Text
hayatımın adım adım çöküşüne, olmaya özendiğim her şeyin ağır ağır sulara gömülüşüne tanıklık ettim gizlice. diyebilirim ki, gönlüm neyi arzuladıysa ya da bir anımı, en azından bir anın düşünü neye vakfettiysem, en üst kattaki bir saksıdan düşmüş bir taş gibi kapımın önünde bin parçaya ayrılmıştır, lafı dolandırmadan söylenebilecek ölü gerçeklerdendir bu. hatta kader'in oldum olası en büyük eğlencesi, kendine ait şeylere karşı bende sevgi ya da istek uyandırması olmuştur, sırf ertesi gün o şeye sahip olmadığımı, asla da olamayacağımı göreyim diye. kendi kendimi alaycı bakışlarla izlerken, ne olursa olsun hayatı seyretmekten de hiç vazgeçmedim. ve artık, bütün muğlak umutların hüsranla sonuçlanacağını kabullenmiş biri olarak, umutla hayal kırıklığını aynı anda tatmanın özel zevkinin ıstırabı içindeyim, hem acı, hem tatlı bir yemeğe benziyor, bu acıyla tatlı arasındaki zıtlık, tatlıyı iyice bala çevirmiş. bütün savaşlarda peşinen yenilmiş şimdi her yeni çarpışmadan önce son geri çekilme hareketini her ayrıntının tadını çıkararak kağıda döken karamsar bir generalim ben.kader muzip bir cin gibi hep peşimdeydi. akıl fikri her neyi arzularsam arzulayayım elimin boş kalacağını zihnime kazımaktaydı.
kaç kez kendimden uyanıp bir sürgün yeri olan benliğimin derinliklerinde en azından gerçek bir acıya sahip mutlu insan, sıkıntı yerine yorgunluk duyan mesut insan, ıstırap çektiğini farz edeceğine ıstırap çeken, ölmeye yatacağına, evet, kendini öldüren herkesin "insanı" olmanın katbekat daha iyi olacağını sezmedim mi! bir roman kahramanı, okunmuş bir hayat olup çıktım. hissettiğim her şey, sadece ve sadece (bütün çabalarıma rağmen) yazılmak üzere hissediliyor. ne düşünürsem anında kelimelere dökülüyor, imgelere karışarak bozuluyor, belli ahenklere kavuşuyor, ne var ki o ahenkler de çoktan başka şeye dönüşmüş oluyor.
kendimi durmadan sil baştan kurgulamaktan mahvoldum. kendimi düşünmekten düşüncelerim haline geldim ama artık ben değilim. kendime iskandil salladım, sonra iskandili bırakıverdim elimden; ömrüm, derin miyim, değil miyim diye düşünmekle geçiyor, ama artık bakışlarımdan başka iskandilim yok, baş döndürücü bir kuyunun kara aynasında, kendi yüzümü gösteriyor bana bakışlarım, yüzü onu seyretmemi seyrediyor.bir tür iskambil kağıdıyım ben, eski, bilinmedik bir resim, kaybedilmiş bir oyunun biricik izi. hiçbir anlamım yok, değerimi bilmiyorum, kendimi bulabilmem için nirengi noktalarım ya da kendimi tanımama yardım edebilecek bir işlevim yok. ve böylece, özümden çok, kendimi tarif etmek için (tarifte doğruluk payı varsa da üç beş yalan da yok değil) kullandığım art arda yağan imgelerde bulur oldum kendimi, kendimi öyle çok anlattım ki sonunda varlığım tükendi, mürekkep niyetine ruhumu kullandım ben de, hem zaten başka bir işe yaramıyor. ama heyecan söndü bile, tekrar boyun eğiyorum. kendimdeki bene geri dönüyorum, bir hiç olsa bile. ve gözyaşsız yaşlara benzeyen bir şey donup kalmış gözlerimi yakıyor, var olmamış bir sıkıntıya benzeyen bir şey kupkuru boğazıma oturuyor. ama ağlamış olsam, ne, ne uğruna ağlamış olacağımın farkındayım, ne de niye ağlamadığımı biliyorum. düş evreni gölge gibi peşimde. ve benim uyumaktan başka isteğim yok. yüreğimin tam ortasında büyük bir yorgunluk var. asla olamadığım kişi beni üzüyor, ondan bana kalan anılardan neye olduğunu anlayamadığım bir özlem kabarıyor. umutlara ve kesin inançlara çarpıp düştüm, benimle birlikte bütün batan güneşler de düştü.
0 notes
Text
bırakıp gittin beni bütün kapılarda bütün çöllerde tek başıma kodun şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim vardığım hiç bir yerde değildin sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç bana bakıp görmediğin için ben yokken içini çektiğin için ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen
1 note
·
View note
Text
Bir lokma ekmeğim var, biraz aklım, İğne ucu kadar da zevkim. Annem var, ağaç yaprağından daha güzel, Dostlar, akan sudan daha iyi. Ve Allah, burada yakındadır, Şebboylar arasında, uzun çamın altında Suyun bilincinde, Bitkilerin kanununda.
1 note
·
View note
Text
O bazen Vücudunun kederli bağlantısını Durgun sularda Boş mezarlarla, unutuyor Ve aptalca zannediyor ki Yaşama hakkı var, Onu bağışlayın Bir resmin sıradan öfkesini Kışkırtmanın uzak arzusu Kâğıdının gözlerinde eriyor Onu bağışlayın Baştan başa tabutunda Ayın kırmızı hâlesi geziniyor Ve gecenin değişken kokuları Vücudunu bin yıllık uykusundan Uyandırıyor Onu bağışlayın O içten yıkık Ama hâlâ gözlerinin içi ışık zerrelerinin hayaliyle parlıyor Ve anlamsız saçları Ümitsizce aşkının soluklarının etkisiyle titriyor Ey mutluluğun sâde ülkesinin sakinleri Ey yağmurda açılan pencerelerin komşuları Onu bağışlayın Onu bağışlayın Çünkü büyülenmiş Çünkü sizin ağır gelen varlığınızın kökleri Onun gurbet topraklarında derinlere kök salıyor Ve onun kolay inanan kalbi Hasretin acı darbeleriyle Göğsünün içinde kabardıkça kabarıyor
0 notes
Text
Bir sürü insanın içindi kimim ben, biz kimiz, karar kılamıyorum birinde: kaybolmuşlar giysilerimin altında, başka şehre taşınmışlar. Tam sırası gelmişken akıllı olduğumu göstermenin ağzımdan alıyor sözü içimdeki gizli aptal Gün oluyor, uyukluyorum seçkinler meclisinde, tam cesaretimi toplarken hiç tanımadığım bir korkak sarıp sarmalıyor iskeletimi bin tane ince önlemle Alevler sarmışken görkemli konağı ben çağırıyorum itfaiyeci yerine, kundakçının biri fırlıyor sahneye, o benim. Bir şey gelmiyor elimden. Nasıl seçip ayırsam kendimi? Nası bir araya getirsem? Okuduğum bütün kitaplar göklere çıkarıyor kahramanları her zaman kendine güvenen: ölüyorum kıskançlıktan; rüzgarlı, kurşunlu filmlerde kıskanıyorum kovboyları, atları bile alkışlıyorum. Ama ne zaman çağırsam atılgan yanımı çıkıp geliyor gene eski tembelliğim, bilmiyorum asla kimim ben, kaç kişiyim, kaç kişi olacağım. Bir çana dokunup da çağırabilseydim gerçek kendimi, gerekliysem çünkü kendime yok olmamalıyım ben. Çok uzaklardayım yazaken döndüğümde çoktan gitmişim: görmek isterdim aynı şey geliyor mu başkalarının başına, benim gibi daha çok var mı, onlara da aynı şeyler mi oluyor; bunu keşfettiğim zaman öyle iyi belleyeceğim ki her şeyi sorunlarımı açıklarken coğrafyadan konuşacağım.
1 note
·
View note
Text
Ben merd-i meydan yani toprağın ve kanın gürzü güllerin bin yıllık mezarı bendedir yukardan bakarım efendilerin pusatlarına insanların bütün sabahlarını merak ederim gök hırpalanmaktadır merakımdan ıtır kokan benim yumruklarımdır benim kavgamdır o, aşk diye tanınan. Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa Zülküf de vursun. Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.
0 notes
Text
Yüzümü kınından çıkaran sensin pencereyi getiren aklıma sanki güzmüş sevecenliğe sarınmak istiyormuş gibi sanki canım yüzümü sensin biriktiren kitaplara. Çocuklar sinemada bir atlı alkışlıyor bu yüzden seviyorum seni bizimkiler bu yüzden yeniyor ötekileri ve karnının kurşun işleyen karanlığı hüznün namusunu savunan ellerin Fidel Castro'yu övüyor bana bunun için. Benliğim kurtlanmış bir çocuğu sıkıştıradursun beynimde yengiyi yabanca söken avucunun avucunun böğürtlenlerine abanmak istiyor canım böyle geçiyor içimden.
2 notes
·
View notes
Text
''sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları bir harfin başlattığı yangın ile söndür beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım öyle mahzun ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.''
1 note
·
View note
Text
Gırtlağımda bir harf büyüyor buna dayanacağım dişlerim kamaşıyor yıldızlardan buna da. Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir. Artık yırtarak açtığımız zarflarda ne kargış, ne infilak yalnız koynunda çaresiz, çıplak isyan işaretleri taşıyan bir ergen cesedi. Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor domuzuna ölüyor bankerlere durarak noterden onaylı kağıtlara durarak mevlit ilanlarına durarak. Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum. - Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha - Gırtlağımda bir harf büyüyor gırtlağımızda.
1 note
·
View note
Text
Ben orada öldüm en çok orada bilmezsin Orada zaman buruşmuş bir eski resimdi Orada sen yoktun, gözlerin belli belirsiz Koptum oradan, bir kırık heykelim şimdi Bir kolum derin denizlerde tek başına Ayaklarım çöllerde kum tepelerinde gömülü Alıp götürür saçlarımı bir soguk rüzgar Ben orada öldüm, en çok orada bir başka türlü Hiç bende degilsin, burada yoksun ki Orada var mısın, ya da ben yok muyum Tek degiliz seninle, bütün olmadık hiç Şimdi nerdeyiz nasılız bilmiyorum Orada akşamlar daha çok serin Ben bu kadar degilim, bu kadar yıkık Sarhoşum, kederliyim, yoksulum, sensizim Orası sisler içinde orası karanlık.
1 note
·
View note
Text
Kimim ben, böyle çöle bulanmış alnımda güneşin tokadı kimim ben? önümde üç günlük yol ve başımın üzerinde yırtıcı kelimeler, dönüp duruyor. Kimim ben? sen adımı söylerken sesinden meyveler toplayan. anlamın kızıllaşıp battığı ufka doğru içimde kargacık burgacık bir kervan kimim ki ben, sana rüyalar taşıyan? Gökkubbe alçak, hırka dar, tecrübem eksik, söyle, kimim ben?
1 note
·
View note
Text
Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim tarihi bir gerçek kadar sıkılgan bilmem ki Tesalya'daki Termofil bir yiğitlik anısı bir hayınlık anıtı mı olsa yine bilmem quantum kuramını öğrenen insan haklı mıdır kendini ardıçkuşu sanmakta- ben yirminci yüzyılın sonlarında en uzak uyanışlar ikliminde yaşadım bir imparatorluk genişliğindeki gençliğim sırasında kadınlardan daha çok birinci şubeye vardım.
2 notes
·
View notes
Text
Niye olmalı öyleyse Aşk mutlu bir sürgünlükse. Üvey annemdi benim, ben sarışındım On altı yaşındaydım, sarışındım Bulanık çıkmış fotoğraflar gibiydim, görünümsüz Yalnızdım, karışıktım Beni tanıyan kimseler yoktu Hiç yoktu İçime kapanıktım Büyük ağaçların altında Havuzun kırık taşları arasında Bilmezdim mutluluk nedir Bilemezdim Alıp başımı gitmek isterdim İsterdim ama, kalırdım Sanki kar yağışlarının ardından Uzun süren kar yağışlarının ardından Sevimsiz bir lunaparkta Kimsesiz bir atlıkarıncaydım.
2 notes
·
View notes
Text
sen bir yalnızlığı koşup gittin de bir yerde buluşulur diye, belki de... elbet buluşulur, orda, o yerde... bir hüzün töreniyle kutlanır bulunur birşeyler ve saklanır saklanan Zaman mı, yoksa yol mudur aranır bahçelerde ve şiirlerde kimbilir ki dündür, olgundur kalbimiz yollarsa her zaman biraz küskündür yokuşlarda ve inişlerde... Zaman'dır seni sardığım kumaş bekledin, örtülsün ki yavaş yavaş... erguvandın, kayboldun dilegelişlerde
0 notes
Text
hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız biz ki sessiz ve yağız bir yazın yumağını çözerek ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze ovayı köpürte köpürte akan küheylan ve günleri hoyrat bir mahmuz ya da atlastan bir çarkıfelek gibi döndüre döndüre bir mapustan bir mapusa yollandığımız biz, ey sürgünlerin nâzım'ı derken tutkulu, sevecen ve yalnız gerek acının teleğinden ve gerek lâcivert gergefinde gecelerin şiiri bir kuş gibi örerek halkımız, gülün sesini savurup bir türkünün kekiğinden tüterken der ki, böyle yazılır sevdamız hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız
3 notes
·
View notes
Text
ne zaman dinecek, ne zaman bu taflan, bu taflan? ey uçurum gözlü sevgilim! ne zaman baksam bir 'hiçlik tadı' ve ağzından yıldızlar uçuran ergin, yeşil ve yabanıl bir yaz gecesi gibisin yüzünde yolların gülüşü ve yaz göğüne ilişkin bir esenlik üretiyorsun geçip giden fırtınalardan ey uçurum gözlü sevgilim! ne zaman baksam aşkların büyük yarlarıyla kuşatılmış görüyorum kendimi safran ve ezilmiş yazlardan bakışlarının kıyısız açıklarına gurbet ve cevahir taşıyan bir gülüş söylencesi geçer bir yazdan ötekine derin anlatılardan
0 notes
Text
'Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim', dedin 'bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet. Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya; -bir ceset gibi- gömülü kalbim. Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.' Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede kocayacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma- Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.
1 note
·
View note