Tumgik
ikarusunkanadi · 9 years
Note
3 yıl önce yazdığın sahaflı, "lafını önce gırtlağında pişir ki..." cümleli yazın hakkında daha açık bilgi verebilir misin? lütfen.
baktım, sahiden aradım ama bulamadım yazıyı, öte yandan hatırladığım kadarıyla bir metafor ya da alıntı yoktu yazıda; her şeyi olduğu gibi aktarmıştım. sahaf arada bana nasıl konuşulur, nasıl davranılır anlatmayı severdi. biraz da melankolik birisidir çoğu zaman. dediğim gibi -hafizam beni yanıltmıyorsa- olayı tam olduğu gibi anlatmıştım ve kurulan cümleleri olduğu gibi aktarmıştım yani daha açık olabileceğim bir şey hatırlamıyorum.
üzgünüm. 
4 notes · View notes
ikarusunkanadi · 9 years
Text
şimdi anlatsam
bir boşlukta yakalamışım da
nefes almaya bile yetmeyecek bu süre
çünkü canını yakan pek çok şey gibi
çünkü kusmak istediğin şeyler 
ya da bir sigara dumanı gibiyim
çünkü hep bir yerlerdeyim
bazen ikindinin ıslak gölgesinde
ve çoğu zaman çirkin bir insan bedenindeyim
.
bazen hep bir yerdeyim
basık nefesli duvarlarla çevrili
yolun kenarında bir yerde
bir sandalye ve iki şişeyle
-biri boştur daima-
kendime bir şeyler söylerim
kendime bir şeyler söylediğimde pencereler titrer
ve duvarları delik deşik ederlerdi
mutfağın kesif kokusu nereye karışırsa karışır
ve dışarı çıkana kadar hayal kurmaya ara verirdik
yağmur yağardı bazen
bazen yağmurlu bir yerde iç geçirirdim
çünkü vardır ya güneş yükselir
ancak o saate kadar ben benim
.
bilmediğim bir yerde uyanalı 3 saat olmuşken 
yazıp yazmadığımı soran birisiyle aynı yerdeyim
2 notes · View notes
ikarusunkanadi · 9 years
Text
S.İ.H.
yazmıştım, evime taşındığım hafta pencerede sigara içerken bir sarhoş geçmişti pencerenin önünden. gökyüzüne bakarak "tanrım çok yalnızım bari sen benimle konuş!" demiş, sonra küfredip gitmişti. 
bugün o sarhoş kapımı çaldı. bir arkadaşım gece bende kalmıştı, öğlene doğru uyandık, bir şeyler atıştırıp evden çıkacaktık. tam evden çıkmadan biraz saksafon çalmam gerektiğini düşündüm; bütün gün evde olmayacaktım ve pratik yapmam gerekiyordu. çalmaya henüz başlamıştım ki kapı çaldı. kapıyı açtım. adam karşımda duruyordu.
-o şeyi siz mi çalıyorsunuz?
-ben çalıyorum.
biraz tartıştık. o sırada mert de yanıma geldi. bir süre gerginlikten sonra adam ağlamaya başladı. 
-ben istiyorum! sizi dinlemek istiyorum ama o orospu karı...
içeri davet ettim adamı. zar zor yürüyordu, daha kapıya gelmeden alkol kokusunu alabildik. uzunca konuştu, özet geçeceğim:
-(...) kadın evde müzik açıyor dan dan! burası benim evim halbuki. ben sizi dinlemek istiyorum ama o başımın etini yiyor (...) boru diyor! ben diyorum ki "saksafon o" ama o boru diyor! (...) yeter artık dayanamıyorum terk edeceğim. istiyorum! onu terk edince size yardım edeceğim, eşya getiririm. 
evde bizden başka birinin olup olmadığını sordu, birazdan iki ev arkadaşım gelecek dedim. mutfağa seslendi "içeri gelebilirsin!" diye. "git bak" dedim, "henüz evde değiller."
"şimdi burada size bir şey yapsam nereye gideceksiniz?" diye sordu. merte baktım, kapının yanındaki odunlara odaklanmıştı, bacakları gergin ve hazır duruyordu. ben de vitrindeki bıçağı hedef aldım. "hiçbir yere" dedim. "burası bizim evimiz." adam tekrar ağlamaya başladı "orası da benim evim işte." bir şeyler daha anlattı. konuyla ilgisi olmayan insanlardan, iç karartıcı ne kadar şey varsa hepsini barındıran bir sürü hayattan bahsetti. 
bir saat kadar sonra, işe gideceğiz bahanesiyle kibarca kovdum onu evden. tekrar ağlamaya başladı "benim yüzümden geç kaldınız" diye. evden gittikten aşağı yukarı yarım saat sonra üst komşum kapıyı çaldı
-kapının önüne 20 lira düşürmüşsün kardeş.
4 notes · View notes
ikarusunkanadi · 9 years
Text
Kronos
Omurga I (vera)
bugün hayatımda olan her şey/herkes, uzun boylu, kıvırcık saçlı, esmer bir kadının tek bir cümlesiyle hayatıma girdi. 
"kim açtı bu şarkıyı?" 
2009'un ilk aylarında, liseye başlayalı henüz birkaç ay olmuş, sınıfta bir şarkı açmıştım. sınıftan içeri daldı vera ve malum cümleyi kurdu. yanına gidip "ben açtım." dedim. o şarkıyı nereden bildiğimi sordu... sohbet uzadı.
paylaşabilecek çok şeyimiz ve pek çok ortak noktamız vardı. bir süre sonra beni arkadaşlarıyla tanıştırdı.
yaşadığım ilk uzun ilişkiyi benimle paylaşacak ve bir ilişki içerisinde sorumluluk almam gerektiğini öğrenmeme sebep olacak kadın da vera'nın o birkaç arkadaşından biriydi. 
bahar geldiğinde rimbaud, edip cansever, camus ve kundera'nın eserleriyle tanıştım. bu isimlerin, bana ben olurken ne kadar destek olduklarını tahmin edemezsiniz. buna daha sonra değineceğim. 
lisenin ikinci senesine vera'yla aynı sınıftaydık artık. o sıralar beraber fotoğraf çekmeye başladık. boş kaldıkça şehirde dolaşıp fotoğraf çekerdik. yeni müzikler keşfeder, oradan buradan duyduğumuz filmleri birbirimize önerip izlerdik. 
bir sene sonra tumblr hesabı almamı önerdi. 2011 yılının şubat ayında da beni bir tumblr buluşmasına davet etti vera. 
ister inanın ister inanmayın şu anda en yakın arkadaşlarım dahil, tanıdığım neredeyse herkes işte vera'nın daveti sonucu tanıştığım ankaralı tumblr kullanıcılarının etkisiyle hayatıma girdi. 
vera, tek cümleyle hayatımın gidişatını şekillendirdi.
0 notes
ikarusunkanadi · 9 years
Note
Soracağım var,mektuplarla aran nasıl?
iyidir, iyiydi. bir kadına çok sık mektup yazardım hatta, nadiren ona verirdim bu mektupları ama yazardım. hala da her gün eve girerken posta kutusunu kontrol ederim faturadan başka bir şey gelmiş mi diye. gelmez. 
biraz uzattım kusura bakma, mektuplarla aram iyidir.
0 notes
ikarusunkanadi · 9 years
Text
bugünler yarın bir değişik olacak
ve dünler zaten bugün çok değişik
.
tanrının planı
ve ayrılık şiirleri
ve şeker kutuları 
ve şiir kitapları
kışlık şehirler ve iç çamaşırları
ve daha pek çok zıkkımı kustuysam
-ya da pencereden atmak mı-
sevmekle değil
.
vakti geldiğinden öldü sirke sinekleri
ve vakti geldiğinden yürüyorum çoğu sabah
sevmek değil, istediğimden de değil de
-pencereden atmak belki de-
vakti geldiğinden yaşıyorum
.
ihtimal unutuyorum hani bazen
bazen hiç gözüm kaçmıyor yüzüne
merak edemiyorum 
hani etmiyorsam umursamamak değil
sevmek de değil de
unutuyorum bazen
öyle daha çok camdan bakmak gibi
uzaktaki ışıklar ya da pencere önü bitkileri
öyle 
-belki pencereden düşmüşsündür sen de-
.
sevmeden de değiştiyse bir şeyler
bir vakit sonra "kadının ölüsünü
bir bulantı cenazesi gibi kaldırdıkları için içimden"
hani çok insan birikmiş bin yıllarca
birileri seni - beni yaşamıştır
mutlaka
tek değil, ilk değil, son değil
hani bittiğinden değil de
ben nereden baksan yetmiş yılına şahit olurum 
belki daha az,
ondan bu acele
-kırık pencere önü saksıları belki de-
ve döndükçe kendime
ve kendime döndükçe her akşam kapıyı kilitlerken
anahtarı çıkarmayı düşünmüyorum delikten
-umudu kırmak ne fena- 
.
yüzümü yıkarken aklıma geliyor gibi
dişimi fırçalarken
aynadaki nota takılıyor gözüm
"kalp sehpa ayağı gibidir
nasıl olsa satmayacaksın kırılsa da
kullanmaya devam et."
ediyorum dişlerimi fırçalarken 
ve yüzümü yıkarken devam ediyorum
akşama kadar devam ediyorum
umut sehpa ayağına benzemiyor ama
-pencereye sığmadığından-
.
yalnızlık şarkısını birlikte seçmek kırdı kalbimi
kalbim denizde aşınan bir kaya gibi 
1 note · View note
ikarusunkanadi · 10 years
Text
saat sabahın 6sıydı.
birkaç hüzünlü insan hüznümüz dışında bir şeylere tutunmak, hayatımızı daha düzgün bir hale getirmek adına sabaha kadar oturmuştuk. bir ara sigara içmek için iki katlı binadan çıktım. 
güneş henüz kendini göstermiyordu gökyüzü arkamda bıraktığım mavilerden birine bürünmüştü. arnavut kaldırımı sokağa uzandım. taşlar gittikçe soğuyordu ve gittikçe daha huzursuz hissediyordum; gökyüzü genişledikçe genişliyor ve bulutlar biçimsizlikten biçimsizliğe koşuyordu. bir sigara yaktım yattığım yerden.
iki kişi daha geldi. hayatımda tanıdığım en hüzünlü insanlardan biri, e.,  ayak ucumda, dinlediğim en güzel şarkılardan birini açıp dans etmeye başladı. ö. ise birkaç kozalak topladı. konuşmak istemiyordum; konuşacak bir şeyim de yoktu. çok da şiir okumuştum o gece. gözlerimi kapattım. 
e.'nin elinde bir kupayla yanıma yaklaşıp sıcak kahveyi hemen yanıma bıraktığını zannettim
-tam üç gece sonra aynı saatlerde  bana "hüzün müzün değil, herkes başka yerinden yakalıyor hayatı" diyecekti-
kendime eziyet ediyor gibiydim; uyumak ve biraz uyuşuk kalmak isterken bir yandan da hiç uyumayacağımdan emin gökyüzünü izliyordum. 
o akşam saat 10 gibi yanıma bir kazak, iki battaniye ve bir yastık alarak evden çıkmıştım.
-dört gün sonra aynı saatlerde o.'a "birinin yanında olmaya ihtiyacım var" derken gözlerim dolacaktı-
şarkı bitti, e. ve ö. içeri döndüler. yürürken ö. sigarasındaki son nefesi boşa harcadığı için pişman oldu. birkaç dakika daha orada yattıktan sonra kafamı kaldırdım. aynı hizada sarı bir köpek beni izliyordu. "ben... biraz yalnız hissediyor gibiyim" dedim. köpek yanımdan geçti ve arkasını dönüp bana havladı. yerimden kalkıp bir havuzun başına kadar takip ettim onu. 
-birkaç ay önce o havuzda bana çok benzeyen bir kaplumbağa vardı-
yakınlarda bir bank bulup oturdum. güneşi ağaçların arasından seçebiliyor gibiydim. bir sigara daha yaktım, midem bulandı. yürürken içtim sigarayı. küçük binaya girdim. e., i., ve ö., kafalarını kaldırıp bana baktılar. "güneş doğdu mu?" diye sordu i. 
çok zamandır gün doğumunu görmediğimi fark ettim. 
-iki gece sonra aynı saatlerde "gün doğumunu görebilmek için bir güneşe ihtiyacı var insanın" diyecektim birine-
kafamı sallayıp bir kahve aldım ve oturdum. birkaç gün durduramayacağım bir düşünceye kapıldım. 
-aşağı yukarı 84 saat sonra bilge, elini alnıma dokunup "ne kadar çok şey düşünüyorsun" diyerek ürkütecekti beni-
birkaç saat sonra daha yavaş konuşmaya başladım. 
bir gün sonra p.'le bir yaşama kaç hayatın sığabileceğini konuştuk
iki gün sonra e. bana kim olduğumu anlatacaktı. 
dört gün sonra o. bana yaşamış olmaktan bahsedecekti.
.
bu akşam bilgeye "şu sıralar ölürsem çok üzülürüm" dedim. nedenini sorduğunda bu kadar birikip, hüzünlenip, umudumu kaybedip yaşamaya devam etme şansım olmazsa yenildiğimi hissedeceğimi anlatamayacağımı fark ettim. bir şey söylemeyince "ne zaman üzülürsün?" diye sordu, konu değişti.
2 notes · View notes
ikarusunkanadi · 10 years
Text
kavaklı meyhanede garson
bitirim halil olsam mesela
hani olmaz ya olsam da anlatacak bir şey arasam
onca müdavim arasında
hep sobanın yanında oturan adamı anlatırdım.
"sırtında paltosu, kucağında çantasıyla oturur masada
her an kalkacakmış gibi 
ve olmaz ya biraz sıcak olsa meyhane
işler iyi gitse ya da patronun misafiri gelse de 
sobaya 3 odun fazla kırsak mesela 
paltosunu da alır kucağına, öyle oturur
sanki paltonun üstünde sızıverecek
sanki paltosu masaya döküldü dökülecek
.
her akşam gelir ve her akşam hep gidecek gibi oturur masaya
paltosu sırtında, çantası kucağında
bir paket sigara çıkarıp masaya koyar
alışığımdır bitirim halil olduğum için
sarhoş olmaya para ödeyenlere
para ödediği için sarhoş olanlara 
ve nice meyhane ahalisine
alışığımdır
ama o sarhoş olmadığından para öder gibidir 
öyledir
ve hiç gülmez, hiç ağlamaz
hiç kafasını kaldırmaz masadan
-bir moloz yığını gibi gelir bana-
hep aynı rakıyı içer aynı bardaktan
hep aynı sigarayı yakar aynı kutudan
.
bazı adamlar ve bazı kadınlar gelip de masasına
sigara isterler bazen ya da ateş alırlar
o zaman hiç sesini çıkarmadan uzatır sigara paketini
ya da siper ederek elini, çakmağını yakar -aklımvalmaz bu hareketini
.
işte böyle şişenin sonuna kadar oturur masada
geldiği gibidir her zaman
-çoğu kez pişman girer meyhaneye-
kalkıp üstünü düzeltir bir de tabağı biraz kendine çeker ayağa kalkınca
biraz çekilir masadan, çantasını kavrayıp hesabı sorar
hesabı sorduğunda
ilk ve son kez duyarım sesini
.
geldiği gibi çıkar o kapıdan
ve o kapıdan çıkınca hafif titrer gibi olur"
.
derdim kavaklı meyhanede garson bitirim halil olsam
1 note · View note
ikarusunkanadi · 10 years
Text
lafı kısa tutacağım
.
mahmutun öldüğü gün 
havadan mıdır mahmut öldüğünden midir bilmem
çok yaş aktı gözümden
hani bahçenin göbeğinde 
bir sabah sefası sürerken
güneş de daha ısınmamış hani
kapıdan bir zebellah girdi
"mahmut öldü salih abi"
"mahmut öldü" dedi
yok dedim ölmez
mahmut yahu mahmut
mahmut ölmez
.
mahmutun öldüğü gün teknesini ben yıkadım
dalga çoktu o gün
o gün dediğim mahmutun öldüğü gün 
havadan mıdır mahmut öldüğünden midir bilmem
o kanı silemedim bir türlü güverteden
.
denizin de kumuna hiç alışamadım ben
incir kokusunu da denizin kumuna tercih ederim
çocukken vatoza bastığımdan mı
yoksa mahmut öldüğünden mi bilmem
şöyle ayağımı denize değdirmem
biz akşamları düşmemek için birbirimize tutunarak yürürdük mahmutla
öyle sarhoş olup da yolumuzu şaşırır
bir sokakta sızıp kalırdık
biz bütün bu kasabayı bir dünya etmiş 
işte o dünyanın ortasında sofrada öyle kalırdık
mahmut ayağını denize sokardı hep onu hatırlıyorum
arada hanım onu yemeğe çağırırdı onu da hatırlıyorum
mahmutu hatırlıyorum da yüzünü hatırlamıyorum
mahmut çirkin olduğundan mı
yoksa mahmut öldüğünden mi bilmem
bir fotoğraf bile çektirmemiştir yaşarken
.
saliha çay getir gençlere
.
işte bir gün yani mahmutun öldüğü gün
kimseyi suçlayamadım
mahmutun öldüğünü anladım da
yok dedim mahmut kimseyi öldürmez
hele mahmutu hiç öldürmez
mahmutta biraz salih vardı 
biraz saliha vardı 
sevdiği bir kadın vardı çok zamandır
hani içinde biraz o vardı
mahmut kendini öldürürken bile
koskoca bir dünya vardı içinde
ben öldüm demek istediğinden mi
yoksa mahmut gerçekten öldüğünden mi bilmem
teknesini limana çekmiş de öyle vurmuş kendini
yahu olacak şey mi bu şimdi
ya da o gün olacak şey miydi
.
mahmutun öldüğü gün saliha çamaşır asıyordu
"saliha" dedim "dur"
.mahmut kendini vurmuş
inanmadığından mı 
yoksa inandığından mı
korkuyla yerinden sıçradı da masaya çarptı
iki fincan düştü yere 
biri kırıldı
.
işte o gün buralar...
afedersiniz çocuklar
saliha! içeride kırlangıç var!
3 notes · View notes
ikarusunkanadi · 10 years
Text
çekinmezdim
sokaklar çok büyüktü bir zamanlar
çaylak kafa çıplak ayak yürümek vardı gönlümde
bir insana yüz kilometre uzakta 
bir metre karın altında
çay yapmayı hayal ederdim her gece
ve çekinmezdim
yatağımı deniz kıyısına atmış 
uykuya dalar gibiydim büyüyünce
bir sıralar bir metre karın altında
çay yapmayı hayal ederdim her gece
kelimeler kifayetsiz 
şiirler kafiyesiz olmazdı bir sıralar
ve ben çekinmezdim düşmekten
ranzanın tepesinde uykuya dalarken
hayal kurarken bir ağacın üstünde 
ya da everest tepesinde hayalimin en uzak günlerinde
bir büyümek gibi görürdüm öğle vaktini
ve sokaklar çok büyüktü yemin ederim! 
bir başı göğsünü kesmiş ayyaşlar 
diğerini gözü pek arkadaşlar tutardı 
.
ben geceye ilk adım atışımda on ikimdeydim
on üçümde gece üstüme çöktü
on dördüm rimbaud
on beşim estağfurullah
on altım saz semaisi
on yedim kudüm darbesi
-bu yirmi-
1 note · View note
ikarusunkanadi · 10 years
Text
rüyamda karanlık bir sokakta gecenin bir yarısı yürüyordum. hava çok soğuk değildi ve üstümdeki paltonun önü açıktı. demem o ki çok normal yürüyordum. biraz gergindim; tepemde bir sokak lambası yanıp sönüyordu.
işte tam o anda biri önüme atlayıp karnıma bir bıçak sapladı
"tanrım" dedim yere düşerken "daha dünyanın bir sırrına bile eremedim ki"
7 notes · View notes
ikarusunkanadi · 11 years
Audio
oyun bitmiş, herkes kulise çekilmişti. onca şeyin ardından ölü gibi yatan sahneyi görmek için yukarı çıktım. i. tek başına sahnedeki büyük basamağın üstünde oturuyordu. yanına gidip oturdum.
-sen de mi şu burukluğu seviyorsun?
-yok da... tarhan, oyun bitince hiçbir şey kalmıyor. ölmek gibi; kurduğun cümleler akıp gidiyor, adımların siliniyor... bir şey kalmıyor.
-ama oyun güzeldi. herkes etkilendi, akıllarında sahneler tekrarlanıp duruyor. böyle düşün?
-hayır. demek istediğim -belki biraz bencillik ama- "oyun" güzeldi. bense şu dünya üstünde yaşayan bilmemkaç milyarıncı insan olduğum gerçeğini bastıramadan "oyun"un bir parçası olduğumu düşünüyorum sadece. bir insan olmaktansa bir yıldız olmak isterdim. gerçek bir yıldız. onlar kalıcılar bir bakıma.
-i. sen bir yıldızdan daha fazlasısın. 
-bununla ilgili bir şarkı var biliyor musun?
1 note · View note
ikarusunkanadi · 11 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Modern Times
10 notes · View notes
ikarusunkanadi · 11 years
Text
çirkin bir sıcak, çirkin bir kalabalık, çirkin bir bahar, çirkin bacaklar, çirkin kadınlar, çirkin otobüsler... çirkin olan ne varsa şu -işimin olmadığı tek- güne denk gelmiş.
sahafın olduğu iş hanının kapısında durdum. girmeye korkmak değil de içeride beni nasıl bir geçmişin bekleyeceğini bilmiyordum.
aşağı kata indim. serin bir kokunun ardında sahafın dükkanı görünüyordu. içeri girdim. seyrek bir dumanla sıkıcı bir sessizlik karşıladı beni.
-hoşgeldin tarhan. otur, bak italyanca bir kitap geldi, 1850 basımı. bir de farsçalar var, ilgini çeker.
oturup kitaba baktım. 
-abi bu incil.
-iyi işte, papaza satarım.
o sırada içeriye köktan girdi.
köktan iki yıl önce tahranda bir kütüphaneden bir el yazması çalmaya çalışmıştı. 
sınır dışı edildi.
kütüphanesinde, çoğu çalıntı, tahmini iki yüz kadar 150 yıldan eski kitap olduğunu söylüyor.
içeri girip sahafa selam verdi sonra karşıma oturup elimi sıktı.
-yeni bir şeyler düşmüş eline?
-adamın biri ölmüş, dangalak oğlu da bütün kütüphaneyi beş bine sattı bana. sekiz koli kitap! sadece içlerinden kendime ayırdığım on tanesi beş bin eder. 
yeni kitaplardan hayyam rubaiyatının farsça bir kopyasını karıştırırken içeri hasan girdi.
hasan bir ressam. bir buçuk ay önce bileğini kesip akan kanı bir kabın içinde toplayıp ucu ucuna ambulans çağırmış. hastaneden çıkıp eve dönünce kurumuş/pıhtılaşmış kanını tiner ve bir miktar serumla seyrelterek salt kendi kanından bir resim çizmişti. "sadece duygularımı ve ruhumu değil, bedenimi de katmış oldum çizime" demişti.
hasan içeri girer girmez sahaf, ona bir kartpostal uzattı. hasan kartpostalı alıp biraz inceledi.
-taş baskı. arkasında ne yazıyor?
kartpostala uzandım.
  -sevgili dostum hasan
herkes telaşlı, herkes sancılı, herkes mutsuz. herkes yazıyor, herkes kusuyor.
fatmayı ve seni çok özledim
hamid'in gözlerinden öperim
                        mehmet
paris - 1319
.
1900lerin başları işte
  ben kartpostalı okurken hasan, sargılı bileğini sıvazlıyordu. okumayı bitirdiğimde sorar gözlerle sahafa "bu kart artık sahibine ulaşabilir mi?" diye sordu. sahaf "buyur." dedi. 
hepimiz "bir çay içip kalkacağım"larda tanıştık
hepimiz telaşlıyız, hepimiz sancılıyız, hepimiz mutsuzuz. hepimiz yazıyoruz, hepimiz kusuyoruz.
hepimiz birilerini özlüyoruz ve yalnızız.
hepimizin kendi etiği var. hepimiz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
                                                    tarhan
ankara - 2013
insanlığın sonundan birkaç yıl sonra işte.
5 notes · View notes
ikarusunkanadi · 11 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
les triplettes de belleville
60 notes · View notes
ikarusunkanadi · 11 years
Text
amelia human steps
ben bir fransız sonbaharındayım
göğüm denize nazır
ama sokaklarım tunaya dökülür
böyle ışıklanmışsa sokaklar
işte bu gördüğünüz deri çizmeli dilencinin günüdür
.
bir adamın gözlerini dinliyorsan adam güzeldir
ve bir kadın sevdiğim bir fotoğrafı geçirmiş üstüne
işte bir kadın bir adamın gözlerini dinleyebiliyorsa güzeldir
ve adamın gözyaşları bir şehri anlatıyorsa adam güzeldir
ve sokaklar ışıklanmışsa bir adamın dudaklarında 
adamın dudakları bir şiirle ıslanmışsa
adamın dudakları gözyaşlarıyla ıslanmışsa
adamın dudakları bir şehre batmışsa 
ah adam bir şehir oldukça güzeldir.
.
simsiyah paltosuna düşen kar beyaz
ve gökyüzü tuhafça hareketsiz
ve ruhu şemsiyelerce renkli
tarık mevsiminde kara şehri
şemsiyeymişçe boyuyor
ve ışıklanmışsa sokaklar şemsiyeler gibi
işte bayanlar baylar; bu siyah olanın mevsimi!
.
bir sigara bitmek için var
ve buz erimek için
insan ölmek için yaşarsa 
bir yerde sokaklar böylesi ışıklanmışsa
yani havada biraz kar varsa 
bu vakit, sevme vakti.
5 notes · View notes
ikarusunkanadi · 11 years
Photo
Tumblr media
delilik muhteşem bir zihnin bağımsızlık ilanıdır
13 notes · View notes