Text
15.07.2019 - çok şey olurken
en yakın arkadaşım tamamen hayatımdan çıktı.
bir sorun olduğunu biliyordum. bunun uzun süredir devam ettiğinin, büyüdüğünün de farkındaydım. çözebileceğimizi zannetmiştim. zaten ben çözmeye çalışırken bir anda koptu. bana, arkadaşlığımızı gözden çıkardığını söyledi. benim kardeşlik seviyesinde gördüğüm, 70 yaşında bile devam edeceğini hayal ettiğim, şimdiye dek 7 yılımızı verdiğimiz arkadaşlığımızdan bahsediyordu. benim aile olarak gördüğüm insan söyledi bunu.
bunu affedemeyeceğim. o sıradan arkadaşlar olarak devam edebileceğimizi düşündü sanırım, ama bunu istemiyorum. bu değerli, köklü bir şeydi benim için. hayatımdaki en uzun soluklu ilişkilerden biriydi. üzdü. ama sanki olması gerekenin bu olduğunu hissettim.
tinder date’im tuhaftı, burada yazmamışım. film sıkıcıydı, ama değişik bir deneyimdi benim için. buluştuğum çocuk çok... narindi. en azından benim yapımda bir insan için. tüm date boyunca birbirimizden fiziksel olarak uzak durduk. o tekrar buluşmaya açıktı sanırım, mesaj atıp durdu, ama ben istemiyorum.
aklımda hala o var. o kişi. belki sonsuza dek friendzoneda takılı kalacağım ama onunla geçirdiğim zaman o kadar güzel ki... keşke bununla yetinebilsem ve keşke çok fazla şey hissedip bağlanmasam.
yine de hayat güzel.
1 note
·
View note
Text
30.06.2019 - yüzleşme
kendimle yüzleştim.
kendimle yüzleştim ve bir hayat dersi aldım. şimdiye dek en büyüğü, pişmanlık ve acıyla aldım bunu. bunca yıl uğraştığım, uğruna akıntıya karşı çabalar harcadığım şeyin yıllarca burnumun dibinde olduğunu, ben başka yerlere baktıkça ufaldığını, uçtuğunu, elimden kaçtığını gördüm.
hep oradaymışsın.
hep beklemişsin.
senin vazgeçtiğin anda kafama dank etmiş belki de.
karma var. cidden var. ya da her ne haltsa ondan... var işte. bir yerlerde.
kendimle bu denli sert bir şekilde yüzleşmem gerekmemişti hiç. bazı şeylerin değerini anladım: insanların, bana harcanan emeğin, gösterilen sevginin, o an yaşanabileceklerin. geleceğimdeki boş fantezilere yatırım yapmaktansa şu anımı düşünmenin önemi.
ne olacak? bilmiyorum. bunu evrene bırakmayı çoktan öğrenmiş olmam gerekirdi. eğer olması gereken buysa, yani bir araya gelmemiz ise, bu olur. olmalı. eğer olmayacaksa, bunu değiştiremem. bunu kabul edip rahatlasam biraz keşke.
bir gün, bir gün, bir gün...
2 notes
·
View notes
Text
28.06.2019 - change
bugün ilk tinder date’ime çıkacağım.
beklentili miyim? elbette hayır. heyecanlı mıyım? absolutely! çünkü buluşacağım insan ligimin dışında kalacak kadar yakışıklı. insanları değerlendirirken dış görünüşü takmıyorum ama genelde aşırı yakışıklı insanların etrafında çok gergin hissediyorum, büyük ihtimalle özgüvenim yüksek olmadığı için onlara o kadar yakın bir mesafede durmam doğru değilmiş gibi geliyor. ve bunu aşmak için bir adım atmış olacağım bugün. aşırı yakışıklı bir insan en azından 1.5 saat karşımda duracak. yayy! aesthetics. ayrıca film izleyeceğiz. ağır bir film.
yeni birkaç şey yapmış olacağım bugün. birincisi, hiç tanımadığım biriyle buluşacağım. ikincisi, ilk kez bu kadar ağır bir filmi izlemek için dışarı çıkmış olacağım. buna ihtiyacım var. dünyamı genişletmem ve insanların yanında rahat davranmayı öğrenmem lazım. böyle risklerin olmadığı, rahat bi ortamda istediğim gibi davranmayı öğrenirsem belki de gerçekten çok etkilendiğim insanların yanında da rahat davranmaya alışabilirim. a certain person comes to my mind...
tüm date’lerime çıkarken aynı yazlık elbiseyi giyip duruyorum. i need new clothes. peh, yaz kıyafetlerini hiç sevmiyorum. body issues. bedenimi kapatacak ama aynı zamanda şık duracak kıyafetler bulmak zor oluyor.
bugün günlerdir elimde duran kitabı bitirmeliyim. bıktım artık blohh.
2 notes
·
View notes
Text
19.06.2019 - yanılsamalar
merhaba sevgili tumblr. merhaba sevgili günlük. merhaba.
friendzone’landığımı zannediyordum ya? aslında öyle olmamış. aslında her şey çok farklıymış. şimdi bilgisayarıma tekrar eriştiğime ve internette zaman öldürebileceğime göre buraya da bunları yazabilirim. zaten artık elle yazmak sinirimi bozmaya başladı. özellikle bu şekilde duygu patlaması yaşayacağım anlarda elimin hızı hissettiklerimin/düşündüklerimin hızına yetişemiyor.
her neyse, sanırım dört beş gün önce aynı kişiyle yine buluştuk.
önemli detay: buluşmaya ben önayak olmadım. tamam, düzenli aralıklarla çocuğa mesaj atmış olabilirim. tamam, o aralıklarda sürekli “weeee beni sevmiyorrr but i won’t give up!!” diye ortalıklarla dolanıp tüm arkadaşlarımla “nasıl friendzonelandım ve bundan nasıl kurtulabilirim” temalı konuşmalar yapmış olabilirim. ama bir noktada “fuck it, başkalarının onayına ve sevgisine muhtaç değilim! onu sadece arkadaşım olarak kabulleneceğim ve hayatımda bu şekilde de olsa var olmasını istiyorum” diye düşünüp olaya iyi ve sakin bir tavırla yaklaşmaya başladım. ve ona mesaj attığımda ne oldu? hava güzelken buluşalım dedi. hatta havanın güzel olduğu bir günü tespit etti, tekrar mesaj attı, falan filan. YANİ BEN ZORLAMADIM ONU DEMEYE ÇALIŞIYORUM, BURADA HAYATİ VE HATTA KRİTİK OLAN NOKTA BU ANLIYOR MUSUNUZ????
*beynini susturur ve yazmaya geri döner*
bu “buluşmayı kim ayarladı” meselesi önemli çünkü daha önce reddedildiğim ve duvara tosladığım zamanlarda hep buluşmayı zorlayan taraf bendim. neyse.
sonuç olarak, buluştuk. 8 saat falan bir aradaydık. eğer saat gece yarısına yaklaşmasaydı ve istanbul’un taş devrinden kalma metro düzeni biz şehir külkedilerini eve dönmeye mecbur kılmasaydı daha dururdum da ben. o ne düşündü bilmiyorum. ama muhteşem bir 8 saatti benim için. onunla konuşurken çok eğleniyorum. konuşma takılıp kaldığında bile sıkılmıyorum. bazı açılardan aynaya bakar gibi hissediyorum, bazı açılardan da hayran olduğum, güzel bir portreye bakar gibi. (bunu düşünsel anlamda söyledim, fiziksel değil. asıl önemsediğim kısım düşünsel. ama fiziksel olarak da inanılmaz çekici bi insan. öhöm, shut up brain.)
neyse, flörtleşmenin yanından geçen anlar oldu, bazı iltifat anları. daha fazlasına gidebilecek anlar. bilmiyorum. geçen buluşmadaki davranışlarımın onu rahatsız etmediğini ve ortada gerçek bir friendzonelanma durumu olmadığını anladım en azından. ama bu kez aynı duruma düşmemek için kendimi geride tuttum, soğuk davrandım biraz birkaç anda. sonrasında hep böyle yapmadıklarından pişman oluyor insan. yine öyle oldu. belki de fırsatı yakalamışken kaçırmamalıydım.
her neyse. hala bana karşı ne hissediyor bilmiyorum. hangi koşulda olursa olsun sanırım onun için değerliyim ve o da benim için değerli. bu yeterli olmalı. zaten şu anda ne yapıyorum ki bu durumu kimsenin okumayacağı bir tumblr bloguna yazarak.
bugün aladdin’i izleyeceğim. bakalım nasıl geçecek!
pff. i should have kissed him.
1 note
·
View note
Text
08.05.19 - karabasan and other stuff
geçen hafta (dönemin sonu geldiği için zaman algım yok olmuş durumda) hayatımın ilk karabasanını gördüm. gerçi çocukken de görüyordum sanırım ama onları hatırlamıyorum. bu çok netti. korkunçtu. hayatımın en travmatik anısını gördüm, her zaman görmekten korktuğum şeyi. bu kabusu görmekten korktuğum için iki üç yıl önce uyuyamamaya başlamıştım. o zamanlar hiç görmüyordum gerçi, ama görmek istemedikçe aklıma geliyordu ve on saat onu aklımdan çıkarmaya çalışarak dönüp duruyordum. çocukluk anıları korkunç olabiliyor.
o karabasanda kendimi gördüm. yıllar yıllar öncesinden, bir çocuk olarak. dışarıdan. anılarımın tamamen silinmiş bir kısmı gibiydi (travma yüzünden olmalı) ama kendimi o yaşlarda hissettim. bir şeylerin çok, çok yanlış gittiğini hissediyordum. beynimdeki çiğ, ham, ama saf ve sağlam bir kısım, hiç ulaşamadığım bir kısım, o farkındalık anını hep saklamış ve o anda ortaya çıkarmış gibiydi. bağırdım rüyamda. uyanmaya zorladım kendimi. oda arkadaşlarım var, odada yalnız değili,m, güvendeyim, onlara seslenmeliyim diye düşündüm. çığlık duydum rüyamda. uyandığımda ağzım açıktı, sessizce çığlık atıyordum, gırtlağımın en tizine yakın yerinden sanki. boğazımı zorluyordum çığlık atmaya çalışarak. hırıltımsı sesler çıkarmış olabilirim onu atmaya çalışırken. kimse fark etmedi. kimse uyanmadı. uyanmadıkları için mutluyum, kabusumu anlatamazdım onlara. ama orada olmaları iyiydi. tek başıma olsaydım delirebilirdim. 3 yaşındaki deli bir çocuğa dönecektim belki de, çiğ ve pürüzlü çığlıklar atan bir çocuk.
ödev yapmalıyım. yarın sunumum var. ama ben ne yapıyorum? hoşlandığım beyefendinin instagramına bakıyorum tabii ki. yeni bir fotoda etiketlenmiş. grup fotosu. etrafında insanlar var. (ben aklına gelmezken aklına gelen insanlar). evet kıskanıyorum çünkü ben kıskanç ve (şu anda) güvensiz biriyim. ne yani böyle olduğumu da kabul etmeyecek miydim? kendime güvenli olsaydım öfke duymazdım şu an.
ne garip, birkaç saat önce onun aslında bana karşı içten duyguları olduğunu ama dışarı farklı şeyler gösterdiğini düşünüyordum. bir kabuk taşıdığını falan. şimdi böğğ diyorum içimden, kendime. overthinking yapacağına ödevini yap şapşal kızcağızım diyorum. o sunum kendisini sunmayacak diyorum.
bu gece sabahlayacağım herhalde. neyse en azından karabasan olmaz.
see you bro.
0 notes
Text
01.05.2019 - queen of overthinking
selam. (edit: şimdi burada bir sürü tense uyuşmazlığı var, bi cümleden diğerine zaman değiştirmişim. anlatım bozukluğu falan filan her neyse. kafamdan geçtiği gibi yazıyorum. bilinç akışı diyelim)
geçen cuma günü yıllardır görüşmediğim bir arkadaşımla buluştum. buluşmamızdan önce ben onu bekler ve boş boş dolaşırken gördüğüm bir kadının bez çantası ilgimi çekti. üzerinde queen of overthinking yazıyordu. “klişe” diye düşündüm. “corny” dedim içimden. “woww beni çok iyi anlatıyor” diye bir düşünce geçti aklımdan.
elbette o anda gözümün önünde bir sahne belirdi. ben, grace kelly soğukluğunda ve zarafetinde bir kraliçe, upuzun bir salonda yürüyorum. (elbette öncesinde spiral bir merdivenden iniyorum.) üzerimde kolları dantelli, eteği birkaç kilometrelik bir elbise var, ben mağrur ve güzelim, adımlarım bir perinin dokunuşu kadar hafif, önüme çiçekler döken ve bana bir yarı tanrıçaymışım gibi bakan tebaamı sevgi dolu gözlerle süzüyorum ve tahtıma ulaşıyorum. biri, karmakarışık düşüncelerden oluşan bir tacı başıma takıyor. taç, foster’ın hayali dostlar mekanındaki tam olmamış hayali arkadaşlara benziyor, tıpkı bir scribble gibi. (overthinking’i daha iyi tasvir edemezdim elbette.) “LONG LIVE THE QUEEN!” diye bağırıyor birisi. sonra trompetler, kulak yakan davullar, kemanlar, koca bir orkestra, bir bando takımı...
ama sonra ne oluyor biliyor musunuz? gerçek dünya suratıma tokat atıyor. ÇÜNKÜ MEĞERSEM ÇANTANIN ÜZERİNDE QUEEN OF EVERYTHING YAZIYORMUŞ VE BEN DALGIN BİR İNSAN OLDUĞUM İÇİN YANLIŞ OKUMUŞUM. EVET. o anda low self esteem’im canımı acıttı. çünkü queen of everything ile relate edemiyorum. bunu bir bez çantanın üzerine yazacak cornylik ve özgüven seviyesi gözümü korkutuyor. ben ve bunu yapan insan, ikimiz birden nasıl aynı anda var olabiliriz? insanoğlunun özgüven seviyesi nasıl bu kadar geniş bir range’e sahip olabilir? falan filan.
neyse, konu bu değil. çünkü aslında o gün buluştuğum arkadaşımdan hoşlanıyordum ve çok pis friendzonelandım. queen of friendzone bile diyebilirim yani şu an kendime. içimi dökmem gerektiğini hissettim ve kendimi tumblr’da buldum. bok vardı çünkü, evet.
neden yine bu başıma geldi? niye hep başıma gelip duruyor?
ay tabii ki low self esteem’in yüzünden, şapşal. kendini erkeklerin üzerine atıyorsun beni sev diye. arkadaşlıklarını mahvediyorsun. bok var çünkü, evet. böyle de cevabını bildiğin sorular soruyorsun sonra kendine.
ama çok pis düştüm. öyle böyle değil. ilk buluşmamızda oldu: önce onu gördüm. fark ettim ki aradan geçen 8 yıl içinde büyümüş ve benden bir baş uzamış. o 8 yıl içerisinde onu bu şekilde hayal etmediğim için şoke edici oldu elbette. (uzun boylu insanlar zaafım var çünkü genelde benden uzun erkekler sosyal çevremde bulunmuyor)
sonrasında bi baktım oturuyoruz. konuşuyorduk ve her şey çok güzel gidiyordu. en sevdiğim kitap serisini düşündüm o sırada. “heyy, bundan konunun bir yerinde bahsetmeliyim” dedim. “kesin sever” falan dedim içimden.
bunu düşünmemden birkaç dakika sonra çocuk “en son şu kitabı okudum” diye başladı ve aynı serinin adını söyledi. EVET. en sevdiğim seri. alıntı falan yaptı kitaptan. oha noluyoruz dedim. tepetaklak yuvarlanan kalbimi hissettim.
sonra da yürürken hava soğuk diye kolunu omzuma attı.
yapma bunu. friendzonelayacağın insana yapma. çok ayıp. NİYE YAPTIN Kİ :( ŞU ANDA KALBİM KIRIK İŞTE.
sonsuza dek yalnız bir cat lady olacağım sanırım. tabii ki önce kendimi sevmeyi öğrenmezsem.
“how could i love you, right? / you know i didn’t love myself.” böyle bi şarkı var. sanırım çok unpopular o yüzden sözlerini internette bulamıyorum. sözleirn bazı kısımlarını anlamadığım için bu durum çok üzücü.
bu üzücü. evet. bu da trajikomik inside joke’um olsun. ANLAYAMAZSINIZ :(
see you.
1 note
·
View note