Link
yara almak ve devam etmek. lafta çok kolay, gerçekte?
kendimi bu aralar şanslı ve güçlü hissediyorum aslında. görünenin ardında bir sürü hikaye, kırılma, vazgeçiş, terk ediş ve biraz da hüzün var. her şey bittiğinde nasıl anlarsın? telefonlarına cevap vermeyen, yüzüne bakmayan, senle konuşmayan biriyle bitmiş midir ilişkin/iletişimin? bağlantıları kaybettiğin her yer, her birey, her can bitmiş midir gerçekten? hayat bu kadar iç içe, temas etmeden birbirine dokunabiliyorsa neden bitsin?
biten bir hikaye, yeni bir kapıyı açar ya da yeni bi tohumu filizlendirir belki. bir ağaç fırtına ile devrildiğinde dönüşür. gövdesi, yaprakları, tohumları saçılır, yeniden “can” olur.
bir süredir “ölüm” üzerine düşünme halleri geldi. bir hikaye var elbet bu konuyu bana getiren. bir nefes öncesi ve sonrası kadar basit, sayfalar dolusu mektup, kitap, resim kadar dopdolu. geçmişi, yaşanmışlığı, anıları, hikayeleri, fotoğraf albümlerini düşününce hayat çoook uzun ve kocaman. öte yandan sadece bir kanat çırpışı, bir düşüş, bir göz kırpışı kadar kısacık.
hayatın içine giren çıkan her kişi, her mekan, her olay ve bunun negatif alanındaki bütün yaşanmamışlıklar, ziyaret edilmemiş topraklar, asla karşılaşılmamış insanlar da bir kanat çırpışlık hayata dahil. birine dokunduğumu düşündüğümde, onla konuşabildiğim ve iletişim kurabildiğimi sandığımda aslında hiç bir şey yapmıyor ve aslında varolan her şeye dokunuyorum.
bir nefes öncesinde yaşam, bir nefes sonrasında ölüm. bu kadar keskin bir ayrım, bu kadar geçişken bir hal. hep erken, hep zamansız ve hep geri dönüşsüz ölüm. ya da hep yaşam var, içinde sürekli bir akış ve değişim. her nefes, her an, her gözyaşı, her paylaşım, her sessizlik, her çaresizlik yaşamla ölüm arasında bir oyun. şarkını söylemeye devam et… bitmedi, bittiği yerden de yeniden yeşerecek.
“When your life is a song Sing on, sing on Because death, death is perfectly safe Only the truth is the case Death is perfectly safe“
1 note
·
View note
Photo

herkes ayrı bi telden çaldığında, her nefes birbiriyle karıştığında sanki her şey biraz daha bütün. 2012 baharının son demleri, hayatımda önemli bi dönemeçin başındayım. hayatıma giren meditasyon, yoga, farkındalık terimleri bilfiil gerçekleşmekte iken su gibi geçen ve Vipassana meditasyonunu ilk kez duyduğum ilk inzivam. Kaz Dağlarının serin sularına bakıp günlerce sessiz günleri bekleyip de hiç o sessizlikten çıkasım gelmeyen zamanlar. sabah gün ağarmadan huzurla çalan çan sesine uyanıp da sıcak bi bitki çayı içmeye sıraya girer, başımı öne eğer beklerdim. hava serindi güneşsiz saatlerde. yoga platformuna gider yerime yerleşirdim erkenden. alanı kurmak o zamandan önemliymiş benim için. sabah oturumları, uzun ve sessiz. sabah pratikleri, sessiz kahvaltılar, sedirlerde, su kenarında geçen uzun saatler. bilmiyorum kaç gün geçirdik böyle ama kesinlikle dönüşümü taa bugüne kadar etki ediyor. işte bugün de yine meditasyon günlükleri müzikle birleşip "ifade"nin binbir çeşidi, ve dikkati anda olana getiren sesler odak olunca bütün bu maceramın başladığı zamana geri gitti zihnim. tanımadığım, bilmediğim, korktuğum, çekindiğim herhangi bir şey karşısında kaçmak ya da kaçınmak yerine "açık" ve "meraklı" olmaya dair cesareti bulduğum alandı yukardaki fotoğrafın anlatısı. bi de sessizlik güzel kardeşim ama ses ve müzik de lazım bu bünyeye.
0 notes
Text
gel bi oturalım
"hadi bir oturalım” dedik ve başladık bir grup sessizlikte oturmaya. her seferinde zihin mi dersin hayalgücü mü, tren misali takada tukada kıvrıla kıvrıla nerelerden geçip gidiyor anlatılmaz. kondüktör de bilmiyor nereye gideceğini, ben de biletimi nereye aldığımı. sanki denk geldiğim ilk istasyonda duran ilk trene atlamışım tam kalkmak üzereyken. dışardan bir ses geliyor, kapıdan hafif bir esinti geliyor da “hah şu an stüdyodayım yahu” diyorum. bir de kendi nefeslerim çağırıyor ya geri “beri gel hınzır” diye. “bugün de burnum rahat çok şükür, ay boğazım da kaşınmadı şimdiye dek” der demez bir öksürük yolda beni bekliyor. boğazıma yapışıp kalmış mikron toz tanesi sanki, gitmiyor da kalmıyor da. “ses çıkarmayayım” diye içimden geçerken gözlerim yaşarıyor ve huop kahır kuhur öksürüyorum. “oh geçti galiba” demez olaydım, hemen yenisi patlıyor.
beden tutmak istemediğini bırakıveriyor. ne kadar tutmaya çalışsam da tutamadığım burun akıntısı, öksürük, gözyaşı hepsi bu oturumlarda bol bol bırakıyor kendini. hayatta izin vermediğim, içime atıp da büyüttüğüm tırt konular hep yaldır yaldır geliyor. çöpleri tek tıkla atamıyorsun da, izle dur.
meditasyon öyle pırıl pırıl, berrak, sessiz, huzur dolu bir yer değil. aslında şu an neyse orası da öyle. tek fark belki nasıl baktığımız. olan oluyor, görmeye, duyumsamaya, anlamaya, sindirmeye yetişemeyeceğimiz kadar çok şey hem de. “dur bir bakalım” diyince aynı anda “ne kadar da çok sekme açık, kaç film birden izliyorum ya da çekiyorum”ları görmeye/fark etmeye başlıyoruz.
oturmaya bekleriz.
Nefess Yoga’da düzenli meditasyon oturumları için;
http://www.nefessyoga.com/program
0 notes
Text
renkli düşleme ve düşmeler
sabahın bi tadı var. güneşin portakallığından gelen sulu, tatlı-ekşi. sabah yürüyüşleri mavimsi, ağır ve sallantılı. yükselen güneş ve parlayan gökyüzü ise daha yumuşak ve nötr bi iz bırakır damakta. öğlen miskinliği maviliklere uzanır. akşam serinliğinde yakmayan hafif ısıran bi baharatlı tat bulursan şaşırma. yeşilliklerden geçen bir yolda beklenmedik sonbahar yapraklarının renk cümbüşü karşılar. gece indiğinde ise soğuk meyve aromalı bi çay duyumsar dil, boğazında yer eder kokuları. kızıla çalan bi genişlikten geçer yol ve rüyalara geçersin. tam da o anda durmak istersin ama gözler kapanır. hadi teslim ol, bütün renkler ve tatlar bi rüya uçuşu ve düşüşü kadar yakın.
0 notes
Text
boş(lukta) yürümek
her şeyi yaparken “neden bunu yapıyorum?” sorusuyla içinde karşılaşanlardan mısın?
bazen cevapların olmaması rahatlatıyor. içerde boşluğa haykırdığım sorular sadece güzel tınlıyor diye defalarca tekrarlıyabiliyorum. sordukça bazen kendiliğinden kayboluyor ve anlamsızlaşıyor cevap aramak da. bugün yine kendime sorduğum soruların ağzımdan apansızca döküldüğü ve kimsenin cevaplamak zorunda olmadığı bir yoga dersinden çıktığımda fark ettim ki, cevaplar hiçbir yerde. bedenimdeki duyumları tanımlamak için yaptığım betimlemeler ya da mimikler bana göre bi ifade sadece. olan biten içerde ve kimseye anlatılabilecek gibi de değil. kelimelerin bütün anlamsızlığıyla yazmaya devam ediyorum.
her bahar gelir kelebekler ve karnıma yerleşirler. işte onlar yerleşirken ben de hep gitmek isterim. bu bahar da geldiler. zihnimde bi dolu denklem teoremsiz çözülürken bütün çırpınışlar mücadeleden ziyade hafif kanat titreşimlerine dönüşmeye başladı. bütün soruların cevaplarının aynı ve aslında olmadığı bi hal bu. cevaplamaya çalıştığım anda kaybolan sorular silsilesi. sadece nefes alış verişler ve tarifsiz duygular var bu alanda.
bütün bu zihin bulanıklığıyla kendime yeni yollar ararken, meditasyonu ve günlük pratiğimle birlikte bi de boş yürüyüşler geldi kendiliğinden. hep bildiğim, son 4 senedir kırık kaldırım taşlarını sayacak kadar çok arşınladığım sokaklarda yürümek. o kadar çok yürünmüşlük ve yaşanmışlık var ki cilt cilt kitap yazabilirim. o kadar doluyken anılarla, bi o kadar da boş bi yürüme hali son zamanlarda gerçekleşen. o hikayelerin, bildiklerimin geride kaldığı bi boşluk hali, sadece yürüme eylemi, bazen duraksasam bile süregelen bi hal. her yürüyüş mekanlara, insanlara, olaylara, ışık ve gölgelere merakla bakmayı getiriyor. her seferinde hangi sokağa gireceğim, nerede durup ağaçların altında duraksayacağım belirsiz. bi oyun gibi. boş yürümek, sessiz ve yalnız. bütün “neden” ve “nasıl” soruları da biraz daha yiterken, bildiğin sokaklarda hiçbir şey beklemeden, çağırmadan ve rotasızca sadece yürümek.
0 notes
Text
.yeniden başla.
.start with the beginner’s mind.
1 hafta kadar önce kendim için güzel bir başlangıç yaptım. Bir süredir kitaplarıyla içli dışlı olduğum ve giderek daha da içinden kendime uzanan yollarda kendimi bulduğum Christopher Wallis’in online yürüttüğü bir 40 Günlük programa başvurdum. Hayatım son 1 senedir (evet tam olarak 1 senedir) dönüşümler içinde ve ben de bu akış içinde kendimle karşılaşmalar içindeysem de bir şeyler fazla hızlanmaya başlamıştı. Hatırladım, yavaş olabilir, yeniden bağ kurabilir ve aslında sadece nefesime dikkatimi getirip duraksayabilirdim. Güzel bir motivasyon oldu ve 40 günlük bu programa burslu kabul edildim ve şimdi ilk haftayı devirdim. Günlük rutinler, eforsuz ve farkındalıkla geçen günler “hafif”liğini gösterdi hemen. Karşı konulamaz duygusal dışavurumlar ve bir o kadar da içe dönmeler. Süreci gün be gün paylaşmak çok zor belki ama kendime aldığım notlardan size esin geldikçe yazmak istiyorum. Sabah güneş doğmadan kalkıp rüyalarımı temizleyip günlük pratiğimin yoluna düşüyorum. Her gün düzenli meditasyonlar ve şimdi 40 günün belki de daha uzun sürelerin “niyetlerini” her gün bir tohummuşçasına suluyor ve besliyorum. Her gün Christopher Wallis ya da Cristina’nın videoları, verdiği okumalar ile gün devam ediyor ve her söz, eylem, tepki ve içerde açığa çıkanlar daha da izlemeye doyulmaz bir hal alıyor. Her gün yeniden başlıyor ve aslında hep yeniden başlıyoruz. Başlangıç zihniyle 1 sene önce kendimi fiziksel olarak yollara vurduğumdan bu güne bakıyorum ve gülümsüyorum. Bütün yaşananlar, kaybedilenler, veda busesiz gidenler ve kalanlarıyla zaten olduğumuz yerde ve halde eksiksiz varlıklarız.
Biraz okumak isterseniz; http://tantrikstudies.squarespace.com/blog/the-pure-motive
0 notes
Text
bir-an
.bugün günlerden mavi. ılık ve serinlik arasında bir su var akan. görmüyorum ama sesini duyuyorum. içime kaçmış gibi yankılanıyor boğazımda. .dün günlerden kırmızıydı. hiç bilmezdim suyu bu kadar çok sevdiğimi. oysa ki o ılık serinlik hissiymiş eksik olan. .yarın günlerden siyah. göremiyorum, sadece duyumsuyorum. bitmeyecek bir kara kış gibi soğuk ve donuk. içime sızmaya çalışsa da hareket edemiyor, siniyor bir köşeye. .şimdi ise yok, adı yok, rengi yok, sesi ve kokusu da. var sanırken gidiyor, gözden yitiyor. yok sanırken ansızın beliriyor. .kırmızıyla çizilmiş, maviyle boyanmış, siyahla karalanmış sayfalar dolusu şekillerle ne anlatıyor şimdi bu satırlar. boşluk ya da anın ta kendisi.
Pastoral Vadi’de Ayşegül Denktaş’ın meditasyonu sonrası kağıda düşen kelimeler.
0 notes
Quote
nothing ever goes away until it has taught us what we need to know. hiçbir şey size öğrenmeniz gerekeni vermeden sizi terk etmez
Pema Chödrön, When Things Fall Apart: Heart Advice for Difficult Times
0 notes
Text
boşluk
her ne geliyor ve geçiyorsa izin vermek söylendiğinden daha zor belki de. sınırsız bir küre gibi olmak ve olanı biteni sadece izlemek ne kadar mümkün? sadece içindeki boşluğun içinden geçip gitmesini izlemek…
anın içinde, burada, kendi içinde, dışında ne oluyorsa farkında olmak ama bir yandan da “yargısız” ve “tepkisiz” kalmak nasıl bir şey? belki de sadece bir “mola vermek” ve o boşluğa bırakmak kendini.
nefesi, nefesin bedendeki hareketini, yarattığı değişimi izlemek de biraz o boşluğa bırakmak hali gibi. saatlerin sınırında, ömrümüzün sınırında bu sınırsız küreyi-boşluğu bir anlığına bile olsa yakalamak ama aslında yakalamak beklentisi olmadan.
her oturuşta meraklı ve beklentisiz olmak ve o anın boşluğuna bırakıvermek.
“Feelings come and go like clouds in a windy sky. Conscious breathing is my anchor.”
“Duygular kapalı bir gökyüzündeki bulutlar gibi gelip geçer, Nefes farkındalığı ise benim çapamdır”
― Hanh Nhat Thich, Stepping into Freedom: Rules of Monastic Practice for Novices
0 notes
Quote
Anger is like flowing water; there’s nothing wrong with it as long as you let it flow. Hate is like stagnant water; anger that you denied yourself the freedom to feel, the freedom to flow; water that you gathered in one place and left to forget. Stagnant water becomes dirty, stinky, disease-ridden, poisonous, deadly; that is your hate. On flowing water travels little paper boats; paper boats of forgiveness. Allow yourself to feel anger, allow your waters to flow, along with all the paper boats of forgiveness. Be human. Kızgınlık akan su gibidir, akmasına izin verdiğimiz müddetçe sorun yok.Nefret ise durgun su gibidir, kabul etmediğimiz, hissetmeye ve akıp gitmesine izin vermediğimiz kızgınlıklarımızın eseridir. Bir yerde biriktirip unutmaya bıraktığımız kızgınlıklar. Durgun su kirli, hastalık üreten, kokuşan, zehirleyendir, nefretimiz gibi. Akan suda kağıttan gemiler yüzer ki bunlar affetmemizdir. Kızgınlığı hissetmeye izin verin, suyun affetme gemiciklerleri ile akmasına izin verin.
C. Joy Bell C.
1 note
·
View note
Quote
"Düşünceleri sekteye uğratmanın bunları bastırmakla aynı şey olmadığını unutmamak gerekir. Bastırmak, olan şeyi inkar etmektir ve bu da düşünceleri rahat rahat çürüyebilecekleri bir yere, yeraltına gönderir. Diğer taraftan düşüncelerinizin peşinden koşmak ve onlara takılıp kalmak istemeyiz. Düşünceleri sekteye uğratmak onlara yapışmakla onları itmek arasında bir yerdedir. Düşüncelerin gelip geçmesine, o kadar da önemli olmamasına izin vermenin bir yoludur."
0 notes