Don't wanna be here? Send us removal request.
Text

Bu dünyadaki en güzel hislerden birisi de harcanılan emeğin karşılığını bulduğunu görmek olsa gerek 😊 Lavanta Vadisinde çiçekler açmaya başlamış 💐
Değerli Amirlerim;
Balışeyh Kaymakamı Sayın Mücahit Öztürk
İlçe Tarım ve Orman Müdürü Sayın Fatma Duygu Kara
Değerli Mesai Arkadaşlarım;
Emre Gürbüzer Ali Erpay Nevin Öztürk Peruze Pinar Fatoş Bozkurt T C Güner Satılmış Fehmi Demirel Ahmet Ayyıldız
İŞKUR kapsamında çalışan işçi kardeşlerimiz
Ve daha nice emeği geçen değerli dostlarım;
Bu açılan çiçekler emeğin, özverinin, çalışmanın, umudun, alın terinin, öngörünün ve mutluluğun çiçekleridir. Hepimize, Balışeyh’imize ve Mukaddes Ülkemize hayırlı uğurlu olsun 👏🏻👏🏻👏🏻
#BalışeyhLavantaVadisi
0 notes
Text
0 notes
Text
0 notes
Text
0 notes
Text
0 notes
Text
0 notes
Text
0 notes
Text
0 notes
Text
DİNLEMEK VE DİNLENMEK
Söz uçar yazı kalır demişler. İnsan kaybolur gider yazı kalır. Ancak yazmak çoğu zaman o kadar da kolay bir iş değildir. Anlatacak çok şeyin olur da çoğu zaman bu anlatılacakları bir araya getirecek gücü bulmazsın kendinde. Bir de yazmak bazen itiraf etmektir. Yani kendine bile söyleyemediğin şeyleri kağıda dökmek o kadar da kolay olmasa gerek ki değildir de zaten. Yani bir de imla hataları, anlatım bozuklukları ile mücadele etmek var. Bunun dışında yazdıklarını paylaşacaksan beğenilme korkusu var. Velhasıl-ı kelam var oğlu var. Tüm bunlara ve dahasına göğüs gerip klavyenin başına oturmak nereden bakarsan bak cesaret isteyen bir iştir. Ben mesela çok oturdum klavyenin başına ancak çoğu zaman yazının sonunda tüm yazdıklarımı delete tuşuyla yok etmek oldu işim. Ya yazdıklarımı beğenmedim ya yazdıklarımı paylaşmak istemedim ya da bu kadar itiraf benim için fazladır diye düşündüm. Bir de bahane bulma işi var elbette. İnsan bir türlü klavyenin başına oturmak istemez. Bu öğrenciyken ders çalışmamak için bahaneler uydurmaya benzer. Çalışmasısındır ama ufak tefek bahaneler dolayısıyla bir türlü çalışamazsın. Yazmalısındır ama ufak tefek bahanelerle bir türlü yazamazsın. Ama bu cümlelerdeki zorunluluk eninde sonunda seni bulur ve belki ufak belki büyük bir bedel ödetir. Öğrenciyken çok sevdiğim bir söz vardı; başlamak bitirmenin yarısıdır diye. İşte bu yüzden başlamak lazımdır. Başlamaklar çoğu zaman yarım kalsa da yeniden ve yeniden hiç usanmadan başlamak lazımdır. Başka türlü olmaz çünkü, olamaz. Yani en azından ben yaşamanın başka türlüsünü bilmiyorum. Ne imla kuralları, ne anlatım bozuklukları, ne akıştaki çelişkiler ne de beğenme kaygısı bunların hiç birini düşünmeden ve hepsine sırt çevirerek yazmak isterdim. Tamamen özgür ve tamamen bağımsız bir biçimde. Bu ruh için bir tür arınma, bir tür rehabilitasyon, bir tür tedavi olurdu biliyorum. Gerçek şu ki insan kafası çok doluyken de yazmakta zorlanıyor, tamamiyle boşken de yazmakta zorlanıyor. Bazılarının ilham perisi dediği şey bu olsa gerek. Elbette doğru zamanı beklemekte fayda var. Ancak bu doğru zaman hiç gelmiyorsa da harekete geçmekte fayda var. İllaki bir şey anlatmak mı lazım peki? Yani kelimelerin ruha dokunmasına izin versek ne olur? Aslında çağımızda yazmak pek o kadar da istenilen, beğenilen, takdir edilen bir iş değil. Çünkü çağımız insanları okumayı pek sevmiyorlar. Bunda teknolojinin yani internetin, sosyal medyanın çok büyük etkisi var ki bende burada kendimi hiç kimseden ayırmak istemem. Teknoloji bizleri hıza alıştırdı ve bu hız alışkanlığı bizi sabırsızlığa itti. Yani birini dinlerken bile sabırsızlanıyoruz. Kitap okurken sabırsızlanıyoruz. Yazı yazarken sabırsızlanıyoruz. Bir an önce sonuca ulaşmak istiyoruz. Sinema filmlerimiz bile öyle. Eski sinema filmlerine bakın iki saat, iki buçuk saat film süreleri ile karşılaşırsınız. Şimdi iki saat, iki buçuk saat hiç kimseyi sinemada tutamazsınız. Eski romanlara bakın iki cilt, üç cilt bir de şimdi ki romanlara bakın yüz sayfa yüz yirmi sayfa. Klasik müzik bile bu sebepten dinlenmiyor. Artık insanlar kısa ve net olan şeylerden hoşlanıyor. Çünkü herkesin dilinde şu bahane var; fazla vaktim yok. Ne oldu Allah aşkına? Yıllar, aylar, günler, saatler ve dakikalar mı kısaldı? Hayır elbette böyle bir şey olmadı. Yalnızca daha hızlı yaşadığımız yanılsamasının içerisindeyiz o kadar. Yolculuklarımız bile öyle değil mi? Önceden 6 ay süren yolculuklar bile şimdi üç dört saat oldu. Bu şöyle bir çelişki ki mesafeler kısaldıkça insana yetmemeye başladı. Artık kimsenin durup dinlemeye, durup dinlenmeye vakti yok maalesef. Bir an önce netice istiyoruz artık. Bu hem iyi hem kötü, bu hem kurtuluş hem felaket insan için. Hayatın neresinde durduğunuzla da alakalı elbette. Bir gün bir bakacağız yaşlanmışız hem de hiç farkına varmadan. Yaşadım bile diyemeyeceğiz. Çünkü bu hayat yolculuğunu o kadar hızlı yapmış olacağız ki yoldaki hiçbir şeyi görmemiş olacağız. Bir çiçek bile koklamamış, bir şiir bile ezberlememiş, bir roman bile okumamış, gökyüzüne şöyle doyasıya bakmamış yani yaşamamış gibi hissedeceğiz kendimizi. Bir yolculuğa çıktığ
1 note
·
View note
Text
HAYAT DENKLEMİ
Yaralamadan yaşamak zor da olsa belki mümkün ancak yaralanmadan yaşamak neredeyse imkânsız görünüyor hayat yolunda. Travma kelimesinin kökeninin yara almak fiilinden geldiğini öğrendiğimde aslında hiç de şaşırmamıştım. Her travma bir yara ile oluşmaz mı zaten? Günümüz modern batı biliminin terminolojisi genellikle antik yunandan ve Latince köklerden gelmektedir. Buradan şöyle bir çıkarım yapmak mümkündür ki insan her devirde insan. Yani hissedilenler; sevgi, nefret, öfke, acı, kırgınlık bundan bin yıl önce de aynıydı, iki bin yıl önce de aynıydı ve bin yıl sonra da aynı olacak. Belki düşünceler değişecek, belki iklimler değişecek, belki fikirler ve inanışlar değişecek ama hisler en azından temel hisler hiç değişmeyecek. Günün birinde insanoğlu mars gezegeninde koloni kurup yaşamaya başladığında da bir insan bir diğer insanı sevecek ya da nefret edecek. Uygarlığımızı günün birinde yıldızlara taşısak bile bir insan diğerinden nefret edecek, öfke duyacak, saygı duyacak. İnsanoğlunun yeryüzü macerasının başladığı ilk anda da böyle oldu, insanoğlunun yeryüzündeki son adımında da durum böyle olacak. Bundan bin yıl önce bir insan toprak evinden çıkıp güneşin doğuşunu izliyordu ve umuda kapılıyordu, bundan bin yıl sonra insan aynı güneşin doğuşunu izleyerek umuda kapılacak. Dünyada değişmeyen tek şey değişimin kendisidir derler ve doğrudur da. Ancak bana kalırsa hisler de değişmeyecek insanlar için.
Gelgelelim bazı ruhlar oldukça hassastır. Benzetmek ne kadar doğru olur bilmem ama camdan yapılmış gibilerdir. Bir söz, bir bakış, bir davranış bu hassas ruhları paramparça etmeye yeter de artar bile. Aslına bakılırsa bu hastalıklı bir durumdur. İnsan kırıla kırıla kırılmamayı da öğrenebilir. Ancak bu acı verici bir süreçtir. Bu hassas ruhlar o kadar çok yara almışlardır ki insanlardan insanlarla aralarına duvarlar örmeye başlarlar. Ta ki yalnız, bir başına kalana kadar. Peki, bu bir kurtuluş mudur yoksa bir intihar şekli midir? Sevdiğim bir şair bir şiirinde yaşamak için şu sözcükleri kullanmıştı; ‘yaşamak hızlı bir ölme biçimidir.’ Sonunda yalnız kaldıklarında huzura erecekleri yanılmasına kapılan bu hassas ruhlar bir bakarlar ki duvarları örüp yalnız kalana kadar paramparça olmuşlar. Geriye toplayacak hiçbir şey kalmamıştır. Peki, ben bu kadar şeyi nasıl biliyorum? Biliyorum işte. İnsan bir kere kaybetmeye başladı mı ve bunun önünü alamadı mı bataklığa saplanmış bir kişiye benzer. Bataklıktan kurtulmak için ne kadar çok çırpınırsa o kadar hızlı batmaya başlar. Ta ki dışarıdan birisi bir kol, tutunacak bir dal uzatıncaya kadar. Ancak bu kez de etrafına ördüğü duvarlar çıkar karşısına, kimse onu kurtarmak için dal uzatamaz. Çünkü ördüğü duvarlar arasında bataklıkta battığını göremez. İşte bu yüzden insan insana muhtaçtır. İnsan insanın zehrini alır. İnsanı kırıp paramparça eden de bir insandır, insanı bataklığın içinden çekip kurtaran da bir insandır. Bunu bilip öyle yaşamak gerekir. Unutulmamalıdır ki ateşle oynayan ya evini yakar ya da kendini yakar. Ateş eğer kullanmasını bilirsen seni soğuktan korur, ısıtır, yemeklerini pişirir, evinin tuğlalarını pişirir ama eğer kullanmasını bilmezsen seni ve hayatını yakar küle çevirir. İşte bu tür kırılganlık gibi hisler de ateşe benzer. Ateş olmaksızın bir yaşam da elbette düşünülemez. Yani kırılganlığı meydana getiren hassaslık duygusu olmaksızın da insanın insan gibi yaşaması düşünülemez. İnsan alınacak, insan kırılacak ki öğrenebilsin. En kalıcı öğretiler acı ile kazanılan öğretilerdir. Kısaltmak pek işime gelen bir iş değildir yazarken ancak uzun lafın kısası; yaşamak için gerekenler oldukça enteresan şeylerdir. Yani yalnızca mutluluk, neşe, sevgi ve beyaz yaşamaya yetmez. Yaşamak için mutluluk kadar üzüntüye de, neşe kadar öfkeye de, sevgi kadar nefrete de ve beyaz kadar siyaha da ihtiyaç vardır. Bu enteresan bir denklem ve bu denklem her zaman muazzam bir eşitlik içinde ise hayat devam ediyor. Yani ne kadar beyaz var ise o kadar siyah olmalı. Komple beyaz olması da hastalıklı bir durum, komple siyah olması da hastalıklı bir durum. Kimse cehennemi gören birisi kadar cennetin kıymetini bilemez. Kimse dünyayı bilen birisi kadar cennetin kıymetini bilemez. O meşhur hikayeyi duymuşunuzdur muhakkak; Allah önce bülbülü yaratmış. Ancak insan bülbülün güzel sesinin ve nağmelerinin ayırdına varamamış, kıymetini bilememiş. Ardından kargayı yaratmış Allah. İnsan karganın sesini duyunca bülbülün sesinin kıymetini anlamış. İşte bu anlama denklemi bu şekilde çalışıyor. Beyazı en iyi siyahın içinde görebiliriz. Sevgiyi en iyi nefretin içinde anlayabiliriz. Bir şeye güzel diyebilmek için çirkini bilmemiz gereklidir. Birinin uzun olduğunu ancak kısanın yanına vardığında anlayabiliriz. Durum böyle olunca insan için madalyonun aydınlık yüzü de, karanlık yüzü de ayrı bir anlam kazanıyor. Bu konuda belki konuya az ilgili bir örnek olacak ama Roma İmparatoru Sezar’ın şu sözleri geliyor aklıma; ‘Barış isteyen savaşa hazırlansın.’ İşte bu hayat denkleminin ayırtına varanlar yaşamında şifresini çözmek yolunda kilitli bir kapıyı açmış kimselerdir.
Bu sebeplerden kırılan kişi kırıldığı için üzülmesin, etrafına yüksek duvarlar örmesin. Yaşamak için kırılmak da gerekli. Yazının başında da dediğim gibi kırmadan yaşamak zor olsa da belki mümkün ancak kırılmadan yaşamak maalesef mümkün değil insan için…
Mesut ÇİFTCİ
26.07.2018
0 notes