netttoyage
netttoyage
Nettoyage
21 posts
Oyun kültürümü geliştiriyorum
Don't wanna be here? Send us removal request.
netttoyage · 1 month ago
Text
cannot agree more bestie
Play Darkstalkers.
48 notes · View notes
netttoyage · 1 month ago
Text
The Last of Us Part II | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #19
İlk Last of Us’ı o kadar çok beğenmemiştim açıkçası. Oyunun iki yarısı iki farklı insan tarafından yazılıp yönetilmiş gibi hissettirmişti. Oyun dünyası üstündeki olumsuz etkisini göz ardı etsem bile oynanışı keyifli ama anlatımsal sorunları olduğunu düşündüğüm bir oyundu. İkinci oyun da çok tepki almış bir oyun, o yüzden çok beğenmeyeceğime dair bir önyargıyla başladım. 
Oynanış olarak zaten oyun çok farklı değil ilk oyundan. Fark edebildiğim ilk değişiklik artık istediğim zaman zıplayabiliyor olmam. İlk oyunun üstüne ekledikleri en iyi şey bu olmuş. Daha fazla değişikliğe de gerek yoktu zaten, iyi ki de yapmamışlar.
Atmosfer ilk oyuna göre daha boğucu hissettirdi bana. İlk oyunda bir baba-kız ilişkisi en azından bu apokaliptik dünyaya biraz umut katıyordu. Bu seferki yolculukta bir umut ben göremiyorum, her şey çok boğucu. Atmosferin ağırlığı beni yorduğu için uzun sessionlarda oynayamıyorum bu oyunu. Bir oyun böyle hissettirmemişti bana uzun zamandır.
Bu sefer melee combat çok daha zevkli, zombilere karşı mermi harcamak yerine yumruklarımla girişmeyi tercih ediyorum. Tabi bu oyunun biraz survival-horror havasını kırıyor, Rocky Balboa gibi zombi yumrukluyorum. Zombiler bu oyunda o kadar da tehdit gibi hissettirmiyor açıkçası, belki de melee combat bu kadar iyi olmamalıydı. Dodge mekaniğini fazla iyi çalışıyor, en azından normal zorlukta her şeyi dodgelayabiliyorum rahatça. Hatta Final Fantasy XVI oynayasım geldi bunun üstüne, melee o kadar zevkli. Hiç FFXVI oynamadım ama bu yıl oynayacaklarım arasında.
İlk oyun gibi bu oyun da iki yarıda iki farklı tempoda hikaye anlatıyor. Bu hikaye anlatım tarzını özensiz buluyorum, özellikle hikayede yapmak istedikleri şeyi yapmanın çok kötü bir yolu olduğunu düşünüyorum bunun. Oyunun kötü karakterini insanlaştırma çabası için biraz geç kalındığını düşünüyorum. Bu insanlaştırma çabası kötü değil, oyunun bu kısmı Ellie’nin kısmından daha zevkli ilerliyor ilerlemesine ama ben neden burayı Ellie’nin hikayesinden sonra oynuyorum hiç anlamadım. Oyun bir taraf tutulmasını istiyorsa bile bu kadar segmentli bir hikayeden sağlıklı bir taraftarlık çıkmaz. Neden serinin ana karakterinin hikayesi karakteri karalayacak şekilde işlendi ve düşmanı da pozitif şekilde işleniyor bilemiyorum. 
Abby’nin Ellie’den daha iyi işlenen bir karakter olduğunu düşünüyorum. En azından hikaye Abby’yi bu şekilde işleyebilecek bir şekilde kurulmuş. Yaşanan yolculuk ve kurulan ilişkiler Ellie’nin hikayesine kıyasla ilk oyunu andırıyor, keşke bu güzelim hikaye böyle bir blok halinde anlatılmak yerine Ellie’nin hikayesiyle paralel işlenseydi. İntikam gibi insanlıktan uzaklaştırıcı bir hikayeyle Abby’nin insanlığını konuşturduğu hikayeyi birlikte işlemek hem bir zıtlık yaratıp istedikleri karşıtlığı daha güzel yakalayabileceklerini düşünüyorum. Oyunu oynadıkça Abby’nin daha bir ana karakter tarzında işlendiğini düşünüyorum. Umut dolu trajik ana karakter, ilk oyundaki Joel ile güzel paralellik oluşturmuş. 
Neyse ki oyunun büyük karşılaşma sahnesinde bir taraf tutmam beklenmedi ve normal bir şekilde oynadım. Tatmin edici bir noktaya kadar geldi oyun ama bir türlü bitmek bilmiyor. Oynadıkça hikayenin devamı çıkıyor, artık bitmesini istememe rağmen bitmiyor. Neyse ki bitti, ben de rahat bir nefes aldım. Joel’in Ellie’den koparılmasıyla başlayan bu yolculuğun, Ellie’de Joel’e dair her şeyin alınmasıyla bitmesi adil bir son oldu gibi hissediyorum. Bu hiç tatmin edici bir intikam değildi, bunu da güzel aktardıklarını düşünüyorum.
Her şeye rağmen Last of Us 2 güzel bir aksiyon oyunu. Beklediğimden daha iyiydi ve hikayenin o kadar da sansasyonel olmadığını düşünüyorum. Geçirdiğim vakitten keyif aldım. Ne kadar karamsar bir hikaye olsa da, çizmeye çalıştığı karakter portrelerini çok beğenmesem de hoş bir tecrübeydi.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
Toree 2 | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #18
Toree 2'nin bir collectathon olduğunu düşünüyordum. İlk bölümü bitirdiğimde süreme göre bir rank aldığımda işin rengi değişti. Aslında hızlıca tüketip yoluma bakacağım bir oyuna beklemediğim bir katman kattı.
Kabul ediyorum, bütün levellerde en iyi rank'i almadım. Bütün yıldızları da toplamadım. Bu kadar kısıtlı hareket imkanlarıyla iyi tasarlanmış levelleri olabildiğince hızlı aşmaya çalışmak ve tatmin olacağım hızlar elde etmek benim için daha önemliydi. Muhtemelen sıkıldığım bir zaman A rank ve yıldızları toplayıp öbür karakterleri de açmaya çalışacağım. Evet, oyunda kilitli karakterler de var.
Ana oyundan alakasız bir şekilde oyunda bonus leveller de var. Bunlar daha demo tarzında, lineer olmayan leveller. Sundukları tecrübeler kendi içlerinde tatmin edici, keşke daha fazlası olsaydı da dedirtti.
Oyunun karakterleri fazla tatlı, leveller vaporwave, arada bir jumpscareler var ve soundtracki bomba gibi. İlginç bir karışım, gayet güzel bir çorba gibi hissettiriyor.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
Delta Gal | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #17
itch.io’da görüp de estetiğine vurulduğum bir oyun oldu. Tabi ki adındaki pun’ı anlamadım. Ben oyunlarımı açıklamalarına bakmadan, ekran görüntüleri ne kadar havalıysa ona göre seçiyorum. Bu oyun da yeterince havalı görünüyordu ama beklediğimi alamadım.
Yanlış anlaşılmasın, oyunu oynayınca ne yapmaya çalıştığını anladım. Sadece ekran görüntülerine bakınca kafamda oluşan beklenti bu değildi. Güzel bir Megaman Legends tarzı demo, 15 dakikalık bir gameplayi var totalde. İptal edilen Megaman Legends 3’ün ortaya çıkan görüntülerindeki uçan tekme yeteneği bu oyunda var, bir de dash ve grappling hook eklemişler buna. Platformingin hissiyatını almakta zorlandım, grappling kısımları fazla keyifliydi ama daha çok olmasını isterdim. Bu oyunu indirirken de böyle güzel hızlı bir platformer beklentisiyle indirmiştim başta.
Sorun şu ki ben Megaman Legends serisini sevmiyorum. Bir türlü ısınamadım ama internette çok fanını görüyorum. Belki biraz daha oynasam severim ama uğraşmayı düşünmüyorum açıkçası. 15 dakikalık bu tecrübe bile bana fazla geldi, full length iki oyun kaldıramam muhtemelen.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
God of War III | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #16
Serinin tartışmasız en iyi oyunu. Kratos’un saf öfkesini ellerimizle hissedebildiğimiz tek oyun. Sanat yönetimi, oynanışı, levelleri, temposu her şeyiyle bağıra çağıra ilerleyen bir oyun. Coşkulu bir rock konseri gibi, hiç yorulmadan ve sıkmadan ilerliyor oyun. Bugün bile harika görünen stiliyle aşırı brutal ve çok güçlü bir oyun. Vurduğunuz ve yediğiniz her darbeyi çok iyi hissettirmeyi başarıyor. Yunan sagasının sonu ve zirvesi.
Bu sefer Olimpos tanrılarıyla birebir savaşta olduğumuz için işler daha sert ve çabuk gelişiyor. Amacımız tanrıları öldürmek ve onlara ulaşmak için her şeyi yapıyoruz. Oyunun %80’i boyunca en önemli anlar bosslar ve yapımcılar da gerekli özeni göstermiş. Her boss hak ettiği muameleyi görüyor ve bu sahneler çok vurucu. Her boss katartik bir tecrübe ve dövüşler film sahneleri düzeyinde. Serinin şanına ve sonuna yakışır bir coşkuda.
Oyunun çok lineer bir ilerleyişi var. Bu ilerleyiş silahlar ve büyülere de yansımış, iyi dengelenmemişler. Her yeni silah, bir öncekinden daha güçlü. Bu yüzden eski silahları bazı engeller haricinde kullanmanın çok bir anlamı kalmıyor ama oyun çok uzun olmadığı için her silahı yeterince kullanmış oluyoruz.
Serideki en güçlü puzzlelar da bu oyunda. Özellikle Hera’nın bahçeleri oyunun boss olmayan en unutulmaz anlarından. Perspektifin bu kadar yer tuttuğu oyunları en son 3DS’te oynamıştım, ki o konsol da bu oyundan seneler sonra çıktı. Gerçekten ilham verici bir bölümdü benim için.
Bu sefer tüm olay Olimpos etrafında şekillendiği için leveller daha bağlantılı, oyunun başında gördüğümüz yerler bile oyunun sonunda bir etkiye sahip. Dünyanın bu kadar sıkı tasarlanmış olması da serinin son oyunu olduğu hissini kuvvetlendiriyor, her şeyi derleyip toparlıyormuşuz gibi oluyor. 
Bu oyunda da Pandora, Kratos’a insanlık katma görevini üstleniyor. Rolü kısa olsa da amacına ulaşıyor ve etkisi büyük oluyor. İlk oyundan bu yana etkisini hissettiğimiz Pandora en büyük hamlesini bu oyunun sonunda yapıyor.
Oyunun sonu demişken, serideki en dengeli ve zevkli final boss bu oyunda. Birden fazla phase’i olmasına rağmen hiçbir phase aşırı zorlayıcı değil ve serinin sonuna uygun bir sinematik-gameplay dengesine sahip. Asla oynamaktan çok izliyormuşum hissine kapılmadım. Efsanenin sonu ve en yüksek noktası benim için, daha iyisini asla yapamadılar. Bir benzeri de tekrar gelemez, bu coşku kalmadı artık oyun stüdyolarında.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
God of War: Ghost of Sparta | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #15
Serinin en iyi ikinci oyunu. Her şey puzzle gibi yerine oturuyor. Levellerin akışı, hikayenin ilerleyişi tıkır tıkır, makine gibi. Ev konsollarından daha az satan ve ömrünün sonlarına yaklaşmış bir el konsolu oyununa bu kadar efor sarfetmeleri gerçekten şaşırtıcı, artık günümüzde göremediğimiz bir davranış.
Hikaye Kratos’u düşüncesiz bir ölüm makinesinden alıp insanlaştırmaya çalışıyor. Annesi ve kardeşiyle olan ilişkileri olsun, geçmişiyle yüzleşmesi olsun, sagaya hikaye olarak çok etkisi yok ama Kratos’un karakterine çok etkisi var. Ayrıca gameplay aşırı iyi olduğu için kendini oynatıyor, insanın bırakası gelmiyor. Gameplay loopunu ve şeklini mükemmelleştiren oyunun bir el konsolunda olması başta da söylediğim gibi, çok şaşırtıcı.
GoW serisi içinde hikayesini en sinematik şekilde anlatan oyun olabilir. Kratos’un geçmişiyle yüzleşmesini bir boss olarak oynamamız, Sparta’ya gittiğimizde insanların tepkisi ve halleriyle Kratos’un farklı yönlerini görmek, özellikle de bunu oynayarak yapmak çok güzel bir tecrübe.
Midas’ı öldürmeden önce yerde sürüklediğimiz kısımda yere tutunmaya çalışırken altın izler bırakması da seri boyunca en çok hoşuma giden detaylardan oldu.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
God of War II | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #14
God of War’u serisini sıradan bir aksiyon oyunundan alıp efsaneye dönüştüren oyun. Yepyeni mekanlar, yepyeni mekanikler, daha iyi hikaye anlatımı, oynanıştaki pürüzlerin temizlenmesi ve Kratos’un bildiğimiz sevdiğimiz haline gelmesi bu oyunla gerçekleşiyor. 
Oyunun temposu hiç düşmüyor, aksiyonu, cutsceneleri, mekanları olsun şanına yaraşır bir oyun. Mitolojik göndermeleri daha fazla, daha çok karakter var, ve epic scale eskisinden daha büyük. İlk oyunun iyi yaptığı her şeyi daha iyi ve daha büyük yaptığı için yıllar sonra bile bu kadar iyi hatırlanıyor.
Oynanışı her ne kadar daha iyi olsa da bu oyundaki büyüler ve ikincil silahlar biraz daha zayıf serinin diğer oyunlarına göre. Zaten bu tarz oyunlarda büyü kullanma alışkanlığım pek yoktur, bu oyunda iyice unuttum. Neyse ki daha çok combo var yapılabilecek o yüzden oyun sıkıcılaşmıyor.
Sıkıcılaşmaktan bahsetmişken, bu sefer ortamlar çok daha çeşitli. Ormanlar, devasa yapılar, bataklık falan derken çeşit çeşit yerden geçiyoruz ve her bölgeye uygun düşman tipleri var. Temponun yüksekliği de göz önüne alınınca tecrübe çok taze kalıyor.
Hikayenin de ölçeği daha büyük bu sefer. Kratos da bildiğimiz intikam makinesine bu oyunda dönüşüyor. İşin içine zaman yolculuğu da girince inanılmaz keyifli bir hikayesi var oyunun, setpieceler de buna uygun seçilmiş, oynanış keyfi çok yüksek. Sanırım final boss ise serideki en zor final bosstu, çok defa denemem gerekti. Ares kadar tatmin edici de değildi açıkçası, ama zor muydu zordu.
Serinin efsane olma sebebi, zirve noktalarından.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
God of War: Chains of Olympus | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #13
Ev konsolu efsanesinin tek analoglu ve daha güçsüz PSP’de bu kadar iyi bir ilk oyunla temsil edilmesi akıl alır gibi değil. Zamanında çok özenerek yapıldığı çok belli bu oyunun. 
Teknik olarak ilk oyundan önce geçen bir prequel ve sagaya yeni bir şey katmıyor ancak her şeyi bir el konsolunda bu kadar iyi yapabilmesi takdire şayan. Kendince unutulmaz anları var, Elysium’da Calliope’ye kavuşmak veya şehre gece çökerken yaratıklarla savaşmak gibi. Bazı setpieceler ilk oyundan bile iyi hissettirdi bana.
Serinin en unutulabilir oyunu olmasına rağmen kontrollerin mükemmelliği yerini sağlamlaştırıyor. Ayrıca Calliope sahnesi, Kratos’un intikam yolculuğunu haklı çıkartan, serideki en vurucu sahnelerden biri. Oyundaki en zor QTE’nin Kratos ile kızı arasında mesafe koymak için kullanılması meta seviyede hikaye anlatıcılığının çok güzel bir örneği. 
Yunan sagasının en zayıf üyesi maalesef ama oynandığı zaman seri içinde çok güzel bir yere oturuyor.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
God of War | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #12
Kendi türünü yaratan serinin ilk oyunu. Bir dönem herkesin formülünü kopyalayıp klonlarını ürettiği bir seriydi GoW. Dönemdaşlarına göre gameplay formülü mükemmel ve tema seçimi çok başarılı. Antik Yunan tanrılarını bu kadar iyi işleyen bir oyun hala yapılamadı. Çıktığı dönemde de mitoloji temalı büyük oyun sayısı fazla değildi, GoW yine de aralarından sıyrılmayı başarmıştı.
Klasik God of War serisinde en sevdiğim şeylerden biri epic scale’in çok iyi yakalanmış olması. Yapılar, yaratıklar gerçekten büyük, şiirlerdeki tasvirlerini dijital ortama en uygun aktarımı gibi hissediyorum. Titanlar ve Ares’in dev hali, mitolojik anlatılardaki akıl almayacak büyüklükleri gerçekten çok iyi hissettiriyor. Tabi yaşanan olaylar gerçek mitolojiye birebir uymuyor ama oyun içindeki yazıtlar ve anlatılara bakınca bir bütünlük içinde. Mitolojiye temellendirip güzel bir gerçeklik oluşturmuşlar. Hatta Pandora Tapınağı’nın hikayesi gerçek bir mitolojik hikaye olabilecek kadar iyi yazılmış, tonu ve olayları çok uygun.
Saganın ilk oyununda Kratos intikam peşindeki trajik bir ölüm makinesinden ziyade Olimpos tanrılarının desteğiyle bir macera yaşayan süper asker şeklinde. Diğer tanrıların yardımıyla yolumuzu buluyoruz bu oyunda, Kratos’un dönüşeceği karakteri göz önünde bulundurunca biraz garip, hatta karakterine ters hissettiriyor ancak onun da Odysseus gibi senelerce tanrıların keyfine göre maceradan maceraya atılmış olduğu gerçeğinin bir parçası. Kratos’un dönüşeceği kişiden çok farklı bir zemin var bu oyunda.
Türünün ilk örneği olmasının getirdiği bir kabalık var kontrollerde ve platforming kısımlarında ama oyunun yaşını düşününce göz ardı edilebilir. Zaten hemen arkasından gelen oyun bütün bu sorunları düzelterek adını efsaneler arasına yazdıracak.
Serideki en kolay final bosslardan biri sanırım Ares. Adil bir dövüş gibi hissettiriyor ve aşırı tatmin edici hikaye açısından. Bir efsanenin nasıl başladığını da böylece tecrübe etmiş bulundum.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
Wario Land 4 | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #11
Wario Land 4, birkaç defa başlayıp bitiremeden bıraktığım bir oyun oldu senelerce. Bunun birçok sebebi olabilir.
Bir kere Wario Land, alıştığım platformerlardan fazlasıyla farklı. Leveller sıradan bir soldan-sağa akıştan ziyade keşfedilmeyi bekleyen birer map. 64 neslinde çok gördüğümüz collecthatonlar gibi geniş leveller ama daha linear bir yapıda. Bu playground yapısı leveller içinde farklı challenge ve mekaniklere de imkan tanıyor, leveller dolu dolu bu yüzden. Çok level olmaması da bu sebeple çok sorun değil.
Oyundaki her karakter ve düşman fazlasıyla ekspresif. Özellikle bosslar, ama onlar ekranın yarısını kaplayacak boyutta olduğu için detaylı olmak zorunda zaten. Düşmanların ve Wario’nun girdiği haller eski çizgi filmleri hatırlatıyor bana; suratlar büyüyor-küçülüyor ve ilginç ifadelere bürünüyor. Hepsi bulunduğu mekana ve oyuna uyum sağlıyor, her ne kadar tematik olarak birbirinden kopuk olsalar da. Oyunun kaosu çok güzel bir bütünlük içinde.
Wario Land’i diğer platformerlardan ayıran bir diğer özellik de bazı düşmanların Wario üstündeki etkileri. Mesela elinde çekiç olan düşman Wario’yu ezip yay haline getiriyor, böylece çok yükseğe zıplayabiliyoruz. Ya da yarasa tarafından ısırılıp yarasaya dönüşmek de mümkün. Her level içinde böyle farklı mekanikler de bulunduğu için leveller çok yoğun tecrübelere dönüşüyor. Diğer oyunlarda hızlıca takır takır level geçilebilecek sürede burada bir iki level geçip doygunluğa ulaşılabiliyor.
Oyunun tek kötü yanı level sonu timerları. Çok güzel bir playground bir anda kısa sürede aşılması gereken bir engele dönüşüyor. Zamanlı engellerden bütün oyunlarda nefret ettiğim için bu kısımlar ilk bölümden nefret listeme kazındı. Üstelik ilerleyen bölümlerde levelin bir kısmı yalnızca timer açıkken ulaşılabilir şekilde sunuluyor, zaman kısıtlaması da güzelim playground hissini öldürüyor benim için.
Overall, iyisiyle kötüsüyle yaşanması gereken bir platformer tecrübesi, ama sanırım ben geleneksel soldan-sağa koşmalılardan devam edeceğim sanırım. Wario Land’den ilham almış oyunları da deneyeceğim çünkü formülü nasıl geliştirdiklerini çok merak ediyorum. Ayrıca bu kaotik estetiğin garip bir çekiciliği var.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
Kiwi 64 | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #10
Açıkçası bu madde çok oyun kültürümü geliştirdi diyemem ama oynadığım oyunların bir kaydı olması için buraya yazma ihtiyacı duydum.
Beş dakikalık, N64 oyunlarından ilhamını almış bir tecrübe. İlham aldığı oyunları da oynamış olduğum için üstümde bir etkisi olmadı ama güzel bir demo gibi, umarım yapımcısı daha büyük çaplı projelerde çalışmıştır.
Ayrıca klavye-mouse ile oynamak çok garip hissettirdi.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
Marvel's Spider-Man | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #9
(Bu blogu oyunu oynadıkça yazdığım için tonunda biraz iniş çıkış olabilir.)
Bir çizgi roman okuru olarak bu medyumdan uyarlanan oyunların her zaman başarılı olmadığını biliyorum. Batman: Arkham serisi çok iyi, evet. Ama o kalibrede başka hangi seriyi konuşabiliyoruz? Benim aklıma başka bir örnek gelmiyor. Spider-Man ise dünyanın en popüler süper kahramanlarından biri olarak, çok fazla oyuna kavuştu. Bu oyunlar arasında en sevdiğim hep Ultimate Spider-Man olmuştur. Sony’nin bu lisansla yapacağı şeye pek inanmıyordum açıkçası. Ama yanılmışım—ve bu çok güzel bir yanılgı oldu.
Oyunların ilk bölümleri her zaman önemlidir. Hem mekanikleri tanıtır hem de oyuncuyu içine çekecek bir başlangıç yapmak ister. Marvel’s Spider-Man bu konuda iyi bir iş çıkarıyor: bombastik bir kule baskınıyla açılıyor, mini-boss çatışmasıyla tempoyu yükseltiyor ve oradan açık dünya tutorial’ına geçiyor. Zorlayıcı değil, Metal Gear Rising gibi aşırı sinematik de değil. Ama tam kararında, kendi tonunu çok iyi oturtan bir giriş bölümü.
Spider-Man’i kontrol etmek çok keyifli. Şehirde ağ atarak ilerlemenin şahane bir ritmi var. Eski oyunlardan farklı olmadığı için hemen alıştım, bisiklete binmek gibi. Kontrollerin bu kadar tanıdık ve pürüzsüz olması, şehri keşfetme isteğini körüklüyor. Hikâye görevine gitmeye çalışırken “bir çanta toplayayım”, “şurada fotoğraf çekilecekmiş”, “laboratuvara da uğrayayım” derken kendimi ana hikâyeden sürekli uzaklaşırken buluyorum. Bu iyi bir şey. Oyun, sizi görevden göreve koşturmak yerine dünyasında oyalanmaya teşvik ediyor.
Karakter kadrosunun bu kadar geniş olacağını hiç beklemiyordum. Miles’ı, Black Cat’i görmek sürpriz oldu. Tabii bu karakterlerin oyunda yer alması, her kısmın eğlenceli olduğu anlamına gelmiyor. MJ ve Miles bölümlerini çok sıkıcı ve zorlama buldum. Özellikle MJ’in karakterizasyonu zayıf. Peter’la yaşadığı bazı diyaloglar, onun süper kahramanlık kariyerinin başlarında yaşanması gereken tartışmalarken burada sekizinci yılın içinde geçiyor. Bu da bana biraz aceleye gelmiş, yüzeysel yazılmış gibi hissettirdi. Daha anlamlı ve karaktere uygun bir çatışma yazılabilirdi.
Oyun ilerledikçe side-content açması beni yormaya başladı. Hikâyede büyük olaylar yaşanıyor, heyecan zirve yapıyor—tam o noktada oyun, başından beri var olan içeriklerin makyajlanmış versiyonlarını önüme koyuyor. "Şimdi git, onları yap" diyor. Ama ben coşkunun peşinden hikâyeye devam etmek istiyorum. Şehirdeki küçük suçlarla artık polis ilgilensin. Evet, süper kahraman olmanın doğasına biraz ters ama burası bir oyun ve ben de oyun sırasında keyif aldığım şeyleri yapmak istiyorum. Başta çeşitli ve eğlenceli gelen yan görevler, sona yaklaştıkça tekrara düştü. Taskmaster’ın bombalarına bile dönüp bakmadım.
Oyunun temposu yer yer sendelemiş olsa da genel olarak tatmin ediciydi. Final dövüşünde duygusal bir yükleme yapmaları hoşuma gitti. Şu ana kadar oynadığım kısmıyla, bazı yerlerde film olmaya çalışan ama çoğunlukla sağlam kalan bir deneyimdi. Devamını da oynarım. Çok net.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
DLC Quest | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #8
Bu oyunu yıllar önce browserda oynadığıma yemin edebilirim ama şimdi baktığımda hiçbir izini bulamıyorum. Bir süredir aklımı kurcalıyordu, ben de sonunda oynamaya karar verdim. Oyunun hiç bilmediğim bir ikinci senaryosu da dahilmiş pakede, güzel bir sürpriz oldu.
Oyunların, özellikle indie oyunların, bir kendini ifade etme aracı olduğunu düşünüyorum. Tabi ki bütün oyunlar bu derinliğe sahip olmuyor ama çoğu indie oyunun yapılışındaki amaç yaratıcısının bir derdini sanatsal bir şekilde dışavurmak. Bu dert bir arzu olabilir, itiraf edemediği bir sorun olabilir, paylaşmak istediği fikirler olabilir. Hepsine açığım ve bu ifade tarzını görmek hoşuma gidiyor. 
Bu bahsettiklerim ise DLC Quest’te mevcut değil. Oyunun bir derdi var, daha açılışından kendini gösteriyor. Ancak bu dert yüzeysel ve dönemin Reddit şakalarıyla bezenmiş, parodilemeye çalıştığı konuya çok uzaklaşmış bu yüzden. İki senaryosu da oldukça kısa olmasına rağmen şakalar çabucak tekrara düşmeye başladığı için tecrübenin büyüsü üçüncü dakikada kaçıyor.
Oynadıktan sonra hakkında vardığım kesin yargı DLC Quest’in geçmişte bir dönemin ruhunu yakalayabildiği ve orada kalması gerektiği.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
Homefront | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #7
Homefront, çıktığı dönemde iyi incelemeler alan ve radarımda yerini sağlamlaştıran bir oyundu. Ancak bir türlü başına oturamadım. Yıllar sonra nihayet oynadığımda ise, neden zamanla silinip gittiğini ve büyük bir marka hâline gelemediğini daha net görebildim.
Homefront, Amerika’nın işgal edildiği bir gelecekte geçiyor. Bu konsepti Modern Warfare 2’den sonra ele alması dikkat çekici: MW2’de işgal anını yaşarken Homefront’ta çoktan gerçekleşmiş bir işgale karşı başkaldırıyoruz. Elbette MW2’nin prodüksiyon kalitesine yaklaşamıyor, zaten bu iki oyunun bütçe ve hedefleri farklı. Homefront, atmosfer olarak daha çok yeni Wolfenstein oyunlarını andırıyor; karanlık bir tablo çiziyor, elini hiç korkak alıştırmadan distopik bir Amerika sunuyor. Yenilikçi diyemem, ama zamanın ruhunu hatırlamak da kolay değil—belki de o dönemin kaygılarına doğrudan hitap ediyordu.
Ana karakterle ilgili en dikkat çekici sorun ise hikâyeden çok kontrol hissinde yatıyor. Yürüyüş hızı oldukça ağır. Eğer daha ‘military sim’ tarzı bir oyun olsaydı, bunu karakterin taşıdığı ekipmana bağlayabilirdim. Fakat burada, direnişin içinde olan, gayet sivil görünen bir karakterin bu kadar ağır hareket etmesi garip geliyor. Oyunda bazı anlarda koşarak kurşunlardan kaçmak gerekiyor ama koşu hızı neredeyse yürüyüşten farksız; adeta rüzgâra karşı koşuyormuşsunuz gibi. Çömelmek de neredeyse hiçbir işe yaramıyor, çok az bir alçalma fark ediliyor. Gerçekçilik adına yapılmış olabilir, ama hissiyatı öldürüyor.
Silahlar ise alışık olduğumuz modern FPS cephaneliğinden. Hiçbirinin geri tepmesi yok ve bu, benim gibi nişan alma konusunda zorlanan biri için büyük nimet. Realizm açısından sorunlu olsa da oynanışı benim adıma daha keyifli hâle getirdi. Gunplay olarak zayıf ama benim işime geliyor—bunda bir çelişki yok, sadece tercih meselesi.
Homefront’un en büyük eksiklerinden biri de temposu ve sinematik tercihlerinde gizli. Bazı sahneler etkileyici olsa da, sık sık kontrolün elinden alınması ve scripted sekanslara boğulması oyuncuyu pasif hissettirebiliyor. Özellikle hikâye boyunca yaşanan dramatik anlar—örneğin sivil kayıplar veya çocukların tanıklık ettiği şiddet—duygusal etki yaratmaya çalışıyor ama bu etkiyi tam anlamıyla veremiyor. Belki biraz daha rafine bir anlatımla, bu sahneler oyun tarihine kazınabilirdi. Spec Ops: The Line’ın vurucu sahnelerinin tam zıttı aslında.
Bugün Homefront’u oynamak nostaljik bir kazı gibi. Oyunun vadettiği hikâye, karanlık atmosferi ve sert temaları ilk bakışta ilgi çekici. Ama bu hikâyeyi taşıyacak mekanikler, kontrol hissi ve tempoda ciddi aksaklıklar var. Kendi döneminde “olur mu olur” dedirten bu oyun, zamanın testinden başarıyla geçememiş. Oynanabilir ama unutulabilir.
Ve belki de en dürüst cümle şu olurdu: Homefront’u bugün oynayan biri, eskimiş bir oyundan fazlasını bulamayacaktır.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
Bō: Path of the Teal Lotus | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #6
Bō, Hollow Knight’ın açtığı yolda yürüyen yeni bir metroidvania. Sessiz bir ana karakter, içe kapanık ve üzgün NPC'ler, bozulmuş bir dünya... Hollow Knight klonlarının klasik kriterleri burada da eksiksiz. Ama bu sefer işler biraz daha farklı. HK kadar derin bir tecrübe değil, olmaya da çalışmıyor.
Oyun, Japon mitolojisinden esinlenen bir tema etrafında şekilleniyor. Hollow Knight’ın grimsi atmosferinin aksine, Bō'nun dünyası oldukça renkli. Karakterler daha ekspresif, çizgi film tadında ve genel olarak kendilerini fazla ciddiye almıyorlar. Bu da dünya ile etkileşimi çok daha keyifli kılıyor. Ayrıca, oyunun evreninde çayın önemli bir yere sahip olması beni ekstra mutlu etti. Küçük ama sevilesi bir detay.
Oynanış tarafında, havadayken daha hızlı hareket etme ve saldırma imkânı challenge tasarımına doğrudan yansımış. Özellikle platforming bölümleri bu yüzden çok daha cesur: daha geniş boşluklar, daha yüksek duvarlar… Ama karakter üzerinde sağlanan güçlü kontrol hissi, bu zorlukları keyifli bir mücadele seviyesinde tutuyor. Platforming, klasik metroidvania’lardan bir tık daha aktif ve tatmin edici.
Boss sayısı az ama dövüşler sıkıcı değil, aksine oldukça eğlenceli. Pogo mekaniğine rağmen savaşlar hemen bitmiyor; her biri kendine has bir ritim yakalıyor. Hatta şunu açıkça söyleyebilirim: Boss dövüşleri Hollow Knight’takilerden daha çok hoşuma gitti. Özellikle "Flying Kabuto Sumo" kısmı biraz daha uzun sürseydi harika olurdu, çünkü tadı damağımda kaldı.
Dünya daha ufak, yapılacak şeyler daha sınırlı. Ancak bu eksiklik, haritanın özenli tasarımı sayesinde hissedilmiyor. Bir uçtan diğerine gitmek fazla zaman almıyor ama yolculuğun kendisi keyifli. Oyunun içindeki setpiece anları ise oldukça sinematik. Özellikle köprü sahnesi gibi sekanslar ilk deneyimi unutulmaz kılıyor.
Bō, bir Hollow Knight klonu olduğunu saklamıyor. Ama bu daha küçük çaplı deneyim, kendi kimliğini oluşturmayı başararak sadece bir taklit olmaktan çıkıyor. Kısa süresi, özel atmosferi, dövüş dinamikleri ve genel akışıyla kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken bir oyun olmuş.
0 notes
netttoyage · 2 months ago
Text
Doom (2016) | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #5
Eski Doom’lara bayılıyorum. Özellikle Doom 64’ün korku türüne hafifçe göz kırpması bana hep çok tatlı gelmiştir. Brutal Doom gibi modlara hiç ihtiyaç duymadan, sade haliyle oynamaktan keyif alıyorum. Ama dürüst olayım, pek de iyi değilimdir. Yukarı-aşağı bakmaya gerek olmayan bir nişan sistemi bile beni zorlayabiliyor, bu yüzden yüksek zorluk seviyelerinde uzun süre dayanamıyorum.
Serinin üçüncü oyununu hâlâ oynamadım. Hem eski oyunlardan hem de yeni nesil shooterlardan farklı olduğunu biliyorum ama hâlâ uzak duruyorum. Bunun tek sebebi kesinlikle küçükken "korku oyunuymuş" diye duyup çekinmem değil. Gerçekten değil...
Doom’un en sevdiğim yanı o katartik deneyimi. Karşında saf kötülükten ibaret yaratıklar var ve sen onları aşırı şiddetle yok ediyorsun. Bu kadar net. Ortaya çıkan tatmin duygusu, adrenalin ve boşalma hissi başka hiçbir şeyde yok. Oynarken vücutta öyle bir hormon akışı oluyor ki, kendini bir anda savaş sonrası kıyıya vurmuş gibi hissediyorsun. Kan, demonlar ve çeşit türlü merminin kaosunda çok ritmik bir dansı gerçekleştirmek gerekiyor ve Doom bu yüzden Doom diyorsun.
Yeni Doom’a geçtiğimizde, oyun modern shooter’ların kalıplarıyla açılıyor. Düşman sayısı az, arenalar koridor hissiyatında. Ama eski formuna kavuşması uzun sürmüyor. Birkaç level sonra o tanıdık tempo, o delilik geri dönüyor. 
Yeni Doom hakkında söyleyebileceğim tek şey: Doom’a dair ne varsa hepsini mükemmel yapıyor. Her çatışma, her silah, her müzik parçası öyle tok bir tatmin bırakıyor ki, insanın içi "işte bu" diye bağırıyor.
Ve evet, bu oyun... oyunlara olan aşkımı yeniden alevlendirdi.
1 note · View note
netttoyage · 2 months ago
Text
Borderlands 2 | Oyun Kültürümü Geliştiriyorum #4
Borderlands 2’yi çıktığından beri ara ara baştan sona oynamayı deniyorum. Genelde ilk bölgede oyunu bırakmamla sonuçlanıyor bu denemeler. Bu sefer de farklı olmadı.
Kâğıt üzerinde Borderlands’in formülü tam bana hitap ediyor: devasa bir haritada çatışarak loot toplamak, daha iyi loot için daha zorlu düşmanlarla karşılaşmak ve tüm bunların içinde bir hikâyeyi deneyimlemek. Her seferinde “tamam, bu sefer olacak” diyerek başlıyorum. Ama oyun açıldıktan yaklaşık bir saat sonra, yıllar sonra yeniden denenmek üzere tekrar siliniyor.
FPS’te sevdiğim şey basit: Nişan aldığım yere kurşunun gitmesi. Borderlands’te başlangıç silahları bu hissi zerre yaşatmıyor. Accuracy oyunda gelişebilen bir istatistik ve başlarda yerlerde sürünüyor. Kafaya nişan alıyorum, kurşun yanından geçip gidiyor. Bu detay bir anda hevesimi alıp götürüyor. Eski denemelerimde bu kadar rahatsız olmamıştım ama bu kez gözüme fena battı. Zaten nişan almakta çok iyi değilim; bir de mermi kendi yolunu çizince keyfim kalmıyor.
Hikâyesi ve kötü adamı çok övülse de, Borderlands bir dönemin “komik olmaya çalışan ama sadece sinir bozan” diyalog tarzının zirve örneklerinden biri. Bu yazım tarzına artık katlanamıyorum galiba. Oynadığım süre boyunca NPC’lerin ne dediğine hiç kulak kabartmadım.
Yazarlarından birinin bir kitabını okumuştum. Üslubu ve derdini anlatırken gittiği yol, yazarlık konusunda çok da yetenekli olmadığını net bir şekilde gösteriyordu. O zamanlar çıkan rüzgârla bir yerlere gelmiş, birkaç eser bırakmış ama geriye dönüp bakınca çok da bir şey kalmamış gibi hissettiriyor. Borderlands’in mizahı, devrini doldurmuş. Oynadığım kadarıyla da pek bir hikâye göremedim zaten.
0 notes