Tumgik
mehmetrefikyucel · 4 years
Text
ODAYA DOLAN DUMANA TEPKİ DENEYİ...
ODAYA DOLAN DUMANA TEPKİ DENEYİ...
Bir bekleme odasında otururken duvardaki bir havalandırma deliğinden duman çıkmaya başlasaydı, muhtemelen bu konuda ne yapardınız?  
1960'larda John Darley ve Bibb Latané tarafından yürütülen ünlü bir deneyde, Columbia Üniversitesi öğrencileri kentsel yaşamın sorunları hakkındaki görüşlerini paylaşmaya davet edildi. Katılmakla ilgilendiklerini ifade edenlerle görüşmeye başlamadan önce doldurulacak bazı formlar olacağını, üniversite binalarından birindeki bekleme odasına gitmeleri istendi. Şehir hayatı araştırmasının sadece bir sahte hikaye olduğu hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Form doldururken bekledikleri oda gerçek deney odasıydı ve deney burada gerçekleştirildi.
Formları doldururken, duvardaki küçük bir havalandırma deliğinden odaya duman girmeye başladı. Dört dakikanın sonunda odanın içine dolan duman görüşü zorlaşmıştı ve nefes almayı engellemekteydi. Darley ve Latané, öğrencilerin bu dumana iki farklı koşulda nasıl tepki verdiklerini incelediler.
İlk durumda öğrenciler yalnızdı. Durum bu olduğunda, dumanı daha yakından araştırdılar ve sonra birisine anlatmak için koridora çıktılar.
Ancak ikinci durumda öğrenciler yalnız değildiler. Odada araştırmacılarla anlaşmalı çalışan iki veya üç kişi daha vardı. Dumana tepki vermemeleri talimatı verilmişti. Bu anlaşmalı iki-üç kişi araştırmacıların talimatına uyarak odaya dolan dumana kısa bir süre bakarlar, omuzlarını silkerler ve formlar üzerinde çalışmaya devam ederlerdi. Sorulduğunda, "bilmiyorum" derlerdi ve diğer denek olanların davranışları incelenirdi.
Bu ortamda, Darley ve Latané'ye göre, "on kişiden sadece biri dumanı bildirdi. Diğer dokuz denek, oda dumanla dolarken dumanları yüzlerinden uzaklaştırarak altı dakika boyunca bekleme odasında inatla anketleri doldurmaya devam ettiler.  Öksürdüler, gözlerini ovuşturdular ve pencereyi açtılar ama dumanı rapor etmediler. "
Bu deney grup davranışlarının, birey davranışlarının üstündeki etkiler konusunda oldukça aydınlatıcı oldu.
Ayrıntılı inceleme için Darley ve Latané'nin The Unresponsive Bystander: Why Doesn't He Help? Adlı kitabını okuyabilirsiniz. Bu kitap “dumanla dolan oda” gibi tuhaf deneylerle dolu.
Alıntıdır…
Deneyi izleme: https://www.youtube.com/watch?v=Hax6KJSaqkg
2 notes · View notes
mehmetrefikyucel · 4 years
Photo
Tumblr media
ODAYA DOLAN DUMANA TEPKİ DENEYİ...
Bir bekleme odasında otururken duvardaki bir havalandırma deliğinden duman çıkmaya başlasaydı, muhtemelen bu konuda ne yapardınız?  
1960'larda John Darley ve Bibb Latané tarafından yürütülen ünlü bir deneyde, Columbia Üniversitesi öğrencileri kentsel yaşamın sorunları hakkındaki görüşlerini paylaşmaya davet edildi. Katılmakla ilgilendiklerini ifade edenlerle görüşmeye başlamadan önce doldurulacak bazı formlar olacağını, üniversite binalarından birindeki bekleme odasına gitmeleri istendi. Şehir hayatı araştırmasının sadece bir sahte hikaye olduğu hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Form doldururken bekledikleri oda gerçek deney odasıydı ve deney burada gerçekleştirildi.
Formları doldururken, duvardaki küçük bir havalandırma deliğinden odaya duman girmeye başladı. Dört dakikanın sonunda odanın içine dolan duman görüşü zorlaşmıştı ve nefes almayı engellemekteydi. Darley ve Latané, öğrencilerin bu dumana iki farklı koşulda nasıl tepki verdiklerini incelediler.
İlk durumda öğrenciler yalnızdı. Durum bu olduğunda, dumanı daha yakından araştırdılar ve sonra birisine anlatmak için koridora çıktılar.
Ancak ikinci durumda öğrenciler yalnız değildiler. Odada araştırmacılarla anlaşmalı çalışan iki veya üç kişi daha vardı. Dumana tepki vermemeleri talimatı verilmişti. Bu anlaşmalı iki-üç kişi araştırmacıların talimatına uyarak odaya dolan dumana kısa bir süre bakarlar, omuzlarını silkerler ve formlar üzerinde çalışmaya devam ederlerdi. Sorulduğunda, "bilmiyorum" derlerdi ve diğer denek olanların davranışları incelenirdi.
Bu ortamda, Darley ve Latané'ye göre, "on kişiden sadece biri dumanı bildirdi. Diğer dokuz denek, oda dumanla dolarken dumanları yüzlerinden uzaklaştırarak altı dakika boyunca bekleme odasında inatla anketleri doldurmaya devam ettiler.  Öksürdüler, gözlerini ovuşturdular ve pencereyi açtılar ama dumanı rapor etmediler. "
Bu deney grup davranışlarının, birey davranışlarının üstündeki etkiler konusunda oldukça aydınlatıcı oldu.
Ayrıntılı inceleme için Darley ve Latané'nin The Unresponsive Bystander: Why Doesn't He Help? Adlı kitabını okuyabilirsiniz. Bu kitap “dumanla dolan oda” gibi tuhaf deneylerle dolu.
Alıntıdır…
Deneyi izleme: https://www.youtube.com/watch?v=Hax6KJSaqkg
2 notes · View notes
mehmetrefikyucel · 4 years
Video
Relaxing Rain and Thunderstorm Sounds - Heavy Rain Sounds for Sleeping T...
1 note · View note
mehmetrefikyucel · 4 years
Video
Real Life Heroes [ Good people ] part 7
0 notes
mehmetrefikyucel · 4 years
Video
Relaxing Rain and Thunderstorm Sounds - Heavy Rain Sounds for Sleeping T...
0 notes
mehmetrefikyucel · 4 years
Photo
Tumblr media
Kütle çekim Bir Yasa mıdır, Yoksa Bir Kuram mıdır?
https://bilimfili.com/kutlecekim-bir-yasa-midir-yoksa-bir-kuram-midir
1 note · View note
mehmetrefikyucel · 4 years
Video
youtube
Evrendeki 4 Temel Kuvvet | Popular Science Türkiye
1 note · View note
mehmetrefikyucel · 4 years
Text
ASCH (UYUM) DENEYİ...
ASCH (UYUM)DENEYİ...
Asch deneyi, 1953'te yayımlanan ve insanın karar verme sürecinde çevresinin etkisinin ne denli önemli olduğunu anlamaya çalışan bir deneydir. ''Uyma deneyi'' olarak da bilinir. Deneyi Polonya asıllı Amerikalı sosyal psikolog Solomon Asch yürütmüştür. Prof. Asch, bunun için çalıştığı üniversitenin öğrenci gazetesine, “görsel muhakemeyi araştıran bir psikoloji deneyi”ne katılırlarsa para ödülü alacaklarını vaat eden bir ilan verdi. Elbette bir çok katılan öğrenci oldu, aslında gerçekten de deney oldukça basitti. Gönüllülerin yapması gerekenin sadece, çizgi uzunluklarını karşılaştırmaktı. Tek sorun, bu son derece basit soru karşısında odadaki herkes yanlış yanıtı verdikçe, sorunun yöneltiği kişinin başbaşa kaldığı karmaşık ruh hali oluyordu. ” Herkes aynı anda yanlış seçim yapamayacağına göre, demek ki ben de bir hata var”psikolojisi ile başbaşa kalıyorlardı. Elbette bu öğrencinin bilmediği şey, aslında deneyin tek kobayının kendisinin olduğuydu. Masanın etrafına toplanmış diğer öğrencilerin hepsi de numara yapan, yani Asch ile işbirliği yapmış olan diğer öğrencilerinden oluşuyordu. Asch onlara, 12 turdan oluşan deneyin 8 turunda aynı yanlış yanıtı vermeleri talimatını vermişti. Solomon Asch, bu deneyi gerçekleştirmeden, önce çoğu kişinin bu sürü psikolojinin yarattığı baskıyı kırabileceğini varsaymıştı. Ama elde ettiği sonuçlar onun bu umutlarını boşa çıkarmıştı.
Deneyin Yöntemi: Deneye katılacak olan katılımcılara bir görüş testine girecekleri söylenir. Deneyde tüm katılımcılara bir çift kart gösterilecektir. Bu kartların birinde biri kısa, biri orta ve biri uzun olmak üzere 3 çizgi vardır. Diğer kartta ise tek bir çizgi bulunmaktadır ve diğer karttaki 3 çizgiden biriyle aynı boydadır. Daha sonra deneklere bu karttaki çizginin diğer karttaki çizgilerden hangisine benzediği sorulur. Deneyde, katılımcılardan biri hariç diğer hepsi Asch'ın asistanlarıdır ve önceden belirlenen davranışları yapmaktadırlar. Deneyin amacı gerçek deneğin davranışlarının diğer deneklerden ne derece etkilendiğini bulmaktır. Katılımcıların hepsi aynı odada durmaktadır ve kendilerine kart çiftleri gösterildikten sonra sırayla cevap vermeleri istenmektedir. Ve gerçek deneğe sıra en son gelir. Sıra ona gelene kadar denek diğer katılımcıların cevaplarını duyar. İlk birkaç denemede tüm denekler doğru cevap vermektedir. Fakat daha sonra gerçek denek dışındaki katılımcılar hep birlikte yanlış cevaplar vermeye başlar. Deneyde 18 tekrar (tur) bulunmaktadır. Bunlardan ilk 2 turda aktörler gerçek cevabı verirler. 3. turda ise hep bir ağızdan, önceden ayarlanmış bir yalan söylerler. Geriye kalan 15 turun rastgele seçilmiş 11 tanesinde yine hep bir ağızdan yalan söylerler. Ancak bunu ustaca ve rollerini size "çaktırmadan" yaparlar. Araştırmacılar, gerçek deneğin/katılımcının, sırf "sürüye uymak için", bile bile yanlış cevabı verme eğilimini ölçmüşlerdir. Toplamda 12 etapta gerçekleştirilen araştırmanın sonucuna göre, araştırmaya katılan katılımcıların %75'i en azından 1 kere çoğunluğa uymayı seçmiş, %25'i hiçbir denemede uyum göstermemiştir. Katılımcıların %63.2'si deneyin yarısından çoğunda doğru cevabı vermeyi tercih etmiş, %36.8'i ise deneyin yarısından fazlasında çoğunluğa uymayı seçmiştir. Katılımcıların %5'i çoğunluğa her seferinde uymayı seçmiştir. %25'i çoğu zaman çoğunluğa uymayı seçmiş, %7 civarı ise yarı yarıya çoğunluğa uymuştur. Aktörlerle bir arada bulunmayan, kendi başınayken sorulara yanıt veren kontrol grubunda ise katılımcıların sadece %1'i bilerek yanlış cevap vermeyi seçmiştir (hata payı). Bu araştırmada sondaki katılımcı, diğer katılımcıları tanımamasına rağmen, farklı bir yanıtı veren tek kişi olmaktan çekinmiş ve yanlış bir yanıt vermiştir. Bu da, uyum baskısının gücünün ne kadar fazla olduğunu göstermektedir. Asch bu deneyin değişik versiyonlarını da gerçekleştirdi. Grupta deneği destekleyen başka bir kişi olması durumunda -yani sürüye karşı gelmek isteyen bir kişi daha olduğunda grupta uyumsuzluğun giderek arttığını gördü. Ve ayrıca, sürüye uyum etkisinin, gruptaki kişi sayısının üç ya da daha fazla insandan oluştuğunda gerçekten işe yaradığını gördü. Sonuçlar Asch’ın iyice kafasını karıştırmıştı. Ve karamsar bir havayla, “Toplumumuzda sürüye uyma eğiliminin şiddetle hissedildiğini görüyoruz, güçlü, aklı başında sayılabilecek ve efendi gençlerin bile beyazın siyah olabileceğini söyleyebiliyor olmaları ciddi bir endişe kaynağıdır. Bu durum, seçim yapma sürecimizi etkileyen eğitim sistemimiz ve değer yargılarımızla ilgili sorunlarımız olduğunu akla getiriyor” diye yazmıştı. Asch araştırmasının sonuçlarını, 1955 yılında yayımladı. Bu makale, bu alanda yapılan ilk çalışma olması nedeniyle eğitimciler ve özellikle psikologlar üzerinde önemli etki bıraktı. Meslektaşları onun deneyinden derinden etkilenmişlerdi ve onlar da kendi dahiyane aldatma deneylerini tasarlamaya koyuldular.
Alıntıdır...
Deneyi İzleme İçin:
kısa izleme: https://www.youtube.com/watch?v=qA-gbpt7Ts8 uzun izleme: https://www.youtube.com/watch?v=LqALdEvtTY4 https://www.youtube.com/watch?v=ZbFc7iboHUU
1 note · View note
mehmetrefikyucel · 4 years
Photo
Tumblr media
ASCH (UYUM)DENEYİ...
Asch deneyi, 1953'te yayımlanan ve insanın karar verme sürecinde çevresinin etkisinin ne denli önemli olduğunu anlamaya çalışan bir deneydir. ''Uyma deneyi'' olarak da bilinir. Deneyi Polonya asıllı Amerikalı sosyal psikolog Solomon Asch yürütmüştür. Prof. Asch, bunun için çalıştığı üniversitenin öğrenci gazetesine, “görsel muhakemeyi araştıran bir psikoloji deneyi”ne katılırlarsa para ödülü alacaklarını vaat eden bir ilan verdi. Elbette bir çok katılan öğrenci oldu, aslında gerçekten de deney oldukça basitti. Gönüllülerin yapması gerekenin sadece, çizgi uzunluklarını karşılaştırmaktı. Tek sorun, bu son derece basit soru karşısında odadaki herkes yanlış yanıtı verdikçe, sorunun yöneltiği kişinin başbaşa kaldığı karmaşık ruh hali oluyordu. ” Herkes aynı anda yanlış seçim yapamayacağına göre, demek ki ben de bir hata var”psikolojisi ile başbaşa kalıyorlardı. Elbette bu öğrencinin bilmediği şey, aslında deneyin tek kobayının kendisinin olduğuydu. Masanın etrafına toplanmış diğer öğrencilerin hepsi de numara yapan, yani Asch ile işbirliği yapmış olan diğer öğrencilerinden oluşuyordu. Asch onlara, 12 turdan oluşan deneyin 8 turunda aynı yanlış yanıtı vermeleri talimatını vermişti. Solomon Asch, bu deneyi gerçekleştirmeden, önce çoğu kişinin bu sürü psikolojinin yarattığı baskıyı kırabileceğini varsaymıştı. Ama elde ettiği sonuçlar onun bu umutlarını boşa çıkarmıştı.
Deneyin Yöntemi: Deneye katılacak olan katılımcılara bir görüş testine girecekleri söylenir. Deneyde tüm katılımcılara bir çift kart gösterilecektir. Bu kartların birinde biri kısa, biri orta ve biri uzun olmak üzere 3 çizgi vardır. Diğer kartta ise tek bir çizgi bulunmaktadır ve diğer karttaki 3 çizgiden biriyle aynı boydadır. Daha sonra deneklere bu karttaki çizginin diğer karttaki çizgilerden hangisine benzediği sorulur. Deneyde, katılımcılardan biri hariç diğer hepsi Asch'ın asistanlarıdır ve önceden belirlenen davranışları yapmaktadırlar. Deneyin amacı gerçek deneğin davranışlarının diğer deneklerden ne derece etkilendiğini bulmaktır. Katılımcıların hepsi aynı odada durmaktadır ve kendilerine kart çiftleri gösterildikten sonra sırayla cevap vermeleri istenmektedir. Ve gerçek deneğe sıra en son gelir. Sıra ona gelene kadar denek diğer katılımcıların cevaplarını duyar. İlk birkaç denemede tüm denekler doğru cevap vermektedir. Fakat daha sonra gerçek denek dışındaki katılımcılar hep birlikte yanlış cevaplar vermeye başlar. Deneyde 18 tekrar (tur) bulunmaktadır. Bunlardan ilk 2 turda aktörler gerçek cevabı verirler. 3. turda ise hep bir ağızdan, önceden ayarlanmış bir yalan söylerler. Geriye kalan 15 turun rastgele seçilmiş 11 tanesinde yine hep bir ağızdan yalan söylerler. Ancak bunu ustaca ve rollerini size "çaktırmadan" yaparlar. Araştırmacılar, gerçek deneğin/katılımcının, sırf "sürüye uymak için", bile bile yanlış cevabı verme eğilimini ölçmüşlerdir. Toplamda 12 etapta gerçekleştirilen araştırmanın sonucuna göre, araştırmaya katılan katılımcıların %75'i en azından 1 kere çoğunluğa uymayı seçmiş, %25'i hiçbir denemede uyum göstermemiştir. Katılımcıların %63.2'si deneyin yarısından çoğunda doğru cevabı vermeyi tercih etmiş, %36.8'i ise deneyin yarısından fazlasında çoğunluğa uymayı seçmiştir. Katılımcıların %5'i çoğunluğa her seferinde uymayı seçmiştir. %25'i çoğu zaman çoğunluğa uymayı seçmiş, %7 civarı ise yarı yarıya çoğunluğa uymuştur. Aktörlerle bir arada bulunmayan, kendi başınayken sorulara yanıt veren kontrol grubunda ise katılımcıların sadece %1'i bilerek yanlış cevap vermeyi seçmiştir (hata payı). Bu araştırmada sondaki katılımcı, diğer katılımcıları tanımamasına rağmen, farklı bir yanıtı veren tek kişi olmaktan çekinmiş ve yanlış bir yanıt vermiştir. Bu da, uyum baskısının gücünün ne kadar fazla olduğunu göstermektedir. Asch bu deneyin değişik versiyonlarını da gerçekleştirdi. Grupta deneği destekleyen başka bir kişi olması durumunda -yani sürüye karşı gelmek isteyen bir kişi daha olduğunda grupta uyumsuzluğun giderek arttığını gördü. Ve ayrıca, sürüye uyum etkisinin, gruptaki kişi sayısının üç ya da daha fazla insandan oluştuğunda gerçekten işe yaradığını gördü. Sonuçlar Asch’ın iyice kafasını karıştırmıştı. Ve karamsar bir havayla, “Toplumumuzda sürüye uyma eğiliminin şiddetle hissedildiğini görüyoruz, güçlü, aklı başında sayılabilecek ve efendi gençlerin bile beyazın siyah olabileceğini söyleyebiliyor olmaları ciddi bir endişe kaynağıdır. Bu durum, seçim yapma sürecimizi etkileyen eğitim sistemimiz ve değer yargılarımızla ilgili sorunlarımız olduğunu akla getiriyor” diye yazmıştı. Asch araştırmasının sonuçlarını, 1955 yılında yayımladı. Bu makale, bu alanda yapılan ilk çalışma olması nedeniyle eğitimciler ve özellikle psikologlar üzerinde önemli etki bıraktı. Meslektaşları onun deneyinden derinden etkilenmişlerdi ve onlar da kendi dahiyane aldatma deneylerini tasarlamaya koyuldular.
Alıntıdır...
Deneyi İzleme İçin:
kısa izleme: https://www.youtube.com/watch?v=qA-gbpt7Ts8 uzun izleme: https://www.youtube.com/watch?v=LqALdEvtTY4 https://www.youtube.com/watch?v=ZbFc7iboHUU
1 note · View note
mehmetrefikyucel · 4 years
Video
youtube
4K video
1 note · View note
mehmetrefikyucel · 4 years
Video
Real Life Heroes [ Good people ] part 6
1 note · View note
mehmetrefikyucel · 4 years
Photo
Tumblr media
Dev Araştırmada Belirlenen 4 Ayrı Kişilik Tipi
https://popsci.com.tr/dev-arastirmada-belirlenen-4-ayri-kisilik-tipi/
1 note · View note
mehmetrefikyucel · 4 years
Text
METRO DENEYİ… (FARKINDALIKSIZ YAŞAM DENEYİ)
METRO DENEYİ… (FARKINDALIKSIZ YAŞAM DENEYİ)
Ülkenin en büyük müzisyenlerinden biri DC’nin yoğun saatlerinin sisini dağıtabilir mi? Hadi bulalım. Metro'dan l'enfant plaza istasyonuna geldi ve kendini bir çöp sepetinin yanında bir duvara karşı konumlandırdı. Çoğu açıdan sıradan değildi: kot pantolonlu, uzun kollu bir tişört ve Washington Nationals beyzbol şapkası giyen genç beyaz bir adam. Keman kutusundan kemanını çıkardı. Açık keman kutusunu ayağının dibine yerleştirerek, kurnazca birkaç dolar ve cep bozukluğunu başlangıç parası olarak attı, yaya trafiğine bakacak şekilde döndürdü ve çalmaya başladı. 12 Ocak Cuma sabahın yoğun olduğu saatin ortasında saat 07:51 idi. Sonraki 43 dakika içinde kemancı altı klasik eser seslendirirken, 1.097 kişi geçti. Neredeyse hepsi işe gidiyordu, bu da neredeyse hepsi için resmi bir iş anlamına geliyordu, çoğunlukla belirsiz, garip bir şekilde değişebilen unvanlara sahip orta düzey bürokratlardı: politika analisti, proje yöneticisi, bütçe görevlisi, uzman, kolaylaştırıcı, danışman. Her yoldan geçen kişinin, ara sıra sokak göstericisinin şehir manzarasının bir parçası olduğu herhangi bir kentsel alandaki taşıtlara tanıdık gelen hızlı bir seçimi vardı: Durup dinliyor musunuz? Suçluluk ve kızgınlıkla karışık telaş içinde misin, sevginizin farkındasınız ancak zamanınızı ayırmak ve cüzdanınızdan bir miktar para vermek sizde rahatsızlık mı yaratıyor? Kibar olmak için bir dolar mı atarsın? Gerçekten kötüyse kararınız değişir mi? Ya gerçekten iyiyse? Güzelliğe vaktin var mı? Yapmamalı mısın? Şu anın ahlaki matematiği nedir? Ocak ayının o Cuma günü, bu özel sorular alışılmadık şekilde halka açık bir şekilde yanıtlanacaktı. Kimse bilmiyordu, ancak yürüyen merdivenlerin tepesindeki kapalı bir atari salonunda, Metro'nun dışındaki çıplak bir duvara yaslanan kemancı, dünyanın en iyi klasik müzisyenlerinden biriydi ve şimdiye kadar yapılmış en değerli kemanla (3,5 milyon dolar) şu ana kadar yazılmış en zarif müziklerden bazılarını çalıyordu. Bu Performans (gösteri) “The Washington Post” tarafından bağlam, algı ve öncelikler açısından bir deney olarak düzenlendi -aynı zamanda halkın beğenisine ilişkin göze çarpmayan bir değerlendirmeydi: Uygunsuz bir zamanda sıradan bir ortamda güzellik aşılır mı? Müzisyen, yalnızca ilgi çekebilecek popüler melodileri çalmakla kalmadı. Çaldığı eserler katedrallerin ve konser salonlarının ihtişamına yakışan müzik başyapıtlarıydı. Akustik şaşırtıcı derecede iyiydi. Atari salonu, Metro yürüyen merdiveni ve dış mekan arasında bir bölgede olmasına rağmen, bir şekilde kemanın sesi çok iyiydi ve yankılandı. Keman, insan sesine çok benzediği söylenen bir enstrümandır ve bu müzisyenin ustaca ellerinde ağladı, güldü ve şarkı söyledi - kendinden geçmiş, kederli, ithal edici, hayranlık uyandıran, çapkın, kınayan, şakacı, romantizm, neşeli, zafer , görkemli. Peki ne olduğunu düşünüyorsunuz? Sıkı durun, size bazı uzmanlardan yardım getiriyoruz. Ulusal Senfoni Orkestrası'nın müzik direktörü Leonard Slatkin'e de aynı soru soruldu. Dünyanın en büyük kemancılarından biri, 1000 küsur kişiden oluşan yoğun bir saatlik seyirci kitlesinin önünde kimliğini açıklamadan performans sergilediyse, varsayımsal olarak ne olacağını düşünüyordu? "Farz edelim," dedi Slatkin, "tanınmadı ve sadece bir sokak müzisyeni olarak kabul edildi. . . Yine de, eğer gerçekten iyiyse, fark edilmeyeceğini düşünmüyorum. Avrupa'da daha geniş bir izleyici kitlesi edinirdi. . . ama, tamam, 1000 kişiden, bence kalitenin ne olduğunu anlayacak 35 veya 40 kişi olabilir. Belki 75 ila 100 kişi durur ve biraz dinlenerek zaman geçirir. " Yani bir kalabalık mı toplanır? "Oh evet." Ve ne kadar kazanacak? "Yaklaşık 150 $." Teşekkürler Maestro. Olduğu gibi, bu varsayımsal değil. Gerçekten oldu. “Doğru Bildim mi?” Bir dakika içinde anlatacağız. "Müzisyen kimdi?" Joshua Bell. "HAYIR!!!" 39 yaşında bir dahi çocuk olan Joshua Bell, uluslararası üne sahip bir virtüöz olarak geldi. Metro istasyonunda performans sergilemeden üç gün önce Bell, Boston'un görkemli Senfoni Salonu'ndaki evi doldurmuştu, burada sadece oldukça iyi koltuklar 100 dolara satılıyordu. İki hafta sonra, Kuzey Bethesda'daki Strathmore'daki Müzik Merkezi'nde, sanatına o kadar saygılı, ayakta duran bir seyirciye çalıyordu ki, öksürüklerini müzik arasındaki boşluğa  kadar bastırırlardı. Ancak Ocak ayının o Cuma günü Joshua Bell, işe giderken meşgul insanların dikkatini çekmek için yarışan bir başka dilenciydi. Bell bu fikri ilk kez Noel'den kısa bir süre önce, Capitol Hill'deki bir sandviç dükkanında kahve içerken ortaya attı. Bell Kongre Kütüphanesi'nde konser vermek ve Avusturya doğumlu büyük virtüöz ve besteci Fritz Kreisler'e ait olan 18. yüzyıldan kalma bir kemanı görmek için şehirdeydi. Küratörler Bell'i çalmaya davet etti; Keman hala iyi bir sese sahipti. Bell kahvesini yudumlarken, İşte benim düşündüğüm şey, dedi. “Kreisler'in müziğini çalacağım bir tur yapabileceğimi düşünüyorum. . . " O gülümsedi. ". . . Kreisler'in kemanıyla. " Bu şık bir fikirdi ve Bell’in genel özelliği konserlerinde işler kötü gittiğinde bile özür dilemeyi show şeklinde yapabilmesiydi. Yurtiçi ve yurtdışındaki en iyi orkestralarla solo yaptı, ancak aynı zamanda “Susam Sokağı” nda da yer aldı, gece televizyonda sohbet etti ve uzun metrajlı filmlerde sahne aldı. Bell, 1998 yapımı "The Red Violin" filminin müziğini çalıyordu. Bell'e sokak kıyafetleri giymeye ve yoğun saatlerde performans göstermeye istekli olup olmayacağı sorulduğunda şöyle dedi: "Ah, dublör mü?" İyi evet. Bir dublör. Düşünür müydü? . . yakışıksız? Bell fincanını boşalttı. "Eğlenceli gibi görünüyor," dedi. Bu gizli performans için Bell'in katılmak için yalnızca bir koşulu vardı. Olay ona, tutarsız bir bağlamda, sıradan insanların dehayı tanıyıp tanımayacağının bir testi olarak tanımlanmıştı. Bell her zaman aynı enstrümanla konser verirdi ve bu konser için başka bir enstrüman kullanmayı reddetti. (Gibson ex Huberman olarak adlandırılan bu model, 1713 yılında Antonio Stradivari tarafından İtalyan ustanın "altın dönemi" sırasında, kariyerinin sonuna doğru, en güzel ladin, akçaağaç ve söğüte erişimi olduğu ve tekniği geliştirildiği zaman el işçiliği ile mükemmel yapılmıştı.)
Yürüyen merdivenlerin tepesinde bir ayakkabı parlatma standı ve gazeteler, piyango biletleri ve Mammazons, Girls of Barely Legal gibi başlıklara sahip bir duvar dolusu dergi satan yoğun bir büfe var. Bu büfenin en fazla müşterisi Daily 6 loto, Powerball kuyruğunda yer alanlar ve bir de "uğurlu" olduğunu iddia eden rastgele sayı kombinasyonları broşürleri satan piyango bileti dağıtıcısı. Hızlı satıyorlar. Kazanıp kazanmadığınızı görmek için çekiliş sonrası loto biletinizde kaydırabileceğiniz bir hızlı kontrol makinesi de var. Altında, hüzünlü bir buruşuk fiş yığını var. 12 Ocak Cuma günü, piyango kuyruğunda şans arayan insanlar, şanslı bir mola vereceklerdi -dünyanın en ünlü müzisyenlerinden birinin konseri için ücretsiz bir bilet. Bach'ın "Chaconne" u en zor keman parçalarından biri olarak kabul edilir. Herkes dener ama başarılı olamaz, Yorucu derecede uzun -14 dakika- ve tamamen, göz korkutucu derecede karmaşık bir ses mimarisi oluşturmak için düzinelerce varyasyonda tekrarlanan tek, kısa ve öz bir müzikal ilerlemeden oluşuyor. Avrupa Aydınlanmasının arifesinde 1720 civarında bestelenen eserin, insanlığın olasılığının genişliğinin bir kutlaması olduğu söyleniyor. Bell'in başladığı parça bu. Bu performansı sergilerken  söz verdiği kaliteden bunu kast etmişti: Akrobatik bir coşkuyla çaldı, vücudu müziğe yaslanmış ve yüksek notalarda parmak uçlarında kavisli. Ses neredeyse senfonikti, yaya trafiği önünden geçerken metronun her yerine taşıyordu. Bir şey olmadan önce üç dakika geçti . Nihayet bir tür hareket olduğunda, altmış üç kişi çoktan geçmişti. Orta yaştaki bir adam, bir anlığına yürüyüşünü değiştirdi ve müzik çalan bir adam olduğunu fark etmek için başını çevirdi. sonra adam yürümeye devam etti, ama bu da bir şeydi. Yarım dakika sonra Bell ilk bağışını aldı. Bir kadın bir dolar attı ve kaçtı. Gösterinin altı dakika öncesine kadar biri duvara yaslanıp dinledi. İşler hiç bu kadar iyi olmamıştı. Joshua Bell'in çalmaya başladığının 45. dakikasında, yedi kişi en azından bir dakikalığına takılmak ve gösteriye katılmak için yaptıklarını bıraktı. Çoğu bozukluk toplam 32 $ toplandı,  bu çoğu yalnızca bir metre ötede, çok azı bakmak için dönen 1.070 kişidendi. “Hayır, Bay Slatkin, bir an bile kalabalık olmadı.” Hepsi gizli bir kamera tarafından videoya kaydedildi. Yapılan kaydı hızlandırdığınızda o uçuk kaçık Birinci Dünya Savaşı dönemi sessiz haber filmlerinden biri haline geliveriyor. İnsanlar komik küçük sıçrayışlarla ve ellerinde kahve bardaklarıyla, kulaklarında cep telefonlarıyla, göğüslerindeki kimlik etiketleriyle, kayıtsızlığa, eylemsizliğe ve modernliğin pis, gri telaşına karşı korkunç bir ürkütücü dansa koşuyorlar . Bu hızlandırılmış görüntüde bile kemancının hareketleri akıcı ve zarif kalıyor; dinleyicilerinden o kadar ayrı görünüyor ki -görülmemiş, duyulmamış, başka dünyaya ait- kendinizi gerçekten orada olmadığını düşünürken buluyorsunuz. Hayalet. Ancak o zaman onu görürsünüz: Gerçek olan odur. Hayaletler onlar. BÜYÜK BİR MÜZİSYEN BÜYÜK MÜZİK ÇALIŞIYOR ANCAK kimse duymuyor. . . Bu, ormandaki ağaç hakkındaki “koan”dan (koan: mantıkla açıklanamayan ve anlaşılamayan, sadece sezgilerle açıklanabilen öykü)  daha eski, eski bir epistemolojik tartışmadır. Platon ve ardından iki bin yıl boyunca filozoflar buna ağırlık verdi: Güzellik nedir? Ölçülebilir bir gerçek mi (Gottfried Leibniz), yoksa sadece bir fikir mi (David Hume) veya gözlemcinin anlık zihin durumuyla (Immanuel Kant) renklendirilen her birinden biraz mı? Kant'la gideceğiz, çünkü açıkça haklı, çünkü bizi doğrudan, orada bir otel restoranında oturup, metroda az önce ne olduğunu anlamaya çalışan Joshua Bell'e götürüyor. "Başlangıçta," diyor Bell, "Sadece müziğe odaklanıyordum. Etrafımda olanları gerçekten izlemiyordum. . . " Keman çalmak zihinsel ve fiziksel olarak her şeyi tüketiyor gibi görünüyor, ancak Bell onun için mekaniklerinin kısmen ikinci bir doğa olduğunu, alıştırma ve kas hafızasıyla pekiştirildiğini söylüyor: Bu bir hokkabaz gibi, diyor, bu topları oyunda kim tutabilir? bir kalabalıkla etkileşim. Bell, çalarken çoğunlukla düşündüğü şeyin duyguları bir anlatı olarak yakalamak olduğunu söylüyor: "Bir keman parçası çalarken, bir hikaye anlatıcısısın ve bir hikaye anlatıyorsun." “İnsanların gerçekten öyle olması garip bir duyguydu. . . " Kelime kolay gelmiyor. ". . . beni görmezden geliyor. " Bell Kendine gülüyor. “Bir müzik salonunda, biri öksürürse veya birinin cep telefonu çalarsa üzülürüm. Ama burada beklentilerim hızla azaldı. Herhangi bir kabulü, küçük bir bakışta bile takdir etmeye başladım. Biri bozuk para yerine bir dolar attığında tuhaf bir şekilde minnettar oldum. " Bu ifadeler; yetenekleri bir dakikada 1000 dolara hükmedebilen bir adamdan. Başlamadan önce Bell ne bekleyeceğini bilmiyordu. Bildiği şey, bir nedenden dolayı gergin olduğuydu. "Tam olarak sahne korkusu değildi, ama kelebekler vardı" diyor. Biraz stresliydim. Bell, kelimenin tam anlamıyla Avrupa'nın taç giyme töreninden önce çaldı o halde Washington Metrosu'ndaki endişe neden? "Bilet sahipleri için çaldığınızda" diye açıklıyor Bell, "zaten onaylandınız. Kabul edilmem gerektiğine dair hiçbir fikrim yok. Ben zaten kabul edildim. Burada şu düşünce vardı: Ya benden hoşlanmazlarsa? Ya varlığıma kızarlarsa. . . " Kısaca, çerçevesiz bir sanattı.
Ulusal Galeri'de kıdemli bir küratör olan Mark Leithauser, o Metro istasyonunda ne olduğuna dair bir fikri olduğunu düşünüyor. 5 milyon dolarlık bir tablo olan bir Ellsworth Kelly (Amerika'da Minimalizm akımının öncülerinden) şaheserlerimizden birini aldığımı ve çerçevesinden çıkardığımı, insanların Ulusal Galeri'ye gitmek için yürüdükleri 52 basamaktan aşağıya yürüdüğümü, dev sütunların yanından geçtiğimi, bir restoran götürdüğümü varsayalım. Kelly'yi 150 dolarlık bir fiyat etiketiyle duvara asıyorum. Kimse fark etmeyecek. Bir sanat küratörü yukarı bakıp şöyle diyebilir: 'Hey, bu biraz Ellsworth Kelly'ye benziyor. Lütfen tuzu uzatın. '" Leithauser'in görüşüne göre, Metro'dan geçenleri tek yönlü değerlendirmeyle etiketlemeye çok hazır olmamamız gerekiyor. Bağlam önemlidir. Kant da aynı şeyi söylüyordu; Estetik Yargının Eleştirisi adlı eserinde Kant, kişinin güzelliği takdir etme yeteneğinin ahlaki yargılarda bulunma yeteneği ile ilgili olduğunu savundu. Ancak bir uyarı vardı. Amerika'nın en önde gelen Kantçı bilim adamlarından biri olan Pennsylvania Üniversitesi'nden Paul Guyer, 18. yüzyıl Alman filozofunun güzelliği doğru bir şekilde takdir etmek için izleme koşullarının optimal olması gerektiğini hissettiğini söylüyor. "Optimal" demek "işe gitmek, patrona, raporuna odaklanmak anlamına gelmez, belki ayakkabıların tam uymuyordur" diyor Guyer. Öyleyse, Kant Metro'da Joshua Bell'in yoldan geçen bin kişiyi etkilemesini izliyor olsaydı? "Onlar hakkında bir çıkarım yapardı," dedi Guyer, "kesinlikle hiçbir şey." Ve işte bu. Olmaması dışında. Ne olduğunu gerçekten anlamak için, Bell'in yayının tellere ilk dokunduğu andan itibaren bu videoyu geri sarmanız ve baştan oynatmanız gerekir. Beyaz adam, haki, deri ceket, evrak çantası. 30'ların başı. John David Mortensen, Reston'dan günlük otobüs-metro yolculuğunun son ayağında. Yürüyen merdivene doğru ilerliyor. Yani, bu gün Bell'i geçen herkes gibi, Mortensen müzisyene ilk kez bakmadan önce iyi bir müzik dinliyor. Çoğu gibi o da kulağa oldukça iyi geldiğini belirtiyor. Ama çok azı gibi, zirveye çıktığında, Bell kaçınılması gereken bir baş belasıymış gibi hızla geçmiyor. Mortensen, altı dakika hedefinde duracak ilk kişi. Yapacak başka bir şeyi olmadığı için değil. Enerji Bakanlığı'nda uluslararası bir programın proje yöneticisi; Mortensen bu gün, işinin en heyecan verici kısmı değil, aylık bir bütçe alıştırmasına katılmak zorunda: "Geçen ayın harcamalarını gözden geçiriyorsunuz" diyor, "X dolarınız varsa gelecek ay için tahmini harcama, burada gidecek mi, bu tür şeyler. " Videoda, Mortensen'in yürüyen merdivenden indiğini ve etrafına baktığını görebilirsiniz. Kemancıyı bulur, durur, uzaklaşır ama sonra geri çekilir. Cep telefonundan saati kontrol ediyor -işe 3 dakika erken geliyor- sonra dinlemek için duvara yaslanıyor. Mortensen klasik müziği hiç bilmiyor; klasik rock, geldiği kadar yakın. Ama duyduğu şeyle ilgili gerçekten sevdiği bir şey var. Olduğu gibi, Bell "Chaconne" un ikinci bölümüne geçtiği anda geldi. ("Nokta bu," diyor Bell, "daha karanlık, küçük bir anahtardan büyük bir anahtara geçtiği yerde. Dinsel, yüce bir duygu var.") Kemancının yayı dans etmeye başlar; müzik iyimser, eğlenceli, teatral, büyük hale gelir. Mortensen büyük ya da küçük anahtarları bilmiyor: "Her neyse," diyor, "beni huzur içinde hissettirdi." Mortensen hayatında ilk kez bir sokak müzisyenini dinlemeyi tercih ediyor. 94 kişi daha hızlı bir şekilde geçerken kendisine ayrılan üç dakikası kalır. Enerji Bakanlığı için acil durum bütçelerini planlamaya yardım etmek için ayrıldığında, bir ilki daha var. Hayatında ilk kez, ne olduğunu tam olarak bilmeden, bunun özel olduğunu hisseden John David Mortensen bir sokak müzisyenine para veriyor. "Garip zamanlar" onları çağırıyor. Her parça bittikten hemen sonra olan şey: hiçbir şey. Müzik durur. Çaldığını fark etmeyen aynı kişiler, bitirdiğini fark etmezler. Alkış yok, onay yok. “Chaconne” dan sonra, 1825'te çıkış yaptığında bazı müzik eleştirmenlerini şaşırtan şey, Franz Schubert'in “Ave Maria” sıdır: Schubert, bestelerinde nadiren dini hisler sergilerken, “Ave Maria”, Meryem Ana'ya nefes kesici bir hayranlığın eseridir. " Bu müzikal dua, tarihin en tanıdık ve kalıcı dini parçalarından biri oldu. Birkaç dakika içinde, açıklayıcı bir şey olur. Bir kadın ve okul öncesi çocuğu yürüyen merdivenden çıkar. Kadın hızlı yürüyor, dolayısıyla elinden tuttuğu çocuk da öyle. Federal bir kurumun BT direktörü Sheron Parker, "Zaman sıkıntısı yaşadım" diyor. "8:30 eğitim dersim vardı ve önce Evvie'yi öğretmenine götürmem, sonra işe geri dönmem, sonra da bodrumdaki eğitim tesisine gitmem gerekiyordu." Evvie onun oğlu Evan. Evan 3 yaşında. Evan'ı videoda net bir şekilde görebilirsiniz. O, kapıya doğru itilirken Joshua Bell'e bakmak için etrafta dönüp duran sevimli siyah çocuk. Parker, “Bir müzisyen vardı ve oğlumun ilgisini çekti” diyor. Kenara çekip dinlemek istedi ama telaşlıydım. " Yani Parker yapması gerekeni yapıyor. Vücudunu Evan ve Bell'in arasında ustaca hareket ettirerek oğlunun görüş alanını keser. Atari salonundan çıktıklarında Evan hala bakmak için uzanırken görülebilir. Evan çok akıllı! Bell'i izlemek için kalan insanları ya da para verenleri geçmişe aldırış etmeden aceleyle gelen büyük çoğunluktan ayıracak etnik ya da demografik bir model yoktu.  Ne zaman bir çocuk yanından geçse, durup izlemeye çalıştı. Ve her seferinde bir ebeveyn çocuğu uzaklaştırdı. O gün kemancının dikkat etmeyeceği çok mükemmel bir kişi varsa, o kişi George Tindley'di. Tindley işe gitmek için acele etmiyordu. Öyleydi de işin. Metro çıkışındaki alışveriş merkezindeki ilk mağaza Au Bon Pain’de çalışan Tindley, 40'lı yaşlarında, beyaz bir üniforma içinde masaları dolaşıyor, tuz ve biber paketlerini yeniden dolduruyor, çöpü çıkarıyordu. Tindley, Au Bon Pain mülkünün en ucuna yürüdü, sonra cam kapıların diğer tarafındaki kemancıyı seyrederek, olabildiğince koridora doğru eğildi. Yaya trafiği sabitti, bu nedenle kapılar genellikle açıktı. Ses oldukça iyi geldi. Tindley, "Bir saniyede bu adamın iyi olduğunu ve açıkça bir profesyonel olduğunu söyleyebilirdiniz" diyor. Gitar çalıyor, tellerin sesini seviyor ve müzisyen ayırmıyor. “Çoğu insan müzik çalıyor; hissetmiyorlar” diyor Tindley. Atari salonunun karşısında, yüz fit ötede, bazen beş ya da altı kişi uzunluğunda piyango sırası vardı. Bell'i Tindley'den çok daha iyi görüyorlardı, eğer geri dönselerdi. Ama kimse yapmadı. 43 dakika boyunca değil. O makineye doğru ilerledi ve sayılar üretti ve Gözleri ödülde. J.T. Tillman o sıradaydı. İskan ve Kentsel Gelişim Bakanlığı için bir bilgisayar uzmanı, o gün oynadığı her bir sayıyı hatırlıyor -10 tanesi, her biri 2 dolar olmak üzere toplam 20 dolar- ama yine de kemancının ne çaldığını hatırlamıyor. "Hiçbir şey düşünmedim," diyor Tillman. Bell için "sadece birkaç dolar kazanmaya çalışan bir adam." diyen Tillman “kemancıya bir ya da iki tane verirdim ama bütün paramı loto için harcadım” Dünyanın en iyi müzisyenlerinden birine sert davrandığı söylendiğinde gülüyor. "Bir daha burada çalacak mı?" Evet, ama onu duymak için çok para ödemeniz gerekecek. "Lanet olsun." Tillman da piyangoyu kazanmadı. Bell, Manuel Ponce'nin duygusal “Estrellita” sını, ardından Jules Massenet'in bir parçasını çalar ve ardından neşeli, eğlenceli, lirik bir dans olan Bach “Gavotte” başlar. Haftalar sonra videoyu izleyen Bell, kendisini yalnızca tek bir şeye şaşırmış halde bulur. Sabah iş gününün telaşında neden kalabalık çekmediğini anlıyor. Ama: “Görünmezmişim gibi, hiç dikkat etmeyen insanların sayısına şaşırıyorum. Çünkü ne var biliyor musun? Çok gürültü yapıyorum! " Orada bir adam olduğu gerçeğini takdir etmek için müziği bilmenize gerek yoktur ama buna rağmen keman çalarken zaman zaman Bell'in eğilmesi o kadar karmaşıktır ki, uyum içinde çalan iki enstrüman duyuyorsunuz. Bu yüzden, önünden, hızlı hızlı geçenler için dikkate değer bir fenomendir. Bell para vermek istemedikleri için müzisyeni görmezlikten gelip gelmediklerini merak ediyor. Sonuçta insanların kendini suçlu hissetmesi gerekmez, bir soygunun suç ortağı değiller. Doğru olabilir ama kimse bu açıklamayı yapmadı. İnsanlar meşgul olduklarını, akıllarında başka şeyler olduğunu söylediler. Cep telefonunu kullananlardan bazıları, o yüksek sesle rekabet etmek için Bell'in yanından geçerken daha yüksek sesle konuştular. Calvin Myint Genel Hizmetler İdaresi için çalışıyor. Yürüyen merdivenin tepesine çıktı, sağa döndü ve caddeye açılan bir kapıdan çıktı. Birkaç saat sonra, görünürde bir müzisyen olduğunu hatırlamıyordu. Bana göre neredeydi? Yaklaşık dört fit uzakta. Myint'in duymamasında yanlış bir şey yok. Kulağında kulakiçi kulaklıklar vardı, IPod'unu dinliyordu. Jackie Hessian, "evet, kemancıyı gördüm," diyor, "ama beni etkilemedi." Bell’i izleyerek bunu söyleyemezsin ama Hessian söyledi, Müziği hiç fark etmediği ortaya çıktı. Gerçekten o kadar fazla duymadım, dedi. "Orada ne yaptığını anlamaya çalışıyordum, bu onun için nasıl işe yarıyor, çok para kazanabilir mi, davaya biraz para ile başlamak daha mı iyi, yoksa boş olsun diye insanlar hissediyor senin için üzgünüm? Finansal olarak analiz ediyordum. " Ne iş yapıyorsun Jackie? “Birleşik Devletler Posta Hizmetleri ile çalışma ilişkileri alanında bir avukatım. Az önce ulusal bir sözleşmeyi müzakere ettim. " Bell çaldığında metro koltuklarında sadece bir kişi oturuyordu. Terence Holmes, Ulaştırma Departmanında bir danışmandır ve müziği severdi, ama aklı bir ayakkabı boyası hakkındaydı: "Babam, ayakkabılarınız temizlenip parlatılmadan asla takım elbise giymememi söyledi." Holmes sık sık takım elbise giyer, bu yüzden o ayakkabı boyacısına sık sık gider.  Ayakkabı boyacısı kadın bir şeye üzüldü ve müzik onu daha da üzdü. Holmes, müziğin çok gürültülü olduğundan şikayet etti ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Edna Souza Brezilya'dan. Altı yıldır L'Enfant Plaza'da ayakkabı parlatıyor ve orada çok sayıda sokak müzisyeni var; Çaldıklarında müşterilerini duyamıyor, bu işi için kötü ve müzisyenlerle tartışıyor. Souza, bazen bir müzisyenin Metro tarafında, bazen alışveriş merkezi tarafında durduğunu söylüyor. Her iki durumda da yüksek ses onu rahatsız ediyor. Hızlı aramasında hem alışveriş merkezi polisleri hem de Metro polisleri için telefon numaraları var.  Bu nedenle müzisyenler nadiren uzun ömürlü oluyor. Souza, onun da çok gürültülü olduğunu söylüyor. Sonra paçavrasına bakıyor, burnunu çekiyor. Bu lanet olası müzisyenler hakkında olumlu bir şey söylemekten nefret ediyordu ama: “O adam oldukça iyiydi. Polisi ilk kez aramadım. " Souza, ünlü bir müzisyen olduğunu öğrenince şaşırdı, ancak insanların kör bir şekilde acele etmesine şaşırmadı. Bunun tahmin edilebilir olduğunu söyledi. “Brezilya'da böyle bir şey olsaydı, herkes görmek için etrafta dururdu. Burada değil." Souza, yürüyen merdivenin tepesine yakın bir noktaya acı bir şekilde başını salladı: “Birkaç yıl önce orada evsiz bir adam öldü. Orada uzandı ve öldü. Polis geldi, bir ambulans geldi ve kimse görmek için durmadı ya da bakmak için yavaşlamadı. “İnsanlar yürüyen merdivenden çıktılar, dümdüz karşıya bakıyorlar. Kendi işine bak, ileriye bak. Herkes stresli. Ne demek istediğimi anlıyor musun? " Diyelim ki Kant haklı. 12 Ocak'ta ne olduğuna bakamayacağımızı ve insanların gelişmişliği veya güzelliği takdir etme yetenekleri hakkında herhangi bir yargıya varamayacağımız�� kabul edelim. Peki ya yaşamı takdir etme yetenekleri? Meşguldü. Amerikalılar, en az 1831'den beri, Alexis de Tocqueville adlı genç bir Fransız sosyolog Amerika'yı ziyaret ettiğinde ve kendisini diğer her şeyi dışlayarak, insanların ne kadar sürüklendiklerinden etkilenmiş, şaşkın ve biraz dehşete düşmüş halde bulduğunda “halk olarak meşguller, sıkı çalışma ve servet birikimiyle” diye düşünmüştür. Pek bir şey değişmedi. Modern hayatın çılgın hızıyla ilgili sözsüz, karanlık bir şekilde parlak, avangart 1982 yapımı “Koyaanisqatsi” nin DVD'sini açın. Yönetmen Godfrey Reggio, Philip Glass'ın minimalist müziğiyle desteklenen, Amerikalıların günlük işlerini yürüttüğü film kliplerini çekiyor, ancak bunları montaj hattı makinelerinde, hiçbir yere kilitlenmeden yürüyen robotlara benzeyene kadar hızlandırıyor. Şimdi, hızlı ileri sararak L'Enfant Plaza'daki videoya bakın. Philip Glass film müziği buna mükemmel bir şekilde uyuyor. "Koyaanisqatsi" "Dengesiz hayat" anlamına gelir. İngiliz yazar John Lane , 2003 tarihli Timeless Beauty: In the Arts and Everyday Life adlı kitabında modern dünyadaki güzelliğe duyulan takdirin kaybını yazıyor. John Lane,  “L'Enfant Plaza'daki deney (Jashua Bell’in Metro Deneyi) bunun; insanların güzelliği anlama kapasitesine sahip olmadığı için değil, onlar için alakasız olduğunun belirtisi olabilir ve bu, yanlış önceliklere sahip olmakla ilgilidir” dedi. Bir an yavaşlamak ve dünyadaki en iyi müzisyenlerden birinin, şimdiye kadar yazılmış en iyi eserlerden bazılarını çaldığında dinlemek için hayatımızdan zaman ayıramazsak; modern yaşamın dalgalanması bizi alt eder, sağır ve böyle bir şeye kör oluruz. O zaman kimbilir başka neleri kaçırıyoruz? Günün kültür kahramanı, kel kafalı ufacık bir adam olan John Picarello'nun mütevazı tanımıyla “L'enfant plaza'da gerçek geç geldi.” Picarello, Bell'in "Chaconne" un tekrarı olan son parçasına başladıktan hemen sonra yürüyen merdivenin tepesine çıktı. Deneyin kaydedildiğivideo da Picarello'nun durduğunu, müziğin kaynağını bulduğunu ve ardından atari salonunun diğer ucuna çekildiğini görüyorsunuz. O piyango sırasının karşısında, ayakkabı parlatma standının ötesinde bir pozisyon aldı ve sonraki dokuz dakika boyunca kıpırdamadı. Bu makale için röportaj yapılan tüm yoldan geçenler gibi, Picarello da binayı terk ettikten sonra bir muhabir tarafından durduruldu ve telefon numarası istendi. Herkes gibi, ona sadece bunun işe gidip gelmeyle ilgili bir makale olacağı söylendi. Herkes gibi günün ilerleyen saatlerinde arandığında, ilk olarak işe giderken başına olağandışı bir şey olup olmadığı soruldu. Temasa geçen 40'tan fazla kişiden Picarello, kemancıyı hemen anımsayan tek kişiydi. "L'Enfant Plaza'da çalan bir müzisyen vardı." Orada daha önce müzisyen görmedin mi? "Bunun gibi değil." Ne demek istiyorsun? Bu mükemmel bir kemancıydı. Bu çapta birini hiç duymadım. Teknik olarak ustaydı ve çok iyi ifadelere sahipti. O da büyük, gür bir sesi olan iyi bir keman çaldı. Onu duymak için biraz uzaklaştım. Onun alanına müdahale etmek istemedim. " Gerçekten mi? "Gerçekten mi. O tür bir deneyimdi. Bu bir zevkti, sadece güne başlamak için harika ve inanılmaz bir yol. " Picarello klasik müziği bilir. Joshua Bell hayranı ama onu tanımadı; bir fotoğrafını görmemişti ve ayrıca Picarello çoğu zaman oldukça uzaktaydı. Ama bunun, performans sergileyen sıradan bir adam olmadığını biliyordu. Videoda, Picarello'nun etrafına arada bir şaşkınlıkla baktığını görebilirsiniz. Picarello New York'ta büyürken, bir konser müzisyeni olmak için ciddi bir şekilde keman eğitimi aldı. Ama ödeyecek kadar iyi olamayacağına karar verdiğinde 18 yaşında vazgeçti. Hayat bunu sana bazen yapar. Bazen ihtiyatlı davranmak zorundasın. Bu yüzden başka bir iş koluna girdi. ABD Posta Servisi'nde süpervizör. Artık keman çalmıyor. Picarello ayrıldığında, "Alçakgönüllülükle 5 $ verdim" diyor. Alçakgönüllüydü: Bunu videoda gerçekten görebilirsiniz. Picarello, Bell'e zar zor bakarak yukarı çıktı ve parayı fırlattı. Sonra utanmış gibi, bir zamanlar olmak istediği adamdan hızla uzaklaşır. Bell, günün en iyi işini, ikinci “chaconne” da son birkaç dakikada yaptığını düşünüyor. Ve bu aynı zamanda ilk kez aynı anda birden fazla kişi dinliyordu. Picarello arkada dururken, Janice Olu geldi ve Bell'den birkaç adım ötede bir pozisyon aldı. Bir kamu güvenlik görevlisi olan Olu, çocukken de keman çalmıştı. Duyduğu parçanın adını bilmiyordu ama çalan adamın bir yeteneği olduğunu biliyordu. Olu bir kahve molasındaydı ve cüret ettiği sürece orada kaldı. Gitmek için döndüğünde yanındaki yabancıya fısıldadı, " Gerçekten ayrılmak istemiyorum." Yanında duran yabancı The Washington Post için çalışıyordu. Bu etkinliğe hazırlanırken, The Post Magazine editörleri olası sonuçlarla nasıl başa çıkılacağını tartıştılar. En yaygın olarak kabul edilen varsayım, kalabalık kontrolüyle ilgili bir sorun olabileceğiydi: Washington kadar karmaşık bir demografide, düşünce, birkaç kişi kesinlikle Bell'i tanırdı. Gergin "ne olur" senaryoları çoktu. İnsanlar toplandıkça, ya diğerleri sadece çekimin ne olduğunu görmek için durursa? Söz kalabalığa yayılırdı. Olası senaryolarda; Kameralar yanıp sönüyordu, Olay yerine daha fazla insan akın ediyordu, yoğun saatlerde yaya trafiği birikiyordu. öfke patlaması vardı, Ulusal Muhafız söz konusu olabilirdi, göz yaşartıcı gaz, plastik mermi vb. Oysa Gerçekte tam olarak bir kişi, Ticaret Departmanında demograf olan Stacy Furukawa, Bell'i tanıdı ve performansın sonuna kadar kalmadı. Klasik müzik hakkında pek bir şey bilmiyordu ama üç hafta önce Bell'in Kongre Kütüphanesi'ndeki bedava konserinde dinleyiciler arasındaydı. Ve işte buradaydı, uluslararası virtüöz, çalıp duruyor, para için yalvarıyordu. Neler döndüğü hakkında hiçbir fikri yoktu, ama her ne idiyse, kaçırmak niyetinde değildi. Furukawa, Bell'den 10 metre uzakta, ön sıra, ortada konumlandı. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Gülümseme ve Furukawa, sonuna kadar o noktada dikildi. Furukawa, "Washington'da gördüğüm en şaşırtıcı şeydi" diyor. “Joshua Bell, yoğun saatlerde orada duruyordu ve insanlar durmuyordu, hatta bakmıyordu ve bazıları ona Çeyreklik atıyordu!  Bunu kimseye yapmam. Ben düşününüyorum, “Amigo, bunun olabileceği nasıl bir şehirde yaşıyorum? " Bittiğinde, Furukawa kendini Bell ile tanıştırdı ve yirmilik attı. 43 dakikalık performansta son durum 32.17 $ idi. Evet, bazıları kuruş verdi. Bell gülerek, "Aslında," dedi, "düşünürsek o kadar da kötü değil. Saatte 40 dolar. Bunu yaparak iyi bir hayat kazanabilirim ve bir temsilciye ödeme yapmak zorunda kalmazdım. " Bu günlerde L'Enfant Plaza'da loto bileti satışları hızla devam ediyor. Müzisyenler hala zaman zaman ortaya çıkıyorlar.
Alıntıdır: Gene Weingarten https://www.washingtonpost.com/lifestyle/magazine/pearls-before-breakfast-can-one-of-the-nations-great-musicians-cut-through-the-fog-of-a-dc-rush-hour-lets-find-out/2014/09/23/8a6d46da-4331-11e4-b47c-f5889e061e5f_story.html
Deneyin 2.36 dakikalık kaydı:     https://www.youtube.com/watch?time_continue=3&v=hnOPu0_YWhw&feature=emb_logo Deneyin tüm (43.27 dakika) kaydı: https://www.youtube.com/watch?v=aumDbzvv90I
2 notes · View notes
mehmetrefikyucel · 4 years
Photo
Tumblr media
METRO DENEYİ… (FARKINDALIKSIZ YAŞAM DENEYİ)
Ülkenin en büyük müzisyenlerinden biri DC’nin yoğun saatlerinin sisini dağıtabilir mi? Hadi bulalım. Metro'dan l'enfant plaza istasyonuna geldi ve kendini bir çöp sepetinin yanında bir duvara karşı konumlandırdı. Çoğu açıdan sıradan değildi: kot pantolonlu, uzun kollu bir tişört ve Washington Nationals beyzbol şapkası giyen genç beyaz bir adam. Keman kutusundan kemanını çıkardı. Açık keman kutusunu ayağının dibine yerleştirerek, kurnazca birkaç dolar ve cep bozukluğunu başlangıç parası olarak attı, yaya trafiğine bakacak şekilde döndürdü ve çalmaya başladı. 12 Ocak Cuma sabahın yoğun olduğu saatin ortasında saat 07:51 idi. Sonraki 43 dakika içinde kemancı altı klasik eser seslendirirken, 1.097 kişi geçti. Neredeyse hepsi işe gidiyordu, bu da neredeyse hepsi için resmi bir iş anlamına geliyordu, çoğunlukla belirsiz, garip bir şekilde değişebilen unvanlara sahip orta düzey bürokratlardı: politika analisti, proje yöneticisi, bütçe görevlisi, uzman, kolaylaştırıcı, danışman. Her yoldan geçen kişinin, ara sıra sokak göstericisinin şehir manzarasının bir parçası olduğu herhangi bir kentsel alandaki taşıtlara tanıdık gelen hızlı bir seçimi vardı: Durup dinliyor musunuz? Suçluluk ve kızgınlıkla karışık telaş içinde misin, sevginizin farkındasınız ancak zamanınızı ayırmak ve cüzdanınızdan bir miktar para vermek sizde rahatsızlık mı yaratıyor? Kibar olmak için bir dolar mı atarsın? Gerçekten kötüyse kararınız değişir mi? Ya gerçekten iyiyse? Güzelliğe vaktin var mı? Yapmamalı mısın? Şu anın ahlaki matematiği nedir? Ocak ayının o Cuma günü, bu özel sorular alışılmadık şekilde halka açık bir şekilde yanıtlanacaktı. Kimse bilmiyordu, ancak yürüyen merdivenlerin tepesindeki kapalı bir atari salonunda, Metro'nun dışındaki çıplak bir duvara yaslanan kemancı, dünyanın en iyi klasik müzisyenlerinden biriydi ve şimdiye kadar yapılmış en değerli kemanla (3,5 milyon dolar) şu ana kadar yazılmış en zarif müziklerden bazılarını çalıyordu. Bu Performans (gösteri) “The Washington Post” tarafından bağlam, algı ve öncelikler açısından bir deney olarak düzenlendi -aynı zamanda halkın beğenisine ilişkin göze çarpmayan bir değerlendirmeydi: Uygunsuz bir zamanda sıradan bir ortamda güzellik aşılır mı? Müzisyen, yalnızca ilgi çekebilecek popüler melodileri çalmakla kalmadı. Çaldığı eserler katedrallerin ve konser salonlarının ihtişamına yakışan müzik başyapıtlarıydı. Akustik şaşırtıcı derecede iyiydi. Atari salonu, Metro yürüyen merdiveni ve dış mekan arasında bir bölgede olmasına rağmen, bir şekilde kemanın sesi çok iyiydi ve yankılandı. Keman, insan sesine çok benzediği söylenen bir enstrümandır ve bu müzisyenin ustaca ellerinde ağladı, güldü ve şarkı söyledi - kendinden geçmiş, kederli, ithal edici, hayranlık uyandıran, çapkın, kınayan, şakacı, romantizm, neşeli, zafer , görkemli. Peki ne olduğunu düşünüyorsunuz? Sıkı durun, size bazı uzmanlardan yardım getiriyoruz. Ulusal Senfoni Orkestrası'nın müzik direktörü Leonard Slatkin'e de aynı soru soruldu. Dünyanın en büyük kemancılarından biri, 1000 küsur kişiden oluşan yoğun bir saatlik seyirci kitlesinin önünde kimliğini açıklamadan performans sergilediyse, varsayımsal olarak ne olacağını düşünüyordu? "Farz edelim," dedi Slatkin, "tanınmadı ve sadece bir sokak müzisyeni olarak kabul edildi. . . Yine de, eğer gerçekten iyiyse, fark edilmeyeceğini düşünmüyorum. Avrupa'da daha geniş bir izleyici kitlesi edinirdi. . . ama, tamam, 1000 kişiden, bence kalitenin ne olduğunu anlayacak 35 veya 40 kişi olabilir. Belki 75 ila 100 kişi durur ve biraz dinlenerek zaman geçirir. " Yani bir kalabalık mı toplanır? "Oh evet." Ve ne kadar kazanacak? "Yaklaşık 150 $." Teşekkürler Maestro. Olduğu gibi, bu varsayımsal değil. Gerçekten oldu. “Doğru Bildim mi?” Bir dakika içinde anlatacağız. "Müzisyen kimdi?" Joshua Bell. "HAYIR!!!" 39 yaşında bir dahi çocuk olan Joshua Bell, uluslararası üne sahip bir virtüöz olarak geldi. Metro istasyonunda performans sergilemeden üç gün önce Bell, Boston'un görkemli Senfoni Salonu'ndaki evi doldurmuştu, burada sadece oldukça iyi koltuklar 100 dolara satılıyordu. İki hafta sonra, Kuzey Bethesda'daki Strathmore'daki Müzik Merkezi'nde, sanatına o kadar saygılı, ayakta duran bir seyirciye çalıyordu ki, öksürüklerini müzik arasındaki boşluğa  kadar bastırırlardı. Ancak Ocak ayının o Cuma günü Joshua Bell, işe giderken meşgul insanların dikkatini çekmek için yarışan bir başka dilenciydi. Bell bu fikri ilk kez Noel'den kısa bir süre önce, Capitol Hill'deki bir sandviç dükkanında kahve içerken ortaya attı. Bell Kongre Kütüphanesi'nde konser vermek ve Avusturya doğumlu büyük virtüöz ve besteci Fritz Kreisler'e ait olan 18. yüzyıldan kalma bir kemanı görmek için şehirdeydi. Küratörler Bell'i çalmaya davet etti; Keman hala iyi bir sese sahipti. Bell kahvesini yudumlarken, İşte benim düşündüğüm şey, dedi. “Kreisler'in müziğini çalacağım bir tur yapabileceğimi düşünüyorum. . . " O gülümsedi. ". . . Kreisler'in kemanıyla. " Bu şık bir fikirdi ve Bell’in genel özelliği konserlerinde işler kötü gittiğinde bile özür dilemeyi show şeklinde yapabilmesiydi. Yurtiçi ve yurtdışındaki en iyi orkestralarla solo yaptı, ancak aynı zamanda “Susam Sokağı” nda da yer aldı, gece televizyonda sohbet etti ve uzun metrajlı filmlerde sahne aldı. Bell, 1998 yapımı "The Red Violin" filminin müziğini çalıyordu. Bell'e sokak kıyafetleri giymeye ve yoğun saatlerde performans göstermeye istekli olup olmayacağı sorulduğunda şöyle dedi: "Ah, dublör mü?" İyi evet. Bir dublör. Düşünür müydü? . . yakışıksız? Bell fincanını boşalttı. "Eğlenceli gibi görünüyor," dedi. Bu gizli performans için Bell'in katılmak için yalnızca bir koşulu vardı. Olay ona, tutarsız bir bağlamda, sıradan insanların dehayı tanıyıp tanımayacağının bir testi olarak tanımlanmıştı. Bell her zaman aynı enstrümanla konser verirdi ve bu konser için başka bir enstrüman kullanmayı reddetti. (Gibson ex Huberman olarak adlandırılan bu model, 1713 yılında Antonio Stradivari tarafından İtalyan ustanın "altın dönemi" sırasında, kariyerinin sonuna doğru, en güzel ladin, akçaağaç ve söğüte erişimi olduğu ve tekniği geliştirildiği zaman el işçiliği ile mükemmel yapılmıştı.)
Yürüyen merdivenlerin tepesinde bir ayakkabı parlatma standı ve gazeteler, piyango biletleri ve Mammazons, Girls of Barely Legal gibi başlıklara sahip bir duvar dolusu dergi satan yoğun bir büfe var. Bu büfenin en fazla müşterisi Daily 6 loto, Powerball kuyruğunda yer alanlar ve bir de "uğurlu" olduğunu iddia eden rastgele sayı kombinasyonları broşürleri satan piyango bileti dağıtıcısı. Hızlı satıyorlar. Kazanıp kazanmadığınızı görmek için çekiliş sonrası loto biletinizde kaydırabileceğiniz bir hızlı kontrol makinesi de var. Altında, hüzünlü bir buruşuk fiş yığını var. 12 Ocak Cuma günü, piyango kuyruğunda şans arayan insanlar, şanslı bir mola vereceklerdi -dünyanın en ünlü müzisyenlerinden birinin konseri için ücretsiz bir bilet. Bach'ın "Chaconne" u en zor keman parçalarından biri olarak kabul edilir. Herkes dener ama başarılı olamaz, Yorucu derecede uzun -14 dakika- ve tamamen, göz korkutucu derecede karmaşık bir ses mimarisi oluşturmak için düzinelerce varyasyonda tekrarlanan tek, kısa ve öz bir müzikal ilerlemeden oluşuyor. Avrupa Aydınlanmasının arifesinde 1720 civarında bestelenen eserin, insanlığın olasılığının genişliğinin bir kutlaması olduğu söyleniyor. Bell'in başladığı parça bu. Bu performansı sergilerken  söz verdiği kaliteden bunu kast etmişti: Akrobatik bir coşkuyla çaldı, vücudu müziğe yaslanmış ve yüksek notalarda parmak uçlarında kavisli. Ses neredeyse senfonikti, yaya trafiği önünden geçerken metronun her yerine taşıyordu. Bir şey olmadan önce üç dakika geçti . Nihayet bir tür hareket olduğunda, altmış üç kişi çoktan geçmişti. Orta yaştaki bir adam, bir anlığına yürüyüşünü değiştirdi ve müzik çalan bir adam olduğunu fark etmek için başını çevirdi. sonra adam yürümeye devam etti, ama bu da bir şeydi. Yarım dakika sonra Bell ilk bağışını aldı. Bir kadın bir dolar attı ve kaçtı. Gösterinin altı dakika öncesine kadar biri duvara yaslanıp dinledi. İşler hiç bu kadar iyi olmamıştı. Joshua Bell'in çalmaya başladığının 45. dakikasında, yedi kişi en azından bir dakikalığına takılmak ve gösteriye katılmak için yaptıklarını bıraktı. Çoğu bozukluk toplam 32 $ toplandı,  bu çoğu yalnızca bir metre ötede, çok azı bakmak için dönen 1.070 kişidendi. “Hayır, Bay Slatkin, bir an bile kalabalık olmadı.” Hepsi gizli bir kamera tarafından videoya kaydedildi. Yapılan kaydı hızlandırdığınızda o uçuk kaçık Birinci Dünya Savaşı dönemi sessiz haber filmlerinden biri haline geliveriyor. İnsanlar komik küçük sıçrayışlarla ve ellerinde kahve bardaklarıyla, kulaklarında cep telefonlarıyla, göğüslerindeki kimlik etiketleriyle, kayıtsızlığa, eylemsizliğe ve modernliğin pis, gri telaşına karşı korkunç bir ürkütücü dansa koşuyorlar . Bu hızlandırılmış görüntüde bile kemancının hareketleri akıcı ve zarif kalıyor; dinleyicilerinden o kadar ayrı görünüyor ki -görülmemiş, duyulmamış, başka dünyaya ait- kendinizi gerçekten orada olmadığını düşünürken buluyorsunuz. Hayalet. Ancak o zaman onu görürsünüz: Gerçek olan odur. Hayaletler onlar. BÜYÜK BİR MÜZİSYEN BÜYÜK MÜZİK ÇALIŞIYOR ANCAK kimse duymuyor. . . Bu, ormandaki ağaç hakkındaki “koan”dan (koan: mantıkla açıklanamayan ve anlaşılamayan, sadece sezgilerle açıklanabilen öykü)  daha eski, eski bir epistemolojik tartışmadır. Platon ve ardından iki bin yıl boyunca filozoflar buna ağırlık verdi: Güzellik nedir? Ölçülebilir bir gerçek mi (Gottfried Leibniz), yoksa sadece bir fikir mi (David Hume) veya gözlemcinin anlık zihin durumuyla (Immanuel Kant) renklendirilen her birinden biraz mı? Kant'la gideceğiz, çünkü açıkça haklı, çünkü bizi doğrudan, orada bir otel restoranında oturup, metroda az önce ne olduğunu anlamaya çalışan Joshua Bell'e götürüyor. "Başlangıçta," diyor Bell, "Sadece müziğe odaklanıyordum. Etrafımda olanları gerçekten izlemiyordum. . . " Keman çalmak zihinsel ve fiziksel olarak her şeyi tüketiyor gibi görünüyor, ancak Bell onun için mekaniklerinin kısmen ikinci bir doğa olduğunu, alıştırma ve kas hafızasıyla pekiştirildiğini söylüyor: Bu bir hokkabaz gibi, diyor, bu topları oyunda kim tutabilir? bir kalabalıkla etkileşim. Bell, çalarken çoğunlukla düşündüğü şeyin duyguları bir anlatı olarak yakalamak olduğunu söylüyor: "Bir keman parçası çalarken, bir hikaye anlatıcısısın ve bir hikaye anlatıyorsun." “İnsanların gerçekten öyle olması garip bir duyguydu. . . " Kelime kolay gelmiyor. ". . . beni görmezden geliyor. " Bell Kendine gülüyor. “Bir müzik salonunda, biri öksürürse veya birinin cep telefonu çalarsa üzülürüm. Ama burada beklentilerim hızla azaldı. Herhangi bir kabulü, küçük bir bakışta bile takdir etmeye başladım. Biri bozuk para yerine bir dolar attığında tuhaf bir şekilde minnettar oldum. " Bu ifadeler; yetenekleri bir dakikada 1000 dolara hükmedebilen bir adamdan. Başlamadan önce Bell ne bekleyeceğini bilmiyordu. Bildiği şey, bir nedenden dolayı gergin olduğuydu. "Tam olarak sahne korkusu değildi, ama kelebekler vardı" diyor. Biraz stresliydim. Bell, kelimenin tam anlamıyla Avrupa'nın taç giyme töreninden önce çaldı o halde Washington Metrosu'ndaki endişe neden? "Bilet sahipleri için çaldığınızda" diye açıklıyor Bell, "zaten onaylandınız. Kabul edilmem gerektiğine dair hiçbir fikrim yok. Ben zaten kabul edildim. Burada şu düşünce vardı: Ya benden hoşlanmazlarsa? Ya varlığıma kızarlarsa. . . " Kısaca, çerçevesiz bir sanattı.
Ulusal Galeri'de kıdemli bir küratör olan Mark Leithauser, o Metro istasyonunda ne olduğuna dair bir fikri olduğunu düşünüyor. 5 milyon dolarlık bir tablo olan bir Ellsworth Kelly (Amerika'da Minimalizm akımının öncülerinden) şaheserlerimizden birini aldığımı ve çerçevesinden çıkardığımı, insanların Ulusal Galeri'ye gitmek için yürüdükleri 52 basamaktan aşağıya yürüdüğümü, dev sütunların yanından geçtiğimi, bir restoran götürdüğümü varsayalım. Kelly'yi 150 dolarlık bir fiyat etiketiyle duvara asıyorum. Kimse fark etmeyecek. Bir sanat küratörü yukarı bakıp şöyle diyebilir: 'Hey, bu biraz Ellsworth Kelly'ye benziyor. Lütfen tuzu uzatın. '" Leithauser'in görüşüne göre, Metro'dan geçenleri tek yönlü değerlendirmeyle etiketlemeye çok hazır olmamamız gerekiyor. Bağlam önemlidir. Kant da aynı şeyi söylüyordu; Estetik Yargının Eleştirisi adlı eserinde Kant, kişinin güzelliği takdir etme yeteneğinin ahlaki yargılarda bulunma yeteneği ile ilgili olduğunu savundu. Ancak bir uyarı vardı. Amerika'nın en önde gelen Kantçı bilim adamlarından biri olan Pennsylvania Üniversitesi'nden Paul Guyer, 18. yüzyıl Alman filozofunun güzelliği doğru bir şekilde takdir etmek için izleme koşullarının optimal olması gerektiğini hissettiğini söylüyor. "Optimal" demek "işe gitmek, patrona, raporuna odaklanmak anlamına gelmez, belki ayakkabıların tam uymuyordur" diyor Guyer. Öyleyse, Kant Metro'da Joshua Bell'in yoldan geçen bin kişiyi etkilemesini izliyor olsaydı? "Onlar hakkında bir çıkarım yapardı," dedi Guyer, "kesinlikle hiçbir şey." Ve işte bu. Olmaması dışında. Ne olduğunu gerçekten anlamak için, Bell'in yayının tellere ilk dokunduğu andan itibaren bu videoyu geri sarmanız ve baştan oynatmanız gerekir. Beyaz adam, haki, deri ceket, evrak çantası. 30'ların başı. John David Mortensen, Reston'dan günlük otobüs-metro yolculuğunun son ayağında. Yürüyen merdivene doğru ilerliyor. Yani, bu gün Bell'i geçen herkes gibi, Mortensen müzisyene ilk kez bakmadan önce iyi bir müzik dinliyor. Çoğu gibi o da kulağa oldukça iyi geldiğini belirtiyor. Ama çok azı gibi, zirveye çıktığında, Bell kaçınılması gereken bir baş belasıymış gibi hızla geçmiyor. Mortensen, altı dakika hedefinde duracak ilk kişi. Yapacak başka bir şeyi olmadığı için değil. Enerji Bakanlığı'nda uluslararası bir programın proje yöneticisi; Mortensen bu gün, işinin en heyecan verici kısmı değil, aylık bir bütçe alıştırmasına katılmak zorunda: "Geçen ayın harcamalarını gözden geçiriyorsunuz" diyor, "X dolarınız varsa gelecek ay için tahmini harcama, burada gidecek mi, bu tür şeyler. " Videoda, Mortensen'in yürüyen merdivenden indiğini ve etrafına baktığını görebilirsiniz. Kemancıyı bulur, durur, uzaklaşır ama sonra geri çekilir. Cep telefonundan saati kontrol ediyor -işe 3 dakika erken geliyor- sonra dinlemek için duvara yaslanıyor. Mortensen klasik müziği hiç bilmiyor; klasik rock, geldiği kadar yakın. Ama duyduğu şeyle ilgili gerçekten sevdiği bir şey var. Olduğu gibi, Bell "Chaconne" un ikinci bölümüne geçtiği anda geldi. ("Nokta bu," diyor Bell, "daha karanlık, küçük bir anahtardan büyük bir anahtara geçtiği yerde. Dinsel, yüce bir duygu var.") Kemancının yayı dans etmeye başlar; müzik iyimser, eğlenceli, teatral, büyük hale gelir. Mortensen büyük ya da küçük anahtarları bilmiyor: "Her neyse," diyor, "beni huzur içinde hissettirdi." Mortensen hayatında ilk kez bir sokak müzisyenini dinlemeyi tercih ediyor. 94 kişi daha hızlı bir şekilde geçerken kendisine ayrılan üç dakikası kalır. Enerji Bakanlığı için acil durum bütçelerini planlamaya yardım etmek için ayrıldığında, bir ilki daha var. Hayatında ilk kez, ne olduğunu tam olarak bilmeden, bunun özel olduğunu hisseden John David Mortensen bir sokak müzisyenine para veriyor. "Garip zamanlar" onları çağırıyor. Her parça bittikten hemen sonra olan şey: hiçbir şey. Müzik durur. Çaldığını fark etmeyen aynı kişiler, bitirdiğini fark etmezler. Alkış yok, onay yok. “Chaconne” dan sonra, 1825'te çıkış yaptığında bazı müzik eleştirmenlerini şaşırtan şey, Franz Schubert'in “Ave Maria” sıdır: Schubert, bestelerinde nadiren dini hisler sergilerken, “Ave Maria”, Meryem Ana'ya nefes kesici bir hayranlığın eseridir. " Bu müzikal dua, tarihin en tanıdık ve kalıcı dini parçalarından biri oldu. Birkaç dakika içinde, açıklayıcı bir şey olur. Bir kadın ve okul öncesi çocuğu yürüyen merdivenden çıkar. Kadın hızlı yürüyor, dolayısıyla elinden tuttuğu çocuk da öyle. Federal bir kurumun BT direktörü Sheron Parker, "Zaman sıkıntısı yaşadım" diyor. "8:30 eğitim dersim vardı ve önce Evvie'yi öğretmenine götürmem, sonra işe geri dönmem, sonra da bodrumdaki eğitim tesisine gitmem gerekiyordu." Evvie onun oğlu Evan. Evan 3 yaşında. Evan'ı videoda net bir şekilde görebilirsiniz. O, kapıya doğru itilirken Joshua Bell'e bakmak için etrafta dönüp duran sevimli siyah çocuk. Parker, “Bir müzisyen vardı ve oğlumun ilgisini çekti” diyor. Kenara çekip dinlemek istedi ama telaşlıydım. " Yani Parker yapması gerekeni yapıyor. Vücudunu Evan ve Bell'in arasında ustaca hareket ettirerek oğlunun görüş alanını keser. Atari salonundan çıktıklarında Evan hala bakmak için uzanırken görülebilir. Evan çok akıllı! Bell'i izlemek için kalan insanları ya da para verenleri geçmişe aldırış etmeden aceleyle gelen büyük çoğunluktan ayıracak etnik ya da demografik bir model yoktu.  Ne zaman bir çocuk yanından geçse, durup izlemeye çalıştı. Ve her seferinde bir ebeveyn çocuğu uzaklaştırdı. O gün kemancının dikkat etmeyeceği çok mükemmel bir kişi varsa, o kişi George Tindley'di. Tindley işe gitmek için acele etmiyordu. Öyleydi de işin. Metro çıkışındaki alışveriş merkezindeki ilk mağaza Au Bon Pain’de çalışan Tindley, 40'lı yaşlarında, beyaz bir üniforma içinde masaları dolaşıyor, tuz ve biber paketlerini yeniden dolduruyor, çöpü çıkarıyordu. Tindley, Au Bon Pain mülkünün en ucuna yürüdü, sonra cam kapıların diğer tarafındaki kemancıyı seyrederek, olabildiğince koridora doğru eğildi. Yaya trafiği sabitti, bu nedenle kapılar genellikle açıktı. Ses oldukça iyi geldi. Tindley, "Bir saniyede bu adamın iyi olduğunu ve açıkça bir profesyonel olduğunu söyleyebilirdiniz" diyor. Gitar çalıyor, tellerin sesini seviyor ve müzisyen ayırmıyor. “Çoğu insan müzik çalıyor; hissetmiyorlar” diyor Tindley. Atari salonunun karşısında, yüz fit ötede, bazen beş ya da altı kişi uzunluğunda piyango sırası vardı. Bell'i Tindley'den çok daha iyi görüyorlardı, eğer geri dönselerdi. Ama kimse yapmadı. 43 dakika boyunca değil. O makineye doğru ilerledi ve sayılar üretti ve Gözleri ödülde. J.T. Tillman o sıradaydı. İskan ve Kentsel Gelişim Bakanlığı için bir bilgisayar uzmanı, o gün oynadığı her bir sayıyı hatırlıyor -10 tanesi, her biri 2 dolar olmak üzere toplam 20 dolar- ama yine de kemancının ne çaldığını hatırlamıyor. "Hiçbir şey düşünmedim," diyor Tillman. Bell için "sadece birkaç dolar kazanmaya çalışan bir adam." diyen Tillman “kemancıya bir ya da iki tane verirdim ama bütün paramı loto için harcadım” Dünyanın en iyi müzisyenlerinden birine sert davrandığı söylendiğinde gülüyor. "Bir daha burada çalacak mı?" Evet, ama onu duymak için çok para ödemeniz gerekecek. "Lanet olsun." Tillman da piyangoyu kazanmadı. Bell, Manuel Ponce'nin duygusal “Estrellita” sını, ardından Jules Massenet'in bir parçasını çalar ve ardından neşeli, eğlenceli, lirik bir dans olan Bach “Gavotte” başlar. Haftalar sonra videoyu izleyen Bell, kendisini yalnızca tek bir şeye şaşırmış halde bulur. Sabah iş gününün telaşında neden kalabalık çekmediğini anlıyor. Ama: “Görünmezmişim gibi, hiç dikkat etmeyen insanların sayısına şaşırıyorum. Çünkü ne var biliyor musun? Çok gürültü yapıyorum! " Orada bir adam olduğu gerçeğini takdir etmek için müziği bilmenize gerek yoktur ama buna rağmen keman çalarken zaman zaman Bell'in eğilmesi o kadar karmaşıktır ki, uyum içinde çalan iki enstrüman duyuyorsunuz. Bu yüzden, önünden, hızlı hızlı geçenler için dikkate değer bir fenomendir. Bell para vermek istemedikleri için müzisyeni görmezlikten gelip gelmediklerini merak ediyor. Sonuçta insanların kendini suçlu hissetmesi gerekmez, bir soygunun suç ortağı değiller. Doğru olabilir ama kimse bu açıklamayı yapmadı. İnsanlar meşgul olduklarını, akıllarında başka şeyler olduğunu söylediler. Cep telefonunu kullananlardan bazıları, o yüksek sesle rekabet etmek için Bell'in yanından geçerken daha yüksek sesle konuştular. Calvin Myint Genel Hizmetler İdaresi için çalışıyor. Yürüyen merdivenin tepesine çıktı, sağa döndü ve caddeye açılan bir kapıdan çıktı. Birkaç saat sonra, görünürde bir müzisyen olduğunu hatırlamıyordu. Bana göre neredeydi? Yaklaşık dört fit uzakta. Myint'in duymamasında yanlış bir şey yok. Kulağında kulakiçi kulaklıklar vardı, IPod'unu dinliyordu. Jackie Hessian, "evet, kemancıyı gördüm," diyor, "ama beni etkilemedi." Bell’i izleyerek bunu söyleyemezsin ama Hessian söyledi, Müziği hiç fark etmediği ortaya çıktı. Gerçekten o kadar fazla duymadım, dedi. "Orada ne yaptığını anlamaya çalışıyordum, bu onun için nasıl işe yarıyor, çok para kazanabilir mi, davaya biraz para ile başlamak daha mı iyi, yoksa boş olsun diye insanlar hissediyor senin için üzgünüm? Finansal olarak analiz ediyordum. " Ne iş yapıyorsun Jackie? “Birleşik Devletler Posta Hizmetleri ile çalışma ilişkileri alanında bir avukatım. Az önce ulusal bir sözleşmeyi müzakere ettim. " Bell çaldığında metro koltuklarında sadece bir kişi oturuyordu. Terence Holmes, Ulaştırma Departmanında bir danışmandır ve müziği severdi, ama aklı bir ayakkabı boyası hakkındaydı: "Babam, ayakkabılarınız temizlenip parlatılmadan asla takım elbise giymememi söyledi." Holmes sık sık takım elbise giyer, bu yüzden o ayakkabı boyacısına sık sık gider.  Ayakkabı boyacısı kadın bir şeye üzüldü ve müzik onu daha da üzdü. Holmes, müziğin çok gürültülü olduğundan şikayet etti ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Edna Souza Brezilya'dan. Altı yıldır L'Enfant Plaza'da ayakkabı parlatıyor ve orada çok sayıda sokak müzisyeni var; Çaldıklarında müşterilerini duyamıyor, bu işi için kötü ve müzisyenlerle tartışıyor. Souza, bazen bir müzisyenin Metro tarafında, bazen alışveriş merkezi tarafında durduğunu söylüyor. Her iki durumda da yüksek ses onu rahatsız ediyor. Hızlı aramasında hem alışveriş merkezi polisleri hem de Metro polisleri için telefon numaraları var.  Bu nedenle müzisyenler nadiren uzun ömürlü oluyor. Souza, onun da çok gürültülü olduğunu söylüyor. Sonra paçavrasına bakıyor, burnunu çekiyor. Bu lanet olası müzisyenler hakkında olumlu bir şey söylemekten nefret ediyordu ama: “O adam oldukça iyiydi. Polisi ilk kez aramadım. " Souza, ünlü bir müzisyen olduğunu öğrenince şaşırdı, ancak insanların kör bir şekilde acele etmesine şaşırmadı. Bunun tahmin edilebilir olduğunu söyledi. “Brezilya'da böyle bir şey olsaydı, herkes görmek için etrafta dururdu. Burada değil." Souza, yürüyen merdivenin tepesine yakın bir noktaya acı bir şekilde başını salladı: “Birkaç yıl önce orada evsiz bir adam öldü. Orada uzandı ve öldü. Polis geldi, bir ambulans geldi ve kimse görmek için durmadı ya da bakmak için yavaşlamadı. “İnsanlar yürüyen merdivenden çıktılar, dümdüz karşıya bakıyorlar. Kendi işine bak, ileriye bak. Herkes stresli. Ne demek istediğimi anlıyor musun? " Diyelim ki Kant haklı. 12 Ocak'ta ne olduğuna bakamayacağımızı ve insanların gelişmişliği veya güzelliği takdir etme yetenekleri hakkında herhangi bir yargıya varamayacağımızı kabul edelim. Peki ya yaşamı takdir etme yetenekleri? Meşguldü. Amerikalılar, en az 1831'den beri, Alexis de Tocqueville adlı genç bir Fransız sosyolog Amerika'yı ziyaret ettiğinde ve kendisini diğer her şeyi dışlayarak, insanların ne kadar sürüklendiklerinden etkilenmiş, şaşkın ve biraz dehşete düşmüş halde bulduğunda “halk olarak meşguller, sıkı çalışma ve servet birikimiyle” diye düşünmüştür. Pek bir şey değişmedi. Modern hayatın çılgın hızıyla ilgili sözsüz, karanlık bir şekilde parlak, avangart 1982 yapımı “Koyaanisqatsi” nin DVD'sini açın. Yönetmen Godfrey Reggio, Philip Glass'ın minimalist müziğiyle desteklenen, Amerikalıların günlük işlerini yürüttüğü film kliplerini çekiyor, ancak bunları montaj hattı makinelerinde, hiçbir yere kilitlenmeden yürüyen robotlara benzeyene kadar hızlandırıyor. Şimdi, hızlı ileri sararak L'Enfant Plaza'daki videoya bakın. Philip Glass film müziği buna mükemmel bir şekilde uyuyor. "Koyaanisqatsi" "Dengesiz hayat" anlamına gelir. İngiliz yazar John Lane , 2003 tarihli Timeless Beauty: In the Arts and Everyday Life adlı kitabında modern dünyadaki güzelliğe duyulan takdirin kaybını yazıyor. John Lane,  “L'Enfant Plaza'daki deney (Jashua Bell’in Metro Deneyi) bunun; insanların güzelliği anlama kapasitesine sahip olmadığı için değil, onlar için alakasız olduğunun belirtisi olabilir ve bu, yanlış önceliklere sahip olmakla ilgilidir” dedi. Bir an yavaşlamak ve dünyadaki en iyi müzisyenlerden birinin, şimdiye kadar yazılmış en iyi eserlerden bazılarını çaldığında dinlemek için hayatımızdan zaman ayıramazsak; modern yaşamın dalgalanması bizi alt eder, sağır ve böyle bir şeye kör oluruz. O zaman kimbilir başka neleri kaçırıyoruz? Günün kültür kahramanı, kel kafalı ufacık bir adam olan John Picarello'nun mütevazı tanımıyla “L'enfant plaza'da gerçek geç geldi.” Picarello, Bell'in "Chaconne" un tekrarı olan son parçasına başladıktan hemen sonra yürüyen merdivenin tepesine çıktı. Deneyin kaydedildiğivideo da Picarello'nun durduğunu, müziğin kaynağını bulduğunu ve ardından atari salonunun diğer ucuna çekildiğini görüyorsunuz. O piyango sırasının karşısında, ayakkabı parlatma standının ötesinde bir pozisyon aldı ve sonraki dokuz dakika boyunca kıpırdamadı. Bu makale için röportaj yapılan tüm yoldan geçenler gibi, Picarello da binayı terk ettikten sonra bir muhabir tarafından durduruldu ve telefon numarası istendi. Herkes gibi, ona sadece bunun işe gidip gelmeyle ilgili bir makale olacağı söylendi. Herkes gibi günün ilerleyen saatlerinde arandığında, ilk olarak işe giderken başına olağandışı bir şey olup olmadığı soruldu. Temasa geçen 40'tan fazla kişiden Picarello, kemancıyı hemen anımsayan tek kişiydi. "L'Enfant Plaza'da çalan bir müzisyen vardı." Orada daha önce müzisyen görmedin mi? "Bunun gibi değil." Ne demek istiyorsun? Bu mükemmel bir kemancıydı. Bu çapta birini hiç duymadım. Teknik olarak ustaydı ve çok iyi ifadelere sahipti. O da büyük, gür bir sesi olan iyi bir keman çaldı. Onu duymak için biraz uzaklaştım. Onun alanına müdahale etmek istemedim. " Gerçekten mi? "Gerçekten mi. O tür bir deneyimdi. Bu bir zevkti, sadece güne başlamak için harika ve inanılmaz bir yol. " Picarello klasik müziği bilir. Joshua Bell hayranı ama onu tanımadı; bir fotoğrafını görmemişti ve ayrıca Picarello çoğu zaman oldukça uzaktaydı. Ama bunun, performans sergileyen sıradan bir adam olmadığını biliyordu. Videoda, Picarello'nun etrafına arada bir şaşkınlıkla baktığını görebilirsiniz. Picarello New York'ta büyürken, bir konser müzisyeni olmak için ciddi bir şekilde keman eğitimi aldı. Ama ödeyecek kadar iyi olamayacağına karar verdiğinde 18 yaşında vazgeçti. Hayat bunu sana bazen yapar. Bazen ihtiyatlı davranmak zorundasın. Bu yüzden başka bir iş koluna girdi. ABD Posta Servisi'nde süpervizör. Artık keman çalmıyor. Picarello ayrıldığında, "Alçakgönüllülükle 5 $ verdim" diyor. Alçakgönüllüydü: Bunu videoda gerçekten görebilirsiniz. Picarello, Bell'e zar zor bakarak yukarı çıktı ve parayı fırlattı. Sonra utanmış gibi, bir zamanlar olmak istediği adamdan hızla uzaklaşır. Bell, günün en iyi işini, ikinci “chaconne” da son birkaç dakikada yaptığını düşünüyor. Ve bu aynı zamanda ilk kez aynı anda birden fazla kişi dinliyordu. Picarello arkada dururken, Janice Olu geldi ve Bell'den birkaç adım ötede bir pozisyon aldı. Bir kamu güvenlik görevlisi olan Olu, çocukken de keman çalmıştı. Duyduğu parçanın adını bilmiyordu ama çalan adamın bir yeteneği olduğunu biliyordu. Olu bir kahve molasındaydı ve cüret ettiği sürece orada kaldı. Gitmek için döndüğünde yanındaki yabancıya fısıldadı, " Gerçekten ayrılmak istemiyorum." Yanında duran yabancı The Washington Post için çalışıyordu. Bu etkinliğe hazırlanırken, The Post Magazine editörleri olası sonuçlarla nasıl başa çıkılacağını tartıştılar. En yaygın olarak kabul edilen varsayım, kalabalık kontrolüyle ilgili bir sorun olabileceğiydi: Washington kadar karmaşık bir demografide, düşünce, birkaç kişi kesinlikle Bell'i tanırdı. Gergin "ne olur" senaryoları çoktu. İnsanlar toplandıkça, ya diğerleri sadece çekimin ne olduğunu görmek için durursa? Söz kalabalığa yayılırdı. Olası senaryolarda; Kameralar yanıp sönüyordu, Olay yerine daha fazla insan akın ediyordu, yoğun saatlerde yaya trafiği birikiyordu. öfke patlaması vardı, Ulusal Muhafız söz konusu olabilirdi, göz yaşartıcı gaz, plastik mermi vb. Oysa Gerçekte tam olarak bir kişi, Ticaret Departmanında demograf olan Stacy Furukawa, Bell'i tanıdı ve performansın sonuna kadar kalmadı. Klasik müzik hakkında pek bir şey bilmiyordu ama üç hafta önce Bell'in Kongre Kütüphanesi'ndeki bedava konserinde dinleyiciler arasındaydı. Ve işte buradaydı, uluslararası virtüöz, çalıp duruyor, para için yalvarıyordu. Neler döndüğü hakkında hiçbir fikri yoktu, ama her ne idiyse, kaçırmak niyetinde değildi. Furukawa, Bell'den 10 metre uzakta, ön sıra, ortada konumlandı. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Gülümseme ve Furukawa, sonuna kadar o noktada dikildi. Furukawa, "Washington'da gördüğüm en şaşırtıcı şeydi" diyor. “Joshua Bell, yoğun saatlerde orada duruyordu ve insanlar durmuyordu, hatta bakmıyordu ve bazıları ona Çeyreklik atıyordu!  Bunu kimseye yapmam. Ben düşününüyorum, “Amigo, bunun olabileceği nasıl bir şehirde yaşıyorum? " Bittiğinde, Furukawa kendini Bell ile tanıştırdı ve yirmilik attı. 43 dakikalık performansta son durum 32.17 $ idi. Evet, bazıları kuruş verdi. Bell gülerek, "Aslında," dedi, "düşünürsek o kadar da kötü değil. Saatte 40 dolar. Bunu yaparak iyi bir hayat kazanabilirim ve bir temsilciye ödeme yapmak zorunda kalmazdım. " Bu günlerde L'Enfant Plaza'da loto bileti satışları hızla devam ediyor. Müzisyenler hala zaman zaman ortaya çıkıyorlar.
Alıntıdır: Gene Weingarten https://www.washingtonpost.com/lifestyle/magazine/pearls-before-breakfast-can-one-of-the-nations-great-musicians-cut-through-the-fog-of-a-dc-rush-hour-lets-find-out/2014/09/23/8a6d46da-4331-11e4-b47c-f5889e061e5f_story.html
Deneyin 2.36 dakikalık kaydı:     https://www.youtube.com/watch?time_continue=3&v=hnOPu0_YWhw&feature=emb_logo Deneyin tüm (43.27 dakika) kaydı: https://www.youtube.com/watch?v=aumDbzvv90I
1 note · View note
mehmetrefikyucel · 4 years
Video
youtube
SCUBA Diving Egypt Red Sea - Underwater Video HD
0 notes
mehmetrefikyucel · 4 years
Video
Real Life Heroes [ Good people ] part 5
0 notes
mehmetrefikyucel · 4 years
Text
PRİNCETON TEOLOJİ SEMİNERİ DENEYİ…
PRİNCETON TEOLOJİ SEMİNERİ DENEYİ…
1973 senesinde gerçekleşen bu deneyde bir grup öğrenci teoloji seminerine katıldı teoloji seminerine katılan öğrenciler din konusunda bir deneye katılacaklarını düşünmüşlerdi. Ancak deney sandıkları gibi değildi. Bir binada anket doldurulması rica edilen öğrencilere başka bir binaya aceleyle gitme talimatı verildi. Diğer grupta yer alan öğrencilere ise acele hissi yaratılmadı. Öğrenciler bina değiştirirken yolda yerde yatan ve iki büklüm olmuş birsi ile karşılaştılar. Bazı öğrenciler durup yerde yatan adama yardım ederken bazıları yanından geçip gitmeyi tercih etti. Bu durumun kişilerin karakterleriyle değil kendilerine verilen acele et konumu ile ilgili olduğu gözlemlendi. Deneyden alınan sonuca göre acele etmesi söylenen öğrenciler yerde yatan adamın yanından geçip giderken acele etmesi söylenmeyen öğrenciler adama yardım ediyordu. Deneyden alınan sonuca göre acele etmenin merhamet ve yardım etme içgüdüsüne doğru yoldan etkisi olduğu anlaşıldı. Princeton semineri deneyinden sonra telaşlı insanların başkalarına (ve kendilerine) yardım etme ihtimalleri  daha azaldığı sonucuna varıldı. İyi Samiriyeli bölümünden ( Luka 10: 29-37 yılında Yeni Ahit ): bir Samiriyeli, soyguncular tarafından saldırıya uğrayan ve yol kenarında yarı ölü bırakılan bir yolcunun yardımına koşar. Samariyeliden önce, bir rahip ve bir Levili, yaralı yolcuyu geçer ve onu fark edemez. Muhtemelen, rahip ve Levilinin hor görmesinin nedeni, din görevlileri olarak savundukları aynı erdemleri içtenlikle takip etmemeleriydi. Muhtemelen, aceleleri vardı ya da meşgul, önemli –hatta dini- düşüncelerle meşgullerdi. Belki de Samiriyeli, sosyal açıdan rahip ya da Levili kadar önemli olmadığından ve bu nedenle bir yerde olması beklenmediğinden daha az acelesi vardı. Princeton Semineri Deneyi [“In the parable of the Good Samaritan (İyi Samiriyeli Benzetmesinde) ( Luka 10: 29-37 yılında Yeni Ahit )] “İyi Samiriyeli bölümünden” esinlenen Princeton sosyal psikologları John Darley ve Dan Batson , 1970'lerde zaman baskısı ve yardımcı davranış üzerine dikkate değer bir deney yaptılar . Princeton İlahiyat Semineri öğrencilerinin, İyi Samiriyeli benzetmesi üzerine bir vaaz vermeleri istendiğinde kendilerini nasıl yürüttüklerini incelediler . Öğrenciler bir stüdyoda vaazı kampüsün karşısındaki bir binada verecekler ve danışmanları tarafından değerlendirileceklerdi. Araştırmacılar, zaman baskısının okul öğrencilerinin yardımsever doğasını etkileyip etkilemeyeceğini merak ediyorlardı. Sonuçta, öğrenciler rahip olmak için eğitiliyorlardı; muhtemelen başkalarına yardım etme eğilimindeydiler. Her öğrenci bir sınıfta hazırlığını tamamladığında, araştırmacılar onlara üç talimattan birini vererek onlara bir zaman unsuru kısıtlaması getirdi: 1. "Geç kaldın. Sizi birkaç dakika önce bekliyorlardı. Acele etseniz iyi olur" Bu çok acil bir durumdu. 2. "(Stüdyo) asistanı sizin için hazır, bu yüzden lütfen hemen gidin." Bu ara acil bir durumdu. 3. "Senin için hazır olmaları birkaç dakika sürecek, ama sen de başlasan iyi olur. Orada beklemen gerekiyorsa uzun sürmez. " Bu, acil olmayan bir durumdu . Her öğrenci hazırlık sınıfından stüdyoya kendi başına yürürken, tıpkı İyi Samiriyeli benzetmesindeki yaralı gezgin gibi, ıssız bir ara sokakta bir 'kurban' ile karşılaştı. Bu kurban (aslında deneycilerin bir arkadaşı) yoksul görünüyordu, sarkık ve öksürüyordu ve açıkça yardıma ihtiyacı vardı. Böylece seminerlere vaaz etmek üzere oldukları şeyi uygulama şansı sunuldu. "Duygusuzluktan ziyade çatışma, durmamalarını açıklayabilir." Araştırmacılar, uyguladıkları zaman baskısının, seminerlerin Rahatsız bir yabancıya tepkisini etkileyip etkilemediğini belirlemekle ilgileniyorlardı. Dikkat çekici bir şekilde, çok aceleci durumdaki öğrencilerin sadece %10'u kurbana yardım etmek için durdu. Orta acil durumda olan öğrencilerin % 45'i, Acil olmayan durumdaki öğrencilerin % 63'ü mağdura yardım etti. Araştırmacılar sonucuna “Rahatsız bir kişiye acele etmeyen biri durabilir ve yardım teklif edebilir. Acelesi, Telaşı olan bir kişi muhtemelen devam edecektir. İronik bir şekilde, “İyi Samiriyeli” benzetmesi üzerine konuşmak için acele etse bile devam etmesi muhtemeldir, böylece benzetmenin kötü yönünü istemeden onaylar. “İyi Samiriyeli” konusunu bilmek, hakkında düşünmek yardım etme davranışını artırmadı, aksine acelesi olması, yardım etme davranışını azalttı . " Öğrencilere verilen Eğitimlerinin, seminerlerin ve konuşmaların ışığında, rahatsız yolcuya seyirci kalmaları muhtemelen ilgisizlik, benmerkezcilik ya da küçümseme nedeniyle değildir. ( Amerikan sitcom Seinfeld'in dizi finalinin konusu ile karşılaştırın , burada Jerry ve arkadaşları kurtarma görevini yerine getirmedikleri için yargılanıyorlar.) Baskı kısıtlı zaman baskısıdır. Durmak için yeterli zamanları olduğuna inanan öğrencilerin çoğu bunu yaptı. Aksine, geç kaldıklarını düşünenlerin büyük çoğunluğu yardım etmek için durmadı. Başka bir deyişle, zaman baskısı veya "sınırlı zamana sahip olma" algısı, eğitimleri ve kariyerleri ile (Başkalarına yardım etme adanmışlığı) uyumsuz davranışlara yol açtı. Zaman baskısı, bu iyi niyetli olduğu düşünülen öğrencileri, derinlemesine düşündüklerinde, utanç verici bulacakları şekilde davranmaya tetikledi. Zaman kısıtlamasının ağırlığı, öğrencilerin ihtiyacı olan birinin iyiliğinden önce zamanında olma endişelerini dile getirmelerine neden oldu. Princeton Seminer Deneyi daha da kişisel bir ders sunuyor. Bu deneydeki araştırmacıların açıkladığı gibi, hızlandığımızda ve acelemiz olduğunda, " bilişsel haritanın daralması " olarak bilinen bir fenomeni yaşıyoruz . Yani ayrıntıları özlüyoruz, şu anda gerçekten neyin önemli olduğunu fark edecek kadar mevcudiyetimizi yitiriyoruz ve kendimiz için en faydalı seçimleri yapmıyoruz. Hayatta yolumuza devam ederken, sadece başkalarına yardım etmeyi bırakmıyoruz, aynı zamanda kendimize yardım etmeyi de bırakıyoruz. Kendi ihtiyaçlarımızı ihmal ediyoruz. Kendimizi besleyemiyoruz. Teslim oluyoruz, durağanlaşıyoruz, umudumuzu kaybediyoruz. Kendimizden ödün veriyoruz ve bu durum alışkanlık haline geliyor. Gürültülü dünyamız ve yoğun hayatlarımız sürekli acele etmemize neden oluyor çünkü birileri her zaman bir yerde olmamıza bağlı. Sanki hayatlarımız ona bağlıymış gibi sürekli bir yerden bir yere koşuyoruz. Hemen hemen her şeyi yaparken acele ediyoruz. Sıklıkla başkaları tarafından empoze edilen taahhütlerin merhametine kalmış durumdayız. Hayat hızlı hareket ediyor. Ve biz onu kaçırmış olacağız. Çok meşgulüz, çok acelemiz var ve çok koşturuyoruz. İnsanlar zamanımıza talepte bulunduklarında, ilk çaremiz en değerli olanı gözden çıkarmak oluyor. Teslim tarihleriyle o kadar meşgulüz ki sevdiklerimize zaman ayıramıyoruz . Toplantılara zamanında gitmek için fiziksel egzersizi bırakıyoruz. Sağlığımız için kritik olan tıbbi kontrollerden kaçınıyoruz. Gelecekte kendimizi olumsuz sonuçlar için riske atabilecek davranışlarda bulunuyoruz. Dünyamız hızlanmaya devam ettikçe ve yaşam temponuz hızlandıkça, saatin parmağı kaçınılmaz bir şekilde dönüyor. Hayat hızla ilerliyor ve yakında onu tamamen kaçırmış olacağız . Çarpıcı Düşünce; Zamanın hayatınızın para birimi olduğu gerçeğinin bilincinde olmanızdır. Anti-Nazi Alman teolog Dietrich Bonhoeffer’in (1906-1945) hapishaneden yazdığı  “Mektuplar ve Sayfalar”’dan:   “Zaman, sahip olduğumuz en değerli şey olduğu için, en geri dönülmez olduğu için, herhangi bir kayıp zaman düşüncesi, Geriye baktığımızda zaman bizi rahatsız ediyor. Kaybedilen zaman, tam bir insan hayatını yaşayamadığımız, deneyim kazanmadığımız, öğrenemediğimiz, yaratmadığımız, zevk alamadığımız ve acı çektiğimiz zamandır; Doldurulmamış, boş bırakılmış zamandır. " Zamanınızı en iyi şekilde değerlendirin. Şimdiki zamanda daha eksiksiz yaşayarak kendinize zaman ayırabilmek için telaşlı yaşamınızı artık sürdürmeyin. Eğer yaşamın içinde koşturuyorsak zira ihtiyaçlarınız zirvededir ve artık kendinizi beslemelisiniz…
Alıntı: https://www.rightattitudes.com/2015/06/16/people-in-a-rush-are-less-likely-to-help-themselves/
1 note · View note