kurdistangercekleri
kurdistangercekleri
KURDİSTAN GERÇEKLERİ
63 posts
RASTİYÊN KURDİSTANÊ
Don't wanna be here? Send us removal request.
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Kürdistan bağımsız devlet olacak!
Tumblr media
Columbia Üniversitesi Barış ve İnsan Hakları Enstitüsü Direktörü David Phillips, “Irak Kürdistanı, yani dünyada bundan sonra ilan edilecek ilk bağımsız devlet olacak" dedi.City University Of New York'a bağlı City College of NY Anthropology Bölümü öğrencilerine extra kredi niteliğinde Kobanê konulu iki saatlik ders verildi.The Anthropology Club ile New York Rojava İnisiyatifi işbirliğinde ve Colin Powell School for Cıvıc and Global Leadership sponsorluğunda gerçekleştirilen konferansa, öğrencilerin yanı sıra dışarıdan davetliler de katıldı.
Basına kapalı olan etkinliği yalnızca Rûdaw muhabiri izledi.  Kobanê konulu eğitim amaçlı konferans David Phillips moderatörlüğünde gerçekleşti. Konferansta PYD lideri Salih Müslim, gazeteci Mutlu Çiviroğlu ve Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Nazan Üstündağ konuşmacı olarak yer aldı.  Evsahibi olarak açış konuşmasını yapan Antropooji Bölümü profesörü Stan Thangaraj'dan sonra söz alan Phillips, ABD yönetiminin Kürd politikalarında bir an önce değişime gitmesi gerektiğini ifade etti. PKK'nin “terör örgütü” listesinden çıkartılmasını isteyen Phillips, PYD ile ilişki geliştirilmesi ve “Irak Kürdistan Bölgesi”nin (KRG) bağımsızlığına destek verilmesini istedi.  Kobanê'den sonraki gelişmeleri sıralayan Phillips, ABD'nin YPG'ye silah yardımı ve PYD ile görüşmesini önemine işaret etti. Phillips."Bu süreçte yaşanan gelişmeler Suriye Kürdleri ile PKK'yi bir araya getirdiği gibi, Irak Kürdleri ile bir araya gelmelerini ve dolayısıyla Kürd birliğini de sağladı" diye konuştu.  Bölgede yaşanan gelişmelerin yakın gelecekte ciddi sonuçları olacağına dikkat çeken Phillips, şunları söyledi:"Türk tankları, Kobanê'de İŞİD'le sokak çatışmalarını Türkiye sınırındaki tepelerden izledi. Türk güvenlik güçleri, Kobanê'ye destek için sınıra gelenlere saldırdı.Tam da böyle bir ortamda Erdoğan dedi ki 'PYD, PKK terör örgütü ile eşittir. İŞİD neyse PKK de odur.İkisini birbirinden ayırmak hatadır.' Bizler gibi demokrasiyi ve batı değerlerini benimseyen Kürdleri İŞİD ile bir tutmak bana göre büyük bir hakarettir. Erdoğan aynı zamanda ABD'nin Kobanê için verdiği mücadeleye yönelik suçlamalarda da bulundu. Oysa bizler çok iyi biliyoruz ki, Türkiye'nin 2012'den sonra İŞİD ve cihatçı gruplarla ilişkileri hakkında yeterince kanıt var" dedi. Müslim: ABD ile devam etmek istiyoruz  Konferansa Skype ile katılan PYD lideri Salih Müslim, İŞİD'in yalnızca yıkmayı, tahrip etmeyi ve katletmeyi hedef alan bir örgüt olduğunu belirterek, "İŞİD yalnızca yıkma işlevini gören bir araçtır' dedi. YPG'nin İŞİD terörüne karşı uzmanlaştığına dikkat çeken Müslim, "Bizler, demokrasiyi ve insan haklarını savunuyoruz. İŞİD ise insanlık düşmanı" diye konuştu.  ABD yönetiminin PYD ile işbirliği yapmasını isteyen Müslim, uluslararası ölçekte desteğe ihtiyaç duyduklarını dile getirdi.  Müslim, kendisine yöneltilen sorular üzerine Kobanê'de bulunan Özgür Suriye Ordusu üyeleri ve Üêşmergelerin YPG ile koordineli olarak çalıştığını ifade ederek, şöyle dedi:"ÖSO içindeki bazı kesimlere güvenmiyoruz.O yüzden onları istemedik. Çünkü ÖSO içinde bazı oluşumlar İŞİD zihniyetini paylaşıyor. Kobanê'deki Pêşmergeler ise etkili silahları ile birlikte önemli bir işlev görüyor. Şu anda Kobanê'de durum iyiye gidiyor."  Müslim, ABD ile temaslarına devam etmek istediklerini de kaydetti."ABD ile ilişki geliştirme konusunda çok ciddiyiz. Yüz yüze görüşmemiz gayet yararlı oldu. Bunun devam etmesi gerekir" dedi.  Durum Kürdler’in lehine dönüyor  Rojava konusunda yaptığı haberlerle tanınan gazeteci Mutlu Çiviroğlu, bölgedeki gelişmeleri aktardı. Kobanê'deki durumun giderek Kürdler’in lehine döndüğünü vurgulayan Çiviroğlu, İŞİD'in ağır kayıplar verdiğini söyledi.  Çiviroğlu, Kürd kaynaklarına göre İŞİD'in Kobanê'de binden fazla kayıp verdiğini bildirdi. Kürdler’in yalnıza kendileri için değil insanlık için de savaş verdiğini ifade eden Çiviroğlu, uluslararası toplumun Kürdlere destek vermesini istedi.  Konferansa Skype ile katılan Nazan Üstündağ ise YPJ'nin önemine dikkat çekti. Üstündağ, Kürd kadınlarını verdiği mücadelenin dünyanın ilgisini bölgeye çektiğini ve “Rojava devriminin” dünyada sempati ile karşılandığını kaydetti.  Barack Obama'yı eleştirdi  İkinci oturumda tekrar söz alan David Philips, ABD Başkanı Barack Obama'nın bir süre önce "Suriye'de bir stratejimiz yok" sözlerini eleştirdi. Phillips, şöyle konuştu"Bir hedefiniz yoksa bir stratejiniz de olamaz.Ve bu hedef de yeni bir devleti tanımak olmalı.Ve bana göre nihayetinde bu kaçınılmaz devlet Irak Kürdistanı, yani dünyada bundan sonra ilan edilecek ilk bağımsız devlet olacak. Bu devlet de Rojava ile ilişki kurup, bölgedeki Kürdler’i birbirine bağlayacak. Bu da yeni bölgede yeni bir Kürd muhiti doğuracak. Bu nedenle özellikle Kobanê'nin ardından, tarihte Kürdlere yapılan adaletsizliğin de telafi edilmesi için kritik bir dönemece gelmiş bulunmaktayız. İleriki süreçte, bu gelişmelere daha fazla kayıtsız kalmanın aksine katkı sağlamak çok daha önemli hale gelecek. Bu yüzden, Kürdler’in haklarını savunmak, onları İŞİD'den ve diğer tehditlerden korumak için silahlandırma arayışlarını başlatacaktır."  Sürpriz telefon bağlantısı  Bu arada, ABD'li tanınmış diplomat ve yazar Peter W. Galbraith da telefonla konferansa katılarak Salih Müslim'e sorular yöneltti. KRG'ye de geçmişte danışmanlık yapan ve bağımsız Kürdistan fikrine destek veren Galbraith,"Kak Salih" diye hitap ettiği Salih Müslim ile her gün konuştuğunu söyledi.  Galbraith, ABD yönetiminin bir an önce Salih Müslim'e vize vermesini ve Müslim'le en yakın zamanda ABD'de yüz yüze görüşmeyi umduğunu söyledi.Galbraith, Müslim'in ABD yönetiminden ne gibi beklentileri olduğunu sordu.  Müslim de Kürdler’in hiçbir yerde ABD karşıtlığı yapmadığını ve ABD ve Kürdler’in Ortadoğu'da birbirine ihtiyaç duyduğunu söyledi.
1 note · View note
kurdistangercekleri · 11 years ago
Video
youtube
Ünlü Kürd şair ve mutasavvıfı Melayê Cıziri’nin hanımına ithafen yazmış olduğu divan
Zuber Salih seslendiriyor..
Sabahul Xeyr , Sabah-ul Xeyr , Sabahül Xeyr  ;
Sebahul xeyr xana min,şehî şîrîn zebana min  Tuyî ruh û rewana min,bibit qurban te canê min  ... Te alellah çi(h)zatî tu çi(h) wî şîrîn sifatî tu  Ne wek qend û nebatî tu yeqîn ruh û heyatî tu  Heyat û reheta can im"sebahul xeyr ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînîm bejn û balayê  Sebahul xeyrî mesta min,letîfa cam bi desta min  Xumar û meyperesta min,tuyî meqsûd û qesta min  Ji meqsûdan tuyî bes min bibin ber çerxê etles min  ji xeyrê te nevêt kes min bi reş toz in muqewwes min  Di benda zulfê çewkan im "sabahul xeyrî ya xanim!"  Were bî nahiya çavan bibînim bejn û balayê  ji wê zulfê ji wê bendê reha bim lê ji peywêndê  Siyeh çeşmê sipî zendê te sohtim şibhetê findê  Şubhê şem' û şemal im ez ji ber hubba te lal im ez  Da'if im wek hilal im ez sîfet goyîn di kal im ez  Ve bulbul ra bi evxan im "sebahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan biînim bejn û balayê  Ve bulbul ra şev û rojê ser wê terh û bişkojê  Enî mahî şefeq rojê te sohtim şubhetê dojê  Ku dûr im ez ji wê hûrê tenê carek li ser sûrê  Ji wadî eymana torê tecella kir di nîv nûrê  Ji wê sohtî dil û can im "sabahul xeyr ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Ji husna wê tecellayê yedî beyda û belayê  Çi wesfan bîm xeber nayê welê dil cezbêê dayê  Ne hişyar im ji wê berqê ji zer tacêli ser ferqê  Ji spêde da heta şerqê belê naêxmê ferqê  Ji derba 'işqê nalan im "sabahul xeyr ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Zarîfê nazikê şengê sîfet hûrî perî rengê  Bi rojê ra tu hevdengî du reş toz in siyeh yengê  Kişandin lê ne wek caran xedengên qews û nûbaran  Ji rengê şîr û mukaran reşandin sîne wek baran  Jiwê derbê pir êşan im "sabahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Veke carek xet û xalan li ser wan mesned û palan  Bixwîne li me 'ebdalan bibînin 'îd û sersalan  Îcazet dê me destûrê perî rengê sîfet hûrê  Ji nîva zulmet û nûrê binoşin mey di ferfûrê  Ji dil talanê xalan im "sabahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Ji şehkasa ku qerqef tê meya nûrên muşerref tê  Nîşanek dîlberê kef tê ji bo min her seher xeftê  Ji wê camê dinoşim ez seher lew ney li hoş im ez  Ji ' amê lê dipoşim ez bi can her lê dikoşim ez  Ku xalib mest û sukran im "sabahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Were pêşber melayê xwe şehîd û mubtelayê xwe  Bi şefqet ke liqayê xwe Meya nemrit bi dayê xwe  Mesîhayê li bîmaran kesên gestî du reş maran  Şehîdên şir û mukaran kirî amancê nûbaran  Li dîdara te heyran im "sebahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê
***************************************
sabahul hayr türkçe sözleri , sabahul hayr sözleri , sabahul hayr türkçe anlamı , sabahul xeyr sözleri , sabahul xeyr anlamı, sabahul xeyr türkçesi, sabahul xeyr nedir, sabahul xeyr ne demek
***************************************
Türkçesi:
tatlı dilli sultanım hayırlı sabahlar sana ruhum ve canımsın feda olsun bu can sana hayret içerisindeyim güzelliğinin ve tatlı sıfatlarının karşısında ruhum ve canımsın en tatlı şeker ve nebat tatsız kalır yanında hayatım ve rahatım olan sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün nuru (aydınlığı ) seyredeyim selvi boyunu senin hayırlı sabahlar sana ey kadehi elinde sekranım benim mey düşkünü mahrumum, son ereğim ,maksudum benim dokuzuncu semaya da çıkarsalarda beni, maksudum sensin benim istemem gayrını, siyah kaşlarınla sen yetersin bana ey zülfünün tutsağı olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyrdeyim selvi boyunu senin özgür olmak isterdim zülüflerle kaküllerinden tutsağından siyah gözlerinle, beyaz kolların eritti beni bir mum gibi dilim aşkından tutuktur şimdi eriyen bir mumum sanki ipince hilale döndüm öten tuti kuşundan ne farkım var ey bülbülle hem feryat olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin gece gündüz bülbülleyim açmamış gül dalında yaktın beni cehennem ateşinde ay yüzlüm güneşim benim uzağım şimdi sevgiliden son kez görmüştüm onu surlar üstünde yarı nur şeklinde parlamıştı sina dağının eymen vadisind ey tecellisinden yandığım sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin selvi boyunu yedi beyzanın güzelliklerini anlatamam ne yapsam o tecelli anında gördüklerimi sevgilinin altın tacından parlayan şimşek şuur bırakmadı bende aydınlattı doğuyu batıyı ayırtetmek imkansız o iki parıltıyı ey aşkının darbeleriyle inlediğim sevgilim hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin zarifsin naziksin latifsin perisin sanki bir hurisin yüzün güneş aydınlığı,yengidir siyah kaşların görülmemiş yeni oklar atıldı yay kaşlarından yağmur gibi serpildi sineme sayısız kıl��ç ve hançer darbeleri ey darbeleriyle kıvrandığım sultanım hayırlı sabahlar sana seyredeyim selvi boyunu gel ey gözümün aydınlığı kaldır yüzündeki perdeyi görünsün yüzündeki benler ki öğrensin bayramın ve newrozun anlamını bencileyin abdallar destur ver bize ey huri yüzlü,peri huylu güzel sevgillim gel içelim fağfurdan gece karanlığında gündüz aydınlığında benleri uğruna müflis olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin karkaf şarabının bulunduğu göz alıcı sultani bardakta her seher vakti sevgiliden bana gelen gizli bir işaret var içerim hep o bardaktan seherlerde şuur bırakmaz bende insanlarda gizlice yapmaktayım bunu, ulaşmak için sevgiliye her dem mest ve şükranım , sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin aşkının şehidi ve mübtelası olan melaya bir kez olsun görün ölmesini istemiyorsan bir kez olsun acı da yüzünü göster ona siyah yılanın soktuğu aşk hastalarının mesihisin sen kılıç ve hançer darbelerine hedef seçtiğin hayranlarının seyrine hayran olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydığınlığı seyredeyim selvi boyunu senin.
NOT: Eşine iyi davranmayan, eşini döven ve kıymetini bilmeyen insanlar Melayê Cizîrî'nin bu eserinden ders alsınlar ve onu örnek alsınlar.
                                 Melayê Cizîrî
Ünlü Kürd şair ve mutasavvıfı Melayê Cıziri’nin “gerçek adı Ahmed’dir. Melayê Cıziri’nin doğum tarihi hakkında birçok rivayet vardır. Kendisinin şiirinde belirttiğine göre Hicri takvime göre 974’te Cizre’dedünyaya gelmiştir. Miladi takvime göre 1566’a denk gelir.
Ji herfan mah û salê me Nehat der şiklê falê me”
Bu da ebced hesabına göre 974’ü gösterir.
Melayê Cıziri Botan aşiretindendir. Babasının adı Muhammed’dir. O da zamanında bütün Kürt halkı arasında bilinen, dindar bir ailede büyümüştür. İlk hocası babasıdır. Sonra Kürdistan’ın birçok yerinde tahsilini devam ettirmiştir. Diyarbakır, Bingöl, Hasankeyf gibi farklı yerlerde ilim öğrenir. İmamlık icazetini Diyarbakır’dan Mele Taha’dan almıştır. Uzun süre Diyarbakır’ın Sırba Köyünde İmamlık yapmıştır. Sırba ve Hasankeyf’ten sonra Cizre’ye gelir ve hayatının sonu kadar memleketi olan Cizre’de kalır. Botan Beyi Mir Şeref Han’ın danışmanlığını yapıyordu. İmameddin Bey (Şeref Han) Melayê Cıziri’ye çok değer verirdi.
Mela Ehmedê Cıziri’nin eserlerinden en meşhur olanı O’nun “Divan”ıdır. Doğrusu diwanından başka hiç bir eserinden bahsedilmiyor. “Divan”ının dışında ağızdan ağza bize kadar ulaşan sadece birkaç şiiri vardır.
Mela Ehmedê Cıziri “Aşkın Piri” olarak tanınır. Aşk şiirleri kısa bir süre öncesine kadar evlerde eşler arasında karşılıklı okunurdu. Bunların dışında divanının her bir bölümü kendi başına bir bilinç ve sanat kaynağıdır. Tarihten, felsefeye, Timurleng ve Cengiz’in barbarlığından, Sokrat’ın teorisine, astronomiden, dünyanın hareketlerine kadar birçok konuda şiir yazmıştır.
Mela Ehmedê Cıziri’nin divanı Kürt edebiyatı açısından büyük bir zenginliktir. Mela şiirlerinde Farsça, Arapça ve birkaç ta Türkçe kelime kullanmıştır. Buna rağmen şiirlerini zengin bir dille yazmıştır. Şiirlerin birçok Kürtçe atasözü ve deyime yer vermiştir. 1500e yakın kelime ile yazmış ve kelimelerinin çoğu Kürtçe’dir. Bugünkü sözlüklerde Mela Ehmedê Cıziri’nin kelimelerinin yer almaması araştırmalarımızdaki eksikliği gösteriyor.
Onun şiirlerinden bazıları halkın ağzından bu günlere kadar gelmiştir. Şiirleri belli süre halk tarafından okunmuştur.
Şiirlerindeki duygu yoğunluğu okuyanları çok etkilemektedir. Melayê Cıziri şiirlerinde Türklerin ve Farsların Kürtlere yönelik haksızlıklarından da bahsetmiştir.
Melayê Cıziri ilmi alanda kendini geliştirmiş ve büyük bir alimdir. Şüphesiz Melayê Cıziri Mutasavvuf idi, bir alimdi ve şiirlerinde saklı olan daha bir çok düşünce var.
Süleyman Şoreş şöyle der: “Bazıları onun ‘Vahdetul Vucud’ meşrebine bağlı olduğunu söylerler. Yani Allah ve alem birdir , farklı değiller. Fakat benim Mela Ehmedê Cıziri’den anladığım onun ‘Vahdetul Mutlaq’ meşrebine dahil olduğudur.” Şiirinde şöyle der:
Wehdetê Mutleq mela nûr e di qelban cela
Zorê di vê meselê ehlê dila şibheme
Bir başka beyitte:
Wehdetê sirf e me meşrep te çi iksîrê wucûd
Em lebaleb çi lebaleb bixwe hemame lebaleb
Mele Xalıd Sadini Melayê Cıziri hakkında şunları söylüyor; “Melayê Cıziri’nin divanında O’nun, bütün hikaye, eski rivayet, örf, adet, İslami ve ondan önceki ilmi kavramlara hakim olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda O çevre halkların tarih ve ananelerinden de haberdardır.”
Mela Ehmedê Cıziri’nin divanında toplam 140 şiir vardır.
Mela Ehmedê Cıziri, her zaman divanı kendisine meslek edinmiştir. Okunmalarında da çok titizdir. Yanlış okunduğunda kızardı.
Mela Ehmedê Cıziri ve Feqiyê Teyran’ın atışmalarından anlıyoruz ki O 1631’de Cizre’deydi. Divanını da o yıl (1631) bitirmiştir. Feqiye Teyran “Îro girya me tê” isimli şiirinde Mela’nın ölümünü işler. Buna göre hicri 1050 yılında (M:1640) vefat etmiştir.
Mela Ehmedê Cıziri’nin ölümü hakkında birçok rivayet vardır.
Hicri 1050’de vefat etmiştir. Mezarı şimdi Cizre’de, “Medresa Sor”dadır. Bugün Kürtçe’de tasavvuf edebiyatının bir şaheseri sayılan Divan’ını anlamak ve ondaki derin ve lahuti mana iklimine girebilmek için sadece dili bilmek yetmez. Çünkü geniş ve derin bir ilme, keskin bir marifete, zengin ve coşkun bir aşka sahip olan Cezirî’nin şiirlerinde tarih, felsefe, estetik, tasavvuf, belagat, nahiv (gramer), astronomi gibi fizik ve metafizik konular içiçe geçmiştir. Önemli fıkıh kaynaklarına gönderme yapması; Maruf-u Kerhî, Şiblî, Mansur ve Alaî gibi tasavvuf büyüklerini zikretmesi, Şeyh San’an gibi bir seyri süluk serüvenini şiirine konu edinmesi onun fıkıh, kelam ve tasavvuf vadisinde zengin bir birikime sahip olduğuna işaret eder. Ancak o, bütün bunları varılması ve ulaşılması gereken bir noktaya doğru yöneltir, asıl maksuduna ve matlubuna hizmet yolunda ustalıkla kullanır. Şiirinde kullandığı tüm argümanlar ilahi aşkın remizleri olarak anlaşılmalıdır. Bediüzzaman Said Nursî’nin, onun aşktaki makamını şöyle ifade ettiği rivayet edilir: "Mevlana Celaleddin-i Rumî, Molla Ahmed-i Cezirî ve Mevlana Cami’nin aşk meşrebindeki makamları birdir" O halde, Cezirî’nin divanını, onun ruh ikliminin iksirli havasını teneffüs ederek okumalıyız. Tasavvufun kendine özgü mazmunlarını ve kavramlarını ve bunlara yüklenen manaları bilmeden onun kudsî lezzetini tadamayız. Çünkü onun nazarında bütün güzellikler ilahi güzelliğin birer yansıması, birer tecellisidir.
Melayê Cizîrî hakkında daha fazla bilgi için Özgür Ansiklopedi ve diğer kanallardan araştırma yapmanızı öneriyoruz. 
>> www.tr.wikipedia.org/wiki/Molla_Ahmed-i_Cezirî
>> www.ku.wikipedia.org/wiki/Molla_Ahmed-i_Cezirî
6 notes · View notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Video
youtube
Ünlü Kürd şair ve mutasavvıfı Melayê Cıziri’nin hanımına ithafen yazmış olduğu divan
Reşîd Sofî seslendiriyor ..
Sabahul Xeyr , Sabah-ul Xeyr , Sabahül Xeyr  ;
Sebahul xeyr xana min,şehî şîrîn zebana min  Tuyî ruh û rewana min,bibit qurban te canê min  ... Te alellah çi(h)zatî tu çi(h) wî şîrîn sifatî tu  Ne wek qend û nebatî tu yeqîn ruh û heyatî tu  Heyat û reheta can im"sebahul xeyr ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînîm bejn û balayê  Sebahul xeyrî mesta min,letîfa cam bi desta min  Xumar û meyperesta min,tuyî meqsûd û qesta min  Ji meqsûdan tuyî bes min bibin ber çerxê etles min  ji xeyrê te nevêt kes min bi reş toz in muqewwes min  Di benda zulfê çewkan im "sabahul xeyrî ya xanim!"  Were bî nahiya çavan bibînim bejn û balayê  ji wê zulfê ji wê bendê reha bim lê ji peywêndê  Siyeh çeşmê sipî zendê te sohtim şibhetê findê  Şubhê şem' û şemal im ez ji ber hubba te lal im ez  Da'if im wek hilal im ez sîfet goyîn di kal im ez  Ve bulbul ra bi evxan im "sebahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan biînim bejn û balayê  Ve bulbul ra şev û rojê ser wê terh û bişkojê  Enî mahî şefeq rojê te sohtim şubhetê dojê  Ku dûr im ez ji wê hûrê tenê carek li ser sûrê  Ji wadî eymana torê tecella kir di nîv nûrê  Ji wê sohtî dil û can im "sabahul xeyr ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Ji husna wê tecellayê yedî beyda û belayê  Çi wesfan bîm xeber nayê welê dil cezbêê dayê  Ne hişyar im ji wê berqê ji zer tacêli ser ferqê  Ji spêde da heta şerqê belê naêxmê ferqê  Ji derba 'işqê nalan im "sabahul xeyr ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Zarîfê nazikê şengê sîfet hûrî perî rengê  Bi rojê ra tu hevdengî du reş toz in siyeh yengê  Kişandin lê ne wek caran xedengên qews û nûbaran  Ji rengê şîr û mukaran reşandin sîne wek baran  Jiwê derbê pir êşan im "sabahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Veke carek xet û xalan li ser wan mesned û palan  Bixwîne li me 'ebdalan bibînin 'îd û sersalan  Îcazet dê me destûrê perî rengê sîfet hûrê  Ji nîva zulmet û nûrê binoşin mey di ferfûrê  Ji dil talanê xalan im "sabahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Ji şehkasa ku qerqef tê meya nûrên muşerref tê  Nîşanek dîlberê kef tê ji bo min her seher xeftê  Ji wê camê dinoşim ez seher lew ney li hoş im ez  Ji ' amê lê dipoşim ez bi can her lê dikoşim ez  Ku xalib mest û sukran im "sabahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê  Were pêşber melayê xwe şehîd û mubtelayê xwe  Bi şefqet ke liqayê xwe Meya nemrit bi dayê xwe  Mesîhayê li bîmaran kesên gestî du reş maran  Şehîdên şir û mukaran kirî amancê nûbaran  Li dîdara te heyran im "sebahul xeyrî ya xanim!"  Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê
***************************************
sabahul hayr türkçe sözleri , sabahul hayr sözleri , sabahul hayr türkçe anlamı , sabahul xeyr sözleri , sabahul xeyr anlamı, sabahul xeyr türkçesi, sabahul xeyr nedir, sabahul xeyr ne demek
***************************************
Türkçesi:
tatlı dilli sultanım hayırlı sabahlar sana ruhum ve canımsın feda olsun bu can sana hayret içerisindeyim güzelliğinin ve tatlı sıfatlarının karşısında ruhum ve canımsın en tatlı şeker ve nebat tatsız kalır yanında hayatım ve rahatım olan sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün nuru (aydınlığı ) seyredeyim selvi boyunu senin hayırlı sabahlar sana ey kadehi elinde sekranım benim mey düşkünü mahrumum, son ereğim ,maksudum benim dokuzuncu semaya da çıkarsalarda beni, maksudum sensin benim istemem gayrını, siyah kaşlarınla sen yetersin bana ey zülfünün tutsağı olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyrdeyim selvi boyunu senin özgür olmak isterdim zülüflerle kaküllerinden tutsağından siyah gözlerinle, beyaz kolların eritti beni bir mum gibi dilim aşkından tutuktur şimdi eriyen bir mumum sanki ipince hilale döndüm öten tuti kuşundan ne farkım var ey bülbülle hem feryat olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin gece gündüz bülbülleyim açmamış gül dalında yaktın beni cehennem ateşinde ay yüzlüm güneşim benim uzağım şimdi sevgiliden son kez görmüştüm onu surlar üstünde yarı nur şeklinde parlamıştı sina dağının eymen vadisind ey tecellisinden yandığım sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin selvi boyunu yedi beyzanın güzelliklerini anlatamam ne yapsam o tecelli anında gördüklerimi sevgilinin altın tacından parlayan şimşek şuur bırakmadı bende aydınlattı doğuyu batıyı ayırtetmek imkansız o iki parıltıyı ey aşkının darbeleriyle inlediğim sevgilim hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin zarifsin naziksin latifsin perisin sanki bir hurisin yüzün güneş aydınlığı,yengidir siyah kaşların görülmemiş yeni oklar atıldı yay kaşlarından yağmur gibi serpildi sineme sayısız kılıç ve hançer darbeleri ey darbeleriyle kıvrandığım sultanım hayırlı sabahlar sana seyredeyim selvi boyunu gel ey gözümün aydınlığı kaldır yüzündeki perdeyi görünsün yüzündeki benler ki öğrensin bayramın ve newrozun anlamını bencileyin abdallar destur ver bize ey huri yüzlü,peri huylu güzel sevgillim gel içelim fağfurdan gece karanlığında gündüz aydınlığında benleri uğruna müflis olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin karkaf şarabının bulunduğu göz alıcı sultani bardakta her seher vakti sevgiliden bana gelen gizli bir işaret var içerim hep o bardaktan seherlerde şuur bırakmaz bende insanlarda gizlice yapmaktayım bunu, ulaşmak için sevgiliye her dem mest ve şükranım , sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin aşkının şehidi ve mübtelası olan melaya bir kez olsun görün ölmesini istemiyorsan bir kez olsun acı da yüzünü göster ona siyah yılanın soktuğu aşk hastalarının mesihisin sen kılıç ve hançer darbelerine hedef seçtiğin hayranlarının seyrine hayran olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana gel ey gözümün aydığınlığı seyredeyim selvi boyunu senin.
NOT: Eşine iyi davranmayan, eşini döven ve kıymetini bilmeyen insanlar Melayê Cizîrî'nin bu eserinden ders alsınlar ve onu örnek alsınlar.
                                 Melayê Cizîrî
Ünlü Kürd şair ve mutasavvıfı Melayê Cıziri’nin “gerçek adı Ahmed’dir. Melayê Cıziri’nin doğum tarihi hakkında birçok rivayet vardır. Kendisinin şiirinde belirttiğine göre Hicri takvime göre 974’te Cizre’dedünyaya gelmiştir. Miladi takvime göre 1566’a denk gelir.
Ji herfan mah û salê me Nehat der şiklê falê me”
Bu da ebced hesabına göre 974’ü gösterir.
Melayê Cıziri Botan aşiretindendir. Babasının adı Muhammed’dir. O da zamanında bütün Kürt halkı arasında bilinen, dindar bir ailede büyümüştür. İlk hocası babasıdır. Sonra Kürdistan’ın birçok yerinde tahsilini devam ettirmiştir. Diyarbakır, Bingöl, Hasankeyf gibi farklı yerlerde ilim öğrenir. İmamlık icazetini Diyarbakır’dan Mele Taha’dan almıştır. Uzun süre Diyarbakır’ın Sırba Köyünde İmamlık yapmıştır. Sırba ve Hasankeyf’ten sonra Cizre’ye gelir ve hayatının sonu kadar memleketi olan Cizre’de kalır. Botan Beyi Mir Şeref Han’ın danışmanlığını yapıyordu. İmameddin Bey (Şeref Han) Melayê Cıziri’ye çok değer verirdi.
Mela Ehmedê Cıziri’nin eserlerinden en meşhur olanı O’nun “Divan”ıdır. Doğrusu diwanından başka hiç bir eserinden bahsedilmiyor. “Divan”ının dışında ağızdan ağza bize kadar ulaşan sadece birkaç şiiri vardır.
Mela Ehmedê Cıziri “Aşkın Piri” olarak tanınır. Aşk şiirleri kısa bir süre öncesine kadar evlerde eşler arasında karşılıklı okunurdu. Bunların dışında divanının her bir bölümü kendi başına bir bilinç ve sanat kaynağıdır. Tarihten, felsefeye, Timurleng ve Cengiz’in barbarlığından, Sokrat’ın teorisine, astronomiden, dünyanın hareketlerine kadar birçok konuda şiir yazmıştır.
Mela Ehmedê Cıziri’nin divanı Kürt edebiyatı açısından büyük bir zenginliktir. Mela şiirlerinde Farsça, Arapça ve birkaç ta Türkçe kelime kullanmıştır. Buna rağmen şiirlerini zengin bir dille yazmıştır. Şiirlerin birçok Kürtçe atasözü ve deyime yer vermiştir. 1500e yakın kelime ile yazmış ve kelimelerinin çoğu Kürtçe’dir. Bugünkü sözlüklerde Mela Ehmedê Cıziri’nin kelimelerinin yer almaması araştırmalarımızdaki eksikliği gösteriyor.
Onun şiirlerinden bazıları halkın ağzından bu günlere kadar gelmiştir. Şiirleri belli süre halk tarafından okunmuştur.
Şiirlerindeki duygu yoğunluğu okuyanları çok etkilemektedir. Melayê Cıziri şiirlerinde Türklerin ve Farsların Kürtlere yönelik haksızlıklarından da bahsetmiştir.
Melayê Cıziri ilmi alanda kendini geliştirmiş ve büyük bir alimdir. Şüphesiz Melayê Cıziri Mutasavvuf idi, bir alimdi ve şiirlerinde saklı olan daha bir çok düşünce var.
Süleyman Şoreş şöyle der: “Bazıları onun ‘Vahdetul Vucud’ meşrebine bağlı olduğunu söylerler. Yani Allah ve alem birdir , farklı değiller. Fakat benim Mela Ehmedê Cıziri’den anladığım onun ‘Vahdetul Mutlaq’ meşrebine dahil olduğudur.” Şiirinde şöyle der:
Wehdetê Mutleq mela nûr e di qelban cela
Zorê di vê meselê ehlê dila şibheme
Bir başka beyitte:
Wehdetê sirf e me meşrep te çi iksîrê wucûd
Em lebaleb çi lebaleb bixwe hemame lebaleb
Mele Xalıd Sadini Melayê Cıziri hakkında şunları söylüyor; “Melayê Cıziri’nin divanında O’nun, bütün hikaye, eski rivayet, örf, adet, İslami ve ondan önceki ilmi kavramlara hakim olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda O çevre halkların tarih ve ananelerinden de haberdardır.”
Mela Ehmedê Cıziri’nin divanında toplam 140 şiir vardır.
Mela Ehmedê Cıziri, her zaman divanı kendisine meslek edinmiştir. Okunmalarında da çok titizdir. Yanlış okunduğunda kızardı.
Mela Ehmedê Cıziri ve Feqiyê Teyran’ın atışmalarından anlıyoruz ki O 1631’de Cizre’deydi. Divanını da o yıl (1631) bitirmiştir. Feqiye Teyran “Îro girya me tê” isimli şiirinde Mela’nın ölümünü işler. Buna göre hicri 1050 yılında (M:1640) vefat etmiştir.
Mela Ehmedê Cıziri’nin ölümü hakkında birçok rivayet vardır.
Hicri 1050’de vefat etmiştir. Mezarı şimdi Cizre’de, “Medresa Sor”dadır. Bugün Kürtçe’de tasavvuf edebiyatının bir şaheseri sayılan Divan’ını anlamak ve ondaki derin ve lahuti mana iklimine girebilmek için sadece dili bilmek yetmez. Çünkü geniş ve derin bir ilme, keskin bir marifete, zengin ve coşkun bir aşka sahip olan Cezirî’nin şiirlerinde tarih, felsefe, estetik, tasavvuf, belagat, nahiv (gramer), astronomi gibi fizik ve metafizik konular içiçe geçmiştir. Önemli fıkıh kaynaklarına gönderme yapması; Maruf-u Kerhî, Şiblî, Mansur ve Alaî gibi tasavvuf büyüklerini zikretmesi, Şeyh San’an gibi bir seyri süluk serüvenini şiirine konu edinmesi onun fıkıh, kelam ve tasavvuf vadisinde zengin bir birikime sahip olduğuna işaret eder. Ancak o, bütün bunları varılması ve ulaşılması gereken bir noktaya doğru yöneltir, asıl maksuduna ve matlubuna hizmet yolunda ustalıkla kullanır. Şiirinde kullandığı tüm argümanlar ilahi aşkın remizleri olarak anlaşılmalıdır. Bediüzzaman Said Nursî’nin, onun aşktaki makamını şöyle ifade ettiği rivayet edilir: "Mevlana Celaleddin-i Rumî, Molla Ahmed-i Cezirî ve Mevlana Cami’nin aşk meşrebindeki makamları birdir" O halde, Cezirî’nin divanını, onun ruh ikliminin iksirli havasını teneffüs ederek okumalıyız. Tasavvufun kendine özgü mazmunlarını ve kavramlarını ve bunlara yüklenen manaları bilmeden onun kudsî lezzetini tadamayız. Çünkü onun nazarında bütün güzellikler ilahi güzelliğin birer yansıması, birer tecellisidir.
Melayê Cizîrî hakkında daha fazla bilgi için Özgür Ansiklopedi ve diğer kanallardan araştırma yapmanızı öneriyoruz. 
>> www.tr.wikipedia.org/wiki/Molla_Ahmed-i_Cezirî
>> www.ku.wikipedia.org/wiki/Molla_Ahmed-i_Cezirî
5 notes · View notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Kürdler saha egemenliğine oynamamalı
Tumblr media
Toplumlardaki egemenlik hakkının yerli veya yerli olmayanlar tarafından gerçekleştiriliyor olması, toplumundaki sosyal sorunların temel sebebi olarak algılanabilir. Bir toplumun kendisini yönetmesi anlamına gelen egemenlik hakkını gerçekleştirebilmesi sosyal barışın temel unsurudur. Bu barışın doğrudan doğruya egemenlikle ilintili olması toplumun geleceği açısından önemlidir.
Dünya toplumları 19. ve 20. yüzyılda uluslaşma sürecini başarırken Kürdlerin bunu başaramamasının nedenleri üzerinde düşünmekte fayda var. Kürdistan halkı neredeyse 800 yüzyıl doğrudan doğruya aşiretsel yapıların egemenliğin yaşadı. Süreç içerisinde aşiretler üzerinden oluşan ünsiyet anlayışı, yeni ünsiyet anlayışının gelişimi önünde önemli bir engel olarak yer aldı. Aşiretsel ünsiyet zamanla egemenliğin kullanım biçimine yönelik algının da değişimine neden oldu. Ki egemenliğin koruyuculuğuna güvenilen emin kişilerin eliyle gerçekleştirilmesini mutlak zorunluluk haline gelmesine vesile oldu.
Aşiretsel yapılarla ile yönetilen toplumlar kendisinden olan birinin tahakkümünü kolaylıkla kabul ederken, kendisi dışında olan birinden veya yapıdan gelecek tahakkümü kolay kolay kabul etmezler. Kürdlerin egemenlik algısını şekillendiren bu mantalitenin günümüz Kürd siyaset yaklaşımlarını ideolojik ve düşünsel beslenme kaynaklarının farklılığına rağmen etkilediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ki Kürdler arasında sahne alan bu siyasetlere intisap edenlerin mantalitesini de doğrudan doğruya etkilediğini ileri sürmek fazlaca abartılı bir yaklaşım olamaz.
Bu nedenle Kürdlere dışarıdan zora dayalı dayatma yapıldığında bir süreliğine de olsa suskunluğa gömülebilirler. Ama süreç içerisinde buna karşı olan dirençleri bir yerde herhangi bir olayla ortaya çıkıyor. İki yüzyıllık devletsizliğe rağmen içine düştükleri olumsuz koşul ve şartlarda bile bir süre sonra tekrar ayağa kalkma başarısını göstermeleri bu şekilde okunabilirse sağlıklı sosyal ve siyasal değerlendirmelerle sonuçlar üretilebilir. 
Bu meyanda Kürdler farklı düşünebilirler, farklı tarz siyasi anlayışlarını tercih edebilirler. Hatta farklı düşüncelere intisap ederek kendilerini gerçekleştirmeyi bile düşünebilirler.  Ama bunları bir diğerine dayatmaya kalktıkları anda karşılarında aşiret mantığındaki egemenlik anlayışını bulacakları yaşanalar üzerinden rahatlıkla anlaşılabilir. Ki Kürdler bunu kendilerine karşı bir müdahale olarak algılarlar ve karşıt tepki geliştirirler.
Bu gün PKK ve Hizbullah çizgisine intisap eden Kürdlerin genel kanaat ve davranışları tahlil edildiğinde saha egemenliğini ele geçirme isteği olduğu görülür. Saha da egemen olanların kendi sahaları içerisinde bir başkasının varlığını ve egemenliğini kabul etmemesi aşiret mantığıyla bu güne sirayet eden mantık çerçevesinde doğal görünebilir. Ama dünyanın/insanlığın bugün ulaşmış olduğu birlikte yaşam kültürü çerçevesinde bu bakışın değerlendirilmesi gerekir. Ki anlamsız olduğu apaçık ortadadır.
Günümüz dünyasında düşünsel ve ideolojik tekelleşmeye karşı anlamlı tepkiler var. İnsanların farklı değerlerle kendilerini var kılmaları gerektiğine olan inanç, güçlü argümanlara sahip. Bu nedenle Kürdlerin yek pare bir düşünce veya inanç etrafında kümelenmelerinin mümkün olmadığı görülmektedir.  Bu meyanda da tekelci dayatmanın Kürd toplumu tarafından kabul görmeyeceğini unutmamak gerekir.
O halde Kürdler ideolojiler yerine ortaklaşabilecekleri değerler üzerinden parçalanmışlıklarını bir nebze de olsa giderebilme imkânı bulmak zorundadırlar. Bakın Farslar bu değeri Şia düşüncesi üzerinden oluşturarak dünya karşısında mermerleşmiş bir yapı oluşturmaktadırlar. Ama bunu başarmak içinde yanına bir değer daha koyma ihtiyacı duydular o da Farsilik ve bunun ürettiği tarihsel kültür.
Öyleyse Kürdler, halkın örf, âdetini şeraitten bir bab olarak kabul eden Şafiiliği önemseyerek kadim Kürd Kültürü ve değerleri etrafında bütünleşme sağlayabilirler. Ne zaman ki intisap ettikleri düşüncelerini Kürdlük bilincinin arkasına koyarak pratiklerini gerçekleştirmeye başlarlarsa o zaman gün doğumu yakın olur onlar için.
Sonuç:
PKK ve Hizbullah çizgisinde olan Kürdler şunu açıkça düşünmelidirler. Aramızdaki çatışma kime yarıyor? Bu soruya sağlıklı cevap üretebildikleri zaman aralarındaki sürtüşmenin anlamsızlığını fark ederler. Değer istiyorlarsa Kürdlük ve bunun yanına konulacak onlarca değerde uzlaşmalarının mümkün olduğunu göreceklerdir. Ama çatışmanın hiçbirisine hiçbir şekilde kazandırmayacağını da bilmek ve anlamak zorundadırlar.
Saha egemenliğini ele geçirmenin uzun vadeli toplumsal çıkarlara hizmet etmediğini kavradıkları anda ortak değerlerine dönebileceklerini düşünüyorum. Tarih sahnesinde saha egemenliğine oynayanların dünyayı kasıp kavurduklarını ama uzun vadeli yaşama şansı bulmadıklarını bilmek gerekir. Fakat değerler üzerinden ortaklaşanların varlıklarını koruyarak tarihte ve bugün dahi yer aldıkları ise gerçekliktir.
Irak ve Suriye’de saha egemenliğine oynayan Daiş çetelerinin durumuna düşmek gibi bir realite de var.  Ne diyoruz bunlar günün ve bölgenin Konjonktürünün yansıması. Bu durum değiştiğinde ise mutlaka yok olacaklardır. 
 Yusuf Ziya Döger
0 notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Şengal’de Kanton ve Pêşmergelere Silah Verilmemesi İsteği...
Şengal’de Kanton ve Pêşmergelere Silah Verilmemesi İsteği...
Şengal’de Kanton ve Pêşmergelere Silah Verilmemesi İsteği: PKK’nın İşgalci, Hegemonik Yapısını ve Kötü Niyetini Ortaya Koyuyor… İbrahim GÜÇLÜ ([email protected]) Kürt milleti, belirli bir aşamadan sonra, önce iki ve daha sonra dörde bölünmüş bir millet konumunda yaşamaya başladı. Kürtlerin ülkesi de, doğal olarak aynı trajediyi yaşamak durumunda kaldı. Kürt milleti: İkili parçalı halde, 17. Yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı ve Fars İmparatorluklarının bünyesinde yaşamını devam ettirdi. Dört parçalı halde de, 20. Yüzyılın başlarından itibaren 4 Sömürgeci Devlet; Arap, Türk ve Fars Ulus Devletlerinin egemenliği, sömürgeci sistemleri altında yaşamını devam ettirdi. Kürdistan’ın Güney parçasında dışındaki bu sömürge ve hatta sömürge altı yaşamı halen de devam ettiriyor. İmparatorluk bünyesinde Kürtlerin yaşadığı dönem, görece sınırlı otonom ve özerk dönemleriydi. İmparatorlukların esas olarak Kürtleri ortadan kaldırma, tümden asimile etme ve jenoside tabi tutma hesapları yoktu. Diğer milletler ve ulusal azınlıklar için de durum böyleydi. Bu da İmparatorluğun yapısallığının doğal bir sonucu ve gerekliliğiydi.  Ne zaman ki hakim ulusların ulus devletçi akımları, tek ulus egemenliğini yaratmaya çalıştılar, o zaman da impartorlukların bünyesinde bozulmalar, çöküşe doğru gidişler başladı. Hakim Ulus devletlerin kuruluşuyla birlikte de, imparatorlukların yaşamı son buldu. Hakim Ulus devletlerin dönemi başladı.  Hakim ulus devletler dönemi, Kürt milletinin, yok sayıldığı, jenosidlerin ve katliamların reva görüldüğü, asimile ve ulusal tüm haklarının gasp edildiği, sömürge altı yaşama mahkûm olduğu dönemdir.  Buna rağmen, Kürdistan ve Kürt milletinin bölünmesi, fiziki bir bölünme oldu. Kürtler arasındaki sosyal yaşam birliğinin geçirgenliği, psikolojik ve kültürel birliği, yasaklı ve tel örgüler arkasındaki zorlu temasları, dayanışmaları, sevgileri, hasretleri, kız alıp vermeleri devam etti etti. Kürt milletinin ve Kürdistan’ın bölünmüş hali, doğal olarak farklı sömürgeci merkezi otoritelere göre şekillenmeyi sağladı. Bunun sonucu olarak da, Kürtlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadeleleri bütünlüklü bir yapı taşımadı, parçalı bir halde, değişik zaman dilimlerinde geliştiler. Kürtlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadeleleri Kürdistan’ın herhangi bir parçasında devam ederken, bir yandan diğer parçalardaki ulusal hareketlerin gelişmesini doğrudan etkilerken, bir yandan da diğer parçalardaki Kürtler ve Kürdistan örgütleri, o bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine her biçimde destek olmuşlardır. Kürtler ve Kürdistan örgütleri, birbirlerine destek olurken, birbirlerinin iradelerine ve hukuklarına saygı duymuşlardır. Her parçadaki önderlerin, örgütlerin, egemenliği altında, onların hukukuna bağlı olarak destek ve hizmette bulunmuşlardır.  Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti’nin kuruluş çalışmalarına, İran Kürdistan Demokrat Partisi (İran KDP) ve Lideri Qazî Mihemed öncülüğünde destek olunmuştur.  Kürt lideri Mustafa Barzani ve arkadaşları, İran KDP’nin öncülüğünde ve onların belirlediği hukuk çerçevesinde Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti’nin kuruluşuna destek olmuşlardır. Kuruluştan sonra da, aynı hukuk çerçevesinde davranılmıştır. Yine aynı hukuk çerçevesinde Qazi Mihemed halkıyla kalmayı kararlaştırdığında, Kürt lideri Mustafa Barzani ve arkadaşları, Sovyetler bİrliği’ne geçiş yapmışlardır. Kürdistan’ın Güney’inde, silahlı ulusal hareket 1961 yılında başladığı zaman, aynı hukuk çerçevesinde diğer parçalardaki tüm Kürtler ve Kürdistan örgütleri destek sunmuşlardır.  Kürdistan’ın Doğu ve Kuzey parçalarındaki ulusal hareketlere, bağımsızlık ve özgürlük mücadelelerine de, bu hukuk çerçevesinden destek olunmuştur. 1970’lerin ortalarından itibaren, Kürdistan’nın değişik parçalarındaki örgütlerin ilişkileri daha da gelişti. Örgütler arasında eşitlikçi ve adaletli sistematik bir hukuk geliştirilmeye; Kürdistan genelinde sistemli, kurallı bir yapılanma için çalışıldı. Ulusal Kongre ve Ulusal Cephe tartışmaları devreye girdi. Bu iki örgütlenme alanındaki tartışmalar, karşılıklı saygı, örgütlerin ve parçaların birbirlerinin iradelerine saygılı olmaları çerçevesinde yürüdü. Ne yazık ki, PKK, Sömürgeci Türk Devleti tarafından bir proje olarak yapılandırıldığı zaman, birçok misyon ve görevle yüklenildi. Kürtlerin, devlet olmasını, Kürtlerin kendi iradeleriyle kendi kendilerini yönetmesini Kürdistan’ın Kuzeyinde engellemek olduğu gibi, bölge sömürgeci ülkelerin bir projesi olarak da Kürdistan’ın diğer parçalarından ulusal hareketleri ve örgütleri dinamitlemek, Kürdistan örgütlerini tasfiye etmek ve Kürdistan’ın diğer parçalarında egemen ve hegemonik otoriter ve faşizan yapı kurmak; bir tasfiyeci ve kontrol gücü olmak, misyonunu yüklendi. PKK, bu misyonunu başarılı bir şekilde yerine getirdi. Kürdistan’ın bütün parçalarında egemen ve hegemonik olma konusunda açıkça karar aldı. Bu kararının sonucunda, Kürdistan’ın Güney’inde, Doğusunda ve Güney Batısında işgalci eylemelerine devam etti. Binlerce Kürt yurtseverinin katledilmesini planlı bir şekilde gerçekleştirdi. Güney Batı Kürdistan’da rejimle anlaşarak, ulusal hareketin dinamiklerini parçaladı, yok etti, örgütleri tasfiye etti. Güney Batı Kürdistan’da işgalini gerçekleştirerek, Kürdistan’ı üçe böldü. Bütün hak ve özgürlükleri ortadan kaldırdı. Katliamlar yaptı. Kürt liderlerini öldürdü. Günümüzde de bu faşist uygulamalarına devam ediyor. Güney Kürdistan’da Federe devletin ortadan kalkması için Öcalan direktifler verdi. Kürdistan Devleti’nin, 2. İsrail olarak bela bir devlet olarak Ortadoğu’da kurulacağını, buna müsaade edilmemesi gerektiğini Türk Sömürgeci Devleti’ne iletti. Türk Devleti’nin kendileriyle ittifak ederek bu gelişmeyi engellemesini talep etti. Türk Devleti’nin desteğiyle Kerkük’ü Türkmenler ele geçireceğini planlamaya çalıştı. IŞİD Şengal’e Silahla Saldırdı ve Katliam Yaptı, PKK de Psikolojik (Medya ve Yalan) Savaşıyla IDİŞ’ın Eylemini Tamamlamaya Çalıştı… IŞİD, Musul’u ele geçirdikten Kürtlerle savaş yapmayacağını açıkladı. Kürtler de, Kürdistan’ın yönetimi altında olmayan ve referandumla durumları tayin edilecek bölgeleri, Kerkük dahil, kontrol altına aldı. Savunma stratejisi tayin etti. Kendilerine yönelik saldırıların olması halinde kendilerini savunacaklarını dünya kamuoyuna açıkladılar. Buna rağmen, IŞİD Kürdistan’ın en hassas, farklı dine sahip olan Kürtlerin yaşadığı bölgeye saldırması nedenen? sorusu önem kazanmaktadır. O aşamada Kürtlerin bağımsız devlet ve konfederal devlet hazırlıkları devam ediyordu. Meclis’te Kürt Devleti için referandum komitesi kurulmaya karar verilmişti. Bundan sömürgeci güçlerin ve onların işbirlikçişlerinin çok rahatsız oldukları, bunu engellemek için planlar yaptıkları biliniyordu. İşte tam da bu momentte IŞİD’ın Şengal’e saldırısı gündemleşti. Kürtlerin devlet olamayacakları, Kürdistan’ın da yönetilemez bir yer olduğu gösterilmeye çalışıldı. Kürdistan yönetiminin de Irak Maliki yönetimi gibi yeteneksiz, beceriksiz, basiretsiz, yönetemez oldukları gösterilmeye çalışıldı. Bu saldırıdan amaç, Kürt Devleti engellemek olduğu açığa çıkmış durumda. Bundan kimlerin menfaatleri varsa, bu planı yapanlar onlardı. PKK’de Kürt Devletinden rahatsız olduğu: Öcalan, Hatip Şakşak, Cemil Bayık, Rıza Altın tarafından çoktan açıklanmıştı. Bu nedenle, IŞİD’ın Şengal’e saldırması, kamuoyundaki manipülasyonun ve algının ötesinde, PKK’nın bu duruma oldukça sevindiğidir.  PKK bu sevincini, Kürdistan Hükümetine ve Kürt silahlı güçlerine karşı başlattıkları psikolojik savaş, yalanlarla ortaya koydu.  PKK, Kürdistan Hükümetinin, Kürdistan liderinin ve pêşmergelerin itibarsızlaştırılması için elinden geleni yaptı. Türk ulusalcıları da onların psikolojik savaş kampanyalarına açıkça destek oldular.  Özcesi sömürgeci devletlerin açıkça yapmaya cesaret edemediğini, PKK yaptı. PKK’nın Şengal’de Kanton kuracaklarını açıklamaları da bu kirli plan ve kampanyalarının bir parçasıdır. Ayrıca, PKK, hem bir Kürt örgütü olmadığı, hem de Güney Kürdistan örgütü olmadığı halde böyle bir girişim için açıklamada bulunması, hem bir provakasyon ve savaş kışkırtıcılığı, hem de PKK’nın kendisi için yeni bir egemenlik alanını, hegemonik otoriter yapı oluşturmak istemesini; işgalci, yıkıcı, terörist yapısını bir kez daha dışa vurmasıdır. Cemil Bayık’ın, Avrupalılara, pêşmergelere silah verilmemesi konusunda gösterdiği nedenler, pêşmergeye yönelik hakaret ve horlayıcı açıklamalar da, PKK’nın yürüttüğü psikolojik savaşın bir devamıdır. Cemil Bayık’ın pêşmerge yerine kendilerine silah verilmesini talep etmesi, bir çılgınlık değilse; işgalci, yıkıcı, terörist niyetlerinin açığa çıkması; PKK’nın Kürdistan Federe Devleti’ni yıkmak istediğinin somut göstergesidir. Amed, 1 Eylül 2014 
-RİZGARİ-
1 note · View note
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Kürdistan Bağlamında Millet-Milliyet ve Milliyetçilik Meselesi
Tumblr media
Kürdistan Bağlamında Millet-Milliyet ve Milliyetçilik Meselesi – Kadir Amaç
Rupert Emerson’nın ifade ettiği gibi: “Sömürgecilik, bir ulusun, başka bir ulus üzerine, daha kuvvetli toplumun daha zayıf toplum üzerine hakimiyetine dayanır”  analitiği doğru olmakla birlikte; postkolonyalizim çalışmalarıyla bilinen Hindistanlı Ania Loomba, “Kolonyalizim postkolonyalizim” adli kitabında yaptığı şu doğru tespit, Kürdistan’ın işgal ve sömürge gerçeğinin hiçbir sömürge tarihine benzemediğini şu sözlerinden anlıyoruz: “Kolonyalizim dünyanın farklı yerlerinde aynı özellikleri sergileyen aynı süreç olmayıp tersine gerçekleştirdiği her yerde o yörenin asil sakinleri ile yeni gelenleri insanlık tarihinde karmaşık ilişkilerin içine sürüklemiştir.” (1)
 Bu doğrultudan hareket ederek, millet ve milliyetçilik kavramlarını analitik bilgiyle çözümleyip Kürdistan davasının millet ve milliyetçilik zaviyesini belirlemeye gayret edeceğiz.
 Birinci dünya savaşından hemen sonra, modern milliyetçilik akımını akademik düzlemde ilk olarak ele alan B.Hayes, Hans Kohn ve  “Milletler ve milliyetçilik” adlı kitabın yazarı E.J. Hobsbawm gibi toplum bilimcilerdir.  Hobsbawm, millet-milliyetçilik ve siyasal egemenlik kavramlarını şöyle formüle eder: “Millet=devlet=halk (özellikle egemen halk) denklemi kuşkusuz milleti belli bir toprak parçasına bağlıyordu, çünkü devletlerin yapısı tanımı artık esasen belli bir toprak parçasıyla ilişkiliydi. Bu pek çok ulus devletin var olacağı anlamına geliyordu; kaldı ki halkların kendi kaderini tayin etmesi ilkesinin kaçınılmaz sonucu buydu.”(2)
 “Hayali cemaatler”  adli eserin yazarı Benedik Anderson ise,  millet-milliyet ve milliyetçilik kavramların ne anlamlara geldiğini, ne derecede problemli olduklarını ve “her birinin tanımlanabilirlik açısından son derecede kötü bir şöhrete” sahip olduğunu söyler.  Eric Hobsbawm, "Marksist hareket ve devletler yalnızca biçimleri bakımından milli olmakla kalmadılar özlerinde de öyle yani, milliyetçi oldular. Bu eğilimin sürmeyeceğini düşündüren hiçbir işaret yok" söylemekle son derecede haklıdır. “Üstelik bu eğilim yalnızca sosyalist dünyaya da özgü değil. Neredeyse her yıl Birleşmiş Milletler yeni üyeler kazanıyor. Bir zamanlar birliklerini tamamen pekiştirmiş olduğunu düşünen nice "eski millet", kendilerini sınırları içinden doğan alt-milliyetçilikler tarafından meydan okunan bir konumda buluyorlar. Bu milliyetçilikler elbette bir gün "alt"lıktan kurtulacaklarını hayal ediyorlar. Gerçeklik oldukça çıplak: Bunca zamandır kehaneti yapılan "milliyetçilik çağının sonu" görünürde olmaktan çok uzak. Hatta milletlik zamanımızın politik hayatının en evrensel biçimde meşru kabul edilen değeri.” (3)
Modern anlamda Millet, milliyet ve milliyetçilik kavramları üzerinden en kapsamlı metin yazan Hugh Watson bu konu hakkında kısaca kaygılarını şöyle özetliyor: "Dolayısıyla, millet-milliyet için kesin bir 'bilimsel tanım' yapılamayacağını teslim etmek zorunda kalıyorum; oysa fenomen var oldu ve varolmaya devam da ediyor".
Adam Smith, “millet açıkça bir teritolyal devletten başka hiç bir anlam” taşımadığını ifade ederken;  John  Stuart, Mill millet kavramını salt milli duygular ekseninde değerlendirmekle kalmamış;  aynı zamanda, bir milletin bireyleri veya tamamı “aynı yönetim altında olmayı arzuladıklarını, bu yönetim de yanlınca kendilerinin veya içlerinde bir kesimin yönetimi olmasını istediklerini”  söyler.
Bu anlamda, milletlerin siyasi ve teritolyal egemenliklerine tarihte en güçlü vurgu yapan bildirilerden biri olan 1795 tarihli Fransız Haklar Bildirgesi’nde şöyle denilmektedir: “Kendisini oluşturan bireylerin sayısı ve üzerinde yaşadığı toprağın büyüklüğü ne olursa olsun, her millet bağımsız ve egemendir. Bu siyasal egemenlik başkasına asla devredilemez.”
 Polonya milli kurtuluş hareketinin lideri Albay Pilsudsk, 1772 yılına kadar kendini Polonya milletinden görmeyenler için şu sözleri sarf edecekti: Devleti yaratan millet değil, millet yaratan devlettir. İtalya’daki ideolojik milliyetçiliğin mimarları hiç şüphesiz, Mazzini ve Massimo d'Azeglio’dur. Massimo d’ Azeglio’nun ideolojik milliyetçilikle ilgili şu meşhur sözleri sarf etmişti: “İtalya’yı yaratık, şimdi de İtalyanlıları yaratmalıyız”. Tıpkı Albay Pilsudski’nın, benzeri sözlerine tekabül ettiği gerçektir.
  Kuran ilmi ise her canlının bir millet olduğunu, her canlı milletin kendi feleğinde yaşamlarını idame ettiklerini ve her canlı millet için bir ecel tayın ettiğini söyler. (4)
 Dolayısıyla, Kürdistan’lı sosyal bilimciler ve siyasetçiler, Hobsbawn dediği ”etnik kökenin ya da ırk’ın modern milliyetçi ideolojiyle hiç bir ilgisinin olup”  olmadığını , Benedict Anderson’un Hayali cemaatler adlı eseriyle mi yoksa “biz ve onlar” arasındaki ayrımlara işaret etmek için carl schmitt’in Dost ve Düşman diyalektiğini mi referans alacağız (5)
Bana göre modern dünyada Milletler ailesinin millet-milliyet ve milliyetçilik duygularını kozalaştıran üç etmenden söz etmek mümkündür.
 1-Ontolojik milliyetçilik: Ontolojik milliyetçiliği en basit biçimiyle şöyle tanımlayabiliriz:  İnsan yanlız kaldığında hem kendi varlığını hem de başkalarının varlığını sorgulamıştır: Bu sorgulama sonucunda hem kendisinin hem de başka varlıkların, nerden geldiğini-geldiklerini ve kime ayıt olduğunu-olduklarını fıtri melekelerle öğrenmiştir. 
2- Biz ve onlar diyalektiği sonucunda gelişen milliyetçilik: Bu tür bir milliyetçilik ise beni ben yapan, senin bana ben demendir. Yani şu demek oluyor: beni ben yapan, benim sana benzemememdir...
3- Devlet milliyetçiliği: Devlet milliyetçiliği milliyetçi duygu ve düşüncenin organize olmuş halidir. Modern teritolyal yurttaş-vatandaş kendisini zorunlu olarak, devletin “kamusal işlerine ve kurallarına” katılma gereği duyar. Bu durum her modern yurttaş ve vatandaşta kaçınılmaz olarak devletine bir bağlılık ve dışarıdan devletine, milletinin siyasal egemenliğine  ve topraklarına yönelik olumsuz müdahalelere karşı devletin pompaladığı, millet-milliyet ve milliyetçilik mefkuresinin  onda canlanmasına vesile olma halidir.
 Dolayısıyla bir milletin üzerinde yaşadığı topraklar üzerinde, siyasal egemenliği ve bu siyasal egemenlik mekanizmasını düzenli olarak çalıştıran bir hükümet bulunmuyorsa, o milletin üzerinde yaşadığı topraklar üzerinde özgür olması, demokratik olması, zengin ve güçlü olması mümkün değildir.   Mamafih her millet, (milliyet ve milliyetçilik) gibi Kürtlerde kendi öz toprakları üzerinde yaşamlarını, barış ve huzur içinde geçirmek istiyor. Ama Türk-Arap-Fars ve Siyasal İslamcı hareketler, Kürt milletinin kendi öz toprakları üzerinde, millet-milliyet ve milliyetçilik duygu ve düşüncelerini taşımalarını büyük bir günah ve büyük bir fitne olarak görüyor. Oysaki özelde 22 Arap devleti, genelde ise 85 Müslüman devleti var. Bu devletler kendi millet-milliyet-milliyetçiliğini meşru devlet görürken,  kendi öz toprakları üzerinde ontolojik varlıklarını sürdürmek isteyen,  devletsiz Kürt milletinin, devlet sahibi olmasını istemedikleri  gibi;  devlet sahibi Yahudi milletinin de -İsrail devletine sahip olmasını  büyük bir problem olarak görüyorlar. Bu yaman çelişkiyi hangi insan, hangi düşünce ve hangi din izah edebilir?
 Filistinli lider Halid Meşal siyasal İslamcı bir Arap. Filistinli lider Mahmud Abbas’da seküler bir Arap.  Bu her iki Filistinli Arap lider, Kürdistan’ın bağımsız bir devlet olmasına şiddetle karşıyken, Müslüman milletlere ve Müslüman Kürt milletine İslam düşmanı olarak yutturulan İsrail devlet başkanı Netenyahu ise Kürt halkının bağımsızlık mücadelesini sonuna kadar desteklediğini söyleyecekti.
Bu yaman çelişki karşısında Kürt aydını ve Kürt siyaseti, teolojik ve bilimsel düzlemde şu soruları birbirlerine sormaları elzeml olmuştur:  Mahmud Abbas-Halid Meşal’mi Kürt halkının kardeşi yoksa Netenyahu’mu Kürt halkının kardeşidir? Kürtlerin ontolojik varlıklarını inkar, topraklarını işgal ve nazik civan bedenlerini çarmıha gerenler ne yazık ki ne yahudiler ne Hıristiyanlar ve ne de komünistlerdir! Malesef Kürt milletine bu kötü yazgıyı ve ikbali yaşatanlar, sözde din kardeşleridir. Sanırsam Kürt milletinin özgürlüğünü bundan sonra belirleyecek temel parametre rasyonel, bilimsel ve gerçek Kuran’i reflekstir.
 İkincisi, egemen Müslüman unsurlar bin dört yüz yıl boyunca Kürt milletine karşı insani, İslami, hak, adalet, mizan ve benzeri hasletleri, yürekleriyle ve vicdanlarıyla İsmail Peygamber gibi adamaktan cömert davranmamışlarsa, Peygamberler için de en büyük ihaneti İslam Peygamberi Hz.Muhammed’e yapmışlarsa,  bu dakikadan sonra Kürtlere merhamet etmelerini beklemek imkansız gibi görünmektedir. 
 Avrupa devletleri tam altmış yıldır her türlü bilimsel ve teknolojik imkanları kullanmasına rağmen, Avrupa’da yaşayan ve nüfusları elli milyona ulaşan vahşi ve ilkel Arap-Fars-Türk ve diğer Müslüman milletleri uygarlaştırıp demokratikleştiremedi.
Pekala, hiç bir siyasi egemenliği ve hiç bir ekonomik gücü olmayan Kürtlerin, bu vahşi ve ilkel Arap-Fars-Türk unsurlarını uygarlaştırması ve medenileştirmesi mümkün müdür? Sanırsam bunu gerçekleştirmek mümkün görünmüyor. Çünkü, bin dört yüz yıldır Kürt milletinin bedenlerini çarmıha gerip ahlaksızca ırzına geçen bu egemen hafızayı, uygarlaştırıp ve medenileştirmek dünyanın gelmiş geçmiş en büyük fantezisidir diye düşünüyorum.
Siyasal ve teritolyal egemenliği olan bir milletin siyasetçileri ve düşünürleri kendi milletlerinin terakkisi için milli bir hafızayı şart görürler. Daha sonra bu milli hafızayı bilim, sanat, disiplin, ahlak, adalet, demokrasi ve plüralizmimle destekleyip estetik bir görüntüye kavuşmasını sağlamış olurlar. Tıpkı Japonların sahip olduğu estetik hafıza gibi. Japonya, Güney Kore, Singapur ve Hong Kong benzeri ülkelerin hemen hemen hiç bir doğal kaynakları yoktur. Lakin  bu ülkeleri dünya milletler liginde güçlü ve itibarlı kılan Konfüçyanizmin, orjinal milli hafızası ve bu hafızanın bu milletler arasında yaratığı muazzam güven duygusudur. Bu milli güven duygusuyla gerçekleştirdikleri çok sıkı ve disiplinli çalışmalar onları dünyanın en demokratik ülkeleri sıralamasına ve en iyi ekonomik ve disiplinli milletler sıralamasına yükselmiştir.
Diğer taraftan Ortadoğu’yu kan ve vahşet çöplüğüne çeviren Arap-Türk ve Fars milletlerine baktığımızda birbirlerine karşı aşırı derecede güvensizlik ve düşmanlık psikolojisi içinde yaşadıklarına tanık oluyoruz. Dolayısıyla Müslüman milletlerin dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip olmaları onların güçlü bir İslami hafızaya, güçlü bir rasyonel hafızaya ya da bilimsel bir hafızaya sahip olduğunu göstermez.
Daha doğrusunu söyleyecek olursak; bu müslüman milletlerin dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip olmaları onları dünya milletler liginin en demokratik ve en uygar milletler sıralamasına taşımamıştır. Arap-Fars-Türk’ün doğal kaynaklardan elde ettiği bu zenginlik İslam dünyasında bilimin, tekniğin, medeniyetin, estetiğin, demokrasinin, adaletin dayanağı olmadı, insan haklarına, saygı ve sevgi kültürünü geliştirmedi. Tam tersine Müslüman toplumlar arasında muazzam bir güvensizlik, işsizlik, adaletsizlik, cehalet, kan ve vahşet kültürün yaratılmasına sebep oldu. 
 Bundan dolayı Tanrı bu üç egemen mustekbir gücü ve bu üç mustekbir gücün tuğyanlığına karşı gerçek Kurani tavır almayan mustazaf sınıfı af edeceğini düşünmüyorum. Çünkü Tanrı zalimleri asla sevmez! İkincisi, Tanrı  onlardan kardeşleri olan Kürtlerin kanını akıtmamasını, onlara zülüm yapmamasını,  topraklarını  işgal altında tutmamasını,  mallarını ganimet ve canlarını esir almamalarını, dillerini yasaklamamalarını, siyasal egemenliklerine tecavüz etmemelerini, yaşlı, kadın, hasta ve çocuklara sevgi ve hürmet göstermelerini emretmişti.
Sonuç olarak; Kürtlere ulus devletin kötü bir aygıt ve İslam ümmetinin birliğini parçalamak olduğunu iddia edenlere şu ilmi ve kitabi sorularımıza yanıt vermeleri zorunlu olmuştur. Eğer bu iddialarınız pozitivist bilime göre veya teoloji bilimine göre doğruysa neden dünyanın tamamı 218 devlet ve bunların 84 tanesi Müslüman ulus devletle yönetiliyor?  Neden dünyada tek bir ulus devletsiz millet, ümmet yada sınıfsız bir millet yaşamıyor? Eğer bilim ve teoloji 218 millete devlet olma vizesini vermiş ise Kürt milletine de self determinasyon vize yasağını koyuyorsa, teoloji ve pozitivist bilim kendisini bu çelişkisiyle imha etmiyor mu?
Kadir Amaç
Kaynakça:
1-      Ania Loomba, Kolonyalizim Postkolonyalizim,Ayrıntı Yayınları, Sayfa,13
2-      E.J. Hobsbawm ,milletler ve milliyetçilik,Ayrıntı Yayınları, Sayfa,35 
3-      Benedict Anderson ,Hayali Cemaatler, Metis yayınları , Sayfa /15-22 
4-      Ali Bulaç, Kuran-I Kerim Türkçe Meal, Hucurat 13,Rum 22, Araf 34, yunus 49
5-       E.J. Hobsbawm ,milletler ve milliyetçilik,Ayrıntı Yayınları, Sayfa,32-62-86
****************************************************************
Kaynak: Kurdistan-post.eu
2 notes · View notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Kürdistan’ın Bağımsızlığını İlan Etme Zamanıdır…
Kürdistan’ın Bağımsızlığını İlan Etme Zamanıdır…
İbrahim GÜÇLÜ ([email protected]) “Arap Baharı”nın başlamasından sonra Yakın ya da Orta Doğu’da çok temel ve hayati gelişmeler gündeme geldi. “Arap Baharı”, Soğuk Savaş sonrasında, dünyada başlayan değişim ve dönüşümün bölgeye geç olarak gelmesi anlamına geliyordu. Bölgede var olan otoriter, totaliter, teokratik rejimlerin, devletlerin değişmesi ve dönüşmesi; demokratik standartların gelişmesi anlamına geliyordu.
Ama ne yazık ki, bu süreç oldukça sancılı, çatışmalı devam ediyor. Mısır’da gündeme gelen rejim ve iktidar değişikliği, yeni bir darbe ile başka bir aşamaya geldi. Askerler yeniden yönetim yapmaya başladılar. Bu yeni darbe dönemi oldukça kanlı oldu. Binlerce insan sokaklarda öldürüldü, binlercesi de mahkeme kararlarıyla idama çarptırılmış durumda. Suriye’de 2011 Mart’ında başlayan sivil ayaklanma hareketi, silahlı bir iç savaşa dönüşmüş. Suriye’de bugüne dek 200.000’den fazla insan katledilmiş. Milyonlarca insan ülke içinde ve dışında göçmen hale gelmiş durumda. Şehirler bombalanmakta. Binlerce silahlı örgüt, ne olduğu bilinmez durumdalar. Suriye’de kısa sürede rejim değişikliğinin olacağı beklenirken, bu olmadı. Uluslararası güçlerin müdahalesi beklenirken bu da gerçekleşmedi. Çünkü muhalefetin içinde türeyen birtakım örgütler, Baas Rejimini aratır cinsinden. “Irak ve Şam İslam Devleti” (IŞİD) örgütü bu örgütlerin başından gelen, baş kesen örgüt durumundadır. Bu nedenle, uluslar arası güçler Baas Rejiminin değişime oldukça ihtiyatlı bir yaklaşım içindeler. Bütün bu bağlamlarda, Suriye sorunu ve iç savaşı, bir parçada Ukrayna Sorunu sadece Ortadoğu Bölgesinin değil, dünyanın birinci gündem maddesini oluşturuyordu. Son birkaç gündür bu gündem maddesi değişti. Irak’taki gelişmeler, bölgenin ve dünyanın birinci gündem maddesi oldu. Irak’ın birinci gündem maddesi olmasının nedeni, daha önceleri lokal anlamda Irak’ta ve Suriye’de egemenlik alanlarına sahip olan IŞİD’ın Musul’un büyük bir kesimi ele geçirmesi oldu. ***** IŞİD’ın Musul’da egemenliği ele geçirmesi, Irak’ın geleceğini haklı olarak gündeme taşıdı. Irak’ın üçe bölüneceğini tartışma konusu yaptı. Bu durum tartışılırken, Kürdistan Federe Devleti’nin konumu daha da önemli oldu. IŞİD’ın Kürdistan Bölgesi’ne saldırmayacağını ilk planda açıklaması, Kürdistan Federe Devleti’nin konumunu güçlü ve itibarlı düzeye taşıdı. Irak merkezi yönetime bağlı silahlı güçlerin çatışmaya girmeden savaş alanını terk etmeleri, merkezi yönetimin itibarını sıfırladı. IŞİD’ın Kürdistan dışında özellikle de Suni Arap Bölgelerinde egemenlik kurmak istediği kesinlik kazandı. Yani Suni Arap IŞİD Devleti’nin kuruluşundan yana bir plana sahip olduğu açığa çıktı. Buna karşılık Kürdistan Federe Devleti’nin de yeni bir pozisyon alması kaçınılmaz oldu. Kürdistan Federe devleti, Kerkük gibi federe devlet yönetimi dışında kalan önemli Kürdistan Bölgelerini güvenceye almak için harekete geçti. Kürdistan askeri güçleri (pêşmergeler) Kerkük başta olmak üzere bu bölgelerde güvenliği sağladılar ve özellikle de Kerkük’ te, Irak merkezi federal yönetim silahlı güçlerinin terk etmesiyle doğan boşluğu haklı olarak doldurdular. Kürdistan Federe Devlet yönetiminin Kerkük’te kontrolü askeri olarak da (çünkü idari ve siyasi olarak Kerkük Kürtlerin kontrolündeydi. Kürtler diğer etnik gruplarla birlikte Kerkük’ü yönetiyorlardı. Son seçimlerde bu durum çok net bir hale gelmişti) ele geçirmesiyle; haklı olarak Kürdistan’ın geleceği ve statüsü sorununu daha acil ve önemli bir konu haline getirdi. Bilindiği gibi, uzun zamandır. Kürdistan’ın Bağımsız Devlet olması, Arap ve Kürt Konfederal Devlet’in kuruluşu gibi çok temel konular da Kürdistan Federe Devlet Yönetiminin gündemindeydi. ***** ABD ve müttefikleri, 2003 yılında, Irak’ta Baas ve Saddam Rejimini yıkmaya karar verdiler. Bu karar verildiği zaman, Kürdistan, federe ve demokratik bir yapıya sahipti. Seçimler yapan, hükümetlerini demokratik seçimlerle değiştiren bir konumdaydı. Güçlü bir silahlı pêşmerge gücüne sahipti. Silahlı güçleriyle ABD ve müttefiklerine somutça destek olacak konumda ve anlayıştaydı. Irak’ta demokratik yapılanmaya da örnek teşkil etmekteydi. Aynı zamanda da Irak içindeki en güvenlikli bölgeydi. Muhalif Arapların ve sermayedarlarının da sığındığı bir yerdi. Bu nedenle, ABD ve müttefiklerinin saldırıya uğramayacağı, ABD ve Müttefiklerinin uğraşmayacağı bir alan konumundaydı. ABD ve müttefikleri Irak’ta rejimi yıktıkları zaman, sömürgeci faşist devlet aparatını da parçaladılar. Baas’ın silahlı güçleri dağıtıldı. Kürdistan’daki yapı diri kaldı ve Kürdistan’daki silahlı güçler ayakta kaldı. Kerkük’ de Kürdistan Federe Devleti’nin yönetimine geçti. Irak merkezi yönetiminin Kürtlerle savaşma gücü denilebilir ki sıfır noktadaydı. Bu durumda Kürtlerin Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi an meselesiydi ve bunun için bütün koşullar olgunlaşmıştı. Ama Kürtler, emri vaki yapmadılar. Kerkük’ü bile terk ederek, Araplarla yeni bir devleti ve yaşamı nasıl birlikte kuracaklarını tartışmaya başladılar. Çetin ve karmaşık tartışmalardan sonra, Irak’ın Federal Devlet olması konusunda uzlaşma sağlandı. Bunun için yeni bir anayasa yapıldı. Bu yeni anayasa yeni devlet yapısını, rejimi, haklar ve özgürlükleri netçe tanımlandı. Yeni anayasa 2005 yılında referandumla yüksek bir oy oranıyla kabul edildi. Yeni Anayasa’da Kerkük’ün Kürdistan Federe Bölgesine mi, Merkezi Federal Yönetime mi bağlanacağı konusunun da 2007 yılında yapılacak referandumla tespit edileceği belirlendi. ***** Ama ne yazık ki, Baas Rejiminin yıkılmasının üzerinden11 yıl geçmiş olmasına rağmen, demokratik federal bir sistem oluşturulmadı. Parlamenter sistem federal yapıya göre işletilmedi. Temsil, federal yapıya göre sağlanmadı. Kürtlerin, Suni Arapların ve diğer etnik grupların hakları sürekli tırpanlandı. Otoriter, üniter ulus devlet parametrelerine göre hareket edildi. Kürtler Kürdistan’da sınırlı bir şekilde egemenlik sahibi olmalarına rağmen, Suni Araplar temsilden uzaklaştırıldılar. Suni Araplar ve Güney’de Şii Araplar talep etmelerine rağmen, federe yapılanmalarına izin verilmedi. Kerkük’te referandumun yapılması engellendi. Irak merkezi yönetimi tam anlamıyla otoriter, faşizan bir yapı kazanmaya başladı. Buna karşılık Kürtler, Irak’ın gerçek anlamda federal bir devlet olması için demokratik değerler çerçevesinde arayışlarını sürdürdü. Ama ne yazık ki, son aşamada mevcut federal yapının ihtiyaçlara cevap vermediğini, bu nedenle “Konfederal Devlet” yapılanması önermesi içinde oldular. Bu önermeyi de demokrasi değerleri içinde yaptılar. Bu önermeye göre, bağımsız Kürt ve Arap Devletleri kurulacak. Bu iki devlet, konfederal bir devlet olarak yapılanacak. Suni Araplar ise, şiddet yoluyla sistemi değiştirmeye çalıştılar. Gelinen aşamada, Maliki Yönetiminin federal sisteme ve demokrasiye uygun olmayan uygulamaları, Irak’ı bölünme aşamasına getirdi. Suni Araplar kendi devletlerini kurmak için harekete geçmiş durumdalar. Hem de bunu demokrasiyle, insan hak ve özgürlükleriyle alakası olmayan, kan dökücü, terörist ve yıkıcı bir yapı, IŞİD ile gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Suni Araplarla Şii Arapları bile bir devlet içinde yaşayamayacaklarına karar vermiş durumdalar. Bu durumda Kürtlerin kendi kaderlerini bağımsız devlet kurma doğrultusunda tayin etmeleri hem bir hak ve hem de bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Demokratik Kürdistan Yönetiminin faşist yapılarla birlikte olması da, insanlık ve Kürtler ve bölgedeki demokrasi açısından büyük bir kayıp olacaktır. Kürtlerin, kendi bağımsız devletlerini ilan etmelerinin zamanıdır. Kürtler, insanlık, demokrasi için de hem gerekli ve hem de bir zorunludur. Kürtler, Kürdistan’ın Güneyinde bu fırsatı kesinlikle kaçırmamalıdır. Bu karar, ahlaki olarak da sorgulanacak bir karar değildir. Müttefiklerini yalnız bırakma, terk etme anlamına da gelmez. Asıl olarak Kürtlerin müttefikleri, Kürtlerle birlikte olmamak için demokrasi ve hukuk dışı yolu seçmişlerdir. Bunun bedelini de kendileri ödemek zorundadırlar. Ortadoğu’da üçüncü büyük millet olarak, devlet olma, en fazla Kürtlerin hakkıdır. Kürtler dışındaki tüm milletler, Farslar, Türkler ve Araplar devlet sahibidirler. Üstelik Türkler ve Araplar birden fazla devlete sahiptirler. Kürtler bugüne dek tarihi bir haksızlık ve dayatma, sömürge altı uygulamalarla karşı karşıyaydılar. Bu durumun değişmesinin koşulları en azından Kürdistan’ın Güney’inde olgunlaşmış durumdadır. Kürtler, Kürdistan’ın Güneyinde bu koşuları iyi değerlendirmeli, dünya da Kürtler destek olmalıdır. Kürtler bu çabalarında demokratik değerleri, hak ve özgürlükleri terk etmemeliler. Hukuk dışı uygulamalara kaymamalılar. PKK’nın, Kürdistan’ın Güneyindeki güçlerle birlikte savaşma isteğine, olumlu bakılmamalı. Bu durum, Kürdistan’ın Güneyindeki Kürtlerin meşruiyetini sorgulatan bir durum olur. Amed, 15 Haziran 2014
0 notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Birlik neyimize!...
Tumblr media
HDP eleştirisi (3) 
Birlik neyimize!... - Dursun Ali Küçük
“Birlik kavramı da kirletildi. Birliğin Kürtlere lazım olduğunu kim söylemiş? Söyleyenler 30–40 yıldır ne yapıyor?
Siyasi parti, örgüt ve hareketler, aydınlar ve halk birlik istiyor. İyi güzel.
Birlik laflarını yuvarlayıp gidiyoruz. Ortak savunmaya ve ortak çözüme gitmeye ihtiyacımız yok galiba.
Olsaydı şimdiye kadar Kürtlerin ortak çıkarlarını temsil eden bir organizasyon kurardık. Kurmadığımıza göre ya istemiyoruz, ya da nasıl kurulacağını becermiyoruz.
Birlik deyince herkes ya kendi tarikatına ya kendi ailesine ya da kendi çevresine çağırıyor. Buyurun benim malım daha güzel diyor.
Kardeşim, bir tüccar bile bu kadar basit düşünemez. Malını herkese satmak ister. Parti ve örgüt birliği etrafında ancak sana katılanları örgütlersin. Bu toplumun hepsi senin programın ve yöntemlerine katılmaz.
Bütün ülkelere ve sistemine karşı olduğumuz Türkiye’ye bakın! Her ülkenin beğenelim veya beğenmeyelim ortak belirlediği ölçüler var ve buna genellikle herkes katılır. Kürtlerde bu var mı?
Özgür Kürdistan federasyonu kurtuluştan önce birlikten uzaktı. Şimdi eleştireceğimiz yanlar olsa da ortak politika ve ölçüler oluşturuyorlar. Bu, Kürtlerin yararlanacağı olumlu bir adımdır. Öcalan bunu beğenmiyor.
Neden?
Kürtlere birlik lazım değil ondan. Apo’ya bağlı olmak ve Kemalizmi övmek yeterlidir. Soykırımcı Mustafa Kemal ve Kemalizm’i ve Misaki Milli’sini ve Lozan’ı ikinci bir Kürt Lozan’ı biçiminde hatırlamaya başladı. Musul ve Kerkük Misaki Milli’nindir. Bunun için Diyarbakır’ın Kerkük ve Erbil’in önünde olmasını istiyor. İstikamet nereye?
TC’ye doğru.
Eğri oturun doğru konusun Kürt birliği bunun neresinde?
********
Bu gün hep yanlışlama metodunu kullanacağım. Bilimde yanlışlama metoduyla doğruya ulaşılır. Buda uygulanan bir yöntemdir.
Kendimi bildim bileli, Kürdistan’ın niye parçalandığını, sömürgeci devletlerin Kürtleri nasıl böldüğünü ve birbirine karşı çıkardığını ve benzer söyler duyuruz. Bunu hemen her siyaset ve parti söylüyor.
Bu parti ve grupların hepsi geçmişte nasıl birlik yapılmadığını, niye birleşilmediğini tartışır, aşiret ve ağa, beylerin bunu becermediği, kan davaları güttüğü ve benzer gerçekler sıkça tekrarlanır.
Bunların hepsi doğru.
Peki, bunu söyleyenler bu güne kadar niye birleşmiyor?
Kimsenin kendi partisi ve örgütünü dağıtmasına gerek yok. Birlik oluşturmak için bunlar gerekmiyor.
Acaba eleştirdiğimiz geçmişimizden ne kadar ileriyiz?
Bana kalırsa parti ve hareketler modern olsa da zihniyet eskiden farklı değildir.
Yine parça parça, bölük pörçük modern aşiretler kurmuşuz.
Öcalan, eski Kürt beyleri gibi her şey bana bağlı olsun diyor. Eski beylerimizden direnip sömürgeciliğe teslim olanları örneklendirmek zor değil. Tarikat örgütlenmesine dönüştü.
Diğer parti ve hareketler de küçük beylikleri andırıyor.
Hep PKK ve Liderini eleştiriyorlar. Ulusal birliği engellediğini ve her şeyi kendisine bağladığını söylüyorlar. Evet doğru.
Ama siz niye birleşmiyorsunuz, birde dönüp kendinize bakın. PKK eleştirisi ne kurtarır nede salt bunu yapmakla doğru birlik siyasetine ulaşılır.
***********
Kuzeyde ulusal harekete PKK damgasını vurdu. Muhaliflerini sindirdi ve yok etti. Dışlama politikası izledi. Direndiği için de kitle tabanı kazanıldı. Çeşitli denemelere rağmen Kürtlerin birliğini sağlamadı. Partiden çok herkesi Lider etrafında birleştirmeye çalıştı. PKK, ARGK ve ERNK hep parti gibi davrandı ve bu parti de asıl olarak “önderlik” yani Öcalan olarak adlandırıldı. Hepsi böyle olmasa da sonuç buraya çıkıyor.
Öcalan’da kontrole girdiği için buradan Kürt birliğine yapılan bütün çağrılar kontrol birliğine davettir. Kürtlerin kafaları İmralı ve hapse konuluyor. Bunu yaparken de kendisi dışındaki bütün Kürtleri, şahsiyetleri ve Özgür Kürdistan federasyonunu kötülüyor, dışlıyor ve karalıyor.
Bundan Kürtler için hayırlı bir ‘birlik’ çıkmaz.
ERNK Kürtlerin birliğini sağlamak için kuruldu. İmralı’dan sonra feshedildi. Yerine bir şey konmadı.
KUM kuruldu, kurulur kurulmaz dağıtıldı ve çalışmadı, çalıştırılmasına fırsat verilmedi.
Kürdistan Sürgün Parlamentosu kuruldu. İşletilmedi ve sonra dağıtıldı.
KNK oluştu. PKK’nin vesayetinden kurtulmadı. Kongra-Gel kuruluşuyla KNK’ de bir nevi feshedildi, aslında dağıtılması isteniyordu. Benimsemediler, ama etkisizleştiler.
Kongra-Gel değişim ve demokratikleşme yapacaktı. Kâğıt üzerinde bazı değişiklikler yapılsa da bunlar bile benimsenmedi, yeniden PKK’nin yani KCK’nin kuruluşuna karar verildi. İmralı’dan talimat böyle geldi,
Kongra-Gel güya halk inisiyatifidir, ne kadar çalışıp çalışmadığı belli değil. Etkisizdir, halka dönük bir işlevi yok ve bulunmuyor.
Sonuç olarak Kürtlerin birliği değil, eskiden olduğu gibi hatta ondan daha geri KCK dar yönetimi eliyle İmralı’ya bağlanmak birlik sayılıyor.
Örnek verdiğim veremediğim daha başka birlik denemeleri niye yürümüyor? Bunun Öcalan ve PKK’nin politikası ve lidere bağlı tarikat örgütlenmesi ile doğrudan bağlantısı var.
Bundan Kürtlerin birliği çıkmaz.
Evet, bir kitle tabanı var. Bunun yarısı TC’ye karşı Kürt kimliğini ve özgürlüğünü savunduğu ve başka alternatif göremediği ve bulamadığı içindir.
Ama bu yanlış birlik politikasına mahkûm olmak başka bir yanlışı sürdürmek olur.
*********
Kuzeyde bunun dışında kalan parti ve örgütler eleştiri yapıyor ve birlik diyor. Söylem olarak bazı doğru şeyler söylese de adım atmıyorlar.
Birlik diye diye birliği sulandırıyorlar.
Adım atılmadıkça ve pratiğe ısrarla geçirme olmadıkça bu birlik lafları inandırıcı olmaz.
Laf değil pratik girişkenlik ve fedakârlık lazım. Gerisi tekrardır.
*********
Aydınlara gelince bir toplumun ve halkın birliği konusunda en çok aydınlar duyarlı olur. Siyasal partilerin birlik görüşlerini tekrarlamak aydınların görevi değil. Ben de hiçbir siyasal partiden değilim. Bir aydın olarak yazıyorum.
Aydınlar partilerin yanlış birlik anlayışlarını eleştirmeli ve her kesi sorumluluğa davet etmelidir. Halkı aydınlatacak ve eleştiri ile yolu açacak bir pozisyon tutturmak önemli.
Bu konuda Beşikçi Hoca hepimize örnek olmalıdır.
Ortak ölçüler ve demokrasi çerçevesinde Kürdistan’in özgürlüğü, sorunun çözümü ve birlik sağlanmasını sürekli isleyerek katkıda bulunmak önemlidir.
Siyasi kan davalarına hayır demeliyiz.
Yetişen ve sömürgeciliğe karşı mücadele eden insanların vurulması ve teşhir edilmesine karşı çıkmalıyız.
Hangi gerekçeyle olursa olsun Kürtler arası şiddeti mahkûm etmeliyiz.
Hoşgörü kültürü ve demokrasi ilkelerinin, özgürlüklerin herkes için olduğunu savunmalıyız.
Hangi gerekçeyle olursa olsun sessiz kalmamalıyız.
Sahibinin sesi gibi davranan aydın olamaz ve birliğe zarar verir.
******
DTP vesayet siyaseti izlediği için iç birlik sağlamak için çalışmıyor. Dış birliğe ve Çatı partisine kafayı takmış.
İç birlik olmadan dış birlik sağlanmaz.
Yasal olan bütün Kürt partileri ve çevreler, sivil toplum örgütleri neden birleşmiyor?
Ne derse desin, yanlışlarda ısrar ediliyor.
Bundan kimseye fayda çıkmaz. Hep birlikte göreceğiz.
*********
Hatırlıyorum. Eskiden bir olun, birlik kurun diyen halk oluyordu. Doğru söylüyorlardı. Biz halkın dediğinin çok azını yaptık. Bu konuda ve bazen yanlış veya olmayacak birliklerde ısrar ettiğim için özeleştirimi herkese veriyorum.
Halkın politize olmuş bir kısmı, şimdi bizim yanlış yaptığımız bazı görüşlerde ısrar ediyor.
Nerde hatta yapmışsak oradan başlayıp düzeltmek hepimizin yararınadır.”
  Dursun Ali Küçük
13.12.2008
  Yukarıda 2008’de yazılmış eski bir makalemizi yayınladık. Kadro ve halkı alıştıra alıştıra HDP’ye taşıdılar.
Eklenecek bir-iki not:
PKK daha önce Türkiye partisi örgütleme girişimleri yapmıştır ve tutmamıştır.
1-Devrimci Halk Partisi: 1992-93 yıllarında faaliyetlere başladı. Sonra yakalanmalar başladı ve bu parti çalışmaya başladığı gibi bitti.
2-İmralı’dan Öcalan talimatıyla genel bir Türkiye partisi kurulması talimatı geldi. Türkiye çalışmaları başladı ve daha sonra Türkiye Kurtuluş Partisi kuruldu. Kurulduğu gibi çalışmaya gönderilenler yakalandı. Kurulduğu gibi bitti.
3-Makalemde çatı partisinden söz ediyorum. HDP çatı partisi görüşlerinin devamıdır. Halkın Kongresi kuruldu. Demokratik Toplum Kongresi kuruldu. Sonra Türkiyelileşme partisi olarak HDP kuruldu.
Proje İmralı’dan. Bu adımla Kürdistani partilere son verilmek isteniyor. Türk milliyetçiliği serbest ama Kürt yurtseverliği töhmet altında bırakılıyor. Yurtseverlik, Kürdistan’ın temel haklarını istemek “milliyetçilik” olarak damgalanıyor. Ama Türk sol milliyetçileri ve Türk milliyetçi partileri ile iş yapmaktan çekinilmiyor.
4-Makalem eski olduğu için kemalizm ve Ergenekonculuk öndeydi. Türk-İslam sentezi devletin resmi ideolojisidir. Değişen klasik Kemalizm yerine İslami kemalizmin geçmesidir. AKP’ye göre Misaki Millicilik devam ediyor. Diğer konularda aynı.
HDP ile Kürdistan’ın birliğinden vazgeçilmiştir. Pratik olarak bu anlama gelir. Türkiye’yi bölge ülkesi yapmak, Misak-i Milli, Kerkük ve Musul’a vb uzanan hatlara kadar taşımak politika haline gelmiştir.
Şimdi bu HDP ile somutlaştırılmak isteniyor. Türk sosyal-şövenizmi ve milliyetçiliğinin bir kaybı olamaz. Olan Kürdistan’a ve Kürtlere olur. Mezopotamya ve bu kadim toprakların Türkiyelileştirilmesi, Kürtler dışındaki kadim halkların da satışıdır.
Devam edecek..
Dursun Ali Küçük
  HDP eleştirisi (1)  içn tıklayın >>  http://kurtcesozluk.tumblr.com/post/84117476654/hdp-abd-usleri-turkiyeden-kalks-n-turk-ordusu
HDP eleştirisi (2) için tıklayın >> http://kurtcesozluk.tumblr.com/post/85642224379/hdp-kurdistan-icin-ihtiyac-degildir
3 notes · View notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Öcalan’ın “İslam Konferansı”: PKK’nın Egemenlik Alanını Genişletme, Kürtlerin Milli Demokratik Örgütlenmesinin ve Devletleşmesinin Önüne Geçme Plânı…
''MÜMİN'' Öcalan ...(..)
Tumblr media Tumblr media
İbrahim GÜÇLÜ ([email protected]) “İslam Konferansı” denildiği zaman, dindarların, İslamcı örgüt ve kuruluşların, dergahların, medreselerin, dini liderlerin yapacağı konferanstan bahsetmiş olunur. Ama ne yazık ki, 6 aya yakın zamandır, dindarlıkla alakası olmayan, solcu, stalinist komünist, kemalist bir örgütün lideri tarafından “İslam Konferansı”ndan bahsedilmektedir; kendisine dindar diyen kurumlardan, kişilerden, örgütlerden herhangi bir ses ve tepki de oluşmadı. Bunun yanında, kendisine sosyalist ve komünist diyenlerden de, böyle bir konferansa tepki göstermedi. Yani ortaya iki yönlü garip, ahlâki olmayan, ilkesiz, çıkara dayalı ve anlaşılmaz bir durum ortaya çıktı. Konferansın yapılmasının PKK lideri tarafından açıklanmasından sonra, ben ve birkaç yazar, hem de dindar olmayan yazarlardan, siyasetçilerden eleştiriler, tepkiler oluştu. Sonuç olarak da 10-11 Mayıs 2014 Tarihinde dindarlıkla alakası olmayan, stalinist komünist bir parti liderinin öncülüğünde bu konferans gerçekleşti. Birçok İslamcı yazar, dindar insan da bu konferansta konuşmacı, tebliğ sunucu ve dinleyici oldular. Konferans sonrasında da, İslamcı denen kişiler, yazarlar, örgütler, kurumlardan bu konferansa karşı bir tepki oluşmadı PKK stalinist komünist olduğu için ittifak içinde olanlar, en başta da solcu kemalist stalinist HDP’e için de sorunlu bir durumun olmadığı ortaya çıktı. Bu nedenle bu konferans üzerinde yeniden durmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. 1-Konferansa kim karar verdi?: Konferansa görünüşte Öcalan’ karar verdi. Oysa Öcalan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la birlikte işlerini sürdürmekte. Bu nedenle konferansla ilgili olarak Öcalan’ın tek başına karar vermesi olanaklı değil. Üstelik Öcalan’ın İslamla herhangi bir alakası ve dindar olmadığı için, İslam Konferansının yapılmasının dışarıdan ona dikte ettirildiği daha çok akılcı. Öcalan, 2013 Newroz’unda İslamcı mesajlar vermeden önce, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Öcalan’ın “dini bütün”, dindar bir kişi olduğu hakkındaki açıklamaları, daha sonra Newroz’da Öcalan’a İslamcı mesajların verdirilmiş olması da bunu doğrulamaktadır. Böyle bir konferansın yapılmasında, daha sonra belirteceğim gibi Öcalan’ın/PKK’nın faydası var. “Peki hükümetin bunda ne faydası var? diye sorulabilir. Bunun cevabı başka bir yazı konusu olacak durumda. 2-Konferans ve İslamcı Mesajlar Öcalan Açısından Ne İfade etmekte?: PKK, Kemalistlerin bir projesi. Öcalan, 1999 yılında Türkiye’ye getirildiği ya da geldiği zaman, Kemalist derin güçlerle birlikte açıkça çalıştı. PKK’yı İmralı’dan Kemalist derin güçlerle birlikte yönetmeye başladı. Kemalist derin güçler geri çekilince, Öcalan hükümetin limanına yanaştı. Bu seferde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la birlikte PKK’yı açıkça yönetmeye çalışıyor. Ama şu bir gerçek ki, Öcalan oldukça değişken ve tehlikeli bir kişiliğe sahip. O hem komünist, hem bir stalinist, hem bir baaasisit, hem bir liberal, hem bir demokrat, hem bir faşist, hem bir İsacı ve Musacı, hem bir emperyalist ve kapitalizm dostu, hem ABD’ye mektup yazan, ABD’den ve Avrupa Birliğinden medet uman biri, hem de kapitalizm ve Batı düşmanı, şimdilerde de İslamcı. Yarın ne olacağını, güçler dengesinde değişikliklere göre izleyip görelim. Anlaşıldığı gibi Öcalan her şey olabilir. Oldukça korkak, riyakar ve iki yüzlü biri olarak, her zaman birlikte olduğu ve savunduğu şeyleri arkadan hançerleyecek, sırt dönecek biri. 3-Öcalan’ın Konferansa Sunduğu Metin Nasıl Hazırlanmış? Mehtevası Ne?: Öcalan’ın niteliğini, dilini, görüşlerini, literatürünü bilen biri, Öcalan’ın konferansa gönderdiği metni incelediğinde, rahatlıkla görebilir ki, bu metin Öcalan tarafından hazırlanmamış. Metin hazırlanıp eline verilmiş. O da metinin içine o meşhur, kendisinin de anlamını bilmediği, aşırılmış kavramları yerleştirmiş. Metin, bir mümin ve dindarın metni gibi hazırlanmış. Öcalan’ın dindarlık ve müminlikle alakası yok. O Marks’ı bile aşan bir stalinist komünist. O bir atesit ve komünist; hareketi, komünist ve ateist bir hareket olduğu halde, mesajında “ateist” ve “komünist” olarak nitelendirilmesini bir iftira olarak değerlendiriyor. Hem de Batılılar tarafından böyle nitelendirildiğini ileri sürerek, batılılara iftira ediyor. Oysa PKK’nın yayınları ve Öcalan’ın görüşleri incelendiği zaman, “ateist”, “stalinist komünist” olduğu hemen saptanır. “Hizbullah” ve “El Kaideyi” “güncel faşizm” olarak tanımlarken, kendi “sol faşizmini” görmezlikten geliyor ve gözden kaçırıyor. Konferansa katılanlar da, buna ses çıkarmamakla riyakarlık yapmışlar. El Kaide ve Hizbullah’ın öldürdüğü kişilerin sayısı PKK’dan az olmadığı gibi, onların kullandığı insanlık dışı metodların PKK’dan daha geri ve gelişkin metodlar odluğunu söylemek de olanaklı değil. Sonuç olarak, Öcalan’ın mesajı iki yüzlülüğü, riyakarlığı ifade ediyor ve gerçekleri çarpıtıyor. 4-Hangi Siyaset Tarzını İfade Ediyor: Bu siyaset tarzı, ahlaki, ilkeli ve demokratik olmayan, faydacı, makyavelist, riyakar, kirli ve iki yüzlü tehlikeli siyaset tarzını ifade ediyor. 5-Sol Partinin İslam Konferansı Yapması Ne anlama Gelir: Sahtekarlık, İslamı araçsallaştırma anlamına gelir. Öcalan/PKK, insanları araçsallaştırmaktan geri durmuyor. İslamı araçsallaştırmaktan hiç bir beis görmezler. 6-Konferansın amacı: PKK’nın bu aşamada iş kotarmaya çalıştığı “Siyasi İslamcıları” aldatma ve kandırmadır. PKK’nın egemenlik alanını genişletme ve mevcut statüsünün korunmasını sağlamadır. Kafa karıştırmadır. Kürtlerin, evrensel modeller (Bağımsız Devlet, Federal ve Konfederal Devlet) çerçevesinde kendi kaderini tayin etmesini engelleme ve Kürtlerin devletleşmesinin önüne geçmedir. Kürt ulusal ayaklanmalarından sonra (1938), Kürtlerin, siyaset ve tarih dışına itilmiş, devletle entegre edilmeye çalışılmış toplumsal kesimlerinin, milleti millet yapan kesimlerinin milli liberal demokrat, milli muhafazakar dindar örgütlenmesini engellemektir. Kürtlerin, jakoben bloklaşmanın etrafında kümelenmesini sağlamaktır. 7-Dindarlar Neden Konferansa Katıldılar?: Dindarların, stalinist komünistlerin, “İslam Konferansına” katılmalarının hayra yorumlanması olanaklı değildir. Bilinçsiz olarak konferansa katılmış olamazlar. Öyleyse, burada bir aldatma, bir çıkar arayışı ve örtüşmesi var. Dindar kesimlerin, PKK’nın “Kutlu Doğum Gününü Kutlamasının” da bir sahtekarlık, egemenlik alanını genişletme, zihinleri bulandırma eylemi olduğunu anlamamış olmaları akıl karı değil. 8-Sonuç Bildirisinde “Medine Sözleşmesinin” Benimsenmesi Ne Anlama Gelir?: Bu da riyakarlığın, sahtekarlığın, kirli ve çıkarcı siyaset anlayışının bir ifadesidir. Türk ve Kürt Komünistleri, Rusların, Çinlillerin ve diğer komünizmi benimseyen milletlerin iyi komünizm yapamadıklarını söylerler ve kendilerinin daha iyi komünizm yapacaklarını ileri sürerlerdi. Ama sonuçta onların da bunu yapamayacakları ortaya çıktı. Sorunun, komünizmin kendisinde olduğu ortaya çıktı. Medine Sözleşmesi yaklaşımı da bunu insana hatırlatıyor. Hiçbir müslüman ülke ve dindar gruplar şimdiye kadar Medine Sözleşmesini gerçekleştirememişler, Öcalan gerçekleştirecek. Böyle bir şey olur mu? Öcalan, “Medine Sözleşmesi” perdesi altında Apoizmi, kendi komünizmini, Kemalizmini, stalinizmini gerçekleştirecek. Haberimiz olsun. Kişisel ve grupsal/kollektif hak ve özgürlüklerin kazanılmasında insanlığın ortak modeli: Demokrasidir. Milletlerin, kendi kaderlerini kendi iradeleriyle tayin etme ve gerçekleştirmelerinde evrensel modeller var. Bu modeller, milletlerin bağımsız devletlerini kurmaları, Federal ve Konfederal Devletlerle şeklinde birlikte yaşadıkları, kendilerine geçmişte hükmeden milletlerle eşit bir tarzda, yeni bir hayat kurmalarıdır.
Amed, 13 Mayıs 2014
1 note · View note
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
HDP: Kürdistan için ihtiyaç değildir
Tumblr media
HDP: Kürdistan için ihtiyaç değildir (2) - Dursun Ali Küçük
HDP eleştirisi (2)
1- HDP Kürdistan için ihtiyaç mı?
Kürdistan için çeşitli renklerdeki Kürdistan partileri ihtiyaçtır.
KCK ve MİT-İmralı ortak çabası ile HDP projesi gerçekleşti. Son iki Diyarbakır Newroz’unda bunun son mesajları verildi. Sıralanan düşman algıları AKP’nin düşman algıları ile birebir olmasa da benzerlik arzediyordu.
İrlanda, Bask, Galer vb ülkelere baktığımızda bu ülkelerin kendilerine özgü parlamentoları, hükümetleri ve partileri mevcuttur. Sovyetlerin dağılması ile eskiden birleşik olan her ülkede yeni partiler kuruldu. Kaldı ki reel sosyalizmde bile her ülkenin komünist partisi vardı. Her nekadar birbirlerine benzeseler de vardı.
Kürdistani partileri geliştirmeye ihtiyaç vardır, tasfiye etmeye değil. Üstelik tek parti değil, çeşitli temel eğilimleri kapsayan partilerin bulunması kaçınılmazdır. Kürdistan Federasyonu’nda birden fazla parti bulunmaktadır. Bunların hiç biri kendimizi tasfiye edelim, Irak genelinde “ihtiyaç olan” bir parti kuralım demiyor. Ve diyemezler de.
BDP’nin HDP’ye kattırılması Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi kazanımlarının tasfiyesine devam edilmesidir.
2-Demokrat-sosyalist, gerçek anlamda sosyal-demokrat, özgürlükçü bir parti veya ittifaklar partisi Türkiye için ihtiyaç mı?
Türkiye ve Türk halkı veya orada yaşayan diğer topluluklar için demokrat ve özgürlükçü bir parti ihtiyacı cumhuriyet kurulduğundan beri vardır.
Bu konuda Türkiye’de çeşitli girişimler ve hareketler olmuştur. En bariz olarak 68 kuşağı ve 1970’lerde Türkiye de devrimci ve demokrat hareket bayağı canlıydı. Kürdistan devrimcileri ve demokratları bu sürede ve sonrasında Kürdistan’da yoğun olarak örgütlenmeye başladılar ve bu doğru bir adımdı.
Şimdi bu doğru adımdan çark ediliyor. 70’lerdeki devrimci ve demokrat hareket darbe yedi. Önemli oranda tasfiye edildi. Nedenlerine girmiyorum. 12 Eylül askeri faşist darbesi ve sonrası yıllarda devrimci ve demokrat hareketler ellerindeki potansiyel gücü koruyamadılar. Türkiye’de marjinal duruma düştüler.
Çeşitli parti ve gruplar kurdular ve hala da mevcutlar. Bunların hepsi birleşse bile bir sinerji oluşturmaktan hala uzaktırlar.
Kaldı ki HDP bunların hepsine dayanmıyor. Sırrı, Ertuğrul’un bir bütün temsil ettikleri bir gelenek yoktur. Levent Tüzel’in sosyalist partisi ise marjinalin marjinali durumundadır. Söylemek istediğim, HDP’nin Türkiye’deki karşılığı mevcut demokratların, sosyalistlerin ve özgürlükçülerin bile çoğunluğunu kapsamıyor. Bunların ancak çok cüzi bir kısmını  kapsıyor.
Geriye ne kalıyor, Kürt veya Kürdistani partiler tasfiye edilerek, bu tasfiye planı çerçevesinde Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi HDP adıyla pazarlanıyor. Entegrasyon yani tam bir entegrasyon projesi.
Türkiye’de söylediğim türden demokrat, özgürlükçü, sosyalist, sosyal-demokrat alanı kapsayacak bir partiye ihtiyaç olduğu kesindir.
HDP bunu yapmaktan tamamen uzaktır. Türkiye’nin yani Türklerin %90’ı milliyetçidir. Çeşitli tondaki milliyetçi partilere oy veriyorlar. Kürdistan sorununda ise bana göre %95’i kendi sömürgeci egemenleri gibi düşünüyor.
Peki doğrusu nedir?
Ezen ve sömürgeci uluslarda olduğu gibi Türkiye veya Türklerin vb kesimi kendileri ihtiyaç olan bir demokrat, sosyalist, özgürlükçü ve gerçek anlamda sosyal-demokrat partiyi geliştirecekler.
Böyle bir partinin ihtiyaç olduğuna bende katılıyorum. Türk halkını ve benzer ezilen kesimleri, toplulukları kapsayacak böyle bir parti ile sömürge Kürdistan’ın partileri ittifak yapabilirler. Seçim ittifakları dahil koşullara göre her tür ittifaklara gitmek mümkündür ve bunu olası görüyorum.
HDP, Türkler için ölü doğan bir projedir. Asla Türk halkı içinde tutmaz.
Kürtler için ise dağıtma, kırılmayı derinleştirme vazifesi görür.
Bu konudaki tartışmaların ters yapıldığına inanıyorum. Sap ile saman birbirine karıştırılıyor. Veya lokomotifi vagonların önüne değil, arkasına takıyorlar.
Ayrıca Ege’deki Karadeniz’deki insanları ikna etmek ve kazanmak Kürtlere düşmez. Bunu Türk vb insanlar yapmalıdır. Bu görev bize düşmez.
Kürdistanı dağıt, kazanımları harca, Türkiye’de ise birşey kazanma trajedisidir bu....
Cemil Bayık ve Öcalan son açıklamalarında “Türkiye için ihtiyaç” deyip herkesi ikna etmeye çalıyorlar. Dolayısıyla Türkiye için söylediğim gibi parti ve partiler ihtiyaçtır. Türkiye’nin ihtiyacını Kürdistanlıların önüne koymak Türkiyelileşme projesini güçlendirmek içindir.
Türkiye için ihtiyaç olan Kürdistan için ihtiyaç değildir.
3-Asıl hedef Türk milliyetçiliği ile mücadele etmektir
KCK, KCK lideri Öcalan ve HDP önlerine Kürt milliyetçiliği ile mücadeleyi koymuştur. Söylemleri; bu kadar ırkçı Türk milliyetçiliği dururken kendi dışında farklı düşünen Kürdistanlıları  toptan bir kalem ve teori darbesiyle “Kürt milliyetçisi” ilan ediyor.
Sırrı Süreyya, amaçlarını “Kürt milliyetçiliğini durdurmak” olarak ifade ediyor. Aslında doğru söylüyor.
Zübeyir Aydar hiç utanmadan “küçük devletçik istemiyoruz” diyor. Kurulan Kürdistan federasyonunu hedef alıyor. Ya ne istiyor? Hala %95 ırkçı ve milliyetçi olan, sömürgeci milliyetçi olan Türkiye ile Türkiyelileşmek istiyor.
4-Bu proje “devlet heyeti” MİT ile KCK lideri Öcalan’ın projesidir. MİT’ten önce “çatı partisi” hikâyesi ile Ergenekon ile Öcalan projesiydi.
5-Bu proje sadece Türkiye için değil, Irak, İran, Suriye içinde öngörülüyor.
HDP programında Doğu Kürdistan için benzer bir formülasyon öngörülüyor. Rojava Kürdistan’ı belediyeciliği biraz aşan ve gerçek kantonlaşma ile ilgisi olmayan üç eyalete ayrılmış, Suriye’nin geneli içinde bu isteniyor.
Devam edecek…
HDP eleştirisi (1)  için tıklayın  >> http://www.kurtcesozluk.tumblr.com/post/84117476654/hdp-abd-usleri-turkiyeden-kalks-n-turk-ordusu
HDP eleştirisi (3)  içn tıklayın  >>  http://kurtcesozluk.tumblr.com/post/86390608844/birlik-neyimize
2 notes · View notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
BDP'liler kimi temsil ediyorlar!..
Tumblr media
BDP'liler kimi temsil ediyorlar!..
Kürtler tuhaf bir halk.
Kendilerinden başka hiç kimseye benzemiyorlar.
Tercihleriyle, seçimleri birbiriyle çakışmıyor.
Yaptıklarıyla, talep ve istemleri birbirine uymuyor.
Kendi içlerinde bir çok çelişkiyi bir arada barındırıyorlar.
Bu nedenle, her seferinde başka bir duvara tosluyorlar.
Örnek mi?
Alın size BDP’liler...
Niye mi BDP?
Aslında tüm Kürt orijinli partileri gözlemliyor, onlarla ilgili eleştirilerimi bu sayfada siz değerli okurlarla da paylaşıyorum.
BDP ye gelince, kuşkusuz Kürtlerin ağırlıklı bir kesimini temsil eden meşru ve legal bir parti. Bu özelliği itibariyle de, BDP’lilerin ortaya koyduğu siyasi tavır ve davranışlar önemli ölçüde Kürtleri de bağlıyor.
Çok ilginçtir ki, BDP Kürtleri temsil eden bir parti olmasına rağmen, vitrininde yer alanların, ya da parti adına kamuoyunun karşısına çıkan yönetici ve kadrolarının söylemleri, temsil ettikleri Kürtlerin talep ve istemleriyle çoğu kez örtüşmuyor.
Ertuğrul Kürkçü ya da Abdullah Levent Tüzel’den bahstmeye bile gerek yok. Bunların geldikleri yer, beslendikleri siyasi kültür ve meşrebleri zaten belli.
Bir de konuşma sitilinden başka Kürtlerle hiç bir ortak yanı olmayan Sırrı Sürreya Önder. Bunların tutturmuş oldukaları politik söylemin BDP tabanının tercihleriyle birebir ötüşmemesi gayet normal. Çünkü bunlar paraşütle Kürt halkının önüne indirildiler, Kürtler de zorunlu olarak bunları seçme durumunda kaldılar.
O nedenle Ertuğrul Kürkçü’nun Silivri teşebüslerini, Abdullah Levent Tüzel’in Kürtlerle ilgili olmayan alanlardaki kahramanlıklarını, Sırrı Sürreya Önder’in, Koçgiri, Geliyê Zilan ve Dersim’de Kürtlerin katledilmesini emreden Mustafa Kemal’i yüzyılın gördüğü en b��yük dehalardan biri olarak tanımlayıp Kürtlere yeniden pazarlamasını es geçiyorum.
Sorun, Kürt olanların Kemalizim hayranlığı konusunda bunları sollamaları.
Aysel Tuğluk, yılar önceki bir yazısında Atatürk ile ilgili; "Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür“ şeklinde methiyeler sıralamıştı. Bu methiyelerine itiraz eden Kürtleri, bugün Taha Akyol’a şikayet ederek Ata’sına olan bağlılığını kayıt altına alıyor...
Aysel Tuğluk’un az farklı bir versiyonu olan Sebahat Tüncel de ondan geri durmuyor; „Ulus Devlet istemiyoruz“ demekle kalmıyor, çıktığı televizyon ekranlarında avaz avaz bağırarak, Türkiye’nin bekası için Barzani çizgisinin tehlikelerinden dem vuruyor...
Hasip Kaplan, „biz Türklerle et ve tirnak gibiyiz, Kürtler Türklerden ayrılırsa ocağım sönecek, eşim ve çocuklarım hangi tarafta kalacak“ diye gürlüyor...
Esat Canan, çıktığı yurtdışı gezilerinde, kaldığı otelerin önünde Türk bayrağını dalgallandırmadıkları için otel görevlilerini tokatlıyor...
Şimdı sormak gerekirse, Kürtler, özellikle de BDP’ye oy verenler bunun için mi bunları kendilerine temsilci olarak seçtiler?
Kuşkusuz BDP’li milletvekillerinin tümü için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Örneğin Leyla Zana, Halil Aksoy, Hüsamettin Zenderlioglu gibi Ulusal Devlet istemi de dahil olmak üzere birçok konuda Kürtlerle ortak paydaya sahip olanlar da yok değil.
Ancak bunlar da ya bilinçli olarak sessizliği tercih ediyorlar, ya da tabana rağmen dümene geçen birileri tarafından susturuluyorlar.
Bunların dışında Kemalist olmadıkları halde öne çıkan Sırrı Sakık, Altan Tan, Ahmet Türk gibilerini ise, farklı bir kategoride değerlendirmek gerekir.
Sırrı Sakık politik cambazlığıyla gündemde kalmayı başarıyor.
Altan Tan, siyasi geçmişinden gelen ilişkilerini kullanarak farklılığını ortaya koyuyor.
Ahmet Türk ise, DTK Eşbaşkanı olmasına rağmen kendisini Aysel’e göre konumlandırarak hem nalına hem de mıxına vurarak, günü kurtarmaya çalışıyor...
Her şeye rağmen Kürtlerin karşı karşıya kaldıkları tüm olumsuzlukların nedeni bunlar mı?
Elbette değil.
Ortada bir terslik varsa, tersliğin nedeni; bunlardan daha çok, ulusal talepleri için yeri geldiğinde gözünü bile kırpmadan ölüme giden ve aynı zamanda bunları temsilci olarak seçen Kürtlerde!..
(Navkurd)
3 notes · View notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
NavêN Lawan - Navê Zarokan - Kürtçe çocuk isimleri - kürtçe erkek çocuk isimleri
Tumblr media
A -Agir -Aştî -Aştîxaz -Aştîxwaz -Aşûr- Aşvan -Agah -Agirî -Ajda -Akam -Ala -Alan -Alîkar -Amanc -Amed Amraz -Aram- Ararat - Aras - Araz -Arî -Arîyan -Arjîn- Aryan -Aso -Asûs -Avşîn -Ava -Avdar- Avdel- Avzer -Awar- Aware - Awat- Awdar -Awreng -Aza -Azad .
     B -Baban -Babelîk -Badîn - Badir -Bager -Bagir-Bahoz -Bakor -Bakûr -Bala- Balabar -Balî - Bangîn -Bapîr Baram -Baran -Bareş -Bargiran- Barî- Barnas -Baro -Barzan- Basor -Bawan -Bawer -Bazan -Bazo -Beşdar -Bêbeş- Bêcan- Bedirxan- Bedran- Begzad -Behram -Behran -Behrem -Behrûz- Behzad- Beşdar -Bêkes - Bêlan Belên -Belingaz - Bêmal -Bênav- Bendewar - Bengîn- Berbang -Bercan -Berdî -Berevan -Berevan -Berhem Bernav- Bertal -Bêrtî -Berwar -Berwar -Berxodan -Berxwedan-Berzan -Berzo-Bêstûn -Bêwar -Bêwar -Bextewar Bextewer- Bextiyar -Bextîyar -Bêxudan -Beyan -Beyar - Bişar -Bijar -Bijar -Bijiyar -Bijyar- Bilbil -Bilind - Bingeh- Binyat- Birîn -Birîndar-Birîndar- Birîsk -Birwa -Bispor- Bîyan- Bizaf- Bizav -Bizav -Bizot -Bokan -Borna Botan -Bozan- Brîndar- Brûsk .
   ç -Camêr -Can -Canbaz -Canfîda -Canrê -Casim -Casîm -Cêgir- Cejindar -Cejndar -Cembelî -Ceng -Cengawer Cengbaz -Cengî -Cengîn -Cengo- Cewher -Ciger -Cigerxwîn- Cîhan -Cîhangir -Cihgir -Cindî -Ciwamêr -Ciwan Ciwançak -Ciwanmêr - Ciwanmêrd -Ciwanro- Coşdar -Cobar -Codî -Comerd- Cotyar -Cûdî -اavreş -اaçan- اakar -اakbîn -اalak - اekdar- اeko- اeleng- اem- اêner -اeper -اetîn- اeto -اeto -اildar -اirîsk- اirûsk اolî - اîya -اiyavan -اolo -اoman .
     D -Daban -Dager -Damaw -Dana -Dara -Daran- Darewan- Darîvan -Darya -Dasin- Dawaz -Daxwaz- Delav Dengbêj -Dengdar -Derav- Derbas -Derbest -Dereza- Dêrsim- Derwêş -Dêsem -Destgir -Destî -Dewen -Dewran Deylem- Deysem -Deza -Dijwar -Dijwar -Dilşa -Dilar -Dilawer - Dilbaz- Dilbirîn -Dilbirîn-Dilbixîn-Dilcan -Dildar Dilêr -Dilgerm -Dilges -Diljan -Diljar -Diljar -Diljîr -Dilman -Dilo -Dilok -Dilop- Dilovan- Dilpak -Dilşad -Dilsoj Dilsoz -Dilxweş- Dilzar -Dilzar- Dîndar- Dirbas -Dîrok -Dîyap- Diyar- Dozan- Dozwan- Dûman -Dûrhat- Duzgin .
     E -Egîd -Elîşan -Elîşêr -Elind -Endam -Erdeşêr -Erdeşîr -Erdehan -Erdelan -Erdem -Erdewan -Êrîş -Êvar -Evdil Evîndar- Evras- Ewan- Ewîndar- Êzda-Êzdan- Êzdanşêr -Ezdîn- Êzdîn -Ezdîn .
     F -Fadil- Felamerz -Felat- Ferşad -Feraş- Feramez -Fereş -Feremez -Ferhad- Ferhan - Ferheng -Ferîdun -Fêris Fêriz- Ferman -Ferzad -Ferzan -Ferzend- Ferzinde- Feyrezûr -Feyrûşe- Fîdakar- Fîdaker -Fîlar -Filît -Firamerz Firat- Firehat -Fîrûz -Fîrûzan -Fincam .
     G -Gabar -Gare -Gavan- Gedo -Gehîn - Gelawêj -Gemşo -Genco -Gerdî -Gernas - Gewran -Geylan -Giravî Girêsor- Girgîn- Goran -Gorepan- Gorgîn- Gorî- Govend- Guhdar- Guhderz- Guhêz -Guman -Gundî -Gurgîn- Gurzo .
     H -Harî -Hast- Hatîn- Hawkar -Hawrê-Haydar -Hebirman -Hêdî -Hejar -Hekar -Heldêr -Helegurd -Helkewt Helmet -Hemdîn -Hêmin- Hemreş -Hemrîn -Hemzan -Herdem -Herdî -Herekol -Hêris -Herjîr -Herkî- Herman Heval -Hevgur -Hevined- Hevrê -Hewar -Hewreman- Hêzan -Hezar -Himrîn- Hindirîn -Hîro -Hisyar- Hîwa -Hîwan Hîzil- Hizrî- Hoşeng -Hoşîn -Hogir- Hormoz- Hovan -Hoybûn -Hoycan- Hozan -Hunermend -Hurmiz .
    J -Jêder -Jêhat -Jêkir- Jîdar -Jîlvan -Jîlwan -Jîndar- Jîno-Jîr -Jîrek- Jîro - Jiwan- Jîwar- Jiyar- Jiyar .
     K -Kaban -Kahîn -Kal-Kalan -Kalî -Kalmem-Kalo -Kameran -Kamîran- Kamoran -Kanêwar -Kardar -Kardox Karker -Karwan -Karzan -Kawan- Kawar- Kehî -Kejo -Keko -Keleş -Kelhor -Kerevan- Kesra -Kevir- Kêvrat Keyan -Kinyaz- Kivan -Kîvî -Kosar- Kovan- Kulneder - Kurdemîr -Kurdo -Kurmanc .
     L -Laçîn- Lawîn -Lawîn- Leşker -Lesar -Lewend -Lezgîn -Lolan -Lewend .
     M -Malat -Mazîn -Mêhvan -Mem- Memo -Mendo -Merd- Merdan- Merîwan -Mêrxas -Metîn - Meywan Mezin -Milet -Mîr -Miraz- Mîro -Mîrxan -Mîrza -Mirzan-Mîzan -Mizgîn -Mukrî -Nalî .
     N -Namo- Navdar -Navdest -Navîn- Nawdar -Neşwan- Nebez -Nêçîrvan- Nêçîrvan -Nemrût -Nerev -Newzad Nezar -Nijyar- Nîwar- Nîyat- Nizar -Nozer- Nûşen- Nûjen -Nûzad .
     O -Omêd -Qareman -Qasimlo -Qeçax -Qehreman- Qenco -Qendîl -Qûto .
     P -Pale -Palewan- Parêz -Partî-Partîzan -Pêşew -Pêşewa -Pêşkeş -Pêşmerge- Pêşrev- Pêşrew -Pêjan -Pelewan Perik -Perwer -Pesar -Pêskeft -Peyman- Pişko -Piştîvan -Piştîwan -Piling-Pîran- Pîrmos- Pîrmûs -Pîro -Pola -Pole .
     R -Ragir -Rastî -Reşo -Rêbar -Rêbaz- Rêber- Rêbîn- Rêbwar -Rêdîr -Rêdûr- Rehwan- Rêncber- Revend Rewaz -Rîbar -Ribat -Rizgar -Rodaw -Rodî- Roj -Rojo-Romet - Rozad .
     S -Saman- Sefîn -Semedar -Semyan-Senger -Serbaz- Serbest -Serbilind -Serçil -Serdar- Serdar -Serdeşt -Serhat -Serhat -Serhed -Serhing- Serkar -Serket- Serkewt- Sertac- Serwer -Sêvd��n -Seywan -Sîdar -Sîdar- Silav Simko- Sinor -Sîpan- Sîrvan- Sîrwan -Sîrwan -Sîto- Sîvan- Sîvan -Siwar- Siyamend -Siyawiş- Soran -Soro -Sozda .
    Ş -Şadî -Şadman -Şagird -Şalîl -Şalûl -Şano -Şaxan- Şaxewan- Şayan -Şayan -Şeda -Şehbaz -Şehîd -Şemal- Şemal Şemdîn -Şemo- Şengal -Şenger- Şêr -Şêrdil- Şergir- Şêrko- Şêro -Şêrvan- Şêrwan -Şêrzad -Şikak -Şînwar -Şîrwan Şivan -Şiwan -Şiyar- Şûrbaz .
      T -Tajdîn -Takî -Talan- Talor -Taro- Têkoşan -Têkoşer- Temer -Temo- Tenya -Terxan -Terxan- Tîşk -Tîrêj Tîrvan -Torevan .
     U- V-W:  -Umêd ---Vana -Veder -Vedêr- Vegêr- Vehêl -Vejen -Vîndar---Wan -Wanyar -Warhêl -Welat Werzan- Werzêr .
     X -Xabûr -Xakî -Xanî -Xastî -Xawên -Xebat -Xelat -Xemgîn- Xerîk- Xetîr -Xoşevî -Xoşnav- Xoşnaw -Xoştivî Xogir -Xonas -Xoybon -Xoybûv -Xudêda- Xurt -Xurto -Xwedêda- Xwên .
     Y -Yado- Yekbon- Yekta -Yezda - Yezdan -Yezdanşêr -Yezdîn- Yêzdîn .
2 notes · View notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Navên Keçan - Navê Zarokan - Kürtçe çocuk isimleri - kürtçe kız çocuk isimleri
Tumblr media
A  -  Adan- Adar- Agirîn- Ahîn- Ajda- Ala Alik –Alîn- Alva- Ara- Ardil- Arêz- Arezo- Arezu- Arîman- Arîn- Ariyan Asan- Asê- Asteng- Aştî- Avşîn- Avan – Avêsta – Avêste - Avîn - Avreng - Awat - Awaz - Axîn Axînk - Azadî - Azrîn .
     B -Badil- Bahar- Balnexşîn- Banê- Barîn- Bawan- Bazê -Baziyan -Bêdar- Befraw -Befrîn -Begîxan -Belalûk Belîcan -Belqis- Bêmal -Benav- Benaw -Benaz -Bênaz- Berbijîn- Berdar -Berdil -Bêrî -Berîcan- Bêrîcan - Bêrîn Bêrîvan- Bersîn- Besê -Bestin- Bexşan -Bexşîn-Bêxal -Beyan- Beybîn- Beybûn -Bêzar -Bezîn -Bîşeng- Bişkoj Bişkurîn -Bihar- Bijîn -Bilêsa- Bilêse- Bînahî -Binar -Binav -Binefş- Binevş- Biyan- Bohar- Boran- Bûken .
     Ç -akîn -Canan -Canê -avşîn -avgeş -avreş -awgeş -Cawîdan- awrê
-êker -اeleng -اemê -اengzêr Cerê- اerîn -Cewê- Cewher -Cîhan- ilo- îmen -inar- inûr -Cîran -irîsk -irûsk- istê -Ciwanê -Ciwangul Ciwanî -Ciwannaz -Ciwanrû -orîn  -ûçê .
     D - Damaw -Darçîn -Darîn -Daristan -Dastan -Delal -Dengîn -Derav- Dêrsim -Derzîn -Desmal -Devken -Dîlan Dilar- Dilaram- Dilare -Dilawaz -Dilber- Dilcan -Dildar - Dilê- Dilgerm -Dilîn - Dilistan -Dilkanî- Dilnaz- Dilok Dilron- Dilsoz -Dilvîn- Dilxoş -Dilxwaz -Dilxweş - Dindik -Dirê -Dîristan- Dîroka - Dixaz – Diyarî - Doman - Dilêr.
     E - Elmas -Esma- Esmê- Esmercan- Esmerxan- Estêre -Evîn -Ewrîn -Exter -Eyşan -Ezcan  .
     F - Felek - Fener- Feraşîn- Fîdan- Firmêsk .
     G - Gazî-Geşe -Geşê- Gêlas -Gelavêj -Gelawêj - Gerden -Gerdengaz- Gewher -Gewrê – Gezing - Girav -Glare Govend -Gozê - Gozel - Grîvan -Guhtem -Guhtem- Gul -Gulşen -Gulşênî -Gulabax -Gulale - Gulan- Gulasor- Gulav -Gulazer -Gulazêr- Gulbehar- Gulbihar - Gulcan- Gulçin- Gulçîn -Gulda -Guldan- Gulê - Gulî - Gulîk - Gulîn Gulistan -Gulîstan-Gulîxan -Gulîzar- Gulîzer- Gulîzêr -Gulnam -Gulnar - Gulnaz- Gulnîşan- Gulperî -Gulroj Gulsînem -Gûzê .
     H -Hatîcan- Havîn -Hêja -Hejîn-Helal -Hêlan -Helat- Helbîn -Helez -Hêlîn -Heliz -Helvîn- Hemayîl -Hemyan Henar -Hêra- Hermê- Hêro -Hetav- Hetaw -Hêva -Hevdem -Hevîn -Hevjîn -Hevovê -Hevrê -Hevta -Hewar Hewaxan- Hewîn- Hewrê -Heycan -Heynar -Hezar- hezar - Hinar -Hîran -Hîvî -Hîvîdar -Hizar -Hoşeng -Hojîn Hozan .
     J - Jarê- Jîlwan- Jîman -Jînda -Jînê -Jîrê -Jîvîn -Jiyan- Jiyar .
     K - Kaban- Kahîn -Kajîn -Kani- Kanîk- Kawê -Kejal- Kejal -Kejê -Keser -Kevî -Kevok -Kewser -Kezîzer Kinar -Kinê- Kinêr -Kirîstan- Kîstan -Koçer -Koser -Kulîlk- Kurdê- Kurdistan -Kevrîn .
     L - Laleş- Lalezar -Lawlaw -Lêlav -Leman -Lence -Lerzan- Lêvken -Leylan -Leylê -Leymîn -Lezîn- Lîlyan -Lîza Lolav- Lorî -Lorîcan -Lorîn- Lorkê .
     M - Maşa -Mangeşew -Mebest- Mehrîban -Mehrîcan -Mehrîvan- Mejbîr -Mêmê -Mendal -Mercam -Mêrdîn Merîvan -Mest -Mestan -Mêxek -Meyro - Mîdya - Mihabad - Mîran -Mirarî- Mirarîxan- Miryem- Mizgîn .
       N - Nalîn- Narê -Narîman- Narîn -Narîncan -Navbihar -Nawxoş -Naz -Nazdar -Nazê -Nazenîn -Nazenîn -Nazgul Nazik -Naznaz -Neşmîl -Neşmîn -Nêrgiz -Nêrîn -Nermê -Nermîn -Nesrîn- Nevîn -Newal- Newbohar -Newroz Nexşîn- Nêzîk -Nîşan- Nîştîman -Nîdar-Nîgar- Nîgar- Nîroj- Norcan -Nûjen .
 O - Omed -Orfa -Qeşem -Qumrî .
       P - Pakdil- Pakîze- Pelşî -Pelîn -Pêlîn- Pepole- Perçem- Perî -Perîşan -Perîşan -Perîgul -Perînaz - Perîxan -Perjîn Pervîn- Perwane -Perwîn -Pexşan -Pexşan - Peyman -Pîşeng -Pirşeng- Pirşing -Pirjîn -Pîroz -Porşeng- Pore .
     R - Rana- Raperîn- Razaw- Rêjîn -Rendê - Rengîn -Rewşa- Rewşen- Rêzan- Rihan -Rîhan -Rîken- Rindê Robîn -Roj -Rojawelat- Rojbîn -Rojda -Rojê- Rojgar -Rojgul -Rojhat -Rojhelat- Ronahî - Ronak- Rondik -Rûciwan -Rûgeş- Rûken- Rûzerîn  .
     S - Sarê- Sazan -Selwer- Semen- Serbar- Sercan- Serçinar- Serferaz -Serfiraz - Sergul -Sêvê- Sêwê -Seyran - Sîber- Sîlav -Sînem- Sînemxan -Sîpel- Sîsik- Sîsin- Sitî -Sitîxan -Solîn -Sorê -Sozan -Stêrê- Sûlav- Suma  .
    Ş- Şadan- Şadîman -Şala-Şana - Şanaz -Şayan- Şehrîban-Şelal -Şêlaz - Şemam -Şengê -Şepal -Şepirze -Şermîn Şevba- Şevîn- Şewba -Şewnim -Şîlan- Şilêr- Şilove- Şinê -Şînî -Şino- Şirîn -Şirînnaz- Şîwen -Şoreş - Taban -Tara Tavîn- Têkoşîn- Talar -Tanya- Telar- Têlîcan -Têlîxan -Tenya -Teyrê -Tilove -Vejîn -Vînê -Viyan -Warşênî- werîna -Wesîla .
      X- Xanê -Xanim -Xanzad -Xatîn -Xatûn- Xebat -Xecê -Xelat -Xêlîcan -Xemê -Xemgîn- Xemlîn -Xerman -Xewn Xezal -Xifşê -Xîsar -Xoşeng -Xonçe- Xoxê -Xunav- Xunaw -Xuzî -Yardil - Yargul -Yekcan .
         Z - Zara- Zelal -Zemrîd -Zerê- Zergul -Zerî -Zêrîn -Zerîxan- Zernîşan -Zerya -Zeytîn -Zeytûn -Zîlan -Zilfê -Zînê Zînet -Zoya -Zozan .
9 notes · View notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Fetullah Gülen'in Kürt Asimilasyonu
Fetullah Gülen'in Kürt Asimilasyonu
Cemaat yurdunda 2 yıl kaldı, karşılaştığı durumları kabullenemeyen Hakkarili S.D. bu defa dönen dolapları ve cemaatin iç yüzünü anlatmak istedi: Bilindiği üzere uzun yıllardır bütün dünyada var olan Nur cemaati, Müslümanlığı kullanarak asimile politikası izleyen bir şahıs önderliğinde oluşturulan bir cemaattir. Bu politikanın en çok işlenmek istendiği yer ise Türkiye'nin doğusu, güneydoğusu ve Irak'ın kuzeyidir. Osmanlı devletinden süregelen bu politika Fettullah Gülen tarafından yıllardır gayet başarılı bir şekilde devam etmekte ve ettirilmektedir. Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede, insanlar bu cemaate hizmet etmektedir. Bu cemaate eğitim dünyası, iş dünyası, emniyet teşkilatı ve askeri ordudan bazı kesimlerdir ne yazık ki. Ancak şu önemli nokta göz ardı edilememelidir: Türkiye'de nur cemaatine katılan insanların çoğu Kürt kökenli vatandaşlarımızdır. Bu insanlar aslında bilinçli olarak bu cemaate katılmamaktadırlar. Nur cemaatinin bu insanlara sunduğu imkanlar genelde ilk başta gerçek amaçlarını yansıtmaz. Daha çok insanların inançlarını kullanarak ilk önce karşılık beklemeden bu insanlara yardım etmeye çalışırlar. Özellikle Saidi Nursi'nin risalelerini okutarak Kürtleri kazanmaya çalışırlar. Saidi Nursi'nin Kürt olduğunu gerçekte kabul etmezler ama bir Kürt öğrenciye asla bunu anlatmazlar. Bu genel açıklamadan sonra size biraz da Gülen cemaatinde yaşadığım birkaç şey anlatmak istiyorum. Ben Hakkarili bir öğrenci olarak yaklaşık iki yıl bu cemaatin içinde kaldım ve kaldığım bu süreç içinde sistemleriyle ve politikalarıyla ilgili çok şey öğrendim. Onlarla tanışmam dershane dönemimde oldu; dershaneye Hakkari'de değil de İstanbul'da gitmeye karar vermiştim. İlk gittiğim zaman çok tedirgin olmuşlardı. Onlara Hakkari'den geldiğimi söylediğimde şaşırmıştılar çünkü Hakkari'den İstanbula gelip, birçok dershane varken F. Dershanesi'ni seçmem onlar için biraz şüpheli bir davranıştı. Tabi ben bu kuşkulu düşüncelerini birkaç cümlemle yıkmaya çalıştım. Benim amacım sadece onların vermiş olduğu eğitimden faydalanmaktı ama prensiplerimden ödün vermemek asimile olmamak şartıyla. Onlara katılan bir çok Kürt öğrenci onların ısrarlı teklifleri karşısında maalesef çabuk pes ediyor ve artık bir ömür boyu onlar için kölelik yaptığının farkında bile olamıyor. Onlarla kaldığım dönemde amacım artık onların gerçek politikalarını gözlemek ve öğrendiklerimi artık tuzaklarına düşmesini istemediğim Kürt kökenli öğrencilere anlatmaktı. Ben dershane dönemimde yurtlarında kaldım ve yurtta on kişilik bir odaya verildim. Odamı paylaştığım insanların hepsinin aileleri de bu cemaatin içindeydi. Benim gibi Doğu'dan gelmiş Kürt ve Alevi birkaç arkadaş da vardı. Bize karşı farklı davranış sergiliyorlardı. Kürdüm dediğimde 'Yoksa sen Şafii mezhebinden misin?' diye sormalarına şaşırmıştım. Çünkü ben o ana kadar hiçbir zaman insanları inançlarına göre yada ırklarına göre ayırmayı oldukça önemli bir amaç haline getiren insanları çok yakından tanımamıştım. Aynı şekilde alevi arkadaşlarımı da dışlamaya ve Aleviliğin asla kabullenilmeyeceğini dile getiren öğrencilerle dolu bir Nur Cemaati yurduydu. Bana sık sık, “Neden sünnet namazlarını kılmıyorsunuz, neden sadece farz namazlarını kılıyorsunuz?” diye sorular sorarlardı. Ben de bu sorulardan artık gayet sıkılmıştım. Hatta hiç unutmam biri bana, “Siz şafiler de bizim gibi Müslüman mısınız? Hz Muhammed'e inanıyorsunuz değil mi?” sorusunu yöneltince o arkadaşla tartışmıştım. Sonra yavaş yavaş şunu anladım; Kürt olmak, mezhep olarak, ırk olarak onlar için onlardan ayrı görülüyordu ve sizler - bizler kavramının onlar için ne kadar önemli olduğu ortadaydı. Odamda da bir sınıflandırma yaşadım ilk dört ay. Kürt olduğum için odamı paylaştığım insanlar benimle konuşmak istemediler. İlk gün ben odadayken söyledikleri cümleler asla unutamayacağım cümlelerdi. “Kürtler karaktersizdir, aşağılık, bölücü ve güvenilmez insanlardır, zaten ailelerimiz de Kürtlerle asla arkadaş olmayın onlardan uzak durun diye bizi uyardılar” dediklerini duyunca o gece sabaha kadar uyuyamamış ağlamıştım. Sabah yurt müdürüne gidip bu konuyu paylaşmak istediğim zaman daha çok üzülmüştüm; çünkü yurt müdürü bana yardımcı olmayıp onları savunmaya kalkışmıştı. Yurttaki öğrenciler arasında oldukça büyük bir ayırım vardı. Özellikle ailesi cemaate bağlı olanlar Kürt ve Alevi öğrencilerden çok daha üstünlerdi. Onların Alevi ve Kürt öğrenciler üzerindeki asimile politikaları farklı kişiler tarafından uygulanırdı. Alevi öğrenciyi ikna etme işleri her zaman alevi kökenli hocalara verilir, Kürt öğrencileri de genelde Kürt olan hocalar ikna ederdi. Yani bizler ikna edilebilseydik bizim de onların gözüne girme şansımız yüksek olacaktı, tabi bir köle misali ama bunu asla kendimize yakıştıramazdık. Yurtta kalan İstanbul Kürtlerinden çok sayıda öğrenci vardı. Bu arkadaşlarla cemaatle ilgili birçok şey konuştum. Özellikle cemaate neden ve nasıl girdiklerini sordum. Genelde verilen cevaplar aynıydı; çoğunun ailesi Doğu'dan Batı'ya gelirken maddi olarak çok kötü durumda olduklarını ve babalarının önce cemaatte küçük işlerle başlayıp sonrada iş adamı niteliğinde yurt dışında iş yapmaya başladıklarını söylediler. Ama babalarının yaptıkları işi net bir şekilde açıklamazdılar, hep bir muğlaklık vardı bu da benim kafamı karıştırmıştı. Bir yerlerden öğrenmeye çalıştım. Sanırım bu aralar gündemde olan Deniz Feneri yolsuzluğuyla ilgiliydi. Derslerimize giren bayan hocalar genelde tek tip olurlardı. Tekbir marka pardesüler, Vakko, Aker, Gucci ve Pierre Cardin markalı eşarplar kullanırlardı. Öte yandan Yahudi marka malları kullanmayın diye sürekli konuşmalar yaparlardı, özellikle Coca-Cola içmeyin derlerdi. Yine bir çelişkiydi bu çünkü kullandıkları tekstil markaları zaten Yahudilere aitti. Dayanamadım bunu da sordum aldığım cevap çok komikti: “Peygamber efendimiz bize bir ortama girdiğinizde güzel giyinin diye buyurmuştur, ondan bu markaları kullanıyoruz.” Tabi ben yine onlara bu cümlenin Kur-an'da geçmediğini, kendileriyle çeliştiğini söyledim. Anladım ki gün gelecek bu söyledikleri mantıksız cümleleri tıpkı İncil nasıl değiştirildiyse Kuran'a geçirilip, kutsal kitabı değiştireceklerdi. İslamı kendilerine göre yorumlamaya çalışırlardı. Hatta Hz Muhammed'in aslının Türk olduğunu idda edenlerle bile karşılaştım. İşte yine Türk-İslam sentezinden bir ayrıntıydı bu. Fettullah Gülen için de son ilah derler ve kitapları zorla okutturulur, hatta söyledikleri birer hadismiş gibi ezberlenilir. Kısacası Gülen cemaatinin Amerika'dan beslenen bir cemaat olması maalesef halk tarafından pek anlaşılamıyor. Özellikle Kürt halkı bunu çok iyi göremiyor. Onlardan en son duyduğum cümle şu idi: “Giremediğimiz tek yer Hakkari idi ama artık orayı da ele geçirdik sayılır.” Tabi uzun zamandır Hakkari'de hatta Yüksekova'da Nur cemaatinin alt yapısı oluşturuluyor ve bu çalışmada ismini vermek istemediğim Yüksekovalı yurtsever öğretmen edasına bürünen birkaç eğitimci var ne yazık ki. Gördüğümüz gibi her yerde aynı çelişki Kürt olup, Kürtleri yok saymaya ve onları asimile etmeye çalışan bu cemaate uşaklık etmek. İstediğim tek bir şey var o da şu: Ne olur artık Kürt halkı Osmanlı'dan bu yana devam eden İslami asimile politikalara alet olmasın. Özellikle Hakkari'den Yüksekova'dan üniversite okumak için Türkiye'nin birçok yerine giden öğrencilerimizin bu asimile politikasına alet olmasını istemiyorum. S.D. Yüksekovahaber
2 notes · View notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
BDP Neden Tasfiye Ediliyor
Hüseyin Turhallı*/ BDP’nin tasfiye edilmesinden rahatsız olmayan tek bir Kürd yok. Hatta HDP’de rahatsız. Buna rağmen Kürd dünyasında bu sorun neredeyse hiç tartışılmadı. Çok az cılız sesler yükseldi. İmralı’dan Öcalan, Kandil’den de Cemil Bayık “Hışşt” çekince o sesler de kesildi. Artık kabul edelim. Kuzey Kürdistan aydını bitmiştir. Ölmüş, öldürülmüştür. Bundan 25 yıl öncesinde İsmail Beşikçi söylemişti. “Kürd aydını, Türk aydınının kötü bir kopyasıdır” Artık o “kötü kopya” da yok. Asıl meseleye dönelim. BDP’nin tasfiyesi hangi ihtiyaçtan kaynaklandı? Kimler veya hangi güçler böyle bir operasyona karar verdi? BDP’nin tasfiye edilmesi, KCK ve KCK sistemiyle bağlantılı bir olay olduğuna ilişkin bizi kesin kanaatlere götürecek kadar verilerimiz var. Yeni PKK veya KCK Her şeyden önce ve bilinmesi gereken temel şey, PKK'nin bir kadro hareketi olduğudur. Kadrolarla kurulmuş, kadrolarla varlığını idame ettirmiştir. Kadro hareketleri tartışan, sorgulayan üreten kişileri değil, emir talimat dinleyen kişilikleri esas alır. İşini bunlarla yapar. PKK, 1997’den itibaren (1993 değil) değişim arzusunu edinmiştir. Bir değişim projesi de 2005 yılında İmralı yönetimi tarafından Öcalan’a verilen Murray Bookchin’in kitaplarından alıntılarla oluşturulan ve adına “Ekolojik Demokratik Modernite” denilen projedir. Doğrusu, bir ara KCK sözleşmesini inceleme araştırma yazı dizisiyle ele almayı düşünmüştüm. Ancak sözleşmenin başlangıç kısmı dâhil hiçbir cümlesi, doğrulanmış veya doğrulanabilir tezler içermiyordu. Bu nedenle yazacak ciddi bir şey de bulamadım. (http://tr.wikisource.org/wiki/KCK_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi) İmralı Cezaevi İdaresi tarafından dışarıya taşınmasına izin verilen bu alıntılar birleştirilerek parti programı haline getirildi. Aslında bu çalışma, PKK’nin sivilleşmesini öngören bir projeydi. Projeyi hayata geçirme görevi de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Sabri Ok’a verilmişti. Sabri Ok, legal bir partinin kuruluş çalışmalarını yürütüyormuş gibi çekincesiz ve sınırsız ilişkiler ağı oluşturdu. Bu arada MİT, İmralı’da Öcalan, yurtdışında da (Oslo veya Hewler) PKK ile görüşmeler yürütüyordu. Her ne olduysa devlet 2009 da hem PKK yönetimi hem de İmralı ile ilişkileri kesti, yada kesmiş gibi yaptı ve KCK operasyonları başladı. BDP Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş’a göre KCK operasyonları sonucunda 7.748 kişi tutuklandı. Bu operasyon ve tutuklamaların tek delili Sabri Ok’un telefon görüşmeleriydi. İhmali sonucu asker eline geçen bir çuval un için savaşçısını idam eden PKK, bu kadar kişinin tutuklanmasına ve zindana atılmasına neden olan Sabri Ok hakkında soruşturma açmak yerine, parti meclisi yönetiminden PKK Başkanlık Konseyi görevine terfi ettirdi. Bu operasyonun garip yönlerinden biri de budur. BDP’nin tasfiye edilerek HDP’ye katılması kararının alındığı bu süreçte, zindanda “Demokratik Ekolojik Modernite” eğitimlerini tamamlayan KCK tutukluları da serbest bırakıldı. Kadro uygulamasının birinci aşaması budur. Abdullah Öcalan’da son görüşmede “Bunlar hiçbir şey anlamamış. HDP’ye karşı çıkanlar, benim demokratik ulus çözümlemelerimi okusunlar” diyordu. Sahi, Demokratik Ulus veya Ekolojik Demokratik Modernite nedir? Toplumsal Ekoloji Enstitüsünün kurucusu olan Murray Bookchin “Ekolojik Topluma Doğru” adlı eserinde “Sorunlarımızın temel nedenleri toplumsal -kapitalizmde, ulus devlette- ilişkilerde, her şeyin ve tüm ilişkilerin metalaştırılmasında yatıyor. Rekabet, sınıfsal ve hiyerarşik ilişkiler toplumu çürütüyor. Bunun için çözüm, kentlerin eko topluluklara ayrılmasındadır” diyor. Bir Rus Yahudisi olan Bookchin’in incelediği toplum, çeşitli göçmen topluluklardan oluşan ve entegrasyon sorunu yaşayan Amerikan toplumudur. Görüldüğü üzere, Bookchin’in tartıştığı sorun, sorunun yaşandığı toplum ve coğrafyanın, Kürd ve Kürdistan sorunu arasında en ufak bir bağlantı yoktur. Buna karşılık Abdullah Öclan’ın öngördüğü Demokratik Modernite ile Bookchin’in eserlerinde anlattığı Demokratik Modernite kelimesi kelimesine aynıdır. Hal böyle olunca Amerikan toplumu için öngörülen bir projenin Kürdistan ve Ortadoğu sorunlarını çözmesi beklenemez, beklenmemelidir. Diğer bir ifadeyle Demokratik Ekolojik Modernite, Kürd ve Kürdistan sorununun çözüm anahtarı değil, çözümsüz ve sürüncemede kalmasının asıl nedenidir. Bu düşünsel karmaşa içinde yerel seçimler sürecine giren Kuzey Kürdistan egemen siyaseti, tahayyül bile edilmeyen bir kadrolaşma süreci başlattı. Bu uygulama merkezden atanan komisyonlar aracılığı ile hayata geçirildi. ANF “Belediye başkan ve encümen aday adaylarının “Demokratik Ekolojik Modernite” konusunda sınava tabi tutulduklarını” söylüyordu. Kuşkusuz böyle bir uygulamanın demokrasi, demokratik seçimle bir alâkası yoktur. Açık ki bu, merkezi idareye bağlı bir kuruma kadro yerleştirme sınavıdır. Komisyonlar tarafından gerçekleştirilen bu uygulama sonucunda geçmişte mücadeleye katkı sunan kişi ve aileler neredeyse tasfiye edilerek BDP’nin dışına atıldı. Kadrolaşmanın ikinci uygulaması bu. Ancak bu uygulamaya tepki olarak başta Hakkâri ve Diyarbakır olmak üzere BDP’nin oylarında %30’lara kadar varan bir gerileme yaşandı. Bu istisnanın dışına çıkabilen Cizre, Diyarbakır-Bağlar ve Lice’de ise BDP oylarında %20’leri aşan bir artış yaşandı. Peki HDP hangi amaçlarla kuruldu, nasıl bir sürece evirildi? Kuruluş sürecinde HDP’nin, Türkiye halkları ile ilişki sağlamanın aracı ve BDP’nin de içinde olduğu 20’yi aşkın oluşum ve partinin üst yapılanması olduğu/olacağı ifade ediliyordu. Birey olarak şahsen bu hedefe kilitlenen bir Türkiye partisini olumlu buldum, buluyorum. Ancak birden bire dümen kırıldı ve Kürdistani bir kurum niteliği kazınmış olan BDP tasfiye sürecine alınarak HDP’ye eklemlendi. Bu da kadro tasfiyesinin ve kadrolaşmanın üçüncü aşamasını oluşturuyor. Buna göre, BDP içinde sivrilmiş kadrolar işlevsiz bırakılarak pasif ve etkisiz bir konuma düşürülecek, PKK’nin geleneksel çizgisine bağlı ve zaman zaman direniş gösteren daha alt kadrolar da HDP yönetiminin dışında bırakılacak, bağlı ve bağımlı bir kadro ile yeni bir süreç başlatılacak. BDP’yi tasfiye operasyonuna karşı çıkanlar için Cemil Bayık da “Derin devletin” elemanları diyordu. Şimdi sormak gerekiyor. Derin devletin elamanları olarak nitelendirdiğiniz kişilerin, devletin herhangi bir kurumuyla ilişkileri bir yana, “emeklilik” düzeyinde bile devletle bir ilişkileri var mı? Sahi derin devlet, kimdir? MİT’ten daha derin bir devlet de mi var? MİT ile kimler toplantı yapıyor, kararlar alıyor ve uyguluyor? Açık ki AKP hükümeti ile ortaklaşa yürütülen bir proje var ve bu proje HDP vasıtasıyla hayata geçirilecek. Çatışan tarafların çatışma kadar diyalog ve anlaşma gibi işlevleri de var. Dolayısıyla burada tartışılması gereken, neden görüşüyorlar meselesi değil, üzerinde uzlaşma sağlanan projenin ne olduğudur. Proje, Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti devletine entegrasyonunu hedefleyen “Demokratik Ulus” projesidir. Ve bu proje Şark Islahat Planı’nın güncellenmiş halidir. Kürd hareketinin geldiği aşama ve konjönktürel durum, öngörülenin gerçekleşmesini imkânsız kılmaktadır. Kaldı ki bu proje gizli bir mukavemet ile de karşılaşacaktır. Sonuç itibarıyla, BDP’nin tasfiyesi, direniş gösterebilecek eski kadroların tasfiyesi ve yeni kadroların yerleştirilmesine yönelik geniş çaplı bir operasyondur. Bu uygulama ile bir entegrasyon projesi olan Demokratik Ulus projesinin hayata geçirilmesi hedeflenmektedir.
kurdistan-post.eu
0 notes
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
Kurdistanlılar devlet kuramaz!
Tumblr media
Derler ki; “Kurdistanlılar devlet kuramaz!”. Daha açık bir ifadeyle, “Kurdistanlılar kendi kendilerini yönetemez!”. Hatta “onlar” bunları demekle kalmaz, biz Kurdistanlılara da kabullendirirler. Durum öyle midir? Biz “Kurdistanlıların” devletleşmekten anladığı işgalcilerin tüm varlığıyla “topraklarımızı” terk etmesidir. Cümledeki Kurdistanlı ve toprak kelimlerine vurguya dikkat! İlki nüfus, ikincisi coğrafyamızı ifade ediyor. Devletleşmemizin önündeki engel nedir? İşgalciler ve işgalcilerin işbirlikçileri mi? İşgalci nasıl gider? Kurdistan’ı yönetmeme üzerine dayanan ve işgalcinin gölgesine bile kışt demeyen PKK girişimleri teorik olarak elbette iyidir, ancak pratik olarak sadece zaman kaybı olmakla kalmıyor; daha kötüsü Kurdistanlıların jenosidini hızlandırıcı etkilerde bulunuyor. Toprak ve devlet istemeyen taşeron PKK/KCK hiyerarşisi ve sözleşmesi acziyetin, iğdiş edilmişliğin yazıya dökülmüş halidir, elimizdeki kanıtıdır. Kuzey Kurdistan’da TC yaşamı sayesinde taşeronluğun ne kadar acımasız, dar, dayanaksız, sömürücü olduğunu öğrendik. İdeolojik örgütlenme olan PKK/KCK’nin cezaevindeki üyeleri ya da hiyerarşideki yöneticileri de KCK’lidir. Bu onun kendisi açısından en güçlü tarafıyken, Kurdistan esaretinin uzamasının da gerçeğidir. Ulusalcılığı gericilik bilen KCK’nin kitabında sadece KCK’liler yönetime gelebilir, işe alınabilir, sadece KCK’liler karar verici unsurlardır. İdeolojik bakan, yaşayan, direten her yapı yıkıcıdır, asıl gericilik de budur. Bu “baraj yapılar” ulusal kurtuluş mücadelesi nehri karşısında zamanı geldiğinde tutunamaz. Aynı durun güneybatı için de geçerlidir. Aşağıdaki tanım modernitecilere karşı savaşta radikal demokrasi zırhını kuşanan KCK’nin neolitik sözleşmesini garip duruma düşürür. Tanıma göre devlet: “Ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesidir.” Yani yeryüzünün belli bir parçasında sayısı önemsiz bir nüfusa sahipseniz ve düzenli, istikrarlı bağımsız bir teşkilatınız da varsa, BM’ce ister tanınsın ister tanınmasın, devlet sahibisiniz demektir. Egemenlik ülke içinde biricik yasal güç kaynağıdır, ülke dışında ise bağımsızlığı ifade eder. Siyasi iktidar unsur yani egemenlik “esas kurucu unsurdur”. Siyasal iktidar unsurunuz yoksa siz devlet değilsinizdir. O halde “elde var” olanları sıralayalım; sınırları belirli bir toprağımız ve onun üzerinde yaşayan nüfusumuz. Eksik olansa egemenliğimiz! Kimi arkadaşlar kurtarıcı, kimi arkadaşlar ise kurucu olmak gerektiğini öne sürüyorlar. Kurtarıcı, işgalcileri ülke dışına sürmekle; kurucu ise işgalciyi ülke dışına sürmeyi ve/veya ülkeyi yönetecek kadroları yetiştirmeyi amaçlıyor. Belki ikisi de doğrudur, belki değil! Belki bunlar bizim yöntemimizi cisimleştirmekte eksik kalan kavramladır! Kuruculuk ya da kurtarıcılığın ortak amacı ise devletleşmektir. Aramızda daha önce bir coğrafyanın işgalciden temizlenerek devlet inşası sürecine katılanlar var mı? Örneğin daha yeni devletleşmiş veya şimdilerde devletlerini ilan etmekte olan ülkelere gözlemci olarak gidersek bu “işi” öğrenmemiz mümkün mü? Böylece, “devlet kurabilir” belgesini ve hakkını edinir miyiz? KCK sözleşmesini, Hizbullah’ın manifestosunu, diğer hareketlerin belgelerini incelediğinizde ideolojik belirlemelerle karşılaşırsınız. Bu ideolojik yaklaşım hemen tüm parti, hareket ve inisiyatiflerde mevcuttur. Bu grupların tümü “kadro” yetiştirmeye koşullanmıştır. Kadro, kabaca, partinin programını ve tüzüğünü benimseyip, genel ve özel olgulara yaklaşımı kavramakta netleşmiş, verilen görevleri ve sorumluluklarını titizlikle ve zamanında yerine getiren kişidir. Bu kadrolar “sınıf intiharı” yapıp kendini partiye “adayarak” çalışan bireylerdir. “Partileşmiş kişiler” her yerde partinin anlayışını savunur, çıkarını gözetir. Bu kadrolar Kurdistan’ı özgürleştirecektir. Bu kadrolar yoksa Kurdistan devletleşemez! Kurdistan’ı özgürleştirmek! için, partisine göre; ya iyi bir radikal demokrat, ya iyi bir demokrat, ya iyi bir sosyalist, ya iyi bir komünist ya da iyi bir mü’min/mü’mine olmanız gerekir. Bunu başarmanız yetmez. Çevredeki kişi ya da kişileri, her meslek grubunu da örgütlemeniz gerekir. Böylece öğrenci derneklerinde, sendikalarda, mahallelerde varlığınızı göstermeniz, partinizi her alanda inşa etmeniz gerekir. Partinin inşası elbette Kurdistan’ı devletleştirmek isteyen diğer grupların ideolojilerine karşı konumlanmanızı, donanımlı olmanızı da getirir. İşbirlikçiler, alçaklar, hainler, ajanlar sınıflaması ister istemez belirginleşir. Siz ulusal birliği sağlama hedefinde çeşitli “engel” kişi, grup ve anlayışlarla karşılaşırsınız. Halkınızı ve partinizi bunlara karşı korumanız da gerekir. Kurdistan’da durum budur! Bu yanlış bir yaşamdır. Kurdistan’ın sorunu kadro sorunu değildir. Kurdistan’da her bir birey Marksist ya da mü’min, mü’mine olunca bize devlet mi verilecek? Öyleyse hepimiz yoldaş ya da heval ya da hacı olalım bitsin bu işgalci vahşeti! Oysa, Kurdistan bireyleri cahil değildir; kimsesizdir, çaresizdir, ancak cahil değildir. Türklerin resmi ideolojisi, askerliği, okulu, iş imkanları, saldırıları, linçleri, küçümseyici ve alaycı bakışları Kurdistanlı için en iyi ayraçtır, bilinçtir, doğru anda kararını yönlendirendir. İşgalcilerin üzerimizdeki psikolojik üstünlüğünü kırmaya çalışmadan, çağın üretim araçlarının bugünselliğinden ya da gelecekteki evriminin öngörüselliğinin farklı yorumlanmasından kaynaklı düşünsel bloklarıyla Kurdistanlıları birbirine karşı cepheleştirmek, üstelik bunu Kurdistan adına yapmak nasıl bir acımasızlıktır? Nüfus, Toprak Ve Egemenlik. Kuzey Kurdistan’ın 24 şehri vardır. Bu şehirlerde bankalar, devlet daireleri, özel ve resmi okullar,  hastaneler, lokantalar, dernekler, sürücü kursları, halk eğitim merkezleri, kuaförler, berberler, oto tamircileri, fabrikalar, odalar, sendikalar, siyasi partiler, dernekler, belediyeler, barolar, kültür merkezleri, AVM’ler, kahvehaneler, kafeler, toplu taşımacılık, vs mevcut mu? Tum bu kurum, kuruluş ve işletmelerin yöneticileri ve çalışanlarına kadar tümü Kurdistanlı mı? Evet mi dediniz! Bu “evet” gerçekte Kurdistan’ı biz Kurdistanlıların yönettiğini; üstelik bunu yıllardır ve aksatmadan yaptığımızı; düzenli, istikrarlı bağımsız siyasi bir teşkilatı yürütüp yönetebildiğimizi gösteriyor. Bizler hergün Türkiye’yi değil Kurdistan’ı yönetiyoruz, işlerin devamlılığını sağlıyoruz, sorunları çözebiliyoruz. Bunu yaparken kavga etmiyoruz. Aynı iş yerinde her görüşten ve kökenden insanımızla çalışabiliyoruz. Bu “evet”imizin gerçek olduğunun şimdi farkındayız, ancak ne anlama geldiğini hala bilmiyoruz! Öğrencisinden öğretmenine, müdüründen rektörüne, manavından emlakçısına, hırdavatçıdan inşaat işçisine, memurundan iş adamına, pazarcısından muhtarına ülkemizi, gerçekte coğrafyamızdaki devlet aygıtlarını, “Kurdistanlıların” yani bizim yönettiğimizin farkında değiliz! Çalıştığımız yerde, yaşadığımız çevrede herkes “kendi anlayışımızda” değil ve biz bu durumu kabullenip gül gibi yaşayıp giderken, neden Kurdistan denince aklımıza bir kalıba girmişlik geliyor? Biz çalışanlar tüm farklılıklarımızla bir alanda yaşayabiliyorsak, akrabalarımızı arkadaşlarımızı oldukları gibi kabullenebiliyorsak, neden Kurdistan’ı “olduğu gibi” kabullenemiyoruz? Bu tartışma; “Kuzey Kürdistan'daki sömürgeci T.C. devletinin ordu-kolordu, valilik-kaymakamlık, milli eğitim, milli savunma ve maliye-vergi daireleri, resmi-özel bankaların velhasılı kelam işgalci bir devlete dair tüm tabelaların yanında ve üzerinde Kürdistan'a giden patika yolunun tabelası gibi gelme”melidir. Bu tartışma, Türk devlet tabelasının hiç asılamamışlığı üzerinedir, asıl patika yollarda TC’nin kaybolmuşluğunadır. Bizi Türk, Arap ve Farslar değil Kurdistanlılar yönetsin ve yönetimlerinin olumsuz sonuçlarından sorumlu olsun. “Sizi kimin yönettiği değil, nasıl yönettiği önemlidir” işgalci söylemine karşı, “İşgal altındaki Kurdistan’da bizi özellikle ‘kimin’ ve hem de ‘nasıl’ yönettiği hayati önemdedir!” söylemini yaygınlaştırmak ve “iktidarı” istemek gerekiyor. Kurdistanlıların iktidar hırsını törpüleyen, aşağılayan, unutturan her anlayış, tutum ve bariyer paramparça edilmelidir. Eğer kendi kendimizi yönetebildiğimizi kabul ettiysek, ki durum bundan ibarettir; ve ayrıca Türklerin, Farsların ve Arapların da işgalci, barbar ve gerici doğalarından dolayı asla demokratikleşemeyeceklerinden eminsek, olsalar da bunu umursamıyorsak; neden kendimizi yönettiğimizi kabullenip resmileştirmeyelim, neden Kurdistan’ın artı değerlerinin işgalcilerden arta kalanıyla yetinelim, neden güneydeki petrol gelirinin daha çoğunu almayıp yüzde 17’siyle yetinelim, neden Kurdistan’daki dili, dini, kültürü farklı tüm birey, grup ya da halkların özgür birlikteliğini garanti edici ve gelişmeye, geliştirmeye açık sözleşmesini yapmayalım? Neden devletleşme gerekliliğini dayatan milyonlarca “neden” ile başlayan soru sormaya ve yanıt aramaya başlamayalım. Bunları “nasıl” yapacağımızı tartışmıyoruz? Türklerin, Arapların ve Farsların siyasal örgütlenmesinden kaynaklanan aşağılayıcı, onur kırıcı, yorucu, rüşvetçi, kayırmacı, kaytarmacı, zaman kaybettirici ve bireyi önemsemeyici, değişmez küstah yönetim kalıbının dışına çıkmayı istemek; özgür, verimli ve huzurlu bir Kurdistani özyönetimi ortaklaşmak için yeter koşuldur. Muhtaç olduğumuz kudret insanlığımızda, acılarımızda gizlidir. Dil, din, mezhep, kültürel farklılıklardan dolayı federal bir anayasayla yönetilmek zorunda olan Kurdistan’da neden bu gerçekliğimizi “bir siyasi federal partide” şimdiden şekillendirmeye başlamayalım? Tıpkı “Sovyet” kelimesinin İlk kez Rus çarının kullanmasına karşın sonradan başına bela olan “Sovyet” kelimesine benzer şekilde, işgalci de sonradan toprak yitimine mal olacak kavramları öngöremeden iştahla kullanıyor; “Paralel Devlet” gibi… Bizim paralel devletimiz zaten var, peki ya “Paralel Hükümet”! Bu gerçeği saptayıp, buna uygun siyasal anlayış önerdiğim ve hepimizin içini biraz olsun ferahlattığım, geleceğe daha güvenle baktırmayı başardığım için izninizle ve kimse de talip olmadığı için kendimi birleşik Kurdistan’ın ilk başkanı ilan ediyor ve ilk kabinemizi oluşturmak için görüşmelere başlıyorum. Lütfen özgeçmişinizi ve projelerinizi hazırlayın. Hem Kurdistanlılara, hem de dünyaya ilan edelim; “Kurdistanlılar ‘kendi topraklarında’, ‘kendi kendilerini’ zaten ‘yönetiyor’!” Yalan mı?
                                             Yiğit Doğan
dengeazad.com
*******************************************************************************************
1 note · View note
kurdistangercekleri · 11 years ago
Text
HDP: ABD üsleri Türkiye’den kalksın, Türk ordusu Kürdistan’da kalsın
Tumblr media
Hay anam hay. Ne günlere kaldık. Direnen Kürtler bu kez boyun eğiyor.
Türkiye bir ülkenin adı değil bir devletin adıdır. Ülkeler öyle bir kaç on yıllarda oluşmaz. Osmanlı’dan sonra kurulan devlete Türkiye denmiştir. Bu da Rumlar, Ermeniler, Lazlar, Kürtler, Asuriler, Araplar vb. halkların inkarı ve yok edilmesi üzerine kurulmuştur.
Bu halklardan günümüze kadar en diri kalan Kürdistan ülkesi ve Kürdistan halkıdır. Diğer halklar inkâr edildi soykırımdan geçirildi ve önemli oranda güçten düşürüldüler. Sıra Kürtlere geldi, soykırımlar oldu ve devam ediyor. Şimdi Kürtleri Türkiye’ye katıyorlar.
HDP projesi, Kürtleri daha hızla eritme ve Kürdistan’ın Türkiye’ye entegrasyonunu ve asimilasyonunu kolaylarlaştırma projesinin adıdır.  
“Türkiyelileşme”, aslında Türkleştirme projesidir ve süren Türkleştirme politikasını kolaylaştırmaya hizmet etmektedir.
–  HDP,  bu kez kendi Türk halkını örgütlemekten yoksun olan ama Kürtleri kandırıp o güzel nasyonal görüşlerine kılıf olarak seçtikleri “enternasyonalizme”, eşitsizliğe dayanan “kardeşliğe”, Kürdistan’ı bir ülke ve vatan olmaktan çıkarıp zaten Türkiye’nin sömürgesi olan güzel coğrafyamızı kirletme projesidir.
– BDP kendisini feshediyor, Kürtlerin birliğine sırt çevirip HDP ye katılmış bulunuyor.
– HDP, Türk sömürgeciliğini Kürdistan’da meşrulaştırma hareketidir.
– HDP projesi, Türk işgalini Kürdistan’da meşru görenlerin ve göstermeye çalışanların Kürtleri teslimiyete çeken bir projedir.
Kürdistan ve Kürtler adına HDP projesini onaylamak kabul edilemez!
*****
HDP programı ve politikasının Kürdistan’daki işgali nasıl kabul ettiği, başka halklara bağımsızlık ve işgallerin son bulmasını isterken, Kürdistan’daki sömürgeciliğin devamını nasıl savunduğuna geçmeden bir iki not geçmek istiyorum.
Daha sonra ise HDP program eleştirisine geçeceğiz.
Mücadelede yeni olan veya geçmişte yaşadıklarımızın tekrarı olsa da şunları vurgulamak istiyorum.
1- 1970’lerde Kürdistanî hareketler Kürdistan’da güçlenmeye başladı. Türkiye solu ile çeşitli tartışmalar yürütülüyordu.
Onların genelde hepsi ayrı örgütlenmek, ayrılmak ve bağımsızlık fikirlerine karşıydı.
Kürdistanî hareketler, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı’nın Kürdistan için geçerli olduğunu, Kürdistan’ın sömürge olduğunu ve ayrılmak ve kendi kaderini tayin etmek gerektiğini genelde vurguluyorlardı.
Bağımsızlık ve federasyon genelde savunuluyordu. Ağırlıklı eğilim bağımsızlıktı. PKK’de bağımsızlık ve demokratik Kürdistan amaçlıyor ve Türk işgalinin Kürdistan’da kaldırılmasını, sömürgeciliğe son verilmesini istiyordu.
2-Ayrılma olmadan birleşme sağlıklı olmaz diyorduk. Türk sömürgeciliğinin olduğu koşullarda Kürdistan’ın kaderini tayin hakkının gerçekleşmesi için mücadele edilmeden “birlik” dayatmak sosyal-şövenizmdir.
Zoraki evliliklere son verip boşanma hakkı sağlanmadan eski kurulmuş statüko üzerinden “birlikler” olmaz diyorduk.
Bunları söylemekte haklı mıydık? Bana göre haklıydık. Kaldı ki bunlar bu gün hala fazlasıyla geçerlidir.
3- Demokratik Kürdistan savunuluyordu. Öyle sanıldığı gibi “demokratikleşme” bu günün icadı değildir. Kürdistan’ı demokratikleştirmek temel hedeflerden biriydi.
4- Türkiye solundan bazı hareketler federasyonu savunuyordu. Kimi devrimden sonra diyordu. Çok azı Kürdistan sömürgedir, ayrılma hakkı gereklidir derdi. İbrahim Kaypakkaya, Kıvlıcım gibi şahsiyetler Kürdistan’ın bağımsız devlet kurma hakkını savunuyordu.
5-Aydınlık ve Perinçek çizgisi ve buna yakın olanlar “her milliyetten Türkiye halkı” tabirini kullanıyordu. Kimileri Türkiye halkı diyordu. Yani Türkiyelileşme yeni ve özel bulunmuş bir icat dağidir. Egemenler de artık Türkiye halkı ve Türkiye milleti diyor. Bunları kullanmak kimseye demokrasi ve özgürlükten yana olduğu payesi vermez.
6-Kürtlerin yoğun olduğu Newroz da “Türkiye halkı” diye seslenmek yukarıda eskiden beri eleştirdiğimiz görüşleri aşmayan bir görüştür. Tersine onların derekesine düşmektir.
7-İlk çıkışlardan on yıllar geçtikten sonra Türkiye sömürgeciliğini yaşadığımız koşullarda Kürdistanlı devrimci, demokrat, yurtsever, sosyalistlerin aklına “Türkiyelileşme” görüşü gelmemiştir. Kürdistan’ın bağımsızlığı, demokratikleştirilmesi, sosyalistleştirilmesi tartışılıyordu.
Türkiye, Misakk-i Milli ye konulan addır. Devlete bulunan isimdir. Misak-i Milliye baştan beri karşıydık.
8-BDP, Halkların Demokratik Kongresi, KCK,  Türkiyelileşmeyi önüne koyduklarını belirtiyorlar. KCK ilk PKK’nin savunduğu program ve amaçlarından uzaklaşmıştır.
PKK’nin kendisini aşması gerekiyordu. Demokrasi, özgürlük, bağımsızlık, kaderini tayin hakkının içeriğini vb. konuları ileriye taşıyacak, aşacak düzeyde yeniden tartışabilirdi. Aşılması gerektiği doğrudur. Aşalım derken eski programın çok gerilerine düşmek tarifsiz statülerle uğraşmaya düşmek, belediyeciliğin biraz ilerisini “demokratik özerklik” olarak tanımlaması, “demokratik ulus” ile Türk ulusuna Kürt ulusunun entegrasyonunu sağlamak derekesine düşmesi ise kesinlikle bir ilerleme ve aşma değildir.
Eski sosyal-şoven dediğimiz Türkiye solundan bazı hareketlerin görüşlerine pratik olarak düşmesi anlamını taşıyor.
****
Şimdi HDP program eleştirisine geçelim.
HDP: ABD ÜSLERİNİN TÜRKİYE’DEN KALDIRILMASINI AÇIK YAZIYOR AMA KÜRDİSTAN’DA TÜRK İŞGALİ KALKSIN DİYEMİYOR
HDP, Türkiye’de ABD vb. askeri üslerin kaldırılmasını açıkça savunulmasına rağmen Türkiye’nin Kürdistan’daki işgale değinilmemektedir. Türk sömürgeciliğine somut bir vurgu bulunmuyor. Türk ve Kürt kardeşliği işte buradan başlıyor. Büyük kardeş ne derse o olur hikâyesi geçerlidir.(1)
Kürdistan’ın bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşması savunulmamaktadır.
“Emperyalizmin ülkemiz halkları başta olmak üzere, bölgemiz halkları ve dünya halkları üzerindeki egemenlik ve baskı politikalarına, onların askerî üslerine, ekonomik, siyasi anlaşmalarına ve kurumlarına karşı mücadele eden Partimiz, sömürgeciliğe, savaşa, işgallere ve askeri müdahalelere ve darbelere karşı çıkar, işgallere son verilmesi için mücadele eder, ezilen halkların demokrasi ve özgürlük direnişlerinden yana tutum alır…”(2)
Burada “ülkemiz” Türkiye oluyor. “Ortak vatan” “ülkemiz” olarak formüle edilmiştir.
Emperyalist baskı ve savaşlara, bölge haklarına yapılanlar ve bunlar için ulusların kaderlerin tayin hakkı savunuluyor. Kürdistan için savunulmuyor. Sanırım formüle ettikleri gibi artık Kürdistan farklı bir ülke olarak görülmüyor.
Kıbrıs tanınıyor ve oradaki işgale son verilmesi isteniyor. Kürdistan federasyonu ise tanınmıyor. Kuzey Kürdistan’daki işgale son verilmesi istenmiyor.
Filistin’in bağımsız devlet kurma hakkı açıkça tanınıyor. Tanınması doğrudur. İnsana sormazlar mı maden bağımsızlık ve ulusların kaderini tayin hakkı Kürdistan ve Kürtler için haramdır, diğerlerine nasıl hak oluyor?
Anlaşılıyor ki mesele Kürdistan’a ait olan temel hakları reddetmektir.
HDP ve dolayısıyla katılanlar başka halkların devlet kurması, kurtuluş mücadelesi, ulusların kaderini tayin hakkının yanında olunuyorsa somut olarak Kürdistan’a vurgu yapmaları gerekmez mi?
Üstelik HDP’nin asıl bileşeni Kürtlerdir.
HDP’nin program eleştirisine devam edeceğiz.
Dursun Ali Küçük-25.4.2014
  (1), (2),(3)-Halkların Demokratik Partisi Programı
HDP eleştirisi (2) için tıklayın >>  http://kurtcesozluk.tumblr.com/post/85642224379/hdp-kurdistan-icin-ihtiyac-degildir
HDP eleştirisi (3)  içn tıklayın  »  http://kurtcesozluk.tumblr.com/post/86390608844/birlik-neyimize
4 notes · View notes