Yalnızlığın dibine batıp ; o kara delikte elleriyle açtığı karanlığı daha da büyütenler olarak etrafa gülücük saçanlarız...
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Bir balonun üzerine oturmuş gidiyoruz. Gökyüzüne çıktığımızı sanıyoruz ama balonun ucundaki taşı göremiyoruz...
3 notes
·
View notes
Audio
Üstadın ölümü doğduğunda başlamış ve dünyada görülmüş en uzun süren intihar olarak tarihe geçmiştir. Bugüne kadar yaşamış insanların arasında ölümü en acılı olanıdır. Çünkü yaşayarak ölmüştür. Yaşayarak intihar etmiştir. Yazarak. Hiç durmadan. Kitap yazması kendisi için fazla tehlikeli olmaya başladığında ise mektuplar yazmıştır. Binlerce sayfa! Sanki her biri farklı bir insanın kaleminden çıkmış binlerce mektup… Bazıları silahla, bazıları siyanürle, bazıları çatılarından atlayarak. Bazıları da yaşayarak! Ki sonuncusu en acı veren ve en yavaşıdır. İnsanın canı o kadar yanar ki birkaç yıl sonra hiçbir şey hissetmemeye başlar. Ama ufak bir hata, ufak bir çabuk ölüm arzusu bütün acıları yeniden başlatır. Ve beyin kabuğunu nasırlaştırmak yine yıllar ister. Üstadın intiharı ve yeryüzündeki can çekişi altmış sekiz yıl sürmüştür. Ben de baharda doğdum onun gibi. Yüzünü işlettim vücuduma. Kayra dışında dinlediğim tek isim. Belki de dostsuzluğuma bir çare. Yaşasaydık aynı zamanda belki de acırdı bana, küçümserdi. Hatta bir yerde, kaygılanırdı benim ve hayatım için. Belki de burnunu kırardım hoşuma gitmeyen bir laf ettiği için. Kışkırtmayı en sevdiği spor haline getirdiği için düşerdim tuzağına. Sinirlenirdim belki de. Öldürürdüm onu kendi ellerimle…
Böylesi daha iyi. O benim dostum. Sessiz. Hareketsiz. Her zaman benimle. Derime yapışmış yüzüyle. Yaşasaydı, derdi bana:
‘’Oğlum, bana iyi bak! Bir üstada benziyor muyum? Ben yazıyorum. Sen okuyorsun. Büyütme bunu.’’
Yalnız bir çocuğun yarattığı hayali arkadaşı gibi. Konuştum birkaç yıl onunla beynimde. Sonra büyüdüm. Anladım konuşulacak bir şey olmadığını. Onun ile benim, birbirimize anlatacağımız herhangi bir şey yoktu. Ağır kurşun yaraları almış ölmekte olan iki düşman askerinin birbirlerine dokunmadan yan yana yatmaları gibi. Hiç konuşmadan… Birbirimize en ufak yardımımız olamazdı. Yaşayarak intihar etmeyi seçenlere yardım edilemez… Bir stil meselesi. Ya ağzına soktuğun bir 38’lik ya da ölene kadar kendini oksijenle zehirlemek. Seçersin ölümünü! Çocuk oyuncağı kalır kendini asmalar, over dose’lar, 68 yıllık intiharların yanında. Gotik katedrallere benzeyen bu dev ölüm anıtlarının gölgelerinde kaybolur, yerde yatan ensesi delik cesedin yanı başındaki depresif intihar mektubu…
“Hepinizi seviyorum. Benim için üzülmeyin!” Yalvarışlarından farklıdır katedralin duvarında yazanlar. Değil sadece dostların, ailenin üzülmesi, bütün dünyanın ağlaması için yazılmışlardır. Gözyaşlarından okyanuslar taşsın diye. Binlerce mektup! On binlerce müsvedde sayfası doldurulur. Bütün dünya üstat öldükten sonra, yaşadığına pişman olsun diye yazılır o satırlar. Altmış sekiz yılda intihar eden altmış sekiz yıl boyunca da intihar ettirir!.. Bir stil meselesi. Hayat ve ölüm üzerine bir stil. İçeriğin zerre kadar önemi yoktur. Ne anlatıldığının, ne yapıldığının en ufak bir değeri yoktur. Sadece stil vardır.
Katilin kurbanını öldürmesi değil, kafasını kesip kesmediği hatırlanır.
Hakan Günday
1K notes
·
View notes
Audio
Çiviler çıktığı anda yığıldım yere. Çatlaklardan oluk oluk akan kan, Bir kelimeye daha takati kalmayan ses tellerim.. Yüzüme bakan manga dolusu insan. Ayakları altında gururum, onurum, Kederim.
Dağıldı sonra etten iskeletler, Dağıldım ben de tabi. Geçti, dedi nalbur usta, kalk haydi ayağa. Kalktım ben de tabi. Ben bazen dağınık kalkarım.
Gel dedi, ılık bir çorba vereyim sana Verdi de hani, hakkını yememek lazım. Vay zalimler, dedi nalbur, demek bunu yaptılar sana. Baktım gözlerine, gerçek vardı. Gerçekten de o yapmıştı, Ellerime çivileri nalbur usta çakmıştı.
Bozmadım. Öyle, dedim. Zalimler… O günden beri Tüm zalimler, kaybeden Tüm dostlar, kan şairi derler. O günden beri aklımda bir şelale Dilime akan. O günden beri cebimce iki paket Ciğerimi yakan.
Var git evine, dinlen, dedi nalbur usta. Kekeledim. Evim. Var mı benim evim, dedim. Gülümsedi, bir kağıda bir şeyler yazdı, Bana verdi. Var, git evine dinlen, akşama gelirim, dedi.
Kafam karıştı ama sorgulamadım. Akşam oldu, geldi nalbur usta. Açtım kapıyı, hoş geldin dedim. Konuşmadı, ağır ağır girdi tek göz odaya. Önce bir tutam saç çıkardı paltosundan,
Başına koydu. Bir tutam sakal aldı yanağından, Paltosuna koydu. İki tutam can aldı benden, Ellerime koydu.
Tuttu ellerimden. Gel sevgilim, dedi. Beni şehir meydanına götürdü. Tahtadan bir duvar gösterdi bana. Yaslan, aç kollarını, sarılacağım sana, dedi. Nalbur ustaya o gece, orada aşık oldum. Ben bazen tam o gece, tam orada aşık olurum.
Kapa gözlerini, dedi. Açtım gecemi. Canlarım ellerimde, canıma katılan karşımda. Sonra ellerimde bir ıslaklık, yine de aralanmadım Yine de bakmadım. Aç şimdi, dedi. Baktım, Gördüm, Anladım.
Güneş doğdu, tam tepeme geldi. Nalbur ustam, kadınım, celladım… Hoş geldin, dedi. Gecene hoş geldin.. Önce bir tutam saç aldı başından, Paltosuna koydu. Bir tutam sakal aldı paltosundan, Yanağına koydu.
Bağırdım, haykırdım, ağladım. Sesimi duydular, beni duymadılar. Toplandılar başıma. Küfürler, hakaretler, bağrış, çağrış. Dayanamadı nalbur usta, acıdı bana. Yeter! Dedi. Hangi zalim yaptı bunu ona! Yaklaştı ve çıkardı çivileri yaşlı gözlerle.
Çiviler çıktığı anda yığıldım yere.
822 notes
·
View notes