Tumgik
Text
Zina Eden Eşiyle Anlaşmalı Boşanan Eş, Mal Paylaşımı Davasında Diğer Eşin Payının Kaldırılmasını Talep Edebilir mi?
T.C. YARGITAY 8.Hukuk Dairesi Esas: 2013/5044 Karar: 2013/16861 Karar Tarihi: 18.11.2013 KATILMA ALACAĞI DAVASI - KARAR TARİHİNE EN YAKIN TARİHTEKİ SÜRÜM DEĞERİNİN USULÜNE UYGUN ŞEKİLDE BELİRLENMEK SURETİYLE DAVACI LEHİNE KATILMA ALACAĞINA HÜKMEDİLMESİ GEREKTİĞİ - HÜKMÜN BOZULDUĞU ÖZET: Dava; katılma alacağı isteğine ilişkindir. Katılma alacağı yasadan kaynaklanmaktadır. Bu tür davalarda, eklenecek değerlerden ve denkleştirmeden elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere edinilmiş malın toplam değerinden mala ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan artık değerin yarısı üzerinden tarafların kazanılmış hakları da dikkate alınarak katılma alacağının hesaplanması gerekir. Mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan edinilmiş mallar bu durumları ile tasfiyeye konu edilir. Söz konusu mal varlıklarının boşanma dava tarihinden önce devredilmesi durumunda ise devredildiği tarihteki değeri esas alınarak hesaplama yapılır. Somut olayda; 10 nolu daire, boşanma davasının açıldığı tarihten sonra 12.06.2007 tarihinde devredildiğine göre, edinilmiş malın tasfiye anındaki (karar tarihine en yakın) tarihteki değerin esas alınması gerekir. Mahkemece, karar tarihine en yakın tarihteki sürüm değerinin usulüne uygun şekilde konusunda uzman inşaat mühendisi bilirkişi aracılığı ile belirlenmek suretiyle davacı lehine katılma alacağına hükmedilmesi gerekirken devir tarihindeki değerinin esas alınması doğru görülmemiştir. (4721 S. K. m. 161, 162, 166, 202, 225, 229, 230, 231, 232, 235, 236) (4722 S. K. m. 10) Dava: B. B. ile A. T. aralarındaki katılma alacağı davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair Ankara 1.Aile Mahkemesi'nden verilen 20.11.2012 gün ve 194/1523 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili ile davalı vekili taraflarından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü: Karar: Davacı vekili, tarafların 1983 yılında evlendiklerini, evlilik birliği içerisinde edinilen 265 ada 45 parsel üzerindeki 10 nolu bağımsız bölümün, ortak hesapta bulunan para ile alınarak davalı adına tescil edildiği, davalının boşanma davası açıldıktan sonra taşınmazı devrettiğini açıklayarak müvekkilinin evin edinilmesine yaptığı katkı belirlenerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere 50.000 TL alacağın davalıdan alınmasına karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davanın yersiz açıldığını, dava konusu dairenin vekil edenin babasına ait taşınmazın satışından elde edilen ve müvekkilinin miras payına düşen parayla alındığını, müvekkilinin kişisel malı olduğunu açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, dava konusu taşınmazın edinilmiş mal niteliğinde olduğu anlaşıldığından taşınmazın devir tarihindeki değeri üzerinden davacının 46.492 TL. katılma alacağı bulunduğu, ancak TMK'nun 236/2 maddesi uyarınca takdiren indirim yapılmak suretiyle 25.000 TL katılma alacağının davalıdan alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine, karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili ile davalı vekili tarafından temyiz ayrı ayrı edilmiştir. Taraflar, 07.04.1983 tarihinde evlenmişler, 15.05.2007 tarihinde açılan davanın boşanmayla sonuçlanması üzerine 29.07.2008 tarihinde kesinleşen hükümle boşanmışlardır. Eşler arasındaki evliliğin boşanmayla sona erdirilmesine karar verilmesi nedeniyle mal rejimi boşanma dava tarihinden geçerli olmak üzere sona ermiştir. (TMK. m. 225/2). Taraflar arasında evlilik tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (TMK. m. 170.),bir yıl içinde başka mal rejimini seçilmediğinden 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı 15.05.2007 tarihine kadar yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.(4722 s. K. md. 10/1, 4721 s. K. TMK md. 202/1.) Dava konusu 265 ada 45 parsel üzerindeki 10 nolu bağımsız bölüm, 25.09.2002 tarihinde satış yoluyla davalı A. B. adına tescil edilmiş, boşanma davasının açılmasından sonra 12.06.2007 tarihinde satış yoluyla dava dışı G. F.'a devredilmiştir. Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller Mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına, dava konusu 10 nolu bağımsız bölüm edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde alınarak davalı adına tescil edildiğine, taşınmazın alınmasına gerek davacının, gerekse davalının kişisel malvarlığıyla katkıda bulunduğu kanıtlanamadığına göre, davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin aşağıda gösterilenler dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Dava; TMK'nun 202/1 ve devamı maddeleri uyarınca açılan katılma alacağı isteğine ilişkindir. Katılma alacağı yasadan kaynaklanmaktadır. Bu tür davalarda, eklenecek değerlerden (TMK.m.229) ve denkleştirmeden (TMK.m.230) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere edinilmiş malın (TMK.m.219) toplam değerinden mala ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan artık değerin (TMK.m.231) yarısı üzerinden (TMK.m.236/1) tarafların kazanılmış hakları da dikkate alınarak katılma alacağının hesaplanması gerekir. Mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan edinilmiş mallar bu durumları ile tasfiyeye konu edilir (TMK'nun 231/1 m.). Söz konusu mal varlıklarının boşanma dava tarihinden önce devredilmesi durumunda ise devredildiği tarihteki değeri esas alınarak hesaplama yapılır (TMK'nun 235/son m.). Somut olayda; 10 nolu daire, boşanma davasının açıldığı tarihten sonra 12.06.2007 tarihinde devredildiğine göre, edinilmiş malın tasfiye anındaki (karar tarihine en yakın) tarihteki değerin esas alınması gerekir. (TMK.m.235/1.fıkrası). Mahkemece, karar tarihine en yakın tarihteki sürüm değerinin (TMK.m.232) usulüne uygun şekilde konusunda uzman inşaat mühendisi bilirkişi aracılığı ile belirlenmek suretiyle davacı lehine katılma alacağına hükmedilmesi gerekirken devir tarihindeki değerinin esas alınması doğru görülmemiştir. Bundan ayrı; taşınmazın edinilmiş mal olduğu ve davacının 1/2 katılma alacağı bulunduğu kabul edilmesine karşılık, Mahkemece, TMK'nun 236/2.maddesi uyarınca indirim yapılarak 25.000 TL katılma alacağına karar verilmiş olması da usul ve yasaya aykırıdır. Anılan maddede; zina (TMK'nun 161.m.) veya hayata kast (TMK'nun 162.m.) nedeniyle boşanma halinde hakim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebileceği açıklanmıştır. Bu açıklamalara göre, madde hükmü ancak, boşanmanın zina ve / veya hayata kast nedenlerinden dolayı açılması ve boşanmaya hükmedilmesi halinde uygulanabilmesi mümkün olacaktır. Somut olayda; boşanma davası sadakatsizlikten kaynaklanan şiddetli geçimsizliğe dayalı (TMK'nun 166/1) olarak açılmış ve aynı gerekçelerle boşanmaya hükmedilmiş ve karar bu haliyle kesinleşmiştir. Mahkemece, taşınmazın edinilmiş mal niteliğinde olduğu ve TMK'nun 202/1.maddesi uyarınca davacının 1/2 katılma alacağı (TMK. m. 231, 236/1) bulunduğu kabul edildiğine göre, taşınmazın karar tarihine en yakın tarihteki değeri üzerinden davacının katılma alacağı belirlenmesi gerekirken maddeye yanlış anlam verilerek hatalı değerlendirme sonunda TMK'nun 236/2.maddesi uyarınca indirim yapılması isabetli olmamıştır. Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3.maddesi yollaması ile HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/1. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 372,00 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacı ve davalıya ayrı ayrı iadelerine, 18.11.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi. Read the full article
0 notes
Text
Borçlunun "Emekli Maaşının Haczine Muvafakat Etmesi" Geçerli Midir?
Tumblr media
09T.C. YARGITAY 12.Hukuk Dairesi Esas: 2016/19858 Karar: 2017/11840 Karar Tarihi: 03.10.2017 ŞİKAYET DAVASI - BORÇLUNUN EMEKLİ MAAŞINDAN KESİNTİ YAPILMASINA DAİR MUVAFAKATİNİN ŞİKAYETÇİ YÖNÜNDEN İCRA TAKİBİ KESİNLEŞTİKTEN SONRA VERİLDİĞİ - MUVAFAKATİN KANUNA UYGUN OLDUĞU - ŞİKAYETİN REDDİNE KARAR VERİLMESİ GEREĞİ ÖZET: Borçluya örnek 7 ödeme emri tebliğ edildikten sonra, borçlunun emekli maaşından her ay bin TL kesilmesine dair hacze muvafakat verdiği, muvafakatten sonra borçlunun emekli maaşının aylık bin TL'sine haciz konulduğu anlaşılmıştır. Bu durumda muvafakatin, şikayetçi yönünden icra takibi kesinleştikten sonra verildiği, dolayısıyla kanuna uygun olduğu anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. (2004 S. K. m. 83, 83/A) (5510 S. K. m. 88, 93) Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: Borçlunun icra mahkemesine başvurusunda; takip kesinleşmeden emekli maaşından aylık 1.000,00 TL kesilmesine muvafakat ettiğini, maaşının 1.200,00 TL olması nedeniyle neredeyse tamamının borca kesildiğini belirterek İİK'nun 83. maddesi gereğince emekli maaşı üzerindeki haczin tamamının veya 1/4'ü aşan kısmının kaldırılmasını talep ettiği, mahkemece, şikayetin kabulü ile borçlunun maaşının 1/4'ü dışındaki kısmına konulan haczin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Yasa'nın 56. maddesi ile değişik 5510 sayılı Yasa'nın 93. maddesinde; "Bu kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler 88. maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez." hükmü yer almaktadır. 28.2.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 Sayılı Kanun'un 32.maddesi ile 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Kanunu'nun 93/1. maddesinde yapılan değişiklik sonucu; "Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödemelerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde icra müdürü tarafından reddedilir" hükmü getirilmiştir. Buna göre, muvafakatin geçerli olması için, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması yeterlidir. Bu düzenleme usule değil esasa ilişkin olup, İİK. nun 83/a maddesi karşısında özel hüküm sayılır ve öncelikle uygulanır. Somut olayda, borçluya 10.02.2015 tarihinde örnek 7 ödeme emri tebliğ edildikten sonra, borçlunun, 20.02.2015 tarihinde emekli maaşından her ay 1.000,00 TL kesilmesine dair hacze muvafakat verdiği, muvafakatten sonra 26.02.2015 tarihinde borçlunun emekli maaşının aylık 1.000,00 TL'sine haciz konulduğu anlaşılmıştır. Bu durumda muvafakatin, şikayetçi yönünden icra takibi kesinleştikten sonra verildiği, dolayısıyla 5838 sayılı Kanun'un 32. maddesi ile değişik 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Kanunu'nun 93/1. maddesine uygun olduğu anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. Sonuç: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03/10/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi. Read the full article
0 notes
Text
Zina Sebebiyle Boşanma Davası Açma Hakkı Hangi Şartlarda Kullanılabilir? Affeden Eş Zina Sebebiyle Boşanma Davası Açabilir mi?
Türk Medeni Kanunu (TMK) I. Zina   Madde 161 - Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur. Zina sebebine dayalı boşanma davası Türk Medeni Kanunu'nun 161. Maddesinde düzenlenmiştir. Öncelikle şunu belirtmek zorundayım. Zina, TCK anlamında suç değildir. Bu nedenle de cezai yaptırımı yoktur. Zina Türk Medeni Kanunu 161. maddesi gereğince boşanma sebebidir. Zina  sadakat yükümlüğünün EN AĞIR ŞEKİLDE İHLALİ olarak kabul edilmektedir. Zina sebebine dayalı boşanma davası açılabilmesi için: Zina olarak kabul edilebilecek bir fiilin ispatı gereklidir. Zina "Evli bir kişinin kendi eşi dışında birisiyle cinsel ilişkiye girmesidir." Bunun dışındaki durumlar (Öpüşme, el ele dolaşma, Birbirine arkadaşça olmayan sarılmalar, aşkım, sevgilim gibi sözlerle hitap etme yada sosyal medya üzerinden bu şekilde hitap etme, bu anlama gelen imoji veya resim gönderme..vb) zina değil, SADAKAT YÜKÜMLÜĞÜNÜN İHLALİ SAYILIR. Ayrıca Yargıtay kararlarında "Eşin eşi dışında birini hamile bırakması veya eşi dışında birinden hamile kalması, eşi dışında birinin çocuğunu doğurması veya eşi dışında birinden çocuğunun olması,Eşinden başka bir karşı cinsle ile aynı evde ikamet etmesi, Eşinden başka bir karşı cins ile Otelde aynı odada kalması" gibi fiiller de zina olarak kabul edilmektedir. ZİNA EDEN EŞ KUSURLU OLMALIDIR. Burada kusurdan kasıt, KENDİ RIZASI İLE, BİLEREK, İSTEYEREK EŞİ DIŞINDAKİ BİR KARŞI CİNS İLE İLİŞKİYE GİRMESİDİR. ZİNA SEBEBİNE DAYALI BOŞANMA DAVASI, ZİNA FİİLİNİN DİĞER EŞ TARAFINDAN ÖĞRENİLDİĞİ TARİHİN ÜZERİNDEN 6 AY VEYA ZİNA FİİLİNİN GERÇEKLEŞTİĞİ TARİHİN ÜZERİNDEN 5 YIL GEÇMEDEN AÇILMALIDIR. Bu süreler HAK DÜŞÜRÜCÜ sürelerdir. EŞİNİ AFFEDEN TARAF "ZİNA SEBEBİNE DAYALI" BOŞANMA DAVASI AÇAMAZ.  Eşinin zina ettiğini öğrendikten sonra onu affeden, Eşinin zina ettiğini öğrendikten sonra onunla birlikte tatile çıkan, Eşinin zina ettiğini öğrendikten sonra aynı evde yaşamaya devam eden, Eşinin zina ettiğini öğrendikten sonra ONU AFFETTİĞİNİ SÖYLEYEN eş, zina sebebiyle boşanma davası açamaz. Av. Mehmet CANSIZ WhatsApp üzerinden Av.Mehmet CANSIZ'a mesaj göndermek veya aramak için bu bağlantıyı TIKLAYIN Read the full article
0 notes
Text
Haksız Yere Hapis Cezası Aldıysanız Çaresiz Değilsiniz!........
Türk Ceza Hukuk Sisteminde kesinleşmiş ve infaz aşamasına gelmiş ve hatta infazına başlanmış cezalar hakkında "cezanın ortadan kaldırılması ve infazının tedbiren durdurulması" için kararı veren Mahkemeye başvurarak YARGILAMANIN YENİLENMESİ talebinde bulunabilirsiniz. Bu yol hiç de kolay bir yol değildir ve verilen cezanın ortadan kaldırılmasını sağlayacak güçlü bir hukuki dayanağınızın olması ve bunu delillendirmeniz gerekir. Bir Müvekkilim ile ilgili olarak yaptığımız YARGILANMANIN YENİLENMESİ TALEBİMİZİN KABULÜ VE CEZANIN İNFAZININ DURDURULMASI İLE İLGİLİ 24.05.2019 TARİHİNDE ALDIĞIMIZ KARARI emsal olması açısından, müvekkil ve mahkeme bilgileri gizleyerek aşağıda paylaşıyorum. 05.11.2019 Tarihinde YARGILAMANIN YENİLENMESİ TALEBİMİZ KABUL EDİLEREK MÜVEKKİL HAKKINDA ETKİN PİŞMANLIK SEBEBİYLE TCK 168/1. MADDESİNİN UYGULANARAK MÜVEKKİLE VERİLEN CEZADAN 1/2 YERİNE 2/3 İNDİRİM YAPILMASINA KARAR VERİLDİ VE VERİLEN SONUÇ CEZA ERTELENDİ. Haklıysanız ama hukuken haklıysanız, Mutlaka sonuç alırsınız. Av.Mehmet CANSIZ T.C. ..... 20. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ EK KARAR DOSYA NO : 2018/...... Esas KARAR NO : 2018/.... HAKİM : .... KATİP : .... MÜŞTEKİ :.... SANIK : .... VEKİLİ : MEHMET CANSIZ, . SUÇ : Bina İçinde Muhafaza Altına Alınmış Olan Eşya Hakkında Hırsızlık SUÇ TARİHİ : 20/04/2018 ASIL KARAR TARİHİ : 04/12/2018 EK KARAR TARİHİ : 24/05/2019  Hükümlü..... müdafi Av. Mehmet Cansız tarafından mahkememize gönderilen 16/04/2019 havale tarihli dilekçesi ile yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunduğu anlaşılmakla: Dosya ve dilekçe incelendi. GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ Mahkememizin 04/12/2018 tarih ve .... esas ve ..... karar sayılı ilamı ile sanık Sibel Kazan hakkında ; Bina İçinde Muhafaza Altına Alınmış Eşya Hakkında Hırsızlık Suçundan 5237 Sayıl TCK.nun 142/2.h Maddesi, TCK.nun 43/1, 168/2, 62, Maddesi uyarınca 2 yıl 7 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK.nun 53/1-2 maddeleri uyarınca mahrumiyetine sanığın yokluğunda karar verildiği, Sanık......' a T.K nun 21. Maddesine göre tebligatın 14/01/2019 tarihinde tebliğ yapıldığı, sanık ve müdafii tarafından istinaf başvurusunda bulunulduğu, ancak istinaf başvurusunun süre yönünden CMK' nun 296. Maddesince 30/01/2019 tarihli ek karar ile reddine karar verildiği, sanık müdafi tarafından ek kararın istinaf edilmesi üzerine dosyanın .... Bölge Adliye Mahkemesine gönderildiği, ..... Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesinin .... tarih .... esas ........ karar sayılı ilamı ile sanık hakkında verilen 30/01/2019 tarihli ek kararda usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığından sanığın CMK' nun 279/1 maddesinin öngördüğü 7 günlük süreyi geçirerek başvuruyu kanunun aradığı süreden sonra yaptığı anlaşılmakla istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmıştır.  Sanık....... müdafi 16/04/2019 tarihli dilekçesi ile; müvekkilinin çaldığı malların tamamını soruşturma aşamasında iade ettiğini, iade edilen malların 3 tanesinin 21/04/2018, 1 tanesinin 22/04/2018 tarihinde müştekiye teslim edildiğini, olayla ilgili iddianamenin ise 29/05/2018 tarihinde düzenlendiğini, yani mağdurun zararının tamamının 22/04/2018 tarihinde giderildiğini, bu nedenle müvekkil hakkında TCK' nun 168/1 maddesinin uygulanmasını, kesinleşen kararın infaz edilmesi halinde müvekkilinin mağdur olacağı dikkate alınarak infazın durdurulmasını, yargılamanın yenilenmesi sebeplerinin kabul edilerek yeniden yargılama yapılmasını, TCK' nun 168/1 maddesi uygulanması gerektiğinin kabulü ile müvekkilinin sonuç cezasının 1 yıl 8 ay 25 güne indirilmesine ve cezanın CMK' nun 231/5 maddesi şartları oluştuğu dikkate alınarak HAGB kararı verilmesini talep etmiştir. Müşteki ........ 17/05/2019 tarihinde Ceza Mahkemeleri Ön Bürosu Aracılığıyla mahkememize gönderdiği dilekçesinde; 20/04/2018 ve 21/04/2018 tarihindeki hırsızlık olayı ile ilgili olarak....' ın çaldığı ürünlerin tamamını 21/04/2018 ve 22/04/2018 tarihinde eksiksiz olarak teslim aldığını, bu olayla ilgili olarak zararın tamamen 22/04/2018 tarihinde giderildiğini, bu nedenle sanıktan şikayetçi olmadığını ve davaya katılmadığını, 21/04/2018 tarihinde....... Polis Merkezi Amirliğinde verdiği ifadede sanığın çaldığı ürünlerin 3 tanesini sanıktan aldığını bildirdiğini, sanığın o gün otelde olduğu gerekçesiyle teslim edemediği ve ertesi gün teslim edeceğini söylediği 1 ürünü de 22/04/2018 tarihinde sanıktan teslim aldığını, bu şekilde zararının tamamının 22/04/2018 tarihinde sanık tarafından tamamen giderildiğini beyan eder dilekçe sunduğu anlaşılmış, yargılama aşamasında müştekinin adresinin tesbit edilememiş olması nedeniyle soruşturma aşamasında vermiş olduğu ifadesi okunarak CMK' nun 235. Maddesi uyarınca müşteki olarak dinlenmesinden vazgeçilmesine karar verildiği görülmüştür. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/03/2014 tarihli ve 2012/3-909 esas, 2014/121 sayılı kararında " Delil ve olayların, yargılanmanın yenilenmesi nedeni olarak kabul edilebilmesi için "yeni" olması gerekmektedir. Hükmü veren mahkemeye bildirilmemesi nedeniyle hükümde dikkate alınmamış her olay ve delil hükümlü tarafından bilinip bilinmemesi önemli olmaksızın "yeni" olarak nitelendirilmektedir. Olay yada delilin yeniliği, olayın kesin hükümden sonra meydana gelmiş olmasından değil, kesinleşmiş olan hükmün verilmesi sırasında değerlendirilip değerlendirilmediği ile bağlantılıdır. Kesin hükümden önce meydana gelen ancak mahkemenin bilgisine sunulmayan yada mahkeme tarafından değerlendirilmeyen deliller ve olaylar da "yeni" sayılmalıdır. Bu doğrultuda hükmü veren mahkemeye bildirilmediğinden yargılama yapılırken değerlendirilemeyen her türlü olgu ve delilde " yeni" sayılmaktadır." şeklinde açıklamalar nazara alındığında, Hükümlü ...... müdafinin 16/04/2019 tarihli yargılamanın yenilenmesi talebi, müştekinin mahkememize hitaben 17/05/2019 tarihinde göndermiş olduğu dilekçesi ile zararının tamamen giderildiğini belirtir dilekçesi ve tüm dosya kapsamı gözetilerek hükümlünün yargılanmanın yenilenmesi istemi kabule değer görülerek herhangi bir mağduriyete sebep olunmaması açısından infazın durdurulmasına karar vermek gerekmiştir. HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Hükümlü .... Kazan müdafinin yargılamanın yenilenmesi isteminin kabule değer görüldüğünden talebinin bu aşamada KABULÜNE, 2- Hükümlü..... hakkındaki İNFAZIN DURDURULMASINA ve İNFAZ EVRAKLARININ GERİ İSTENİLMESİNE, 3- Kararın bir örneğinin hükümlü müdafine tebliğine, 4- Kararın görüldü için Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 5-Ek karar görüldüden geldikten sonra dosyanın esasa kaydı ile işlemlerin esas üzerinden yürütülmesine, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, kararın tebliğinden itibaren yasal süre olan 7 gün içerisinde mahkememiz kalemine veya hükümlü olarak bulunduğu Cezaevi Müdürlüğüne bir dilekçe ile başvurmak veya sözlü beyanının tutanağa geçirilmesi suretiyle .....nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz yasa yolu açık olmak üzere karar verildi. 24/05/2019 Katip ...... E-imzalı Hakim ..... E-imzalı YARGILAMANIN YENİLENMESİ TALEBİMİZİN KABULÜ İLE ESKİ KARARIN ORTADAN KALDIRILMASI KARARI T.C. ANTALYA 20. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ DURUŞMA TUTANAĞI DOSYA NO : 2019/....... Esas DURUŞMA TARİHİ : 05/11/2019 CELSE NO : 3. HAKİM :.................. KATİP : ................ Belirli gün ve saatte 3. celse açıldı. Sanık .....X....... vekili Av. Mehmet CANSIZ geldi. Başka gelen yok. Açık yargılamaya devam olundu. Sanığın uyap dava sorgulamasının ve güncel sabıka kaydının dosya içerisine alındığı görüldü. Sanık müdafiden Soruldu: Bu ilam sanığın adli sicil kaydına görünen mahkumiyete ilişkin ilam mahkemenizden verilen ve yargılamanın yenilenmesi talebine konu olan dosyadır, diğer mahkeme kararları 2012 ve 2013 yıllarına ait hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlardır, biz aşamalardaki beyanlarımızı ve dilekçe içeriklerini tekrar ediyoruz, müvekkil hakkında TCK'nun 168/1 maddesinin uygulanmasını ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep ediyoruz dedi. Sanık müdafinden esas hakkındaki son savunması soruldu : Önceki savunmalarımı tekrar ederiz dedi. Sanığın esas hakkındaki savunması ve son sözü yerine geçmek üzere önceki beyanları okundu. Dosyada incelenecek başka bir husus kalmadığından açık yargılamaya ve duruşmaya son verildi. GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Gerekçesi ayrıntılı kararda açıklanmak üzere ; Sanık hakkındaki yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulü ile; Mahkememizin 04/12/2018 tarih 2018/.... Esas 2018/.....Karar sayılı kararının İPTALİNE ve ORTADAN KALDIRILMASINA, 1-Sanığın üzerine atılı bulunan Herkesin Girebileceği Bir Yerde Bırakılmakla Birlikte Kilitlenmek Suretiyle Muhafaza Altına Alınmış Eşya Hakkında Hırsızlık suçunu işlediği kanaatine varıldığından eylemine uyan 5237 sayılı TCK.'nın 142/2.h madde ve fıkrası gereğince suçun işleniş biçimi,suçun işlendiği yer ve zaman, suçtan meydana gelen tehlike göz önüne alınarak takdiren 5 YIL HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA, Sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçu birden fazla işlamesi nedeniyle cezasından 5237 Sayılı TCK nun 43/1 maddesi uyarınca 1/4 oranında artırılarak sanığın 6 YIL 3 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA, Sanığın olay sonrasında suça konu çalınan eşyaları iade ettiği anlaşıldığından 5237 sayılı TCK nun 168/1 maddesi gereğince sanığa verilen cezadan takdiren 2/3 oranında indirim yapılarak 2 YIL 1 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA, Sanık hakkında hükmolunan cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkisi nedenleri ile hükmolunan cezanın 5237 sayılı TCK'nın 62/1. maddesi uyarınca takdiren 1/6 oranında indirilerek NETİCETEN 1 YIL 8 AY 25 GÜN HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA, Sanığın cezasından başkaca arttırım ve indirim maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, Sanık hakkında önceden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nazara alınarak 6545 sayılı yasa ile değişik CMK 231/8 maddesi gereğince hakkında verilen HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA YER OLMADIĞINA, Sanığın kasıtlı suçtan 3 ay'ı aşkın mahkumiyetinin bulunmaması ve sanığın yargılama sürecinde gözlemlenen kişiliği nazara alınarak cezasının ertelenmesi halinde bir daha suç işlemekten çekineceğine dair mahkememizde olumlu kanaat hasıl olduğundan Türk Ceza Kanununun 51/1. maddesi gereği SANIĞIN CEZASININ ERTELENMESİNE, Türk Ceza Kanununun 51/3. maddesi gereği sanık hakkında takdiren 2 YIL DENETİM SÜRESİ TAYİNİNE, Türk Ceza Kanununun 51/6. maddesi gereği sanığın kişiliği ve sosyal durumu nazara alınarak herhangi bir yükümlülük belirlenmesine veya rehber uzman görevlendirilmesine takdiren yer olmadığına, Denetim süresinin iyi halli geçirilmesi halinde cezanın infaz edilmiş sayılacağının, aksi takdirde kasıtlı bir suç işlediği takdirde ertelenen cezanın kısmen veya tamamen infaz kurumunda çektirilmesine karar verileceğinin sanığa ihtarına (ihtar edilemedi) Sanığın, 5237 sayılı TCK'nun 53/1.maddesi uyarınca 5237 SY. TCK 53/ 1- a,b,c,d, bentlerindeki hakları, mahkum oldukları hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar kullanmaktan yoksun bırakılmasına, ancak sanığın TCK.nun 53/3 maddesi uyarınca aynı maddenin c bendinde düzenlenen yasaklılıktan kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkilerini kullanmak açısından yoksun bırakılmasına kanunen yer olmadığına, sanığın aynı maddenin e bendindeki hakkı kullanmaktan yoksun bırakılmasına takdiren yer olmadığına , 2-Karar kesinleştiğinde, İzmir 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesinin 19/06/2013 tarih 2012/763 E.2013/360 K. sayılı kararı ile ilgili olarak sanığın denetim süresinde suç işlediğinin gereğinin takdiri amacıyla mahkemesine BİLDİRİMDE BULUNULMASINA, 3-Sanığın sarfına neden olduğu 4 adet tebligat gideri 64,80 TL, 1 adet e-tebligat gideri 4,50 TL, posta gideri 5,80 TL olmak üzere toplam 75,10 TL'sı olan yargılama giderinin CMK'nın 325. Maddesi uyarınca sanıktan tahsili ile hazineye gelir kaydına, Dair, sanık müdafinin YÜZÜNE karşı, mağdur ve sanığın YOKLUKLARINDA yapılan açık yargılama sonunda kararın yüze karşı verilen ilgililer yönünden TEFHİM tarihinden itibaren, yokluğunda karar verilen ilgiler yönünden TEBLİĞ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde mahkememize yada en yakın mahkemeye sunulacak bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle Antalya Bölge Adliye Mahkemesine İSTİNAF yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkca okunup usulen anlatıldı. 05/11/2019 Katip xxxxxx e-imzalıdır Hakim xxxxxx e-imzalıdır Read the full article
0 notes
Text
Kesinleşmeden İcraya Konulamayan Mahkeme Kararları
Tumblr media
6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla uygulanması gereken HUMK'nun 443/1 (HMK. 367/1 m.) maddesi gereğince, temyiz kararın icrasını durdurmaz. Yani kural olarak kararın kesinleşmemiş olması, kararın yerine getirilmesini önlemez. 6100 S. HMK 367 : Temyizin icraya etkisi (1) Temyiz, kararın icrasını durdurmaz. İcra ve İflas Kanununun icranın geri bırakılmasıyla ilgili 36 ncı maddesi hükmü saklıdır. Nafaka kararlarında icranın geri bırakılmasına karar verilemez. (2) Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez. Bu kuralın istisnaları da yine yasalarda düzenlenmiştir.
Kesinleşmeden icraya konulamayan kararlar
Taşınmaza ve buna ilişkin ayni haklara, Aile ve şahsın hukukuna ilişkin ilamlar (HUMK.443/4-) Mahkumiyete ilişkin ceza ilamlarının tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin kısımları, (5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un 4.maddesi),Kesinleşmeden icraya konulamayan kararlar Kira tespit ilamları (12.11.1979 tarih 1979/1-3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı), Menfi tespit davasına ilişkin ilamlar (İİK 72. madde) Kesinleşmeden icraya konulamayan kararlar Yabancı Mahkeme ilamlarının tenfizi hakkındaki kararlar (MÖHUK. 41/2),Kesinleşmeden icraya konulamayan kararlar Sayıştay Kararları (832 sayılı Sayıştay Kanunu 64. madde), İdare aleyhine açılan haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar (2577 sayılı İYUK 28/1,)Kesinleşmeden icraya konulamayan kararlar Mülkiyetin tespitine ilişkin olmaları nedeniyle istihkak davasının kabulüne dair ilamlar kesinleşmeden infaz edilemez.İstihkak davasının reddine ilişkin kararların icrası için kesinleşmeleri koşulu aranmaz. Yine, HGK'nun 05.10.2005 tarih ve 12-534 2005/554 sayılı kararında da belirtildiği gibi ilamın yargılama giderine (vekalet ücretine)ilişkin bölümü, davanın kabulü ya da reddine ilişkin bölümüyle bir bütündür. Bu kalemlerin kesinleşmesi ve infazı ancak bir bütün olarak ilamın kesinleşmiş olmasına bağlıdır. Dolayısıyla, ilamın esasına ilişkin hüküm kısmı kesinleşmeden yargı gideri ve vekalet ücretine ilişkin kısmı da icra takibine konu edilemez. İİK'nun 277. ve müteakip maddelerine göre alınmış tasarrufun iptaline ilişkin bir ilamların icra edilebilmesi için kesinleşme şartı aranmaz. İcra edilebilmesi ilamın kesinleşmesine bağlı ilamdaki hakka dayalı diğer hakların icrası içinde öncelikle ana hakka ilişkin ilam veya ilamın kısmı kesinleşmelidir. Örneğin marka haklarına tecavüz ve haksız rekabet bakımından verilen hükmün bozma kararı dışında bırakılarak onanması halinde tazminata ilişkin bozma kararı sonrası kurulan hüküm kesinleşmeden icra edilebilecektir. Boşanma ile birlikte verilen maddi ve manevi tazminatın tahsili için takibe konu olan ilamın boşanmaya ilişkin bölümünün kesinleşmesi gerekir. Yoksulluk ve iştirak nafakasının talep edilebilmesi için boşanma hükmünün kesinleşmesi zorunludur Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri ise, ilamdaki hükmün dayanağını iyi tespit edebilmektir. Örneğin hüküm altına alınan hak, marka hakkına tecavüzden değil de sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre karara bağlanmış ise ilamın kesinleşmesi gerekmez. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi’nin ürün benzerliği yoluyla tescili tasarımına haksız müdahalenin önlenmesine yönelik olarak oluşan hüküm, HUMK’un 443/4. maddesi kapsamında şahsın hukukuna ilişkin tescilli hakka tecavüz niteliğindedir ve bu nitelikteki ilamlar kesinleşmeden infaz edilemez. Haksız rekabetin önlenmesine ilişkin ilamlar şahsın hukukuna ait olması nedeniyle, kesinleşmeden takip konusu yapılamaz. Haksız rekabetin önlenmesine ilişkin bir çok özel düzenleme mevcuttur. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Sınai Haklar, Markaların Korunması Hakkındaki Kanunlarındaki  eserin izinsiz kopyalanması....marka tecavüzünün tespiti, men'i ve ref'i gibi... İlam, Medeni Kanun’un 227 ve devamı maddelerine dayalı katkı payı alacağına ilişkin olması halinde, bu nevi ilamlar kesinleşmeden icraya konulmaları mümkündür. İlamı evlilik birliği içinde edinilen gayrimenkulün katkı payına ilişkin olup davacı gayrimenkulden kendisine düşen payının adına tescili (olmazsa bedelini) istiyor ise,ilam gayrimenkulün aynına ilişkindir ve kesinleşmesi gerekir. Ortaklığın giderilmesi ilamı gayrimenkulün aynına ilişkindir ve kesinleşmesi gerekir. Borçlunun borçlu olmadığını kanıtlamak için açtığı menfi (olumsuz) tespit davası sonunda alınan ilamın yargılama gideri ve tazminata ilişkin bölümleri, davanın kabulü ya da reddine ilişkin bölümü ile bir bütündür. Bu kalemlerin kesinleşmesi ve infazı ancak bir bütün olarak ilamın kesinleşmiş olmasına bağlıdır. Borçlu olmadığının tespiti ilamı kesinleşmesi gereken ilamlardandır. İcra Mahkemesince verilecek kararlardan temyizi kabil olanlar belirlenmiş, bunların infaz edilebilmesi için kesinleşmesi gerektiğine dair bir hükme yer verilmemiştir. Bir başka deyişle icra mahkemesi kararlarının infazı için kesinleşmesi zorunlu bulunmamaktadır. İmzaya itirazın kabulü kararı ile icra takibi durur (m. 170,III c.2)... icra takibi durmaya devam edeceğinden, dolayısıyla bu aşamada takibin iptali söz konusu olamayacağından imzaya itirazın kabulüne dair karara istinaden hacizlerin kaldırılması da mümkün değildir. Önalım hakkına dayalı olarak tapu iptal ve tescil davasında taşınmazın aynı ihtilaflı olduğundan takip konusu ilamın infaza konulabilmesi için kesinleşmesi zorunludur. Elatmanın ve Muarazanın Önlenmesi ve Kal davasında taşınmazın aynının tartışma konusu yapılmamış olsa bile Hukuk Dairesinin yerleşik görüşü gereği kal ile telafisi mümkün olmayacak zararın doğma ihtimali bulunduğundan kal'e ilişkin ilamların da uygulanması için kesinleşmesi gerekir. Ancak örneğin takip konusu ilamda, sabit telekominikasyon cihazı ve ekipmanlarının kaldırılmasına karar verilmiş ise,anılan cihaz ve ekipmanlarının bir yerden bir yere nakli ya da sökülüp takılması, mümkün olduğundan, telafisi mümkün olmayacak zarardan söz edilemez. Bu nedenle dayanak ilamın takibe konu edilmesi için, kesinleşmesi gerekmez. Taşınmazın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde yazılı olan şerhinin kaldırılmasına karar verilmesi halinde (Örneğin H...oğlu A...B.....) ilam taşınmazın aynı ile ilgili bulunmaktadır ve kesinleşmeden infazının istenmesi mümkün bulunmamaktadır. Taşınmazın mülkiyetinin idareye bırakılması karşılığında tazminat talebi (kamulaştırmasız el atma) ilamı kesinleşmeden icraya konulabilir. İcraya konabilmesi için kesinleşmesi gereken ilamlarda ilamın fer'isi de ( yargı gideri ve vekalet ücreti...), ilam kesinleşmeden icraya konamaz. Kira tespitine ilişkin ilamların icraya konabilmesi için kesinleşmesi gerekir Aile ve şahsın hukukuna (örneğin ad, soyad, yaş tashihi, velayetin nez’i, babalık davası, nesep tashihi, boşanma ve bunun fer’i niteliğindeki hükümler gibi…) kesinleşmeden icraya konamaz Velayetin anneye bırakıldığına dair olan ilam, çocuk teslimini de içerir. bu tür ilamlar kesinleşmeden icraya konulamazlar. Tüzel kişilerin organları ile ilgili ilamlar da kesinleşmeden icra edilemez Nafaka hükümlerinin icrasını isteyebilmek için bunların kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır.
Özel Hakem kararları kesinleşmeden icra edilebilir.(HMK 439/4. Madde  
İptal davası, bir ay içinde açılabilir. Bu süre, hakem kararının veya tavzih, düzeltme ya da tamamlama kararının taraflara bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Hakem kararına karşı iptal davası açılması kararın icrasını durdurmaz. Ancak taraflardan birinin talebi üzerine hükmolunan para veya eşyanın değerini karşılayacak bir teminat gösterilmek şartı ile kararın icrası durdurulabilir.
WhatsApp üzerinden Av.Mehmet CANSIZ’a mesaj göndermek veya aramak için bu bağlantıyı TIKLAYIN
Read the full article
0 notes
Text
Sahte Fatura Kullanma Suçu Hangi Şartlarda Oluşur?
Tumblr media
SAHTE FATURA KULLANMAK SUÇU HANGİ ŞARTLARDA OLUŞUR? T.C YARGITAY 11.Ceza Dairesi Esas: 2017/ 3553 Karar: 2017 / 4325 Karar Tarihi: 07.06.2017 SAHTE FATURA KULLANMAK SUÇU - FATURALARIN KANUNDA ÖNGÖRÜLEN ZORUNLU BİLGİLERİ İÇERMESİNİN GEREKMESİ - SUÇA KONU FATURALARIN ASILLARI VEYA ONAYLI SURETLERİNİN GETİRTİLİP DENETİME ELVERİŞLİ OLACAK ŞEKİLDE DOSYAYA KONULMASI GEREĞİ ÖZET: Faturaların kanunda öngörülen zorunlu bilgileri içermesinin gerekmesi karşısında; ilgili yıla ait suça konu faturaların asılları veya onaylı suretlerinin getirtilip denetime elverişli olacak şekilde dosyaya konulması, incelenerek kanunda öngörülen şekil şartlarını taşıyıp taşımadığının tespit edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi yasaya aykırı olup hükmün bozulması gerekir. (213 S. K. m. 227, 230, 359) (5237 S. K. m. 43, 53) (ANY. MAH. 08.10.2015 T. 2014/140 E. 2015/85 K.) 1- Sahte fatura kullanma suçunda suçun maddi konusunun fatura olması ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 227. maddesinin 3. fıkrasındaki "Bu Kanuna göre kullanılan veya bu Kanun'un Maliye ve Gümrük Bakanlığına verdiği yetkiye dayanılarak kullanma mecburiyeti getirilen belgelerin, öngörülen zorunlu bilgileri taşımaması halinde bu belgeler vergi kanunları bakımından hiç düzenlenmemiş sayılır" şeklindeki düzenlemeye göre de faturaların Vergi Usul Kanunu'nun 230. maddesinde öngörülen zorunlu bilgileri içermesinin gerekmesi karşısında, 2005 takvim yılına ait kanaat oluşturacak sayıda fatura aslı ya da onaylı sureti temin edilip, zorunlu unsurları taşıyıp taşımadığı tespit edilerek, dosya arasında bulundurulması gerektiği ve mükellef şirket hakkında düzenlenen vergi inceleme raporlarında sanıkların kullandığı faturaları düzenleyen şirketlerin sahte fatura düzenlediğine ilişkin tespitlerin yer alması karşısında; gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespit edilmesi bakımından; sahte olduğu iddia edilen faturaları düzenleyen firma yetkilileri hakkında sahte fatura düzenlemek suçundan dava açılıp açılmadığı, açılmışsa akibeti araştırılıp, dava dosyaları celp edilip özetinin duruşma tutanağına geçirilip, bu davayı ilgilendiren ve sahteliği belirleyen delillerin onaylı örneklerinin dava dosyasına intikal ettirilmesi, faturaların gerçek alım satım karşılığı olup olmadığının, mal ve para akışını gösteren sevk ve taşıma irsaliyeleri, teslim tesellüm belgeleri, bedellerinin ödendiğine ilişkin ticari teamüle uygun kanıtlama yeteneği olan geçerli ödeme belgeleri ve satıcının kasasına ya da banka hesabına girip girmediğinin tespiti ile, faturaları düzenleyen mükellefin yeterli üretimi, mal girişi ya da stoku olup olmadığı dikkate alınarak faturaları kullanan kişi ve şirketler ile sanıkların ticari defter ve belgeleri üzerinde karşılaştırmalı bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra sanıkların hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi,   2- Kabule göre ise;   a- Suç tarihi itibariyle 213 sayılı Kanun'un 359/b-1 maddesinde öngörülen temel cezanın alt sınırının 18 ay hapis olduğu gözetilmeden ve hapis cezalarının alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle tayin edildiğine dair bir kabul ve gerekçe gösterilmeden temel cezanın 3 yıl hapis cezası olarak tayin edilmesi, Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Sayfa 1 / 2 Esas No: Karar No: YARGITAY 11. Ceza Dairesi 2017/3553 2017/4325 Karar Tarihi: 07.06.2017 T.C. b- Her bir takvim yılı içinde birden fazla sahte fatura kullanma eyleminde TCK'nın 43/1. maddesindeki zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması, yasaya aykırı,   c- 5237 sayılı TCK'nun 53. maddesine ilişkin uygulamanın Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 gün 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı iptal kararı ile birlikte yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,   Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ceza miktarı yönünden sanıkların kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, 07.06.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi. DOLANDIRICILIK SUÇU- Önceden doğmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için hileli davranışlarda bulunulması halinde SUÇ OLUŞMAZ Read the full article
0 notes
Text
Yargıtay 16. Ceza Dairesi “Ankesörlü Telefon” Sebebiyle Fetö Örgüt Üyeliği İçin 8 Kriter Belirledi
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, FETÖ'nün gizli haberleşme yöntemi olarak kullandığı ankesörlü telefonla ardışık aramaların, kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun delil sayılmasıyla ilgili 8 kriter tespit etti. Daire, bu kriterlere uyan aramaların suç delili sayılacağına karar verdi Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) gizli haberleşme yöntemlerinden ankesörlü veya sabit kontörlü telefonlar üzerinden yapılan haberleşmenin hukuki delil sayılmasına ilişkin kriterleri belirledi. Daire, ankesörlü/kontörlü sabit hatlardan ardışık arandığı da tespit edilerek, FETÖ üyeliğinden hüküm giyen bir askerin dosyasında, bir iletişim aracı olarak ankesörlü/kontörlü sabit hatlardan periyodik veya ardışık aramaların hukuki niteliğini irdeledi, bu arama sonuçlarının delil olarak hukukiliğini tartıştı. FETÖ'nün iletişim yöntemi olarak ankesörlü/sabit hatlardan periyodik veya ardışık aramalar yaptıkları yönündeki tespitlerden sonra yasalara uygun yapılan araştırmalar sonucunda, örgüt mensuplarının "sohbet" olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market, büfe ve benzeri yerlerde kurulu, ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatları özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edildiği hatırlatıldı. Bunun üzerine, CMK'nin 135/6 maddesi gereğince, sabit hat ve ankesörlü hatlara yönelik iletişimin tespiti kararları alınarak uygulamaya konulduğu belirtilen kararda, şüpheliler ile kamuya açık sabit veya ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesi, üçüncü kişilere ait verilerin ayıklanması ile yapılan analizler sonucunda şüphelilere ulaşılmasında, hukuka aykırı yöntemlerin kullanıldığının ileri sürülemeyeceği kaydedildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına da atıf yapılan Yargıtay kararında, AİHM'in, kişisel verilerin elde edilmesini her durumda özel yaşamın gizliliği hakkına bir müdahale olarak görmediği ve kişisel verilere ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi çerçevesinde iki aşamalı bir değerlendirme yaptığı aktarıldı. AİHM'in devletlerin, ulusal güvenliklerini korumak amacıyla, yetkililere kamunun ulaşamadığı kişisel verileri barındıran kayıtlarda bilgi toplama ve kaydetme yetkisini veren kanuni düzenlemeler yapmasını uygun gördüğü de vurgulandı. Kararda, şüphelinin veya sanığın askeri mahrem hizmetler yapılanmasında yer alıp sabit hat ve/veya ankesörlü telefonlar üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadıklarının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında sanığın hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından, suçun ispatı açısından belirleyici nitelikte olması nedeniyle bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı, hukukiliği konusunun tartışılması, savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerektiği ifade edildi. 16. Ceza Dairesinin Belirlediği Kriterler Yargıtay 16. Ceza Dairesinin kararında, ardışık aramaların hangi kriterlere göre, kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun delil sayılacağı şöyle sıralandı: 1- Mahrem imamların büfe/ankesörlü sabit telefon hattı ile hedef şahıslarla görüşmelerinde gizliliği sağlamak için arayacağı kişinin telefon numarasını çeşitli şifreleme metotları kullanarak kaydetmesi, 2- Aramaların tek taraflı ve kısa süreli olması veya sadece çağrıdan ibaret bulunması, 3- Aranan askerlerin genellikle rütbelerinin ve bağlı bulunduğu kuvvetlerin denk olması, 4- Aramanın mesai saatleri dışında yapılması, 5- Sorumlu şahsın, hedeflerin kaybolmasını sağlamak amacıyla askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı ilgisiz ve alakasız kişileri de ankesörle araması, 6- Aramanın 15 gün, ayda veya 2 ayda bir kez olmak üzere periyodik olması, 7- Mahrem imamın sorumlusu olduğu asker şahıs veya şahıslarla aynı ilde ikamet etmesi ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurması, 8- Aranan asker şahısların hatların takılı bulunduğu cihazların toplantı yerine götürülmemesi veya götürülse bile kapalı tutulması. - "Maddi gerçeğin ortaya konulması gerekir" Kararda, bu kriterlerin yanı sıra mahrem imamlarca hedef şahıs arandıktan sonra ilgisiz rastgele numaraların çevrilerek, redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışılması hususlarını da ortaya koyan ayrıntılı analiz raporunun temin edilerek dosyaya konulması gerektiği belirtildi. Emniyet kayıtları ile BTK'dan alınan baz istasyonunu gösterir HTS kayıtlarının, "0" saniyeli çağrılar da dahil olmak üzere getirilmesi gerektiği de kaydedilen kararda, şüpheli/sanığın görev yaptığı diğer şehirlerde ardışık aramalarının olup olmadığı araştırılarak, sabit hat ve ankesörlü telefon kullandığına ilişkin analiz raporunun da istenmesi gerektiği ifade edildi. Kararda, bu tür aramalar kapsamında, diğer asker şahıslar hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığının da araştırılması, varsa ifade örneklerinin dosyaya ibrazı sağlanarak değerlendirilmesi suretiyle maddi gerçeğin ortaya konulması gerektiği vurgulandı. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin kararında, "Bu açıklanan özellikler doğrultusunda, bir asker şahsın, örgütün gizlilik ve deşifre olmamak kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta ve benzeri gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun delil olacağında kuşku yoktur." tespiti yapıldı. - Ankesör soruşturma süreci FETÖ'nün gizli haberleşme ağı ByLock'un deşifre edilmesinin ardından yürütülen soruşturmalarda, TSK içine yuvalanmış FETÖ mensuplarının, örgütün mahrem imamlarıyla ankesörlü veya sabit kontörlü telefonlar üzerinden irtibat kurduğu tespit edilmişti. Soruşturmalarda, mahrem imamların, sorumlu olduğu örgüt üyesi askerle, iletişimin tespitinin önüne geçmek amacıyla market, büfe ve kırtasiye gibi iş yerlerindeki sabit telefonlar üzerinden irtibata geçtiği belirlenmişti. Mahrem imamların, kendilerine bağlı kripto TSK mensuplarını aynı kontörlü veya ankesörlü telefondan sırayla aradıkları, kimi mahrem imamların ise sorumlu olduğu askerlerle aynı gün içinde farklı sabit hatlardan iletişime geçtikleri, bazılarının ise aynı gün içinde farklı zamanlarda aynı sabit hattan sorumlu oldukları kripto TSK mensuplarıyla iletişim kurduğu ortaya çıkarılmıştı. Örgütte mahrem imam konumunda bulunan kişilerin, sabit telefon üzerinden kendilerine bağlı kripto TSK mensuplarını sırayla araması "ardışık", mahrem imamın kendisine bağlı kripto TSK mensubunu her ayın belli günlerinde araması da "periyodik" arama şeklinde tanımlanmıştı. Soruşturmaların genişletilmesiyle örgütün, "ankesörlü telefon"la görüşme yöntemini, sadece askerler için değil, aralarında yüksek yargı üyelerinin de bulunduğu önemli kurumlardaki FETÖ mensupları için de kullandığı tespit edilmişti. Read the full article
0 notes
Text
İnşaat Şirketi Mağdurları Dikkat: "Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesi Resmi Şekil Şartına Uyulmadan Yapılmışsa Geçersizdir."
Geçen yıldan beri devam eden ekonomik kriz sebebiyle, inşaat şirketlerinin zor günler geçirdiği ve bu nedenle taahhütlerini yerine getiremedikleri, ön ödemeli olarak sattıkları daireleri teslim edemedikleri, bu nedenle de çok sayıda mağdur oluştuğu bu günlerde Cansız Hukuk Bürosu olarak size hukuki yol göstermek için bu yazıyı hazırladık.  Bir inşaat şirketinden -Ön Ödemeli (Peşin veya Taksitli) Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesi ile- taşınmaz satın aldı iseniz; Sözleşme gereği siz taksitlerinizi ödemeye devam ediyorsunuz veya ücretini peşin ödediniz ama inşaat şirketi inşaatı durdurdu. Süresinden teslimat yapması mümkün değil. Teslim edip etmeyeceği, inşaatın tekrar başlayıp başlamayacağı da mechul.  BU DURUMDA İSENİZ VE İMZALADIĞINIZ SÖZLEŞME RESMİ ŞEKİLDE DÜZENLENMEDİ İSE YANİ NOTERDE DÜZENLENMEDİ İSE, SÖZLEŞME YASAL OLARAK GEÇERSİZ BİR SÖZLEŞMEDİR.  SÖZLEŞME GEÇERSİZ OLDUĞU İÇİN -ÖDEME YAPMAYA DEVAM ETMEK- ZORUNDA DEĞİLSİNİZ. Aylık taksitler için Senet verdiyseniz, sözleşmesinin geçersizliği sebebiyle ödediğiniz paraların iadesi ve GÜNÜ GELMEMİŞ SENETLERİN İPTALİ İÇİN, Sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre dava açabilirsiniz. Bu konu ile ilgili Emsal İstinaf kararını aşağıda sunuyorum. Av.Mehmet CANSIZ. 16.11.2019 İstanbul BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 18. Hukuk Dairesi Esas: 2017 / 1738 Karar: 2018 / 704 Karar Tarihi: 12.04.2018 CEZAİ ŞART ALACAĞI - TARAFLAR ARASINDAKİ SÖZLEŞMENİN ÖN ÖDEMELİ KONUT SATIŞI OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEYECEĞİ - SÖZLEŞMENİN HARİCEN YAPILMIŞ OLMASI NEDENİYLE GEÇERSİZ OLDUĞU - SÖZLEŞMENİN GEÇERLİ KABUL EDİLMESİ GEREKTİĞİ - KEŞFE İSTİNADEN ALINAN RAPORDAKİ HESAPLAMALARIN TESLİM VE TESLİM TARİHİ İTİBARİYLE DOĞRU OLDUĞU - İSTİNAF BAŞVURUSUNUN ESASTAN REDDİ GEREĞİ ÖZET: Taraflar arasındaki sözleşmenin 29/03/2013 tarihli olduğu, sözleşme tarihi itibariyle 6502 sayılı TKHK'nın 40 ve 41.maddesi niteliğinde ön ödemeli konut satışı olarak değerlendirilemeyeceği, sözleşmenin haricen yapılmış olması nedeniyle geçersiz olduğu, ancak taşınmazın 02/11/2014 tarihinde teslim edilmiş olması nedeniyle artık sözleşmenin geçersizliğinin MK m.2 gereğince ileri sürülemeyeceği, bu nedenle sözleşmenin geçerli kabul edilmesi gerektiği, mahkemece yapılan keşfe istinaden alınan rapordaki hesaplamaların teslim ve teslim tarihi itibariyle doğru olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda mahkeme karar ve gerekçesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davalı istinaf sebeplerinde haklı değildir. Bu itibarla, istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiştir. (6502 S. K. m. 40, 41) Taraflar arasındaki cezai şart alacağı davasında; Kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik verilen Karara karşı davalı vekili tarafından süresinde istinaf yoluna başvurulduğundan, dosyanın tevdi edildiği mahkememiz üye hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra, yapılan müzakerede de ön inceleme ve usule ilişkin eksikliğin bulunmadığının anlaşılması üzerine, işin esasına geçilmek suretiyle dosya üzerinden heyetçe yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda; GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili; davacı ile davalı şirket arasında 29/03/2013 tarihinde gayrimenkul ön satış sözleşmesinin düzenlendiğini, sözleşme gereğince davacının satış bedelini ödeme yönündeki edimlerini yerine getirdiğini, sözleşmede taşınmazın teslim tarihinin 01/01/2014 tarihi olarak belirlenmesine rağmen taşınmazın davalı tarafından 02/11/2014 tarihinde geç, eksik ve ayıplı teslim ettiğini, sözleşmede geç teslim halinde taşınmaz bedelinin %0.2'si oranında aylık kira bedeli ödeneceği belirtildiğinden 15.198,48 TL kira bedelinin ve teslim edilmeyen taşınmazın anahtarlarının davalıdan tahsiline ve teslimine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; taraflar arasındaki sözleşme geçersiz olduğundan davacının cezai şart talep edemeyeceğini, eksik ve ayıplı işlerde bulunmadığından haksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama neticesinde; davanın kısmen kabulü ile 15.198,48 TL bedelin faiziyle davalıdan tahsiline ve taşınmaza ait 4 takım anahtarın davacıya teslimi yönünde karar tesis edilmiştir. Karar süresinde davalı vekili tarafından istinaf edilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; sözleşmenin geçersiz olması nedeniyle cezai şart talep edilemeyeceğini, eksik iş ve ayıplı imalat bulunmadığını, eksik işler ve gecikme konusunda kusurları bulunmadığını, bu hususta tanıklarının da dinlenmediğinden verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Dava, taşınmaz satış sözleşmesinden kaynaklanan eksik ve geç ifa nedenine dayalı cezai şart ve alacak istemine yöneliktir. İddia, savunma ve tüm dosya kapsamından; taraflar arasındaki sözleşmenin 29/03/2013 tarihli olduğu, sözleşme tarihi itibariyle 6502 sayılı TKHK'nın 40 ve 41.maddesi niteliğinde ön ödemeli konut satışı olarak değerlendirilemeyeceği, sözleşmenin haricen yapılmış olması nedeniyle geçersiz olduğu, ancak taşınmazın 02/11/2014 tarihinde teslim edilmiş olması nedeniyle artık sözleşmenin geçersizliğinin MK m.2 gereğince ileri sürülemeyeceği, bu nedenle sözleşmenin geçerli kabul edilmesi gerektiği, mahkemece yapılan keşfe istinaden alınan rapordaki hesaplamaların teslim ve teslim tarihi itibariyle doğru olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda mahkeme karar ve gerekçesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davalı istinaf sebeplerinde haklı değildir.   Bu itibarla, istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur. HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1.HMK m.353/1-b-1 gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine, 2.İşin duruşmasız olarak incelenmesi nedeniyle AAÜT 2/2 hükmü uyarınca ücreti vekalet taktirine yer olmadığına, 3.İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin HMK'nın 360 ıncı maddesi yollamasıyla, madde 323 uyarınca istinafı talep eden üzerinde bırakılmasına, 4.Alınması gereken 1.038,20 TL istinaf karar harcından, peşin yatırılan 261,40 TL'nin mahsup edilerek, kalan 776,80 TL'nin davalıdan alınarak Hazine'ye irat kaydına, bu hususun İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine, 5.Dosyanın ilk derece mahkemesine iadesine, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, 12/04/2018 tarihinde, oybirliğiyle ve kesin olarak karar verild Read the full article
0 notes
Text
Noterde Düzenlenmeyen Ön Ödemeli Konut Alımı İçin Yapılan Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesinden Vazgeçebilir miyim?
T.C. YARGITAY 13.Hukuk Dairesi Esas: 2016/12872 Karar: 2019/4503 Karar Tarihi: 03.04.2019 SÖZLEŞMENİN İPTALİ DAVASI - TAPU KAYDINDA DAVA KONUSU YERİN MALİKİ HALEN DAVALI ŞİRKET OLDUĞUNA GÖRE DAVACI GEÇERSİZ SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİ NEDENİYLE SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEYE DAYALI DAVA AÇABİLECEĞİ - HÜKMÜN BOZULMASI ÖZET: Kaynağını Borçlar Kanunu’nun ...maddesinden (EBK ... mad.) alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanunu’nun ...maddesi ile .. sayılı Türk Medeni Kanunu’nun .. ve Noterlik Kanunu’nun ...maddeleri hükmü uyarınca, noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan ve tam iki tarafa borç yükleyen kişisel hak doğuran sözleşmelerdendir. Burada öngörülen şekil, sözleşmenin geçerlik koşulu olup kamu düzenine ilişkindir ve doğrudan göz önünde tutulur. Dosya içerisinde mevcut tapu kaydında dava konusu yerin maliki halen davalı şirket olduğuna göre davacı geçersiz satış vaadi sözleşmesi nedeniyle sebepsiz zenginleşmeye dayalı dava açabilecektir. Mahkemece yapılan bu saptamalara göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde yanılgılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirir. (6098 S. K. m. 29, 237) (818 S. K. m. 22, 213) (4721 S. K. m. 706) (1512 S. K. m. 89)   Dava: Taraflar arasındaki sözleşmenin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü. Davacı, davalı şirket ile arasında "satış vaadi ile / mutabakat ön sözleşme" ile 20.10.2011 tarihinde sözleşme yapıldığını, bu sözleşmeye istinaden 15.000,00 TL ödeme yaptığını, teminat amaçlı da ........ Şubesine ait 15.03.2013 tarihli 40.000,00 TL bedelli çekin davalı tarafa teslim edildiğini, dava konusu gayrimenkulün teslim edildiğini, gayrimenkule yaklaşık 15.000,00 TL masraf yaptığını, davalının gayrimenkulün tapusunu kendisine vermediğini, kanser tedavi nedeni ile bankaların konut kredisi vermediğini, yapılan sözleşmenin hukuken geçersiz olduğu ve herkesin aldığını iade ile mükellef olduğunu belirterek davacı tarafından davalıya ödenen 5.000,00TL'nin 20.11.2011 tarihinden, 10.000,00 TL'nin de 10.05.2012 tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte tahsiline, taraflar arasında imzalanan gayriresmi satış vaadi sözleşmesinin iptaline, yaklaşık harcanan 15.000,00 TL'nin şimdilik 1.000,00 TL'lik kısmının 10.05.2011 tarihinden itibaren ticari faiziyle birlikte tahsiline, 15.03.2013 tarihli .......ait ....seri numaralı çek nedeniyle borçlu olmadığının tespitine ve iptaline karar verilmesini istemiştir.   Davalı, davanın reddini dilemiştir.   Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, adi yazılı satış vaadi sözleşmesinde resmi şekle aykırılıktan kaynaklı sözleşmenin iptali talebine ilişkindir.   6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 237. (EBK 213. mad.) maddesinde de, sözleşmenin biçimi başlığı altında; taşınmaz satımının geçerli olması için getirilen resmi senede bağlanması şartı, taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri için de öngörülmüştür. 1512 sayılı Noterlik Kanunu’nun 60/3 ve 89. maddeleri taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin noterlerce düzenleme şeklinde (resen) yapılacağı kuralını getirmiştir.   Öyle ise, kaynağını Borçlar Kanunu’nun 29.maddesinden (EBK 22. mad.) alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanunu’nun 237.maddesi ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 706 ve Noterlik Kanunu’nun 89.maddeleri hükmü uyarınca, noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan ve tam iki tarafa borç yükleyen kişisel hak doğuran sözleşmelerdendir. Burada öngörülen şekil, sözleşmenin geçerlik koşulu olup kamu düzenine ilişkindir ve doğrudan göz önünde tutulur. Dosya içerisinde mevcut tapu kaydında dava konusu yerin maliki halen davalı şirket olduğuna göre davacı geçersiz satış vaadi sözleşmesi nedeniyle sebepsiz zenginleşmeye dayalı dava açabilecektir. Mahkemece yapılan bu saptamalara göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde yanılgılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirir.   SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.04.2019 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤) Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Read the full article
0 notes
Text
İkinci Defa Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı Verilebilir mi?
Bu konu biraz karışık. Şöyle izah etmeye çalışalım konuyu. Ceza Muhakemeleri kanununun 231/8. maddesi 18.06.2014 Tarihinde değişti. Bu tarihe kadar işlenen suçlarda 1 den fazla HAGB kararı verilebiliyordu. 18.06.2014 tarihinde 231/8. fıkraya "Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez"cümlesi eklendi. Bu durumda bundan sonra bir kişi hakkında 18.06.2014 tarihinden sonra işlenen bir suç için HAGB kararı verilmişse, bu HAGB kararından sonra 2.bir HAGB kararının verilmesi yasal olarak imkansız hale geldi. Burada açık olmayan kısım şurası: "Bir kişi hakkında 18.06.2014 tarihinden evvel işlediği bir suç için verilen HAGB kararından sonra, 18.06.2014 tarihinden sonra işlediği bir suç için HAGB kararı verilebilir mi?" Bu sorunun cevabı "YARGITAY 18. Ceza Dairesi'nin  Esas Yıl/No: 2017/7080, Karar Yıl/No: 2019/12977 24.09.2019 tarih sayılı kararıyla cevap buldu. Kararda : " 6545 SAYILI KANUN'UN 72. MADDESİYLE, CMK’NIN 231/8. MADDESİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİĞİN SUÇ TARİHİ İTİBARİYLE YÜRÜRLÜKTE OLMAMASI NEDENİYLE, CMK'NIN 231. MADDESİNİN UYGULANMASINA ENGEL MAHKUMİYETİ BULUNMAYAN SANIĞIN, KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ İLE DURUŞMADAKİ TUTUM VE DAVRANIŞLARI GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULARAK, YENİDEN SUÇ İŞLEYİP İŞLEMEYECEĞİ KONUSUNDA BİR DEĞERLENDİRME YAPILIP, SONUCUNA GÖRE BİR KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ GÖZETİLMEDEN, “HAKKINDA DAHA ÖNCE VERİLMİŞ BİR HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA DAİR KARAR OLDUĞU VE DENETİM SURESİ İÇERİSİNDE KİŞİ HAKKINDA KASITLI BİR SUÇ NEDENİYLE BİR DAHA HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA KARAR VERİLEMEYECEĞİ İÇİN, ŞARTLARI OLUŞMADIĞINDAN” ŞEKLİNDEKİ GEREKÇEYLE,ANILAN KANUN MADDESİNİN UYGULANMAMASINA KARAR VERİLMESİ'ni yasaya aykırı buldu ve bozdu. Yargıtay'ın bu kararı ile "Bir kişi hakkında 18.06.2014 tarihinden evvel işlediği bir suç için verilen HAGB kararından sonra, 18.06.2014 tarihinden sonra işlediği bir suç için HAGB kararı verilebilmesinin önü açıldı kanatindeyim. Karar metnini önemi itibariyle aşağıda sunuyorum. CANSIZ HUKUK BÜROSU-Av.Mehmet CANSIZ YARGITAY 18. Ceza Dairesi Esas Yıl/No: 2017/7080 Karar Yıl/No: 2019/12977 Karar tarihi: 24.09.2019 YARGITAY KARARI YARGITAY KARARI MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Kişilerin huzur ve sükununu bozma HÜKÜM : Mahkumiyet KARAR Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; 1- Sanık hakkında mala zarar verme suçundan kamu dava açıldığı, bu tarihte atılı TCK’nın 151/1. maddesinde düzenlenen mala zarar verme suçunun uzlaşma kapsamında olmaması nedeniyle soruşturma aşamasında yapılan uzlaşma teklifinin geçersiz olduğu anlaşılmakla; mala zarar verme suçuna dair suç vasfı değiştiğinden bahisle uzlaşma kapsamında olan TCK'nın 123/1. maddesinde düzenlenen kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan hüküm kurulmuş olması karşısında, mahkumiyet kararı verilen bu suç yönünden uzlaştırma işlemi yapılması, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, 2- 6545 SAYILI KANUN'UN 72. MADDESİYLE, CMK’NIN 231/8. MADDESİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİĞİN SUÇ TARİHİ İTİBARİYLE YÜRÜRLÜKTE OLMAMASI NEDENİYLE, CMK'NIN 231. MADDESİNİN UYGULANMASINA ENGEL MAHKUMİYETİ BULUNMAYAN SANIĞIN, KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ İLE DURUŞMADAKİ TUTUM VE DAVRANIŞLARI GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULARAK, YENİDEN SUÇ İŞLEYİP İŞLEMEYECEĞİ KONUSUNDA BİR DEĞERLENDİRME YAPILIP, SONUCUNA GÖRE BİR KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ GÖZETİLMEDEN, “HAKKINDA DAHA ÖNCE VERİLMİŞ BİR HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA DAİR KARAR OLDUĞU VE DENETİM SURESİ İÇERİSİNDE KİŞİ HAKKINDA KASITLI BİR SUÇ NEDENİYLE BİR DAHA HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA KARAR VERİLEMEYECEĞİ İÇİN, ŞARTLARI OLUŞMADIĞINDAN” ŞEKLİNDEKİ GEREKÇEYLE, ANILAN KANUN MADDESİNİN UYGULANMAMASINA KARAR VERİLMESİ, 3- Sanığın lehe hükümlerin uygulanması talebinin, TCK'nın 50. maddesindeki hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesini de kapsadığı gözetilerek, CMK'nın 230/1-d maddesi uyarınca, bu hususta kanuni dayanakları da gösterilerek bir karar verilmesi gerekirken; TCK’nın 123. maddesinde tanımlanan suç bakımından seçimlik ceza belirlenmemesine rağmen, sanık hakkında TCK'nın 123/1 fıkrasının uygulandığı hüküm fıkrasında seçimlik cezalardan hapis cezasının seçildiği belirtilip kanuni dayanak olarak TCK'nın 50/2. maddesi gereğince adli para cezasına çevrilmesine kanunen yer olmadığına karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık ... müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 24/09/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. Read the full article
0 notes
Text
Yargıtay Kararlarına Göre "Boşanma Davalarında Ağır Kusur Kabul Edilen Haller " Nelerdir?
Boşanma davalarında diğer eşe göre daha ağır kusuru olan eş, talep halinde nafaka ve maddi ve manevi tazminat ödemek zorunda kaldığı gibi, Ağır kusurlu eşin boşanma davası da reddedilir. Peki, boşanma ağır kusur sayılan haller nelerdir? “Mahkemece davacı erkeğin, uyuşturucu madde kullandığı, aşırı alkol tükettiği ve bunların etkisinde kalarak kadına hakaret ettiği, davalı kadının da erkeğe, hakaret ettiği ve bu nedenle davacı erkeğin ağır kusurlu olduğu ...." "Şiddete yönelik eylemlerinin olduğu ve kadını öldürmekle tehdit ettiği" "kadına kusur olarak sadakatsizlik vakıasının güven sarsıcı davranış boyutunda olduğu mahkemece belirlenen diğer kusurlu davranışlar hep birlikte değerlendirildiğinde yine de kadının  ağır  kusurlu  olduğunun  anlaşılmasına göre" "boşanmaya sebebiyet veren olaylarda sadakatsiz davranışta bulunan kadın tam kusurlu olup..." "davalı-karşı davacı erkeğin birlik görevlerini ihmal ettiği ve güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu, davacı-karşı davalı kadının erkeğin güven sarsıcı davranışlarını öğrendikten sonra tarafların tartıştıkları ancak arkadaşlarının devreye girmesiyle barışarak akşam dışarıda yemek yeme planları yaptıkları, bu sebeple kadının eşini affettiği, af nedeniyle delil olmasa da ekonomik özgürlüğü bulunmayan kadının bu durumu kabul etmek zorunda kaldığı, bu sebeple davalı-karşı davacı erkeğin güven sarsıcı davranışının kabul edilmesinin gerektiği; davacı-karşı davalı kadının ise, barışmak niyetiyle eşi ve eşinin ailesi ile ortak arkadaşlarının kadının ailesinin evine geldikleri ortamda, eşinin annesini aşağılayarak hakaret ettiği ve kovduğu gerekçesiyle boşanmaya sebep olan olaylarda kadının az, erkeğin ise daha ağır kusurlu olduğunu" "toplanan delillerden davacı-davalı erkeğin eşine yönelik sürekli fiziksel şiddet uyguladığı anlaşılmakla, davacı-davalı erkeğin  boşanmaya sebep olan olaylarda yine de ağır kusurlu olduğunun anlaşılmasına göre" "eşini öldürme girişiminde bulunmak, onu intihara zorlamak gibi eşlerden biri tarafından diğerinin hayatına karşı yapılmış acı sonuç doğuran davranışlar" "eşlerden birinin diğerine uyguladığı, vücut bütünlüğünü, bedensel veya ruhsal sağlığını bozucu ya da tehlikeye düşürücü davranışlardır.  Dövme ve fiziksel şiddet uygulama, evden kovma, aç bırakma, anormal cinsel ilişkiye zorlama gibi davranışlar pek kötü davranışa örnek olarak gösterilebilir" Bu davranışları yapan eş boşanmada ağır kusurlu kabul edilir. "onur kırıcı davranış" ise, eşlerden birinin diğerine hakaret etmek, onu küçük düşürmek amacıyla yaptığı saldırıdır. Ayrıca her türlü onur kırıcı davranış değil, ağır derecede onur kırıcı bir davranışın boşanma sebebi sayıldığı da bilinmelidir." "davacı-karşı davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet uygulaması ve sarf ettiği hakaret sözcükleri dikkate alındığında bu eylemlerin onur kırıcı davranış sayılacağı" "davacı-karşı davalı kadının sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı, davalı-karşı davacı erkeğin kadına fiziksel şiddet uyguladığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davacı-karşı davalı kadın, davalı-karşı davacı erkeğe nazaran daha ağır kusurludur." "Mahkemece boşanmaya sebep olan olaylarda taraflar eşit kusurlu kabul edilmişse de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden davacı kadının hakaret eyleminden sonra evlilik birliğinin devam ettiği, bu eylemin davacı erkek tarafından affedildiği, en azından hoşgörü ile karşılandığı nazara alındığında, davalı kadına kusur olarak yüklenilemeyeceğinin; yine davalı kadına kusur olarak yüklenen eşinin şartlarını beğenmediği vakıasının, tarafların sosyal ve ekonomik durumu gözetildiğinde davalı kadının 7 metrekarelik bir odada kalmak istememesinin olağan olduğu bu vakıanın da kadına kusur olarak yüklenemeyeceği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre boşanmaya neden olan olaylarda davacı erkek, davalı kadına oranla daha ağır kusurludur." "Bu durumda reddedilen boşanma davasını açarak fiili ayrılığa sebep olan davacı erkek boşanmada tam kusurludur" "Tarafların bölge adliye mahkemesi tarafından kabul edilen ve gerçekleşen kusur durumlarına göre, kıskanç davranışları olan ve çevreye eşinin son olaydaki davranışlarını anlatan erkek ile güven sarsıcı davranışları bulunan kadının eşit kusurlu olduğunun kabulü gerekirken davalı-davacı erkeğin ağır kusurlu olarak kabulü doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir." "Tarafların bölge adliye mahkemesi tarafından kabul edilen ve gerçekleşen kusur durumlarına göre, erkeğin ablasının kolunu ısıracak derecede sinirli ve agresif davranışları olan, erkeğin işyerine giderek agresif tavırlar sergileyen, eşine toplum içinde “Allah belanı versin, yavşak, pezevenk, s...tir git, hayvan, adam değilsin” diyerek ağır hakaretlerde bulunan, küfür eden ve kıskanç tavırları olan kadın ile agresif davranışları olan, teslim edilen araca zarar veren, eşini darp eden, zaman zaman gece eve gelmeyerek fiili ayrılık döneminde ev sahibine kadın ve çocuğun oturduğu evin boşaltılacağına dair ihtar çeken erkek eşit kusurludur. Hal böyle iken davacı-davalı erkeğin ağır kusurlu kabulü doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir." "Mahkemece, kadının kusurunun daha ağır olduğu kabul edilerek tarafların boşanmalarına karar verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davalı-karşı davacı kadının birlik görevlerini yapmadığı, düğünde, ölümde eşinin yanında olmadığı, eşine hakaret ettiği, davacı-karşı davalı erkeğin ise hakaret ettiği, kadını evden kovduğu, sık sık seni istemiyorum, seni sevmiyorum dediği anlaşılmaktadır. Bu durumda evlilik biriliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü gerekir. Mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucu kadının tam kusurlu olarak kabulü doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. Tarafların bölge adliye mahkemesince kabul edilen kusur durumlarına göre, son olayda eşine şiddet uygulayan ve güven sarsıcı davranışları bulunan kadının, son olayda eşine şiddet uygulayan ve eşine küfreden erkeğe göre ağır kusurlu olduğunun anlaşılmasına karşın; tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi yerinde görülmemiştir. Yukarıda, Yargıtay kararlarından alıntılar yaparak, Yargıtay'ın boşanmada ağır kusur olarak kabul ettiği bazı halleri size fikir vermesi açısından paylaştık. Ağır kusurun önemini tekrar vurgulamak istiyorum. 1-AĞIR KUSURLU EŞİN AÇTIĞI BOŞANMA DAVASI REDDEDİLİR, 2-AĞIR KUSURLU EŞ NAFAKA ALAMAZ, 3-AĞIR KUSURLU EŞ LEHİNE MADDİ-MANEVİ TAZMİNATA HÜKMEDİLEMEZ, 4-AĞIR KUSURLU EŞ, DİĞER ŞARTLARI DA VARSA EŞİNE NAFAKA VE MADDİ MANEVİ TAZMİNAT ÖDEMEK ZORUNDA KALIR. 5-AĞIR KUSUR OLARAK KABUL EDİLEN HAL "ZİNA"VEYA "HAYATA KAST " İSE HAKİM, KUSURLU EŞİN ARTIK DEĞERDEKİ PAY ORANININ HAKKANİYETE UYGUN OLARAK AZALTILMASINA VEYA KALDIRILMASINA KARAR VEREBİLİR. Read the full article
0 notes
Text
Resmi Belgede Sahtecilik ve Dolandırıcılık Suçlarının Kurucu Unsurları Nelerdir?
YARGITAY Ceza Genel Kurulu Esas Yıl/No: 2015/118 Karar Yıl/No: 2019/148 Karar tarihi: 05.03.2019 YARGITAY KARARI  Kararı Veren Yargıtay Dairesi :15. Ceza Dairesi Mahkemesi :Ağır Ceza Sayısı : 41-189 Sanık ... hakkında nitelikli dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından ayrı ayrı açılan kamu davalarının birleştirilmesine karar verilerek yapılan yargılama sonucunda; sanığın nitelikli dolandırıcılık suçundan TCK'nın 158/1-f, 62 ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve 33.320 TL adli para cezası, resmî belgede sahtecilik suçundan aynı Kanun'un 204/1 ve 62. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, her iki suç yönünden TCK'nın 53. maddesi uyarınca hak yoksunluğuna ilişkin Isparta Ağır Ceza Mahkemesince verilen 07.06.2011 tarihli ve 41-189 sayılı hükümlerin, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 31.03.2014 tarih ve 15271-5876 sayı ile onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 01.12.2014 tarih ve 263161 sayı ile; "...Dosya kapsamındaki mevcut deliller değerlendirildiğinde, suçun işlenmesi konusunda, sanık ... ile müşteki ...'nın birlikte hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Sanık ...'nun mevcut delillere göre suçu işlemediği anlaşıldığından beraatine karar verilmesi gerektiği,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince 13.01.2015 tarih ve 23340-198 sayı ile itiraz nedeni yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI İtirazın kapsamına göre inceleme sanık ... hakkında nitelikli dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır. Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı nitelikli dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarının sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Sanık ... ile inceleme dışı sanık ...'ın....... Oto Kir. Tar. Nak. Ve Tur. Tic. Ltd. Şti.'nin eşit hissedarları oldukları, müşterek arkadaşları olan katılan ...'nın Isparta'da bulunan katılan ...'den satın aldığı kerestelere karşılık şirketi temsile ve çek keşide etmeye yetkisi bulunmayan inceleme dışı sanık ... emrine düzenleyip keşide ettiği çeki verdiği, çekin bankaya ibrazında karşılığının olmadığının bildirildiği, Dosyada bir sureti bulunan Türkiye Finans Katılım Bankası Büsan Şubesi'ne ait çekte; keşide tarihinin 07.04.2009, bedelinin 20.000 TL, emrine düzenlenen kişinin ..., seri numarasının 4419119, keşidecisinin....... Oto Kir. Tar. Nak. Ve Tur. Tic. Ltd. Şti. olduğu, çekin arka tarafında ise birinci cirantanın ..., ikinci cirantanın katılan ...'a ait olduğu anlaşılan Canmak İnşaat Şirketi, üçüncü cirantanın İnal Ayvazoğlu, dördüncü cirantanın tekrar Canmak İnşaat Şirketi, beşinci cirantanın ise ... Orman Ürünleri, ibraz tarihinin 07.04.2009 olduğu ve bu tarih itibarıyla çekin karşılığının bulunmadığına dair ibare bulunduğu, Türkiye Finans Bankasının 24.09.2009 tarihli yazısında; 07.04.2009 tarihli 4419119 numaralı 20.000 TL bedelli çekin....... Oto Kiralama Tar. Nak. Ve Tur. Tic. Ltd. Şti.'ye ait olup, ilgili çekle alakalı düzeltme hakkının kullanılmadığı, ibraz tarihinde hesap bakiyesinin müsait olmadığı, ihtiyati tedbir ve ödeme yasağı ile ödemeden men talimatının bulunmadığının bildirildiği, 10.09.2008 tarihli faturada; katılan ...'a ait Canmak İnşaat Şirketine sanıkların sahibi olduğu....... Ltd. Şti. tarafından 36.635 TL bedelinde buğday satıldığının yazılı olduğu, Sanık ...'nun Konya Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı 03.04.2009 tarihli "aslı gibidir" onaylı dilekçe fotokopisinde;....... Ltd. Şti.'nin yetkilisi ve müdürü olduğunu, şirketi adına Türkiye Finans Katılım Bankası Büsan Şubesinden aldığı imzası, miktarı, lehtarı yazılı olmayan 4419119 ve 4419120 numaralı boş çek yapraklarının ortadan kaybolduğunu, kötü niyetli kişilerin eline geçip bankaya ibraz edilmesi veya icraya konulması söz konusu olabileceğinden şikâyetçi olduğunu beyan ettiği, Anlaşılmaktadır. Katılan ... 20.07.2009 tarihinde bilgi sahibi sıfatıyla Kollukta; ortak olan sanıklar ile arkadaşlık ilişkisinin bulunduğunu, peşin para ile orman ürünleri alışverişi yapacağı sırada sanık ...'in bu durumu öğrenip paraya ihtiyacı olduğunu, nakit parayı kendisine vermesi hâlinde alışverişte kullanması için şirketine ait çek verebileceğini böylece işinin görülmüş olacağını söylediğini, sanığın teklifini kabul ettiğini, o sırada yanlarında inceleme dışı sanık ...'ın da bulunduğunu, alışveriş için inceleme dışı sanık ... ile birlikte Isparta'ya gideceğini söylediğinde sanık ...'in bir çek koçanı çıkartıp inceleme dışı sanık ...'a verdiğini, "Birlikte gidecekseniz Ramazan Bey orada çeki düzenleyip verir." dediğini, sanık ...'e inceleme dışı sanık ...'ın çek düzenleme yetkisinin bulunup bulunmadığını sorduğunda "Yetkisi var. Şirketin yarısı onun. Çek düzenleyebilir." şeklinde cevap verdiğini, inceleme dışı sanık ...'ın çek koçanını aldığını, Isparta'ya gittiklerini, orada alışveriş yaptıklarını, konuştukları gibi aldıkları kerestenin bedelini çek ile ödediklerini, suça konu çeki inceleme dışı sanık ...'ın düzenleyip imzaladığını, Kovuşturma evresinde 27.04.2011 tarihinde istinabe suretiyle alınan beyanında farklı olarak; sanık ... ve inceleme dışı sanık ...'ı arkadaşları olması nedeniyle tanıdığını, inşaat işi ile uğraşması nedeniyle olay tarihinde kereste almak istediğini, sanık ...'in ihtiyacı olduğundan bahisle elindeki çekleri istediğini, işi görülsün diye kabul ederek 20.000 ve 19.000 TL bedelli iki adet çeki sanık ...'e verdiğini, karşılığında inceleme dışı sanık ...'ın 20.000 TL bedelli iki adet çeki sanık ...'in yanında kendisine verdiğini, Kamil'in bu sırada inceleme dışı sanık ...'ın da çek keşide etme yetkisinin bulunduğunu söylediğini, bu çekleri alıp inceleme dışı sanık ... ile birlikte Isparta'ya kereste almaya gittiklerini, çekleri ciro edip katılan ...'e verdiğini, sanıklar hakkında şikâyetinin devam ettiğini, zararının karşılanmadığını, Katılan ... 16.12.2009 tarihinde Savcılıkta; suça konu çeki kendilerinden kereste satın almaya gelen inceleme dışı sanık ... ile katılan ...'nın birlikte verdiklerini, arada Canmak İnşaat isimli şirketten sonra İnal Ayvazoğlu isimli bir şahsın da ciranta olarak yer alması nedeni ile fatura kesebilmek için Canmak Ltd. Şti. yetkilisi olan katılan ...'ya tekrar ciro yaptırdığını, çeki bankaya ibraz ettiğinde rıza dışı elinden çıktığı için arkasına "karşılıksızdır" şerhi yazamayacaklarını söylediklerini, yaptığı araştırmada inceleme dışı sanık ...'ın çekin sahibi Nakıpoğlu isimli şirketin imzaya yetkili temsilcisi olmadığını öğrendiğini, Katılan ...'in oğlu olan tanık Tamer Demir Mahkemede; ..., ... ve Mehmet Eren isimli kişilerin beraber geldiklerini, Mehmet isimli kişinin soyadını tam olarak hatırlayamadığını, bu şahısları sanayideki yakın komşularının tanıdığını, ilk gece komşularının demirci dükkânında şahıslarla buluştuklarını, tanıştıklarını, kendilerinden inşaatta ve kalıp yapmakta kullanılmak üzere 60-65 metreküp kereste istediklerini, katılan ...'nın öne çıkan ve pazarlığı yapan kişi olduğunu, "Mal bana lazım, Ankara'da büyük işlerimiz var. Gerisi gelecek. Kereste karşılığı sana da bir daire vereceğiz." dediğini, hatta daireye ait tapusunun fotokopisini verdiklerini, inceleme dışı sanık ... ile katılan ...'dan ilk etapta çek istediğini, ellerinde bulunan Nakıpoğlu Oto Kiralama isimli şirkete ait çeki verdiklerini, söz konusu çekin ön yüzünün tamamen yazılmış olduğunu, çekin arkasını ...'nın kendisi ve Canmak isimli şirket adına ciro ettiğini, diğer sanıklar Kamil ve Ramazan'ın çeki imzalamadıklarını, zaten sanıklardan sadece Ramazan'ın olay yerinde bulunduğunu, bir hafta içerisinde mal sevkiyatını yaptığını, çeki Türkiye Finans Bankasına sorduklarını, "Herhangi bir sıkıntı yok." cevabını aldıklarını, 19.800 TL'lik mal gönderdiğini, şahısların daha sonra yeni sipariş vermediklerini, inceleme dışı sanık ...'ın bu alışverişteki rolünü belli etmeseler de üçünün beraber geldiklerini, alışverişte ortak olduklarını düşündüğünü, bu çekin imzasını sonradan fark ettiğini, inceleme dışı sanık ...'ın arka planda durduğunu, katılan ...'nın ön planda olduğunu, inceleme dışı sanık ... Öszusamlar'ın "Bu benim ortak olduğum firmanın çekidir." dediğini, daha sonra araştırdığında inceleme dışı sanık ...'ın şirkette imza yetkisinin olmadığını öğrendiğini, olay sırasında suça konu ön yüzü doldurulmuş çeki inceleme dışı sanık ...'ın cebinden çıkartıp katılan ...'ya verdiğini, ...'nın da çekin arka yüzüne hem kendi adını yazıp hem de Canmak firmasının kaşesini basarak imzaladığını, önceki ciroların kendisinin önünde yapılmadığını, İnceleme dışı sanık ... 16.07.2009 tarihinde Kollukta; sanık ...'in eski ortağı olduğunu, kendisini yüklü miktarda dolandırdığı için ortaklıklarının bittiğini, suça konu çek üzerindeki imzanın kendisine ait olduğunu, bu çeki keşide edip sanık ... ile ortak arkadaşları olan katılan ...'ya verdiğini, o tarihte katılan ...'nın peşin para ile kereste alacak olduğunu, sanık ...'in acil paraya ihtiyacı olması nedeni ile katılan ...'ya "Parayı sen bana ver, ben sana çek vereyim. Alışverişini bu çekle yap, böylece benim sıkıntım hallolur. Çeki de vadesi gelince ben öderim." dediğini, katılan ...'nın bu teklifi kabul etmesi üzerine sanık ...'in üzerinde sekiz ya da on yaprak kalmış çek koçanını çıkarıp kendisine verdiğini, "Alışverişi birlikte yaparsınız. Çeki sen keser kullanırsın." dediğini, koçanı alıp cebine koyduğunu, bu çeki düzenlemek için sanık ...'den bir vekâlet ya da şirketten yetki belgesi alması gerektiğini bilmediğini, bu işleri bilmediği için sanık ...'e güveninin tam olduğunu, katılan ... ile bilikte Isparta'ya gittiklerini, katılanın bir orman ürünleri şirketi ile anlaşıp sözleşme yaptığını, malların daha sonra gönderilmesi konusunda anlaştıklarını, bahse konu çek karnesinden bir adet çeki düzenleyip imzalayarak şirketin yetkilisine verdiğini, daha sonra da çek karnesinden sanık ...'in haberi ve yönlendirmesi ile üç tane daha kullandığını, kalan çekleri iade ettiğini, iki ay kadar Konya'dan uzak kaldığını, döndüğünde sanık ...'in şirketi kapatıp kayıplara karıştığını, kendisini bulamadığını, araştırma yaptığında para karşılığında çiftçilere fatura sattığını, gayriresmî işlere bulaştığını öğrendiğini, uzun zaman sonra Kamil ile telefonla konuştuklarında karşılıklı küfürleşmeler olduğunu, maliyede şirketin kayıtlarına baktırdığında 450.000 TL borç oluştuğunu öğrendiğini, sanık ... ile tekrar telefonda konuştuğunda "Nasılsa her şeyi ben yaptım. Sen şirketin %49 hissesini bana devret böylece sana bir şey olmaz. Geri kalanını da ben hallederim." dediğini, bunun üzerine şirketteki hisselerinin %49'unu sanık ...'e bedelsiz devrettiğini, %1 hissenin kedisinde kaldığını, İstinabe suretiyle Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesince alınan 12.05.2010 tarihli ifadesinde farklı olarak; suça konu çeki kendisinin düzenleyip katılan ...'ya verdiğini, fakat bunun karşılığında ortağı olan sanık ...'in katılan ...'dan Fortisbank'a ait iki adet çek aldığını fakat verdiği çekler karşılığında nakit para aldığını görmediğini, bu iddiayı ilk defa duyduğunu, çekteki imza ve yazıların kendisine ait olduğunu, buna benzer iki adet 20.000 TL bedelli çeki aynı anda katılan ...'ya verdiğini, sözlü yetkiye dayanarak çekleri imzaladığını, ancak tek başına imzaya yetkili olmadığını bilmediğini, ilk defa çek imzaladığını, çeklerin çalındığı yönündeki iddiaları kabul etmediğini, İstinabe suretiyle Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesince alınan 01.12.2010 tarihli ifadesinde farklı olarak; sanık ...'in katılan ...'dan kullandığı kredilere teminat olması için Fortisbanka ait iki adet çek aldığını, 10.02.2011 tarihinde Mahkemede; sanık ...'in katılan ...'ya çek keşide ettiğinden haberdar olduğunu, bu konuda şahitlerinin bulunduğunu, sanık ...'in şirketi idare edemeyip batırdığını, çekin çalıntı olduğuna dair ifade verdiğini, aslında çalınma diye bir şeyin olmadığını, Sanık ... müdafisi tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazılmış 07.07.2014 tarihli dilekçe ekindeki sanık ... ismi ve kimlik numarası bulunan el ile yazılıp "aslı gibidir" onaylı fakat imzasız dilekçe ile yine aynı dilekçe ekindeki sanık ... ismi ile imzalanmış bilâ tarihli dilekçelerde özetle; kendisine verilen hapis cezasının haksız olduğunu, sanık ...'in çekin katılan ...'e verilmesinden haberi olmadığını, şirket ortağı olması nedeni ile birkaç tane çekin de kendisinde bulunduğunu, ortağı olan sanık ...'in bu durumu bilmediğini, kendisindeki çeki katılan ...'e verdiğini, katılan ... ile birlikte keresteleri aldığını, ancak yurt dışından parası gelmediği için çek bedelini katılan ...'ya ödeyemediğini, sanık ...'in çek bedelini ödemesini sağlamak için bu çeklerden haberinin olduğunu söylediğini, ortada dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçunun bulunmadığını, sanık ...'in suça konu çekle, kereste alışverişiyle ve dosyanın taraflarıyla hiçbir alakasının bulunmadığını, İfade etmişlerdir. Sanık ... 06.04.2009 tarihinde şikâyetçi olarak başvurduğu Savcılıkta; Türkiye Katılım Finans Bankasından şirket adına açtırdıkları hesaba istinaden aldıkları ve keşide etmeye yetkili olduğu çek koçanının kalan son iki yaprağının iş yerindeki masasının çekmecesindeyken 30.03.2009 tarihinde kaybolduklarını fark ettiğini, çalışanlarından sorduğunda bilgi sahibi olmadıklarını öğrendiğini, çeklerin henüz piyasaya çıkmadığını ancak başkası tarafından sahte olarak tanzim edilip piyasaya sürülme ihtimali bulunduğundan şikâyetçi olduğunu, 12.07.2009 tarihinde şüpheli sıfatıyla Kollukta; suça konu çek ile başka bir çekinin daha inceleme dışı sanık ... ile ortak olarak çalıştırdıkları iş yerinden Mart ayı başlarında çalındığını, çeklerin çalındığını fark edince savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, ilgili bankaya da dilekçe ile başvurup durumu bildirdiğini, dilekçesinde çekleri çalan kişilere ilişkin isim bildirmediğini, şikâyetçi şirketi tanımadığını, çekteki alacaklı olarak görünen ...'nın ortağı olan diğer sanığın iyi arkadaşı olması nedeni ile tanıdığını, bu şahsın geçmişte kendilerinden araç kiraladığını, birlikte oturup kalktıklarını, çekteki keşideci imzasının kendisine ait olmadığını fakat ortağı olan inceleme dışı sanık ...'ın imzasına benzediğini, şimdi masasının çekmecesinden çekleri alan kişinin inceleme dışı sanık ... olduğunu düşündüğünü, daha önceki suç duyurusuyla ilgili dosyada gidip ek ifade vereceğini, inceleme dışı sanık ...'ın ortağı olmasına rağmen çek keşide etme yetkisinin bulunmadığını, bu çekten dolayı aleyhine başlatılmış herhangi bir takibin olmadığını, ortağı olan sanık ...'dan şikâyetçi olduğunu, İstinabe suretiyle Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki 12.05.2010 ve 27.10.2010 tarihli savunmalarında benzer olarak; Nakipoğlu Oto Kiralama isimli şirketinin o zamanki ortaklarının kendisi ile birlikte inceleme dışı sanık ... olduğunu, %50 hisselerinin bulunduğunu, kendisinin çek imzalamaya münferiden yetkili olduğunu, ...'ın böyle bir yetkisinin bulunmadığını, bu durumu Ramazan'ın da çok iyi bildiği hâlde suça konu çeki bilgisi ve onayı dışında düzenleyip katılan ...'ya verdiğini, inceleme dışı sanık ...'ın suça konu çeki doldurduğunu ve katılana verdiğini görmediğini, kendisinin bulunmadığı bir sırada bu işi yapmış olabileceğini, söz konusu çekler karşılığında katılan ...'dan iki adet çek aldığı iddiasının doğru olmadığını, ancak katılan ile yaptığı alışverişler nedeni ile daha önceden çek aldığını, söz konusu çeklerin iddianamede anlatılan olayla bir ilgisinin bulunmadığını, katılan ...'ya buğday sattığına dair faturalarının mevcut olduğunu, Temyiz aşamasında 01.07.2011 havale tarihli dilekçede; sanık ...'ın 2008 yılında yurt dışından geldiğini, yüklü miktarda para getireceğini söyleyip şirketine ortak olmak istediğini söylediğini, kendisine güvenerek hiçbir sermaye koymamasına rağmen şirketine %50 ortak yaptığını, katılanların dolandırılması ve kereste alınması ile bir ilgisinin bulunmadığını, şirketinin kereste almasının mümkün olmadığını, bu zamana kadar da kereste ile bir işinin bulunmadığını, şirketinin resmî defterlerinin incelenmiş olması hâlinde böyle bir alışveriş ile ilgisinin olmadığının anlaşılacağını, bildiği kadarıyla inceleme dışı sanık ...'ın bilgisi dışında Konya'da Keresteciler Sanayisinde bir kişi ile ortak olduğunu ve buraya katılan ...'ten aldığı keresteleri yıktığını, inceleme dışı sanık ...'ın ortak olduğu firmanın isminin Dekor Art Mrk. olduğunu, kendisi ile ortaklığını bitirdikten sonra bu firmayla kereste işi yapmaya devam ettiğini, hatta Hüseyin İnce ve Mehmet Ali Kolay isimli tanıklarının dinlenilmeleri hâlinde inceleme dışı sanık ...'ın kerestecilik işi yaptığı ve katılan ...'ten aldığı keresteleri bu iş yerine getirdiğinin ortaya çıkacağını, inceleme dışı sanık ... ile katılan ...'nın yakın köylü olup bir düzen içerisinde olduklarını, kerestelerin satış işlemlerini yapan tanık ......'in ifadesinde bahsettiği inceleme dışı sanık ... ile katılan ...'nın yanında gelen Mehmet isimli şahsın araştırılması gerektiğini, katılan ...'nın dolandırıcılık suçu nedeni ile hâlen cezaevinde olduğunu, onlarca kaydının bulunduğunu, bu şahsı inceleme dışı sanık ...'ın arkadaşı olarak tanıdığını, paraya sıkışık olması nedeni ile buğday ticareti yapmak istediğini söylediğini, ortağının arkadaşı olması nedeni ile ve kendisinin de 2003 yılından son seneye kadar buğday ticareti yaptığından katılan ...'ya 0,45 TL yerine vadeli 0,50 TL'ye buğday sattığını, karşılığında Fortisbanka ait iki adet çek aldığını, çekleri Türkiye Finans Katılım Bankası Büsan Şubesine tahsil için verdiğini, çeklerin vade tarihinde ödenmediğini ve halâ Türkiye Finans Katılım Bankasında olduklarını, bu hususun bankadan araştırılabileceğini, Sanık ...'nun 12.05.2014 tarihli onama kararından sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği dilekçesinin ekindeki kimlik kontrolü yapılmamış ancak katılan ... ismi yazılı ve ıslak imzalı dilekçede; sanıkları tanıdığını, sanık ... ile birlikte Isparta'ya gittiklerini, orada inceleme dışı sanık ...'ın iki adet çek keşide ettiğini, kendisinin de bu çekleri ciro ettiğini, çekler karşılığında kereste aldıklarını, sanık ...'i tanıdığı için şirket yetkilisi olduğunu bildiğini, bunu inceleme dışı sanık ...'a söylediğinde "Olur mu ben de şirketin ortağıyım, zaten gününden önce çek bedellerini öderim." dediğini, ardından "Şu anda param yok. Bu keresteleri bana alalım, yurt dışından param gelecek çek bedellerini gününde öder geri alır, Kamil'e öderim. Amacım kimseyi dolandırmak değil. Dükkân faaliyete geçsin işlerim açılacak. Her türlü ben bu borcu öderim." dediğini, aslında sanık ...'in bu işlerden hiç haberinin olmadığını, keresteleri inceleme dışı sanık ... için satın aldıklarını, inceleme dışı sanık ...'ın parasının gelmediğini, borcun ödenmediğini, yaşanan sıkıntılar nedeni ile kendisini sorumlu hissettiğini, sanık ... ile inceleme dışı sanık ...'ın arasının açıldığını, sanık ...'in, çekte imzası olduğu için kendisini de taraf gördüğünü ve aralarının bozuk olduğunu, daha önceki ifadelerinde çekte imzası olması ve çeklerin geri alınamaması nedeni ile baskı altında hissettiği için farklı beyanlarda bulunduğunu, bütün bu yaşanan olaylardan dolayı inceleme dışı sanık ...'ın da kötü niyetli olmadığını, beklediği paranın yurt dışından gelmemesi nedeni ile bu olayların yaşandığını, Savunmuştur. 5237 sayılı TCK'nın “Dolandırıcılık” başlıklı 157. maddesi; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiş, suçun daha fazla ceza verilmesini gerektiren nitelikli hâllerine ise 158. maddede yer verilmiştir. MAL VARLIĞININ YANINDA İRADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN DE KORUNDUĞU DOLANDIRICILIK SUÇUNUN OLUŞABİLMESİ İÇİN; 1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması, 2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması, 3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. FAİL KENDİSİ VEYA BAŞKASINA YARAR SAĞLAMAK AMACIYLA BİLEREK VE İSTEYEREK HİLELİ DAVRANIŞLAR YAPMALI, BU DAVRANIŞLARLA BİR BAŞKASINA ZARAR VERMELİ, VERİLEN ZARAR İLE FİİL ARASINDA UYGUN NEDENSELLİK BAĞI BULUNMALI VE ZARAR DA, NESNEL ÖLÇÜTLER GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULARAK BELİRLENECEK EKONOMİK ZARAR OLMALIDIR. Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu mal varlığına karşı işlenen diğer suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktad��r. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyi niyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlal edildiği vurgulanmıştır. Bu açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusuyla ilgili dolandırıcılık suçunun nitelikli hâllerinden olan "bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık" suçunu üzerinde durulması gerekmektedir. "Bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık" suçu, 5237 sayılı TCK'nın suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 158. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendinde; “(1) Dolandırıcılık suçunun;….f) Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle,… İşlenmesi halinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur." Aynı maddenin son bendinde; "Ancak, (e), (f) ve (j) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adlî para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz.” Şeklinde düzenlenmiş iken 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun'un 14. Maddesiyle son fıkrada yer alan “iki yıldan yedi yıla kadar hapis” şeklindeki yaptırım “üç yıldan on yıla kadar hapis” olarak değiştirilmiş, maddenin birinci fıkrasının " üç yıldan az olamaz" şeklindeki son cümlesi ise "dört yıldan az olamaz" biçiminde düzenlenerek madde son hâlini almıştır. Madde gerekçesinde de “Dolandırıcılık suçunun, bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi de, birinci fıkranın (f) bendinde bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Bilişim sistemlerinin ya da birer güven kurumu olan banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması, dolandırıcılık suçunun işlenmesi açısından önemli bir kolaylık sağlamaktadır.” açıklamalarına yer verilmiş olup, bu bentte bilişim sistemleri ile banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık olmak üzere birden fazla nitelikli hâl kabul edilmiştir. Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğü'nde, “elektronik beyin” veya “bilgileri otomatik işleme tabi tutmuş sistem” olarak adlandırılan bilgisayar; "çok sayıda aritmetiksel veya mantıksal işlemlerden oluşan bir işi önceden verilmiş bir programa göre yapıp sonuçlandıran, bilgileri depolayan elektronik araç, elektronik beyin,” anlamına gelmektedir. İnternet ise, dünya üzerindeki milyonlarca bilgisayarın birbirlerine bağlanmaları ile oluşan global bir bilgisayar ağları sistemini ifade eder. Bilişim de; “İnsanoğlunun teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişiminde kullandığı ve bilimin dayanağı olan bilginin özellikle elektronik makineler aracılığıyla düzenli ve akla uygun bir biçimde işlenmesi bilimi, bilginin elektronik cihazlarda toplanması ve işlenmesi bilimi,” olarak tanımlanmaktadır. Yerleşmiş yargısal kararlar ve öğretideki baskın görüşlere göre de, bilişim sisteminin, verileri toplanıp yerleştirdikten sonra otomatik işleme tabi tutma imkânı veren manyetik sistemler olduğu kabul edilmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda bilişim suçları; “Bilişim alanında suçlar” bölümünde düzenlenmekle beraber ayrıca, çeşitli bölümlerde de bilişim sistemleriyle işlenmesi mümkün olan suç tiplerine yer verilmiştir. "Bilişim alanında suçlar" bölümünde yer alan 243. maddesinde bilişim sistemine girme, 244. maddesinde sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme, 245. maddesinde banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçları düzenlenmiştir. Bunun yanında, "Özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar" bölümünde yer alan 135. maddesinde kişisel verilerin kaydedilmesi, 136. maddesinde kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, 138. maddesinde ise verilerin yok edilmemesi suçları bilişim suçu olarak nitelendirilebilecek şekilde düzenlenmiştir. Öte yandan, 132. maddesinde haberleşmenin gizliliğini ihlal, 124. maddesinde haberleşmenin engellenmesi, 125/2. maddesinde hakaret, 142/2. maddesinin (e) bendinde hırsızlık, 158/1. maddesinin (f) bendinde dolandırıcılık, 226. maddesinde müstehcenlik, 163. maddesinde karşılıksız yararlanma suç tiplerinin bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmeleri mümkün kabul edilmiştir. Günümüzde bilişim sistemleri ile sesli-görüntülü haberleşme, elektronik imzanın kabulü, yeni ticari ilişkiler, internet bankacılığı hizmeti ile para transferleri ve bunlar gibi pek çok yenilik toplumsal hayata girmiş, bilişim gerek iş gerekse günlük hayatta vazgeçilemeyecek kadar önemli bir noktaya ulaşmış, bilişim teknolojileri daha hızlı ve ucuz bir nitelik arz etmesi nedeniyle, klasik yöntemlere nazaran daha fazla tercih edilir duruma gelmiştir. Bu sistemlerin güvenle kullanılması, aynı anda hızlı ve kolayca birçok kişiye ulaşılması ve diğer taraftaki failin kontrol imkânını azaltması nedeniyle nitelikli hâl sayılmıştır. Bilişim sisteminin aldatılmasından söz edilemeyeceği için, ancak bu sistemin araç olarak kullanılarak bir insanın aldatılması yani dolandırılması hâlinde bu bendin uygulanması mümkündür. Aksi hâlde yani sisteme girilerek bir kişi aldatılmayıp sistemden yararlanılarak çıkar sağlanmışsa bilişim suçu veya bilişim sistemi kullanılmak suretiyle hırsızlık suçunun oluşması söz konusu olacaktır. Resmî belgede sahtecilik suçu 5237 sayılı TCK’nın 204. maddesinde; “(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Söz konusu suç, maddenin birinci fıkrasında seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmış olup, resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmî belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmî belgenin kullanılması durumunda suç oluşacaktır. Maddenin ikinci fıkrasında, resmî belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanarak daha ağır bir yaptırıma bağlanmış, maddenin üçüncü fıkrasında ise, suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması halinde cezanın yarı oranında artırılması hüküm altına alınmıştır. Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güveni olup belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek yaptırıma bağlanmıştır. Resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya da gerçek bir resmî belgenin değiştirilmesi eyleminin sahtecilik suçunu oluşturabilmesi için, düzenlenen ya da değiştirilen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte olup olmadığı ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde saptanmalıdır. Ceza Genel Kurulunun 14.10.2003 tarihli ve 232-250 sayılı kararında, aldatma keyfiyetinin belgeden objektif olarak anlaşılması gerektiği, muhatabın hatasından, dikkatsizlik veya özensizliğinden kaynaklanan fiili iğfalin, aldatma yeteneğinin varlığını göstermeyeceği belirtilmiştir. Bu noktada sahteciliğe konu olan belgenin aldatma yeteneği olup olmadığının tartışılması ve belirlenmesi öncelikle yargılamayı yürüten mahkemeye ait olup, hâkim olayın çıkış, oluş ve akışını, düzenlenen belgelerle yapılan işlemleri göz önüne alarak, sahteciliğin kolaylıkla anlaşılıp anlaşılamayacağını bizzat saptamalı ve sonucuna göre belgelerde aldatma yeteneği olup olmadığını takdir ve tespit etmelidir. Görüldüğü gibi, mahkemece, suçun konusunu oluşturan belge aslı getirtilerek resmî belgede bulunması gereken başlık, sayı, tarih, imza, mühür gibi zorunlu öğelerin incelenmesi, nesnel olarak aldatma gücü olup olmadığının saptanması, duraksama hâlinde ise; mahkemeye yardımcı olma ve aydınlatma bakımından konusunda uzman bilirkişinin görüşüne başvurulmasında zorunluluk vardır. Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanık ... ile inceleme dışı sanık ...'ın....... Oto Kiralama Tarım Nakliye ve Turizm Sanayi Ticaret Limited Şirketinin eşit hissedarı oldukları, şirket adına çek keşide etme yetkisinin sanık ...'de bulunmasına rağmen Türkiye Finans Katılım Bankası Büsan Şubesine ait 4419119 seri numaralı çeki boş bir şekilde inceleme dışı sanık ...'a verdiği, inceleme dışı sanık ...'ın ise suça konu çeki yanına alarak kereste almak için katılan ... ile birlikte Isparta'ya gittiği ve yetkisi olmadığı hâlde bu çeki 07.04.2009 keşide tarihli, 20.000 TL bedelli, katılan ... emrine düzenledikten sonra Nakıpoğlu Oto Kir. Tar. Nak. Ve Tur. Tic. Ltd. Şti adına keşide ederek katılan ...'ya verdiği, katılan ...'nın da suça konu çeki ciro edip kereste tüccarı olan diğer katılan ...'den satın aldıkları kereste bedeli olarak verdiği, çekin bankaya ibrazında karşılığının bulunmadığının anlaşıldığı olayda; katılan ... ile inceleme dışı sanık ...'ın aşamalarda çelişkili beyanları bulunsa da inceleme dışı sanık ...'ın yargılama sürecinde suça konu çeki sanık ...'in bilgisi dâhilinde elinde bulundurduğuna ilişkin istikrarlı ifadelerinin bulunması, savunmalarında söz konusu çek ve kereste alışverişi ile bir ilgisinin bulunmadığını beyan eden sanık ...'in, iş yerindeki masasının çekmecesinden suça konu çekin alındığından bahisle Konya Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğu 03.04.2009 tarihi ile çekin bankaya ibraz edildiği 07.04.2009 tarihlerinin birbirine çok yakın olması, sanık ...'in çekin iradesi dışında elinden çıktığını iddia etmesine rağmen iyi niyetli bir tacir gibi davranıp bankaya bildirimde bulunmaması birlikte gözetildiğinde sanık ...'in, inceleme dışı sanık ... ile baştan beri fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek haksız menfaat temin etmeyi amaçladığının, söz konusu çekin kullanılması hâlinde doğacak borcu inkâr etmek ve çek bedelinin tahsilini önlemek amacıyla suça konu çeki önce inceleme dışı sanık ...'a düzenlettirip ardından Konya Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ettiğinin anlaşılması nedenleriyle nitelikli dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarını işlediğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir. Her iki uyuşmazlık konusunda çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Sanık ... hakkında; ... tarafından yapılan yargılama sonucunda; resmi evrakta sahtecilik suçundan TCK'nın 37/1, 204/1, 62 Maddeleri uyarınca 1 Yıl 8 Ay Hapis, Dolandırıcılık suçundan ise TCK'nın 158/1-f, 62, 52/2-4 Maddeleri uyarınca 2 Yıl 6 Ay Hapis, 33.320 Tl Adli Para Cezasına hükmedilmiş, anılan kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 31/03/2014 tarihli kararı ile yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün ONANMASINA, karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 01/12/2014 gün, 2014/263161 sayı ile; Sanığın yüklenen suçları işlemediğinden bahisle beraatına karar verilmesi gerekirken mahkumiyetine hükmolunduğundan bahisle Yargıtay 15. Ceza Dairesinin onama kararının kaldırılarak sanığın beraatına karar verilmesi talebiyle itiraz edilmesi üzerine Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu tarafından; itirazın reddine karar verilmiştir. Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, itirazın reddine ilişkin kararına aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sanığa isnat edilen eylemlerin sübuta erip ermediğinin toplanan deliller ışığında yeniden irdelenerek benzer olaylardaki yargı kararlarından yararlanılarak belirlenmesi gerekmektedir. Konya ilinde faaliyet gösteren....... Oto Kiralama Tar. Nak. ve Turzm. Tic. Ltd. Şti.'nin ortaklarından olan sanık ..........'nun bütün aşamalarda yüklenen suçla hiç bir ilgisinin olmıdığı yönündeki savunmasının aksine, şirketin ortaklarından olan ve imza yetkisi bulunmayan ... ile hakkında soruşturma yapılmasına karşın takipsizlik kararı verilen ...'nın atfı cürüm niteliğindeki aşamalarda değişiklik gösteren beyanlarından başka mahkumiyete yeterli ve inandırıcı şüpheden arındırılmış kesin kanıtların elde olunamadığı gibi ayrıca şirketinin nakit paraya sıkışması nedeniyle, kereste almak için nakit parayı şirket yetkilisi olan sanığa vererek karşılığında çek aldığını iddia eden ...”nın çeki veren kişinin imzasını istememesinin, itiraza konu edilmeyen diğer sanık ...'ın da imza yetkisi olmadığını bilmemesinin hayatın olağan akışına uygun olmaması, suça konu çek karşılığında kereste satan ve olayın gerçek mağduru olan ...' ile oğlu ......'in; alışveriş sırasında ...'nın yanında diğer sanık ...'ın hazır bulunduklarını beyan eylemesi ve sahte çek karşılığında alınan keresteden sanık ...'nun yararlandığına dair herhangi bir iddianın dahi ileri sürülmemiş olması karşısında; şüpheli durumun sanık lehine değerlendirilerek beraat kararı verilmesi gerekirken; yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükümlerinin doğru olduğu yönündeki Yargıtay Yüksek 15. Ceza Dairesi ile Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun görüşünün “Ceza Muhakemesi Hukukunun” en temel ilkelerinden birisi olan ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesine’ aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Uyuşmazlığın çözümü için ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesinden’ ne anlaşılması gerektiğinin uygulamada ve teoride benimsenen görüşler ışığında açıklanması gerekmektedir. Ceza muhakemesi, geçmişte yaşandığı iddia edilen bir olayın gerçekten meydana gelip gelmediğini, meydana gelmiş ise ne şekilde ve kim tarafından meydana getirildiğini ortaya çıkarmak ve bu olayın hukuk normları karşısındaki durumunu tespit etmek amacıyla yapılmaktadır. Bu amacı gerçekleştirmeye yönelik yürütülen temel faaliyete de ispat denilmektedir. Maddi olay bakımından ispatın ölçütü, hakimin/mahkemenin şüpheyi yenerek vicdani kanaate ulaşmasıdır. Eğer bu şüphe yenilmezse ve dolayısıyla vicdani kanaate ulaşılmazsa, ihtimale, tahmine veya varsayıma dayanarak karar vermek mümkün olmadığından, şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo) ilkesi devreye girmektedir. Günümüz ceza muhakemesinde geçerli olan ispat sistemi, vicdani delil sistemidir. Temel özelliği, her şeyin delil kabul edilmesi ve delillerin de serbestçe değerlendirilmesi olan vicdani delil sistemi; mahkumiyet için tam bir inanış, başka bir deyişle suçluluk konusunda vicdani kanaat aradığından, esasen şüpheye dayalı cezalandırmayı yasaklamakta ve şüpheden sanık yararlanır ilkesine uygulama alanı yaratmaktadır Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan -suçsuzluk (masumiyet) karinesi-, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karine uyarınca, suçsuz olduğunu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı ve ona koşut bir ilke olarak karşımıza çıkmaktadır. Suçsuzluğu olasılık içinde bulunan bir kimsenin adli hataya uğratılmasını önleme esasına dayanan şüpheden sanık yararlanır ilkesi, tarihsel ve evrensel bir ilke olarak günümüz ceza muhakemesi hukukunun değişmezleri ve vazgeçilmezleri arasındadır. Uygulama alanı gittikçe genişleme eğilimindedir ve yargısal kararlarda da daha sık vurgulanır olmuştur. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.10.2010 tarih, 2010/8-134 esas- 2010/217 karar sayılı içtihadında; ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ özet olarak aşağıdaki şekilde açıklanmıştır. Latince ‘in dubio pro reo’ olarak ifade edilen ve masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir uzantısı olan ‘şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Şüpheli ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkûmiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, teorikte olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir. Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan suçsuzluk karinesi, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karine uyarınca, suçsuz olduğu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Prof. Dr. Hakan Hakeri; Şüpheden Sanığın İstifade Etmesi İlkesini; ‘Mahkeme, Muhakeme Hukuku açısından kullanılmasına izin verilen bütün delilleri dinlediği halde, maddi mesele hakkındaki şüphesini yenemezse, suç fiilini sanığın lehine olacak şekilde karara bağlar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2 maddesindeki ‘suçsuzluk karinesi’, şüpheden sanığın faydalanmasını gerektirir’ şeklinde özetledikten sonra; Şüpheden sanık yararlanır kuralının anlamını şu şekilde açıklamıştır. Şüpheden sanık yararlanır' ilkesi, ceza yargılaması hukukunda geçerli olan ve mevzuatımızda yazılı olarak hükme bağlanma-mış bulunan bir ispat kuralıdır. Buna göre, bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan kimse hakkında mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, o kimsenin o suçu işlediğinin yüzde yüz oranında kesin olması, ispatlanmış bulunması gerekir. Bu noktadaki yüzde birlik şüphe dahi, sanığın beraat etmesine yol açar. Böylece masum bir kimsenin cezalandırılmasındansa, suçlu bir kimsenin serbest bırakılması daha üstün tutulmaktadır. Nitekim jüri sisteminin bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde jürinin tek görevi, sanığın suçu işleyip işlemediği konusunda, yani ispat hususunda karar vermektir. Jüri 11 üyeden oluşmaktadır ve bir kimsenin suçu işlediğine karar verilebilmesi için 11 üyeden, 11'inin de sanığın suçu işlediğine kanaat getirmesi gerekir. 10 üye sanığın suçu işlediği; ancak bir üye işlemediği yönünde oy kullandığı takdirde, sanığın beraatına karar verilir. Bu örnek, şüphenin yüzde yüz oranında yenilme-mesi dolayısıyla, sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğini göstermektedir. Yargıtayın da benzer olaylardaki pek çok kararlarında bu ilkeye gerekli önemi verdiği açıkça görülmektedir. Çeşitli kararlarda bu husus şöyle ifade edilmiştir: Ceza yargılamalarında amaç, gerçeğin hiçbir şüpheye yer bırakılmaksızın ortaya çıkarılmasıdır; şüphenin bulunması halinde, mahkûmiyet kararı verilmesi ceza yargılaması hukukunun genel ilkelerine aykırıdır; şüpheden sanığın yararlanacağı evrensel bir ceza yargılaması hukuku ilkesidir ve varsayımlara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 24/10/2011 tarih, 2008/15060 E-2011/44361 K sayılı ilamında; Sanığın aşamalarda yüklenen suçu kabul etmemesi, sanıklardan Harun Çenet’in soruşturma aşamasında sanıktan hiç bahsetmediği halde, kovuşturma aşamasında suça konu eşyaları sanık Bekir Güzel tarafından getirilen araç ile götürüldüğü yönündeki beyanı arasında kısmi çelişkinin bulunması ve yüklenen suçu işlemediğini beyan eden sanığın savunmasının aksine hakkında beraat kararı verilen Ömer Faruk Sezer’in atfı cürüm niteliğindeki beyanı ile tüm dosya içeriği karşısında; sanığın yüklenen suçu işlediğine dair suç isnadı dışında mahkumiyetine yeterli, kesin kanıtlar bulunmadığı gözetilmeden, beraatı yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verildiğinden bahisle yerel mahkeme taarfından verilen mahkumiyet kararının BOZULMASINA, karar verilmiştir. 30/09/2010 tarih, 2006/11735 E-2010/15175 K sayılı ilamında Sanık......’nın, yüklenen hırsızlık suçunu işlediğini gösterir, diğer sanık......’ın aşamalardaki soyut suç atması dışında, savunmasının aksini ispatlayan, her türlü kuşkudan uzak, hükümlülüğüne yeterli, kesin ve inandırıcı hukuka uygun kanıt bulunmadığı gözetilerek, beraatına karar verilmesi gerektiği düşünülmeden, yasal ve yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hükümlülüğüne karar verildiğinden bahisle yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararının BOZULMASINA, karar verilmiştir. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 22.05.1996 tarih, 1996/3748 esas-1996/4759 karar sayılı içtihadında; Mahkeme kararının dayandığı tüm verilerin, bu verilere ait mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddianın savunma ve varsa tanık anlatımlarına ilişkin değerlendirmelerin açık olarak gerekçeye yansıtılması, Anayasanın 141. ve CYUY'nın 32, 260 ve 308/7. maddeleri uyarınca sanıkları, mağdurları, Cumhuriyet Savcısını ve de herkesi inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde olması gerekir. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi; özenle yapılmış bir hazırlık soruşturmasına, her türlü araştırma soruşturma sonucu toplanmış ve değerlendirilmiş bütün delillere rağmen sanığın suçluluğu veya aleyhe durum konusunda var olan makul şüphenin giderilmemesi halinde uygulanmalıdır. Bu durumun aksi, bu kez de mağdur tarafın, adaletin ve toplumun zarar görmesine sebep olacaktır. Uygulama alanı çok geniş ve hukukumuzda da vazgeçilmez bir yere sahip olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi doğru uygulandığı ve doğru anlaşıldığı takdirde adalet sistemine ve hukuka hizmet edebilir. Ceza muhakemesinin en temel ilkelerinden birisi olan “şüpheden sanık yararlanır” kuralı gereğince; somut olayımızda sanığın kusurunun bulunduğuna dair savunmanın aksini ispatlayacak şüpheden arındırılmış kesin kanıtların elde olunamıdığı gibi ışıklı kavşakta ışıkların çalışmadığına dair herhangi bir iddia dahi ileri sürülmemiştir. Eylemin sübutu konusunda en küçük bir şüpheyi dahi sanık lehine yorumlayan yerleşik uygulamaların, herhangi bir şekilde ileri dahi sürülmeyen bir iddianın (ışıksız kavşak) aleyhe yorumlanarak sanığa sorumluluk yüklenmesine kayıtsız kalması beklenemez. Bu duruma çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesi düşünülemez. Böyle bir uygulamanın, aralarında iştirak iradesi olmaksızın, tamamen birbirinden habersiz 10 kişinin bulunduğu bir gruptan bir el ateş edilmesi sonucunda; bir kişinin öldürülmesi durumunda; ateş edenin belirlenememesi halinde, tesadüfen olay yerinde bulunan 10 kişininde kasten adam öldürme suçundan sorumlu tutulması anlamına gelirki ! Bunun ceza muhakemesi hukukun en temel ilkelerini çok derinden sarsacağı gibi yukarıda örnek olarak açıklanan yerleşik uygulamarada aykırı olacağı ve böyle bir aykırılığın ceza hukukunun temel ilkelerinden olan kanun önünde eşitlik ilkesini zedeleyeceği açıktır. Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan bilgi ve belgeler ile benzer olaylarda benimsenen içtihatlar ışığında somut olayımıza baktığımızda; gerek hazırlık aşamasında gerekse yargılama aşamasında sanığın yüklenen suçu işlemediğine dair savunmasının aksini ispatlayacak şekilde şüpheden arındırılmış kesin kanıtların elde edilemediği gibi bu aşamadan sonra herhangi bir somut delilin elde edilmesi de mümkün değildir. Yerel Mahkeme tarafından verilen mahkumiyet hükümlerinin tamamen varsayımlara dayalı olduğu gibi hakkında ek takipsizlik kararı verilen ... ile inceleme dışı sanık ...'ın aşamalardaki ifadeleri arasındaki çelişki de giderilememiştir. Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sanık hakkında verilen mahkumiyet hükümlerinin isabetli olduğuna ilişkin kararının, Yüksek Yargıtayın çeşitli dairelerinin yerleşik içtihatlarına aykırıcı olacağı, böyle bir durumun, kanun önünde eşitlik ilkesini zedeleyeceği gibi atfı cürüm niteliğindeki beyanlara itibar edilerek varsayımlara dayalı olarak verilen mahkumiyet kararlarının önünü açacağı, ceza hukukunda böyle bir sorumluluk anlayışına çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesinin düşünülemeyeceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, yerel mahkemece sanık ... hakkında, sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından verilen mahkumiyet hükümlerinin ONANMASINA dair Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 31/03/2014 tarihli kararına, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği," düşüncesiyle, Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Ceza Genel Kurulu Üyesi, nitelikli dolandırıcılık suçu bakımından; altı Ceza Genel Kurulu Üyesi de resmî belgede sahtecilik suçu yönünden benzer gerekçelerle karşı oy kullanmışlardır. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, 1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE, 2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, nitelikli dolandırıcılık suçunun sabit olup olmadığı yönündeki uyuşmazlık konusunda 22.01.2019 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 19.02.2019 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla, resmî belgede sahtecilik suçunun sabit olup olmadığı yönündeki uyuşmazlık konusunda 19.02.2019 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 05.03.2019 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi. Read the full article
0 notes
Text
Temyiz Edilebilen Ceza Mahkemesi Kararları
Tumblr media
Temyiz istemi ve süresi MADDE 291 - (1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren (DEĞİŞİK İBARE RGT: 05.08.2017 RG NO: 30142 MÜKERRER KANUN NO: 7035/21) (KOD 1) on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır. (2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar. Temyiz MADDE 286 - (1) Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma dışında kalan hükümleri temyiz edilebilir.  (2) Ancak;  a) İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararları,  b) İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan bölge adliye mahkemesi kararları,  (EKLENMİŞ BENT RGT: 05.08.2017 RG NO: 30142 MÜKERRER KANUN NO: 7035/20) c) Hapis cezasından çevrilen seçenek yaptırımlara ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen; seçenek yaptırımlara ilişkin her türlü kararlar ve istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararlar,  (YENİDEN DÜZENLENMİŞ BENT RGT: 28.02.2019 RG NO: 30700 KANUN NO: 7165/7) (KOD 3) (KOD 2) (KOD 1)   d) İlk defa bölge adliye mahkemesince verilen ve 272 nci maddenin üçüncü fıkrası kapsamı dışında kalan mahkûmiyet kararları hariç olmak üzere, ilk derece mahkemelerinin görevine giren ve kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dâhil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları,  e) Adli para cezasını gerektiren suçlarda ilk derece mahkemelerinden verilen hükümlere ilişkin (DEĞİŞİK İBARE RGT: 28.06.2014 RG NO: 29044 KANUN NO: 6545/78) (KOD 1) her türlü bölge adliye mahkemesi kararları, (DEĞİŞİK BENT RGT: 28.06.2014 RG NO: 29044 KANUN NO: 6545/78) (KOD 1) f) Sadece eşya veya kazanç müsaderesine veya bunlara yer olmadığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,  g) On yıl veya daha az hapis cezasını veya adli para cezasını gerektiren suçlardan, ilk derece mahkemesince verilen beraat kararları ile ilgili olarak (MÜLGA İBARE RGT: 28.06.2014 RG NO: 29044 KANUN NO: 6545/78) (KOD 1) istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,  (DEĞİŞİK BENT RGT: 28.06.2014 RG NO: 29044 KANUN NO: 6545/78) (KOD 1) h) Davanın düşmesine, ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen bu tür kararlar veya istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararlar,  ı) Yukarıdaki bentlerde yer alan sınırlar içinde kalmak koşuluyla aynı hükümde, cezalardan ve kararlardan birden fazlasını içeren bölge adliye mahkemesi kararları,Temyiz edilemez.   (EKLENMİŞ FIKRA RGT: 24.10.2019 RG NO:30928 KANUN NO:7188/29) (3) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:  a) Türk Ceza Kanununda yer alan;  1. Hakaret (madde 125, üçüncü fıkra),  2. Halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit (madde 213),  3. Suç işlemeye tahrik (madde 214),  4. Suçu ve suçluyu övme (madde 215),  5. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (madde 216),  6. Kanunlara uymamaya tahrik (madde 217),  7. Cumhurbaşkanına hakaret (madde 299),  8. Devletin egemenlik alametlerini aşağılama (madde 300),  9. Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama (madde 301),  10. Silahlı örgüt (madde 314),  11. Halkı askerlikten soğutma (madde 318),  suçları.  b) Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası ile 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar.  c) Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 28 inci maddesinin birinci fıkrası, 31 inci maddesi ve 32 nci maddesinde yer alan suçlar. Read the full article
0 notes
Text
Fetö Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma Suçu
SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA SUÇU - SANIĞIN SÜREKLİLİK VE ÇEŞİTLİLİK GÖSTEREN EYLEMLERİ İLE SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ HİYERARŞİSİNE DAHİL OLDUĞUNU GÖSTEREN DELİL ELDE EDİLEMEDİĞİ - İLK DERECE MAHKEMESİ HÜKMÜN KALDIRILARAK SANIĞIN BERAATİNE KARAR VERİLDİĞİ İzmir BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 2. Ceza Dairesi Esas: 2017 / 2720 Karar: 2017 / 3100 Karar Tarihi: 12.12.2017 Konu : SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA SUÇU - SANIĞIN SÜREKLİLİK VE ÇEŞİTLİLİK GÖSTEREN EYLEMLERİ İLE SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ HİYERARŞİSİNE DAHİL OLDUĞUNU GÖSTEREN HER TÜRLÜ ŞÜPHEDEN ARINDIRILMIŞ KESİN VE İNANDIRICI DELİL ELDE EDİLEMEDİĞİ - İLK DERECE MAHKEMESİ HÜKMÜN KALDIRILARAK SANIĞIN BERAATİNE KARAR VERİLDİĞİ (5237 S. K. m. 53, 62, 314) (3713 S. K. m. 5)Yerel mahkemece verilen hükme karşı istinaf yoluna başvurulmakla istinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçilmiştir. İncelenen ve yukarıda numarası belirtilen yerel mahkeme kararına esas teşkil eden dosyadaki duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede 14/11/2017 tarihli karar ile davanın yeniden görülmesine ve duruşma hazırlığı işlemlerine başlanmasına karar verilmiştir. Sanık hakkında yukarıda belirtilen kararla Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan TCK 314/2 maddesi uyarınca 6 Yıl 3 Ay Hapis cezası ile cezalandırılmasına ve TCK 53. maddesi gereği belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verildiği görülmüştür. Sanık savunmasında: Ben aleyhime olan suçlamayı kabul etmiyorum. Saygın bir devlet memuru iken KHK ile ait olmadığım bu yapıyla ilişkilendirilerek devlet memurluğundan ihraç edildim. Hakkımda açılan davada aleyhime sunulan delillerle ilgili Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesinde ayrıntılı savunmamı yaparak bu delilleri çürüttüğümü düşünüyorum. Ancak yine de mahkumiyetime karar verildi. Bahsi geçen menfur yapıyla bir ilgim ve irtibatım olmamasına rağmen devlet memurluğundan ihraç edilmem de gerekçe gösterilerek mahkumiyetime karar verildi. Suçlamayı kabul etmiyorum. Beraatime karar verilmesini talep ediyorum şeklinde savunmada bulunmuştur. İddia Makamı Esas Hakkındaki Mütalaasında: Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/09/2017 tarih, 2017/332 esas no ve 2017/178 karar nolu kararında; "...Sanık A. S.'nin Uşak Üniversitesinde Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığında şube müdürü olarak görev yaparken 667 sayılı KHK ile ihraç edildiği, aynı KHK ile FETÖ/PDY adına faaliyet gösterdiği tespit edildiğinden kapatılan Aktif Eğitim Sendikası ve Uşak Teknik Elemanlar Derneğine üyelik kaydının bulunduğu, Bank Asyada mevcut 2014-2015 yıllarında TL. Cinsinden para hareketliği görünen hesabının olduğu, çocuklarını örgütle iltisaklı 667 sayılı KHK ile kapatılan G. A.Ş'ye bağlı Ü. Kolejine gönderdiği, bu kolejin ödemelerinde indirim uyguladığı için Bank Asya’dan taksitli ödemeye imkan tanıyan kart çıkarıp kredi kullandığına dair anlatımına yansıyan maddi ve sosyal durumuyla uyum arz etmeyecek şekilde ve dolayısıyla örgütsel tavır niteliğinde OHAL'de alınan tedbirler kapsamında kapatılan Kimse Yok mu Derneğine 2013- 2014 yıllarında bağış-yardımda bulunduğu, daha öncesinde (1998- 1999 yılları) örgütle iltisaklı Z. Özel Eğitim Yurt İşletmeleri Ticaret A.Ş'ye bağlı Özel B. Öğrenci yurdunda çalıştığı belirlenmiştir... Birlikte değerlendirildiğinde, değinilen süreklilik, yoğunluk ve çeşitlilik arz eden örgütsel tavır, eylem ve davranışlar ile sosyal ve yakın aile çevresinin örgüte yakın/ müzahir yapıda olması şeklindeki organik bağı gösteren delil ve olgular çerçevesinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üniversite yapılanması içerisinde yer aldığı tespit edilen sanığın, üzerine atılı FETÖ/PDY terör örgütü üyeliği suçunun sübuta erdiği sonucuna varılmıştır.... Sanık A. S.'nin üzerine atılı "FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma" suçu sübuta ermekle, eylemine uyan TCK 314/2 maddesi. 3713 Sayılı kanunun 5/1 maddesi, TCK'nın 62/1. maddesi uyarınca neticeten 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, ...”dair hüküm verildiği, buna karşı sanık A. S. müdafii - Av. A. Ö.'in istinaf başvurusunda bulunması gereğince; İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 2017/2720 esas sayılı dosyasında yapılan kovuşturma neticesinde; soruşturma ve kovuşturma sürecinde elde edilen deliller ile dinlenen sanık beyanı kapsamında, sanık A. S.’nin üzerine atılı suçları işlediğini ispatlar mahiyette, cezalandırılmasına yetecek, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilmiş olduğu ve Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/09/2017 tarih, 2017/332 esas no ve 2017/178 karar nolu kararında uygulanan suç niteliği ve yasal mevzuata ilişkin maddelerde usul ve yasaya uygun süreç ve uygulama yapıldığı kanaati ile; sanık A. S. müdafii - Av. A. Ö.’in istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar verilmesi talep ve mütalaa olunur şeklinde mütalaada bulunmuştur. DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 2016/7162 E., 2017/4786 K. sayılı ilâmında açıklandığı üzere fethullahçı terör örgütü/paralel devlet yapılanması (FETÖ/PDY); dini, istismar ederek paravan olarak kullanan, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı haline getiren, siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden, bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyen, güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen, gizlilikten görünmez bir duvar inşa edip bu duvarın arkasına saklanan, böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da bu düşman üzerinden mensuplarını motive eden, "Altın Nesil" adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan, bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden, böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp, ele geçirdiği kaimi gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan sui generis özelliğe sahip bir suç örgütüdür. Örgütün türü ve niteliği açısından değerlendirme yapıldığında; örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için, hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi içinde yapılanarak, grup imamları taralından emir talimat verilmesi, üyeleri arasında haberleşmenin sağlanması için By-Lock gibi haberleşme araçlarının kullandığı, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği, amaca ulaşabilmek için yeterli eleman, araç ve gerece sahip olduğu, amacının Anayasada öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp, örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükümet ve diğer Anayasal kurumlan fesih edip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla, Polis ve Jandarma teşkilatı, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan üyeleri vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme, yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği, FETÖ/PDY'nin küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzerine kurulan bir maşa olarak, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve varlığını tehlikeye düşürmek. Devlet otoritesini yıkmak ve daha sonra ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütü olduğu kabul edilmiştir. Bu örgüt, kuruluşundan 15 Temmuz 2016 tarihine kadar geçen süreçte örgüt lideri F. G. tarafından belirlenen ideolojisi doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek üzere eylem ve fikir birliği içinde hareket etmiştir. Gerçekleştirdiği eylemlerde kullandığı yöntem, bir kısım örgüt üyelerinin silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olmaları ve bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanlarının varlığı, örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi halinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında, tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından TCK'nın 314/1-2. maddesi kapsamında silahlı bir terör örgütü olduğu anlaşılmıştır. Açıklanmaya çalışıldığı üzere Fethullahçı Terör Örgütünün en önemli özelliklerinden biri dini istismar etmek suretiyle kullanmasıdır. Örgütte gizlilik temel prensip olarak alınmış, örgüt bütünlüğü ve sıkı bir disiplin içerisinde hiyerarşik bir yapılanma söz konusudur. Örgütün bir hücre sistemi içerisinde yapılandığı ve grupların başında imam olarak adlandırılan sorumlularının bulunduğu, bu sorumlu kişilerin hiyerarşik düzen içerisinde kendi üstlerinden aldıkları emir ve talimatları grup üyelerine ilettikleri ve grup üyelerinden de aldıkları bilgileri bir rapor halinde kendi üstlerine aktarmak suretiyle örgütsel faaliyet içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Örgütün en önemli ve temel özelliklerinden birisi olan ve yukarıda değinilen gizliliğin sağlanması bakımından by-lock gibi haberleşme araçlarını da kullandığı, halk nezdinde gerçek yüzüyle görünür yüzünü gizlediği gibi devletin tüm kurulularına sızmak ve demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanarak parlamento hükümet ve diğer Anayasal kurumlan fesih edip iktidarı ele geçirme amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Fethullahçı Terör Örgütünün silahlı bir terör örgütü olduğu konusunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır. Örgüt legal görünüm altında demek, sendika gibi sivil toplum örgütleri vasıtasıyla toplum içinde örgütlenmeye çalışarak illegal faaliyetlerini perdelemeye çalışmanın yanında, aynı zamanda açıklanmaya çalışıldığı üzere devletin sivil ve resmi tüm kurumlarına da sızma faaliyetlerini devam ettirmiştir. Sivil toplum örgütlerinde örgütsel faaliyetlerini toplantı adı altında yürüttüğü gibi, üyelerinin ev ve iş yerlerinde dahi bu tür örgütsel toplantıları yaptığı, bununla da kalmayıp toplantılara katılan üyelerden örgüt jargonunda himmet olarak adlandırılan paralar da toplamak suretiyle örgüte finansal destek sağladığı anlaşılmaktadır. Örgütün kendi üyelerini değişik sektörlerde finanse etmek için Asya Katılım Bankası A.Ş.'ni kurdurduğu ve bu nedenle 2014 yılı Ocak ayı içerisinde kamuoyuna yansıdığı üzere örgüt lideri F. G.’in kısaca "Varınızı yoğunuzu satın Bankasyaya yatırın" şeklindeki talimatı üzerine örgüt üyelerinin arabalarını satarak, başka bankalardan kredi çekerek ve benzeri şekillerde para yatırdıkları, katılım hesapları açtırdıkları bilinmektedir. Silahlı terör örgütü üyesi, örgütün amaçlarını benimsemiş olup, örgüt bütünlüğü içerisinde ve hiyerarşik yapıya dahil olarak örgüt tarafından verilen görevleri her zaman için yerine getirmeye hazır vaziyette bekleyen, kendi iradesiyle hareket etmeyip örgüt iradesini benimsemiş ve bunu kendi iradesinin önüne geçirmiş olan kişidir. Örgüt üyesi ile örgüt arasında organik bir bağın bulunması ve üyenin faaliyetlere katılması gerekmektedir. Örgüte sadece sempati ile bakılması örgüt üyeliği için yeterli olmayacaktır. Faaliyetler değişik şekillerde ve görünümlerde olabilecektir. Örgüt üyesi her zaman için kendisini emir ve talimat almaya hazır hisseden, sorgulamadan hareket eden kişidir. Bilindiği üzere silahlı terör örgütüne üyelik suçunun oluşabilmesi bakımından üyeyle örgüt arasında organik bir bağın bulunması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden eylem ve faaliyetlerin bulunması gerekmekle birlikte bazı durumlarda olayın niteliği, işleniş şekli, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, eylemin gerçekleştiği yer, zaman ve şartlar ile sanığın dış dünyaya yansıyan davranışları dikkate alındığında kural olarak belirtilen süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özellikleri olmasa dahi sadece örgüt üyeleri tarafından işlenebilecek olan suçu işleyen sanıkların bu nedenle tek bir fiille dahi olsa örgüt üyesi kabul edilmesi mümkün olabilecektir. Bu açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; sanığın suç tarihinde Uşak Üniversitesi'nde Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığı'nda şube müdürü olarak görev yaptığı görülmektedir. Sanığın yukarıda belirtilen örgüt mensupları tarafından kurulan ve örgüte ait olduğu anlaşılan Asya Katılım Bankası A.Ş.'de … numaralı hesap sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bahse konu banka yönetimine TMSF.nin 03.02.2015 tarihinde el koyduğu, sonrasında ise 29.05.2015 tarihinde bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devir olunduğu anlaşılmış olup, sanığın Asya Katılım Bankası AŞ. 'de bulunan hesabına para yatırma işlemlerinin 21/05/2015 tarihi sonrasında, banka yönetimine TMSF tarafından el konulduktan sonra olması dikkate alındığında, sanığın örgüt lideri veya yöneticilerinin talimatı ile örgüt bankasının para yatırmasının söz konusu olmadığı anlaşılmış olup. bu nedenle sanığın Bank Asya işlemlerinin sanık aleyhine örgüt üyeliği suçu yönünden delil vasfının bulunmadığı, Sanığın 1998 yılında öğrenci olduğu dönem içerisinde FETÖ/PDY örgütüne bağlı Z. Özel Eğitim Yurt İşl. Tic. AŞ.ye bağlı şirkette SGK. kaydı bulunmakta ve sanığın bu şirket tarafından işletilen Erzurum ili Narman ilçesinde bulunan özel yurtta 1998 yılından itibaren bir yıl süre ile çalıştığı tespit edilmiş ise de, sanığın çalışmış olduğu 1998 yılı itibarı ile, anılan silahlı terör örgütünün bu vasfının geniş halk kitleleri tarafından bilinmediği, o yıllarda üniversite öğrencisi olan sanığın, bulunduğu konum itibarı ile görev yaptığı öğrenci yurdunun sahibi olan şirketin, silahlı terör örgütü tarafından kurulan bir şirket olduğunun bilecek konumda olmayıp, aksi yönde dosyaya yansıyan bir delilin de bulunmaması karşısında şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince bu durumun terör örgütü üyeliği suçu yönünden sanık aleyhine değerlendirilemeyeceği, Sanığın 2014 yılı son aylarında FETÖ/PDY örgütü tarafından kurdurulan ve yönetilen Aktif Eğitim sendikasına üye olmuş ise de, sanığın bu sendikada 5-6 ay gibi kısa bir süre üye olarak kaldıktan sonra, 2015 yılı içerisinde bu sendikadan ayrılarak, başka bir sendikaya geçmesi, yine sanığın bir dönem üye olduğu örgüt ile irtibatlı Uşak Teknik Elemanlar Derneğinin yönetim kurulu veya diğer organlarında görev almamış olması karşısında; Her ne kadar sanık hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işlediğinden bahisle kamu davası açılmış ve ilk derece mahkemesi tarafından sanığın mahkûmiyetine karar verilmiş ise de; açıklanan delil durumu itibarı ile sanığın süreklilik ve çeşitlilik gösteren eylemleri ile silahlı terör örgütü hiyerarşisine dahil olduğunu gösteren her türlü şüpheden arındırılmış kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden, sanığın istinaf talebi doğrultusunda ilk derece mahkemesi hükmün kaldırılarak, sanığın beraatine dair aşağıdaki şekilde yeniden hüküm kurulmuştur. HÜKÜM: Gerekçesi açıklandığı üzere; 1- Sanık A. S. hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan açılan kamu davası nedeni ile Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 20.09.2017 tarih, 2017/332 esas ve 2017/178 karar sayılı ilam ile sanığın mahkumiyetine dair verilen karar aleyhine, sanık tarafından istinaf yasa yoluna başvurulmuş olmakla, dairemiz tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda, 5271 sayılı CMK.nın 280/2. maddesi gereğince incelemeye konu hükümlerin KALDIRILARAK, sanık hakkında yeniden hüküm kurulmasına, bu suretle; a) Sanık A. S. hakkında her ne kadar silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işlediğinden bahisle 5237 sayılı TCK.nın 314/2, 53, 3713 sayılı kanunun 5/1. maddeleri ile cezalandırılması talebi ile kamu davası açılmış ise de, sanığın isnat olunan suçu işlediği yönünde mahkumiyetini gerektirir her türlü şüpheden arındırılmış, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden, CMK.nın 223/2-e maddesi gereğince BERAATİNE, b) Uşak Adli emanetin 2016/1493 sırasına kayıt edilerek zapt olunan "1 Adet ağzı mühürlü delil poşeti içerisinde olduğu bildirilen adli imajlar üzerinden çıkartılan verilerin bulunduğu O.Y.İ B-2016-352168 seri nolu delil poşeti içerisinde 1 adet Blue Ray CD" nin sanığa İADESİNE, 2- Beraat eden sanık A. S. kendisini müdafii ile temsil ettirdiğinden. müdafinin emek ve mesaisi karşılığında Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi üzerinden hüküm tarihi itibarı ile ilk derece mahkemesi aşaması için 3.960 TL. istinaf aşaması için 990 TL. olmak üzere toplam 4.950 TL. ücreti vekaletin Maliye hazinesinden tahsili ile kendisini müdafii ile temsil ettiren sanık A. S.’ye verilmesine, 3- Sanık beraat ettiğinden yargılama giderlerinin devlet hazinesi üzerinde bırakılmasına, Dair talebe aykırı olarak oybirliği ile verilen karar, iddia makamı ile sanık A. S. ve sanık müdafi Av. A. Ö.’in huzurunda, hükmün tefhiminden itibaren bir haftalık süre içerisinde dairemize verilecek dilekçe veya aynı süre içerisinde tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle, Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere, açıkça okunup usulen anlatıldı. 12.12.2017 Read the full article
0 notes
Text
Banka Çektiği Kredi İçin Borçlunun Emekli Maaşına Bloke Veya Haciz Koyabilir Mi?
YARGITAY 11. Hukuk Dairesi Esas No:2016/2564 Karar No:2017/4666 Karar Tarihi: 25.09.201 MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada ... 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 19/11/2015 tarih ve 2014/204-2015/571 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davalı bankanın müvekkilinin emekli aylığının yatırıldığı hesaba 2012 yılının Temmuz ayından itibaren bloke koymuş olduğu, davalı banka tarafından müvekkiline karşı açılmış olan bir icra takibi olmadığını, İİK m.83/a maddesinin amir hükmü gereğince mal ve hakların haciz olabileceğine dair önceden yapılan anlaşmaların muteber olmadığını ileri sürerek emekli maaşı üzerindeki blokenin kaldırılmasını, emekli aylıklarının yatırıldığı tarihten itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili, davacı ile müvekkili banka arasında kredi genel sözleşmesi imzalandığı, kredi genel sözleşmesine istinaden davacıya kredi kullandırıldığı, davacının kredi borcunu ödememesi üzerine müvekkili banka tarafından davacıya ihtarnamesinin keşide edildiği, ihtarnameye rağmen borcun ödenmemesi üzerine davacı hakkında ... 37. İcra Müdürlüğü'nün 2012/1048 Esas sayılı dosyasından 10/10/2012 tarihinde ilamsız icra takibi başlatıldığı, icra takibi derdest olduğu, müvekkili bankanın davacıdan 23/06/2014 tarihi itibariyle 1.268.406,01 TL alacağının bulunduğu, takibin kesinleştiğini, davacının müvekkili banka nezdinde bulunan tüm hak ve alacaklarını borçlarına karşılık müvekkili bankaya rehinli olduğunu, genel kredi sözleşmesinde bu hususa ilişkin düzenleme olduğunu, blokenin hukuka uygun olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; dava genel kredi sözleşmesine istinaden emekli maaşına konulan blokenin kaldırılması istemine ilişkin olduğu, davalı bankanın genel kredi borcundan dolayı bankadaki hesabına hapis hakkını kullandığı, MK'nın 950. maddesi gereğince alacaklının, borçluya ait olup onun rızasıyla zilyedi bulunduğu taşınırı veya kıymetli evrakı, borcun muaccel olması ve niteliği itibariyle bu eşyanın alacak ile bağlantısı bulunması halinde, borç ödeninceye kadar hapsedebileceği, hapis hakkının kullanabilmesi için, bu hakkın konusunu oluşturan taşınır veya kıymetli evrak ile alacak arasında doğal bir bağlantı bulunması gerektiği, taraflar arasındaki ilişkinin dayanağı kredi sözleşmesi ile hesaptaki paranın doğrudan ilişkili olmadığı, zilyetlik ve alacak ilişkisinin tacirler arasından doğmadığı, bu nedenle davalı bankanın hapis hakkına dayalı banka hesabındaki alacağına bloke uygulama hakkının olmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile bloke işleminin kaldırılmasına karar verilmiştir. Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve İİK 83/a maddesi uyarınca haczi caiz olmayan mallar ve haklar ile kısmen haczi caiz olan şeyler bakımından aynı Yasa'nın 82-83 maddesinde yazılı mal ve hakların haczedilebileceğine dair önceden yapılan anlaşmaların muteber olmamasına göre davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan kararın ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 39,11 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 25/09/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Read the full article
0 notes
Text
Ceza Avukatı Ararken Nelere Dikkat Etmelisiniz?
Tumblr media
En İyi ceza avukatını ararken nelere dikkat etmelisiniz? Avukat arayışınızda önemli olan Türkiye’nin en iyi ceza avukatını değil, sizin için En iyi Ceza Avukatını bulmaya çalışmaktır. Ceza Avukatı Ararken Nelere Dikkat Etmelisiniz?  1- Sizi temsil edecek Ceza Avukatı yargılandığınız veya şikayetçi olduğunuz konu hakkında uygulama tecrübesi ve güncel bilgiye sahip olmalıdır. Mümkünse yalnızca ceza davaları ile ilgilenmesi, ücreti ve miktarı ne olursa olsun başka alanlarda iş almamayı prensip edinmiş olması gerekir.Çünkü ceza davaları tıpta beyin ameliyatı yapmanın gerektirdiği bilgi ve uygulama tecrübesi ne ise o düzeyde bir hizmet kalitesi gerektirmektedir.Layığı ile ceza avukatlığı yapan bir kişinin bir koltukta iki karpuz taşıması kanaatimce İMKANSIZDIR. Günümüz teknolojisinde bu konuda araştırma yapmanız çok zor değildir. 2- Sizi anlayabilen, cümle kurmakta zorlanmayan, anlatmak istediğini de size dinletebilen, iletişim becerisi yüksek bir ceza avukatı seçmeniz yerinde olur. Size kendisini dinletemeyen bir ceza avukatının mahkemeye, hakime ve savcıya da dinletemeyeceğini, duruşmada da, dilekçelerde de savunmanızı layığı ile ifade edemeyeceğini biliniz. Bu hususta yüz yüze görüşme sırasında net bir fikir sahibi olabilirsiniz. 3-  Ceza avukatının üzerine aldığı sorumluluğun ağırlığının bilincinde olması ve ona göre hareket etmesi, “hallederiz, sıkıntı olmaz, sen merak etme, kesin beraat edersin, basit suçlar bunlar, yargıtay kesin bozar” gibi cümleler kullanmaması veya dosyanıza bir göz atarak duymak istediğiniz şeyleri kolaylıkla söyleyenlerden olmaması gerekir. Sizin için doğru bir ceza avukatı asla davanızın sonucu ile ilgili garantide, taahhütte bulunmaz, “Yarın dışarıdasın, haftaya çıkartırım” (tutukluyu kastederek) gibi cümleler asla kullanmaz. Asla kendi kendine iş almak için vekaleti olmadığı halde cezaevine sizinle görüşmeye gelmez.İş almak için uğraşmaz, zaten pek boş zamanı da yoktur. 4-  Kaliteli ve etkin bir ceza avukatlığı hizmetinin asla düşük ücretler karşılığında verilemeyeceğini bilin.  Başarılı iyi bir ceza avukatının talep göreceğini, dosya yoğunluğu olacağını ve düşük ücretler karşılığında oldukça ağır bir emek ve sorumluluk gerektiren bir ceza dosyasını üstlenmesinin mantıken mümkün olmayacağını bilmeniz gerektiği gibi. 5- Ceza Avukatının akrabanız, komşunuz, tanıdığınız olması, sempatik, güleryüzlü, inançlı olması gibi özelliklerin dosyanızı ve özgürlüğünüzü ona rahatlıkla teslim etmeniz için yeterli olmadığını bilmelisiniz.  6- Ceza avukatı arayışınızda aceleci davranmayın mutlaka yüz yüze görüşmeler yaparak, gözlemleyerek, dinleyerek sizin için en doğru ceza avukatını seçmeye gayret edin. Asla mantığınızı, gözlem gücünüzü hafife almayın. Ben ne anlarım hukuktan demeyin. Sorun, sorgulayın, gerekirse onlarca avukatla görüşün,. Özetle; okuyun, araştırın, dinleyin ve en önemlisi düşünün. Özgürlüğünüz değerlidir. Read the full article
0 notes
Text
Avukat Ararken Nelere Dikkat Etmelisiniz?
En iyi avukatlar nasıl bulunur?. Her meslekte olduğu gibi avukatlık mesleğinde de iyisi, kötüsü, daha iyisi, daha kötüsü olabilir. Peki avukatlara nasıl ulaşılabilir, nasıl değerlendirebilinir, nasıl ulaşılabilir? Avukat Ararken Nelere Dikkat Etmelisiniz? Aklımıza gelen bazı yöntemleri değerlendirdik. En iyi avukatlar nasıl bulunur? En iyi avukat aramak ve bulmak için herkesin kendine has bir stili vardır. Bunlar; Avukat Ararken Nelere Dikkat Etmelisiniz? Tanıdık vasıtasıyla avukat bulma...  Bu daha önce bir davasını avukata vermiş bir yakınımızın ya da hiç dava tecrübesi olmamış bir yakınımızın tavsiyesi ile olabilir. Bir davasını vermemiş ise bu avukatın ancak şahsiyeti, güvenilirliği hakkında bilgi sahibi olması mümkündür. Ancak işinde nasıl olduğu konusunda bu avukatın kendisinden ya da çevresinden duyabilecekleri dışında bir bilgisi olamaz. Kendisinden duyacakları da çevresinden duyacakları da güvenilirlik bakımından çok kuvvetli olmayacaktır. Daha önce davasını vermiş ise o zaman biraz daha fazla fikir sahibi olabilir. Ancak yine de güvenir bir bilgi olmayacaktır. Davasını kazanmışsa iyi avukat, davasını kaybetmişse kötü avukat şeklinde yapılabilecek bir değerlendirmenin her zaman doğru olması mümkün olmaz. Örneğin davasını kazanmış olabilir ancak normale göre daha uzun zamanda, daha fazla masrafla ve daha az kazanımla ( mesela daha az bir tazminatı üstelik düşük faizle kazanmış olabilir ) kazanmıştır. Kazanılamayan davada ise daha fazla kayıptan kurtarılmış olunabilir ya da baştan bu ihtimal karşısında yereli uyarıyı yapmış olabilir ya da sizin bulamadığınız, temin edemediğiniz bazı deliller buna sebep olmuş olabilir. Bütün bunlar en iyi avukat bulduğunuz anlamına gelmez.. Tabelaya bakarak en iyi avukat bulma.. Bu tür bir arayış, işi tamamen şansa bırakmak olacaktır. Hakkında hiçbir referans alınmadan sadece yüzyüze bir görüşme neticesinde fikir edinmek diğer yöntemlere göre oldukça yetersiz bir yöntem olacaktır. Bu yöntem de en iyi avukat bulmak için yeterli değildir. Adliye yakınından en iyi avukat bulma Kimileri, adliye yakınında bürosu olan avukatın o adliye ile ilişkilerinin iyi olabileceğini ve “ iş bitirebileceğini ” düşünebilir. Bu düşünceye katılmak mümkün değildir. Öncelikle sık görüşmek, iyi ilişki kurmakla dava kazanılmaz. Bunu belirttikten sonra açıklamalarımıza devam edelim. Adliye ile ilişkinin sıklığı ise önemli olan, adliyede çok fazla işi olup da bürosu adliyeden çeşitli sebeplerden ( adliye bölgesi iyi olmadığı için, evine uzak olduğu için vs. )dolayı uzak olabilecek avukatlar olabilir. Kaldı ki özellikle İstanbul’ da artık birçok ilçe adliyesi tek bir binada toplanmaktadır. Böyle büyük bir adliyenin etrafında birçok avukat bürosu olacaktır. Her birinin de yakınlık nedeni ile iyi ilişkiler içinde olabileceğini düşünmek doğru olmaz. Bu yöntem de en iyi avukat bulma için yeterli olmayacaktır. Reklam yolu ile En iyi avukatlar ı tanıma.. Ülkemizde avukatlara reklam yasağı olduğundan bu yolla avukat bulmak imkânsızdır diyebiliriz. Bir avukat ne avukatı olduğunu bile beyan edemez, yasaktır. Yurtdışında avukatların kendilerini tanıttıkları, uzmanlık alanlarını belirttikleri ve davalarından örnekler verdikleri, çalışma sistemleri personel sayıları ve ofisleri ile ilgili bilgiler verdikleri yazılı ve görsel reklamlar yayınlayabilmektedirler. Bu şekilde yayın yapılması vatandaşın iyi avukata ulaşabilmesinde en önemli faktör ve yoldur. Reklamların yanıltıcı olmasının önüne, yapılacak denetimlerle geçilebilir. İnternette avukat arama Reklam yasağı nedeni ile internet sitelerinde de avukatların kendilerini ifade etmeleri ve mesela ben boşanma davalarında tecrübeli avukatım demesi yasaktır. Yasak olmayan türden bir internet sitesinde ise avukatla ilgili ismi ve resminden başka ve bürosunun yerinden başka bir bilgi edinmeniz pek mümkün olmayacaktır. İnternet arama motorları ile yapılacak bir aramada ise para vererek üst sıralarda reklam olarak yer alan bir avukatı görmeniz mümkün olabilecektir. Normal şekilde listede yer alan avukatın da iyi mi kötü mü olduğunu bilmeniz pek mümkün olmayacaktır. Aramada üstte yer alması onun iyi avukat olduğu anlamına gelmeyebilecektir. En fazla iyi bir sitesi olduğu ya da sitesi kötü bile olsa bir takım normal ya da yasak yöntemlerle üstlerde kalabilmeyi beceriyor olabildiği şeklinde bir yorum yapılabilir. En iyi avukatlar kendini ispat eder, reklamı en iyi müvekkilleri mi yapar? Bu düşünce çok yanlış ve mantıksız bir düşüncedir. Yukarıda belirttiğimiz sebeplerden dolayı zaten bir avukatın iyi mi kötü mü olduğunun anlaşılması çok zordur. Bir avukatın en iyi avukat olup olmadığını anlayabilecek kişi yine bir avukattır. Ancak o avukatın bile detaylı bir araştırma ve inceleme ( davalarını izleme, dosyalarını inceleme gibi çok zahmetli ve uzun sürecek işler ) yapması gerekir ki bu da çoğu zaman mümkün değildir. Yeni avukatlığa başlamış bir avukatın aslında çok bilgili ve becerikli olduğunu düşünelim. Ancak bu mantığa göre avukatın kendini ispat edebilmesi nasıl mümkün olabilecektir. Yaptığı çalışmalardan, aldığı sertifikalardan vs. hususlardan bahsedemeyen, bu konuda reklam yapamayan avukatın en iyi bir avukat olduğu nasıl görülebilecektir. Bir insanın başına avukatlık bir olay genelde hayatında bir kere ya gelir ya gelmez. Bir olay geldi ve bu avukata davayı verdi diyelim. Avukat da davayı kazandı ve gerçekten de kazanılabilecek en iyi şekilde ( en kısa zamanda, az masrafla ve çok hak alarak ) kazandı. İşi veren müvekkilin bunu anlaması pek mümkün değil ama diyelim ki avukatın çok iyi avukatlık yaptığını anladı. Bunu anlaması, davalar uzun sürdüğü içi 3 yılını aldı. Bu kişinin yakın çevresinde avukata ihtiyacı olabilecek kişi sayısı hiç de çok değildir. Avukat sayısına sınırlama getirilmemesi ve düşüncesiz fakülte politikaları nedeni ile sayıca çok olan avukatlardan birinin iyi olduğunun vatandaş tarafından anlaşılabilmesi için defalarca avukatlarla çalışıp yıllarını vermesi mümkün değildir. Çünkü deminki örnekte avukat kötü olsaydı ve kötü olduğunu da vatandaş 3 yılın sonunda anlamış olsaydı ne olacaktı. Bir daha zaten avukatlık bir işi olmayacaktı. Diyelim ki bir kere daha avukata ihtiyacı oldu. Aynı yöntemle rastgele bir avukata gidip bir üç sene daha beklemesi ve yeni davasını da riske atması gerekecek. Başka yolu yok. Bu nedenlerden dolayı avukat sayısının çok olması önemli değil, reklam yasağı da önemli değil, En iyi avukatlar kendilerini ispat eder, diğerleri arasından sıyrılır gibi bir mantık çok yanlıştır. Avukat sayısının fazlalığı ve avukatların reklam yasağı vatandaşın iyi avukatı araştırma ve bulma imkânını neredeyse sıfıra indirmektedir. Read the full article
0 notes