akingure52
akingure52
Hayalet Gemi
86 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
akingure52 · 20 hours ago
Text
Bu günkü yazımın konusunu "yükselen ve düşen değerler"e ayırdım. Avrupa'daki gıda enflasyonu sıralamasında açık farkla önde olduğumuzu bir kere daha yüzümüze vuran "hain" haberi okuyunca duygularımın zirve yapmasına şaşırmıyorum. Çünkü artık yükselen niceliksek değerler ile düşüşe geçen niteliksel değerler arasındaki mücadeleden yorulduğumu anladım.
Artan kar oranları derken üstümüze binen vergi oranlarını mı yoksa artan yoksulluk endeksi ile acımasız bir piyasa ekonomisini mi konuşsak bilemedim.
Dezenflasyonun grafiksel anlatımına iyimserliğin yükselme ölçüsü ile mi bakalım, yoksa trafikte hız limitleri yükseltilirken attan para cezalarını mı konuşalım?
İhracat kotaları nedeniyle iç piyasada stok birikmesi yaşanırken (örnek zeytinyağı), enflasyona çare olsun diye para arzı kısıtlanırken, döviz gelsin diye faiz hala yükseklerde tutulurken, hadi hepsini bir kenara koyun, zengin sınıf harcaması daha ucuza gelsin diye dış turizme açılırken dışarıdan niye turist gelsin bu ülkeye diye sormazken, bunları görmemezlikten mi gelelim?
Siyasi belirsizlik var diye dış yatırımcı bize gözünü kapıyorsa, nasıl bir momentteyiz diye sormak lazım değil mi?
Haydi hiç birini konuşmamış olalım. Türkiye'nin en yüksek toplum desteğini almış bir parti darbe yöntemleri ile saf dışı edilmek istenirken, bu partinin bir önceki lideri ellerini ovuşturuyorsa...Bu nasıl bir momenttir yaşanan, diye sormayalım mı ?
Bunları sorgulamayan ve hesap sormayan bir ülkede başımız beladan kurtulmaz. Bu gariplikler zinciri nasıl bir sürecin habercisidir? Her şeye rağmen zıtlıkların bu beraberliginden sağ duyu galip çıkacak mı? Yoksa bekleyip görelim mi diyeceksiniz?
Dua edelim ki öyle olsun, demiyorum. Öyle olmak zorunda.
0 notes
akingure52 · 20 hours ago
Text
Ne diyeyim ben şimdi! Yazacaklarımın çoğunu okuduğunuzda "Zaten ben bunları biliyorum" diyeceğinizden adım gibi eminim. O halde neden? Bildiğimden emin olduğum tek bir şey var, başımız ülke olarak ve partiler üstü anlamda belada! Demokrasinin son kırıntıları da "hadi bununla oyalan şimdi" denecek şekilde önümüze serpiştirilmek isteniyor!
CHP seçmeni ve örgüt tabanı diğer partilere örnek teşkil etmiştir hep. Bata çıka yürüdüğümüz demokrasi yolunda çok şey yaşamış, çok hatalar yapmış olsak da sandık önüne geldiğinde hiç yüksünmeden koşar görevini yapar bu seçmen. Yönetime girmek, siyaset yapmak haddimi aşar dese de eleştirmekten asla geri durmamıştır. Partisine sözünü geçirmek için bir yol bulur elbet, doğrudan içine girip mücadele edeni pek olmasa da.
Beğenmesek de durum budur ama hiç yoktan iyidir. Seçimli bir yönetim tarzına demokrasi diyebilmek için bu yeterli sayılmasa da partinin kulağı hep seçmeninde olur. Ondan gelecek tepkiyi bekler, dinler.
Darbe dönemlerinde bile darbeciler seçmen tavrını dikkate almışlardır hatırlayın. Darbe sabahında seçim vaadi de verilir mutlaka.
Bizde dolaylı yoldan da olsa kamusal bir ağırlık siyasete bir şekilde sesini duyurmak ister.
Şimdi yapılmak istenenlere bakınca dehşete kapılıyor insan.
Başımızdaki yönetim "ali kıran baş keser" olmuş durumda. Partileri kapatmadan felç olmalarını sağlamak, muhalefet etmeyi bölünme olarak kabul etmek, karşısında ne varsa "süpürülecek" nesne yerine koymak bir dehşet hali değil mi?
Artık partiyi kapatmak yerine içinden çökertmek daha pratik gelmeye başladı. Liderlerini ağaç silkeler gibi tutuklayıp sudan bahanelerle hukuksal bir dayanak icat edip iddianame bile olmadan itibarsızaştırma modası ilk defa yaşanıyor bu ülkede.
Seçim sandığında hesaplaşmak, normal siyasi yollara başvurma yerine seçimi kaybedeceğini anlamışsan iftira at, suçla, sustur.
Eğer ülkede muhalet adına siyaset yapmak bu gerçekle baş edebilmek sayılıyor ise vay halimize!
Ülkedeki siyaset geleneğinde toplumcu katılımın güçlü olmadığını varsayanlar şimdi korkutma ve yıldırma yollarını kullanarak halkın derdini ifade etme kanallarını kapatmaya kararlılar.
Siyasetçilere bu yapılanlar daha önce de demokratik hak mücadelesi ve sesini duyurma gösterilerine de uygulanmamış mıydı? Grev yapan sendikalara, toprağına sahip çıkan köylülere, doğa katliamına dur diyen çevrecilere de yapılmamış mıydı?
Şimdi sıra siyasetçiye de geldi.
Halkın yıllardır tek başına kaldığı hak mücadelesinde tutuklanan siyasetçi ile aynı çizgide buluşma yaşanmış oldu.
Buradan bakarsak siyasetin de artık toplumsal beklentileri daha çok dikkate alan demokratik bir eksende kalma sorumluluğu gün gibi aşikar.
Bu nedenle CHP'nin içini karıştırıp partiyi felç etme çabaları fayda etmeyecek göreceksiniz. Siyasi mücadele alanında mızıkçılık edenlere, "oyunu oynamak istiyorsan kurallara uyacaksın" deme cesareti çoğalarak gelecek merak etmeyin.
Bir daha seçilemeyeceklerini anladıklarında kaybettiklerini gizlemeye uğraştıkça hata yapmaya devam edenler sonunda toplumun bu ferasetine çarparak yenilmekten kurtulmayacaklar. Muhalefeti susturmak için her yolu deneseler de sonuç değişmeyecek. Sıra televizyonları kapatmaya gelecek belki. Daha ileri gidip gazetecilere de yeni engeller gelecek. Ama başaramayacaklar. Bu ülke bir hukuk devleti içinde özgürce yaşamayı hak eden onurlu insanların yaşadığı bir yerdir. Tarihsel olarak tecrübeler göstermiştir ki bu topraklarda kadim gelenekleri olan bu toplum zor günleri aşacak yetenektedir...
0 notes
akingure52 · 3 days ago
Text
#KendimeYazılar
BAY KEMAL'E HAYRANLIĞIM!
İtiraf ediyorum, Bay Kemal'lin kendisiyle alıp verdiğim meselenin hikayesi daha eskiye, 2023 seçimleri öncesine dayanır. Uzun yürüyüş sırasında gösterdiği madalyasız kahramanlığın üstünü yırtarcasına sonradan çizmiş olsa da hiç unutamam. Tarih de unutmayacaktır. MÖ 500. yüzyılda Büyük İskender'in Anadolu'ya yaptığı büyük seferi andırır. Ayakkabılarını çıkartıp morarmış tırnaklarını bana gösterirken kendisinden şahsen dinlemiş biriyim.
Hele 2018 seçimlerinde meclis konuşmasında Muharrem beyi kürsüye bir çağrışı vardır ki destan niteliğinde bir anı sayılır, nitekim içimize taş gibi oturmuştur. Daha öncesinde ise en büyük hatamdır dediği huzur ve istikrar yemini ederek MHP 'den seçmece karpuz gibi piyasaya sürdüğü Ekmeleddin bey hadisesi de dillere değil tarihe destan olmuş vakayı hayriyeden sayılır.
Ben anlattıkça elim tutmaz oluyor, titriyorum. Her hatırlamayla beynim daha geriye çalıyor. 2016 yılındaki büyük destur ilanına kadar geliyorum. Anayasa değişikliğinin yolunu açan bu süreç kafamda pervane gibi dönüyor. 6-8 Ekim 2014'deki Kobani eylemlerine suçlu aranırken artan terör olaylarını da gerekçe göstererek parlamentoya yapılan dokunulmazlıkların kaldırılması çağrısına tostluyorum birden. Büyük kahramanım yine kürsüye fırlayıp sözde devletin bekası adına iktidar refleksiyle davranmaktan çekinmiyor ve dokunulmazlıkları kaldırma çağrılarına dört kulağıyla uyum gösteriyor.
Zavallım kurban Demirtaş yıllar sonra, "evet denmeseydi tarih başka türlü olurdu" dediği hadise vuku buluyor ve kendisine, yanlış anlaşılmasın, Bay Kemal'e hayranlığım böyle başlıyor!
Kahramanımın en büyük eserim olacak dediği 2023 yılına gelirsek burada ona hakkı yenmiş yetim dememek haksızlık sayılır. O gösterdiği muhte��em çabanın değerini bilmek lazım! Ağzı kitlenmiş halde aylarca sus pus bekleyip sonunda "ne görsek beğenirsiniz" dediğimiz sonuçları yaşadıktan sonra gözlerim yaşarmış halde kapısını çalıp kendisine sarılmamı hiç unutamıyorum.
Beni teskin ederken, "olur böyle vakalar, ben de istemezdim" demişti. Benle konuşurken gözünde sönmeyen ışığı nasıl fark edememişim! Sonra parti içinde uğradığı malum ihanet başladı zaten. Onu çekemeyenler ile çekiştirenler arası kavganın yaşandığı 2024 kurultayında ipler kopunca yine ziyaretine gittim. Çok kararlıyım dediğini bu gün gibi hatırlıyorum. "Bu kez yürüyüşüm daha uzun sürecek" dedi bana. Nasıl diye sorduğumda, görünce anlarsın dedi.
Bay Kemal ile başlayan yolculuğun hikayesi işte böyle. Şimdi partisini ekmek gibi doğrayıp kuşlara mı yedirecek sanıyorsunuz? Hiç sanmıyorum. Bile isteye ikram edecek. Kime mi?
0 notes
akingure52 · 3 days ago
Text
TAŞRA VE KASABALILIK ÜZERİNE
Yazmak istemezdim ama olmuyor. Sosyal medya üzerinden yazmak çoğu kere bir işe yaramaz. Sizi fenomen yapan iletişim komedisinin bir parçası değilseniz benim yaptığım gibi anı defterinin sayfalarına içinizi dökmekten başka çareniz yok demektir. 
Sosyal medyayı olduğu gibi kabul edip kendime yazılar başlığı altında  yine bir kaç satır yazayım istiyorum.  Amacım  ülkemizde yerel gazeteciliğin "iflas" etmiş olmasını ciddiye alarak biraz kelam etmek istemem sadece. 
Taşrada yaşamanın en zor yanlarından biris de yazmayı ve haberciliği seven birinin bu konuda yaşadığı çaresizliklerdir. Bu yerel gazete okurluğunun giderek yok olmasının  tabii sonucu sayılsa da bireyin taşralılık sınırlarına dayanmış acınası halinin bir hikayesidir. 
Çok güçlü bir şair, çok iyi bir ressam, çok başarılı bir öğretmen, çok yetenekli bir müzisyen olabilirsiniz ama eğer hayatınızı taşra ölçeğine mahkum eden koşullara razıysanız hayalleriniz ile gerçekler arasında sıkaşarak ömrünüzü tüketir durursunuz. 
Bu bizim gibi ülkelerde daha bariz yaşanır. Taşrada özgür değilsinizdir, yaratmak istediğinizin volümüne ayak uyduracak insanlar  olmayınca hoşlarına gitmediğiniz veya ürküttüğünüz çevrelere yakalanmanız ve  itibarsızlaştırılmanız çok kolaydır. 
Bu nedenle taşra aydını veya sanatçısı kendini daha fazla tehlikede hisseder ve içe kapanmayı tercih eder. Daha az insanla konuşur, daha fazla kendini içkiye kaptırır. Ve genellikle adı öldükten sonra duyulur. Kitapları, çalışmaları geç fark edilir. Sonuç tarih boyunca hep böyle olmuştur. İsterseniz isim de verebilirim.  
Taşralılık kötü bir yazgıdır. Kolay aşınmaz taşlarla örülmüş dar bir çembere mahkum eder sizi. Yani kısacası taşradan kopmadan taşra ile mücadele etmek neredeyse imkansızdır. 
Neden yazıyorsun bunları diyenlere kötü bir haberim var. Hiç yaşadınız mı taşrada?
0 notes
akingure52 · 3 days ago
Text
#OlayMahaliYazıları
İçinizden geçiyordur belki, "Akın sen Ayvalık'da şiirini yazmana bak, denizin ve yeşilin tadını çıkar, sana ne TÜSİAD'dan" diyebilirsiniz...Ama ülke bu haldeyken yani güneşin önüne bulut, ağacın dibine de balta düşmüşse gel de oyalan hiçbir şey umurunda olmadan...
O halde aynı minvalde yazmaya başlayalım yine...
TÜSİAD anladığım kadarıyla bu kez dersini çıkarmış ama yine de sözüm var ciddiyetiyle kaygılarını ve şartlarını sıralamış:
"Ekonomik büyümenin bir miktar yavaşlamasını kabullenmeliyiz.
Özel sektörde ve kamuda kaynakları verimli kullanmalı ve harcamaları kontrol altına almalıyız.
Enflasyonist olmayan adil vergilendirme yapmalıyız.
Ve en önemlisi beklentileri olumlu yönde geliştirmeli ve ekonomik dalgalanmalar yaratmamalıyız, aksine istikrarlı bir ortam için alan açmalıyız.
Aras ayrıca, "Toplumsal refahı arttırmak, hayat pahalılığı sorununu çözmek, gelir dağılımını düzeltmek için mutlaka enflasyonu düşük tek hanelere indirmeliyiz. Düşen enflasyonun yarattığı güven ortamı ve artan verimlilik yeni dünya düzeninde ülkemizi üst sıralara taşıyacaktır" demiş...
Eh pek kızdıracak laflar etmemiş sayılır ...
Ben iktisattan anlarım demeyeceğim ama diyeceklerim var elbet bunlara.
Ekonomik büyümenin yavaşlaması alıştığımız, epeydir tanık olduğumuz bir tavsiye. İktidar zaten bunu yürütmeye çalışmıyor mu bir süredir. Bu daha az yatırım demek. Kısıtlı paranın doğru ellerin kontrolünde olması ise fiyatlarda talep baskısını düşürmek...Karşılığı daha fazla işsizlik ve iş yerlerinde artan iflas demek.
Bunu yapmak için kaynakları kar getirmeyen( ki buna verimsizlik diyorlar) alanlar yerine işini iyi bilen büyük sermaye erbabına yönlendirneli. Bu ise krizden tekelleşerek büyüyen sermayenin ekonominin tek sahibi olması demek...
Altta kalanın canı sıksın, küçük ve orta ölçekte işletmelerin ruhuna fatiha!
Bu işsizliğe yol açar, onu siyasetçi düşünsün, bana ne!
Enflasyonist olmayan vergilendirme istemek ise iki yüzlülüğün ta kendisi. Gelirine göre vergi matrahınına enflasyon farkı ayarlaması yaparak daha az vergi ödemek. Sevsinler seni...Uyanık.
Vergi yüknün yüzde 70'ni omuzlamış vatandaştan enflasyon dinlemeden dolaylı yoldan tahsilatını yap ama bana gelince yükümü enflasyon kadar azaltılmış reel gelire göre hesapla. O ne ala!
Gelelim zurnanın zırt dediği yere. Yani daha önemlisi diye vurgu yapılan mevzuya. O da şu: Beklentileri olumsuz yönde etkileyecek ekonomik dalgalanmalardan kaçınma hatırlatması aslında piyasaları ve döviz dengesini alt üst edecek siyasi tepkilerden uzak durunuz demek. Ne demek istediğini geçmişte daha açık cümlelerle izah eden TÜSİAD bu kez dersini almış uslu çocuk edasıyla akıllı davranmış gördüğünüz gibi.
Sonrasını okumak ve yorum yapmak gereksiz. Refah artışı , gelir dağılımı dengesi, düşük enflasyon ve sağlanacak güven ortamı ile gelsin oylar pardon paralar diyen Mehmet Şimşek'in vaatlerini zaten biliyoruz. Bu konuda yönetimle ne güzel anlaştıklarına itiraz edenin dili şişsin!
0 notes
akingure52 · 3 days ago
Text
#KendimeYazılar
Mustafa Kemal Nutuk'un giriş kısmında vatanın içinde bulunduğu durumu oldukça gerçekçi ve sert ifadelerle özetler, Osmanlı Devleti'nin siyasi, askeri ve ekonomik çöküş halinde olduğunu belirtir ve milletin geleceğinin büyük bir tehlike altında olduğunu vurgular:
“Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, Harb-i Umumî’de yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir mütareke imzalanmış...” diye başlar ve ardından şu önemli tespiti yapar:
“Ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve ülkeyi savaşa sürükleyenler kendi hayatları derdine düşerek yurttan kaçmışlardır."
Burada İttihat Terakki yönetimini kastederek konuşmaktadır. Arkasından saltanat ve hilafet makamında bulunan Vahdettin'e sözü getirerek padişahın yalnızca kendini ve tahtını koruyabileceğini sandığını söyler. Vahdettin için kullandığı sözler oldukça sert ve gerçekçidir.
Atatürk'ün çizdiği tablo bir ülkenin geldiği hazin durumun özetidir...
Osmanlı Devleti savaşta yenilmiştir.
Ordusu dağıtılmış, silahları elinden alınmıştır.
İstanbul hükümeti aciz ve işbirlikçi durumdadır.
Millet, yorgun ve yoksuldur.
Ülke, fiilen işgal edilmiştir.
Gelecek için hiçbir güvence yoktur.
Bu karanlık tabloyu çizdikleri sonra ülkenin milletine seslenerek bu durumdan çıkmak için şu tarihi tespiti yapar:
“Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Neden yazıyorum bunları? Şimdi de bu kadar kötü bir halde miyiz ve içinde bulunduğumuz durumdan yine 107 sene öncesine dönüp gereken dersleri alarak çıkabilecek miyiz?
Evet biliyorum, büyük bir korku ve endişe halindeyiz. Ülkenin ana muhalefet partisinin geleceği de büyük bir tehdit altında. Daha bir yıl önce yapılmış belediye seçimleriyle ülkede milletin çoğunluğunu temsil edecek güçte olduğunu kanıtlamış bir partinin, CHP'nin yeni seçilmiş belediye başkanlarının bir bölümü itibarsızlaştırma girişimi ile tutuklandılar.
Kurultay kararları da benzer bir girişimle geçersiz kılınmaya çalışılıyor. Amaçlarının CHP'yi bitirmek ve muhalefeti işlemez hale getirmek olduğunun herkes farkında! Bu şimdiye kadar en son 1980 askeri darbesinde yaşanmış bir durum.
Seçilen yöneticileri bir suç örgütüymüş gibi gösterip susturarak yeni bir anayasa ile iktidarlarını sağlama almaya çalışmak, demokrasinin bütün araçlarını yok ederek rejimi tamamen kendi kontrolünde tutacaklarını sanmak nasıl bir gaflettir?
Bu hazırlık ve düşüncelerin ülkemize vereceği zararı tahmin edememek geleceğimiz açısından nasıl bir tehdit altında bulunduğumuz göstermiyor mu?
Herkes korku duvarları ardında sinmiş kalınsın isteniyor...
Bu insan onuruna vurulmuş en acı bir darbe değil mi?
En son ülkenin bağımsız ve özgür kalabilmiş iki, üç TV kanalından birisinin yani Halk TV 'nin başına bir kayyum getirilmesi hazırlıkları bu tehditin nasıl büyüdüğünü gösteriyor.
30 Haziranda yapılacak duruşma ile CHP kurultayı hakkında alınacak kararların da benzer çizgide olacağı tahmin ediliyor.
Siyasi liderlere uygulanan tutuklamalar ve açılan davalar ile ülke bir çıkmaza sürüklenmek isteniyor. Yaşanan bütün sıkıntıların kaynağını bu hukuksuz gidişat oluşturuyor.
Ekonomik şartların yoksullaşmayı hızlandıran sonuçlarıyla beraber buna dur diyecek çare aziz milletin sağduyulu ferasetinde hala var, hiç tasalanmasın kimse.
En son merhum Ferdi Zeyrek'in cenaze töreninde şahit olduğumuz beraberlik coşkusu bu ferasetin nasıl yıkılmaz olduğunu iktidara göstermiş olmalıdır.
Bu ülkenin halkları tek bir yürekte toplanıp bu kötü gidişe dur diyecek cesarete sahip Türkiye evlatlarıdır. Kimse korkmasın.
0 notes
akingure52 · 3 days ago
Text
#KendimeYazılar
Kılıçdaroğlu meselesi, üstü kazıldıkça daha net anlaşılan bir duruma benzemeye başladı.
Ne mi demek istiyorum?
Hep denir ya, CHP Türkiye’nin kurucu partisidir. Burada kurucu olarak sözü edilen dönemin 1938 yılında bittiğini düşünüyorum. Uzun yıllar bu kurucu olma niteliği bir kabuk gibi partinin üstünü kapatmıştır. Aslında kabul etmek gerekir ki 1938'den sonra bu kurucu nitelik karşı koyulmaz şekilde tarihsel bir kaçınılmazlık olarak, içinden başka partileri çıkartan bir "verimli" toprağa dönüşmüştür. DP böyle doğar. Türkçülük'den evrilerek aşırı milliyetçiliğe kayan Türkeş 27 Mayıs darbesinden güç alır. Bu gün hala İttihat ve Terakki kökenli milliyetçi kalıplar ve sadakat duygusu muhalefet tarafında kalsa bile daima demokrasi ve yurttaşlık anlayışı ve özgürlüklere bakışı ile sosyalist görüşün karşısında mevzilenmiş olarak karşımıza çıkar.
Kadim siyaset kavramlarıyla savunulan "Devlet-i Ebed-Müddet" anlayışı hiç değişmemiştir.
CHP'nin tarihi yakın demokrasi tarihinin hep ana karakteri olarak kalmaya devam eder. 80 darbesi sonrası kapatılsa da buradan bir dönüşüm ile yenilenmiş olarak kurtulma arayışları başarısızlığa uğrar.
Saplanıp kalınan noktadan biraz ileriyi görerek ayrılmayi öngören DSP, SHP gibi oluşumlar da uzun ömürlü olmamıştır. 80 darbesi sonrası üç yıl ilçe yönetiminde bulunduğum DSP benim için tam bir hayal kırıklığıydı mesela. Sanki birileri CHPyi bir seçim sandığı ile sınırlı demokrasi sisteminde bir figür olarak kalsın istemiştir.
Şimdi Kılıçdaroğlu 'dan beklenen tavırlara bakıldığında o tersini savunsa da benzer bir işlev fark ediliyor.
CHP kuruculuğunu yitirdikten sonra mevcut düzenin sınır bekçisi olarak kalsın, kurucu değil koruyucu olsun isteniyor...
Bunu isteyenler elbette dışımızda bize hep rol biçmekle uğraşan çevrelere de sevimli gözüküyorlar.
Konuyu fazla dağıtmadan bitireyim. Kılıçdaroğlu yukarıda anlattığım eskimiş bir zihin kalıntısını temsil eden siyasetin sözcüğünü yapıyor. Halk ise artık böyle düşünmüyor ve CHP'den gerçek bir muhalefet görevini üstlenmesini bekliyor. Artık halkın iradesi CHP'yi uzun süredir saplanıp kaldığı yerden çıkmaya zorluyor. Bundan rahatsızlık duyan köhne politikacı elbette durumdan rahatsız olacak...
0 notes
akingure52 · 3 days ago
Text
Bugün beni tedirgin eden "bir muhalefet etme sorunu" var mı sorusunu açmak istiyorum. Bunun kesin bir cevabını bilseydim, girişe böyle başlamaz, soruyu anlamayı değil doğrudan cevabını verirdim. Ama ben burada durumu anlamaya çalışacağım şimdilik.
Geçen akşam Sözcü Tv'de Türker Ertürk'ü dinlerken konunun önemini yorumlayarak yapılan uyarıya hak verdim. Bence emekli general haklıydı. Evet CHP'de Özgür Özel ile başlayan, farkedilir bir değişim hamlesi var ve bu iktidarı değiştirmeye yönelik daha aktif ve gerçekçi olmayı hedefliyor. Bunun İngilizcede karşılığı "challenge" kelimesidir ve buradaki anlamı meydan okumadır. CHP eski yönetim kademelerinde görmeye alışık olunmayan bir dinamiği kanıtlıyor. Çünkü şartlar değişmiş durumda artık, partinin kurumsal geleceği ile demokratik hakların uğradığı kayıplar böyle bir tavır değişikliğini adeta zorluyor denebilir.
Mitinglerin toplumsal muhalefete yönelik güçlendirici bir eylem hali olması en çok partiye umut verenleri sevindiriyor. Ancak iktidar cenahı bütün bu direnişe rağmen geri adım atmadığı gibi hamlelerini daha sert ve kararlı bir şekilde sürdürüyor. Mitinglerin devam etmesi normal kurallarla işleyen bir rejimde elbette değişim yönünde etkili olacaktır. Ancak bizde siyaset tarihinin bütün içsel- zihinsel dinamiği (elbette onu çerçeveleyen bütün şartlarla beraber) düşünüldüğünde kamuoyunun baskılarına ve arzusuna karşı bildiğini okuyan bütün iktidarlar, demokrasi dışı ve hukuk dayanağı olmayan yöntemlere başvurmuşlardır. Burada sorun muhalefet yaparken hem demokratik seçeneği sonuna kadar savunmak hem de bu demokrasi dışı yollara tevessül edenlere geri adım attıracak başka etkin çareler üretme ihtiyacında yatıyor.
Yukarıda söylediğim gibi anlamaya çalışıyorum dediğim soruyu biraz açayım. CHP muhalefet yapma tarzında attığı adımları daha etkili bir noktaya taşıyacak neler yapmalıdır? Bence bunun başında örgüt tabanında yapacağı yapısal değişimler gelmelidir. Burada, kongre süreçlerini kast etmediğimi belirtmeliyim. Söz konusu beklenti daha derinlemesine bir dönüşüm olarak anlaşılmalı.
En başta siyaset yapa biçimini özünde yeniden kavramış, sol ekseni tanımlayan siyasi anlamları yeteri kadar içselleştirmiş, siyaseti kişisel kariyerin ötesine taşımış ve içinde yaşadığı topluma bu konuda güven aşılayabilmiş yeni bir kurumsal kimlikten söz ediyorum.
İkinci sırada ise, sadece miting eylemleri ile değil toplumsal hayatın her alanında giderek yayılan bir dayanışma ve yaratıcı bir pratik ile çözüm tarzını inandırıcı bir şekilde kitlelere anlatabilmek geliyor.
Bunu parti üst yönetimlerinden beklemek hazırcılığı yerine siyaseti gerçek bir özveri gerektiren çabalar bütünü olarak anlamak zorundasınız.
Muhalefetin ihtiyacı olan şey şimdi sadece karşı çıktığımız durumu halka inandırmak ve onları yanımıza çekmekten ibaret kalmamalı, iktidara gelindiğinde nasıl ve kimlerle dayanışarak iktidarın sahibi olunacağını izah etmek olarak anlaşılmalı.
Bunun değişik kanallarda aşılması gereken zorlukları var ve sanırım CHP'de yönetimi omuzlayan yeni kadrolar bunun farkında. Ancak bu yetmez, asıl mesele muhalefete destek olacak partili olmasa da, düşünen, kafa yoran, hayatın içinde mücadele veren geniş halk kesimlerini de hayal kırıklığına uğratmayacak bir kucaklaşma olmalıdır. Muhalefetin tabanından alacağı çözüm odaklı cesaret ve gücü böyle kazanacağını umuyorum.
0 notes
akingure52 · 14 days ago
Text
BABAMA MEKTUBUM
Keşke ben biraz daha genç olsam sen de bu kadar erken ölmeseydin baba. Bu gün babalar gününde benim de gününü kutladığım bir babam olsaydı. Özelikle şu günlerde seninle kim bilir aynı fikirlerde olmasak da neler konuşur, neleri tartışırdık aramızda. Sana son yazdıklarımdan bölümler okumayı ve görüşünü öğrenmeyi o kadar çok isterdim ki. Biliyorum gençken itirazlarıma kızarken bunda benim için endişelenmenin de payı vardı. Bu ülkeyi o zamanlar benden daha iyi tanıyordun, şimdi daha iyi anlıyorum bunu. Senin yerinde bir baba olarak karşıma çocuğum olarak kendimi koysaydım belki ben de aynı şeyleri söylerdim oğluma. İkimiz de ne çok kahrını çektik bu ülkenin değil mi? Üstelik sen taşrada avukatlık yapan bir kişi olarak, bilirim, ne çok yalnızlık çekerdin. Hiç pişmanım dediğini duymadım ama bilirdim, burada mesleğini en iyi yapan bir kaç avukattan biriydin, bunu ofisinde kulak misafiri olduğum arkadaş sohbetlerinde ağzından dinlediğim sözlerinden, itirazlarından ve mesleğinin özü sayılacak savunmalarından anlardım. Senin farklılığını daha o yaşlarda anladığımda senden ne kadar çok gurur duyduğumu belki yüzüne karşı hiç söylemedim; şimdi beni duyamayacaksın ama benim için böyleydin baba. Etrafındaki çok az dostundan bazılarını daha sonra araştırıp yakından tanıdığımda aklımdan geçen şu olmuştu: Benim babam da onlardan biriydi. Biliyor musun baba, bunu öğrendiğim günden beri sana duyduğum hayranlığım daha da arttı. Sen o taşra kentinde yakın dostlarınla birlikte bir vaha gibiydiniz herkes için. Her konuda size gelip danışan genç avukatların gözünde yıllar sonra baro odasında asılı duran, adın yazılı cüppeni görünce de anladım bunu. Belki yaşarken kimseden duymamışsındır sana hayranlıklarını ama sen öldükten sonra oğlu olduğumu söylediğimde biraz mahçup ve üzgün bir yüzle "Behzat beyin oğlusunuz, öylemi" diyenlerin ne çok olduğunu bilmeni isterim. Ama benim için senin oğlun olmayı asıl önemli kılan bunlardan da öte şeylerdi. Hatırlar mısın, bana bir daktilo almıştın durup dururken, çok şaşırmıştım. Böyle sürprizler yapmayı severdin. O daktilo hala odamın bir köşesinde duruyor artık kullanmasam da. Bana bu hediyeyi almakla yaptığın değer biçilmez katkın sayesinde bak bana yazmayı nasıl sevdirdiğini anlatmaya çalışıyorum görüyorsun değil mi? Yazma merakımı yakalayıp her fırsatta bunu kanıtlamayı sağlayan ödevlerini hiç unutmuyorum. Üyesi olduğun partinin bildirilerini bana yazdırmandan tut da, Barolar Birliği sempozyumunda yapacağın konuşmanın metnini benim düzeltmemi istemene kadar bana duyduğun güven için sana teşekkür ediyorum baba.
Ah baba, sana hayranlığım kadar öfkeli olduğum şeyler de var elbet. Ama bunları tekrarlamanın zamanı çoktan geçti farkındayım. Bunları yanına geldiğimde konuşuruz artık. Babalar günün kutlu olsun sevgili Babam.
Tumblr media
0 notes
akingure52 · 21 days ago
Text
Dün paylaştım. Birgün Gazetesinin başlığı Sarayı muhalefeti bölme hesapları üzerineydi. Yazı uzun. Bilmiyorum okuyabildiniz mi? Aynı gün arkadaşım Mehmet Enver Altın 'dan bir roman incelemesi geldi. Avusturyalı bir yazarın eserine aitti. Yaşadığı dönemin sıkıntılarına boyun eğmeyen bir karakterin ülkesinin durumuna eleştirel bakışıyla ilgili. Joseph Roth'un İmparator Mezarlığı romanı bana çok ilginç geldi. Mehmet gönderdiği yazının başında şöyle bir alıntı da yapmış:
"Metternich rejimi, kendisini çevreleyen saray, ordu ve bağlı bürokrasisi ile halkta anarşi yılgınlığı yaratarak Ulusal Muhafız ve Halk Komitelerini dağıttı. İzleyen bir kararname ile Anayasa ve Seçim yasası askıya alındı. Etrafına iyi eğitilmiş, yeniden örgütlenmiş Avusturya ordusu ile Radetzky gibi karşı devrimciler, başları üzerinde dam yanarken, teorik safsataları tartışan ilerici güçleri ezip geçtiler. Almanya’da Devrim Karşı Devrim, F. Engels, Birlik Yayınları, Şubat 1975 "
Metternich rejimini dönemin Fransız ihtilali ile başlayan milliyetçi akımlara direnen monarşinin son çırpınışları diye düşünün. Avusturya imparatorluğunda başbakanlık yapmış bir isim. Yapılan alıntıda verilen özetin Türkiye ile benzerliğini kurmakta hiç zorlanmadığınızı tahmin ediyorum. Tam olmasa bile andırıyor değil mi?
Farklı günlerden geçiyoruz derken gelecekte nasıl bir ülkede olacağız sorusunun cevabını arıyorum boyuna.
Yapılmak istenen ana muhalefetin halkın itiraz sesini yükselten bir temsiliyeti üstlenmesi üzerine demokratik sürecin toptan askıya alınmasından ibaret.
Birgün'deki yazıda da özetendiği gibi 1980 darbesinin komutanlarının açtığı yolda ilerleyen bir demokrasiyi yok etme süreci hayatın bütün akışına müdahale olarak karşımıza dikilmiş durumda. Seçilmiş belediye başkanlarını yargısız infaz yaparcasına gözden düşürmenin, seçilmişlere yapılan haksızlık kadar onları seçenlerin iradesine bir darbe olduğunun herkes farkında. Yani artık başımızdaki rejim bize ya itaat edersiniz ya da size söz hakkı -buna oy hakkı da diyebilirsiniz- tanımam ısrarında.
Monarşinin artık tarih olmuş direnişini andıran, şimdiyse başka bir çerçevede kurulu düzenin değişime karşı çıkışıdır bu. CHP gibi ülkenin en eski partisini kapatmaya varacak kadar gerçeklerden kopmuş bir planın esareti altındayız şimdi.
Olacak olanları bu gerçeğe odaklanıp yorumlayarak aklı başında herkesin bu duruma seyirci kalıp kalmama arasında bir tercih yapması lazım.
0 notes
akingure52 · 26 days ago
Text
ÇIKMAZDA MIYIZ, YOKSA BİR IŞIK VAR MI?
Son derece vahim sonuçlar üretmeye müsait tarihi bir evreden geçtiğimizin farkında mısınız?
Ülke sadece ekonomik göstergeleriye maddi anlamda bir tehdit altında değil, bunu yaşarken zihinsel bir tepetaklak gidişin olduğunu da görmek gerekiyor. Bunu hukuk, siyasi etik ve ahlak açısından herkesi tedirgin eden son tutuklama görüntülerini hatırlatmak amacıyla söylüyorum.
Sorunun çözümünü asıl güçleştiren durum bu.
Elbette asıl gereken koşul demokrasinin olması. Ama bizler ezelden beri ne kadar demokrasi ile yaşadık ki? Asıl sorun demokrasi sandığımız olgunun göstermelik olmasının farkındalığı.
Bunun yarattığı umutsuzluk toplumsal devinimi kısırlaştırıyor ve düzenini bu yapıdan beslenerek güçlendiren bir otokrasiye mahkum bırakıyor.
Ama bu durum hemen olmadı, hatta son 23 yılın eseri olarak karşımıza dikilmedi. 1980 darbesini yaşayan zamanın genç kuşakları hatırlayacaklardır, ülkece demokratik hakların törpülenmesi bundan sonra olacak olanlara yıkılmaz bir kötü miras hazırladı. "Her şey sermaye için, kahrolsun liberalizm düşmanları" diyerek devlet zoruyla hukuk ve emeğin hakları törpülendi. Siyasetin ruhunu kapitalist sömürüye tanamen teslim etmesi o anda başladı, yok edilmesi için solun üstünde tepindiler. Sonunda olacak olan buydu.
Başta adil bir gelir dağılımı ve üretimin bununla paralel artmasını beceremeyenler hem sınıflar arası hem bölgeler arası eşitsizliği çoğaltarak, kullandıkları ayrımcı enstrümanları da zamanlamasını iyi yaparak siyasi yapının üstüne boca ettiler. Zihinleri bulandırırarak etnik ve dini gruplar arasında aşılması güç toplumsal duvarlar örüldü. Bunu siyasetin sürdürülebilirliği açısından rasyonel bir çözüm gibi kullandılar. Tek tipleştirme ve itaat kültürüne dayalı bir eğitim modeli ile de bunun toplumsal dayanağını yaratmaya çalıştılar.
Buradan çıkan sonuçlardan biri, güçler ayrımının olmadığı bir kurumsal çürüme, ikincisi çalışanı ve emeklisi ile mağdur bırakılmış bir toplum, üçüncüsü geleceğin güvencesi olacak çok yönlü güçlü bir üretim alt yapısı ve toplumsal refahı besleyecek güçlü bir ekonominin noksanlığı.
Bütün bunların siyasi farklılığı yansıtan taraflar arasında çoğulcu bir yaklaşımla özgürce tartışılması ve demokratik mücadele içinde çözümün bulunması gerekirken normal olandan uzaklaşılması endişe vericidir. Bu savrulma her açıdan çözümsüzlüğü, tıkanmayı da doğurmakta. Siyasetin ve ekonomik hayatın bütün katmanlarına sıçrayan keyfilik, ortaklaşmadan uzaklaşma, aykırılık süreçleri ile artan zıtlaşma toplumun yönetimi açısından sorunu derinleştirmektedir.
Toplum olarak itaat ve korku arasına sıkışmış haldeyiz. Kendini kollamak ve gelecek tehditi göze alamamak adına oluşan davranış şekli her toplumsal kesimde kendini gösteriyor. Amirinin gözüne girerek terfisini güvence altına alan memurdan tutun, en üst kademedeki bürokratına kadar devlet içindeki her yapıda bu kendine göre şekillenmiş çarpık düzenleşmenin yerleştiğini görürsünüz. Kuralların kuralsızlaşması diyebileceğimiz bu durum devletin kurumlarına olan güvensizliği her alanda yaratarak, düzenin kendisi bir itaat dayatması olarak rejime biçim veriyor.
Bu türden sistemlerin tarihselliği her detayda benzerlikler taşır. İçinden geçtiğimiz küresel ve bölgesel sıkıntıların ağırlık merkezi, başka deyişle mihveri sayılacak kapitalizmin varoluş kavgası geçtiğimiz bu zorlu süreçte ne kadar halkların huzura kavuşmasına elverişli koşullar yaratıyor, ondan emin değilim.
Aksine bir tezi savunmak aklınızdan geçmemeli. Ancak, demokratik geleneği zayıf bir geçmişimiz varken, üstümüze yüklenmiş böyle bir rejimin altında ezilmeye devam edecek miyiz yoksa bir çözüm yolu bulabilecek miyiz? Bundan emin olmak istiyorum.
Burada yaşadığım çekince idrak etmek ile eylemlilik arasındaki farkın açılmasından duyulan bir endişe .
En son örnekte İzBB ile DİSK'e bağlı bir sendika arasında yaşanan anlaşmazlıkta görüldüğü üzere kitlelere bağını tam kuramamış, örgütsel bütünlüğüne emek tarafının sesini katamamış bir sosyal demokrasi ne kadar sahicidir sorusuyla hesaplaşmak zorundayız.
Siyaset yapmanın ve katılımcı bir demokrasiyi inşa etmenin bütün zorluklarını anlayarak yapılabilecek olanın en iyisini bulmak hepimizin görevi olmalı.
Turkiye'mizi bu çıkmazdan kurtaracak yolları sağ duyulu ve çağdaş toplumcu bir modelle ve demokrasiyi de inşa ederek bulacağız.
0 notes
akingure52 · 27 days ago
Text
Ahmed Arif'in, çırağınım dediği Niyazi Akıncıoğlu ile beraberliklerini anlattığım 2020 yılına ait bir yazım. İşıklarda uyusunlar.
AHMED ARİF VE NİYAZİ AKINCIOĞLU
Bu gün 23 Nisan 1927 doğumlu bir büyük şair olan Diyarbakırlı Ahmed Arif'in 29. Ölüm yıldönümüdür. Geçen yıl Diyarbakır’a gittiğimde onun adını taşıyan Müzeyi kapalı olması nedeniyle çok arzu etmeme rağmen gezememiş, hemen yakınındaki Cahit Sıtkı Tarancı Müzesiyle yetinmiştim. Ama her ikisini de görünce çok duygulanmış, Diyarbakır halkının bu iki değerli insanına gösterdiği kadirşinaslığı takdir etmiş, biraz da Kırklareli adına kıskanmıştım.
Ahmed Arif kendisine 40 Kuşağı şairi denmesine kızardı. Şiirinin belli bir zaman aralığına sıkıştırılmasından haklı olarak hoşlanmazdı. Onun şiirinin etki gücü hala genç nesillerin üzerinde devam ediyor. Büyük şair olmak böyle bir şeydir çünkü. Bugün Ahmed Arif’i saygıyla anarken aklımıza elbette Niyazi Akıncıoğlu için söyledikleri geliyor.
Daha önce bu grupta bir bölümünü paylaşmıştım, Refik Durbaş ile yapılan uzun bir söyleşidir. Bu söyleşide Niyazi Akıncıoğlu ile olan yakın dostluğundan ve elbette şairliğinden de bahseder. Bir yerde şöyle der:
“Niyazi Abi vardı, Niyazi Akıncıoğlu. Onun şiirleri. Niyazi Abi kelimenin tam anlamıyla büyük şairdir. Hem büyük şairdir, hem de kişilik sahibidir. Yani onun “Bursa” şiiri, “Edirne” şiiri bir daha yazılması imkansız şiirlerdir. Bu haliyle bile yeter. Türk edebiyatını sonsuza kadar zenginleştirmiştir.”
Daha sonra Ahmed Arif’e “büyük şair” meselesi sorulur. O şöyle başlar anlatmaya:
“Niyazi Abiyle (Akıncıoğlu) gerçekten ağabey-kardeş gibiydik. Oğlu gibi seviyordu beni. Ben de büyük şairlere müthiş hayranım. Hala öyleyimdir. Yaşları küçük de olsa çok iyi bir şair beni baştan çıkarır. Cemal Süreyya o yüzden benim çok sevdiğim bir arkadaşı. Büyük şairdi.”
Anlatı uzun, burada hepsini yazmayacağım, merak eden bulur, okur. Sadece özetlemekle yetineceğim: Ahmed Arif konuyu şair A.Kadir’e getirir. Kırşehir'den Ankara’da gelen A. Kadir’i karşılama işi ona kalmıştır. Henüz şairle tanışıklığı yoktur, kendisini tanıtır. O anda aklına gelir, az önce Niyazi Akıncıoğlu’nu görmüştür, “Niyazi Abiyi tanıyorsunuz değil mi?” diye sorar. A.Kadir, “Tanırım o çingeneyi” der. Çok sevinir, “Sizi önce Niyazi Abiye götüreyim. Ondan sonra bir yer ayarlarız” der. Birlikte Niyazi Akıncıoğlu’na giderler. İki şair birbirlerini görünce kucaklaşırlar, ağlamaya başlarlar. Daha öğlen saatidir, birlikte Hergele Meydanında bir meyhaneye dalarlar. Ahmed Arif iki büyük şairin arasında olmaktan çok mutludur. Aklına Niyazi Akıncıoğlu'na atfen hatırlanan bir konuşma gelir. Hikaye çoğu kişi tarafından bilinen bir hikayedir ve yine Ankara’da şairlerin toplandıkları meşhur Kürdün Meyhanesi’nde geçer. Şairler kendi aralarında bir sıralama yaparlar, en büyük şair kimdir diye. En büyük şair Nazım’dır. Onun yeri hiç değişmez. Aralarında konuşurlarken işi şakaya dökerler, kim hesabı ödeyecekse o ikinci olacaktır. Niyazi Akıncıoğlu bu tür sululuklardan hoşlanmaz. Ahmed Arif söyleşi sırasında bu hikayeyi anlatırken şöyle der:
“Niyazi abi rakı içerken de, gezerken de ‘Türkiye’nin en büyük şairi benim’ derdi. Ben de onu kıramayacak kadar severdim.”
İşte Ahmed Arif’in o sırada İçinden bir hergelelik yapmak geçer ve A.Kadir’e sorar: “Kadir Abi, Niyazi Abi var ya, ne diyor biliyor musunuz? Sizin bu kadar yakın arkadaş olduğunuz aklımın ucundan geçmezdi. Lütfen bunu bir ispiyonluk, bir saygısızlık sanmayın. İkinizi de çok seviyorum. Ama bunu söylemek zorundayım. Niyazi Abi diyor ki Türkiye’nin en büyük şairi benim.”
A.Kadir şöyle bir bakar, “Doğru söylüyor” der. Bu sırada Niyazi Akıncıoğlu hemen araya girer, Ahmet Arif’e şöyle der:
“Senin bilmediğin bir şey var. Bu söz, aslında benim sözüm. Türkiye’nin en büyük şairi benim. Ama bu eksik. Bak şimdi tamamlıyorum: Türkiye’nin en büyük şairi benim, ama hapistekiler ve sürgündekiler hariç.”
Ahmed Arif’i saygıyla anarken büyük şairimiz sevgili Niyazi Abimizi bir kere daha özlemle, saygıyla anıyorum. Hepsi ışıklar içinde uyusunlar.
Kaynak: Ali Kurt, Yazılmadık Bir Şarkı M. Niyazi Akıncıoğlu Hayatı ve Sanatı. S. 58-59
Tumblr media
0 notes
akingure52 · 30 days ago
Text
TERSİNE DÜNYA
Bir de tersinden bak hayata olmaz mı?
Bak bir çocuk nasıl da gülüyor küskün kalabalığa
çamurlar arasından çıkıp geliyor arınmış bir su gibi
damlalar nasıl birkip besliyor gölleri
Yeşeren bağ çubuğu şimdi dayanıp ayaza
yeniden büyütüyor meyvesini
Bir anne nasıl sevinçle gezdiriyor kucağında çocuğunu
nasıl değişiyor yaprakların rengi biraz daha uzayarak
Nasıl sevinçle oynuyorlar okul bahçesinde çocuklar
Bak nasıl dönüyorlar grevci işçiler evlerine
kazandıklarını almanın neşesiyle
Bir de böyle bak çileyle dolu hayata
Hücresinde duvara ufku seyreder gibi bakanlara
Her şeyi göze alıp yetiştirmek için haberini
kalemine korkusuzca sarılanlara
Öğrencilerine dimdik ayakta durmayı da öğreten hocalarına
Bir de böyle tersinden bak hayata.
Akın Güre
0 notes
akingure52 · 30 days ago
Text
Hayatın bazı kaçınılmaz anları vardır. Öyle anlar ki aynı duygular ayrımların üstünü gizemli bir örtü gibi kapatır. Orada kutsal bir duygunun bağışlayıcı ruhu sizi sararak erdemli biri yapar ve tarihe geçersiniz.
Toprağınız üstünde kanlarını akıtmış düşman dediğiniz askerlerin arkasından ölenlerin annelerine aşağıdaki mektubu yazan adam bir hain değildi.
O adam Mustafa Kemal Atatürk idi...
Bunları niye yazdım.
Bu ülkenin bir aydın sanatçısı, siyasetçesi, meşru bir partinin milletvekili olarak seçilererek TBMM başkan vekili olmuş, yoğun bakımda yaşam mücadelesi veren Sayın Sırrı Süreyya Önder'e son derece yakışıksız, ayrımcı, bir öfkeyle sözleriyle saldıranları ayıplıyorum.
Unutmayalım ki dünya görüşlerimiz, bakış açılarımız, savunduğumuz doğrular farklı bile olsa, böyle anlarda bir birimize sarılmak bir eksiklik değildir, aksine sizi daha adil, daha haklı kılar.
Bu topraklarda barış içinde yaşamaya mecbur olduğumuz kürt kardeşlerimizle vicdani duyguların ağır bastığı bir haslet ile kucaklaşmalıyız. İçimizdeki kinden arınmış asil kardeşlikler belki böyle anlarda vücud bularak ebediyet kazanacaktır. Bunu asla unutmayalım.
Tumblr media
0 notes
akingure52 · 30 days ago
Text
BURHAN ÖCAL'IN ANLATTIKLARI İLE KIRKLARELİ MÜZİK TARİHİNE BAKIŞ
Kırklareli'nin tarihinde müzik dernekleri ve topluluklarının ayrı bir önemi vardır. Ali Rıza Dursunkaya'dan öğrendiğimize göre ilk bandonun hayata, geçirilmesi Birinci Dünya Harbi başlarına dayanır. O zamanki mutasarrıf Şevket Süreyya bey zamanında hükümet tabipliği yapan Dr. Fuat Umay önderliğinde idadi ve Kocahıdır Ortaokulu öğrencileri arasından seçilen yetenekli gençlerden oluşan bir bando kurulur. Başına Rum ve İdadi mekteplerinde müzik öğretmenliği yapan Niko bey getirilir. Fakat bandonun ömrü uzun sürmez, mütareke sonrasında aletler çocukların elinden alınır bando dağılır.
Cumhuriyet ile birlikte Kırklareli Musiki Cemiyeti'nin kuruluşuna kadar giden süreç ve sonrası bize şunu öğretiyor: Kırklareli'nde batlı çalgılarla icra edilen, bando müzik faaliyetleri olarak başlayan, hatta caz müziği olarak da sesini duyuran bir gelenek mevcuttur. Bu gelenek1970 ve sonrasında şehirde faaliyet gösteren müzik topluluklarıyla devam ederken, geleneksel Türk müziği alanında da çok değerli isimlerin ortaya çıktığına tanık oluruz.
Günümüzde bu isimlerin başında gelen uluslararası bir sanatçımız olan Burhan Öcal ile bu konuları sık sık konuşuyoruz. Bu gün sizlere, bu sohbetlerin ve birlikte yapacağımız ortak çalışmaların detaylarını biraz öteleyerek sevgili babası Mehmet Öcal beyden söz etmek istiyorum. Çünkü Mehmet Öcal çoğu kişi tarafından sinemacı lakabıyla bilinirken benim yaptığım hazırlık çalışmaları sırasında öğrendiğime göre kendisi aynı zamanda müzisyendir.
Nazif Karaçam arşivinde yer alan Vahit Lütfi Salcı ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafı Burhan Öcal'a gösterdiğimde çok mutlu olmuştu. Bu fotoğraftan anlıyorduk ki kendisi Vahit Lütfi ile birlikte yukarıda sözünü ettiğim bando faaliyetleri içinde yer alan biriydi. Bu konuyu açtığımda Burhan bana başka bir sürpriz daha yaptı ve babası hakkında bilmediğimiz pek çok şeyi anlatmaya başladı.
Babasının gençlik günlerinden, aldiği eğitimlerden, yetenekli, tutkulu, coşkulu kişiliğinden bahsederken karşımda Burhan'ı görüyor gibi oluyordum. Demek ki Burhan, babasıyla olan fiziki benzerliklerinin ötesinde bir çok özelliğini rahmetli babasından almıştı. Mesela, Mehmet Öcal'ın en büyük tutkusu sinema oyuncusu olmaktı. Özellikle Amerikan filmleriyle başlayan sinemaya merakı daha sonra sinema işletmecisi olmasını sağlayacaktı. Kırklareli'nde sinema salonu işletmeciliği alanında uzun süre yaşayacak ilk girişim onun sayesinde olmuştu.
Bu konudaki detayları ilerde yazacağım. Ama onun kadar önemli bir diğer yanı Amerikan caz müziğine duyduğu ilgiydi. Vahit Lütfi ile beraber bandoda baterist olarak çalıyordu. Daha sonra oğlu da babasının izinden yürüyecek ve ünlü bir vurmalı çalgılar virtiözü ve sinema oyuncusu olacaktı. Burhan babasını anlatırken bunları bana büyük bir keyifle aktarıyor, her defasında Mehmet Öcal'ın bilinmeyen bir yönüyle tanışmamı sağlıyordu. Mesela Kırklareli'nde ilk Modern Jazz Quartet'i babası kurmuştu. 4O'lı yıllarda Kırklareli'nde müzik kültürünün seviyesi nerelerdeymiş diyerek şaşırdığınızı görüyor gibiyim. Ama Burhan çok önemli bir gerçeği dile getiriyordu. Kırklareli Musiki Derneği tarihini incelerken ben de benzer bilgilere erişmiş ve Milli günlerde marş çalan Bando üyesi gençlerin akşamları düğünlerde caz müziği icra ettiklerini öğrenmiştim. Hatta bu gençlerden kimisi o kadar yetenekliydiler ki içlerinden bazıları Cumhurbaşkanlığı Orkestrası'na davet edilmişlerdi. Mehmet Öcal da bunlardan biriydi.
Burhan babasından gururla bahsederken, onun efendi kişiliğini, arkadaş severliğini, eli açık biri olduğunu, giyimine ve yaşantısına gösterdiği özeni de anlattı ve bana verebileceği fotoğrafları olduğunu müjdeledi. Bunları daha sonra bana gönderdi.
Burhan'dan Mehmet Öcal'ın ilginç hayatıyla başlayan bir yolculuğu dinlerken aklımdam geçen yazının bir öykü tadında olmasını isteyerek bu öğrendiklerimi nasıl yazmalıyım diye tatlı bir hayale de kapıldım. Bu konuda daha sıkı bir çalışma yapmalıydık ikimiz de. Hem Burhan'ı ve sevgili babasını daha yakından tanımanızı hem de bir tarih kesiti içinde canlanan karakterler ile yakın tarihimizin kültürel ve sosyal hayatını bize tattıracak zevkli bir öyküyle tanışmanızı sağlayacaktık bu sayede.
Tumblr media
0 notes
akingure52 · 30 days ago
Text
YOKLUĞUN SANCISI
Ölmeyi beklemeyi bile suç sayan bir diğergamlık, 68 kuşağının adı olmayan kahramanlığıdır.
Dediklerinin doğruluğu onları yok sayanların yarattığı çıkmazlardan kurtulmamıza yardım ediyor hala.
Nelere göğüs germişlerse, nelere katlanmışlarsa
birikmiş bir acı çanağından gün yüzüne dökülüyor arka arkaya.
Bu sabah üç fidanın aramızdan ayrılışının 53. Yılında onları kaybetmenin acısı hiç bir şeyi geri getirmeye yetmeyecek bir yük gibi omuzlarda taşınıyor şimdi.
Tarihe baktığınızda son elli veya altmış yıl boyunca yaşadıklarımız bize hala aynı acıları hatırlatmıyor mu?
Daha dün evlat katili bir canavarın tokadı zihnimizde parçalara dağılarak içimizi acıtmadı mı?
Nasıl bir nefret bu? Nasıl bir öfke ki bu insanlığın bütün kör noktalarını biriktirmiş içinde.
Hapislerde haksızca yıllardır tutulanlara, haftalardır boş yere ailelerinden koparılmış çocuk denecek yaşta insanlara baktıkça, halkın seçtiği liderlere itibar kaybı yaşatıldıkça, haber verme özgürlüğünü kullanamayan gazetecilere, savunma hakları ellerinden alınmış avukatlara yapılanlara şahit oldukça, yoksulluk mutlu azınlık için güçlü kalmanın nimeti sayıldıkça...
Rahat uyanabilir mi insan sabaha?
Oturup içinizden şiir yazmak geçer mi ?
Yoksa içinizdeki hücreye kapatarak kendinizi, sessizce ağlar mısınız?
Tumblr media
0 notes
akingure52 · 30 days ago
Text
Kimdir bu Nurettin Yıldız? Hukuk devleti ve Laik Cumhuriyetin yok sayılmasına yol açan bir zihniyetin Boğaziçi Üniversitesi Öğrencilerince protesto edilmesinden daha doğal ne olabilir?
Bakın ne diyor bu sözde Müslüman geçinen yobaz:
“Evlilikle ilgili şeriatımız İslam’ın yaş haddi yoktur. Buluğ çağından önce de bir çocuk evlenebilir. Çocuklar arası nikah da yapılabilir. Büyük küçük nikahı da yapılabilir. Mesela 7 yaşında bir kız çocuğu 25 yaşında bir erkek veya 7 yaşında erkek, 25 yaşında bir kız evlenebilirler mi? Nikahlanabilirler mi diyelim. Nikah evlilikten daha hassas bir ifade. Evet nikahlanmalarında sakınca yoktur. Kuran’a iman eden bütün Müslümanlara göre, evlilik için bir yaş söz konusu değildir. 10 yaşında, 7 yaşında, 6 yaşında, 78 yaşında yaşıyorsa 135 yaşında bir insan evlenmeye adaydır. Ne küçük yaşta olduğu için ne büyük yaşta olduğu için nikaha engel yoktur.”
Konuşmalarıyla suçlu sayılması gereken Nureddin Yıldız aleyhine üniversite bahçesinde gösteri yapan öğrenciler ile Polis arasında zaman zaman arbede yaşandı. İlerleyen dakikalarda polis öğrencileri ablukaya aldı, aralarında T24 muhabiri Can Öztürk'ün de bulunduğu ters kelepçe ile 97 öğrenci gözaltına altına alındı.
Barış ve Demokrasinin konuşulduğu günlerde bu olayların yaşanması umutsuzluğa yol açıyor. Suçlular adeta kollanıyor. Suçluyu protesto edenler tutuklanıyor. Ortada sahnelenen bir oyun var ve kapılar kurgulanmış bir "sanal gerçeğe" açılıyor.
Tumblr media
0 notes