Photo

ABACUATIF SOKAĞI
Beşiktaş kazasının Beşiktaş merkez nahiyesi Vışnezade mahallesi sokaklarmdandır: Spor caddesi (eski Akaretler cadesi) ile Vışnezade camii önü sokağı arasındadır; kaba taş döşeli ve bozukça bir sokaktır. Spor caddesinden girildiğine göre, evvelâ iki araba geçebilecek kadar genişçe ise de. ortasına yakın sağ kola düşen evlerden bir kısmının öne doğru çıkarak vücude getirdiği bir dirsekle bir arabanın ancak geçebileceği kadar daralır; bıı evlerin hemen hepsinin kapılan önünde sokağa taşmış mermerden ve kaba taştan basamaklar vardır ki bu yola, çok eski Istanbulu hatırlatan bir şirinlik vermektedir. Vışnezade camii önü sokağı ile olan kavşağında bir belediye elektrik feneri vardır.
ABAC lMAHMl SOKAĞI
Fatih kazasının Samatya nahiyesinde Kürkçübaşı mahaUesindedir; Sulu bostan sokağı üe Cerrahpaşa camii sokağı arasındadır (B. : Kürk çübaşı mahallesi); kaba taş döşeli ve bozuk, bir araba rahat rahat geçebilecek kadar geniş ve iki havagazı feneriyle tenvir edilmiştir. Uzerinde üçer, dörder odalı otuz kadar ahşap ev ve bir bostan vardır. Yalnız 5 nu maralı av kübik üslûpta beton yapıdır.
ABAOOGLC
On yedinci asır ortala rında namlı armatörlerden; gemileri, İstanbul ile Karadeniz limanları arasında sefer ederdi.
ABACI MESCİDİ
Samatyada. Da vutpaşa iskelesi civarındaydı. Yaptıran meçhuldür. bugün mevcut değildir; bitişiğinde de Istanbulun azamet ve güzelliği dillerde dolaşmış îspanakçızade Mustafa Paşa konağı vardı ki Samatya yangınlarından birinde yandıktan sonra yeri uzun zaman Ispanakçı viranesi diye anılmıştır. Bugün de Abacı mescidinin ve bu meşhur konağın bulunduğu sokak Ispanakçıviranesî sokağı adını taşır. Sa matyamn Cerrahpaşa ve Kasabilyas mahalleleri arasındadır. (B, t lspanakçıviranesi sokağı ve Cerrahpaşa mahalle sil.
0 notes
Photo

ABACUATIF SOKAĞI
Beşiktaş kazasının Beşiktaş merkez nahiyesi Vışnezade mahallesi sokaklarmdandır: Spor caddesi (eski Akaretler cadesi) ile Vışnezade camii önü sokağı arasındadır; kaba taş döşeli ve bozukça bir sokaktır. Spor caddesinden girildiğine göre, evvelâ iki araba geçebilecek kadar genişçe ise de. ortasına yakın sağ kola düşen evlerden bir kısmının öne doğru çıkarak vücude getirdiği bir dirsekle bir arabanın ancak geçebileceği kadar daralır; bıı evlerin hemen hepsinin kapılan önünde sokağa taşmış mermerden ve kaba taştan basamaklar vardır ki bu yola, çok eski Istanbulu hatırlatan bir şirinlik vermektedir. Vışnezade camii önü sokağı ile olan kavşağında bir belediye elektrik feneri vardır.
ABAC lMAHMl SOKAĞI
Fatih kazasının Samatya nahiyesinde Kürkçübaşı mahaUesindedir; Sulu bostan sokağı üe Cerrahpaşa camii sokağı arasındadır (B. : Kürk çübaşı mahallesi); kaba taş döşeli ve bozuk, bir araba rahat rahat geçebilecek kadar geniş ve iki havagazı feneriyle tenvir edilmiştir. Uzerinde üçer, dörder odalı otuz kadar ahşap ev ve bir bostan vardır. Yalnız 5 nu maralı av kübik üslûpta beton yapıdır.
ABAOOGLC
On yedinci asır ortala rında namlı armatörlerden; gemileri, İstanbul ile Karadeniz limanları arasında sefer ederdi.
ABACI MESCİDİ
Samatyada. Da vutpaşa iskelesi civarındaydı. Yaptıran meçhuldür. bugün mevcut değildir; bitişiğinde de Istanbulun azamet ve güzelliği dillerde dolaşmış îspanakçızade Mustafa Paşa konağı vardı ki Samatya yangınlarından birinde yandıktan sonra yeri uzun zaman Ispanakçı viranesi diye anılmıştır. Bugün de Abacı mescidinin ve bu meşhur konağın bulunduğu sokak Ispanakçıviranesî sokağı adını taşır. Sa matyamn Cerrahpaşa ve Kasabilyas mahalleleri arasındadır. (B, t lspanakçıviranesi sokağı ve Cerrahpaşa mahalle sil.
0 notes
Photo

İstanbul'daki Bizans İmparatorluk Sarayları
Latince saray anlamına gelen palatium, Grekçe palation kelimesi, Roma’da imparator sarayının yer aldığı Palatine Tepesi’nden kaynaklanmaktadır. Burası 3. yüzyıla kadar Roma imparatorlarının resmi ikametgahı olmuş ve kelime literature bu şekilde girmiştir. Bizans’ta da saraylar, palation ya da hükümdar evi anlamına gelen Basileos Oikia gibi adlarla anılmıştır.
Bizans sarayları ve saray yaşamı ile ilgili bilgilerimiz mevcut kalıntılara, arkeolojik kazılardan elde edilen sonuçlara ve daha da çok Prokopios, İmparator VII.Konstantinos Porphyrogennetos, Anna Komnena, Ioannes Kinnamos, Mikhail Psellos ve Khoniates gibi tarih yazarlarının eserlerinden edindiğimiz bilgiler ile sarayları kullanılırken ya da yıkıntı halinde de olsa görmüş olan Devil’li Odo, Tudela’lı Benjamin, Tyre’li William, Selanik’li Eustathios, Florentine Boundelmonte, Petrus Gyllius ve İbni Batuta’nın gözlemlerine dayanmaktadır. Bizans’ın çağdaşı ve yakın sanatsal ilişkiler içinde olduğu Avrupa ve İslam topraklarındaki saraylar da, günümüze ulaşmayan Bizans saraylarını, hem mimari hem de süsleme bakımından gözümüzde canlandırmamıza yardımcı olabilecek benzer özellikler gösterir. Bu saraylar arasında Bizans ile yakın ilişkiler içinde olan Got Kralı Theodoric’in Ravenna’daki Sarayı ve Sicilya’nın Palermo kentindeki Palazzo Normano’da bizzat Bizanslı sanatçıların sarayın süslemesinde çalıştığı bilinir. Bunların dışında Silifke Akkale���deki kent yöneticisine veya kentin ileri gelenlerinden birine ait büyük bir saray kompleksi, Trabzon’daki Komnenos, Kemalpaşa’daki Laskaris Sarayı ve Mistra’daki Despot Sarayı gibi yapılar, Bizans saray mimarisi hakkında bize bilgi veren diğer sayılı örneklerdir.
Bir Müslüman Arap emirinin oğlu olan Digenes Akritas’ın 9-10.yüzyılda Güney doğu Anadolu’da geçen destanında, kahramanın Fırat kıyısındaki (Samsat – Gaziantep?) yazlık sarayı tüm ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Kulelerinden Suriye’nin görüldüğü bu hayali saray, bir 12.yüzyıl Bizans sayfiye sarayında olması gereken tüm özellikleri ayrıntılarıyla yansıtmaktadır. Saray yapıları, kuşlar ve evcil hayvanlarla dolu, her türlü meyve ağacının olduğu bir bahçede, çiçek tarhları arasında kurulmuştur. Sarayın bahçe duvarları ve avlusu (atrium) beyaz mermer plakalarla kaplıdır. Duvarları kesme taştan yapılmış sarayın, ana yapısı üç katlıdır. Sütunlu kare planlı bir giriş bölümü vardır. Üst katlarda pencereler sıralanır. Arkada ikinci bir yapı, yakınında etrafı balkon biçiminde düzenlenmiş bir merdivenli kule ile Aziz Theodoros’a adanmış bir kilise, hamam ve konukevi bulunur. İkametgah olarak kullanılan iki büyük yapı, merkezi avluya revaklı iki yolla bağlanmaktadır. Sarayın kabul salonunun tavanında Eski Ahit’ten Samson, Davud, Musa ve Yusuf ile Grek mitolojisinin kahramanlarından Odysseus, Akhileus, Agamemnon, Penellope, Bellerophon’un Khimera’yı öldürmesi, Büyük İskender’in tarihi hikayesi gibi sahnelerin tasvir edildiğinden söz edilir.
İmparator Büyük Constantinus tarafından 325 yılında, Roma İmparatorluğu’nun Roma’dan sonra doğudaki ikinci başkenti olarak seçilen Byzantium (İstanbul), beş yıl boyunca süren hazırlıklar sırasında kent batıya doğru genişletilip kuvvetli surlar, gösterişli yapı ve meydanlarla süslenmişti. İnşaatlar büyük oranda tamamlandığında kente Konstantinopolis adı verilerek, 11 Mayıs 330 yılında resmi törenlerle açılmış ve Hıristiyanlık serbest bırakılmıştır. Yeni din gerekli olan dini yapıların yanı sıra İmparator Constantinus ile ailesinin resmi ikametgahı ve aynı zamanda imparatorluğun yönetim merkezi olacak bir saraya gereksinim duyulmuş ve kentin katedrali olan Ayasofya’nın güneyi ile Hippodromun doğusunda kalan alana, Bizans’ın ilk imparatorluk sarayı kurulmuştu.
0 notes
Photo

Köylünün Öküzünü Ödeyen Devlet
“Devlet devlet!” diye tutturmuş giderler… Hepsi de maroken koltuğa oturunca kendilerini devlet adamı oldum sanırlar. Sanki devlet adamı bir makam arabası, bir koltuk, bir takım koyu elbise ve sağa sola cart curt etmektir.
Ne devlet bu kadar ucuzdur, ne de devlet adamlığı… Devlet, halkın kutsallaştırdığı bir kavramdır. Halk kendisini devlete teslim etmiştir. Halktan alınan yetkiyle, halkla birlikte devlet olunur. Ne halktan yetki almadan ne de halktan koparak devlet yönetilemez.
Halkın kafasında devlet öyle yüce bir kavramdır ki, ona “baba” derken canını, malını, namusunu, her şeyi teslim etmiştir. Vergisini verir, askere gider, yasalara karşı gelmez, ama devletten de “devletliğini” bekler. Ankara’nın eski valilerinden Abidin Paşa bir gün odasında otururken kapı açılmış:
“Efendim bir köylü sizinle görüşmek istiyor!”
“Ne konuşacakmış?”
“Söylemedi… İlle de Vali Paşayı istiyorum, diye tutturdu…” “Gelsin!”
Köylü girmiş içeri, üstü başı perişan:
“Söyle bakalım ne istiyorsun?”
“Paşam, ben Polatlı’nın filan köyündenim. Bir hafta önce tarlaya çift sürmeye gitmiştim. Öğle sıcağında öküzleri çözdüm, otlamaya bıraktım. -Ben de bir ağacın altına uzandım, uyumuşum. Gözümü açtığım zaman güneş tepenin arkasında batıyordu. Her tarafı aradım öküzler yoktu. Bir haftadır gitmediğim yer* sormadığım insan kalmadı, öküzlerim yok. En son size geldim. Öküzlerimi bulun.”
Abidin Paşa kızar gibi olmuş:
“Öküzleri saldığın zaman niye uyudun?”
Köylü başını kaldırmış:
“Ben uyurken sizin uyanık olduğunuzu sanıyordum.” Abidin Paşa donup kalmış…
Köylü “devlet dersi” vermiş ona. Önce defterdarı çağırmış:
“Git bu adama pazardan bir çift öküz al!”
Devlet adamlığı en azından bu köylüden o dersi alabilmektir. Köylünün öküzünü ödeyen bir devlet anlayışı…
Ve şimdi!
İnsan canının bir metelik kadar değersiz olduğu günler…
24 Aralık 1977 günlüğünden… Ve insan canının değersizliği halen daha sürmekte yıl 2016!
0 notes
Photo

Tarih Sahnesinde Yer Alan Ünlü Kişiler
Evliya Çelebi
Türk yazarı ve gezgini olan Çelebi, 1611’de İstanbul’da Unkapanı’nda doğdu, 1682’de öldü.
On ciltlik bir seyahatnamesi bardır. XVII. Yüzyıl’ın en büyük yazarlarından sayılır. Evliya Çelebi’de seyahat merakı çok erken başlamıştır; Daha yirmi dört yaşında iken bütün İstanbul’u gezen Çelebi, otuz yaşında Bursa’ya gitmiş ve bundan sonra da artık hiç durmamıştır. Evliya Çelebi gezilerinin başlangıcını; gördüğü bir rüyaya bağlar. Rüyasında İstanbul’daki bir, camide Hazreti Muhammed’i görür ve Peygambere: «Şefaat yâ Resulüllah»» diyecek yerde heyecanlanıp «Seyahat yâ Resulullah» der. «Elli yıl seyahat ettim, yirmi iki gazaya gittim» diyen Evliya Çelebi, Dördüncü Murat, İbrahim, ikinci Süleyman ve Dördüncü Mehmet gibi padişahlar zamanında, o sıralarda en geniş sınırlarına ulaşmış Osmanlı İmparatorluğu toprakları dışında yabancı ülkeleri de gezip görmüştür. Çok iyi taklit yapan Evliya Çelebi’nin en önemli özelliklerinden biri de tanıdıklarının gülünç taraflarını açık bir dille anlatmasıdır.
James Cook
İngiliz denizcisi. 1728’de Marton’da (Büyük Britanya) doğdu, 1779’da Hawaï adalarında (Polinezya) öldü.
Avustralya ve Antarktika’yı keşfetti. James Cook gemiciliğe dokuz yaşında kömür gemilerinde miço olarak başladı. Otuz yedi yaşına geldiği zaman Büyük Britanya Krallık Donanması’nın en değerli kaptanlarından biriydi. Bu yüzden Pasifik’teki bilinmeyen toprakları keşfetmekle görevlendirildi. Cook önce Yeni Zelanda’yı buldu. 1769’da «Endeavour» adlı gemisiyle de bitki örtüsü çok zengin olan bir koya vardı ve buraya Botany Bay adını verdi. Büyük denizcinin beraberindeki bilginler rakibi bu yeni kıta üzerinde verimli incelemelere giriştiler: Bu kıta Avustralya’ydı, 1775’te Cook yeni bir keşifte bulundu: Yelkenlisinin aysberglere çarpıp parçalanma tehlikesine rağmen ilk defa Antarktika’mı çevresini dolaştı. Bu büyük kâşif ve denizel 1779’de Hawaï, adalarında yerliler tarafından öldürüldü.
Marco Polo
Venedikli tüccar ve gezgin, 1254’te Venedik’te (İtalya) doğdu, 1324’te aynı yerde öldü. Asya’ya olağanüstü bir yolculuk yaptı. Doğu-ülkelerini anlatan ünlü eserini hapishanede yazdı.
Marco Polo’nun babası Nlccolo ve amcası Mateo ile beraber Doğu’ya yaptığı yolculuk, 1271’den 1295’e kadar yirmi dört yıl sürdü. Bu tehlikeli seyahat, onları Orta Doğu, Iran ve Asya ülkeleri üzerinden Çin’e kadar sürükledi. Daha sonra Endonezya, Seylan ve Hindistan’a gittiler. Marco Polo, Asya’daki toplumların yaşayışlarını anlatan «Marco Polo’nun Kitabı» adlı eserini dönüşünde, Cenova’da, hapishanede yazmıştır. Avrupalıları hayran bırakan bu eser uzun süre doğu ülkeleri üzerine tek kaynak olarak kaldı. Ancak Avrupalı okurlar, Çinlilerin kara kara taşları (kömür) yakarak ısındıklarına ve vergilerini ödemek İçin altın paralar değil de, kâğıt paralar kullandıklarına uzun süre İnanamadılar. Çağının İnsanlarına dünyanın büyüklüğü hakkında bir fikir veren bu kitap birçok kişiye seyahat zevkini aşılamıştır.
#evliya çelebi#hawai marton#James cook#Marco polo#Şefaat yâ Resulüllah#Seyahat yâ Resulullah#Venedik tüccarı
0 notes
Photo

Tarihte Yer Etmiş Ünlüler
Profesör Auguste Piccard
İsviçreli fizikçi ve mucit. 1884’te Basel’de (İsviçre) doğdu, 1962’de Lozan’da öldü. Stratosferi ve deniz çukurlarını araştırmada kullanılacak, geçirimsiz kabinler yapmayı denedi.
Deniz diplerinde araştırmalar yapabilmek için sımsıkı kapalı bir kabine ihtiyaç vardı. Profesör Auguste Piccard önce yoğunluğu az olan stratosferde balonla dolaşabilmek için su geçirmez bir balon sepeti yapmayı denedi. Balonla ilk uçuşunu ise 1931 yılında gerçekleştirdi. Yardımcısı Kipfer ile beraber Bavyera’dan hareket eden fizik bilgini, 15 000 metreye kadar yükseldi. Bu sırada Piccard ve yardımcısı iniş supabının sıkıştığını fark ederek endişelendiler. Yolculuk az daha bu iki bilim adamının hayatına mal olacaktı. Neyse ki balon 16 000 metreyi aştıktan sonra birdenbire uysallaştı ve Avusturya Tyrol’üne yumuşak bir iniş yaptı. Piccard, daha sonra en derin denizlerin diplerinde gözlemler yapmayı tasarladı ve bu amaçla batiskaf denilen dalma aracını gerçekleştirdi.
Binbaşı Jacques-Yves Cousteau
Fransız deniz subayı, deniz bilgini ve sinema yönetmeni, 1910’da Saint-André-de Coubzac’da (Fransa) doğdu. Kendi buluşu olan balıkadam elbisesiyle deniz diplerinde önemli keşifler yaptı, ilginç filimler çekti.
İlk denemesi 1934‘de yapılan ve yüzücüye büyük bir hareket imkânı sağlayan balıkadam elbisesinin icadı sayesinde, Binbaşı Cousteau, deniz diplerinde bir balık kadar rahat hareket ederek uzun araştırmalar yapan ilk insan oldu. Cousteau, denizler altında araştırmalar ve incelemelerde bulunmak üzere Fransızlara ait “Calypso” adlı gemiyi özel bir şekilde hazırlattı. Binbaşı Cousteau nun bu garip denizaltı evi, içindekilerin tamamıyla su altında yaşamasına elverişlidir. Bu ev gelecekte su altında kurulacak şehirlerdeki hayat hakkında da bir fikir verebilir. Cousteau kendi dalışlarıyla ilgili eserler yazmış ve ayrıca yine kendi buluşu olan bir su-altı kamerasıyla bir dizi filim çekerek, deniz dibi âleminin o büyüleyici güzelliklerini gözlerimizin önüne sermeyi başarmıştır. Bu filmlerin en ünlüsü Sessiz Dünya’dır.
Montgolfier Kardeşler
Montgolfier kardeşler, Fransız mucitleri. Joseph, 1740’ta Vidalon-lö-Annonay’de (Fransa) doğdu, 1810’da Baraluc’de (Fransa) öldü. Etienne, 1745’te Vidalon-les-Annonay’de (Fransa) doğdu, 1799’da Serrieres’de (Fransa) öldü.
Sıcak havayla şişirilen ilk balonları icat edip uçurdular. Joseph ve Etienne de Montgolfier, kâğıt imalâtçısı İki kardeşti. Annonay’daki fabrikalarında bazen kâğıttan küçük balonlar da yaparlardı. Sıcak havayla şişirilen bu balonlar serbest bırakıldıklarında havalanırlardı. Bir gün iki kardeş çok büyük bir balon yapmaya karar verdi. Kâğıttan yaptıkları bu dev balonu daha dayanıklı hâle getirmek için de bezle kapladılar. Balonun içindeki sıcak havanın soğumasını önlemek İçin alt kısmındaki ağzına yün parçaları ve bir tutam saman koydular. 4 Haziran 1783’de Annonay’da, kalabalık seyirci topluluğu önünde büyük bir deneme yapıldı. Montgolfier’lerin balonu on dakikadan fazla havada kaldı ve 500 metreye yükseldi. Aynı yılın 19 Eylülünde Versailles sarayı bahçesinde, kral Louls’nin huzurundaki ikinci denemede balon ilk hava yolcularını taşıyordu: Bir ördek, bir horoz ve bir koyun.
#Auguste Piccard#Binbaşı Jacques-Yves Cousteau#Cousteau#Fransız mucitler#Montgolfier#Montgolfier kardeşler
1 note
·
View note
Photo
Tarihin Sahnesindeki Ünlüler
Büyük İskender
Aleksandros veya Büyük İskender, Makedonya kralıdır. M.Ö. 356’da doğdu, 323’te Bâbil’de (Irak) öldü.
Ordularıyla Hindistan’a kadar fetihler yaparak Doğu dünyasının hâkimi oldu. Zekî bir hükümdar ve mahir bir general olan. Büyük İskender. Yunanistan’ı fethettikten sonra Asya’ya doğru bir sefer düzenledi. İran ordusunu bozguna uğrattı, Mısır’a girdi, 331 yılında iran’lıları tekrar ezdi ve büyük zaferlerden sonra Dicle ve Fırat nehirlerini geçerek, indus kıyılarına vardı. Teslim olmayı teddeden Raca Poros. İskender’e denizden refakat eden Girit’li Nearkhos’un donanması tarafından yenilgiye uğratıldı. Yaralı olarak yakalanan Poros. İskender’in huzuruna çıkarıldı ve İskender ona kendisinden nasıl bir davranış beklediğini sordu. Mağlup Raca, kendisine bir kral gibi davranılmasını beklediğini söyledi. Bu cevaptan çok duygulanan galip İskender Poros’u bütün o bölgenin valisi yaptı. Ancak otuz üç yaşına kadar yaşayan İskender Bübil’de öldü ve geniş İmparatorluğu da ondan sonra yaşamadı.
Constantinus
Caius Aurelius Constantinus veya Büyük Constantinus.
İlk hıristiyan Roma imparatoru. 275 yılına doğru Naissus’ta (günümüzde Yugoslavya’daki Niş) doğdu, 337’de İzmit’te öldü. Eski Bizans, gelecekteki İstanbul olan Constantinopolis’i imar etti.
Constantinus, imparator olup siyasî rakiplerini ortadan kaldırdıktan sonra, 313’te hıristiyanlığı resmî din olarak kabul etti. O, bir yaratıcı ve öncüydü. İdarî sosyal, İktisadî ve hukukî alanlarda önemli yenilikler yaptı. Bunlardan başka, Constantinus, imparatorluğuna ikinci bir başkent kazandırmak istedi. 324’te başkent için yer olarak, Asya ile Avrupa’nın karşılaştığı yerde kurulmuş eski Bizans’ı seçti. Constantinus’un Yeni Roma adını verdiği bu eski kent, çarçabuk Constantinopoiis adını aldı, imparator, yeni başkenti süslemek için devrinin en büyük mimarlarına ve sanatkârlarına yaptırdığı sarayları, zafer tâklarını, kiliseleri ve diğer anıtları korumak üzere, şehri sağlam surlarla çevirtti. 330’da Constantinopoiis altın çağına girerken, rakibi Roma da artık parlaklığını ve canlılığını kaybediyordu.
Çe Huang-ti veya Çin Şi-Huang-ti
İlk Çin İmparatoru, M.Ö. II. Yüzyılda yaşadı.
Asya’nın en eski ve en büyük anıtsal yapılarından biri olan Büyük Çin Şeddi’ni inşa ettirdi. Çin ülkesinin kralı olan prens Çeng, parlak fetihlerden sonra M.Ö. 221’de Çin’i barışa kavuşturdu ve birleştirmeyi başardı. Üntf ve iktidarı seven bir insandı. «İlk Hükümdar» veya Çe Huang-ti adını almaya karar verdi, imparatorluğunu, kuzeyden gelen bozkır kabilelerinin akınlarına karşı korumak için, 3.000 km. uzunluğunda ve üzerinde binlerce askerin nöbet tuttuğu 25.000 kule ile savunulan büyük bir set yaptırmaya karar verdi. Set, M.Ö. 213’de tamamlandı. Buna karşılık, Çe Huang-ti büyük bir hatâ da yaptı: 0 devirde, imparatorluğunda mevcut-bütün Çin kitaplarını yok ettirdi. Böylece, en eski Çin uygarlığına ait değerli belgeler ebediyen ortadan kalkmış oldu ve Çe Huang-ti, yüzyıllar boyunca Çin’li aydınların lânetine uğradı, isteği üzerine, hâzinesiyle birlikte 48 m. yükseklikte taştan bir tepenin altındaki mezara gömüldü.
0 notes
Photo

Marconi, Belin ve Edison’un Hayatı
Marconi
Guglielmo Marconi, İtalyan fizikçisi ve mucidi, 1874’te Bologna’da (İtalya) doğdu, 1937’de Roma’da öldü.
Telsiz telgrafla uzun mesafeler arasmda ilk haberleşmeleri gerçekleştirdi. Fizik konularına küçük yaştan beri ilgi duyan Marconi, Bologna Üniversitesinde okurken yaptığı telsiz telgrafla yüzlerce metre uzaklığa haber iletmeyi başardı. İtalya’da İlgi görmeyince Ingiltere’ye gitti. O sırada 23 yaşında bulunan Marconi, birbirinden S km. uzaklıktaki İki yer arasında, telsizle bağlantıyı gerçekleştirdi. Bu, Atlas Okyanusu üzerinde kurulacak telsiz bağlantısı için atılan ilk adımdı. Marconi, 28 Mart % 1899 tarihinde, Douvres şehrinden Manş’ın ötesine yayım yapmayı gerçekleştim ve ilk mesajı, Édouard Branly’ye gönderdiği şu ünlü telgraf oldu: “Bay Marconi, 1 lanş denizinin beri yakasından telsiz telgrafla Bay Branly’ye saygılarını sunar.”. Bu sonuç, kısmen, Branly’nin olağanüstü çalışmasıyla elde edilmiştir. İtalyan mucidi, k’in-dinden önce yapılmış hizmetleri unutmayan şerefli bir insandı.
Belin
Édouard Belin Fransız mucidi, 1876’da Vesoul’da (Fransa) doğdu, 1963’te Territet’de (İsviçre) öldü.
Telgrafla resim iletme sistemini (telefoto) buldu. Geçen yüzyıldan beri haberleri telgraf aracılığıyla çabucak İletmek, kolay bir iş halini almıştı. Fakat haberlerle birlikte fotoğrafları da iletmek, ancak 1907 yılında mümkün olabildi. Édouard Belin, önce telgraf hattı aracılığıyla resimlerin nokta nokta iletilmesini gerçekleştirdi. Fakat bu işin yapılabilmesi için fotoğraf röportajcıları, malzeme dolu iki ağır bavulu taşımak zorundaydılar. 5 ağustos 1921 tarihinde, bir radyotelefoto sisteminden yararlanan Belin, Malmaison’daki laboratuvarında televizyonun icat edilmesinden ve uzay resimlerini iletecek olan Telsiz isimli füzenin atılmasından çok önce Atlas Okyanusu’nu radyo dalgalarıyla geçen ilk fotoğrafı elde ediyordu.
Edison
Thomas Edison Amerikalı mucit, 1847’de Milan’da (A.B.D.) doğdu, 1931’de West Orange’de (A.B.D.) öldü.
Aralarında mikrotelefon, fonograf, akkor elektrik lambası da bulunan 1.200 icadının beratını almıştır. İcat ettiği akkor lâmbanın Bağlayacağı İmkânları daha İyi tanıtmak İçin Edison, kendi usulüyle New York’un bir mahallesini aydınlatmayı teklif etti. 1880 yılından İtibaren fizikçi, bu amaçla çalışmaya koyuldu. Bir elektrik santralı yaptırdı, kilometrelerce elektrik teli çektirdi. 15.000 lamba ve bunların duylarını İmâl ettirdi. Dahâ fince mevcudu bulunmayan, fakat teşebbüsü İçin gerekli olan herşeyi İcat etmek zorunda kaldı: Elektrik sigortaları, elektrik düğmeleri v.b. 4 Eylül 1882 tarihinde açılış töreni yapıldı. Davetli devlet gfirevlileri, tertemiz beyaz gflmlekll ve gayet şık giyinmiş Edison tarafından karşılandılar. Fakat bir anda Edison ortadan kayboldu. Onu merakla aradılar. Sonunda Edison, elbisesi kırış kırış, yağlara bulanmış bir halde ortaya çıktı: Arıza yapması ihtimali beliren bir makineyi tamir ediyordu.
0 notes
Text
John Kay, Oberkampf ve Oehmichen’in Hayatı
John Kay, Oberkampf ve Oehmichen’in Hayatı
John Kay
İngiliz mucidi ve dokumacısı, 1704’te Walmersley’de (Büyük Britanya) doğdu, 1764’te Fransa’da öldü.
Kay mekiğini ve otomatik dokuma tezgâhını icat etti. XVIII. yüzyıl başlarına kadar dokumacılar Leonardo da Vinci tarafından icat edilmiş olan el mekiğini kullanıyorlardı. Şimşir ağacından küçük bir iğ olan bu mekik, biçim bakımından bir gemiyi andırıyordu. Bunun içinde, bir masuraya sarılmış iplik bulunuyordu. Dokuma işçisi, açılan zincirleme iplikler arasına mekiği elle atıyor, sonra öbür eliyle alıp tekrar atıyordu. Tabiî, bu iş elle yapıldığı için vakit alıyordu. Kay’ln 1733 yılında icat ettiği mekanik mekik ise bir yuva tarafından idare ediliyor, daha hızlı çalışıyordu. Böylece dokumacının iki kol açıklığından daha geniş kumaş şeritleri dokumaya imkân veriyordu. Kay mekiğ» ismini alan bu âlet o kadar hızlı hareket ediyordu ki iplikhaneler ihtiyacı karşılayamaz hâle düşmüşlerdi. Bu sebeple Arkwright de bir büküm tezgâhı icat etti.
Oberkampf
Crlstophe Philippe Oberkampf Fransız sanayicisi ve mucidi, 1738’de Weissenbach’da (Almanya) doğdu, 1815’te Jouyen Josas’da (Fransa) öldü.
Avrupa’da ilk defa basma kumaş fabrikasını kurdu. Dokuma kumaşların nitelikleri, kumaşın yapıldığı elyafa, boyaya, dokumanın çeşidine göre değişir. Ancak, kâğıt üzerine olduğu gibi dokuma kumaşlar üzerine de baskı yapılır. Üzerlerine bu şekilde baskı yapılmış kumaşların en ünlüleri, ingilizlerin Hindistan’dan getirdikleri Hint kumaşlarıdır. Oberkampf kumaşa, üstüne boya sürül-müştbir merdane yardımıyla veya üzeri ItlnayİB oyulmuş büyük bakır levhalar aracılığıyla baskı yapmayı düşündü. 1757 yılında, Paris’in güneyindeki Jouy en Josas’da küçük bir fabrika kurdu. Jouy bezi o zamandan bu yana, dünya ölçüsünde ün kazandı. Bu başarısı üzerine Oberkampf, 1787 yılında Fransa kralı Louis XVi’dan soylu kişi olduğunu belirten bir belge aldı. 1806 yılında da Napoléon Bonaparte ona Légion d’honneur nişanını verdi.
Oehmichen
Fransız mühendisi, 1884’te Châlonssur Marne’da (Fransa) doğdu, 1955’te Paris’te öldü. Helikopterin ve düşey uçuşun öncüsü. Oehmichen, öğrenimini büyük başarıyla tamamladıktan sonra toplar ve tanklar Özerinde çalıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendini, düŞey uçuş yapabilecek bir aracı gerçekleştirmeye verdi. Uzun süreden beri üzerinde çalışılmış olmasına rağmen helikopterin İlk tipleriyle Birinci Dünya Savaşı’na kadar tatmin edici denemeler yapılamamıştı. £tienne Oemichen, 1923 yılında, bir helikopterle 10 dakika kadar havada kalmayı başaran öncülerden biridir. Fransız mühendisi, bu uçuşu gerçekleştiren helikopterini Peugeot fabrikasında bulduğu, işe yaramaz diye bir kenara atılmış malzemelerden yararlanarak kendisi yapmıştı. 1924 yılında havacı, Doubs bölgesindeki Ar-bouans’da, bir kilometrelik bir kapalı dolaşımla ilk turunu yaptı. Oehmichen‘in mezarı, bu başarılı uçuşu yaptığı yerdedir.
0 notes
Text
Yumurta, Göçler, Makak ve Goril Analizleri
Yumurta, Göçler, Makak ve Goril Analizleri
Yumurta
Tohumun yeni bir bitkiye hayat vermesi gibi tavuk yumurtası da yeni bir tavuğa, yâni civcive nayat verir. Civciv önceleri yumurtanın içindeki beslenir, yeteri kadar kuvvetlenince de kabuğunu kırar, dışarı çıkar.
Yumurta yalnız kuşlarda değil, balıklarda, kabuklularda, kurbağalarda ve yılanlarda yeni yeni kuşların, balıkların, ıstakozların, kurbağaların ve yılanların hayat bulmasını sağlar. Oğulcuğun gelişmesi İçin gerekil her çeşit besin maddesini İhtiva eden yumurtanın küçücük hacmine rağmen çok büyük bir besin değeri vardır Yumurta taze olarak yendiği gibi özel usullerle bozulmadan saklanabilecek hâle getirildikten sonra da yenir. Çok makbul bir çerez olan havyar, aslında Mersin balıklarının yumurtalarından elde edilir.
Göçler
Bazı kuşlar bütün bir yıl boyunca aynı yerde yaşamazlar. İklim değiştiği, ya da besin maddeleri yetersizleşmeye başladığı zaman bulundukları yerden ayrılırlar. Ama mevsim düzelince uzun bir yolculuktan sonra yine oraya dönerler.
Göçler, çeşitli hayvan topluluklarının kendileri ve gelecekteki yavruları için yeterli besin maddesi aramak amacıyla yaptıkları mevsimlik yer değiştirmeleridir. Kuşların, balıkların ve böceklerin arasında göçmen olanları pek çoktur. Bunların arasında en uzun göç rekoru. 20.000 kilometreden fazla bir mesafe kat ederek Arktika’dan Antarktika’ya uçan bir çeşit deniz kırlangıcındadır. Nehirlerin kaynaklarına yakın yerlerde doğan som balıkları da beslenmek için kilometrelerce yol kat ederek denize çıkarlar, sonra yeniden çiftleşmek ve çoğalmak için geriye dönerler.
Makak
Bu küçük Asya maymunu öylesine canlı, öylesine akıllıdır ki Amerikalı bilginler 1959’da Jüpiter füzesinde astronotluk yapıp yeryüzünden 450 kilometre uzakta uçabilmesi için makakları seçmişlerdir.
Makaklar, bütün öteki maymunların arasında hâl ve hareket bakımından İnsanlara en yakın olanıdır. Rhesua maymunu cinsinden İki makak olan Able İle Baker uçuş boyunca kendi kendilerine beklenecek ve gerektiği zaman bazı Ketlerin kollarını çekip işletebilecek şekilde Amerikalı uzay bilginlerince terbiye edilmişlerdi. Bu İki makak, bazı ışıklı ya da sesli İşaretleri görüp ya da işitince kendiliklerinden harekete geçip öğretilenleri yapabiliyorlardı. Baker adlı makakın hayatta kalmasına karşılık, Able yere inişinden ki gün sonra ölerek feza yarışsın ilk kurbanı oldu.
Goril
Goril Afrika maymunlarının en büyüğü, en irisi, en korkuncudur. Bazılarının boyu 2 metreye, ağırlıkları da 250 kiloya yaklaşır. Besinini bitkilerden alan bu dev yaratık, yırtıcı ve kan dökücü insanların yaklaştığını görünce kaçarak oradan uzaklaşır.
Oev gibi cüssesinden ötürü goril, kuvvetin ve cesaretin timsali olarak gösterilir. Meseli sinemada “King-Korvg” adlı bir gorilin kahramanı olduğu bir film serisi yapılmıştı. Ustalıkla başarılan çeşitli film filelerinin yardımıyla İnsanlar, araçlar, evler, bu korkunç gorilin yanında birer çocuk oyuncağı gibi kalıyordu. Aslında goril, şempanze ve makak gibi küçük maymunlardan daha az akıllıdır ve daha zor terbiye edilir. Bu arada bazı önemli kişileri korumakla görevli güçlü-kuvvetli ve silâhlı muhafızlara da “goril” denir.
0 notes
Text
İnsanlığa Katkı Sağlayan Mucitler
İnsanlığa Katkı Sağlayan Mucitler
Kari Friedrich Drais
Von Saverbronn baronu, Alman ormancısı ve mühendisidir. 1785’te Karlsruhe’de (Almanya) doğdu, 1851’de aynı yerde öldü. «Drezin» adıyla bilinen, bisiklete benzer bir taşıt aracını icat etti ve ilk modelini Paris’te sergiledi.
Baron Drais’in şöhreti, Paris’e kendisinden daha önce gelmişti, icat ettiği «drezin»iyle Karlsruhe – Strasburg arasındaki 75 kilometrelik yolu, o devre göre. 4 saat gibi kısa sayılacak bir sürede, yâni iyi bir yürüyüşçüden çok daha az bir zamanda aldığı biliniyordu. Nihayet, 1818 yılında, aracını herkesin görmesi için Paris’e getirdi. Bunun bir selesi vardı, tekerleği eklemli idi ve bir gidonla yönetiliyordu. Bu ancak düz olarak gidebilen, tahtadan bir çeşit at veya aslan olan selerifer’e (ilkel bisiklete) göre, büyük bir gelişmeydi. Bununla beraber Paris’liler, Baron’la alay ettiler. 40 yıl sonra ise, bisiklet (ön tekerleği pedalla döndürülerek giden bisiklet) denilen aracı daha çok beğendiler. Bu aracın, pedalları, nihayet, ayakların yerden kesilmesine imkân veriyor, fakat çok büyük ön tekerlek üstüne eğilmiş olan binici, sık sık düşüyordu.
Cyrus Hall McCormick
Amerika’li mucit ve sanayici, 1809’da Walnut Grove’da (A.B.D.) doğdu, 1884’te Chicago’da (A.B. D.) öldü.
Biçer düğerin ve tarım makinelerinin yapımına önayak oldu. Uçsuz bucaksız topraklarda yapılan tarımsal çalışmalar, birçok mucidin kafasında tarım araçlarını makineleştirmek fikrini doğurmuştu. İskoçya’lı bir papaz olan Bell, biçme makinesini icad etmiş ve Amerika’lı Hussey, bu makineye hızla gidip gelen dişli iki bıçak takarak, onun kesici kısımlarını daha mükemmel bir hâle getirmişti. Otomat bebekler yapmaya çok meraklı bir tamircinin oğlu olan McCormick, ilk biçer-döğeri tasarladı ve bu tasarısını geliştirmek için üzerinde devamlı olarak çalıştı. Yapılan ilk denemede makine, bir günde, on kişinin yapabileceği işi yaptı. McCormick, tarım işlerini sanayileştirerek köylünün daha iyi şartlarla çalışmasını sağladı ve topraktan elde edilen verimi büyük ölçüde artırdı.
Fuchs
Leonhart Fuchs, Alman botanikçisi, 1501’de Wemding’de (Almanya) doğdu, 1566’da Tubingen’de (Almanya) öldü.
Bahçelerimizi süsleyen bir bitki cinsine (fuchsia) hdı verildi. Bilimle uğraşan meşhur alman ailesi Fuchs’lar arasında, botanikçi Leonhart Fuchs, özellikle uğraştığı bilim dalına yeni bir hamle kazandırması bakımından dikkati çekmiştir. Bitkiler alanında devrine kadar bilinenleri gözden geçiren ve ondan daha bilgili önceki kişilerin birçok hatâsını düzelten iki ciltlik •Bitkiler Tarihi» isimli1 bir kitap yazdı. Fuchs’un eserlerinin bilimsel üstünlüğünü ilgililer kabul etti ve Fransız botanikçisi Plumier 1700 yılları civarında Fransa’ya getirdiği, güzel kırmızı çiçekli amerikan bitkisine «fuchsia» (küpe çiçeği) adını vererek ona olan saygısını belirtti. Eskiden pamuklu kumaşları boyamak için kullanılan ve devrimizde biyoloji bilginleri tarafından yararlanılan «fuchsine» adındaki kırmızı renkli boyayıcı madde de, Fuchs’un ismini şerefle yaşatmaya devam etmektedir.
0 notes
Text
Kuşaklar Arası Ün Kazanmış Kişilerin Hayatı
Kuşaklar Arası Ün Kazanmış Kişilerin Hayatı
Renaudot
Théophraste Renaudot, Fransız hekimi ve yazarıdır. 1586’da Loudun’de (Fransa) doğdu, 1653’te Paris’te öldü.
Bu insansever, ilk Fransız gazetesini çıkardı ve gazetecilik sanayiinin doğmasına önayak oldu. Yoksul ve hasta kimselerin acıklı durumlarından çok üzüntü duyan kralın hekimi Renaudot, fakirlikle savaşmak için bir plan yaptı ve bunu uygulamaya koyuldu. Paris’te bir danışma bürosu açma iznini elde ettikten sonra işverenlerle iş arayanlar, alıcılarla satıcılar, fabrikatörlerle müşteriler arasında ilişki kurmak için üzerinde birtakım ilânların yazılı olduğu broşürler çıkarmaya ve bunları dostlarına dağıtmaya başladı.’Belirli zamanlarda çıkan bu broşürlerde başlangıçta yalnız ilânlar ve reklâmlar yer almaktaydı. Renaudot bu broşürleri kendisi hazırlıyor, ilânları kendi eliyle yazıyordu. Kısa süre sonra bu broşürler, Paris haberleri ne de yer veren bir gazeteye dönüştü. Böylece 30 Mayıs 1631’de La Gazette adı altında ilk büyük Fransız gazetesi piyasaya çıktı.
Horace Wells
Amerikalı diş hekimi, 1815’te Hartford’da (Amerika Birleşik Devletleri) doğdu, 1848’de New York’ta öldü.
Cerrahî anestezi tekniğini icad etti. Bir diş hekiminin çalışmasını engelleyen en büyük zorluk, hastasının acı çekmesidir. Eskiden hekim geçinen bazı kimseler, hastanın çürük dişini çekmeden Önce onu bir süre eğlendirmeye çalışır, sonra da dişini birdenbire çekiveririerdi. 1844 yılıydı. Wells bir gün tiyatroya gitmişti. Sahnede azot protoksit’ten başka şey olmayan bir gazın güldürücü niteliklerini göstermek amacıyla gülünç bir gösteri düzenlenmişti. Orada bulunan bir dostu, bu gazı teneffüs etmiş ve kahkahalarla gülmeye başlamıştı. O kadar ki gülerken etraftaki mobilyalara çarparak yaralanmış yine de gülmesi kesilmemişti.
Bunu gören Wells, hemen ertesi gün bir miktar azot protoksit koklayıp dişini çektirmek üzere doğruca bir dişçiye koştu. Wells ameliyat sırasında en ufak bir acı bile duymadığını farketti. Böylece de cerrahî anestezi doğmuş oldu.
Elene Theophile Hyacinthe Laennec
Fransız hekimi, 1781’de Quimper’de (Fransa) doğdu, 1826’da Douamenez’de (Fransa) öldü.
Stetoskopla vücudu dinleme usulünü keşfetti. Günümüzün doktoru hastasının vücudunu, özellikle ciğerlerini önce stetoskop denen âletiyle dinler. Biçimi bugün ki şeklinden çok farklı olan bu âlet, ilk defa Laennec tarafından bir raslantı sonucu icadedilmiştir. Doktor günün birinde kulağını uzun bir kalasa dayamış çocuklarla oynarken, kalasın öbür ucunun bir toplu iğneyle kazındığını farketmişti; hattâ bu hafif gürültü ona çok net ve çok kuvvetliymiş gibi geldi. Hastahaneye dönünce bir defteri rulo yaparak İyice sıkıştırıp bir silindir hâline getirdi. Silindirin bir ucuna kendi kulağını yaklaştırıp öteki ucunu da bir hastasının vücuduna dayayarak onun kalbini ve ciğerlerini dinledi; işte o zaman Laennec, organizmanın çıkardığı sesleri rahatlıkla duyduğunu farketti. 1815 yılından itibaren de İlk tahta stetos-koplar kullanılmaya başlandı.
0 notes
Text
İki Uzmanla Bir Hokkabazın Hayatına Kuş Bakışı
İki Uzmanla Bir Hokkabazın Hayatına Kuş Bakışı
Liebig
Justus baron von Liebig, Alman kimya bilginidir. 1803’te Darmstadt’ta (Almanya) doğdıı, 1873’te Münih’te (Almanya) öldü.
Kimyasal gübrenin değerini ortaya koydu. Liebig dünyanın en büyük kimyacılarından biriydi. Ünlü bilim adamı özellikle canlı maddelerin kimyasal yapışım inceleyen organik kimyada, yani bitki ve hayvan kimyasında uzmanlaşmıştır. Tabiattaki karbon ve azot çevrimlerin açıklayan Liebig ayrıca büyümeleri için gerekil mineraller sağlandığı takdirde bitkilerin, daha iyi gelişebileceklerini ispat etmiştir. Bilgin, 1840’ta yayımlanan eserlerinden birinde, köylülere, kemik tozunu tarlaya serpmeden önce sülfürik asitle muamele etmelerini salık veriyordu. Çünkü sülfürik asit, kemik tozunun bileşimindeki fosfatları serbest bırakıyor bunun sonucu olarak organik tozun etkisi artıyordu. 1843 yılında ilk kimyasal gübreler çuvallara doldurularak çiftçilere dağıtıldı ve bundan böyle sunî gübre bütün dünyada kullanılmaya başlandı.
Robert – Houdin
Jean-Eugène Robert-Houdin, Fransız hokkabazı 1805’te Blois’da (Fransa) doğdu, 1871’de Saint-Gervais-la-Fôret’de (Fransa) öldü.
Sihirbazlığın ustasıydı, Robert-Houdin hokkabazlık sanatının klâsik hünerlerini yepyeni bir şekilde seyircilere sunmayı bilmiştir Gösterişli ve karışık bir mizansene başvuracak yerde, halkın karşısına dapdaracık siyah bir elbiseyle çıkıyor ve böylelikle, görünüşte, faydalanabileceği bütün hile unsurlarını ortadan kaldırmış oluyordu. Çok ustaca yapılmış otomatlar başarısını daha da artırıyordu. Robert-Houdin ayrıca o zaman için yepyeni bir buluş olan elektrikten yararlanarak seyircilerini hayretler içinde bırakıyordu. Soirées Fantastiques adlı tiyatrosu binlerce seyirciyle dolup taşıyordu. Robert-Houdin adı artık sihirbaz kelimesiyle eş anlama gelmeye başlamıştı. Robert-Houdin. Blois yakınlarındaki malikânesinin döşeme, duvar ve mobilyalarının her yanını garip nesnelerle donatarak burayı bir büyücü evine döndürmüştür.
Giacomo Inaudi
İtalyan hesap uzmanı, 1867’de Roccabruna’da (İtalya) doğdu, 1950’de Champigny-sur-Mame’da (Fransa) öldü.
Sayıları tutma kabiliyeti çok yüksekti, Piemonte’de sunilerini güden genç çoban Giacomo Inaudi’nin bir gün seçkin bir adam olacağı hiç kimsenin aklına gelmezdi. O zamanlar kendi kendine hafızasını yoklamakla eğlenen İnaudi günün birinde, sayıları ve kafadan yaptığı dört işlemin sonuçlarım kolaylıkla aklında tutabildiğini far ketti Zihinden hesap yapma kralı İnaudi, bundan böyle Batı Avrupa’nın birçok şehrinde kendini tanıtmak için bu yeteneğinden büyük ölçüde yararlandı. Paris Bilimler Akademisi üyeleri tarafından Fransa’ya davet edilen İnaudi kendisine bu konuda sorulan bütün soruları kolaylıkla cevaplandırıp en karmaşık işlemlerin sonuçlarım çok kısa zamanda söyleyerek herkesi şaşırtmıştı Gerçekten hesap mı yapıyordu, yoksa yaptığı bütün işlemlerin sonuçlarım mı aklında tutuyordu? Onu zihinden hesap yaparken görenler hâlâ bu soruyu sorarlar.
0 notes
Photo

Hayata Kolaylık Sağlayan Mucitlerin En Değerlileri
Eukleldes veya Öklid
Eski yunan matematikçisi, M. Ö. III. yüzyılda yaşadı. Euklaides, matematik eserlerinin İlk büyük yazarıdır. Geometri öğretiminin temel ilkelerini kapsayan «Elemanlar» İsimli kitabı, yirmi cildi bulur. Bu eserin kesinliği ve açıklığı çağımızda da henüz aşılamamıştır. Eserinin başında, Eukleldes, tariflere ve aralarında meşhur postulatının da bulunduğu kavramlara yer verir. Eukleldes, Mısır’da İskenderiye’de öğretmendi ve eski çağın en tanınmış okullarından birinde mateme, tik dersi veriyordu. Bu matematik bilgini, geometriyi gerçek bir bilim haline getirmiş açık tarifler ve ispat edilen teoremler yaratmıştır. Bu çalışmaları sırasında Mısır’lı inşaatçıların, sadece uygulamaya dayanan bilgilerini ele almış, bunlardan yararlan, mıştır. O devirden beri başka geometri okulları da kurulmuş, fakat hiçbiri, bütün dünyada kendini kabul ettiren Eukleldes’ln geometrisinin yerini alamamıştır.
Arkhimedes
Yunanlı bilgin, M. ö. 287’de Syrakusai’de (İtalya) doğdu, M. ö. 212’de aynı yerde öldürüldü.
Dâhi mucit ve fizik biliminin babası, insanlık, Arkhimedes’e matematik ve fizikle İlgili birçok buluşu borçludur. Bu buluşların en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: Bilgin, önce daire çevresinin, çapına oranını buldu. Yunan sayı sistemini geliştirdi. Mekanikte büyük iş kolaylığı sağlayan sonsuz vidayı, dişli çarkı, hareketli makarayı, palangayı icat etti. Dünyayı yerinden oynatmak için bir dayanak noktasının yetecçğlni İddia ederek kaldıraç teorisini ortaya koydu. «Bir sıvıya daldırılan cisim, taşırdığı sıvının ağırlığı kadarını ağırlığından kaybeder» şeklindeki ünlü prensibi buldu. Bugün yüksek matematikte temel prensiplerden biri olan «integral hesabı» na yol açan geometri incelemeleri yaptı. Euk-leides’in bu dâhi öğrencisi, Syrakusai’nin zaptı sırasında bir geometri probleminin çözümüne dalmışken kendisini tanımayan Roma’lı bir asker tarafından öldürüldü.
Ptolemaios
Claudius Ptolemaios; Batlamyus da denir. Eski Yunanlı coğrafya, astronomi ve matematik bilgini. 90 yılına doğru Ptolemais’te (Mısır) doğdu, 168 yılına doğru Kanop’ta (Mısır) öldü.
Eski çağ dünyasının ilk büyük haritasını çizdi. Ptolemaios’un bütün hayatı boyunca İskenderiye’de yaşadığı sanılmaktadır. Eserleri, astronomi, matematik, kronoloji, optik ve coğrafya gibi çok çeşitli dalları kapsar. Ptolemalos’un ünlü Coğrafya’sı, on beş yüzyıl boyunca en güvenilir ve en mükemmel eser olarak kabul edilmiştir. XVI. yüzyılda da birçok defa basılmıştır. Ptolemaios, bu eserde, eski çağın bjlgin ve gezginlerinden öğrendiği bütün bilgileri ortaya koymuştu. Bu arada, özellikle enlem ve boylamları tespit etmeye yarayan çizgileri bulan Hipparkhos isimli astronomdan yararlanmıştı. Ptolemaios’un haritasındaki dünya, Asya ve Afrika’nın bir kısmını kapsıyordu. Bilgin, soğuk denizlerle çevrili, Britanya adalarının varlığını biliyordu. Fakat denizcilerin çok daha kuzeyde gördüklerini söyledikleri, buzlarla kaplı bir denize haritasında yer vermeyi kabul etmemiştir.
0 notes
Text
Hokusay, Van Eyck ve Michelangelo’nun Hayatları
Hokusay, Van Eyck ve Michelangelo’nun Hayatları
Hokusay
Katsuşika Hokusay, Japon desinatörü ve gravürcüsüdür. 1760’da Tokyo’da doğdu, 1849’da aynı yerde öldı 30 000’den fazla eseri vardır.
Eserlerinde 60’dan fazla takma ad kullandı. Katsuşika Hokusay, Japonya’da devrinin en İleri gelen ressam ve süslemecilerinden biriydi. Sanatçı yaptığı desen, gravür ve tablolarında son derece çeşitli konulara yer vermiştir: Manzaralar, davranışlar, kıyafetler, gelenekler, çalışanların yaşayışı, tarih v.d. Sanatçı, ayrıca insan, hayvan ve çiçekler üzerine incelemeler yapmıştır. Eserlerine «Şunro», «Sori», «Hişivka» gibi imzalar atan Hokusay’ın 60’tan fazla takma adı vardır. Bunların en ilgi çekicisi, «Resjm delisi» anlamına gelen «Guakyocin» dir. Hokusay başlıca eserlerini albümler hâlinde yayımlamıştır. Japonların kutsal saydıkları Fuji-Ya-ma dağı eserlerinde önemli bir yer tutar. Sanatçının çok canlı ve eğlenceli olan desenleri, Caran d’Ache’ın karikatürleri ve diğer birçok usta sanatçının eserleriyle boy ölçüşebilir.
Van Eyck
Jan Van Eyck, Flaman ressamı. 1390’a doğru Maaseik’te (Belçika) doğdu, 1441’de Bruges’de (Belçika) öldü.
Yağlıboya resmi icat etti. Flaman resminin büyük ustası Jan Van Eyck, boyaları inceltmede ilk defa keten yağından yararlanarak, resim tekniğini geliştirmiştir. XV. Yüzyıla kadar ressamlar tablolarını yaparken suluboya, tebeşir ve toz hâlinde toprak boyalar (tempera tekniği) kul-, tanırlardı. Ayrıca eserlerinin uzun süre bozulmaması ve dayanıklı olması için çoğu zaman ya fresk ya da mumlu boya tekniğine başvururlardı. Flaman resim okulunun kurucusu olan Jan Van Eyck, yeni bir usul ortaya çıkarmıştır: Buna göre boya, su ile değil de yağ ile karıştırılıyor ve bu yüzden de hem daha yavaş kuruyor, hem de uzun süre parlaklığını muhafaza ediyordu. O devrin Avrupalı ressamları Jan Van Eyck’in icat ettiği bu yeni tekniği çok beğenip çabucak benimseyerek kısa zamanda eserlerinde uygulamaya başlamıştır. Daha sonra da yağlıboya bütün dünyaya yayılmıştır.
Michelangelo
Michelangelo Buonarroti, Mikelanj da denir. İtalyan ressamı, heykeltıraşı, mimarı ve şairi. 1475’te Capresse’de (İtalya) doğdu, 1564’te Roma’da öldü.
Sanat dünyasını her devirde etkileyen en büyük sanatçılardan biridir. Michelangelo çok genç yaşta, Floransa’daki Muhteşem Lorenzo’nun sarayında, maaşlı sanatçılar arasına katılmıştı. Bu eşsiz sanatçının hepsi de başlı başına birer şaheser olan yapıtları arasında en tanınmışları Roma’daki Sistina kilisesinin tavanını süsleyen freskler, yine aynı kilisenin sunak duvarında yer alan «Mahşer« adlı fresk ile «Pieta». «Esirler», «Davud», «Musa» gibi heykeller ve Roma’daki San Pietro katedralinin kubbe maketidir. Çağdaşları, hayran oldukları Michelangelo’nun değerini pek İyi bilirlerdi. Ama Michelangelo, huysuzluğuyla herkesi yıldırmıştı. Bu öfkeli ve asık yüzlü sanatçı, şaheserler yaratmak için ölesiye çalışırdı. 1588’de Roma’da, San Pietro katedralinin kubbesi bütün haşmetiyle gökyüzüne yükseliyordu ama Michelangelo kendi eseri olan bu muhteşem yapının tamamlandığını göremeden ölmüştü.
#Buonarroti kimdir#Jan Van Eyck#Jan Van Eyck kimdir#Katsuşika Hokusay#Katsuşika Hokusay kimdir#Michelangelo Buonarroti
0 notes
Text
Fevzi Çakmak, Charles Andre, Churchill
Fevzi Çakmak, Charles Andre, Churchill
Mareşal Fevzi Çakmak
Türk mareşali, 1876’da İstanbul’da doğdu, 1950’de aynı yerde öldü.
Kurtuluş Savaşında ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş devresinde büyük hizmetleri oldu. Fevzi Çakmak, 1898’de Harbiye’den kurmay yüzbaşı olarak çıktıktan sonra orduda çeşitli görevlerde bulundu. 1914’de generalliğe yükseldi. Çanakkale’de, Kafkasya’da ve Suriye’de savaşa katıldı. Birinci Dünya Savaşından sonra İstanbul’da Genel Kurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı İken Anadolu’ya silâh ve malzeme gönderdi. Damat Ferit Hükümetinin kurulmasından önce bakanlıktan ayrılarak 1920’de Anadolu’ya geçti. Ulusal görevin artık Anadolu’da yapılacağı kanısındaydı. 1921’de Kurtuluş Orduları Genel Kurmay Başkanı oldu. Büyük Millet Meclisi onu başarılarından dolayı Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra Mareşalliğe yükseltti. 1944’e kadar Genel Kurmay Başkanlığı yaptı ve yaş haddinden emekliye ayrıldı. Fevzi Çakmak daima, milletin ve ordunun sevip saydığı bir insan olarak kaldı.
Charles, Andre
Charles, Andre, Joseph, Marie de Gaulle, Fransız generali ve devlet adamı, 1890’da Lille’de (Fransa) doğdu, 1970’te Colombey’de (Fransa) öldü.
İkinci Dünya Savaşı’nda, Fransa’nın kurtarıcısı oldu. Hitler’in orduları tarafından işgal edilen Fransa, 18 Haziran 1940’da savaşı bırakmıştı. Londra’da, İngiliz radyosu mikrofonunda, o güne kadar hemen hemen tanınmamış bir general, bütün fransızları kendisine katılmaya, mücadeleye devam etmeye ve Müttefiklerin zafer gününde hazır bulunmaya çağırdı. Çok geçmeden imparatorluk savunma konseyini kurdu. Hür Fransız kuvvetleri); Churchill’in harekete geçirdiği ingilizlerin, Rusların ve nihayet Fransa’da da Dâhilî Fransız Kuvvetleri (F.F.I.), işgal kuvvetlerine karşı direnişe geçti. 26 Ağustos 1944 günü, özgürlüğüne kavuşan Paris’te, halkın alkışlara boğduğu General De Gaulle, zaferinin tadını çıkarıyordu. Daha sonra Fransa Cumhuriyetini yeniden kurdu ve ülkeyi başarıyla yönetti; bu arada iki defa Cumhurbaşkanı seçildi.
Churchill
Sir Winston Leonard Spencer veya Winston Churchill. İngiliz devlet adamı, yazan ve ressamı, 1874’te Blenheim Palace’ta (Büyük Britanya) doğdu, 1965’te Londra’da öldü.
Çağdaş tarihin ünlü kişisi, Marlborough dükleri Spencer’ierin soyundan gelen Winston Churchill, siyaset hayatında çarçabuk parladı. 1900’de Muhafazakâr Parti’den milletvekili seçildi, fakat sonra Liberallere katıldı. 1917’de bakan, 1940’ta başbakan oldu. İkinci Dünya Savaşında gösterdiği çelik irade, ona «ihtiyar Aslan» lâkabını kazandırdı. Beş yıl süren kahramanca savaş ve direnişte, Chürchill’in büyük çabası İngiltere’yi zafere ulaştırdı. 1940’dan itibaren İhtiyar Aslan, İngiliz halkına sadece kan, eziyet, ter göz yaşları vaad etmişti. Kendine ve milletine güvenen Churchill, her yerde yurttaşlarını teşvik ediyor ve purosu hep dudaklarında, elini kaldırarak işaret ve orta parmaklarıyla vaad ettiği zaferi belirten V harfini gösteriyordu. 1945’te seçimleri kaybeden Churchill, Nato ve Avrupa Konseyinin kurulması fikirlerini ortaya atmıştır.
0 notes
Text
Günümüzde İsmi Unutulan Ünlülerin Hayatları
Günümüzde İsmi Unutulan Ünlülerin Hayatları
Edward Jenner
İngiliz hekimi. 1749’da Berkeley’de (Büyük Britanya) doğdu, 1823’de aynı yerde öldü.
Çiçek hastalığına karşı bir aşı buldu. Çiçek. XVIII. Yüzyıldan önce insanlığı kırıp geçiren bir hastalıktı. Fransa Kralı XV. Louis de çiçekten ölmüştü. Bu hastalığa yakalanıp ta şans eseri kurtulan kimselerin yüzleri ve vücutları, hastalık sırasında çıkan sivilcelerin patlaması sonucunda meydana gelen irili ufaklı çukurlarla (çiçek bozuğu) doluyordu. Jenner, ineklerin de çiçeğe benzer bir hastalığa yakalandıklarını ve vücutlarının sivilcelerle kaplandığını, ama hayvanların bu hastalıktan ölmediklerini farketti. Ayrıca devamlı olarak inek sağan çiftçilerin çiçeğe yakalanmadıkları da dikkatini çekmişti. Bunun üzerine 1796’da Jenner İlk denemesine girişti: İneklerin vücudunda çıkan sivilcelerden bir miktar cerahat alarak bunu bir çocuğa aşıladı, sonra da aynı çocuğa çiçek mikrobu verdi. Ama bu çocuk, bu tehlikeli hastalığa yakalanmadı, çünkü bağışıklık kazanmıştı.
Dalton
Kimya bilgini Dalton, 1766’da Eaglesfield’de (Büyük Britanya) doğdu, 1844’te Manches-ter’de (Büyük Britanya) öldü.
Daltonizm’i kendi üzerinde inceledi. Önceleri öğretmenlik yapan Dalton boş zamanlarında matematik ve fiziğe çalışırdı. Profesör olduktan sonra cisimlerin atom yapısı teorisini ilk o geliştirmiştir. Ama Dalton adı daha çok tıp alanında duyulmuştur. Çünkü bilgin, kendisinde de bulunan bir hastalığı ilk defa inceleyerek tanımlamıştır. Profesör, kırmızı ve yeşil renkleri birbirinden ayırt edemiyordu. Dalton’un yaptığı araştırmalardan sonra daltonizm adını alan bu görme bozukluğu az rastlanır bir hastalık değildir. Sonradan olma daltonizmin tedavisi mümkündür. Ama genellikle soydan gelen daltonizmin tedavisi imkânsızdır. Çoğu zaman hasta, bu durumunun farkında değildir. Bu yüzden dallon hastası şoförlerin trafik direklerindeki yeşil, sarı ve kırmızı renkteki ışıkları ayırt edebilmeleri için daima kırmızı ışık üste, sarı ışık ortaya yeşil ışık alta yerleştirilir.
Epée Rahibi
Charles Michel, Epée Rahibi’de denir. Fransız rahibi ve pedagogu, 1712’de Versailles’da (Fransa) doğdu, 1789’da Paris’te öldü.
Sağır dilsizlerin koruyucusu, İlk sağır dilsizler okulunu kurdu. Paris barosuna bağlı bir avukat olan Rahip Charles Mlchel’in karşısına bir gün birkaç sağır dilsiz genç kız çıktı. Bunların eğitimini üzerine alan rahip, belirli işaret ve hareketlerden yararlanarak öğrencilerin zekâlarını geliştirmeye çalıştı ve kısa zamanda olumlu sonuçlar elde etti. Normal İnsanların kulak yoluyla edindiği bilgileri rahip, sağır dilsiz öğrencilerine gözler aracılığıyla öğretmek istiyordu. Epée Rahibi Fransa da, masraflarını kendi geliriyle karşıladığı bir sağır dilsizler okulu kurdu. Bu okulda Öğrenciler, bazen geniş çapta bilgiler edinebiliyorlardı. Ölümünden sonra kendisine İnsanlığın velinimeti sıfatı verilen Epée Rahibinin, bütün servetini, eserinin devam ettirilip geliştirilmesi uğrunda yapılacak çalışmalara harcanmak üzere bıraktığı öğrenilince, halkın gözündeki değeri daha da arttı
0 notes