Tumgik
morbulut7s · 1 month
Text
Tumblr media
Bazı tatlar bazı anları hatırlatır 🥐🍓
0 notes
morbulut7s · 6 months
Text
Canım çok sıkılıyor ve bana iyi gelecek tek şey bu kadının sesi...
0 notes
morbulut7s · 7 months
Text
Ve sonra, dört yıl sonraki halim, yine ben her zamanki gibi çocuğum, ama bu kez hayalperest ve coşkulu. Bir genç kız var yalnız bahçede.
İri gözlü, uzun saçlı, esmer ve parlak tenli, kırmızı dudaklı, pembe yanaklı, küçük İspanyol kızı, on dört yaşında bir Endülüslü, Pepa.
Annelerimiz birlikte koşmamızı söylemişlerdi; birlikte gezinmekteydik.
Oyun oynamamızı söylemişlerdi; ama biz, yaşları aynı, cinsiyetleri farklı iki çocuk, konuşuyorduk.
Bununla birlikte, bir yıl sonra bile, birlikte koşuyor, birlikte dövüşüyorduk. Elma ağacının en güzel elmasını Pepita’nın elinden alıyordum; bir kuş yuvası için ona vuruyordum. Ağlardı; ben de “Oh olsun!” derdim. İkimiz de birbirimizi annelerimize şikâyet ederdik; onlar da bizi yüksek sesle haksız bulurlarken, alçak sesle hak verirlerdi.
Şimdi koluma dayanıyor; gururlanıyorum, heyecanlanıyorum. Ağır ağır yürüyoruz, alçak sesle konuşuyoruz. Mendilini düşürüyor, ben de onu yerden alıyorum. Birbirimize dokunurken titriyor ellerimiz. Küçük kuşlardan, uzakta görünen yıldızdan, ağaçların arkasındaki kızıl günbatımından ya da yatılı okulundaki arkadaşlarından, elbisesinden, kurdelelerinden söz ediyor bana. Küçük kız, bir genç kız olmuştu.
O akşam bir yaz akşamıydı, bahçenin dibindeki kestane ağaçlarının altındaydık. Gezintilerimizi dolduran bu uzun sessizliklerden birinin ardından, birdenbire kolumdan ayrılıverdi ve “Koşalım!” dedi.
Görüyorum onu yine; karalar içinde, anneannesinin yasını tutuyor. Çocuksu bir düşünce geçiriyor kafasından; Pepa, Pepita olmuş yine; bana şöyle diyor: “Koşalım!”
Bir arının beli kadar inceydi beli. Eteğini dizlerine kaldıran küçük ayaklarıyla başlardı önümde koşmaya. Onu izlerdim, o da koşardı. Koşmasının ardından oluşan rüzgâr, zaman zaman onun siyah pelerinini havalandırır, onun esmer ve hoş sırtını görürdüm.
Kendimde değildim. Yıkık bir kuyunun yakınlarında ona ulaştım; kemerinden tuttum onu, kazandığım zaferin verdiği hakla onu çimenlikteki bir bankın üzerine oturttum; karşı çıkmadı. Soluk soluğa kalmıştı ve gülüyordu. Bense ciddiydim ve onun siyah kirpiklerinin ardındaki kara gözbebeklerine bakıyordum.
“Şuraya oturun,” dedi bana, “daha erken, bir şeyler okuyalım. Bir kitabınız var mı?”
Yanımda Spallanzi’nin Yolculukları’nın ikinci cildi vardı. Öylesine açtım, ona yaklaştım, omzunu benimkine yasladı ve ikimiz de kendi dünyamızda, aynı sayfayı alçak sesle okumaya koyulduk. Sayfayı çevirmeden önce, hep beni beklemek zorunda kalıyordu. Aklım onunkinden daha yavaş işliyordu.
“Bitirdiniz mi?” diye soruyordu bana; oysa ben daha yeni başlamış oluyordum.
Bu arada başlarımız birbirlerine dokunuyor, saçlarımız karışıyor, soluklarımız yaklaşıyordu yavaş yavaş ve birden dudaklarımız...
Okumayı sürdürmek istediğimizde, gökyüzü yıldızlarla dolmuştu.
“Ah! Anne, anne,” diyordu evine dönünce, “ne kadar koştuğumuzu bir bilsen!”
Bense suskunluğumu bozmuyordum.
“Hiçbir şey demiyorsun,” diyordu annem. “Üzgün gibi bir halin var.”
Oysa yüreğimde mutluluk vardı.
Bütün yaşamım boyunca anımsayacağım bir akşam.
Bütün bir yaşam boyu!gibi bir halin var.”
Oysa yüreğimde mutluluk vardı.
Bütün yaşamım boyunca anımsayacağım bir akşam.
Bütün bir yaşam boyu!
*bir idam mahkumunun son günü*
0 notes
morbulut7s · 7 months
Text
Tanrım! Hapishane, ne kadar utanç verici bir şey! Her şeyi kirleten bir zehir var orada. Her şey soluyor, hatta şu on beş yaşındaki kızın şarkısı bile! Orada bir kuş buluyorsunuz, kanadında çamur var; güzel bir çiçek alıyorsunuz elinize, kokluyorsunuz onu: Pis kokuyor.
× bir idam mahkumunun son günü ×
0 notes
morbulut7s · 7 months
Text
MEZARIN KAPAĞI İÇERİDEN AÇILMAZ.
*bir idam mahkumunun son günü*
2 notes · View notes
morbulut7s · 8 months
Text
Başka bir şey daha. Bu adamın ruhunu düşleyebiliyor musunuz? Nasıl bir durumda olduğunu biliyor musunuz? Onu usta bir biçimde öldürmeye cesaret edecek misiniz? En azından eskiden halkta bir inanç vardı; en yüce anda, havada gezinen bir dinsel esinti, en sert olanı bile yumuşatabilirdi; işkence gören bir insan aynı zamanda bir tövbekârdı; toplumun ona bir dünyayı kapattığı anda din bir başkasını açardı; bütün canlar Tanrı bilincini taşırlardı; idam sehpası ise yalnızca göğün bir sınırıydı. Peki idam sehpasından ne umuyorsunuz artık, büyük kalabalıkların inançsız oldukları günümüzde? Limanlarımızda çürüyen ve belki de geçmişte nice topraklar keşfetmiş eski gemiler gibi, bütün dinlerin hastalığa yakalandıkları günümüzde? Küçük çocukların Tanrı ile alay ettikleri günümüzde? Hangi hakla Voltaire ve M. Pigault-Lebrun’lerin yaptıkları gibi, mahkûmlarınızın karanlık ruhlarını, bu ruhları, sizin kendinizin bile kuşku duyduğunuz bir şeyin içine atabiliyorsunuz? Onları, kuşkusuz mükemmel bir yaşlı olan hapishane papazının elleri arasına bırakıyorsunuz; ama acaba o inanıyor mu ve inandırtıyor mu? Tatsız bir iş gibi o yüce rolünü yinelemiyor mu? At arabasında cellatla yan yana oturan bu adamcağızı bir rahip mi sanıyorsunuz? Duygu ve yetenekle dolu bir yazar, bunu bizden önce söylemişti: “Papazı kaldırdıktan sonra celladı tutmak korkunç bir şey!”
bir idam mahkumunun son günü
0 notes
morbulut7s · 8 months
Text
"Zindancının yeterli olduğu yerde cellada gerek yoktur."
| bir idam mahkumunun son günü |
1 note · View note
morbulut7s · 9 months
Text
Akşam üzeri ilk indiğim otelde, ilaçlarımı yerleştirmek üzere banyoya girmiştim. Banyonun içinde, kaygan yüzeye tırmanmaya çalışan dev bir hamamböceği gördüm. Onu öldürecek gücüm yoktu. Orada olmasına da dayanamıyordum. Odaya döndüm. Hamamböceğinin beyaz ve kaygan yokuşu nasıl tırmanmaya çalıştığını gözlerimin önünden silemedim. Bavulumu kaptığım gibi aşağı indim. Otel kâtibinin önünden geçerken birşeyler mırıldandım. Caddeye attım kendimi. Hemen yoldan geçen bir otomobile bindim. Otel kâtibinin peşimden gelmesini önlemek istiyordum. İyi günlerimde bile Kafka’nın Değişim hikâyesini okuyamamıştım. Hamamböceklerinden nefret ederim. Görüldüklerini anlayınca duyargalarını bir sallayışları vardır. Hain hain bir kaçışları vardır. Kafka’nın o hikâyeyi sonuna kadar yazabilmesine şaşıyorum. Böceği hâlâ görür gibiyim..
*tutunamayanlar*
2 notes · View notes
morbulut7s · 9 months
Text
Akşam üzeri ilk indiğim otelde, ilaçlarımı yerleştirmek üzere banyoya girmiştim. Banyonun içinde, kaygan yüzeye tırmanmaya çalışan dev bir hamamböceği gördüm. Onu öldürecek gücüm yoktu. Orada olmasına da dayanamıyordum. Odaya döndüm. Hamamböceğinin beyaz ve kaygan yokuşu nasıl tırmanmaya çalıştığını gözlerimin önünden silemedim. Bavulumu kaptığım gibi aşağı indim. Otel kâtibinin önünden geçerken birşeyler mırıldandım. Caddeye attım kendimi. Hemen yoldan geçen bir otomobile bindim. Otel kâtibinin peşimden gelmesini önlemek istiyordum. İyi günlerimde bile Kafka’nın Değişim hikâyesini okuyamamıştım. Hamamböceklerinden nefret ederim. Görüldüklerini anlayınca duyargalarını bir sallayışları vardır. Hain hain bir kaçışları vardır. Kafka’nın o hikâyeyi sonuna kadar yazabilmesine şaşıyorum. Böceği hâlâ görür gibiyim...
*tutunamayanlar*
0 notes
morbulut7s · 9 months
Text
Böyle bir düzen içinde insan düşünebilir mi? Büyük ve güzel şeyleri demek istiyorum. Önce eşya engel oluyor, sonra şartlar: kalorifer, hizmetçi, çocuk odası. Düşünmek için kendime bir daire tutsam. İçinde, düşünmeye engel olacak eşyalardan hiçbiri bulunmayan küçük bir daire. Kapıdan girer girmez ayakkabılarımı çıkarıyorum ve düşünme terliklerimi giyiyorum. Odalardan hiçbirinin özel bir adı yok; hepsi de sadece oda. Bir odada, sandalyenin üstünde, düşünme elbiselerim duruyor. Üstümdekileri çıkarıp hemen bir dolaba kaldırıyorum ve dolabın kapağını hemen kapatıyorum. Ne dolabı olduğu belli değil; dolap işte, her şey konabilir içine. Her şey, düşünmeyle ilgisine göre adlandırılıyor, her şey düşünmeye yaradığı oranda önemli. Orada ne düşüneceğim? Kim bilir? Oraya gitmeden belli olmaz. Ne düşüneceğimi düşünürüm.
*tutunamayanlar*
0 notes
morbulut7s · 9 months
Text
Tumblr media
28.11.2023 ♥️
0 notes
morbulut7s · 9 months
Text
Mısra 193 ve sonrası: Allahım...
Allahım, onu neden yalnız bıraktın? Neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? Neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? Neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? Neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin? Neden, apartmanın bodrumunda saklambaç oynarlarken Ayla’yla yalnız kaldığı zaman kıza dokunacak cesareti vermedin ona? Oysa, bu çeşit küçük cesaretleri en değersiz kullarından bile esirgememişsindir. İsa’yı neden bu kadar geç tanıttın ona? Neden, günahlarının yükünü taşıyacak gücü ona da vermedin? Selim de, kendi çapında, birkaç kişiyi kandırabilirdi senin yolunda. Meyveleri gösterdin de ağaca çıkarma becerikliliğini esirgedin. Neden küçük yaştan Latince, Eski Yunanca, Fransızca, İngilizce filan öğretmedin ona? (Sen ki bütün dilleri ezbere bilirsin). Dua etmesini bile öğretmedin ona. Evde yalnız kaldığı geceler, karanlıkta yorganı başına çekti ve ter içinde, mısra 193 ile mısra 214 arasında söylediği gülünç yakarmayı uydurabildi o zor şartlar altında. Daha iyi birşeyler söyletemez miydin? Neden, onu canı kadar seven annesinin bile Selim’i; “Benim korkak oğlum” diye okşamasına göz yumdun? “Benim akıllı oğlum, güzel oğlum” dediği zaman da neden, şımarmasını önlemedin? Bir duvardan bir duvara çarpıp durdun onu. Bir uçtan bir uca itip durdun onu. Öğretmeni: “Yalan söyleme, bu resmi sen yapmadın,” dediği zaman neredeydin? Neden, bir karşılık bulmasına yardım etmedin? Oysa, o resmi Selim yapmıştı. On bir yaşında, “benim kızla konuşuyorsun,” diye Erdal’dan ilk tokadı yediği zaman, aslında kızla konuşmamıştı. Neden, babasının verdiği on liranın üstünü bir kerede yolda düşürmesini sağlamadın da, önce iki buçuk lirayı düşürdü ve koşa koşa dönüp bu parayı ararken kalan dört lirayı da kaybetti? Soruyorum: neden? Sonra, neden karakola gönderdin Selim’i parayı bulan oldu mu diye sormaya? Neden polisleri güldürdün ve Selim’i ağlattın? Polisler daha mı iyiydi Selim’den? Biliyorum, İsa daha büyük acılar çekti diyeceksin. Bu kadar ayrıntılara giremezdi, diyeceksin. Asıl, ayrıntılara girmeliydi bence. Her şeyi yaşamalıydı. İlkokula göndermeliydin İsa’yı da Selim gibi. Sonra, Selim senin oğlun değil ki. Olsaydı da bilmiyordu. Biliyorum, bunlardan daha acıklı sözler yazdı romancılar, diyeceksin. Ben daha neler duydum, diyeceksin. Demek bunu söylemekle bitiyor her şey. Sen onlara inan (ne kaybettiğini bilmiyorsun onlara inanmakla). Küçük ayrıntılara daha girme bakalım. İsa’nın ikinci gelişiyle durumu kurtaracağını sanıyorsun. Selim de ikinci kere gelirse görürsün. Yalnız, bu sefer lütfen aynı zamanda gelsinler artık. Araya gene binlerce yıllık bir uçurum koyma. Sonunda, ilk gelişlerinde yaptığın gibi ikisini de yalnız bırakma.
Oğuz Atay
0 notes
morbulut7s · 9 months
Text
Tumblr media
İlk yaptığım 1000 parçalık puzzle. Beni baya yordu :)
Başlama: 1 Aralık 2023
Bitiş: 19 Aralık 2023
0 notes
morbulut7s · 10 months
Text
Tumblr media
Küllerimden doğacağım ✨️
0 notes
morbulut7s · 10 months
Text
Partisel
2 notes · View notes