dumduzyazi
dumduzyazi
düz adamdan düz yazılar
352 posts
evet. kendim yazıyorum. 
Don't wanna be here? Send us removal request.
dumduzyazi · 7 months ago
Text
Bir problemim var
Merhaba. Yine karanlık ve yıkık dünyama hoş geldiniz. Şu kenardaki 1991 yazından kalma tozlu kırmızı koltuğa oturabilirsiniz. Babannemin ölmeden önce gülümseyerek oturup bir şeyler ördüğü koltuk. Önündeki sehpadan kısır yediği. Loş odada zorla göreceğiniz eşyalar da çocukluğumdan kalma, her şeyin iyiye gidebileceği son yıl olan 1991'den. Çizgi romanlarım, pili akmış gümüş rengi bir el feneri, lazer anahtarlık. Bir Stephen King romanı.
Sorun şu: Hayatımdaki devamlılık hissi kayboldu. Birkaç ay süren uyku bozulması, biraz alkol, biraz ev özlemi, biraz parasızlık ve yalnızlık. Hangisi buna yol açtı bilmiyorum ama hayatım, lineer devam eden doğal bir akıştan çok karman çorman anılar koleksiyonu gibi gelmeye başladı. Sanki bir yerde bir illüzyon bozuldu ve bu perspektife ulaştım.
Yabancılaşma da olabilir. Mesela İspanya'daki güzel günleri yaşayan ben, sonra çocukluğumda Afyon'da terk edilen ben, geçen senelerde umut dolu ve motive ben. Hepsi farklı insanlar gibi hissettiriyor. Kim olduğumu kaybettim, hangisinin ben olduğuna karar veremiyorum. En mutlu olduğumdaki ben mi? Daha bilge ve acınası durumdaki 2025 ben mi? Bu bütün benleri toplayıp bir paranteze sokamıyorum. Çoğu zaten yok oldu gitti.
Kafam karışık. Aslında bu bütün benleri öylece bırakmak istiyorum ama onlar beni bırakmıyor. Bir gece karlı bir ormanda eve dönerken, sevdiğim kızın bana saatlerce cevap yazmaması üzerine Afyon'da terk edilen ben tekrar sahneye çıkıyor davetsizce. Bilincimi ele geçiriyor, çocukken terk edilme acımı Selin'in soğuk mesajlarıyla tekrar yaşıyorum. Afyon'un tozlu ara sokaklarında yalnız başıma anasız babasız dolaşan 8 yaşında bir çocuk gibi dolaşıyorum karanlık ormanlarda.
Çaresizseniz çare sizsiniz. Değilim. Beynim kötü anıları silip beni mutlu edecek şekilde zihnimi dizayn edemiyor mu? İyi anılar da var neden onları referans almıyor? Belki de bu iyi bir fikir değil.
Ben gibi hissetmem için neler yapmam lazım? Sevgisizlikten dolayı mı böyle? İyi uyursam, spor yapasam ve çikolatalı ekler yersem benlik illüzyonuna tekrar ulaşabilir miyim?
Buraya yazdığım şeyler bir uçuruma kendi kendime bağırdığım laflar gibi geliyor. Uzay boşluğunda Pluto'yu da geçip Samanyolu'nın dışına hiçliğe doğru giden bilgi parçacıkları. Kimsenin dinlemeyeceği, bir astroide çarpıp kaybolan son mesaj.
7 notes · View notes
dumduzyazi · 7 months ago
Text
karanlık orman
acımasız bir şirkette hiçbir yere varmayan bir işim var. kutu gibi ufak odamda sadece var olabilmek için çalışıyorum.
güzel bir kızla mutsuz bir ilişkim var, biraz zorunluluktan. bir yandan da kurtulmak istediğim bir kız. %20 sevgi, %40 alışkanlık, %35 fayda, %5 nefret. onun da hisleri aynı, nefreti biraz daha fazla.
bu ülkedeki karanlık çam ormanlarında yürümek en büyük zevkim. tek başıma saatlerce düşünebildiğim, yalnız kalabildiğim, farklı konuları kafamda çevirebildiğim yürüyüşler.
mesela karıncalar tek tek bilinçsiz olsalar da toplu olarak nasıl karmaşık yuvalar kuruyor? koloninin neye ihtiyacı olduğunu nasıl biliyor? sabah kalkınca nereye gidip ne yapacağına nasıl karar veriyor? halit dayım çocukluk anılarımda beni çok severken ve havalı biriyken büyüyünce nasıl mallarımıza çöken, bizi umursamayan birisi oldu? halit dayım acaba şimdi neler yapıyor? acaba beyin hücrelerimiz de karıncalar gibi şuursuzca bilgileri işleyip sadece görevlerini yapıyorsa "ben" dediğim şey nerede ortaya çıkıyor? chatgpt ne zaman gerçeğe çok yakın insanlar üretip dolaşıma koyacak? bunları gerçek insanlardan ayıramadığımızda ne yapacağız? kim kime nasıl güvenecek?
bu yürüyüşlerden birinde karda kendi ayak izime rastladım. kardaki izin kıvrımlarına ve detaylarına baktım, benim botumla aynıydı. bu bendim, hüzünlü hissettim. bu zavallı adam bu ıssız ülkede ormanın derinliklerinde kendi başına yürümüştü, ailesi sevdikleri uzaklarda. kendi kendine bir şeyler yapmaya çalışıyordu. parasızlıktan ucuza düşürdüğü botun izleri bu yabani yerde manasızca duruyordu. sonra izleri takip etmeye çalıştım. yürüdüğüm yerleri yürüdüm, kendimi yürürken hayal ettim. izlerin sahibi yürürken ileri bakarak ve bir şeyler düşünerek yürüyordu, ben ise yere bakıp onun adımlarını takip ediyordum. birilerini takip etmek bu yüzden anlamsız diye düşündüm, takip ettiğin kişi ileri bakıyor, kendi fikirleriyle ileriyor ama sen yere bakıyorsun, izlere. sevgi, acıma ve zaman ötesi bir buluşma hissi vardı. biraz da gerçek olduğumu hissettim, gerçekten iz bırakıyordum. sadece kafamın içinde var olan bir şey değildim. sonra bir noktada kendi ayak izlerimle vedalaştım, geride 2 çift ayak izi bırakarak ve eve döndüm.
hayatımın sorunlarını derin düşünerek çözeceğimi sanmam bir hata olabilir. sonuçta zayıfım, yalnızım depresyondayım ve ne yapmak istediğimden emin değilim. şu an bana iyi gelen şey bu. rüyalarımda hep güzel anılarıma dönüyorum. gerçekten yaşadığım günlere. daria'nın bana aşık olduğu, genç olduğu ve bir geleceğimizin olabileceği günlere. bana bakıp aşkla dolduğu günlere.
bir gün işlerin düzeleceğini umuyorum. hayatın tahmin edilemezliğinin bir gün şans getireceğine inanıyorum. genç ve güzel kızların tekrar beni seveceğine inanıyorum. arkadaşlarımın, bolluğun, portakal bahçelerindeki tembel akşamüstü çaylarının, yer fıstığının olacağına inanıyorum. çok geç olmadan.
sevgilerle
5 notes · View notes
dumduzyazi · 7 months ago
Text
çok şey olabilirdim
yetenek, tip, gençlik. boşa gitti.
herkes hayatını yaşadı ben hep hazırlandım şimdi vakit doldu 
Gizem beni bıraktı 
herkes beni bıraktı  rüyamda babamla metroda başka bir durağa gidecektik ama yanlışlıkla başka bir ülkeye gittik ve oradan geri dönmeye çalışıyorduk. hala liseyi bitirememiştim, 1-2 ders kalmıştı ve o yüzden bir sorun olabilirdi onu yapmalıyım dedim. babamla gittiğimiz ülkede balkan gibi bir yerdi, türkçe konuşuyorlardı. nasıl geri döneceğimizi sormak için babam bir restoran, meyhane gibi bir yere girdi. merakla bakıyordu her yere, adama soru sordu, nasıl geldiğimizi anlatırken bira doldurup içti biraz, dedim alkol o, birşey olmaz dedi. normalde aşırı dindar birisi. sonra "burada müslümanlık hayatı hiç yok değil mi?" dedi adama ben de "tamam saçma sapan sorular sorma" dedim. adamdan durağı öğrendik ben çıkarken tuvalete gittim, yerde bir delikti tuvalet. bir elimle bir şeyi tutarken onun bir adam olduğunu fark ettim. ne biçim bir ülke dedim, sonra ben ne yapıyorum, nasıl para kazanacağım ve kiramı ödeyeceğim diye düşündüm, hangi ülkedeyim macaristan mıydı neydi dedim. sonra italya olduğunu hatırladım, en azından biraz param var ama ne yapacağım, ne olacak diye endişelendim. sonra babamı karların içinde aşağıda bir çukurda buldum, sarhoştu. zorla aşağı indim, birkaç tip daha vardı onlarla mücadele ettim biraz aşağı indim babamı çıkardım o karlı çukurdan ama hiç üşümemişti bir şekilde sıcak kalmıştı orada. sonra uyanadım. 
5 notes · View notes
dumduzyazi · 10 months ago
Text
27 eylül
büyükbabamın öldüğü bu ev ve oda sapasağlam duruyor. insanlar bu kadar yıpranan, yumuşak ve ölebilirken nesnelerin bu kadar sağlam olması çok saçma
2 notes · View notes
dumduzyazi · 1 year ago
Text
lidia'yı neden bu kadar çok seviyorum?
bunu bilmek zor.
yaşadığım ülkede berberler kadın, birçok berber denedim ama hiç biri istediğim gibi kesemedi. otuzların sonlarında saçların biraz dökülmesi yüzünden düzgün bir traş da zorlaştı. ama lidia'yı ilk görüşte mi sevdim, yoksa beş dakika konuştuktan sonra mı sevdim emin değilim. saçımı iyi kestiği için mi sevdim onu da bilmiyorum.
lidia ile ilişkimiz nedir onu anlatayım önce, ilk kez saç traşı için gittiğimizde biraz konuştuk, nereli olduğumu sordu, kendisi ukraynalıydı, kocası da öyle. siyah düz saçlı, ince kaşlı, saçları perçem gibi yüzüne düşen, çarpıcı bir güzelliği olmayan ama sade ve insani bir güzelliği olan birisi. ne konuştuğumuzu çok hatırlamıyorum ama beyaz ipek gibi bir şey aklıma geliyor lidiayı düşününce. kolayca akan, yumuşak. ferahlatıcı.
evet itiraf ediyorum, lidia'yı bu kadar sevmemin bir anlamı yok, ama kolundaki derin yaradan, yaşının getirdiği kırışıklıklardan, mütavazı olmasından, kolayca gülümsemesinden, hayat koşuşturmacasında gece gündüz çalışmasından, işini ciddi yapmasından, iyileştirici enerjisinden çok hoşlanıyorum.
lidia evli. eskiden olsa bir hamle yapmaya çalışırdım ama şimdi onu düşününce bana kattığı şey, ruhumu hafifletmesi, onun etrafında mutlu olmam ve onun da beni görünce mutlu olması yetiyor.
lidia'yı seviyorum, belki gereğinden çok seviyorum ve sevmeye devam edeceğim, utanç verici olsa da daha çok ve daha çok seveceğim.
6 notes · View notes
dumduzyazi · 1 year ago
Text
helena ve diana'nın ruhları
dışarıda güneş batmaya başladı. hava serin. içimde bir sıkışmışlık var. sanki hayatımı boşa harcıyormuşum gibi. sanki aradığım şeyi bulamıyormuşum gibi. olmayan bir şeyi dönüp dönüp aynı yerde arıyormuşum gibi.
helena ukraynalı bir kız. insanları tanımadan önce hepsi iyiymiş, beni seveceklermiş ve beni anlayacaklarmış gibi geliyor. ilk bakışta çekici. sarışın, kısa saçlı, güzel vücutlu genç bir kız. cool bir havası var, kendinden emin ve bilgili. biraz ukala. neşeli gibi ama dikkatli bakınca arkasında muazzam bir tekinsizlik ve hüzün denizi var.
beni çok sevmiş gibi davrandı. belki de sevdi. şimdi düşününce gerçekten sevme kapasitesi var mı bilmiyorum, çünkü o kadar kendi dünyasının içinde, o kadar kendisiyle dolu ki başkalarının dünyasına giremiyor.
başta sevilebilme olasılığım beni gerçekten sevindirmişti ama hayal kırıklığına da hazırdım, default olanı buydu son zamanlarda.
insanlar dışarıdan "normal" gibi ama ilk kapıyı açtıktan sonra işler değişiyor. helena gezegenindeki nefret, eski sevdiklerinden öfkeyle bahsetmesi, bağımlılıkları, çocuğundan "the kid" diye sevgisizce bahsetmesi hiç beklemediğim bir atmosferdi.
sözü eğip bükmeye gerek yok. helena'dan hoşlanmıştım, o da benden hoşlanıyor gibiydi ama onu çok tekinsiz, soğuk ve zararlı bir dünyada buldum. sarılsak da, öpüşsek de ruhum bu evrende üzgündü, onun enerjisinde ruhumun üstü başı toz toprak oluyordu.
galiba ruhuma iyi bakmam lazım, onu yeni maceralara açarken zehirlememeye, saflığını bozmamaya dikkat etmem lazım. iyi ruhların atmosferinde olmam lazım.
mesela diana gibi. diana kelimesini gördüğümde bile içimi bir mutluluk kaplıyor. diana 25 yaşında bir profesyonel ve içe dönük bir kız. uzun siyah saçları, gülerken içten gülen mavi gözleri, sorumluluk hissi, özenli olması, açık ve parlak kalbi. diana'nın evreninde dolaşırken sanki beyaz ağaçlardan oluşan bir ormanda dolaşıyorum, bazen garip yaratıklar ağaçların arasından çıkıyor, beni uyarıyor, bir yola yönlendiriyor ama hiç biri zararlı değil, garip ve ilginç. bu yaratıklar benim anlamadığım ama o evrenin önemli görevleri olan dört ayaklı mensupları. diananın ruhunda gezerken bazen hüzün nehirlerine rastlıyorum, parlak, sonsuzluktan gelen, zamansız ve ilk bakışta anlayacağın türden bir hüzün. bir ağıt. her seferinde ilk günkü gibi güçlü. diana'nın gözlerinde saklayamadığı bir hüzün. bildiğimi bildiği bir hüzün. artık utanmadığı, saklamadığı, beni de içine aldığı, birlikte hissettiğimizde etkisi azalan bir nehir.
işte böyle evrenler bulup ruhumu teslim edebildiğim zaman gerçekten mutlu oluyorum, bir insanla gerçekten birlikte olmuş gibi hissediyorum. öpüşmemiş, sarılmamış ve sevişmemiş olsak bile birbirimizin ruhunda cesaretle dolaşmalarımız dünya ötesi bir tecrübe.
işte sık sık diana'yı düşünüyorum. benim nasıl bir ruhum olduğunu, ilişkilerin anlamını düşünüyorum. yeni tanıştığım insanların evrenlerini hissetmeye çalışıyorum. bu bana nasıl bir fayda getirecek bilmiyorum ama bir yöne doğru gidiyorum.
bana şans dileyin. bir yöne doğru gidiyorum.
8 notes · View notes
dumduzyazi · 2 years ago
Text
tanrı yeryüzüne inse?
çukurova sıcağında yine babamla çetin din tartışmalarımızdan birisi başlıyordu. annem olacakları hissetmiş ve huzursuzluktan kaçmak için teyzemlere gitmişti. erkek kardeşim Osman ise aynı sezgiyle kavgayı izlemeye gelmişti. 15 yaşlarındaydı, en sevdiği şey ev içinde din yüzünden çıkan hırgür ve tarafların duygusal kontrolünü kaybettiği tartışmaları izlemekti.
babam gençliğinin bir noktada dinci olmaya karar vermişti ve bu uğurda ailesini, çocuklarını her şeyi gözden çıkarmaya hazırdı. ben ise hep ilk gözden çıkarılanlardandım.
- her şeye allah büyük diyorsun, zamanında başvuru yapsaydın kredimiz yapılandırmaya girmişti bitirmiştik belki şimdiye!
- oğlum o zaman öyle düşündük işte ne yapayım olan oldu, benim de durumum bu
- her şeye maşallah inşallah deyip bir şey yapmazsan durumun bu olur tabi
iyice sinirleniyordum, yıllardır süren ikinci planda kalma hissi, değer verilmeme, umursamazlık. hepsini tekrar tekrar yaşıyordum.
- allah zenginliği istediğine verir. siz hep inançsızlık yüzünden bu haldesiniz hiç kendinize baktınız mı? siz de kendiniz çalışın yapın
babam da iyice defansif bir hal almaya başlamış, beni düşman gibi görüyordu. devam etti:
- oğlum sizin kalp gözünüz öyle bir kapanmış ki allah gökyüzünden inse yine inanmazsınız.
ben de artık dayanamadım:
- ya insin o zaman boş yapma ya
tam o sırada gök gürültüsü gibi bir ses geldi. arkasından devrilen saç tava gibi bir ses. deprem oluyor sandım, lambaya baktım ama sallanmıyordu, kardeşime bakınca odanın diğer köşesine odaklandığını gördüm, ağzı ve gözleri açık halde. babam da aynı yere bakıyordu. ben de bakınca gördüm:
odanın köşesinde, babaannemlerden kalma yeşil, doksanlardan kalma tek kişilik koltukta birisi oturuyordu, az önce orada olmayan birisi. uzun boyluydu, en az iki metre. üzerinde arapların burkalarını andıran siyah bir kıyafet vardı. bu kıyafet başını da sarıyor, ama yüzü karanlıkta kalıyordu. gözlerinin olduğu yerde iki tane kırmızı ışık vardı. facebook sayfalarında gördüğüm galaksi fotoğrafları gibiydi gözleri. ellerini dizlerinin üzerine koymuş dik bir şekilde oturuyordu. elleri metal bir eldiven giymiş gibi uzun ve sivriydi.
babam bir anda secdeye kapandı, göz yaşları içindeydi. "hoş geldiniz efendimiz" diyordu, hayal gücünde en fazla peygamberin geleceği senaryolar vardı. bu kadardı çok fazlaydı, nasıl hitap edeceğini bile bilmiyordu. osman koltuğun arkasına saklanmıştı. ben ise ayaktaydım ve şok içinde kafayı yediğimi düşünüyordum. yabancı tok bir sesle konuştu. sesi sanki vücudumuzun içinden duyuyorduk. ses belli bir yerden değil her yerden geliyor gibiydi:
- oturun
babam secdeden kalktı, oturma pozisyonuna geçti. ben de en yakın koltuğa oturdum. osman hala koltuğun arkasındaydı. babam osmanı azarladı
- oğlum gel otursana şuraya
osman şok halindeydi, koltuğun arkasından çıkmadı.
bir süre sessizlik oldu. babam yabancının yüzüne bakamıyordu, ben ise gözlerimi ayırmıyordum. yabancı ise tek bir yere odaklanmış gibiydi, nereye baktığı pek anlaşılmıyordu. vantilatörün arada bir kendisine dönmesiyle siyah kıyafeti titreşiyordu. babam bana manalı manalı baktı, "işte gördün mü" der gibi.
sessizlik yarım saat kadar devam etti sanırım. babam bozdu ilk konuşan oldu:
- efendimiz ben namaza hazırlanayım
gözlerini yabancıdan ayırmadan odadan çıktı.
tanrı karşısındayken bile hala namaz derdindeydi. ya da kendini göstermeye çalışıyordu bilmiyorum, çok garip geldi bana.
mutlu gibiydi. yıllar sonunda haklı çıkmanın mutluluğu. yabancıyla baş başa kaldık. bir süre yere baktım, sonra çekine çekine "ben inkar etmiyordum aslında, sadece emin değildim" dedim. yabancı cevap vermedi. devamında "benim de namaz kılmam gerekiyor mu?" diye sordum.
yabancı yüzünü bana çevirmeden cevap verdi:
- benim için fark etmiyor.
kızdığı için mi yoksa cidden fark etmediğini anlamak için yüz ifadesine bakmaya çalıştım ama kırmızı galaksi gözlerinden başka bir şey yoktu.
babam namazı kılıp geldi, muhtemelen yan odada yabancıya dönüp yapmıştı bunu. yine oturduk ve sessizlik. babam mutluydu, sevgilisiyle buluşmuş biri gibi heyecanlı. en mantıklı seçenek olan delirmiş olma olasılığı onun için sıfırdı. ben şoktaydım ve babamın haklı çıkmasına biraz sinirlenmiştim. kafayı da yemiş olsam, bu olanlar gerçek olmasa da olayı anlamaya çalışacaktım. küçük bir öksürükle gırtlağımı temizledim, sesim tiz çıktı:
- pardon şunu sorabilir miyim acaba, siz kimsiniz?
- yaratıcı.
babam tekrar gülümsedi. devam ettim:
- peki neden geldiniz buraya?
- istedim.
babamla birbirimize bakındık. söyleyecek bir şey bulamıyordum. babam başladı: "ben bizim oğlanlara yıllardır anlatmaya çalışıyordum ama işte kısmet, görmesi gerekiyormuş"
ben bayağı sinirliydim açıkçası. böyle olamazdı. bu işin arkasında bir iş olmalıydı. tekrar sözü aldım:
- efendim varlığınız bize şeref verdi, sizi daha iyi tanımak isterim. size de uyarsa arkadaşımın olduğu bir hastane var, orada bazı tahliller yaptırabilir miyiz sizi ve yapınızı daha iyi anlamak için?
karşıdaki yabancı her an beni çarpabilirdi. öfkesiyle kavimleri yerle bir etmiş birisi olabilirdi. ama kendine güveniyorsa küçük bir ihtimal kabul de edebilirdi. onunla yüzleşmeyi çok sefer düşünmüştüm zaten.
babam ters ters bana bakıyordu, hala varlığını sorguladığım için ve yabancıyı rencide edip kızdırabileceğim için. umrumda değidi. açıkçası yaşadığım bu sefil hayatta bu yabancı hakkında hiç iyi düşüncelerim yoktu. tüm adaletsizlikler, trajediler, büyük acılar. kişisel başarısızlıklarım için bile kendisini suçluyordum. babam keşke onun yerine bana önem verseydi biraz da.
"peki" dedi yabancı tok bir sesle. bir anda ayağa kalktı. ufak bir gök gürleme sesi geldi kalkarken. kafası neredeyse tavana değecekti. uzun boyu ve heybeti göz karartacak derecedeydi. babam da ayağa kalktı, biraz tedirgindi. "ne gerek var efendim" derken yabancı kapıya yöneldi. osman ayak altından çekilip bir köşeye sindi. dış kapının oradayken osmana "anneme söyle babamın arkadaşı geldi, biraz işimiz var akşama doğru geliriz" dedim. osman hala dehşet ve şok içindeydi. evden çıkmadan vestiyerden bir güneş gözlüğü, bir de maske buldum, yabancıya verdim. taktı. çok garip görünüyordu, karaboyunlu mahallesindeki suriyeli kadınları andırabilirdi, iki metre ve heybetli olmasaydı. evden çıktık. babam "efendimiz, biliyorsunuz arabayı sattım, fiyatlar çok yükselince de alamadım. taksi de buralara gelmiyor, sadece dolmuş var" dedi. yabancı "peki" dedi.
üçümüz uçsuz bucaksız sarı ekinlerin olduğu bir tarlanın yanında derme çatma bir durağın altında beklemeye başladık. babam tedirgin ve biraz paniklemişti. test sonucunda ne çıkacaktı? hiç bu kadar ilerisini düşünmemişti. yoldan tek tük eski model arabalar geçiyordu. mavi bir toros. bir traktör. bisikletli kavruk bir suriyeli. babam tekrar konuştu:
- efendimiz isterseniz sizi arkadaşlarımla da tanıştırayım, hepsi sizi görmek ister.
yabancı "peki" diye bir ses çıkardı.
yaklaşık yirmi dakika geçti. babamla terlemeye başladık, kel kafasında boncuk boncuk terler birikiyordu. benim de kot pantolon yakıyordu. yabancının sıcakla bir problemi yok gibiydi, çevresinde soğuk bir hava vardı sanki. dolmuş göründü, üzerinde "devlet hastanesi-ERKA- çarşı-CAMCILAR SİTESİ" yazıyordu. babam "buyrun" dedi, yabancı bindi, biz de arkasından bindik. arka tarafa oturduk. parayı uzatırken "iki tam bir tanrı" demek istedim ama diyemedim. dolmuşçu beni döverdi muhtemelen öyle bir şey desem. oturdum, yabancı pencereden dışarı bakıyordu, dağlara. çamlara, toros dağlarına, eserlerine. ne hissediyor, ne düşünüyordu hiçbir fikrim yoktu.
to be continued.
6 notes · View notes
dumduzyazi · 2 years ago
Text
23 şubat 23
8 gibi uyandım. bir perşembe günü. boş günüm.
mutlulukla dolu bir şekilde uyanmadım. kasvetli de değildi. 10 üzerinden 4-5 gibi bir uyanmaydı. uyku sersemi beynimde ilişki problemleri, yalnızlık ve biraz sıkışmışlık hisleriyle uyandım. gördüğüm nihilist ve yıkık rüyanın kalıntıları vardı.
odam yan yana iki tane tek kişilik yatağın sığacağı kadar. metrekare hesaplarını pek anlamıyorum. kutu gibi bir yer. bir yatak, bir dolap, bir masa ve sandalye. hepsi bu. siyah perdeyi açıp dışarı baktım, sadece aşırı soğuk havalarda ortaya çıkan pastel turuncu-pembe bir gökyüzü vardı. google'dan baktım, eksi sekiz dereceymiş.
ailemden ayrı, yalnız ve üzgün bir şekilde başka bir ülkede hayallerime koşuyorum. hayallerime doğru sürünüyorum demek daha doğru.
ailemden uzak olmama da çok fazla üzülmüyorum. zaten hiç yanımda olmadılar. var ama yoktular. istedikleri gibi olmamıştım. tuhaf komşudan gelen, sevilmeyen bir patlıcan musakka gibiydim. ama bu yıllar önceydi. herkes büyüdü ve yaşlandı. ben de bunları atlatmış gibi davrandım. şimdi, buradaki garip ve hüzünlü hayatımda rutinlerim var. beni depresyona girmekten koruyan minik yan görevler. işe gitmek, spora gitmek, markete gitmek, kızla görüşmek.
kız. bu kız nasıl benim kız arkadaşım oldu? bilmiyorum. sarışın, bomba gibi ama bozuk psikolojili öfkeli bir kız. baştan beri ilişki istemediğim söylemiştim ama ne o ne de ben de yalnız kalmak istemiyorduk. bir şekilde kabul ettirdi. ben zayıftım, o da bunu biliyordu. düşe kalka gidiyoruz işte. hayat her zaman mükemmel olmuyor.
hayatımı düzeltebilir miyim, düzelttiğimden daha hızlı bozulur mu, hayallerime sürüne sürüne varacak vaktim var mı? kim bilir? ama sürünmeye devam ediyorum. belki bir gün yürürüm, belki koşarım. bugün sürüngenlik günü.
görüşürüz
10 notes · View notes
dumduzyazi · 3 years ago
Text
zamanlama hatası
zamanlama konusunda bir sorun var.
kötü şeyler hep beklediğimden erken olurken
güzel şeyler hep beklediğimden geç oluyor
1 note · View note
dumduzyazi · 3 years ago
Text
hayat?
bir gökdelenden aşağı topluca fırlatılıp düşerken seninle birlikte düşenlerle birkaç dakika muhabbet etmek gibi hayat
1 note · View note
dumduzyazi · 3 years ago
Note
Çok uzun zaman önce burayı kullanıyordum, düşününce bir an altı yıl olmuş. Birinden kaynaklı kullanıyordum. Ve tesadüfen seni de tanımıştım. Altı yıl sonra, bugün yeniden kullanmak geldi içimden ve sen düştün az önce aklıma. Hafızamı zorlayınca kullanıcı adında geldi hemen, en son yazdıklarını okudum. İçimde bir yerlerde kalmışsın, seni bunca zaman sonra anımsamak güzel.
:)
0 notes
dumduzyazi · 5 years ago
Text
kayıtlar
kimse ne yaptığını bilmiyor. 
kasvetli blokların arasında dolaşıyorum. sovyetler zamanında yapılmış, yüzyıllardır işgal ve savaşla perçinlenmiş uğursuz binalar. ve içinde dünyanın en güzel kadınları. ve “eh işte” erkekleri. ve renkli kocaman gözlerle bakan çocukları.    
dünyanın bütün ülkelerinin istatistikçileri, bütün ekonomistleri, bütün muhtarları ve belediye başkanları, nüfus müdürlükleri sabahtan akşama kadar insanlığın ne olduğunu ölçüp kayıt altına almak için çalışıyor. ama dünyanın garip bir köşesinde 2,5 yıllık ukraynalı sevgilimden ayrılmanın acısı ve bunun etkisiyle tekrar gün yüzüne çıkan kayseri’den kalma çocukluk acılarım içinde ağır adımlarla yürüdüğüm bu rüzgarlı akşamda yolumu aydınlatan yüz binlerce kilometre uzaktaki soğuk toprak parçası ay dedeye gözlerimi dikerek hissettiğim bu benzersiz lezzetteki kozmik acıyı kim nasıl kayıt altına alabilir? muhtarlığa bu yazıyla dilekçe versem insanlık ne hissettiğimi bilir mi? 
35 yaşında. şu nüfusa kayıtlı. kredi notu şu. medeni hali bekar. kan grubu A Rh pozitif. esmer, göz rengi kahverengi. saçları kahverengi. sağ ayak bileğinde bir dövmesi var. ne istiyorum biliyor musun? hayatımın bütün detaylarını arşiv müdürlüğü teferruatlı bir şekilde kayıt altına alsın istiyorum. 16 şubat 2005′de güngören’de arkadaşlarımla kaldığım evde gece namaza kalkmadan önce uykumun arasında ne sayıkladığımı kayıtlarda görmek istiyorum. var olduğumun gerçekliği bir yerlerde ispatlansın istiyorum. var olmak istiyorum.
bir statistics ekranı görmek istiyorum: 246 kez ağladı. 22 kere aşık oldu. hissettiği en büyük 10 mutluluk şunlardı. farkında olmadan 6 böcek yedi. farkında olarak 5063 tavuk yedi. ilk kez 24 yaşında sushi yedi.          
içimde bir tatminsizlik. gelip geçen her anı hiçlikte kayboluyor. iyi, kötü yaşanan her şey geçiyor. 
var olmak istiyorum. daima. ve var olduğumu ispatlayacak birileri olsun istiyorum. bunu okuyan sen, şahit ol ve onayla. ben varım!     
4 notes · View notes
dumduzyazi · 5 years ago
Text
çok zaman geçti
merhaba. sarhoşken eski bir el alışkanlığı olarak tumblr’a girdim. bir doğu avrupa ülkesindeyim şu anda. dünyanın uzak köşesinde kalmış garip bir ülke. güzel kızlarla dolu. çekingen erkeklerle dolu. en son yazdığımdan beri o kadar çok şey olmuş ki. covid diye bir şey çıkmış. 2 yıldır türkiyeye gitmemişim. anneannem ölmüş, son kez görememişim. artık o eve “annanem gil” değil “büyükbabamın orası” denmeye başlanmış. büyükbabam tekrar evlenmeye karar vermiş. eğer annanemin oraya tekrar gidersem çok değişik hisler yaşayacağım gibi geliyor. çocukluğumun geçtiği yer. anneaneme dair bütün kalıntılar ortadan kalkmış olacak.  
3 yıldır ucunda ışık görünen bir tünelde el yordamıyla yürümeye devam ediyorum. yordam ne demek acaba? çektiğim sıkıntılar, umutsuzluklar olsa da churchill’ni dediğini yapıyorum: “if you’re going through hell, keep going” yani “cehennemin içinden geçiyorsan, yürümeye devam et” 
şu anki halimi türkiye’de kalmış alternatifime kıyaslarsam oldukça iyi durumdayım. eğer aranızdan biri olur da “ee 3-4 yıldır neler öğrendin” derse şöyle derim: 
“olm o kadar kolay değil, mesela hangi konuda ne öğrendim?”
eğer siz de derseniz ki “ya mesela hayatta eskiden bilmediğin ne biliyorsun?”
ben de derim ki “yaw hangi konuda özellikle?” 
ama en azından bir şeyler söyleyebilmek adına kendimi insan ilişkileri konusunda geliştirdim diyebilirim. herkesin bir doğası var ver istedikleri var. onlara istediklerini verebildiğimiz kadar değerli oluyoruz. ve insanların ne kadar kolay kırılabildiğini öğrendim, onları kırmaktan kaçınmaya başladım. 
hepinizi öpüyor ve bu yazıyı burada sonlandırıyorum. kızları dudaktan erkekleri yanaklarından öpüyorum. umarım mutlu olursunuz.    
7 notes · View notes
dumduzyazi · 6 years ago
Note
Her şey yolunda olmalı :) olmayışının başka açıklaması var mı?
yolunda, sadece çok meşgulüm
2 notes · View notes
dumduzyazi · 6 years ago
Note
Kalmadı mı yazacak hiçbir şeyin? İyi misin oralarda?
yazacak çok şey var ama vakit yok. evet iyiyim sağol
1 note · View note
dumduzyazi · 6 years ago
Text
büyümek
küçükken çok sevdiğim bir ayakkabım vardı kundura, parlak kırmızımsı kahverengi. giymeye kıyamadığım için sadece misafirliğe giderken ya da sevdiğim kızla oynayacağım zaman giyerdim. her hafta sonu kendim dikkatle tozunu alır silerdim. 
bir gün giymeye çalıştığımda ayağımı acıttı. son zamanlarda hafif rahatsız ediyordu ama bu sefer hissedilir şekilde acıtmıştı. neler oluyordu? babama sordum, ayakkabının herşeyi normal dedi. ama günden güne daha çok acı veriyordu. sonra babaannem beni aydınlattı: sorun ayakkabıda değildi, sorun bendeydi. büyüyordum. ayaklarım da benimle birlikte büyüyordu. ve en sevdiğim, bakmaya kıyamadığım güzel ayakkabım bu değişime ayak uyduramıyordu. en sonunda istemeye istemeye ayakkabıyı depoya kaldırdık. ara sıra gidip bakıyordum. yeni ayağıma uygun yeni ayakkabılar aldıkça zamanla daha az hatırlar oldum, sonra tamamen unuttum.   
daha sonra büyüdüm ve çok sevdiğim bazı insanların, bazı işlerin, bazı ilişkilerin bana acı verdiğini fark ettim. çoğunlukla sorun onlarda değildi, sorun bendeydi. büyüyordum. 
11 notes · View notes
dumduzyazi · 7 years ago
Note
Yok ya sigara değil onada başlarsam bırakamam herhalde genel olarak iradesizim çok örnek var mesela bir işi irademi koruyup hiç tam anlamıyla bitiremem ayy sıkıldım deyip hemen kaçarım içim daralır afakanlar basar geçen gün arkadaşımla iddiaya girdik çok kahve içerim 3 gün kahve içmeyecektim sorsan 2.gün hemen içtim nasıl ama doyamadımda bardaklarca hayır iddiaya giriyorum para kaybediyorum girme dimi? Ama onda bile iradesizim hemen kabul ederim.
evet. girme yani. 
1 note · View note