Tumgik
mutlu-ogretmen · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
Bir demiryolu işçisi olan Phineas Gage, tarihin en akıl almaz sinir ve psikoloji vakasını geçiren kişidir. ABD'nin Vermont eyaletinde Rutland & Burlington demiryolunun inşasında çalışan Phineas Gage 1848 yılında tarihin en ağır vakalarından birisini geçirmiştir. Demiryolu inşası sürecinde bir kayanın patlatılması gerekiyordu ve patlatılacak olan kayanın üzerine bir delik açıldı. 110 cm uzunluğunda bir demir kullanılarak deliğe barut, fitil ve kum dolduruldu. Deliğe doldurulan kum az gelince fitil birden alevlendi ve barut patladı. Patlayan barut 6 kg ağırlığındaki ve 110 cm uzunluğundaki demiri adete fırlattı. Demir müthiş bir hızla Gage'in sol gözünün altından girdi ve kafatasından çıkarak 25 m uzaklıkta bir yere düştü. İşte bu ağır kazadan sonra yaşananlar ise sinir ve psikoloji biliminin en çok tartışılan vakasını oluşturacaktı. Gage'in beyninin sol ön lobu tamamen yok olmuştu. Fakat Gage sakince ayağa kalktı ve bir iki dakika sonra konuşmaya başladı. Bilinci gayet yerindeydi. Kimsenin yardımı olmadan bir at arabasına binip 1.2 km uzaklıktaki doktora gitti hem de at arabasında dik oturur vaziyette. Gage kasabaya ulaştığında Dr. Edward Williams'ı buldu. Dr. Williams haliyle onun öldüğünü zannetti fakat nabzı 60'ı gösteriyordu. Yani hayattaydı. Doktorlar hemen Gage'i kontorlleri altına aldılar. 1 ay boyunca çabalayarak kendisini toparlamasını sağladılar. Hesaplaşma Gage Bambaşka Bir Adam Oluyor Fakat birşeyler ters gidiyordu. Şimdiki Gage ile 1 ay önceki Gage'in alakası yoktu. Karakter olarak bambaşka bir adam olmuştu. Çalışmasına çalışıyordu, eskisi kadar çalışkandı da. Fakat davranışları ve karakteri tamamen değişmişti. Algısal problemler de yaşıyordu. Kendisine yardım etmek isteyenleri bile tersliyordu. Sabırsız bir hal almıştı, kimseye tahammül edemiyordu. Kibar, saygılı bir adam olan Gage şimdi ise küfürbaz ve tahammülsüz bir adam olmuştu. Başka bir adam olan Gage 12 yıl bu şekilde hayatını sürdürdü. 12 yıl sonra ise yaralarının sebep olduğu sağlık problemleri nedeniyle yaşamını yitirdi. Gage'in bu dönemi birçok bilim adamı tarafından ele alındı fakat ilk etapta çözüme ulaştırılamamıştı. 2001 yılında California Üniversitesinden başını John Van Horn’un çektiği bir grup Gage'in kafatasını Warren Anatomi Müzesi'nden alarak kısa sürekli incelemeye tabi tuttu ve bu kafatasının bilgisayar tomografisini çıkardı. Büyük çabalar sonucunda ikinci kafatasını elde etmeyi başaran ekip, kazada parçalanan kemikler ve kafatasını yaran demir ile ilgili tüm ayrıntıları edinip olayı tekrardan ürettikleri kafatasına uyguladılar. Demirin beyinde izlediği yolu belirleyen ve benzer erkeklerin kafa yapılarını inceleyen ekip demirin nereden girdiğini keşfetti. Sonuçlara göre demir sanıldığı gibi Gage'in beynini yarmamıştı. Beynin ortası etkilenmemişti. Asıl olan beynin sol kısmındaki beyaz dokudan fazlasıyla kayıp yaşanmasıydı. Beyaz doku kaybedilince bu beynin sağ tarafında bağlantılı olan yerleri de etkiledi ve buralar hiç bir zaman düzelmedi. İşte davranış bozukluğu da tam burada oluşuyordu. Beyaz doku kaybının ve Gage'in sanal beyninde çıkarılan sinir haritasındaki tahribatların davranışları nasıl etkilediği keşfedilmiş oldu. Bu araştırma beynin hangi bölgesindeki hasarın davranışı nasıl etkilediği konusunu çözen tarihi bir araştırma oldu ve bir buçuk asırlık tartışmaları en sonunda neticelendirdi. Not: 2. resimde Gage, sol gözünün altından girip kafatasından çıkan 110 cm'lik demiri tutuyor. Burada önemli ve ilginç olan iki konu var. Birincisi böyle bir travmatik durumdan sonra hayatta kalabilmek, ikincisi de beyinde yaşanan hasardan (veya değişiklik de diyebiliriz) sonra geçirdiği büyük kişilik değişikliğidir. Ruhunun değişmesidir. Bu olayın asıl düşündürttüğü konu ise ruh beden, beden kişilik, beden akıl arasındaki ilişkidir. Aynı değişiklik beyin tümörü baskısı yaşayanlarda ya da ilaç kullanımı sonrası beyin kimyası değişenler için de söz konusudur. Örneğin yıllarca sakin ve usturuplu konuşmaları ile tanınan yaşlı bir kadın vücut kimyasının ilaç veya çeşitli nedenlerle değiştiğinde; rahat konuşan, espri yapan, ne konuştuğunu hesaplamayan farklı bir kişiliğe, farklı bir ruh haline bürünebilmektedir. Francis Crick, “sevinç ve kederlerimiz, hatıralarımız, hırs ve ihtiraslarımız, kimlik duygumuz, ve özgür irademiz aslında olağanüstü sayıdaki sinir hücreleri ve onlarla ilgili moleküllerin hareketinden başka bir şey değildir” demiştir. Eğer öyleyse ve örneklerden de yola çıkarak insan beynindeki sinir hücrelerinin bağlantılarını ve kimyasalların miktarını değiştirdiğimizde veya bunları kontrol altında tuttuğumuzda insan değişiyorsa, ruh da değiştirilebilmekte midir? Yoksa ruh denilen şey bunlardan bağımsız olarak başka bir yerde mi durmaktadır? Bir çok felsefi yorum yapılabilir. Ama asıl beni heyecanlandıran nörologlar ve beyin cerrahlarının çalışmalarıdır. Nörologlar ve beyin cerrahları hastalıklı beyinler üzerinde çalışarak, beynin iç yapısının normale döndürülmesini veya belirli bölgelerdeki düzensiz işlevleri, derin beyin stimülasyonu veya ablasyon gibi yöntemlerle düzeltmeye çalışmışlardır. Bazı işlemler uyanık hastalar üzerinde yapılmıştır. Çalışmalardan elde edilen gözlemler, beynin yapısı ve işlevleri hakkında ipuçları vermiştir. Beyne elektrik akımı verildiğinde, kişi canlı bir tecrübeye sahip olabilir. Stimülasyonla salınan kimyasallar kişinin algı, ruh hali, kişilik ve akıl yürütmesini değiştirebilmektedir.” (1) Eğitimciler konuya şöyle yaklaşabilirler; yani şimdi; tembel olarak adlandırılan çocuklar, küçük bir değişiklikle çalışkan olabilir mi? Ya da matematik korkusu bu şekilde yenilebilir mi mesela? Beyinde yapılabilecek değişikliklerle ders konularının anlaşılması herkes için daha kolay ve sıradan bir şey haline getirilebilir mi? Yani bu bir damla kimyasala ya da bir elektrik akımına mı bakıyor? Bu imkansız olmamakla birlikte, olumsuzluklarıyla da birlikte detaylı düşünülmesi gereken bir konu elbette… Phineas Gage olayı bir çok ruhsal hastalıklara çözüm bulmanın yolunu araladığı gibi bir çok soruyu da beraberinde getirmiştir. Antonio R. Damasio, Descartes’in Yanılgısı kitabında Descartesin ruh ve beden ayrımı düşüncesini tartışmaktadır. Descartes ruhun beyinde yerleşmiş ayrı bir yapı olduğu düşüncesi vardır. Ancak Phineas Gage’nin beyin hasarı vakası bu düşüncenin de sorgulanmasına neden olmuştur. Tıbben beyin ölümü gerçekleştiğinde varoluş da sona ermektedir. Varoluşun anlamı ve insanların “anlam arayışına” bakış açımız üzerine bu vakanın etkisi nasıl olacaktır? Kişilik, karakter, mutluluk, mutsuzluk, hayattan zevk alama ruhsal yapı nöronların oluşturduğu komplike bir yapı ise ve dış müdahalelerle değiştirilebiliyor ise o halde anlam elimizin altında demektir. İnsan zihni çocukluğundan beri ve iradesi dışında sosyal, kültürel ve toplumsal olarak olumlu olumsuz çağının gerisinde bir çok etkilerle maruz kalmıştır. Zihin bir bakıma bunlarla doludur. Beyninde hücresel olarak depolanmıştır. İnsanların ileriki yaşlarda da karar alma süreçlerini de etkileyen bu hücresel bağlar nedeniyle insanların bir bakıma zihni bilinç altına tutsaktır. Düşünülürse, Phineas Gage vakası insanoğluna anlam arayışını, yaşama ve varoluş nedenine bakışını da etkileyecek tertemiz bir zihin geçmiş ve tertemiz, özgür bir zihinsel gelecek vaat etmektedir. Kaynaklar ; Matematiksel.org Tarihiolaylar.com Yazı bu iki sitenin yazdıklarının harmanlanmasıdır.
3 notes · View notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Photo
Tumblr media
HEPİMİZ ÖLÜME MAHKUM EDİLİYORUZ 1999 Yılında İstanbul da CARGİLL firmasının genel müdürlüğünün olduğu binanın dekorasyon işlerini yapıyordum. Teknik müdür Mehmet beyle dostluğumuz çok iyiydi. ‘’ Mehmet bey bu firma ne iş yapıyor? da bu kadar lüks arabalar buraya geliyor, Bakanlar geliyor, Eti nin ve Ülker in patronları geliyor, hayretler içindeyim’’ dedim. ‘’ Bu firma dünyada sayılı birkaç gıda firmasından biridir. ABD nin dev gıda firmasıdır sahipleri Yahudi dir. Türkiye de yakın zamanda şeker piyasasını eline geçirecek. Bursa Orhangazi de en verimli tarım arazisinin bulunduğu topraklara, hiç kimseyi dinlemeden fabrikasını kurdu, kimsenin bunlara gücü yetmez, isteseler alamayacakları yer yoktur, Bu tenekelerdeki şeker şurubunun 1 kg. mı, bizim beyaz şekerin tamı tamına 250 kg.na eşittir. Adamlar Ülker ile ortak oldular, gör bak birkaç yıl sonra şeker fabrikaları tek tek kapanacak. Bu firmada çalışan hiç kimse bu şuruba dokunmaz dahi, çünkü kanser mi yapıyormuş, şeker hastalığımı yapıyormuş işte öyle duydum. Hoca benden duyduğunu söyleme işimden olmayayım. İlk kez ben sana anlattım vallahi hanımım dahi bilmiyor. CARGİLL denen bu firma DNA sı değiştirilmiş mısırla, başka kimyasalları ve cıvayı karıştırarak tatlandırıcı dediğimiz şurubu üretiyor. Bu şurup hem çok ucuza mal ediliyor, hem tadı şekerden kat kat daha tatlı. Bu firma için Bursa_ Orhangazi deki tarım alanı bakanların girişimi ile sanayii alanı ilan edildi. Bu katil firma için açılan yüzlerce dava otomatik olarak ortadan kalktı. 2003 de ABD başkanı Bush un ricasını kıramayan başbakan Üretim kotasını % 10 dan % 50 lere yükselti.O dönemde 30 adet şeker fabrikamız vardı. Bunlarda yaklaşık olarak 30.000 kişi çalışmaktaydı. CARGİLL ve ÜLKER ortaklığı bu fabrikaların 3 üne sahipti. Fakat bunları kapatmak için almışlardı, ve öyle de yaptılar. Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü. ülkemiz içindeki işbirlikçilerle beraber Türk tarımını bitirme hamlelerine Özal hükümeti zamanında başlayarak hızla emellerine ulaştılar. Bu gün tüm şeker fabrikaları kapatılarak şeker sektöründe çalışan veya dolaylı yoldan geçinen insanlar çaresizliğe itilmiş oldu. Cargill in kotası % 10 iken şeker fabrikalarının 2003 deki karı tam 350 trilyondu. Maalesef şimdi zarar bahane edilerek, sadece CARGİLL istedi diye kapatıldı ne yazık ki. Türkiye; Özal ile başlayan dışa bağımlı tarım politikası ile üretmeyen, sadece tüketen, hastalıkla boğuşan mutsuzların yaşadığı bir ülke oldu. Gelelim bu lanet olası lifi alınmış NİŞASTA - ŞEKER e. İnsanın sindirim sistemini darmadağın eden kimyasallardan oluşuyor. KANSER , ŞEKER HASTALIĞI, KOLESTROL, KISRLIK başta olmak üzere her türlü hastalığı yapmaya müsait maddeler içeriyor. Bu konuda BİLİMSEL AÇIKLAMA ile Tv ler de gazete Sağlık köşelerinde uyarıcı bilgiler veriyorlar da CARGİLL denen seri katil ile nasıl savaşacağımızı söyleyen yok. Zeytin ağaçları kesiliyor veya Çam ağaçları kesiliyor diye eylem yapan Sivil Toplum Örgütleri, Sağlık Örgütleri neredesiniz!... Sesiniz neden çıkmıyor. Şu an ülkemizde 4000 dolayında küçücük yavrularımız kanserle savaşıyor, buna sebep olan etkenlerle neden kimse savaşmıyor. Ülkemizde satılan % 90 Şekerli içeceklerde, COCA COLA, PEPSİ COLA, COLA TURKA, FANTA başta olmak üzere. Tüm meyve sularında, hemen hemen tüm bisküvi, gofret, çikolata, pastaneler ve marketlerde satılan hazır pasta çeşitlerinde ve de bir çok ekmekte bu lanet olası zehir i bizlere yediriyorlar, üç kuruş etmeyen bu dünyayı, beş kuruş kazanmak için bize zindan ediyorlar. EMPERYALİST ÜLKELER ;SİLAH İLE YAPAMADIKLARI SOYKIRIMI GENETİĞİNİ BOZDUKLARI GIDA İLE YAPIYORLAR.. UYUMAYINNN.!! Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde CARGİLL gibi gıda teröristlerine üretim izini verilmiyor. CARGİLL burada ürettiği zehir i geri kalmış tüm ülkelere de gönderiyor. Ben hayatım boyunca hiç sigara içmedim ama kanserle savaşıyorum, kız kardeşim ve geçenlerde haberiniz oldu, kuzenim genç yaşta KANSER nedeniyle üç yıl acı çeke çeke öldü, amcamın oğlu, teyzemin oğlu bir çok arkadaşım şu an kanserin pençesinde, geleceğin karanlık gün olduğunu bildiğimiz halde bir umutla mücadele ediyoruz. Şimdi sen bunu okurken; Pazar günü için karardı biliyorum kardeşim. Bizler sağlığımızı korumak için dahi mücadele etmeyeceksek, çocuklarımızın geleceğini korumayacaksak neye yararız acaba! Bu yazıyı saygı çerçevesinde yorumlayıp, mutlaka paylaşalım. Sağlıklı gıda ve Mutlu bir Türkiye için, çocuklarımızın ve torunlarımızın sağlıklı geleceği için.. Tarım ve Hayvancılığımızı dışa bağımlılıktan kurtarmak için, İnsanlık düşmanı CARGİLL gibi katil firmaların ülkemizden defolup gitmesi için, belki ilk adım olur. Hemen paylaşırsanız sevinirim. Saygılarımla. Behlül Değerli https://www.facebook.com/Cargill.Ulker.NBS/
1 note · View note
mutlu-ogretmen · 6 years
Photo
Tumblr media
İnsanoğlu bir gün; Virgülü kaybetti: Söyledikleri birbirine karıştı. Noktayı kaybetti: Düşünceleri uzayıp gitti, ayıramadı onları. Ünlem işaretini kaybetti bir günde: Sevincini, öfkesini, bütün duygularını kaybetti. Soru işaretini kaybetti bir başka gün: Soru sormayı unuttu. Her şeyi olduğu gibi kabul eder oldu. İki noktayı kaybetti bir başka gün: Hiçbir açıklama yapamadı. Hayatının sonuna geldiğinde Elinde sadece tırnak işareti kalmıştı. “İçinde de başkalarının düşünceleri vardı yalnızca."
0 notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Photo
Tumblr media
Kavgayı ağacın yaprağına yaz, Sonbahar gelsin, yapraklar kurusun diye. Öfkeyi, bir bulutun üstüne yaz, Yağmur yağsın, bulut yok olsun, diye. Nefreti, karların üstüne yaz, Güneş açsın, karlar erisin diye. Ve dostluk ve sevgiyi, yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yaz, Onlar büyüsün, dünyayı sarsın diye."
0 notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Photo
Tumblr media
0 notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Photo
Tumblr media
0 notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Photo
Tumblr media
Öğrencilerden güldüren cevaplar 1- Lise son sınıfta, din dersi sınavı. kimse çalışmamış ve en ufak bir fikir sahibi değildir. SORU: “Ebu suud, yazdığı bütün eserleri ……………. adlı kitabında toplamıştır.” CEVAP: The best of ebu suud. alınan not: 90. — 2- SORU: Kasa sayımında 100bin tl eksik çıkmıştır. bunu büyük defterde* muhasebeleştiriniz. CEVAP: Tekrar sayın, eksik çıkmaması lazım. — 3- SORU: 1.murat hangi savaşta ölmüştür ? CEVAP: Katıldığı en son savaşta. — 4- İlkokul 4’te bir din yazılısı. SORU: Kitabımızın adı nedir? CEVAP: Kitabımızın adı din kültürü ve ahlak bilgisi kitab��dır. — 5- ilköğretim fen bilgisi SORU: Kurbağaların dolaşım sistemi nasıldır? CEVAP: Zıplaya zıplaya dolaşırlar. - SORU: Tansiyon hangi durumlarda ölçülemez? CEVAP: Kolun olmadığı durumlarda — 7- SORU: Kuran’i anlayip yorumlayanlara ne denir? CEVAP: “Aferin” denir. 9- SORU: Bilgisayarın çalışma prensibini kısaca açıklayınız. CEVAP: Bilgisayarın çalışma prensibi kısaca açıklanamaz. — 10- SORU: İşletim sistemi olmayan bir bilgisayarla neler yapabiliriz. CEVAP: İşletim sistemi yükleyebiliriz. 11- SORU: 40 Gün nafile ibadetten bile daha sevap olan şey nedir? CEVAP: 41 Gün nafile ibadet. — 12- SORU: Anonim şirket nedir ? CEVAP: Kimin kurduğu belli olmayan şirkete anonim şirket denir. — 13- SORU: Güneş sisteminde olan üç gezegenin ismini yazınız. CEVAP: Merkür, venüs, anüs(!?!) — 14- Ödev konusu: Küçük başlı hayvanları inceleyiniz. Ödev: İnceledim. — 15- SORU: Sokrates’in devlet üzerine düşünceleri nelerdir ? CEVAP Sokrates: “bildiğim tek şey, hiç bir şey bilmediğimdir.” demiştir. bu bağlamda mantık yürütürsek Sokrates devlet hakkında bir şey bilmediğini iddia etmektedir. 16- SORU: Gece trafiğe yaya olarak çıkarken nasıl kıyafetler giymeliyiz? CEVAP: Çok şık ve güzel giyinmeliyiz. — 17- SORU: Üzüm nasıl tüketilir? CEVAP: Yenerek. — 18- SORU: Miraçta gelen 3 emir nedir? CEVAP: Oku, oku, oku. — 19- SORU: Türkiye cumhurbaşkanlarını sayınız . CEVAP: Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Fikret Kızılok — 20- SORU: 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı’nın nedenlerini ve sonuçlarını yazınız. CEVAP: Bilinen nedenlerden dolayı istenilen sonuçlar elde edildi. 21- SORU: (8 + 7)/(8 x 7) CEVAP: 8’ler birbirini götürür. 7 lerde birbirini götürür. cevap sıfır. 23- SORU: İki ilik dokusu arasında ne bulunmaz? CEVAP: Ev, araba, kuş, bilgisayar. — 24- SORU: Türkiye cumhuriyeti’nin ilk anayasası nedir? CEVAP: Birinci anayasa — 25- SORU: İlk türk denizcisi kimdir? CEVAP: Temel reis 🙂 — 26- SORU: Laiklik nedir? CEVAP: Laiklik halkın kendini yönete bilmesidir. — 27- SORU: Akarsular ne zaman aşadırma yapar ? * CEVAP: Bayır yukarı akarken * — 28- SORU: Tekke ve zaviye nedir? CEVAP: Osmanlı döneminde erkeklerin giydiği kıyafetlerdir… — 29- SORU: İşsizlik çesitleri nelerdir? CEVAP: Diplomalı işsizler – diplomasız işsizler — 30- SORU: Hz. Muhammed Mekke’den Medine’ye göç etmeden önce Mekke’de kalan Müslümanlara ne demiştir? CEVAP: Hadi allah’a emanet olun
0 notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Link
0 notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
TÜRKİYE ÖĞRETMENLER GÜNÜ'NÜ NEDEN 24 KASIM'DA KUTLUYOR? Peki Türkiye Öğretmenler Günü'nü neden 24 Kasım'da kutluyor? 24 Kasım tarihinin ülkemiz için önemi ne? Öğretmenler günün ülkemizde 1981 yılından beri 24 Kasım'da kutlanır. Öğretmenler gününün Türkiye'de 24 Kasım'da kutlanmasının nedeni; Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu'nın Mustafa Kemal Atatürk’e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" unvanını 11 Kasım 1928'de yaptığı toplantıda vermiştir ve bu unvanın, 24 Kasım'da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayımlanması ile resmileşmiştir.
0 notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Photo
Tumblr media
Din-Kedi-Fare-Veba 1484-1492 yılları arasında görev yapan Papa VIII. İnnocentius'un (ki, bizim tarihimizde de Şehzade Cem Sultan'ın Avrupa'ya kaçması döneminde papa oluşuyla yer alır) kedilerin şeytani yaratıklar olduğuna karar verdiğini ve yakalanan tüm kedilerin yakılarak öldürülmesini emretmiştir. Engizisyon kapsamındaki coğrafyada o dönemde binlerce kedi yakılarak katledilir... Sonucunu mu merak ettiniz? Kedilerin ortadan kalkmasıyla fare nüfusu çok hızlı artar, sonra da veba salgınları baş gösterir.... Bu arada, kedilere bile takılmış olan "dini bütün" Papanın gayri meşru iki de çocuğu vardır. #Dominiko
0 notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Text
“YOLUN AÇIK OLSUN
Budist rahipler, artık yetiştiğini düşündükleri bir öğ­rencilerini, yola çıkmadan önce çağırdılar. Başrahip öğrenciye tek bir soru sordu: “20 yıldır buradasın, neler öğrendin?”
“Yedi gerçek öğrendim” dedi öğrenci.”
“Say” dedi başrahip, birincisi...
“Dostluklar ikiye ayrılır, kalıcı dostluklar ve geçici dostluklar. Hayatta bir zorluk ortaya çıktığı anda bozulan dostluklar daha çoktur, kalıcı dostluklar çok azdır.”
‘İkincisi...”
“İnsanların çoğunluğu kalplerini ve beyinlerini geçici değerlere ayırmışlar. Bu değerler uğruna kendi gerçek niteliklerinden taviz vermekten, kötü şeyler yapmaktan çekinmiyorlar.”
“Üçüncüsü...”
“İnsanlar, amaçlarına ulaşmak için birbirlerini ezmekten çekinmiyorlar. Oysa başkasına kötülük yaparak elde edilen her şeyin geldiği gibi ellerinden gideceğini anlamıyorlar.”
“Dördüncüsü.”
“İnsanlar gerçekte tek bir anlamı, önemi olup olmadığını hiç düşünmedikleri, fakat değerli ve anlamlı saydıkları şeyler yüzünden birbirlerine zarar veriyorlar. Bu şekilde hayatı birbirlerine zehir etmeye alışmışlar.”
“Beşincisi.”
“Herkes yanlışın nedenini, başarısızlığın nedenini baş­kalarında arıyor. Kimse, başına ne geldiyse aslında kendi ”“kalarında arıyor. Kimse, başına ne geldiyse aslında kendi yüzünden geldiğini anlamıyor, kendi suçunu, yanlışını kabul edip düzeltmiyor.”
“Altıncısı...”
“İnsanlar helal lokmanın ve bölüşmenin değerini bilmiyor. En lezzetli lokmanın helal lokma olduğunu unutuyorlar. Vicdanları ve mideleri arasında kaldıkları zaman midelerini tercih ediyorlar.”
“ Yedincisi.”
“İnsanlar, bir şeye dayanmadan yaşama gücünü bulamıyorlar. Bu yüzden çoğu zaman anlamsız şeylere sarılıyor, güveniyorlar. Asıl sarılmaları ve güvenmeleri gereken, belki de tek duygunun sevgi olduğunu anla­mamakta ısrar ediyorlar.”
“Güle güle” dedi başrahip; “artık yola çıkabilirsin, yolun açık olsun...”
0 notes
mutlu-ogretmen · 6 years
Text
Aşağıdaki metni, Aladağ’da tam bir yıl önce bugün çıkan bir yurt yangınında, üzerlerine kilitlenmiş kapıları açıp kaçamayan ve yanarak ölen kız çocuklarının anısına ortak bir projede sahnelenmek üzere yazmıştım.
Sadece o çocukların yasını tutalım, arkalarından ağıt yakalım diye değil...
O yangının ne anlama geldiğini kayda doğru geçirelim diye...
İktidarın eğitim sistemindeki kötücül düzenlemelerle bizden çalmaya çalıştığı çocukları bekleyen tehlikeleri hiç unutmayalım diye...
En önemlisi...
Neye öfkelenmemiz gerektiğini doğru kavrayalım ve kendimize doğru soruları soralım diye...
Üzerinden geçen bir yıla rağmen ülkenin kalbinde ateşi artan ve hâlâ cayır cayır yanan bir yangının lanetine.
Yurdu yangın
Korkuyla korkuyla korkuyla terbiye edilenler, eğer sözden çıkarlarsa, hayata kanarlarsa, pencereden pencereden pencereden bakarlarsa, kapıları açarlarsa, dışarıya çıkarlarsa, dışarıda dışarıda dışarıda korkunç şeyler yaşarlar...sa...
Yanacaklarına...Öncebudünyadasonraöbürdünyadaöncebudünyadasonraöbürdünyada
Öncebudünyadaöncebudünyada...
Ön ce bu dün ya da cayır cayır cayır yanıp, acı içinde uyanıp;
Acı için, için için kavrulacaklarına inandırıldılar.
Onlar. Kızlar. Ki. Kapansın.Lar. Kapansın.Lar. Kapansın.Lar.
Önce dışlarına sonra içlerine önce dışlarına sonra içlerine önce dışlarına sonra içlerine... dışlarına ve içlerine ve dışlarına ve içlerine.
İçlerine. İçlerine. İçlerine. İçeriye.
Hayır ve şer hayır ve şer hayır ve şer diye diye.
Kapandılar kapandılar kapandılar.
Henüz daha küçük birer kızdılar.
Erkenden, bilmeden, eylemeden çekirdeklerindeki ateşten korktular.
Kilitledik. Kilitledik. Kilitledik.
Anahtar ve delik. Kararan kızıl bir gedik.
“Yurdu yangın, yurdu yangın Aladağ’da” diye ağladı yangından kaçan bir geyik.
Önce kapıları sonra dünyaları önce kapıları sonra dünyaları.
Önce kapıları önce kapıları önce kapıları kapat üzerlerine.
Sonra anahtarı sok deliğe.
Çevir çevir çevir.
Üç beş üç beş üç beş. İyice.
Çıkamasın dışarıya hiç kimse.
Kızlar içeride içeride içeride iffet iffet iffet diye.
Doğar doğmaz utançla terbiye et onları.
Yansınlar yansınlar yansınlar kendi içlerinde kilitli kalsınlar.
Ki dünya dönsün dönsün dönsün.
Kim ölürse ölsün ölsün ölsün.
“Yurdu yangın yurdu yangın yurdu yangın” diye uludu Aladağ’da bir kurt.
Biz bu çocukların kalbini cebren ve hile ile ve cebren ve cebren ve cebren suçlulukla doldurduk.
Gülmesinler, koşmasınlar, saçlarını rüzgârlara salmasınlar, etekleri uçuşmasın. Gülüşleri gülüşleri gülüşleri hep buzlar gibi.
Ve varlıkları günah varlıkları günah varlıkları yoklukla mübah.
Yurdu yangın... Yurdu yangın... Yurdu yangın oldu işte küçük kızların.
Biri çıksın edebiyle yanmış şu cesetleri incitmeden kucaklasın.
O çocukların külden tül kulaklarına, Tanrı var mıdır yok mudur var mıdır yok mudur var mıdır yok mudur;
Yok mudur yok mudur yok mudur.
Bir bir anlatsın.
***
Sen, şu an....
Beni hüzünle dinleyen.
Ve susan ve susan ve susan ve inanmadığı Tanrı’dan bile bile korkan.
Sanma ki iyi birisin.
Bu suskun halinle yangınların yangınların yangınların ve yanmışların yanmışların yanmışların...
Tüm bu yanlışların müsebbibisin.MİNE SÖĞÜT
0 notes
mutlu-ogretmen · 7 years
Photo
Tumblr media
0 notes
mutlu-ogretmen · 7 years
Text
"Enerji santrali, kaynağı anne…"
Şikago’da yaşayan ünlü Türk genetikçi Hande Özdinler’in annesinin vefatından sonra yazdığı hem bilimsel hem de duygusal yazısı:
Annem vefat etti, onu yıkadık, pakladık, demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik.
Oğlunun üstüne, eşinin yanına, toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe, dualarla bıraktık.
Bir ömür bitti, annem gitti…
Ama annemin mitokondrisi bende kaldı.
Benim hücremde, benim her hücremde annemin mitokondrisi var.
Her nefes alışımda, her kalp atışımda, her elimi uzatışımda, her düşüncemin başlangıcında, ne için enerji harcıyorsa bu vücudum işte orda annemin mitokondrisi var.
Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı…
Enerji santrali, kaynağı anne…
İnsanın başlangıcı olan o ilk iki hücrenin yumurta olanı büyük ve zengindir.
İçinde bir hücrenin yaşaması, çoğalması, değişmesi için gerekli olan her şeye ve bir ömür gerekli olacak enerjiyi üretecek mitokondriye de sahiptir.
Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasının temelini sağlayan organeldir ve babadan değil, anneden gelir.
Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir.
Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondriden gelir.
Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama anneler ölmez!!!
Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız.
Annemiz vefat etse de bize enerji vermeye devam eder.
Ben bunu yazarken ve siz bunu okurken annelerimizin bizlere miras bıraktıkları mitokondrinin ürettiği enerjiyi kullandık farkında mısınız…
En karmaşık yapı…
Mitokondri hücre içindeki organellerin en karmaşık ve ilginç olanlarından biri.
Kendine has DNAsı var, kendine özgü kişiliği var, kendisine has proteinleri var, çalışma mekanizması ve prensibi var.
Hem enerji üretir hem hücreyi ölümlerden korur, bölünür, çoğalır, hücre içinde dolaşır, nerede enerji lazım oraya gider.
Hücre içinde sanki annemizmiş gibi çalışmaya biz ölünceye kadar devam eder.
Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder, dolayısıyla hayat enerjisi anneden anneye geçer.
Bu yüzdendir ki kim nerden gelmiş, kim kimin atası diye insanlık tarihi araştırması yapıldığında erkeğe değil, kadına bakarlar.
Analarımızın mitokondri DNA’sına, o DNA’nın nerelere gittiğine, kimlerden kimlere geçtiğine bakarak yaşam enerjisinin haritasını çıkararak bilirler kimiz ve nereden geldik…
Ben bugün laboratuvarımda mikroskopumun başında annemi düşünüyorum.
15 Ağustos sabahı vefat etti annem, elimden bir su tanesi gibi kayıp gitti…
Annem benim vefat etti ama ölmesi mümkün değil, çünkü mitokondrisi bende kaldı…
Hande Özdinler
2 notes · View notes
mutlu-ogretmen · 7 years
Text
İnsan çağlardan beri hiç değişmediği...
İnançlarını, korkularını, alışkanlıklarını ve zaaflarını nesillerden nesillere aynen tekrarladığı için bu korkunç düzen hep aynı şekilde devam eder.
O yüzden her toplumun kaderi illa ki daha önce yaşamış bambaşka bir toplumun kaderine benzer.
İşin korkuncu herkes birbirine ve bir öncekine ve herkese benzemeyi güvenli beller.
Gerçekten bir şeylerin değişmesini istiyorsanız, farklı olmayı göze almanız, dışlanmaktan korkmamanız gerekir.
Dışarısı içerisinden çok daha güzel ve güvenli olabilir, hayatta ihtimaller sonsuzdur.
İşe size öğretilen ve dayatılan her şeyden kuşku duyarak başlayın.
Kendinize ait korkulara sahip çıkıp, size dayatılan korkulardan kurtulun.
Mutluluğun başarıyla ilgisi yoktur ama başarının mutlulukla ilgisi vardır.
Mutlu olmak için başarılı olmaya çalışmayın, kendinizi mutlu olduğunuz zaman başarılı sayın.
Sevmediğiniz insanlarla evlenmeyin. Vakit geçiyor korkusuyla hiç evlenmeyin. Annenizi üzmemek için evlenmeyin. Düşünmeden evlenmeyin.
Hatta hiç evlenmeyin.
Evlenirseniz gelinlik giymeyin, damatlık giymeyin, düğün yapmayın.
O“Çok özel” olduğunu sandığınız günü herkes gibi en sıradan kıyafetler ve törenlerle yaşadığınıza artık uyanın.
Tüm gelinler ve damatlar ve düğünler birbirine neden benzer, bir düşünün.
Nasıl bir masalla neye kandırıldığınızı görün.
Evlendiniz diye eski hayatınıza veda etmeyin, kendinizi şartlara göre değiştirmeyin.
O zamana kadar kimseniz aynı kişi olmaya devam edin, kişiliğinize, alışkanlıklarınıza, felsefenize, yaşam tarzınıza sahip çıkın.
Gerçekten isteyip istemediğinizden emin olmadan çocuk yapmayın. Vakit geçiyor korkusuyla çocuk yapmayın. Annenizi üzmemek için çocuk yapmayın. Düşünmeden çocuk yapmayın.
İmkânınız varsa hiç çocuk yapmayın.
Hadi yaptınız...
Onu kendi malınız sanmayın.
Her çocuğun sizin gibi bir yetişkinin küçüklüğü olduğunu unutmayın.
Size ihtiyacı kalmadığı noktada çocuğunuzu rahat bırakın; size ihtiyacı kalmadığı noktada kendi rahatınıza bakın.
Çocuğunuzun kendi hayatını kurmasına alan açın, çocuk yüzünden kendi alanınızı daraltmayın.
Gereksiz yere hiçbir şey tüketmeyin. Gördüğünüz afişler, izlediğiniz reklamlar, yanından geçtiğiniz vitrinler, alışkanlıklar, hevesler birer tuzak gibi görünsün gözünüze. Sıkı durun düşmeyin hiçbirine.
Başkasının sevgisine, ilgisine, desteğine ihtiyacınız olacak bir hayat kurgulamayın.
Kendinize yetin.
Sevginin, ilginin ve desteğin fazlası hediye olsun, eksikliği sorun olmasın.
Yalnızlıktan korkmayın. Yalnızlığın kıymetini bilin.
Binalara bakın. Sokaklara bakın. Çevrenizde olup bitenlere bakın.
İnsanların, tanımadığınız insanların yüzlerine dikkatlice bakın.
Düşünün, kendinizden başkalarını düşünün.
Kendinizi düşünün.
Gerçekte neler olup bittiğini anlamaya çalışın.
Sevmediğiniz işlerde çalışmayın, sevmediğiniz yerlerde yaşamayın.
Ve masum gibi görünen ve toplum tarafından da onaylanan tercihlerinizin nelere mal olduğuna artık uyanın.
Çünkü bu düzen anca siz değişmeye cesaret ettiğiniz zaman değişecek.
Yoksa olacaklar belli.
Bugün müftü nikâhı, yarın kadı sopası.
Fokur fokur kaynıyor insanlığın altında çağlardır aynı cadı kazanı.MİNE SÖĞÜT
2 notes · View notes
mutlu-ogretmen · 7 years
Photo
Tumblr media
Size aşk romanları yazmak isterdim. Duyguları kirlenmemiş bir ülkede, tertemiz aşklar… Yalnızlığımızın tenhasında ruhumuzun çadırına sığınıp, hüzün abajurunun cılız ışığıyla ısındığımız satırlar. * Fantastik romanlar yazmak isterdim size… Varsın dünya bugün bizsiz dönsün diyerek, ütopik zamanlara, varolmayan diyarlara götürmek, doğaüstü güçlere sahip kurgusal karakterlerle tanıştırmak isterdim. Günlük telaşlarınızı unutturup, kah uçan halıyla camdan şehirlerin rengarenk kubbeleri üzerinde dolaştırmak, kah kurukafalar labirentinin ürpertici fısıltılarla dolu sessizliğinde ölümsüzlük mührünün izini sürdürmek isterdim. Kendi işinizi gücünüzü bırakıp, her gece saat 12'yi vurduğunda, elindeki kandille Dolmabahçe sarayının mermer aynasından çıplak adımlarla koridora süzülen gizemli kadının kim olduğunu merak etmenizi isterdim. * Aslına bakarsanız, size çizgi romanlar yazmak isterdim. Tarkan gibi, Karaoğlan gibi, Red Kit gibi… İçinizdeki çocuğa seslenen, “branggg, vronnn, ruoarrr, drannn, zappp” gibi ses efektlerinin tuhaf kelimelerle anlatıldığı, heyecan dolu maceraların sonunda kötülerin kaybettiği, daima iyilerin kazandığı çizgi romanlar yazmak isterdim. * Hobi kitapları yazmak isterdim size… Mikro tarihi tutku derecesinde merak ederim, diş macunu mesela, ilk kimin aklına geldi, tüpe sokmayı ilk kim düşündü, biz niye macun diyoruz, oturur saatlerce araştırırım. Düdüklü tencere, ayakkabı, şınorkel, çanta, rakı kitabı yazmak isterdim size… Ege mutfağını yazmak isterdim. * Normal ülkeler gibi sadece bu tür kitapların okunduğu, kitabevlerin çok satanlar listesinde sadece bu tür kitapların bulunduğu, insanların sadece bu tür kitaplar üzerine sohbet ettiği, normal bir ülkede yaşamak isterdim. * “Sen Kimsin”i yazdım.
0 notes
mutlu-ogretmen · 7 years
Photo
Tumblr media
Klasik tepki: "Sıraya geç kardeşim." Neoklasik tepki: "Şeker kardeşiim sıraya geçiver." Realist tepki: "Sıra var." Sürrealist tepki: "Sallandıracaksın bunlardan ikisini Kızılay'da bak bir daha yapabiliyorlar mı?" Romantik tepki: "Beyefendi galiba sırayı görmediniz." Modern tepki: "Efendim insanımız eğitimsiz. Halbuki Avrupa da..." Postmodern tepki: "Sırana geç lan ayı!" Uzlaşımcı tepki: "Acelesi olmasa öne geçmezdi, üzmeyin garibi..." Devrimci tepki: "Altyapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek." Kaderci tepki: "İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür." Felsefeci (septik kuşkucu) tepki: "Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir." Kantçı tepki: "Efendim, algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur." Kötümser varoluşçu tepki: "Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adam da ölecek." İyimser varoluşcu tepki: "Sıkmayın canınızı, şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor." Hümanist tepki: "İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz .
0 notes