#devlet
Explore tagged Tumblr posts
onderkaracay · 1 month ago
Text
Tumblr media
🎯 İktidar Olmak Devlet Oldum Demek Değildir 🎯
Devlet toplumun tümünün ortak aklıdır. İktidar ise bir siyasi ideolojinin çoğunluğu ele geçirerek yürütme görevi elde etmesidir.
Bu ayrım üzerinde daha detaylı irdeleyecek olursak devlet ve hükümet veya iktidar arasında ki farkı daha iyi anlayabiliriz.
Bir toprak parçası üzerinde egemenlik kuran bir ulus yararına sosyal, hukuki, ekonomik ve siyasi bir yapıyla teşkilat kurmuş yapıya devlet denir.
Yasama, yürütme ve yargı gibi temel güçleri toplum yararına bünyesinde barındıran sürekliliği olan bir yapıdır devlet.
Siyasi niyetlere göre ilkelerinden vazgeçmeyen bir yapıdır devlet.
Dil, kültür birliği içinde ayrım yapmadan ulus birliğini ve bütünlüğünü koruyan yapıya devlet denir.
Devlet Anayasal düzen ile toplum yararına yönetilen hukuk düzenidir.
Devlet üstünlüğü reddeden, sınıf ayrımcılığı yapmayan ve buna izin vermeyen bir yapıya denir.
Bütün bu tanımlar devletin olmazsa olmaz tanımlarıdır.
Hükümet veya iktidar ise yürütme organını oluşturan belli bir süre için toplum iradesi ile geçici yetkilendirilmiş sınırları Anayasa ile belirlenmiş görev yapan kadrolara denir.
Hükümet ve iktidar sadece yürütme organı görevi olduğu için devletin içinde bir görev ifa eden hesap veren gerektiğinde verilen görevin geri alınması mümkün yapıdır.
Yasama ve yargı erki hükümet veya iktidarın görevi değildir.
Yasama görevi ortak akıl mevlisin görevidir.
Yargı erki hepsinin üstünde toplumun geneli yararına denetim yapan gerektiğinde toplum adına yargılayan ceza veren görevden almanın önünü bağımsız yapan güce denir.
Yasama, yürütme ve yargı erki hükümet, iktidar veya tek bir kişide olursa o zihniyet kendini devlet zanneder ve devlete topluma büyük zarar verir.
Devlet bu sayede çıkarcı güçlerin hizmetine giren bir organizasyona dönüşür.
Çok tanıdık geldi değildi mi?
2018 tarihinde Türk ulusu yasama yürütme ve yargı erklerini bir kişiye vererek adeta intihar etti.
Bugün tek bir kişi kendisini devlet zannederek yönetmeye çalışıyor ve her gün iş iyice çıkmaza giriyor.
Ortak akıl olmadığı zaman devlet aklı yok olur.
Zorbalık veya dayatma devlet aklı gibi dayatılır.
Toplum verdiği yetkiyi geri almakta dirençle karşı karşıya gelir.
Bu tür yetkiler verildiği gibi kolay kolay geri alınamaz.
Bu yetkileri birileri çıkarına alan istese bile o arka niyet gücün emrinde topluma karşı bir sopaya toplumun verdiği güç ile dönüşür.
Anayasal haklarını bile kullanmaya tahammül etmez.
Yetki, etki ve tepki süreci ülkeyi çıkmaza bu yolla sürükler.
Toplum ikiye bölünür.
Şer güçler hemen toplum hazır ikiye bölünmüş iken desteği oyuncu değişikliği yapmaktan yana medya aracılığıyla destek vererek toplumu aldatarak bu düzeni sürdürülebilir hale getirmek isterler.
Bugün yaşanan bundan ibarettir.
Kullanılan kullanılıp atılmak istemiyor sahaya sürülen yeni rakip ise beni kullanın diye kolları sıvıyor.
Sömürge toplumların yönetim rejimi ükkemize bir elbise gibi giydiriliyor.
Toplumun ne kadarı bundan haberdar diye soruyorsanız?
Düşüncesini aptal kutusu kitle imha silahı ikiye bölünmüş medya ile oluşturuyor ise tuzağın birinden kurulmadan diğer tuzağın içine gönüllü düşüyor.
Önder Karaçay
12 notes · View notes
acz1kul · 29 days ago
Text
Fırtına başlıyor.
Tarih, İsrail ve Türkiye savaşına doğru ilerliyor.
Türkiye, Suriye'nin 4 farklı noktasında üs kurma kararı almıştı.
İsrail, Türkiye'nin üs kurmak istediği bölgeleri bugün havadan bombaladı.
Açık açık mesaj verdi.
"Suriye'den çekilmezsen bir sonraki hedeflerimiz Anadolu olacaktır. Çünkü sen Suriye gelerek bize daha çok yaklaşıyorsun ve tehlike oluşturuyorsun" dedi.
Peki İsrail neden aceleyle bugün böyle bir çılgınlığa kalkıştı?
Bunun nedeni son iki haftada Türkiye, Suriye'ye yoğun askeri sevkiyat yaptı.
Ayrıca Çelik Kubbe Hava Savunma Sistemlerini bölgeye sevk etti.
Suriye'de kurmaya çalıştığınız üsler bizim Filistin'e, Gazze'ye gidiş kapımız olacaktı.
Olacak da Allah'ın izniyle
Türkiye Hava Savunma sistemlerini aktif ettiğinde hiçbir İsrail Hava aracı Suriye'de saldırıda bulunmayacak.
Şayet ısrar ederlerse Türk Hava Savunma sistemleri İsrail hedeflerini yok edecek.
İsrail her an Suriye'de Türk Askeri alanlarından birini vurabilir.
Artık bölgede bu gece itibariyle her ihtimal değerlendirilmeye başlandı. Yani anlayacağınız büyük savaş her an kapıda.
Her an herşeye hazırlıklı olmalıyız.
Diğer yandan içerideki sokak eylemleri, boykot çağrıları eş zamanlı olarak, İsrail'in işini kolaylaştıracak kaos ortamı için uğraşıyor.
Ülkemizde yaşanan hiç bir şey tesadüf değildir.
Herşey bir plan dahilinde ilerler.
Bu saatten sonra azgın azınlığın bizi içeride oyalamasına takılmadan gözümüzü Suriye'ye çevirmek zorundayız.
Allah, devletimizin yar ve yardımcısı olsun.
Hem içeride hem dışarıda gazamız mübarek olsun.
Onlar ne plan yaparsa yapsınlar, Bizler Allah'ın ve devletimizin planına sadık kalacağız...
*Safiye Çetinkaya*
16 notes · View notes
hicbikmadandevam · 30 days ago
Text
Boykot için devlete karşı ayaklanma diyorlar. Kişi kendisi neyse karşısındakini de öyle görürmüş. Devlet ayrı hükümet ayrı. Ayrıca bu kadar korkmayın. Sizin kankalarınıza bir şey olsa soluğu doğru yurtdışında alırsınız, tüm yalakalar kendine kaçmaya bir yer bulur ama artık alışın buna. Biz halkız, köylü biziz işçi biziz öğretmen doktor öğrenci biziz. Siz sadece belli bir dönem birilerine şaklabanlık yapan soytarılarsınız ve tarih soytarıları değil onurluları altın harflerle yazar.
7 notes · View notes
elestirenadam · 1 year ago
Text
Tumblr media
Kınından çıkmış kılıç gibiyiz. Güçlü devlet, üreten millet için göreve hazırız. Büyük Devrimci Önderimiz Atatürk gibi yapacağız. Önümüzdeki zorlukları 19 Mayıs'ın kararlılık ve cesaretiyle aşacağız. Devletin temel kurumlarını İstiklâl Savaşımızın değerleri üzerinde yeniden inşa edeceğiz!
47 notes · View notes
otopsicireiss07 · 17 days ago
Text
Albert Camus bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın demiş. Ben bir otopsiciyim. Her sabah, içi pas tutmuş bir çelik kapıyı açarak giriyorum ülkenin gerçek yüzüne. Gazetelerin üçüncü sayfalarında silinmiş hikâyelerin, aile albümlerinde adı artık anılmayan yüzlerin arasındayım. Benim ülkemin gerçekleri otopsi masasında yatıyor; üstü örtülü, soğuk ve sessiz. Ve evet, Camus haklıydı. Bir ülkeyi tanımak istiyorsan, ölülerini dinleyeceksin. Ben dinliyorum. Mesela, geçen hafta 19 yaşında bir kız getirdiler. Bileklerinde jilet izleri vardı, göğüs kafesi dar, parmak araları hâlâ lavanta kokuyordu. Adli rapora intihar yazdık . Ben gördüm yani onu öldüreni. Toplum dediğin şeyi. Beklentiyi. Ailesinin yüklediği anlamları. “Kız kısmı”nın taşıyamadığı omuzlara yüklenen sus paylarını. Onu öldüren şey, kendi elleri değildi. Sadece en son dokunan oydu. Bir başkası… 63 yaşında, emekli. Kalp krizi dediler ama ben kalbin ne zaman kırıldığını gördüm. Otuz yıl aynı masada çalışmış, her sabah çayı iki şekerli içmiş, öğle arasında hep yalnız yürümüş biri. Öldüğü gün bir markette yere yığılıp kalmış. Ceplerinden çıkanlar: bir fiş, oğlunun çocukluk fotoğrafı, yırtık bir alışveriş listesi. Kalp krizi değil, unutulmuşluk. Yavaş yavaş silinmenin otopsisiydi o. Ülkede insanlar nasıl ölüyor biliyor musun? Ses çıkarmadan. Düşe kalka, ama hep içe düşerek. Damarlarında neşe değil, boşluk dolaşıyor. Ve her ölüm biraz devlet, biraz kader, biraz da suskunluk taşıyor. Varoluşun kendisi bir otopsi gibi. Ne olduğumuzu anlayabilmek için hep parçalara ayırıyoruz kendimizi. Kalbimizi birilerine veriyoruz, sonra geri alırken kırılmış hâlini buluyoruz. Kimliğimizi soyuyoruz, içinden çıkan şeyin biz olup olmadığını sorguluyoruz. Her gün bir başka düşün altına giriyoruz. Ama bir türlü “neden varım” sorusunun kesitini çıkaramıyoruz. Benim masamda her ceset, bir cevap gibi yatıyor. Ya da daha çok: Cevapsızlık gibi. Bazen kendimi de masaya yatırmak istiyorum. Kalbimi açmak. Ciğerlerime sinmiş karanlığı göstermek. Beynimin kıvrımlarında biriken susmuş çığlıkları ortaya koymak. Ama ben anlatmam. Ben yazarım sadece: Ölüm nedeni: Belirsiz. Hayat nedeni: Hiçlik. Camus’nün dediği gibi… Bir ülke, ölüleriyle konuşulmalı. Ben onların diliyim. Metal masalarda yankılanan sessizlik kadar gerçek. Soğuk. Ama samimi…
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
6 notes · View notes
ottoman-empire · 11 months ago
Text
Bey zahmet çekip memleketi tanzim ederse halk kendi kendine zenginleşir. Halk zenginleşirse beyin her arzusu yerine gelir.
*
Ey devletli hükümdar, kuldan fakir adını kaldıramayan nasıl bey olur.
Kutadgu Bilig Yûsuf Hâs Hâcib
8 notes · View notes
modussoperandi · 3 months ago
Text
anarşist çicekler kokluyorum.
devlet sınırlarını ihlal eden .
kuşlara yardım ve yataklık yapıyorum.
umudun, propagandacısıyım.
2 notes · View notes
afilimeczup · 1 year ago
Text
Tumblr media
“ruhun gözüyse, bedenin yüzlerce gözünden çok daha değerlidir bizim için; çünkü, gerçek varlığı yalnız onunla görürüz.”
11 notes · View notes
ilmiyyat1453 · 2 years ago
Text
Laikliği özgürlük olarak görenler için kısa ve öz.
26 notes · View notes
felsefesitesi · 5 months ago
Text
DMY Felsefe yeni yazı
DMY Felsefe, yeni felsefeler :) : https://www.dmy.info/2-2-egitimde-ogretmenin-limitleri/
2-2- Eğitimde öğretmenin limitleri
Tumblr media
Öğretmen kültürle öğrenen arasında bir köprü olarak limitlerin en net görüldüğü noktalardan biridir. Bireyleri limitleyip özgürleştirirken kendisi de limitlenip özgürleşir. Örneğin belli bir kurumsal iktidarın taleplerine uyarak, yani kendisini limitleyerek bir iktidar elde eder. Daha büyük bir şeyin parçası olmak limitlenmeyi getirdiği gibi, iktidarı da getirir. Öğrencilere de bu limiti aktarıp geleceğin iktidarı olmalarını sağlar. Öğretmen tamamen limitlememeli, öğreneni de limitsiz bırakmamalıdır. Öğreten ister memur, ister ebeveyn, ister de sokaktaki vatandaş olsun; bireylere değerler ile kendileri arasında köprü olacak limitleri kazandırmalıdır. Ne değerlerin, kurumların ve olması gerekenin kölesi olmalıdır ne de öğreneni limitsiz bırakmalıdır. Değerlerin ve kurumların ne gerektirdiğini biz
2 notes · View notes
songofsoulss · 6 months ago
Text
" Hukuk , iktidarın fahişesi , basın da metresi olursa devleti pezevenkler yönetir . "
- Friedrich Nietszche
2 notes · View notes
onderkaracay · 22 days ago
Text
Tumblr media
5 notes · View notes
serhatnigiz · 7 months ago
Text
Tarihsel Din ve İnanç Temsiliyetizminden Hareketle Kızılbaş-Aleviliğe Dair Genel Bir Değerlendirme
Tumblr media
Antik Sümer tabletlerinde “Al” ya da “la” kadın “ay tanrıçası” olarak geçmektedir. Sümerlerde üç büyük tapınaktan birinin adı “kerim” tapınağıdır. Başka bir deyişle, “Al kerim” ya da “la kerim” tapınakları ay tanrıçasının tapınaklarıdır. Sümer tanrılarının zaman içinde Mısır’ın “çok tanrılı” Amon dinine ve “tek tanrılı” Aton dinine geçtiği bilinmektedir. Aynı şekilde bu tanrıların Mısır üzerinden Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi tek tanrılı semavi dinlere geçtiği de bilinmektedir.
İslam’da “la” ya da “al” (Arapça’da “a“ harfi olmadığı için “el” olarak çevrilmiştir) “el-la-h” (“h” yaratıcılık simgesidir) “el-lah”, “yaratıcı tanrıçanın Ay’a yansıyan nuru” (ışığı) anlamına gelmektedir. “La ilahe” (kadın tanrıca) ve “İllallah” (erkek tanrılar) ilişkisi ise; kadın tanrıca etrafına dizilmiş erkek tanrıları sembolize etmektedir. Zira erkek tanrıların baş tanrısı da “al” ve “la” tanrıçasıdır.
Dolayısıyla; “Al-i lik” bu tanrıçanın en yüksek tanrı olduğunu sembolize eden kavramlardan biri ola gelmiştir. Misal, Osmanlı Hanedanlığın da bile “Al-i Osman”, “yüksek Osman” anlamında kullanılmaktaydı. Başka bir deyişle, bu kavram “tanrının en yüksek makamına” ve onun yeryüzündeki “gölgesine” işaret etmektedir.
Alevilik kendisini ister Sümerlere ister Hititlere dayandırmaya çalışsın, hatta Alevilik kendisinin “gerçek İslam” olduğunu iddia etsin ya da Alevilik kendisinin “İslam öncesi bir inanç veyahut din” olduğunu iddia etsin, neticede Alevilikte tıpkı İslam gibi, bir dinsel temsil sistemi olarak Sümer dinine, Mısır dinine, İbraniliğe, gök-tengriciliğe, g��neş tanrısına (“Ra” ya “Tug-ra” ya) kadar uzanan geniş bir din ve inanç spektrumunun bir parçası ola gelmiştir. Aleviliğin ya da benzeri inançların tek bir kökenden ya da orijinden geldiği söylenemez. Başka bir deyişle, Alevilikte diğer dinler gibi birçok kaynak ve ölçekten ayrı ayrı süzülerek günümüze kadar gelmiş olan bir inanç sisteminin devamıdır.
Yukardaki tanımlara ek olarak şunu da belirtmek gerekir ki; “Aya yansıyan nur/güneşin nuru/ışığıdır”. Güneş tanrısı gerçekte bir erkek tanrısıdır. Yine de evrenin merkezinde toplanmış bu erkek güneş tanrılarının merkezinde ise baş tanrı olarak daima baş kadın tanrıca bulunmaktadır. İşte çok farklı inanç ve dinlerde kendisini gösteren “la” dan “ra” ya, “ra” dan “la” ya yansıyan bu nur/ışık baş kadın tanrıçanın nuru/ışığıdır. Tüm kültürlerde göstermelikte olsa kadın cinsinin ve bu cinsin icatçı-doğurganlık rolünün “kutsanmasının” kökeninde de yine din ve inanç merkezli bu bakış açısı vardır. Her ne kadar farkında dahi olunmasa da! İnsan başta tapınmaya “kadına” tapınmayla başlamıştır. Keza insan olarak erkeğinde kadınında asıl kaynağı “doğuran” ve “yaratan” kadından başkası değildir.
Son yıllarda “Al-i liğe” işaret eden ve “Alev” kavramı ile “ışık” kavramını birleştiren kimi yorumcular Aleviliğin en eski inançlardan/dinlerden biri olduğunu ileri sürmektedir. Aynı yorumcular Aleviliğin kökenlerini Sümer öncesi “Mu medeniyetine” kadar götürmektedir. Mu Aristoteles öncesi eski Greklerin (deniz kolonileri döneminde) Akdeniz’de battığını iddia ettiği medeniyettir. Gerçekte ise İslam’da dahil olmak üzere tüm dinlerin/inançların kökeninde alev/ateş/ışık dini/inancı zaten vardır. Haliyle Aleviliğin İslam öncesi dönemine yapılan göndermelerin tümü Alevilik ile ilkel “eşitlikçi” komünal sistem arasında bir bağ kurma çabasına dayanmaktadır. Lakin kurulmak istenen bağın ilkel komünal dönemden günümüze kadar “süreklilik içinde kopuş olmadan” devam eden bir inanç/din olduğu iddiası ise abartılı ve ütopik bir yaklaşımdır. Dahası bu iddianın somut delilleri ve antropolojik bulguları da ele geçmemiştir.
Her şeyden önce dünya üzerinde var olmuş olan tüm dinler ve inançlar (ve onların ürettiği semboller ve sembolik diller) temsiliyetizmin gölgesinde belirmişlerdir. Örneğin, Alevilikte gözlemlenen Ali ve Ali’nin etrafındaki 12 İmanlar sembollüde temsiliyetist bir semboldür. İsa ve 12 havariler sembollüde temsiliyetist bir semboldür. Dahası; “al” ve “la” ile başlayıp devam eden tüm inanç ve din sembolleri temsiliyetist sembollerdir. Ve bu semboller bugünde farklı dinler ve inançlar tarafından kullanılmaya devam etmektedir. Dolayısıyla, bu sembollerin tek bir din ve inanç kaynaklı olduğunu sanmak bu türden tezler ortaya koymaya çalışanları da derin bir yanılgıya sürüklemektedir. Keza mistik, dinsel ve inançsal temsiliyetizm formlarının kültürel yansımaları tarihsel ve kozmopolit bir içeriğe de sahiptir.
Alevilikte tüm din ve inanç sistemleri gibi kendisine hangi yorumu ve sembolü seçerse seçsin içinden çıktığı tarihsel ve toplumsal koşulların bir ürünüdür. Bu da Aleviliğin her zaman değil, zaman zaman devrimci bir toplumsal nesnellik örüntüsüne sahip olduğunu göstermektedir. Haliyle bu örüntü her din her inanç ve her mezhep gibi devlet ve egemen iktidar örüntüsü altında biçimlenen bir örüntüdür. Başka bir deyişle, temsiliyetist yorum ve sembollere sahip olan tüm inanç ve din sistemleri temsiliyetizmin bir başka görüngüsü olan devlet, devletlü-sınıflar ve egemen iktidar ilişkilerine dayanan tarihsel ve toplumsal örüntülerle birlikte oluşa gelmişlerdir. Haliyle bu gerçeğin üzerinden atlanarak din ve inanç sistemlerine dair hakikatler de ortaya konulamaz. [1].
Tüm inanç ve din sistemlerinin kökeninde mutlaka temsiliyetizm yatmaktadır. Dolayısıyla; dinsel ve inançsal temsiliyetizm, gerçekte toplumsal “alt yapı”nın “üst yapı”daki tezahüründen bağımsız olmadığı gibi, toplumsal alt yapıdaki icatçı-kullanıcı emek araçlarından, devletlerden, devletlü sınıflardan ve zümrelerden de asla bağımsız olamamıştır.
Aleviliğin çok eski bir inanç ve din olduğu ile ilgili pek çok şey söylene dursun, tarihte birkaç dönem hariç (Karmatiler, İsmaililer vs.), Alevilik her daim dışlanmış bir din ve inanç sistemi ola gelmiştir. Aleviliğin “ötekileştirilmediği” böylesi bir dönem olmuşsa da; İslam öncesi Aleviliğe ilişkin çok fazla kayıt olmadığından dolayı, İslam öncesi Aleviliğe dair yapılan yorumların önemli bir bölümünün de ayakları yere basmamaktadır. Her “Alevilik çeşidi”, her çağa, her coğrafyaya göre kendine haz bir çizgiye sahip olmuştur. Alevilik yeri geldiğinde ezilenlerin destansı miti haline gelmiş (örneğin, Hallacı Mansur, Pir Sultan Abdal vs.); yeri geldiğinde ise yönetimsel bir erke dönüşmüştür (örneğin, Osmanlı’nın başlangıcındaki ahilik, Yeniçerilerdeki ocak geleneği, İsmaililer devleti vs.). Başka bir deyişle, Alevilikte tıpkı diğer dinler ve inançlar gibi kendi çağının temsiliyetizm biçimlerinin belirli bir tezahürü ola gelmiştir.
Öte yandan, Alevilik Horasan/Yesevilik/Hacı Bektaşi Veli, Anadolu ve Ortadoğu/Irak/Bağdat/Basra/Vefailik/Batinilik gibi geniş bir coğrafyayı kapsayan inançsal ve dinsel bir temsil figürüdür de. Bu sebeple eski Türk inancı ve dini olan gök-tengricilikten hareketle Aleviliğin gerçekte bir Türk dini ve inancı olduğunu iddia eden akımlarda aynı derece de sorunludur. Gök-tengri inancının ve dininin kökeninde yer alan “güneş giysili insanlar” mitinden kalkarak (Sakalar, İskitler vs.) Aleviliğin salt Türklere ait bir din ve inanç olduğunu varsaymak ile tıpkı gök-tengrici pro-türklüğün Amerikan yerlilerini de kapsadığını varsaymak arasında pek bir fark bulunmamaktadır. Şayet bu yorumcular gibi hareket edecek ve mantık kuracak olursak; tüm Kızılderilerin Türk olduğunu iddia edebileceğimiz gibi, Aleviliğinde tümden bir Türk inancı ve dini olduğunu da iddia edebiliriz! Maalesef bu Türkçü yorumcuların Aleviliğe dair çok eski kaynakların günümüze ulaşmamasının getirdiği hırçınlıkla Asya’ya, Afrika’ya ve hatta Amerika’ya kadar uzanan gök-tengriciliğe (paganizme) Aleviliği de katmasına şaşırmamak gerekir. Gerçi bu yorumcuların tümü, göktengrici kökenli toplulukları ırksal manada Türk ilan ederek, kendi kafalarında yaratmış oldukları Pantürkizm ütopyasına sahte bir “bilimsel zemin” yaratmanın da peşindedir.
Diğer yandan, “alev-ateş-ışık” “mu-sümer-hitit” hattında ilerleyen yorumcularda Aleviliğin ilkel komüninal bir din ve inanç olduğunu iddia etmektedir. Biraz çekingence de olsa bu iddiayı destekleyen yorumcuların Aleviliği ilkel komünal bir inanç ve din olarak görmelerindeki temel kaygı ise kuşkusuz siyasi ve ideolojiktir. Bu da bir noktaya kadar mazur görülebilir. Zira salt duyusal olan bu ihtiyaç, emeğin ansal ve soyut düzleminin bir varlık nedeni de olabilir. Dolayısıyla; emeğin ansal ve soyut düzleminde kaldığı oranda bu duyusal ihtiyaç bir sorun da yaratmaz. Lakin bu ihtiyaç somut davranışın belirlenmesine vesile olursa, bu seferde klan ve soy kültüne doğru ilerleyerek, yeni tip bir dinsel ırkçılığın türevine de dönüşebilir. Dolayısıyla; bu temsiliyetist kimlikçi eğilimde zaman içinde Türkçü aleviciliğin ya da Kürtçü aleviciliğin içine düştüğü durum gibi bir hal de alabilir. Ki dönem dönem Alevilik bu şekilde haller aldıkça siyasal atmosfer çok sıcak çatışmalara da gebe olabilmektedir.
Tarihsel dinlerin ve inançların analizinden hareketle Aleviliğe dair kimi tespitler yaptıktan sonra, Aleviliğe ilişkin günümüz Türkiye’sinde devam eden tartışma başlıklarına da kısaca değinmek gerekir. Kuşkusuz bu değinmeler yine Aleviliğin İslam öncesi ve İslam’la birlikte içine girdiği yeni evreye ilişkin olmak zorundadır.
Alevilik denilince toplum içerisinde akla gelen ilk sorular şunlardır: Alevilik İslam’ın içinde mi, dışında mı, özünde mi, yoksa kenarında mı köşesinde mi? Yazı içerisinde de belirtilmiş olduğu gibi özellikle “yurt dışındaki Alevilerin” bir bölümü ateşli bir biçimde “Alevilik İslam’ın dışındadır” tezini savunmaktadır. Bu tezi savunanlara göre Aleviliğin kökenleri 3000 yıl öncesine Sümerlere, Hititlere, Luvilere vs. kadar uzanmaktadır. Bu tez Aleviliğin İslamiyet öncesine dair kimi doğrulara işaret etse de, yazı içerisinde de belirtilmiş olduğu gibi bu tez eksik bir tezdir. Aleviliğe ister inanç diyelim, ister din diyelim, ister mezhep diyelim hepsi bir yola çıkar. Tüm inançlar, tüm dinler, tüm mezhepler, bir yol olma iddiasındadır. Bu yolda yürüyüp yürümemeye (talip olmaya) o inanca, o dine, o mezhebe, (o yola) mensup olan kişiler karar verir. Dolayısıyla; o yol, o yolda yürüyenin de bir dizi kurala ve kaideye uymasını buyurur. Misal, Aleviler arasında sıkça kullanılan "eline beline diline hakim ol!" sözü bu kurallara ve kaidelere verilebilecek olan ahlaki bir örnektir. Kuşkusuz Alevilik sadece bundan ibarette değildir. Ayrıntıya girilecek olursa; semah, cem ayini, deyişler, söylenceler vs. gibi Alevi ritüellerinin tarihsel, sınıfsal ve kültürel uzamlarına dair de pek çok şey söylenebilir.
Alevilik İslam içinde mi, dışında mı tartışmasına dönersek; Alevilerin diğer kesimi ise “Alevilik İslam’ın içindedir”, Alevilik İslamiyet’in içinde Hz. Ali’nin ve Ehlibeyt’in yolunu takip etmektir tezini savunmaktadır. Hak-Muhammed-Ali yoluyla kastedilen de budur. Başka bir deyişle, bu 12 imamların yoludur. Şimdi bu durum da kim haklı? Gerçekte her iki tarafta tarihsel olarak kısmen haklıdır. Dolayısıyla; Alevilik İslam’dan önce var olduğu gibi, İslam içinde de varlığını sürdürmeye devam eden bir inanç, din ve kültür dünyasıdır.
Alevi İslam Hak-Muhammed-Ali’yi merkezine alan bir inançtır, dindir. Kaldı ki; Aleviliğin Sünni İslamla da bir bağı yoktur. Osmanlı’nın müslümanlaşması sürecinde İslamla tanışan bu kitleler İslam’ın içinde konumlanarak ali taraftarlarına dönüşmüşler ve merkezi Sünnilik karşısında muhalif bir konumda yer almışlardır. İslam tarihinde merkezde kim varsa; Emeviler, Abbasiler, Osmanlılar vs. o zamanda "ali taraftarları" bu merkezlere karşı muhalif konumdaydılar. İslam tarihinde Hz. Muhammed’in damadı olan Ali yaşadığı dönemde kim merkezde ise Ebubekir’e, Ömer’e, Osman’a vs. hepsine muhalefet etmiştir. Kısacası, Alevilerin "Aliciliği" yine merkeze muhaliflikleriyle paralellik içindedir. Hz. Muhammed öldükten sonra Hz. Ali hep muhalif konumdadır, ta ki öldürülene kadar! Dolayısıyla; İslam tarihinde kim ki muhaliftir (Sünni bile olsa) muhakkak Ali’yi kendine bayrak edinmiştir. Keza bu “alici muhalefet” dönemin dinsel temsiliyetist iktidar mücadeleleri ile yakından bağlantılıdır. Lakin bu muhalefet devlet odaklı iktidar temsiliyetizmine dayanan bir muhalefetten çok, dini ve ruhani bir muhalefet olma özelliğine de sahiptir. Biz ati Hz. Ali’nin “muhalifliğinin” tüm detayları ise bu yazının konusu değildir.
Anadolu’da Ali’nin tarafını tutanlar Kızılbaş-Alevilerdir. Bunun İran’daki Şii Alicilikle ya da Suriye’deki Arap Aliciliği ile bağı yoktur. Bağ varsa bile bu bağ mutlak değil, kısmi bir bağdır. Alevi Aliciliği Anadolu’ya özgü bir Aliciliktir. Nasıl ki İslamiyet öncesi Alevilik kavramı alevden ya da ışıktan yana olanlar (medusilik, zerdüştlük, alev-ışık dinleri vs.) gibi bir anlama geliyorsa, İslamiyet’in içine giren Alevilik kavramı da bu sefer “alinin tarafını tutanlar” manasına gelmektedir. Ya da bunu soyutlama diliyle söylememiz gerekir ise, İslamiyet içinde “merkeze karşı muhalefet eden Ali’cilere” Alevi adı verilir. Dolayısıyla; bir din ve inanç olmanın da ötesinde Alevilik gerçekte son derece muhalif bir akımdır da; bu muhalifliği onun daima sapkın (heretik) olarak damgalanmasına da neden olmuştur.
Alevilik İslam’dan önce hatta Hristiyanlıktan öncede Anadolu’da vardı. Ancak İslam’ın içinde bir anlamda “İslam’ın özünü” yani Muhammedi İslam’ı savunan ve Emevilere, Abbasilere, Osmanlılara muhalif durmuş olanlarda yine Kızılbaş-Alevi topluluklarının içinden çıkmıştır. Sonuç olarak; İslamiyet öncesi İslamiyet dışı bir Alevilik olduğu gibi, İslamiyet sonrası İslamiyet içi bir Alevilikte vardır. İslam gelmeden çok önce antik dönemde saz çalan, deyiş söyleyen, semah yapan “alev-ışık toplulukları” vardır ama bu İslamiyet öncesi Ali’siz Aleviliktir. Hatta bu Alevilik (adı Alevilik olmasa da) Yahudilikten ve Hristiyanlıktan bile öncedir. Bu dönemde “alev-ışık dini” olarak “arkaik-Alevilik” fetiş doğa inanışlarının ve ritüellerinin özelliklerini göstermektedir.
Kısacası, Alevilik ilkçağlardan başlayarak bugüne kadar devam eden bir sürecin sonucunda oluşmuş olan çok boyutlu bir kimliktir. Dahası; geçmişten süzülüp gelen “totem Aleviliğini”, “fetiş Aleviliğini”, “pagan Aleviliğini” günümüzün modern kavram setleriyle yorumlayarak, Alevi tarihini bu şekilde okuyanların olduğunu da biliyoruz. Bütün bu tartışmalara tanıklık ediyoruz. Her ne kadar bu Alevilik formlarının İslam Aleviliği ile bağı yokmuş gibi gözükse de, temsiliyetist din ve inanç biçimlerinin totemden pagandan süzüle süzüle semaviye kadar çıktığına ve iç içe geçerek dinsel ve inançsal bir armoniye dönüştüğüne şahit olsak da, her semavi dinin içerisinde tüm din ve inanç biçimlerinin olduğunu da bildiğimizden dolayı, Aleviliği ilkel komünalizme kadar götürmeye çalışmanın bir din olduğuna da tanıklık etmekteyiz.
İster alici Alevilik ister alisiz Alevilik tüm din ve inanç sistemlerinin kaynağında temsiliyetist tarihsel ve toplumsal algılar yatmaktadır. Bu yüzden Hindistan’daki Hindulardan tutunda Anadolu’daki Aleviler arasında temsiliyetizm açısından çokta bir fark yoktur. Dolayısıyla, insanlar kendi varlıklarını dinsel ve mistik varoluş çerçevesi içinde her ne kadar ifade etmiş olsalar da, temsiliyetist dinin ve mistizmin gölgesinde var olduklarının farkında dahi değildirler. Özetle, Aleviliğin bir din ve inanç olarak geldiği son nokta budur. İslam’ın hem içindeki hem de dışındaki en muhalif ekollerden biri kuşkusuz Aleviliktir. Aleviliğe dönük düşmanlığın arka planında yatan nedenlerden biri de budur. Bu nedenledir ki, İslam tarihinde “merkezde” kim yer alıyorsa son çözümlemede Alevilikten pekte haz etmemiştir. Bu yüzden Alevilik daima “dinsiz” bir akım olarak görülmüştür. Başka bir yandan da Alevilik; merkezi bir din ve inanç sistemi olmaktan çok “iktidarsızlık perspektifi” ile hareket eden nesnel ve ruhsal bir geleneğe de sahip olmuştur. Bu geleneğin çok katmanlı yapısı ise bu değinmenin konusu dışında kalmaktadır. İşin kötü tarafı bu “çok katmanlı yapı” bugün dahi yeterince incelenmiş değildir.
Öte yandan, her kim “Alevilik İslam dışıdır” derse, kuşkusuz bu yaklaşımda bir yorum olarak Alevilik dışı kabul edilemez. Herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahip olmalıdır. Hiç kimse bir inanca inanmak ya da inanmamak zorunda bırakılamaz. İnanç ve din konuları tüzerk değil, özerk olmak zorundadır. Örneğin bir devletin resmi dini olamaz. Dahası, din devlet olamaz. Tersi de devlette din olamaz. Maalesef tüm devlet ve din-inanç sistemleri bu gerçeği birbirine karıştırmaya devam etmektedir. Zira inanç ve din alanı kişilerin tercihidir ve sadece onları bağlamaktadır. Bu yüzden bir kimse bir başkasını her hangi bir inanca ya da dine zorlayamayacağı gibi, kendisi de başkaları tarafından her hangi bir dine ya da inanca zorlanmamalıdır. İnanç ve din meselesi karşısındaki gerçek özgürlükçü ve devrimci tutum bunu gerektirmektedir.
Dipnot
[1] 15. Yüzyıldan sonra Osmanlı egemenliği altındaki Alevilik feodal döneme özgü devrimci bir isyan hareketidir de. Zira Sünni Osmanlının baskısı karşısında Aleviliği benimsemiş Türkmen, Kürt, Zaza halklarının oluşturduğu bu hareket aynı zamanda devrimci bir isyan hareketi olma özelliğine de sahiptir. Dolayısıyla; resmi tarih yazımına karşı çıkmak adına Aleviliğin salt din ve inanç kavramları üzerinden tartışılması, Kızılbaş-Aleviliğin bu yönünün gizlenmesinden başka da bir sonuç doğurmamaktadır. Haliyle bu tutum Aleviliği sürekli töhmet altında bırakmaya çalışan hakim sınıf ideolojilerinin de ekmeğine yağ sürmektedir. Tarihsel açıdan egemenlerin ve özellikle de Türkiye’deki devletçi ve statükocu kesimlerin Alevi düşmanlığının temelinde Aleviliği sadece Sünni İslam anlayışına dönük bir tehlike olarak görmeleri yatmamaktadır. Zira tarih boyunca egemenlerin yaptığı en başarılı işlerden biri de ezilenlere kendi tarihlerini unutturabilmiş olmalarıdır. Kaldı ki; bu düşmanlığın asıl nedeni Aleviliğin tarihsel dokusunun muhalif ve isyancı olmasıdır. Aleviler hem İslamiyet öncesi (ki o zaman kendilerine Alevi demiyorlardı) hem de İslamiyet sonrası dönemde yerleşik düzenle ve baskın otorite ile mücadele halinde olmuşlardır. Ve genellikle de ezilenden ve azınlık olandan yana tavır koymuşlardır. Dolayısıyla; Alevilik bir din ve inanç olduğu kadar, tarihsel dokusu itibariyle de içinde Türk, Kürt, Zaza, Arap vs. farklı etnik grupların da yer aldığı sosyal bir hareket olarak (özellikle de Anadolu coğrafyasında) doğmuş ve gelişmiştir. Dolayısıyla; Alevilik pek tabii bu coğrafyanın içinden çıkan “en yerli ve milli” hareketlerin başında gelmektedir. Aynı zamanda Alevilik yer yer ezilen feodal alt sınıfların sözcüsü olma özelliğini de kazanmıştır. Bu da Aleviliğin daha çok araştırılmasını ve arkasında bıraktığı sosyal ve kültürel izlerin daha da dikkatli bir şekilde (ayrıştırılarak ve süzülerek) incelenmesini zaruri kılmaktadır.
22.09.2024
Serhat Nigiz
2 notes · View notes
ebubekiracar · 10 months ago
Text
Tumblr media
2 notes · View notes
dostaya-wiski · 10 months ago
Text
Tumblr media
5 notes · View notes
miscesine · 11 months ago
Text
Devlet ve Hükümet Arasındaki Farklar
Tumblr media
Devlet ve Hükümet Arasındaki Farklar Nelerdir?
Devlet ile hükümet arasında en önemli fark devletin devamlı olmasıdır. Hükümetler geçici olup, belli bir süre görev yaparlar. Bu süre dolduğunda hükümetin görevi sona erer. Ancak devlette bu söz konusu değildir. Hükümet devlet otoritesini işleterek politikalar belirler ve belirlenen politikaları devlet yürütür.  Read the full article
2 notes · View notes