Text
perişanlık süzülüyor içeri, antika kapının aralığından tanrıların katında da yolunda gitmez bazen hiçbir şey. dünya dediğin şey çapak ve baruttan ibaret, zaten ikna olmam için, bana balon vermeleri lazımdı mavi, olabildiğince. uçurmam lazımdı, çocukluğumun altısında yedisinde ya da sekizinde. sonra her şeye geç kalmaya başlar tavşan atlet arkasında kırk beş tane kenyalı. betakaroten desteği ya da hibiskus kan basıncımı dengelemez artık. kenyalılar da tavşan atlete yetişemez koşmak başka bir hikayenin ilk cümlesi kaçmak başka bir hikayenin… ona benzer bir yaz bir daha da gelmez. çok yazık… o tren artık aklımdan bile geçmez. içimde galaktik seviyede bir öfke, yarattığım dünyamı mahalle arasındaki bir spotçuya satmak istiyorum. kelepir, beynimdeki de eskilerden bir kelepçe. ekseriyetle ölüyorum, bu kadar çok içince. dünya dediğin şey çapak ve baruttan ibaret, belki bu dünya yakışıklı diğer dünyanın beceriksiz ikizi. artık hiçbir şey bilmiyorum ben. bugün temmuzun altısı, yedisi belki de sekizi.
3 notes
·
View notes
Text
selamlar, bu şiir bir gaz sıkışması, on dört milyar yıl önce de böyleydim. cebime az sonra, yarım ve yaşlı birkaç yıldız dolduracağım, kararlıyım. sahafın en köşe rafında, tozlu ve yaşlı bir plak gibi kaldım. kırk beşlik ya da otuz beşlik bir delikanlıyım. sırtımı yasladığım her duvar nem artık, beynimin en köşe rafında, bir sıva çatlağı. içimdeki öfkeye de aşığım. onu belinden tutup, sarı ve yaşlı bir sokak lambası altında valse kaldırdım. gece üç falan, hepiniz uyursunuz şimdi. ben artık bir cumartesi annesi sancısıyım. kaybettim. içimdeki en büyük parçayı. haftanın ikinci ve yaşlı günündeyiz. ben sigarayı yakayım, siz sahip çıkın dumana. ya da ormanı… ya da ormana… sevgiler.
0 notes
Text
bugün de dünyayı olabildiğince metan gazıyla şişirdim sevgilim. cebime taze bir mahzen sıkıştırdım bugün de. termosa barut koydum ve yola çıktım. iflah olmam ikna olmam kirpiklerinden lav düşen çocuklar görüyorum yarım yamalak uykumunun ortasında herkes bir vapurla açıldı denize ben yaşlı bir balıkçının paslı kancasında sabah edeceğim. her şeyin bedelini eski bir türküyle ödeyeceğim.
bugün de dünyayı olabildiğince metan gazıyla şişirdim sevgilim.
1 note
·
View note
Text
Yedi gündür kapalı penceremi açıp, sabahın yedisinde sokağı izliyorum. Bir gürültü uyandırdı beni, uyanmazdım yoksa bu kadar erken… hep böyle oluyor, ben kendi dünyama gömülmüşken, kendi toprak sınırlarımda, kendimle barışmış iken, çok güzel gözüken bir gürültü beni uyandırıyor, sonra da uyku tutmuyor. Artık bu bir döngü, alıştım. Alıştığım için de kendime kızgınım…
Sabahın yedisinde sokağı izliyorum. Sokakta bir kortej yürüyor; şamanlar, deliler, rahipler, budistler, işportacılar, köy muhtarları, bağımlılar… Herkes var kortejde, bir süre sonra tarlabaşı’ndan gelen fahişeler de katılıyor. Bekçiler geliyor, makinistler, makinistler gelince kondüktörler ekleniyor korteje, üç tane şansölye görüyorum, bir tane de kral, tacından tanıyorum onu. Bir sigara yakıyorum, korteje selam duruyorum. Üstüm çıplak, kral da çıplak. Sigaradan derin bir duman alıp düşünüyorum, ben bu dünyada bana verilen bütün saçmalama haklarımı fazlasıyla kullandım. Artık reflekslerle yaşıyorum. İçgüdüsel… Bir sonraki güne dair bir kaygım kalmadı, hatta bir sonraki dakikaya dair bile bir kaygım kalmadı. Anlatmayacağım, çünkü anlamayacaksınız. O yüzden esinti gibi algılayın kuracağım her cümleyi… Gelip, geçecek.
Penceremi tekrar kapatıyorum.
Kortej dağılıyor.
Ben de kortejle beraber dağılıyorum…
Bir sigara daha yakıyorum…
0 notes
Text
Önümüzde uzun yollar, kısa çöpler. Balkon mermerine konmuş bir güvercin, her an uçabilecekmiş gibi konumlandırmış kendini. Bir savaşın tam göbeğinde bekleyen zeplin gibi… Korkunç bir pazar sabahına daha uyandık, günaydın.
Yaşam dediğimiz şey bir matematik işlemi, birilerinin biz hiç talep etmemişken bile, bizim adımıza sağlama yapmaları gerekir. Ama öncesinde bizim dersi sessizce dinleyip, kelebek olmamız gerekir. Kelebeğin etkisine sonra bakacağız… Bütün tanımların, tankların hatta karnıyarıkların dışında, sesler ve silüetler iç içe geçmiş durumda. Aslında baktığımızda, böyle sabahlarda, ne duymamız ne de görmemiz gerekir. Sadece güvercinin hissetmesi ve mermeri pisletmemesi gerekir. Uçmadan önce…
Bir yankı var geçmiyor ruhumda, hafif de bir çınlama. Arada düşüyorum, çalıntı bir uçurtma gibi. Uluslararası basında da yer buldum, birinci sayfadan iki manşet girdiler zaten; ilki Londra borsasındaki değer kaybı, işte bir de benim denge kaybım… Şeytan taşlanmadan önce zaten yaşlanmıştı. Bütün tanımların, tankların hatta karnıyarıkların dışında, elimizdeki kartlar başka desteye ait gibi gözüküyor.
Önümüzde uzun yollar ve kısa çöpler…
Pazar sabahı.
0 notes
Text
aslında şunu fark ettim, bunca hengamenin ardından jetonum bitmiş. kafam yerde yürürken, yağmurdan asfalta yapışmış 1789 basımı bir mecmua gördüm, fransa’da ihtilal çıkmış.
hala rüyamda sana koşturan, ardından toprak kaldıran, atlı süvarilerin önüne geçiyorum.
sana haberini veremediğim bir duvar boyadım, guatemala açıklarında. balıkçı teknesinden şarap uzattılar, sarhoş olmuştum kıyıya vardığımda.
aslında şunu fark ettim, bunca hengamenin ardından jetonum bitmiş. o mecmuada kendimi gördüm. bende ihtilal çıkmış.
aslında şunu fark ettim, sarhoş olmuştum kıyına vardığımda.
3 notes
·
View notes
Text
çin'den gelen bir bira içtim, içimden geldi. baya bir yol katetmiş, ben daha katetmedim. kıvılcım görmek gibi iyice yaşam, sen arnavut kaldırımında sendelerken sessiz kalan o yaşam. çok çizgi roman okudum ama bu kadar da görünmez olmayı hak etmedim. vardır şimdi evrene muhalif birileri, genetik korku denen hiç ergonomik olmayan o hissin de bir sebebi. sana da öyle gelmiyor mu pasajdaki çiçekçi abla her şey daha tanıdık ama her şey çok yabancı. ve herkes kurşunsuz tabanca. şimdi bir cümle daha kursam sana içimde bir üst geçit daha yıkılır. çin'den gelen bir çift göz içimden geçti. sadece iki çizgi… o bana doğru katetmedi, ben de onu hak etmedim.
3 notes
·
View notes
Text
ağaç dallarının altında elini sıktığım bir dünya var. dizlerimin üstüne tam olarak o gün yabani bir ot gibi kapaklandım. göz göze gelseydik, belki yerden daha çabuk kalkardım. bir tane şarkıyı ezberledim gün henüz bitmeden ama yarısını… kendi ruhumdaki o ağlak çocuğun her gece yüzdüm derisini ona hiç acımadım o çocuk gömüldüğü yer unutulmuş bir korsan hazinesi. aynası artık kırık bile değil. dizlerinden ve dizlerindeki yara izlerinden özür dilerim. gün henüz bitmeden…
0 notes
Text
ölecekmiş gibi oluyorum bazen. çakmak cebimden terk edilmiş birkaç şehir çıkarıyorum. herkesin beni özlediği bir rüya gördüm. aklımdan çıkaramıyorum. o rüyada babamın elinde bir avuç toprak, beş yüz yirmi beş gün olmuş mezarının başına gitmiyorum. yüzü asık, saçları hala siyah bana paketinden bir sigara uzatıyor, yarın sigarayı bırakacakmış gibi yakıyorum. dumanı terk edeceğim bütün şehirleri kaplıyor. herkesin yüzünde gaz maskeleri, kimse artık beni solumuyor. ayık gezdiğim gün sayısı, uyandığım gün sayısını geçti. polisle derdim var, hiçbiri beni sokakta yürütmüyor. dört sene önceki vesikalığım bana hiç benzemiyor. elmacık kemiğim şiş, dudağımın kenarında yara bandı. koynuna girdiğim her kadın beni nedense ölümsüz sandı. her şey daha berrak artık, her şey daha keskin, bir güvercin beslemek, başka bir güvercine haksızlık etmek gibi. deklare etmedim diye anlamaya zahmet etmediğiniz her şey, sanki bana haksızlık gibi. canınız sağolsun. bu yükü kaldıracak kadar geniş omuzlarım, ama bu yükü kaldıramayacak kadar zayıfladım. görüş açımda bir sis kaldı, bir de ben… ölecekmiş gibi oluyorum bazen.
1 note
·
View note
Text
kristal ayaklarım burkulur artık, taşları epey çıkıntılı sokağın girişinde. çıkmazlara girmek bir tutkum var ta içimde. bavulumun tekerleri de ses yapar aynı sokakta, o da chopin gibi gelir, bir viyana bahçesinde. gideceğim yere daha yavaş giderim artık. ne kadar dirensek de, en az satürn kadar yaşlandık. benim kolektif taleplerim bitti bu dünyadan. hepsini bir çuvala koydum, ağzını sıkıca kapattım. bir temas başka bir teması getirmiyor artık, bir yansıma da önce kendini sorguluyor. görünmeyen kim? görünen de çürümüş bir tabutun çürümüş ilk tahtası. kıymet denen gariban kelime boş bir arazinin gariban bekçisi. aklım da başımda değil artık. birbirinden habersiz solucanlar ve balıklar. tek ortak noktaları kancaları bir de her gün saksıda sulanan acabaları. akşam ezanı okundu yine sofrada kendine tavuk parçası almayan bir anne gibi hissediyorum artık. mutlu da olasım yok alelade bir havadisle çünkü başa çıkmak çok zor. o günle ve o hisle. gideceğim yere daha yavaş giderim artık.
1 note
·
View note
Text
çin'den gelen bir bira içtim, içimden geldi. baya bir yol katetmiş, ben daha katetmedim. kıvılcım görmek gibi iyice yaşam, sen arnavut kaldırımında sendelerken sessiz kalan o yaşam. çok çizgi roman okudum ama bu kadar da görünmez olmayı hak etmedim. vardır şimdi evrene muhalif birileri, genetik korku denen hiç ergonomik olmayan o hissin de bir sebebi. sana da öyle gelmiyor mu pasajdaki çiçekçi abla her şey daha tanıdık ama her şey çok yabancı. ve herkes kurşunsuz tabanca. şimdi bir cümle daha kursam sana içimde bir üst geçit daha yıkılır. çin'den gelen bir çift göz içimden geçti. sadece iki çizgi… o bana doğru katetmedi, ben de onu hak etmedim.
3 notes
·
View notes
Text
her şey açıklanırsa giz diye bir şey kalmaz, ayrıca her şey de açıklanmaz. felsefeye baktığında, o da zaten zengin işi. benim gecenin köründe mutfağa inip, ekmek arasına macar salamı koyduğum anda, kulağımda debussy varken üstelik, tanımlayamadığım şeyleri, heraklitos da tabii ki tanımlayamaz. bazı caddelerde çöplerin toplanmaması gerekir, dokuyu bozmamak için. sana kaotik görünen o trafik, su satan dayı için cennet bahçesi. herkesin bir son kullanım tarihi vardır. uzattıkça silinen metinler gibi. kara sineğin üstüne böcek ilacı sıkmışım, her yer kapalıyken odada sigara içmişim, aslında hiç tanışmadığım biriyle vedalaşmışım karmik bağ ile dolanmışım zihnim de bir gece vakti… -de bağlacını doğru kullandım, meraklanmayın. yaşantımın aksine…
insanın canı akdeniz çekiyor, hücrelerini dahi üşüten ocak aylarında. kontrolsüz bir turuncu, haliyle gün batımından bahsediyorum. yoğun bir sarhoşluk talebi geliyor peşinden hala iç ve dış dünyamda. sanki çok yakışıklı yaşlanamayacağım. kim bilir… boyum da kısalır belki. bu da benim ayıbım.
felsefenin, akdenizin ve karmik bağın dışında, bir matador, yenilmeden kurtulamaz o boğadan. muletayı sallamak sadece zaman kaybı.
9 notes
·
View notes
Text
terasın mermerinde kruvasan kırıntıları, bir kumruyu besledim bana bence müteşekkir.
bu uzun zamandır yazdığım en erken şiir.
yine radardan geçtim, yolun kenarında bin yıllık bir hayrat, yüzümü yıkıyorum. kendimi hiç beslemedim. kendime müteşekkir değilim.
bu uzun zamandır yazdığım ilk şiir.
okyanusta açıktayız. beynim kalbime cümleler gönderiyor. okyanusta açıktayız, o boğuluyor diye, ben hiçbirini dile getiremiyorum.
kendimi hiç beslemedim. saat sabah dokuz.
kendimi kendime getiremiyorum.
6 notes
·
View notes
Text
kafamda bir şantiye sesi var. iki nöron arasında kum ocağı, dört kepçe bekliyor kafamda. birinin lastiği patlak… uykusuzluk denen hileci kovboy, yine çıktı sırtımda, tanımlanamayan bir çiban gibi. kasabanın ortasında, benden önce dönüp silahına davranacak ve vuracak beni. yakışıklı bir tütün sarıyorum, bağlaçların ayrıldığı, urganların düğüm olduğu bu terasta. savunmasız bir halde yakalandım yine, dokuzun katlarının dokuzla alakası olmadığı fikrine. fesleğenli bir çorba içesim var yahut fesleğenli bir viski. ha üstüne bir de yağmur yağarsa, hiç düşünmem, kırışık şapkalı milli piyangocuya uğrar, kuruyemişçinin köşede, kazı kazana düşerim. allahım ben bu kadar talihe, yanlış anlama hiç alışık değilim. albino bir köstebek ile karşılaştım, bankta albinoni dinlerken, adagio g minör. otuz dört dakikanın sonunda, o beni hem hissediyordu hem de biliyordu. otuz dört yılın sonunda, ben ne hissediyorum ne de biliyorum. anlama ihtimalleri pek yok ama yine de söyleyeceğim; sizin kum böbreğinizde, ağrı ondan. ben ise kalbimden döküyorum kumu, çünkü ağrı orada. dört kepçe bekliyor kafamda birinin lastiği patlak.
4 notes
·
View notes
Text
yalnızlığın aslında dinozorların neslinin tükendiği güne benzediğini meliha teyze öğretti bana. sonsuz hiçlik duygusu, sonsuz hiçlik duygusu yaşıyor bizim binada, sekiz numarada. kapıcı hayri memlekete gittiğinde, ki meliha teyze anlamaz teknolojiden, televizyonu açamazmış, otururmuş tüm gün pencere dibine. izlermiş sokakta top oynayan çocukları, su salarmış onlara sepetle, beşlik pet şişede. sonra hatırlamazmış, gün boyu neyi izlediğini pencerede. kapıcı hayri memlekete gittiğinde, ona kimse ilaç saatini hatırlatmazmış. yalnızlık aslında, yaşanmış o güzel günlerin, bir daha asla yaşanmayacak olmasıymış. meliha teyze öğretti bana.
4 notes
·
View notes
Text
yaşlı ve ispanyol bir eskimo, tavanı izlerken bulur dengesini yaradılışın, bitkinlik sokar çoğu anlamı yuvasına. sen de öylesin, gözlerinle dalınca anlarsın, benim gibi okyanusun, şili’ye bile kıyısının olmadığını. bu mahalleden neden kestaneci geçmez? niye ses duymam, yine ses duymam, içimden başka… buzdan bir evin var diye mi? ya da kendi kış illüzyonumuzda kuzda daldık diye mi? alt komşum şahit… sekiz gibi umrumda değildin ama, saat tam dokuzda özledim iyi mi? yaşlı ve ispanyol bir eskimo, çok değişmiş, sen de, ben de değişmişiz. aslında hiçbir müfredat kalmıyor eskisi gibi. sadece cezalar baki… tek ayak üstünde bekliyoruz, zil çalacak diye bu mahallede niye duyulmuyor kestaneci sesi? aramızda kalsın, artık pek ciddiye almıyorum michelangelo etkisini. güneş çıkar mı sence? çıkarsa da erir mi evim? bazı sorularımı ben sadece sana sorabilirim; katı halden sıvı hale geçen bir yapıya, hala yuva denir mi? bilemedim… sekiz ile dokuz arası; hala üç bin altı yüz saniye mi? çözemedim… alt komşum şahit… ‘’bu aralar istanbul soğuk, sokağa çıkmak için giyiniyorum bomba imha ekibi gibi.’’ dedim de, ‘’çok özledim, sende kaldı fünyem ve pimim’’ diyemedim. yaşlı ve ispanyol bir eskimo, saatlerce tavanı izledi.
9 notes
·
View notes
Text
aslında şunu fark ettim, bunca hengamenin ardından jetonum bitmiş. kafam yerde yürürken, yağmurdan asfalta yapışmış 1789 basımı bir mecmua gördüm, fransa’da ihtilal çıkmış.
hala rüyamda sana koşturan, ardından toprak kaldıran, atlı süvarilerin önüne geçiyorum.
sana haberini veremediğim bir duvar boyadım, guatemala açıklarında. balıkçı teknesinden şarap uzattılar, sarhoş olmuştum kıyıya vardığımda.
aslında şunu fark ettim, bunca hengamenin ardından jetonum bitmiş. o mecmuada kendimi gördüm. bende ihtilal çıkmış.
aslında şunu fark ettim, sarhoş olmuştum kıyına vardığımda.
3 notes
·
View notes