"like a fire in the sun" unless otherwise indicated, all the visuals and texts belong to me. aksi belirtilmedikçe bütün görseller ve metinler bana aittir.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Iowa City: Bastıran Mayıs Sıcağı Iowa City: Bastıran Mayıs Sıcağı
Iowa City: Bastıran Mayıs Sıcağı Iowa City: Bastıran Mayıs Sıcağı
Duyargalarımı açıp "dol, dol" dediğim (çoğu japon nitelemesiyle başlayan) çiçeğe boğulmuş ağaçlar sapır sapır döktü taçpraklarını; koyu pembe gümrah ormangülleri (rosebay) sıcağa dayanamayıp yere serildiler; ilk beliren nergisler, mavi çan çiçekleri (bluebell) boynunu büküverdi, kurudu. Manolyalar (moru da alı da) iki hafta anca dayandı. Süs elmasının çiçekleri (crab apple) nasıl indi bir anda yere. Çiçeğe duran erguvanlar kabardı, ilk yaprakları belirdi, ne kadar dayanacaklar allah bilir. Laleler direniyor. Hosta çiçekleriyle (ağustos zambağı- august lily) süsenler (iris) var şimdi sırada açmayı bekleyen. Kızılcık (dogwood) daha yapraklarını bile çıkarmamış meydana.










5 notes
·
View notes
Text

-Is this the van? -Yes. -Are you sure? -Yes, man. I put all the cash in it myself. -I hope you are not mistaken.
0 notes
Text
The hay will right itself if the day turns dry. I miss you steadily, painfully.
-"Heavy Summer Rain", Jane Kenyon
0 notes
Photo

Henri de Toulouse-Lautrec A Montrouge, Rosa La Rouge, 1886 1887 Barnes Foundation, Philadelphia
1K notes
·
View notes
Text
harold hart crane harfi H. Baki
3.
zaman: iç çekiş kadar kısa hüzün yüklü sabah yıldızı, yüzünün bulutu bir iç çekiş kadar derin, kaçıyor acısından denizin gölgesine. durma git oraya, şarap ülkesine, uğultuya: albatros kuşlarının fırtınasında ev yap kendini, üşüyen kediye ... hayati baki: "Harfler Kitabı" s. 42
0 notes
Text
ufuğu kovalayan bir adam gördüm Crane
Ufuğu kovalayan bir adam gördüm;
Habire koşturup duruyorlardı.
Dayanamadım;
Yaklaşıp adama
"Faydasız," dedim,
"İmkanı yok--"
"Yalan söylüyorsun," diye bağırdı,
Ve devam etti koşmaya.
STEPHEN CRANE
0 notes
Text
Lucasta’ya, Savaşa Giderken Lovelace
Sakın söyleme acımasız olduğumu, Tatlım,
Tutup iffetli göğsündeki manastırdan
Ve huzur dolu aklından uçtum
Diye savaşa, ortasına silahların.
Doğru, yeni bir gözdedir kovaladığım,
Savaş meydanındaki ilk düşman;
Ve daha güçlü bir imanla kucaklıyorum
Kılıcı, atı, kalkanı.
Ne var ki bu öyle bir hercailik
Senin de hoşuna gidecek türden;
Seni sevemezdim, Sevgilim,
Onuru sevmeseydim bu kadar.
1649
Richard Lovelace
To Lucasta, on Going to the Wars
Tell me not, Sweet, I am unkind
That from the nunnery[1]
Of thy chaste breast, and quiet mind,
To war and arms I fly[2].
True, a new mistress now I chase,
The first foe in the field;
And with a stronger faith embrace
A sword, a horse, a shield.
Yet this inconstancy[3] is such,
As you too shall adore;
I could not love thee, Dear, so much,
Loved I not honour more.
1649
Richard Lovelace
0 notes
Text
The Afternoon Sun by C. P. Cavafy
This room, how well I know it.
Now they rent it and the one next door
as commercial offices. The whole house became
offices for agents and merchants and companies.
Ah. this room, how familiar.
The couch was near the door, here;
in front, a Turkish rug;
near the couch, two yellow vases on a shelf.
On the right, no, across from it, was an armoire with a mirror.
In the middle, the table where he wrote
and three wicker chairs.
Next to the window was the bed
where we made love so many times.
These sad things must still be somewhere.
Next to the window was the bed;
the afternoon sun spread across halfway.
...One afternoon at four o'clock, we separated,
just for a week....Alas,
that week became forever.
(translated by Aliki Barnstone)
0 notes
Text
Glencree'nin Meşelerine Synge
Kollarımda sarmışım sizi ve yaslanıyorum
Güzelcene sizlere, bir yandan çağırırken
Türküsünü çayırkuşu üstümüzde ve düşerken
Gövdelerinize gölgeler altından, yeşilden.
Derken zaman gelecek uzatacaksınız
Üstüme kapatmak için tahtaları:
İşte o zaman Mount Jerome'da yatacağım
Garp ben, kurtlarla birlikte ebediyen.
J. M. Synge
0 notes
Text
“Company of Moths” by Michael Palmer
Güvelerin Eşliği/Dostluğu
Her şeyin Zayıf Metin Kitabı’nda bulunabileceğini sanmıştık,
Teknenin yarattığı gölge, açılı direk, aşınmış dalga, çivit mavisi göz.
Kör metnin pencereleri,
Ağıt yakan, parabolik geceler.
Ve yuvarlanan güneş, o sıralar alttaki
Güvelerin eşliğine yuvarlanan güneş.
Oradan, uyuyorken bile duyabiliyor musun ne düşündüğümü?
Zayıf Metinler Sokağı, bir çocuğun bakışının düştüğü
Bir yük arabasının yanındaki bir at cesedinin üstüne,
İnleyen köpek, kadının sessiz açık kalmış ağzı
Sanki demek ister gibi, Devam etmeliyiz,
Durmamalıyız, seyretmemeliyiz.
Hem sonra, ölüler seyreder mi bizi?
Bir eriğin rengini tam olarak ezberleyebilmek,
Dinlenen bir bedenin kıvrımını (yeniden güneş)
Her popüler şarkının sözlerini,
Herhalde yeterlidir bu.
Yani, sen tanışık değil misin sahildeki bu kargalarla?
Bir ara onlara deniz kargası dememiş miydin?
“Kargalar uçarken” sözünün anlamını tartışmamış mıydık seninle
Günlerden bir gün o meydanda—sürgün istasyonu—güneşlerin en kızılının
Altında? Sonra, nerdeyse ikimiz de bir ağızdan, zamanı geldi, demiştik.
Derken bir tabak kırıldı, bir kaşık düştü yere,
Kapının yanında yığın halinde havlular.
Batıdan, kilise kuleleri üstünde
Bulut kümeleri.
Zayıf Metin’e inanç.
Geride kalanın ana çizgileri.
0 notes
Text
Beyaz At D.H. Lawrence
Oğlan yaklaşıyor beyaz ata, dizginini takmak için
ve at sessizce ona bakıyor.
O kadar da sessizler ki, bir başka dünyadalar.
(D. H. Lawrence)
0 notes
Text
JAMES JOYCE DÜŞÜ
james joyce o çırpı bacaklarını küpeşteye sırık gibi uzatmış, parmaklarını yalıyor. gemi akdeniz'in ortasında bir yerlerde fındık kabuğu gibi gezinip duruyor. kaybolmuşlar ve nora hanım ortalıkta yok. cezayirli gemicilerin kafası her zamanki gibi iyi. joyce hazretleri parmaklarını yalıyor çünkü henüz mutfaktan geldi. yiyecek olarak gemide sadece bir çuval un ve kartonlar dolusu yumurtadan başka bir şey yok.
benim düşle ilgim onu görmekle sınırlı ve belki de omletli sabah kahvaltısını kaçırmakla.
ay gibi parlayan tava duruyor yıkanmış tezgahta.
0 notes
Text
Baggage
After a day at the races in England, a friend told Mark Twain, “I wish you’d buy me a ticket back to London. I’m broke.”
Twain told him he couldn’t afford two tickets but proposed that his friend sneak aboard the train and hide under Twain’s seat. Then he bought two tickets anyway.
When the train had got under way, the inspector appeared to collect Twain’s ticket. When Twain gave him two, he looked about the compartment and said, “Where’s the other one?”
Twain pointed under his seat, smiled, and said, “My friend is a little eccentric.”
(Posted in Literature by Greg Ross on October 13th, 2010)
0 notes