mevlana-34
mevlana-34
MevlanaYaratıcıYazarlık
37 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Tumblr media
Çocuk nedir? İki insanın bir araya gelerek ortaya koyduğu temiz bir sayfa. Peki ya o sayfa kirlenir veya kirletilirse o zaman ne olacak? Yeryüzüne dakikada 270 çocuğun ayak basması, hepsinin tertemiz sayfalar olması fakat dünyanın böyle yaşanmayacak bir yer olmaya devam etmesi… Sizce de bir yerde yanlışlık yok mu? Her gelen yeni sayfanın aslında görünmez mürekkeple yazılı kanlı sayfa olduğunun kaç kişi farkında? Yeryüzüne indiğimiz ânda çoğu şeyden sorumlu olmaya mahkûmuzdur. Bu sorumluluğun sırtımızı ağrıtmayan zamanları çocukluk dönemleri olmalıdır. Olmalıdır diyorum çünkü küçücük beden, daha oturmamış bir düşünce, karar verme sistemi ve bu dünyanın sorumlulukları… Peki, bu düzen dediğimiz ama düzenden eseri olmayan “dünya düzeni” kartları yanlış dağıtırsa? Bir ömür boyunca yavaş yavaş eklenecek olan sorumluluklar çocukluk döneminde bir insana yüklenirse?
Milyonlarca çocuk yoksulluğu, savaşı, ölümü gördü. Bu çok büyük bir üzüntü değil midir bir insana? Belki de o kadar küçük yaşlarda bu duyguları tattılar ki artık onlara normal geliyor. Çocukların büyüme çağında aç bırakılmaları susuzluk içinde kıvranmaları, bu ne kadar da büyük bir haksızlık. Yemek yemeden uyuduğunuzu sabah uyandığınızda bir bardak suyu kana kana içemediğinizi düşünün. Bir asker size yaklaşıyor ve beyaz bir çubuğun üzerine oturtulmuş bir kırmızı küçük topu size uzatıyor, çekinerek alıyorsunuz ağzınıza götürdüğünüzde tatlı bir tat alıyorsunuz diğer asker size yaklaşıyor. Elinde kocaman bir şişe içinde sıvı. Siz ne olduğunu anlamadan ağzınıza veriyor. Sıvı daha dudağınıza değmeden içinizi yakan bir gaz burnunuza ulaşıyor. O sırada deklanşör sesini duyuyorsunuz. Her şey ani ve sizin onayınız alınmadan gerçekleşiyor. İstedikleri her neyse onu alıp gidiyorlar. Yardım fotoğrafı. Bunun neresi yardım? Herhalde yardımları tek bugün değil yarında devam etsin diye yardım adı altında öldürüp yarın dirilterek yine yardım ettik diyerek mutlu olacaklar. Komik. Yazgıdan dolayı olan kanlı sayfa bilinmeyen birinin karalamasıyla süsleniyor. İşte bu zamanla belli olacak olan mürekkebin aşınarak erkenden gün yüzüne çıkması.
Yeryüzüne gelen her çocuk beyaz bir kâğıtsa boyamayı, kalemi tutmayı bilen kişilerin boyaması her zaman bir sanat eseri yaratır. Resmi herkes yapar ama her resim sergilenmez.
~Ceyln
5 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Şu an her şey yolunda gözükebilir. Herkese "hava hoş" olabilir. Savaşta ölen kadın ve çocuklardan habersiz olabiliriz. Ama bu olmadığı anlamına gelmez. Dünya çoğu birey için hala katlanılamaz seviyede acımasız, adaletsiz ve çekilmez. Sömürgecilik hala sürmekte. Sömürgeciliğin can almasıyla birlikte hayatta kalanların da yaşamaya devam ettikleri ortam büyük zorluk teşkil etmekte. Emeklerin sömürüsü de unutulmamalı. Çocukların çalıştırılması, kölelik çok acımasızca. Zor şartlar, açlık, köle muamelesi, eğitimsizlik. Toplumun ve devletin yükü olan bu zorluklar çocukların üzerine kalmakta. Yoksulluk, her türlü ziyanı beraberinde getirmekte. Bunların geneline baktığımızda benimle birlikte okurlarımın da "dünya düzeni" denen şeyin yürürlükte olmayan bir kavram olduğunu düşüneceklerine inanmaktayım.
Dünyada" çocuk olmak " eğer doğduğunuz coğrafyadan yana şansınız yoksa olabildiğine zor. Anne karnından doğduktan bu yana doğru dürüst protein, vitamin tüketemeden, eğitim göremeden başlarına bombalar yağan bireylerle aynı dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada köle olan çocuklar var. Bu dünyada yemek nedir tadamayan, huzur nedir hissedemeyen, ev bilmeyen çocuklar var. Sömürülen ülkelerinde hayatta kalmaya çalışmak zorundalar.
Şimdi ne söylemem gerek bilmiyorum, neye bağlamalıyım bunca acınası hazneyi bilmiyorum. Durumu bir de sömürgecilik yapmak uğruna, üç karış toprak uğruna milyonlarca çocuğun hayatını kabusa çeviren devletlerden dinleyelim...
Tumblr media
-Serpil Düzgün
5 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Tumblr media
Toprağı kan tutmuş diyarlarda, ülkelerde, şehirlerde bir de akılları tutmuş küçük çocuklar var. Annelerinden ya da babalarından hiçbir zaman yabancılardan bir şey almamaları öğütlenmemiş. Veren el pençeli bile olsa, alan el biçare…
Ailelerinin ölümlerini görmüş, sakat kalmış, sadist devletlerin elleri arasında parçalanmış, tüm dünyanın acımasını ve acısını çekmiş çocuklar bunlar. Muhtemelen cepleri kurşun dolu bir asker ona bir parça içecek verdi diye dünyanın en minnetli kız çocuğu bu da. Ülkesindeki savaş bitse bile ona hiçbir zaman bitmeyecek çünkü o, her şeyin tam ortasında doğdu, doğduğu diyarda her şeye dûçar oldu. Bir gün çocuğu olduğunda onu nasıl koruyacağını bilmeyecek çünkü kendisi hiçbir zaman korunmadı, kurtarılmadı. Sanki taraf tutuyormuşçasına öldürüldü kardeşleri, sanki ellerinde silah varmış gibi vuruldular. Bir sürü hayalleri vardı; şimdiyse geriye sadece hayatta olma umutları kaldı.
#denizbozkurt
6 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
youtube
2 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
youtube
2 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
youtube
2 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Tumblr media
3 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Tumblr media
Ellerinde kameralarla köyümüze gelince beyaz tenli insanlar, yalnızca gülümsedim onlara. Susuzluktan çatlamış dudaklarımı konuşmak için aralayamadığımı fark edemeden benimle iletişime geçmeye çalıştıklarında ise gözlerine baktım. Yeterince uzun gözlerinin içine bakarsam beni yormadan anlayacaklarını sandım. Ben konuşmadan anlayabilirler miydi bir yudum su bulabilme uğruna arşınladığım yolların uzunluğunu? Başımdaki balçığın sebebini... Elimde kalan son suyumu toprakla karıp kafama sürdüm ben. Kafa derimi lime lime edip beynimin her bir kıvrımını yavaş yavaş sömürecek bitleri benden uzaklaştırmanın tek yolu buydu. Beni burada tuttukları her saniye boyunca güneşin kafamdaki balçığı pişirdiğini, kuruyan çamurun kafa derimi çekiştirdiğini hissediyorum. Acı çekiyorum. Daha çok küçüğüm ve kavruk tenim henüz nasırlaşmadı. Derimin nasırlaşıp bu kurak iklimin fani bedenime daha fazla acı çektirmemesini ne kadar istediğimi anlayabilirler miydi ben konuşmadan? Lütfen anlasınlar. Yalvarırım anlayın, çünkü benim artık anlatacak gücüm kalmadı.
8 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Tumblr media
Abı Hayat
kül olmuş üstünde yattığım ölü bedenlerin nefesi
bedenimin üzerine çöken çaresizliğin ağlamaklı sesi
sapları kemikten olan sopalarımla kovaladığım bir nehrin derinliği
ve çamura bulanmış saçlarımdaki ölü bitlerin gövdesi
#denizbozkurt
5 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Fidan yeşili gözlerine biraz uzun baksak bir orman yeşertecek türden.Korku yüklü,tedirgin bir yandan da cüretkar ve cesur bakışları barındıran bu gözler senin benim bilmediğim temiz bir pencereden bakıyor dünyaya. Öyle bir pencere ki henüz buğulanmamış,kenarları çatlamamış,orta yerinden kırılmamış. Her şeyi olduğu gibi gösteren bir pencere. Dünyayı olduğu haliyle görme yeteneğini henüz yitirmemiş bu bakışlar.
Al yanakları nasıl da belli ediyor çocuksuluğunu! Kırmızılığa kir karışmış. Fakat bu yüzün ak paklığını hiçbir dünyevi madde bozamaz.
Ya elleri? Karanlığa batırılmışcasına kirlenmiş bu eller size uzansa, pis diye tutmamazlık eder miydiniz?
Pamuklara sarıp sarmalanacak cinsten bu yavruyu bal köpüğü rengine boğmuşlar da, kimselerin aklına gelmemiş mi üzerine titremek? Belki üzerine titreyecek kimsesi yoktu ya da vardı birileri de, meşguliyetleri bu kızcağızdan önemliydi. Bu yüzden özenilmemiş çocukların saldırganlığını da barındırıyor bakışları. Taktığı renkli bilekliklerle "Ben burdayım!" diyip fark edilmeye çalışıyor belki de. Onu görebiliyor musun?
- Beyza Sıla Budak
Tumblr media
8 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
youtube
vakit bulabilirseniz kesinlikle izleyin gençler
1 note · View note
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Tumblr media
Masum teninde ne de güzel duruyordu kadife gömleği. Ucu isli minicik parmaklarıyla koruyordu tek mal varlığını. Toz ve duman kaosunun ortasında gök renkli gözleri, kor gibi saçları ve rengarenk bilezikleri ile savunuyordu topraklarını. O çocuk bakışlarındaki boyunu aşan cesaret, Medusa'nın kurbanlarını taşa çevirmesi gibi olduğunuz yere mıhlardı sizi. Al al olmuş yanakları, sümüklenmiş ufacık burnu ve henüz sertleşmemiş yüz hatlarıydı onun çocuk olduğunu size hatırlatan. Karşınızda sümüklü bir çocuktan çok daha fazlası vardı. Acıyla kıvranan Toprak Ana'nın son varisi.
10 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
1.- Tanışma! Merhaba de
Kimin aklına gelir
İblisin kederi
(La trisstesse du diable adlı şarkının sözlerinden)
Müziğin tadını çıkarabilmek için yeterli bir ses seviyesinde tutmak gerekirdi. Sanatçının veyahutta şarkıcının haykırışlarını duymadan önceki sessiz part her ne kadar insanı ses seviyesini yükseltmeye, bağırarak o ölüm fermanı sözleri konuşmaya çağırsada, kendini tutabilmeliydi insan. Gerçek zevki yaşamak isteyenler o ses seviyesini yükseltme çabasından bile zevk alırdı.
Erguvan moru elbisesi ile dünyanın çilesini çekermişcesine yürüyüşü oldukça uyumsuzdu. Moru taşımak için yeterli asalete sahip miydi? Çevresindeki insanların sorgulaması gereken bir durum değil miydi? Sadece imparatorun taşıyabileceği bu renk; konu, konuma geldiğinde kartlar yeniden dağıtılırdı. İnce bedeni; dizinin altında biten, vücut kıvrımlarını güzelce saran elbisesi ve pekte geniş olmayan omuzlarıyla kadın tükenmişti. Hem ruhsal hem fiziksel.
İsminin anılmasından tanrılar bile korkarken kim onu hatırlardı ki! O hayatın gerçeği idi ve sadece bir avuç hayalpereste sahipti. Sonunda tek kalacağını görebileceklerine rağmen kendini en iyi yerde gören bir avuç hayalperest! Tanrı ve tanrıçalar bile ismi karşısında titriyordu, o Romalıların taktığı isim ile Necessitas: zorunluluk.
Kendisi ile barışık bir zorunluluk. Yalnız kalmaktan korkan ama kalan bir zorunluluk.
Belki de gerçek zevki yaşayan ve bunun sadece bakış açısı ile değiştirilebileceğinin farkına varan tek yaşayan...
Acıkmış vücudu ile avının burada olduğunu biliyordu. Bedeninin deyimiyle kalbinde; midesinde boşluk vardı.
Alçak bulutlar Trimphalis'i* çiselerken yıllardır bu mekanı nasıl fark edemediğini anlamaya çalışıyordu. İçinde bir huzursuzluk vardı. Tatsız hislerininin doğruluğunu kanıtlar adına Kara Saçlının varlığını hissediyordu. Ne olduğunu bakarak çözemeyeceğini anlamış olacak ki adımlamaya başlamıştı. Yürüdüğü taş yolun karşısında bütün endâmı ile altın kapı duruyordu ve padişahların göğsünü gere gere yürüdüğü taşlı yol ve etrafını sarmak üzere olan dört kale.
Zafer Takı , Kara Saçlıyı yanında bekletmek isteyecek kadar ne anlıyordu günlerden?
Son bir kez kaos un zorunluluğu kadar sessiz kalan zindanları; altınları, yolları, gökyüzünü ve bu sakin şarkıyı dinlemek istedi. Çok güzeldi burası Güneş'e aşık Ay'a yanık gibi.
Ve karmaşa.
Trimphalis: Yedikule Zindanları girişinde bulunan yolun Roma zamanındaki ismi
2.- Varoluşum'un Felsefesi: Yedinin Kulesi
Zamanın sonu altın yoldan geçen insanlar pek bir dertliler.
Ayrılan sevgililer gibi doğu romanın kapısı bir vakit.
Altın kapı denirdi ilk adım buradan gelmişti.
Allah'ın Resulü dünyaya ayak basmadan 280 yıl evvel doğmuştu taşlarım,
Benimle birlikte zaferini taçlandıran padişahlar imparatorlar gördüm hepsi hazin hepsi üzgün,
Ey adam! Ey mağlup olan! Geçebileceğini mi sanarsin yanımdan öylece! Küstahlıktır bu benim dilimde saygısızlıktır padişaha. Eğer bilmiyorsan vasfını ne durursun burada!
Ah benim canım kendim
Gözyaşları akıttığım zamanlar gelir aklıma seni böyle gördükçe
Göz nuru olan, geçilmek için yüzbinlerce hayatı feda edilen adım, sönmüş görkemim ile sonuçlanmak üzere...
57 yıllık bir azabımı hatırlarım bir aralar hayatımda. Çırılçıplak kalmışım, soğuğa alışmak zorunda kalmışım. Ben en gözde yerken sırların evine dönüşü vermiştim istilam sırasında. Her parçam sökülmüş, tamir edenler içine içine ağlamışlardı.
Yalnız kalırsam gideceğimi bilirlerdi onlar. Öldükleri zaman içinde kalan gözyaşlarını emdim de yaşayamaya devam ettim mezar topraklarından.
Beni kesmişlerdi yıllar boyu yaşayanlar, İhtişamımi da onlar söndürdü... Hem yaptılar hem yıktılar beni! Huzurluydum ben; dosttum herkese, görkemdim ben, istenilendim bir zamanlar! Gelip 57 yıl boyunca işkence ettiler bedenime. Altındım ben, şimdilerde bir kaç taş parçası sadece.
Ve şimdi ölüyorum; unutulmaya yüz tutmuş, padişahları mezara koymuş, imparatorların kemik kalıntıları bile kalmamış bu dünyada. Sisphyus'un Anenke tarafından vurulmuş taşı yeniden taşıması gibi yeniden ve yeniden umut dolduruyorum içimi ama ne fayda! Geldi en büyük yıkımım Kara Saçlı'm sonunda. Ölüyorum, çokça korkuyorum elbet! Gidiyorum bir karmaşada. Yalnızlık bile bana uğramaz bir başıma gidiyorum ben kanlı kuyuya.
3.- Haykırış öyküsü parti kısmı
Necessitas' a sunulmuştu kalenin yaşamı.
Ah şu insanlar ne garip yaratıklar(!)
Karmaşaya koşuyorlar en başında hep, kurulan basit düzeni didik didik edip bozuyorlar. Sonlarında ise ellerinde bir hiç kalacağını görmüyorlar, görmek istemiyorlar.
Dedim ya, çokça karmaşık sanarlar kendilerini. İçindeki en küçük parçalarını evrene benzetseler ne kadar orantılı çözümler bulacaklarını fark edebilirler aslında. Bir amatör sanatçının defteri karalaması gibi bu; bir sonraki çizginin nereye gideceğini kimse bilemez.
Lâkin o anda yanan, sanatçının yetişmeyecek eserleri değil; kağıt, kalem.
Ah şu insanlar görmezler çevrelerini bir şeylere odaklanınca. Bir çocuğu kurtarırken anlamazlar diğerini yaktıklarını. Konuşmazlar birbirleriyle kül olur aşıkları. Düşerler, kalırlar ve uçarlar; kalanları umursamazlar, yaşadıklarını sanarlar!
Zafer Takı bütün padişahlara en hızlı kendilerinin uçtuklarını hissettirmişti vücutlarına gönderdiği rüzgarla
Yedinin zindanları, koca Osmanların düştüğünü zannetirmişti yine vücutlarına gönderdiği rüzgarla
Uçan bir haber, düşen kader! Kalan, insanlar ve zalimler
Ey yerleri sarsan Kara Saçlı!** Açlığımı hissedip geldim ben buraya! Gizlemiş beyaz siyahı burada. Zalim kaderin, kaos un tanrıçasıyım ben! Kaos var diye gittim ne acılar gördüm hayatta ! Bu hayat nedir ki benim için, bir hayat nedir?
Sana bir çocuğun ilk kaybettiği balonla, aşığı ölen insanın yaşadığı acılar benzer desem ne söylersin bana? Görmemiş insanın, büyümemiş yetimin, düşmüş halkın suçlusu aranmaz. En çok acı çeken yok bu dünyada, acılarda boğulan bir avuç hayalperest var sadece.
Yere vurma üç kere başını yere vurma üç başlıyı desem sen benden korksan kaç can kalır üzerime kaleden?
Sessizce vur yere derim sadece. Dikkatlice izlerim belki zihnim karışmasın.
Gökyüzü karışırken birbirine derim ki sadece bu kale Güneş'e aşık Ay'a yanık.
En güzel şehri kurman arzun gibi keder gibi bu kale için
Sessizce vur yere sonlarca kez...
**Poseidon "Ey Yerleri Sarsan" veya "Kara saçlı" Tanrı olarak da çağrılır. En önemli silahı Trident denen üç dişli bir yabadır ve bu yabayı yere vurduğunda depremler meydana gelir.
4.- Kale Kule Kapanıyor Elini Çeken Oynamıyor
Dört kulemi bu günlere kalıntıları artık başkalaşım geçirmiş Bizans imparatorum kurmuştu en başlarımda. Üçünü Fatih, en büyük fetih edenim ekletmişti çevreme sönmek üzereyken. Her biri hüsran doldu her biri mutlu oldu çokça. Yağmurdan sonra kararmaya başlayan soğuk hava kadar huzurlu bir gün sanki.
Çocuklarım, kulelerim çok sıkılmıştı bu dünyadan onları neşelendirmek isterken elimi kaptırmıştım ben bu oyunda. Kaçacak yerim yoktu bir nevi.
Bir insan olmamak da zordu bu oyunda izlerdin ve izlediğinle kalırdın.
Evlere ışık dolduruyor Güneş ama benim zindanlarım, kulelerim hep karanlık. Karartı mesela; bütün gizemleri suçları o saklıyor zannederiz ama asıl saklayan aydınlık değil midir? Aydınlığın kendini katlayarak, ışığa istediği şekilde dönerek arkasındaki kısımları kusur olarak gördüğünü anlayacak kadar çok düşünüyordum şu son günlerde.
Birazda şeytanın 'ben kötülüklerim ama değilim asla kötü' dediği noktadayım.
Benimde karartılarım vardı oldukça huzurlu ve hüsran dolu.
Benim kulelerim vardı çokça sakladığım...
5.- Şapkasız Sôn
Genç Osman'ım ben, Osmanlıyım ben oldukça küçüğüm. Taşlarım büyük, kanlı kuyum derin, duvarlarımda öyküler kazılı. En zalim en kuytu köşeyim ben. Dilim peltek ve komik anlamazlar beni. En canlı kuleyim ben burada yitirmiş kendini 5 şanlı arasında.
Kansızlığı simgelerim ben. Bayrak kulesi kanı ile vatanı temsil ederken gecenin gündüze muhtaç olduğu gibi kansızlıktır benimki, olumsuzluk değil.
Zalimlerden, kalanlardan ve uçanlardan bitenler toplanır içime. Göğe doğru uzanan tepem aslında en derini temsil eder. Necessitas isminin geçmesi gibi içimde yapılan zalimlikleri, titreyek unuttururlar tarihe.
Gencecik kaldım ben hep. Yanlış vakitleri gözledim belki. Korktum hep, çekindim tek kalmaktan yalnızlıktan. İçimdeki insanlara arkadaş olmuştum bir vakitte neden gittiler?
En çok ben korkardım kutsal sayılı kardeşlerim arasında. Geceden ben korkardım, vücutlarından kopan başların neden konuşmadığından korkardım, duvarlarımdaki gizli mesajlarımızın gitmesinden korkardım. Vücutlarından koparılan başların içime atılması gibi bir korkuydu bu.
Onlar konuşmuyordu bir daha benimle benim de başım alınırsa bende mi konuşamayaktım bir daha? Baş nasıl kopar ki? Konuşmamak nedir ayrıca? Konuşmayan olur mu hiç konuşuyordur elbet! Neden yazamaz o zaman? Başın gidince yazamaz mısın Osman? Benim başım neresi? Ben neden yazamam? Yazarım ben başım yok bir kere!
Çokça sorum var bu geceye. Kale neden bize onların konuşmaması için bir sebep vermemişti. Çokça uzundu hayat hep yorgun. Kale öğretmemişti bize taşlarımız tek tek sökülürken ne tepki vermemiz gerektiğini. Kale öğretmemişti bize kendisi ölürken ne dememiz gerektiğini.
Kale bize sadece susun demişti.
İnsanlar merak eder ve tatmin olduktan sonra giderler sadece susun demişti.
Susmuştum yıllarca zaten konuşmak istediğim vakit sarsılan bu İstanbul nedir kale? Lütfen cezalandırma beni istemeden konuştum! Bırakma beni kale!!!
7 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
youtube
2 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Mehmet Akif Ersoy -
Kısa Kısa
3 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
BENİM YERİMDE SEN OLSAYDIN
Tumblr media
İnsanlar... Çoğu insan içtiği suyun, yediği aşın, giydiği kıyafetin değerini bilmez. Ne de olsa evlerinde suları akan bir çeşme, yemek yapabileceği temiz bir ortam ve eskidiğinde yenisini alabileceği kıyafetleri var. Oysaki bu durumdan hala şikayet ederler. Bizler içecek bir su damlası bulamazken onlar ellerinde olanı israf etme konusunda profesyonelleşmişler. Ben Sudan'da yaşayan bir çocuğum. Ailemin ve benim yaşadığım zorlukların haddi hesabı yok. Bazı ülkeler sırf gösteriş için bizlere yardım ediyorlar. Ben ve ailem bu zamana kadar hiç yardım almadık. Daha doğrusu yardım bizden daha kötü durumdakilere ulaşacakmış. Bizden daha kötüsü varsa. Bizim vücudumuz, saçlarımız çamurla kaplıdır. Çünkü zaten içmek için zor bulduğumuz suyu saçlarımızı yıkamaya harcamamalıyız. Bizim burada bir parça ekmek buluyorsan o gün doydun demek. Bazen hayal dünyamda tıka basa duyacağım kadar yemeğim olduğunu, istediğim zaman içeceğim suyu kimseye sormadan içebileceğim, saçlarıma çamur yerine çamur sürebildiğim bir hayata gidiyorum. Keşke o hayalden hiç çıkmasam. Ama işte biz o acı gerçeğini gösteren şeye "hayat" diyoruz. Bizimkisi de böyle yazılmış, yaşamak zorundayız diyip kabullenmeyi öğrendim. Sadece ben değil, burada yaşayan herkesin alın yazısıdır. "Senin hayatın da bu, yaşamak zorundasın". Eğer bu kuralı benimsemezsen de dışlıyorlar. En azından günde 1 parça dahi olsa bulduğunuz lokmayı, dışlandığında bulma şansın yok. Bu yüzden herkes bunu aklında asla unutmayacaği bir yere kazır. Okuduğunuz bu yazı, açlığa ve susuzluğa dayanamayıp ölen Sudan'lı çocuğun bulduğu renkli taşlarla bir bez parçasına yazdığı, hayatın ne kadar adaletsiz olduğunu kanıtlayan bir yazı. Sizce de hayatı bir kere daha sorgulamamız gerekmez mi?
NİL İREM ÖZMEN 9/B
6 notes · View notes
mevlana-34 · 4 years ago
Text
Tumblr media
8 notes · View notes