Tumgik
birbaskakonu · 4 years
Text
Biz de bir şeylerin tekrarı değil miyiz zaten ? 
Birileri de bizim tekrarlarımız olmayacak mı ? 
Bunu fark edince insan. En çok kitaplardan. Anlıyor, sıradanlığını. 
0 notes
birbaskakonu · 4 years
Text
Öyle
İçimdeki bu hissi sevmiyorum. Çok tanıdık, bir o kadar da rahatsız edici. Bu ülkede işsizlik almış başını gitmiş, ben kendimi hep ayrı bir gemiye koymuş durmuşum. Öyle yani. Saçmaymış, bunun gemisi teknesi mi var. Bahsettiğim his, ne yapacağım sorusuyla büyüyen içimi kemiren bir tür kemirgen sanki. 
Çoğu zaman hayatın anlamını, tuhaflığını düşünüyorum. Önceliklerin birden değişme ihtimalini anlayınca insan, acele etmek istemiyor bir şeylere. bir şekilde her şeyin su gibi yolunu bulacağını bilerek devam ediyorum hayata.  
Bazen de böyle olmuyor işte.Ben ne kadar böyle düşünsem de, bi şey beni etkiliyor. İçimde bi his beni kara düşüncelere savuruyor. Kendimi var edemediğimi hissediyorum. Pek çok kere kendime söz veriyorum, karamsar olma diye. OLMA İŞTE.  Ama işte, ihtiyaç yani. İnsan o piramidin en üstünde yazan maddeye muhtaç. ‘’Kendini gerçekleştirebilmek’’. Elbette işin maddi yönüne hiç girmiyorum. Fakat bir de bu tarafı var. Faydalı bi şeyler yapmak istiyorum, bir yer etmek istiyorum. insanların yanında, zihninde ,başarabilirsem kalbinde..
Ama tüm koşular beni korkutuyor. Her gün farklı bir şeye heves ediyorum. Şu x işini mi yapsam, hemen plan yapayım. Yok ya da şu olsun. diye diye gidiyor. Bir bakmışım ilk düşündüğüm neydi unutmuşum.
Hepsi faso fiso. gittikçe tembelliğime, kendi yarattığım yeraltına sığınıyorum. Çıkasım hem var hem hiiiiç yok. insanlardan uzaklaştığımı hissediyorum. Hani bir araba ilerler , ilerler , gider sonra gözden kaybolur ya. Bazı şeyler gözümde öyleler. Un ufak, belli belirsiz, silik. 
Ne bileyim, yine de içimde kendimce bi doğrum var. Allahtan o var. Bir şeyin zamanı geldiyse o zaman onu yaparım zaten. Yapmam gerektiğini hissederim. İstiyorsam yaparım diyorum. Demek ki zamanı değil. Bırak düşünme. Düşündükçe bir yere varamıyorsun. Hem her şey senin elinde değil ki.
Sadece bırak zaman alsın götürsün.  
0 notes
birbaskakonu · 4 years
Text
Poşetin Ucu
Bugün alnımda , ensemde boncuk boncuk terlerin biriktiği bir gün oldu. bu yaz feci sıcak ve yakıcı. Antalya’da yaşamayı bir türlü sevemedim.Olmuyor işte. Serinlemek için tonla yol var ama şehrin ya da evimizin her yeri klimalarla dolu değil sonuçta. O yüzden bugün de terledik, daha da terleriz aylarca. İnsan, isyan etmeyi kabullenince bırakıyor gerçekten. Kabullendim bu şehrin terini, tuzunu, nemini... gider böyle. Bu bir tür kendime destek olma çabası mı ? bilmem. 
Randevum var diye güzel bir duş aldım, saçlarıma taç taktım,alnıma gelmesin diye, ve kilo verdiğim için üzerime yakıştırdığım kıyafetlerimi giydim. Gittim bir güzel hastane koridorunda, bakışları birbirinin üzerinde gezinen kadınlarla sıramı bekledim. Sonra kapı açıldı, doktoru tanıyamadım. Koridor aynı koridordu, isim aynı isimdi. Dur soyadı farklı... Ama zamanları karıştırmışım. Benim doktorum sadece perşembe günleri geliyormuş. Budala mıyım.
Sıcak. çok sıcak. Hem hareket etmiş oldum, eve dönerken anneme kiraz alacağım unutma. Doğal mı yoksa ilaçlıyorlar mı? Nerden bileyim ki.
Yolda yürürken kırmızı karpuz dilimlerini, suyunu dökmeden yemeye çalışan insanları gördüm. Bir , iki, üç.. Karpuz festivali var sanırım. Annemlere alayım, birlikte lezzetli lezzetli yeriz dedim. Durdum, yanımda genç bir kadın karpuzu övdü de övdü,’’ iki haftadır bekliyoruz ,her zaman gelmiyor’’. Güldüm, gülümsedim. Umarım benim seçtiğim kelek çıkmaz.
Poşeti bana uzatınca, o kadar ağırdı ki kapruz, üzerime düşse ölürüm. Allahım ben bunu nasıl eve götüreceğim. 20 dakikalık yol var önümde. Birkaç saniye tutması bile çok zor. Büyük,kocaman. 
O an aklıma yalnızlığın ‘’bir’’ tanımı geldi. Yalnızlık, tek bir karpuzu alamamaktır gibi bi tanım okumuştum. ‘’Tek başına bitirememektir.’’ düşüncesiyle almaktan vzgeçmek... Öyle midir yoksa şu an mı yalnızım? Taşıyamıyorum ki. Gücüm yetmiyor. Biri olsa yanımda, özel biri,, birlikte taşırdık. Bir ucu o , bir ucu ben. Poşetin. Ne bileyim. 
Sonra taksiye atladım. Eve geldim. Öve öve bitiremedim, kesin güzel dedim. İçimden o kadar aldım güzel, lezzetli olsun. Nolur. Tadı çok güzeldi, ailemle yedik güzel güzel.Yorgunluğumu atarken poşetin bir ucunu düşünmeden kocaman bir dilimi bitirdim.
Biraz da rüzgar esse... 
0 notes
birbaskakonu · 4 years
Text
Sorgulamalar
Şimdi o bakışların nedenlerini daha iyi anlayabiliyorum. Yavaş yavaş anlamaya devam ediyorum. Sabırsızlıkla bir an önce büyümeyi ve hayata karışmayı her şeyden çok istediğimiz o çocuk yaşlarda birçok göz böyle bakardı bize, herkes bilir. Hiç konuşulmamış olsa bile o bakışlar yine de kendini göstermiş , içinde kıskançlık kırıntılarıyla orada öylece duruvermiştir. Hafif küçümseyici, hafif alaycı ve çoğu zaman şefkat dolu bir bakışla bir büyük fısıldar; ‘’ bugünleri çok özleyeceksin’’
Şimdi anlayabiliyorum neden çocukluğun özlenilen bir şey olduğunu. Bunu öylesine söylemiyorum , tam manasıyla anlıyorum. Ve çocukluğunu kaybettiğini hisseden her insanın gizleyemeden bunu yüzünde neden yansıttığını.. Bunların hepsini yaşadıkça anlıyor insan. Aynı yollardan aynı sokaklardan geçmiyoruz belki ama yollar hep aynı yere varıyor. Ve bir zamanlar gördüğümüz o kıvılcımlar gelip yerleşiyor bakışlarımızın en içine.
Zihin her zaman tersi yönde ivme kazanıyor. Başladığımız noktada sonuna doğru, sonuna geldiğimizde ise başladığımız yere tekrar dönmeyi arzularken buluyoruz kendimizi. Hiçbir zaman hiç yetmiyor ve hiç yetmeyecek , bunu büyük bir yenilgiyle bazen zafer (!) ilan edip anlıyoruz. Anlamak istemeyenler bile er geç anlıyor.
Mutluluk ve zaman hiçbir zaman bize ait olmuyor. Mutluluk için birçok tanım okudum, aşkla ve hayallerle ilgili olduğunu düşündüm kimi zaman. Kimyasal bir şey olduğunu anlayıp çok sonra kendime güldüğüm de oldu. Ama sanırım en çok aklımda yer eden acı şey onun toplumsal olduğu oldu. Bize her zaman dayatılan şeylerden bir çıkış isteği, diğerlerinin elde edeceğini bildiğimiz halde onlarda değil de biz de olan , bize ait olan bir şeylerle kendini var eden mutluluk dediğimiz şey. Anlatması güç belki. Ama düşününce anlıyor insan. Zaman ise sahip olabileceğimiz değil, sadece ve sadece ait olabileceğimiz bir şey -miş diyoruz. Komik ki onu da garip bir şekilde becerememeye evrilmişiz. Zihnin sürekli ‘’geçmiş’’ ve ‘’gelecek’’ arasında mekik dokumasıyla ‘’şimdi’’yi hiç yaşayamaması ,öldürmesi ve aslında yaşadığımız sandığımız hayata çok yabancı oluşumuz.. Fazla gerçekçi değil mi? Oysa geçmiş ve gelecek kafamızın içinde bile tüm yakıcılığıyla ŞİMDİ yaşanmıyor mu diye sormayışımız.. Kendimiz karşısında o muhteşem yenilgimiz…
‘’Bu dünyada olan en büyük savaş insanın kendisiyle olan savaşıdır.’’ dimi?
Hep yola çık , yol açık denildi. Kimse kendi içine yolculuğa çıkmaktan bahsetmedi. Yaşadığımız çağda bize hep ileri dediler de , biz hiç durup sağımıza solumuza bakmayı akıl etmedik ?
Onlarca keşfedilen , keşfedildikten sonra tekrar tekrar yaşanan ve var olan ne varsa hepsini bir çöp torbası gibi zihnimizde taşımaya ne zaman başladık ? Ve en son ne zaman sadece nefesimizi dinledik ?
0 notes
birbaskakonu · 4 years
Text
Bir yerde henüz tomurcukları açmamış çiçeklerini , pembe terliklerini, şemsiyeni bırakıyorsan oraya geri döneceğini bilerek ya da buna inanma isteğiyle bırakıyorsun.
0 notes
birbaskakonu · 4 years
Text
Gece
Gece üç gibi tüm vücudunu saran şiddetli bir üşüme ile uyandı. Titriyordu, yorganı iyice üstüne çekti, iyice sokuldu kendine. Birkaç dakika geçti geçmedi bunun böyle olmayacağını anladı, annesinin valizinin en üstüne yerleştirdiği siyah kazağını, içlerinde en kalınıydı, koğuştakileri rahatsız etmeden ve zihninden tek bir düşünce bile geçmeden, valizden çıkarıp üzerine hızlıca giydi. Yorganın altına girdiğinde, hızlıca ısınmayı bekledi. Evde değil de başka bir yerde olduğunu bu hareketinden sonra iyice anladı. Askerlikteki ilk gecesiydi, çok fazla düşünmek istemediği ve oldukça da yorgun olduğu için uykuya herkesten önce dalmıştı. Hatta dolabını yerleştirmeye çalışan yattığı ranzanın üstünde yatan ve kendini tanıtırken Ankaralı olduğunu 3 kere söyleyen çocuğun çıkardığı takırtılara ve koğuşa girdiği andan itibaren hiç kesilmeyen seslere rağmen uykuya rahatlıkla daldığı an kendini çok şanslı hissetmişti. Koğuşu 30 kişilikti, odanın en sonundaki pencerenin yanındaki ranzanın altında yatıyordu. İçerisi karanlıktı, tonla adam vardı. Bu üşüme ilk gece için hissetmek istemediği o duyguyu daha yoğun hissetmesine sebep oldu. Soğuk, karanlık bir geceydi. Yıllar sonra o geceyi tam olarak böyle hatırlayacaktı. Denedi ama uykusu kaçmıştı. Aklına hücum eden düşünceleri kovmak istedi, olmadı. Otobüse bindiği anı düşündü, sarılışları ve şimdi sebebini tam da çözemediği o coşkuyu, sonra Feray’ın güzel ince yüzü geldi aklına ve son buluşmalarında yanında kahve içişinin ve son söylediklerinin ayrıntılarını hatırlamaya çalıştı, zihninde canlandırmak istedi ama başaramadı. Daha önce hiç kahve içmemişti feray, hep çay içerdi dışarı çıktıklarında ne olmuştu da o gün canı kahve çekmişti de kahve içmek istemişti?  
Yarın sabah erken kalkacaktı, şehre gelirken otobüste zamanın hızlı geçeceğini düşünmüştü. Hem zaten yıllarca askerlik yapacak hali yoktu ya, peki ama neden şimdi zaman yavaşlamıştı? Uykusu gelmeyecek gibiydi. Tıraştı, melbusattı, bölüklere dağıtımdı, dolabı yerleştirmesiydi derken uzun süren koşuşturmalı bir günün gecesinde, tanımadığı bir sürü insanın içinde içine buram buram yayılan yabancılaşma hissiyle uykuyu bekledi. Nasıl geçecek zaman diye düşünmeden edemedi, birinin horultusu çok yükselmişti. Yüzünü duvara doğru döndü. Elini alnından ensesine doğru birkaç kere hızlıca götürdü. Dışarıda rüzgar vardı, ağaçların sallanan yapraklarını izlerken uykuya hiç fark etmeden ve hızlıca daldı. Yorgunluk onu uykuya itmişti ve o bunu fark etmemişti. Sabah uyandığında çoktan unutmuş olacağı rüyasında, Feray’la bir bankta oturduğunu gördü. Ağaçtan düşen yaprakları beraber izliyorlardı. Düşen bir yaprağı görmek dedi Feray, uzakta birisinin seni düşündüğü anlamına gelir. İçindeki tarifsiz onu sıkan bir hisle devam etti rüyasına, sesler ve renkler birbirine karıştı o anda.
Sabah olduğunda dünyanın en çirkin sesi ‘’Koğuş Kalk!’’ diye bağırıyordu. Hiç uyanmak istemedi.
1 note · View note
birbaskakonu · 4 years
Text
Gönderilmeyecek mesaj
Yanımda olmak istediğini biliyorum. Bunun için çabanı da görebiliyorum. Beni anlamanı beklemiyorum, anlama da zaten. Anlamaman daha iyi emin ol. Çok uzun zamandır birbirimizi tanıyoruz, birçok zaman yan yanaydık. Ağlarken de gülerken de, sıradan tonla zamanda da.Çok iyi birisin, tanıdığım en sıcak ve samimi insanlardansın. İçinde bulunduğum durumda yanımda olmak istediğine binlerce kez teşekkür ederim. Ama kimse bana iyi gelmiyor. Gerçek bu. Bencillik belki bu yaptığım, bi kaçış. Kendimi hangi ara bu kadar soyutladım her şeyden bilmiyorum, ama buna ihtiyacım olduğunu görüyorum. Kimse anlamıyor diye kızmıyorum kimseye, insan yaşamadıkça nasıl anlar ki ? En fazla yan yana soluk almak güçlü hissettirir biliyorum , biraz espri ve kahkahayla her şey yolunda gibi gelir. Ama bunlara ihtiyacım yok, bencilliğim için affet. Aramızı bozmaz umarım bu soğukluğum, derdim benim diğer insanlarla diğer hiçbir şeyle değil. Ben kendi içimdeyim, gücümü içimden alıyorum. Geri kalan her şey zihnimi oyalamak için. Beni eskiye götürmeni istemiyorum, üzgünüm. 
0 notes
birbaskakonu · 4 years
Photo
Tumblr media
0 notes
birbaskakonu · 4 years
Text
Bana sorulsa,"Büyümek nedir?" diye,tek diyebileceğim Paulo Coelho'nun büyümeye dair bir sözüdür. Der ki; ‘’çocukken her şeyin sahibi olmak için büyümek isterdik.Büyüdük;şimdi her şeyden uzak olmak için hep çocuk kalmak istiyoruz.’’ 
1 note · View note
birbaskakonu · 4 years
Text
Bir not
Bugünden geleceğe bir şeyler yazmak , kalemim elimde olmasa bile şuracığa bir şeyler karalamak istiyorum. 
Ne olursa olsun bu günleri kötü hatırlama olur mu demek istiyorum. Zor, bazen can acıtıcı ama asla kötü deme bu zamanlar için. Güzel anların lezzetini, yemek yaparken daldığın düşüncelerinin tadını, izlediğin filmlerin dinlediğin müziklerin sana hissettirdiklerini, unutulmuş anılarına yeniden ruh verdiğini hep hatırla. Özenle hatırla. En çok da sevdiklerinle zamanı paylaşmanın huzurunun ne kadar kıymetli olduğunu. içindeki çocuğu saklandığı yerden daha fazla çıkarman gerektiğini. Hiç hiç unutma.. Olur mu ? 
0 notes
birbaskakonu · 4 years
Text
Kara dut
Bugün annemle hastaneye gittik. Hava öyle güzeldi ki, taktığımız maskeler altında nefes almak için fazla sıcaktı. Taktığım şapka ayrı bir terletti. yürüdük yürüdük. Sustuk, düşündük. Bir sürü insanın yanından geçtik. Çok güzel bir sabahtı benim için. İçinde bulunduğumuz karantina döneminde yürümek, annemle yürümek, güneşin tenimi ısıttığı bir havada yürümek, sonunda çok yorulsak da yürümek. 
İçinde bulunduğum dönemde elimden geldiğince andan, basit şeylerden keyif almaya çalışıyorum. Ve zihnimi her zamankinden daha çok zorluyorum,  eskiyi çocuklugumu hatırlamak için. Unuturum diye korkuyorum çünkü. Dün de bugün kadar önemli benim için.
‘’6 yaşlarındaydım bir sabah, bir başka şehire gitmek için çok erken bir saatte uyanmış annemle uzun bir yolu yürümüştük. Şimdi yıllar sonra yine hala birlikte yürüyoruz diye düşündüm bugün de. Annemle aynı boya gelmiş ve yaşamımın üzerine 20 sene daha eklenmişti, fark büyüktü. Ama hala o yoldaki gibi güvenli hissettim. Hala küçük bir çocuktum, bana tek gereken annemdi. ‘’
Kan vermeye gittiğinde, onu biraz uzunca bekledim. Beklerken hava sıcaktı gölgede dursam da biraz terledim. Gözlerimi insanlara dikmek istemedim ama istemsizce bakışlarım üzerlerinde gezdi. Kim hastaydı kim hasta yakınıydı anlamaya çalışırken buldum kendimi. Sanki hepimiz hastaydık, zayıf ve güçsüzdük. Dışardaki kalabalığın içinde biriydim işte. Yerinden kalkarken canı acıyan amcanın yüz ifadesi, genç bir adamın güneşte hareketsiz uzun süre oturuşu, peruk takmış bir kadının saçlarının çok fazla parlaması gibi bir şeyler kaldı aklımda. 
Benimle sohbet eden sırada bekleyen bir kadın annemle ilgili sorular sordu , ayak üstü kısa bir muhabetten sonra sırasının gelmesiyle ayrıldı. Uzaktan geliyormuş damadı getirip götürüyormuş. Evlenseydim nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim. Eşini bekleyen bir amcayla aynı bankta oturduk, telefonda zayıflarsan inüsülin kullanmana gerek kalmaz diye birine tavsiye verişine kulak misafiri oldum. Derken annem geldi. Doktorun ilaçların dozunu azalttığını söyledi. Eve dönüşte Şener Şen’in birkaç komik repliğini söyleyip güldük. Ordan burdan konuştuk. Bir şeyler alalım dedik karadut aldık. Tadı çok güzeldi,ellerim kırmızı kırmızı oldu. 
Şimdi müzik dinliyorum, yorgunluğum tatlı tatlı geçiyor. Düşünüyorum, aynı yolda yürümek çok şey ifade ediyor diyorum kendime. o sabah erkenden otogara gittiğimiz yol hiç bitmemiş diyorum. Bugün hastaneye gittiğimiz yol da hiç bitmemiş olacak, inanıyorum. 
0 notes