum direk. Maskesini düşürdüğüm her kadın gibi bakıyor bana afallamış bir şekilde... Kimsenin ne düşündüğünün, ne konuştuğunun bir önemi yok. Mesele sadece şu: Sen ne istiyorsun? Gerisi teferruat... Anladın mı beni? diyorum. O bulunduğu sıkıntılı hâlden çıkıp “Hı hıı” diyor, kafa sallayarak. Aradan biraz zaman geçiyor Yunan adalarına seyahate gideceklerini öğreniyorum sevdiceğiyle, pardon, sevdiğiyle. Sakız adasına gidecek misiniz? diyorum. Evet, diyor. İyi, bana da bir paket sakızlı kahve getir oradan diyorum. Tamam, diyor. Hatta iki paket getir, diyorum. “Bir paket seni kesmez.” Tamam, diyor. Bak sakın ola unutmayasın, diyorum. Tamam, sen merak etme, diyor. Ben ne merak edeceğim, sen merak et, Allah Allah, diyorum. -Ne çok virgül var çocuk...- Kahveyi getiriyor dönüşte. Onu kessen unutmaz o kahveyi çünkü sever beni. E hani insan nisyan ile malüldü? Sevince öyle değil işte... Neyse, araları limonî kocasıyla o aralar. Kahve getirtiriyorum ona ki yeni bir muhabbet hasıl olsun aralarında. Oluyor da. Bunu onun bilmesine gerek yok. -Senin bilmene ne gerek var? Onu sen bileceksin...-Muhattabım bildi mi yeter. İyi oku “yeter”. Oğlanın taraf sıkıntılı, laz milleti, fix tarife işte. Yaşanıyor bir şeyler, gençler neticede takıyorlar birbirlerine o koşuşturmacada. Çözülüyor gidiyor. Kocasının ismi Hikmet... Entry Nick uyumu der gülersin. Neyse Hikmet, metal işçisi, Gülse tahsilli, dünyanın en büyüklerinden bir İngiliz tekstil firmasında modelist. Poundla falan maaş alıyor. Çok şeyleri başka. Oluyor ama, olduruyorlar. Çünkü “seviyorlar”. Her neyse, günümüze yaklaşıyor, o vakitler beraberiz. Kafaya çok takıyorsun, takma! diyorum. Her şey vaktinde güzel. Bak vakti olmadan olursa böyle böyle olur deyip bir şeyler anlatıyorum. Yine zaman geçiyor, zamandan ziyade insan geçiyor. Gülsem de en güzel yaşlarında, 30’larında halâ... Ama görsen nasıl genç, nasıl diri halâ... İşte o sabaha geliyoruz. Akşama kadar ilgilenmiyorum meseleyle. “Bazı şeyler yalnız yaşanır. Bazı kapılardan yalnız geçilir.” çünkü. Git gide artıyor sesi kızcağızın telefonla görüşüyoruz. “Buyurun.” diyorum. “Ben hayatımda hiç böyle bir şey yaşamadım daha önce.” diyor. Olur öyle arada, diyorum. Anlat bakalım deyince, ya bir rüya gördüm diyor. Anlat, diyorum. Bir çocuk emziriyorum rüyamda, diyor. “Ama o kadar gerçek ki... İki göğüsümden de emiyor. Çok güzel...” Uyanınca o çocuğu aradım, diyor. Bütün gün evde o çocuğu aradım, diyor. Sesi titremeye başlıyor. Bir kadının sesinin titremesi öyle basit bir hadise değildir. Maşallah, diyorum. Üzülme güzelim benim “arayan bulur”. Senin böyle bir isteğin var mi diyorum? Evet, diyor. Hatta evlenme sebebim diyebilirim, diyor. Hikmet istiyor mu, diyorum. Evet, diyor. Tıbbî bir problem var mı? diyorum. Doktora gittik. İkimizde de bir sıkıntı yok, diyor. Biraz anlatıyorum ona. Bir ara gel diyorum sonunda, çok uzatma. Şunu şunu şöyle yapacaksın, ben diyorum diye yapacaksın, bunu kafana yaz diyorum. Tamam, diyor. İçim rahat. Gülse tamam diyorsa tamamdır çünkü. Bu özlemini duyduğum bir rahatlık. Sen müsterih ol, hiç merak etme, diyorum. Rahatladım ya. Teşekkür ederim. Bu bile iyi geldi, diyor. Gelir tabii, diyorum...
0 notes