Text
söküp atamadıklarımız
Bir masa örtüsü düşünün. Büyük bir masa örtüsü, hani geniş bir grup insan akşam yemeği yemek istemiş, bu örtüyü kullanmışlar.
Bu örtü çok fazla şey görmüş. Kahkahalar, gizli kaş göz işaretleri, masa altından çocuğuna çimdik atanlar, bardak altlığı kullanmayanlar, biri salataya uzanırken kaşığı titrettiği için örtüye damlayan sos...
Eh, tabii ki her yemeğin bir de sonu var. Akşam geceye dönmüşken bazıları memnun, bazıları değil, bazılarıysa hala salatayı düşünüyor. Biri ise tuvaleti kullanmak için izin almak üzere.
Misafirler uğurlanıyor.
Geriye aile kalıyor.
Biri örtüdeki tabakları mutfağa götürüyor. Biri bulaşıkları yıkamaya başlıyor. Biri ise masa örtüsünü içine katlıyor.
O sona kalan kişi balkona çıkıyor. Akşam olmuş, havada bir serinlik var. Rüzgar insanın yüzüne çarpıyor.
Örtüyü aşağıya sarkıtıp silkelemeye başlıyor. Bazı kırıntıların döküldüğünü göremese de hissediyor. Örtüyü tekrar toplayarak eline alıyor. Lekeler oldukları yerde duruyor. Çamaşır makinesine atıyor örtüyü.
Herkes işini bitiriyor. Biri makineden örtüyü çıkarıyor, asıyor, kurumaya bırakıyor.
Sabah oluyor.
Örtü kuru. Örtü lekesiz. Ama nedense, örtü kimseye temiz gelmiyor.
Tekrar silkeliyorlar balkonda. Tekrar yıkıyorlar, tekrar asıyorlar.
Nafile.
Hiçbir şekilde örtü eskisi gibi temiz değil.
Aile örtüyü atmayı düşünüyor. Ama kimsenin eli varmıyor.
Sonunda örtüyü katlayıp ait olduğu yere koyuyorlar.
Bir şeyler yanlış.
Bir şeyler doğru.
Herkesin içinde bir solucan kıvrılmakta.
“Örtüsüzlükten iyidir”, diye düşünüyorlar. Bu örtü, onların bir parçası olmuş durumda.
Silkeleseler de,
yıkasalar da,
çamaşır suyunda bekletseler de,
Örtü aynı örtü değil.
Ama vazgeçemiyorlar.
-
Bazı örtüleri... atamayız.
Bize belki de zarar verir bu. Belki de doğru olan düşünmeden çöpe atmaktır onları.
Ama biliriz ki her şeyin sonunda,
geriye sadece onlar kalacaktır.
#rbyane#rbyaneparça#postlar#postlarım#deneme#deneme yazısı#edebiyat#yazı#kısa yazı#düşüncelerim#solucan#örtü#misafirlik
6 notes
·
View notes
Text
ilkbahar, sonbahar
Güneş arabanın içini ısıtmış. Arabanın kapısını açıyorsun, yüzüne bir sıcak hava dalgası vuruyor. İçeri girmeden önce arabayı havalandırmak gerek. Girince de hemen klimayı açmak. Sonra da bir iç çekiş, bir söylenme:
“Kış gelse de bu sıcaklar bitse.”
Yanında biri var. Kim olduğu önemli değil. Bir arkadaş. Bir aile ferdi. Bir misafir. Biri. Cevabı hazır biri.
“İnsan yazın kışı, kışın yazı özlüyor.”
Gözlerini deviriyorsun. Çünkü yaza kızgınlığın hâlâ sürüyor. Bu klima da bir türlü etkisini gösteremedi. Benzin de azalmış. Klimayı uzun süre açık tutmak zor. Bari rüzgar olsa da camları açabilsek.
“Ben hep kışı severim. Üşürken de kışı severim.”
“En iyisi ilkbahar.”
“Hayır sonbahar.”
Bu konuşmayı kaç kere, kaç farklı kişiyle yaptın, söylesene?
“Hepsinin yeri ayrı güzel diyelim o zaman.”
“Öyle olsun.”
Klima hâlâ açık. Üşümeye başlıyorsun. Terlemekten iyidir değil mi? En iyisi ortası.
Maalesef hayat bize seçimler yaparken ne bir ilkbahar, ne bir sonbahar sunuyor. Karar verdikten, ok yaydan çıktıktan sonra seçimlerin sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyorsun. Bazen iyi, bazen kötü. Ama bir ara mevsim değil. Geri vites ise en son çocukluğunda çalışıyordu. Şimdi bozuk.
Benzin ışığı yanmaya başladı. Klimayı kapatıyorsun. Beş dakikalığına, araba ne çok soğuk, ne çok sıcak. İdeal. Ama daha zevkini bile çıkaramadan, vücudunu tekrar ateş basmaya başlıyor.
#rbyaneparça#rbyane#mevsim#mevsimler#postlar#postlarım#deneme#deneme yazısı#ilkbahar#sonbahar#edebiyat#yazı#kısa yazı#yazılarım#düşünce
1 note
·
View note
Text
moment
Bir şarkı.
Güneşin perde arasından süzülüp aynada yansıyışı.
Saat 11′de uyanıp mutfağa gittiğimde burnuma gelen kızarmış ekmek kokusu.
Bir dizi.
Bir söz.
Yatakta otururken bağdaş kurmak.
Yıldızlara bakmak.
Meyve salatası.
Bu, nostalji gibi bir duygu değil. Bu, o zamanlardan kalan o küçücük parçaları kaybetmenin verdiği korku. Anlar, irdelendikçe gerçek hallerini kaybederler. Anlarımı kaybetmek istemiyorum. Anlarımın bana verdiği hissi de kaybetmek istemiyorum. Çünkü o zamanlardan bana kalan tek şey, bu küçük anlar.
Yavaş yavaş unuttuğumu hissediyorum, insanların yüzünü.
Neden en çok değer verdiklerimiz en kırılgan olanlardır?
#an#yazı#yazılar#postlar#parça#parçam#deneme#deneme yazısı#rbyaneparça#rbyane#yazım#nostalgic#nostalji#günlük#anılar
1 note
·
View note
Text
alıntı üzerine bir deneme
“Başlangıçlar hep böyledir. Bir dakika her şey var, bir sonraki dakika ise her şey kaybolmuş.”
Bir yılın, bir dönemin, bir yaşamın bile bu alıntıya sıkıştırılabilmesi beni hep etkilemiştir. O iki dakika arasındaki geçişe dünyaların sığdırılabildiğini görmek, belki de olanların önemsizliğini göstermektedir, özellikle de hepsi kaybolmaya mahkumsa.
Nedeni bu mudur acaba, her mutluluğun bizi biraz olsun korkutmasının, sonuçta, vardır ya bir teori, hani zamanı büken, “olanları” ve “olacakları” benliğimizdeki her atomumuzla hissettiğimizi söyleyen... Belki de içte içe biliyoruzdur, o başlangıçtaki görkem elimizden kayıp gidecektir eninde sonunda, hem de dışarıdan bakıldığında, göz açıp kapayıncaya kadar.
Kısa bir süreliğine çiseleyen yağmur gibidir bu “her şey”, bir an ıslatır kaldırımlarını şehir sokaklarının, öbür ansa şıp diye duruverir, kaldırımlar ise hemen kurur, sanki o yağmur hiç çiselememişçesine... Hem bu yağmurun bitkilere bir faydası da olmaz, yani, anlarız ki, aslında o anın “her şey”i etkisiz elemandır, sıfırdır, “her şey” olduğu kadar da yoktur.
O zaman başlamaya ne gerek var diye düşünebilir insan, fakat, bu insan, aynı zamanda hayatın zorluklarına, onu bekleyen sorunlarına rağmen yaşamaya, her gün yeni “her şeyler”e başlamaya, ve dolayısıyla kaybetmeye devam eder. Çünkü belki de insan başlamaktan değil de, başlayamamaktan, anın içinde olamamaktan çekinir. Şey gibidir bu, mesela, sakın basmayın denen butona yine de basmak gibidir, başlayamamanın verdiği korkudur.
Peki neden başlayamamaktan korkar insan? Belki de esas korktukları başlayamamak da değildir ama, başlayamadıklarında her zaman kafalarında dolanacak şüpheler, “ya deneseydim”lerdir, sonuçta herkes kendi zihninin kaptanı olmak ister, yan düşüncelerin onları şüpheye düşürmesine, rahatsız etmesine izin vermek istemez. Belki de doğal bir savunma mekanizmasıdır başlamak.
Anlayacağınız o cesurlara yakıştırılan ‘başlamak’ eylemi aslında, doğal bir savunma mekanizmasından ibarettir. Çünkü en korkunç tehdit, yapılmazsa başına neler geleceğinin ucunu açıkta bırakan, insanı deliye çevirircesine düşünmeye iten tehdittir.
#yazılarım#yazı#parça#parçam#yazıparçası#deneme#denemeler#denemem#benimyazım#yazıparçalarım#denemelerim#rbyane#rbyaneparça#yazım#başlamak#murakami#harukimurakami#alıntı#murakamiquote#murakamialıntı#herşey
3 notes
·
View notes
Text
kâbus - le cochemar
Nefes nefese kalktım yatağımdan gecenin bir yarısında. Hayatımda ilk defa başıma böyle bir olay geliyordu. Daha önce hiç böyle korktuğumu, gözümden böyle akıl almaz görüntülerin geçtiğini hatırlamıyordum. Titreyen ellerimle, yatağımın kenarındaki lamba sehpasından destek alarak, yavaşça ayağa kalktım ve kalkar kalmaz biraz sendeledim, odaya neredeyse görünmeyecek kadar cılız bir ışık yayan, bu yüzden belki de atmam gereken, fakat yine de artık alıştığım için işe yaradığını düşündüğüm lambayı, kablosuna takılan ayağımla kapatmak üzereydim. Fakat kendimi duvara yasladım ve bu kazadan kendimi de, zavallı lambayı da son anda kurtardım. Derin nefesler almaya çalıştım. İşe yaramıyordu. Sürekli gözüme o dudak uçuklatacak derecede gerçekçi görüntüler geliyor, sanki görüşümü tamamen kapatıyorlardı. Gözlerimi hızlıca kırpıştırdım. Birkaç saniyeliğine cılız-ama işe yarayan- ışığımın alışılmadık bir biçimde gözüme parlayışını hissettim fakat nefes almanın eşiğinde iken tekrar görüşüm dehşet sahneleriyle kaplandı.
Bu, insanların “kâbus” dediği illet olmalıydı. Tüm hayatım boyunca, bir kere bile kötü rüya görmemiştim. Etrafımdakilerin, bilinç altlarının bir oyunuymuşçasına eğip bükerek oluşturduğu korku hikayelerini anlatışlarına birçok kez şahit olmuştum. Fakat hiç biri, daha demin zihnimin bana kahkahalar atarak sunduğu senaryodan daha vurucu değildi. Hayır, bir hayalet yoktu görüntülerimde, bir seri katil de yoktu, sevdiklerimden biri de kaçırılmıyordu. Benim gördüğüm, bambaşka bir dünyaydı, hayır, evrendi. Bir gezegenin bu kadar farklı olması ancak bu şekilde açıklanabilirdi.
Topluluklar görmüştüm; gözlerini hiddet ve kin, vücutlarını pankartlar sarmış. Hepsi aynı adı haykırıyorlar, onlardan olmayanlara, ağza alınmayacak iftiralar atıyorlardı. İftiralar… Böyle bir kelimenin varlığını bile kâbusum aracılığıyla öğrenmiştim, ne olduğunu açıklayamıyor, fakat kalbimin derinliklerinde bu kelimenin iletisini hissedebiliyordum.
Evler görmüştüm, delik deşik olmuş; şehirler görmüştüm, donmuş kalabalıklar içinde yapayalnız kalmış; okullar görmüştüm, çocukları yanlış fırınlarda, yanlış hamur kaplarına sokan… Ama beni böyle nefes nefese bırakan, gözlerimi kör eden görüntü ise o puslu grilikti. Hiç öğrenmeye gerek duymadığımız bir kelimeydi gri benim dünyamda, kullanışsızdı, kimsenin yüzüne bile bakmayacağı bir illetti. Anlayamıyordum, neden o sanki nefes alırmışçasına gerçekçi olduğu için beni bile şüpheye düşüren dünyada grinin bu kadar sevildiğini. Her yerin, her nefesin, her lafın üstü bir grilik ile örtülmüştü, sanki birileri hep bir şeyler saklıyormuş, bir işler çeviriyormuşçasına…
Bilinmezliğin düşüncesi beni titretmeye yetmişti. O perde görevi taşıyan grinin altında gelişen olayların esrarı fazla yabancıydı benim dünyama, fakat yine de, kaçmak yerine, bu el altından işlenen çamurlu su oyunlarına bir ışık tutmak istemiştim.
Acaba o cılız ışıklı lamba bana yardım edebilir miydi?
-Rbyane
#yazılarım#yazı#parça#parçam#benimyazım#deneme#yazıparçalarım#rbyane#rbyaneparça#yazım#yazıparçası#denemem#gri#kabus#kâbus#uyku
2 notes
·
View notes
Text
ferah kapan - je brûle comme ça
Güzel koktuğumu söylerler genelde. Evlere, odalara girişim insanlara bir ferahlık verir, temiz hissettirir. Fakat bazıları için, kokum fazla klişedir, akıllarına yaşlı teyzelerden başkasını getirmez. Fakat ben, insanların benim hakkımda ne düşündüğünü değil, beni nasıl kullandıklarını önemserim. Mesela, banyoda havlu komşumdur, biraz yüksek sesle konuşursam şampuan beni anlar ve diş fırçası hep yakınmakta olduğu için aramızda mesafe olsa bile onu duymak kolaydır. Onlara bakınca kendimi şanslı hissederim (hissetmeliymişim), sonuçta tek yaptığım yumuşak havlular arasında oturup koku yaymaktır. Ne kirli yüzlerine, ne de kirli ağızlarına değerim insanların, komşularımın aksine.
Zaten bu yüzden beni pek sevmezler banyodaki komşularım. Açıkçası, hurçlarda duran, mevsimine göre kışlık veya yazlık kıyafetlerle, ya da çarşaflarla daha iyi anlaşırım. Onların da görevleri olsa bile yıkanır, özenle katlanırlar. Ayrıca benim kokumun keyfini çıkarmak için zamanları da olur. Yine de, arada bir insanların işi düştüğünde kullanılmaları gerektiğinde bana dik bakışlar attıkları olur.
Anlayacağınız, herkes lavanta olmak kolay sanar. Otur yerinde, hiçbir iş yapma, ancak koku sal. Fakat hiçbiri bilmez o eşyaların bir zamanlar bir canlı olmanın ne demek olduğunu. Şarkılar söyleyen, nektarımızı toplayan arılarla sabah sohbeti yapıp, etraftaki lavanta arkadaşlarım ile Güneş'in en iyi açısına tüm gücümüzle uzanmaya çalışmayı. Hiçbiri bilmez yağmur yağdığında köklerinden sapına, oradan da çiçeğine minik damarlarından tırmanan suyun serin akıntısını hissetmeyi tüm vücudunda.
Sonradan kör olanın hali, kör doğandan kötüdür derler. Ben de öyleyim işte. O 'yaşam' denilen, anlatılmaz 'yaşanır' denilen gerçekliğin içinde bulunmuş, ama kaybetmişim. Dün gibi hatırlıyorum beni hoyratça toprağımdan, kökümden ayıran ellerin sapımda bıraktığı acıyı. Sonra beni tülbent beze sarıp bir zamanlar dostum sandığım Güneş'in altına serip canımdan can alışını.
En büyük ceza bana verilmiş ama komşularımın haberi yok. Bu cansız varlıkların bir o kadar ruhsuz yakınmalarını dinlemek üzere kapatılmışım bir çekmeceye, gözüm ne Güneş görüyor artık, ne de arı.
Ben altın kafeste bir bülbül, ipekler içinde bir kaplan... Başkalarının cennetinde alev alan bir lavanta.
#yazılarım#yazı#parça#parçam#yazıparçalarım#rbyaneparça#yazım#yazıparçası#rbyane#ateş#lavanta#bülbül#kafes#güneş#arı#kaplan
0 notes
Text
sonuçta ben - la vérité
Yağmurlu günlerde nedense içimdeki bir dürtü hep beni dışarı çıkmaya itmiştir. Öyle günlerde sokaklarda sanki kayar gibi gezer, daha rahat nefes alır ve cildim de biraz düzelirdi. İnsanların aksine yağmur; bende evde, bir yorganın altında uzanıp üzücü bir film izlerken yudumlanan çayın düşlerini çağrıştırmaz. Zaten sürekli kapana kısılıyımdır bir yerlerde; ya evimde, ya bir binada, ya da başka bir binaya giderken tamamlamam gereken sorumlulukları düşündüğüm endişeli hayal dünyamda...
En çok da yağmurun şu hafiften durulmaya başladığı anları severim. Sokaklar hem yağmurun, hem de insanların gümbürdeyen ayak seslerinden biraz olsun arınmış olur fakat o ıslaklık, asfaltta yerini korur, cildimi yumuşatmaya da devam eder. Huzurlu, yavaş hareketlerle ilerlerim dar sokaklarda, önüme biri çıkacak korkusundan arınmış bir halde...
Tıpkı bu gün gibi. Bu gün de, yağmurun yere düşüş seslerini duyduğum gibi dışarıya fırlamıştım inimden, fakında bile olmadan. Doğal bir dürtüydü bu, sanki bedenim bana yağmur yağdığında dışarıya çıkmamı, bunun benim için iyi olduğunu söylemeye çalışıyordu. Haklıydı da. Sokaklarda kaymış; egzoz kokusuyla dolup taşmış şehrin biraz olsun temizlenmiş, ıslak toprak kokusu karışmış havasını içime çekmiştim.
Fakat sonra, yağmur hafiften durulmaya başlamış, ıslanmadan ıslak toprak kokusunu içine çekip sakin yürüyüşler yapmak isteyen insanların yerde inleyen ayak sesleri çoğaldıkça çoğalmıştı. Bu ayak sesleri sakin sohbetlerine eşlik ediyor; ya konuştukları kişiye, ya da dinlediği müziğe dikkat veren, etrafına pek de bakmayan insanları benim için biraz tehlikeli kılmaya başlıyordu. Belki de eve gitme zamanım gelmişti.
Yalnız, henüz gidemezdim. Sokağın tam ortasındaydım, burada durmak tehlikeli olabilirdi. Karşıya asfaltın üzerinde kalmış ıslaklıktan yararlanarak olabildiğince hızlıca kayarak geçmeli ve inime saklanmalıydım.
Tıpkı o dikkatini sohbetine, müziğine vermiş insanlar gibi ben de dikkatimi karşıya geçmeye vermiştim. Az kalmıştı, biraz daha iteklersem kendimi, hele şu su birikintisini de hızlıca atlarsam, varacaktım kaldırımın köşesindeki oyuğa. Emindim, bana "yavaş" diyen herkese benim de istediğimde hızlı ve çevik olabileceğimi kanıtlayacaktım.
Fakat yolumun ne kadar kaldığını, ne kadar hızlı gidersem oraya zamanında ulaşabileceğimi tam olarak hesaplamak için kafamı tekrar kaldırdığımda gökyüzümü kapatan o saliselik karanlığı görmem, tüm planlarımdan vaz geçmem için yetmişti.
Kahverengi, deri bir ayakkabıydı evimi, hedeflerimi yıkan. Açıkçası, bunu oldukça komik bulmuştum, hayır, bunu değil, kendimi komik bulmuştum.
Sonuçta ben sadece bir sümüklü böcektim; doğal dürtüsünün bile ihanet edebileceği kadar değersiz, hayaller kurabilecek kadar kendinden habersiz...
#yazılarım#yazı#parça#yazıparçası#rbyaneparça#rbyane#sümüklüböcek#salyangoz#yağmur#ezilmek#toprakkokusu
1 note
·
View note
Text
Ayna
Bu gece, geç yatmak istedim
Filmi açtım, yatağa yattım.
Saatler birbirini kovaladı
Sonunda ikiyi on geçe yakalandı
Doğruldum su içmek için
Galiba saatler koşarken yoruldum,
Boğazım yandı.
Doğrulunca, aynada yansımamı gördüm
Kendimi tanıyamadım
Bir anlığına dünyam aynadan kayıp düştü
Sanırım bugün dünyam da kovalandı.
-Rbyane
1 note
·
View note
Text
Cızırtı
Sessiz dalgalar kulaklarıma vuruyor
Ve ben televizyon cızırtısını özlüyorum
Bu gece ne soğuk ne de sıcak
Tam ortada, biraz sıkılgan
Biraz sıradan, biraz yontulmuş.
Kulaklarım dolanıyor evde,
Havanın korkutup kaçırdığı yaşam belirtisini arıyor
Fakat tek bulabildikleri arsız sessizlik
Gün ışığının sesini andıran,
Dalgalarını kulağına vuran sessizlik.
Sonra televizyon bozuluyor
Ben de suratımı asıyorum
Cızırtıları özlüyorum
Cızırtılardan nefret ediyorum.
-Rbyane
0 notes