Tumgik
sekizbucuk · 10 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
5K notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Link
Artistic expression is an assertion of individuality, and all artists compose their work differently. In the case of filmmaking, there are numerous approaches to translating a story to celluloid. I...
1 note · View note
sekizbucuk · 10 years
Text
8 ½ Women (1999)
9 Songs (2004)
About Cherry (2012)
American Beauty (1999)
Cashback (2006)
Diario de una ninfómana (2008)
Gradiva (C'est Gradiva qui vous appelle) (2006)
Henry & June (1990)
Intimacy (2001)
Nine 1/2 Weeks (1986)
Las edades de Lulú (1990)
Lie With Me (2005)
Q (2011)
Secretary (2002)
Shame (2011)
Sleeping Beauty (2011)
Ultimo tango a Parigi (1972)
Temayı anlamışsınızdır sanırım.
9 notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Photo
Alexandra Aja imzalı Daniel Radcliffe'in başrolünde oynadığı yeni filmimiz; Horns.
Ben bu çocuğu hala Harry Potter olarak görüyorum gerçi ya. Neyse en azından boynuzlar boyunu uzun göstermiştir çocukcağızın.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
53 notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Photo
Behind the scenes of Adrien Lyne’s, Lolita, 1997.
Tumblr media Tumblr media
4K notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
12K notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Photo
Hans Hillmann'ın Rashomon (Akira Kurosawa, 1950) için yaptığı poster.
Tumblr media
1K notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Video
vimeo
Stanley Kubricks Boxes
Kubrick'in filmleri nasıl yaptığıyla alakalı bir belgesel değil bu. Daha çok Kubrick'in filmlerini çekmeden önceki planlama sürecine tanık oluyoruz.
Kısa bir belgesel, ama eğlenceli. Kubrick'in filmlerinin neden birer başyapıt niteliğinde olduğunu açıklıyor. Gibi. En azından adamın ince eleyip sık dokuma huyunu takdir ediyorsun.
Mesela, otuz bin mekan bakılmış Eyes Wide Shut'ın çekileceği mekan için.
3 notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Photo
Salvador Dalí tarafından Alfred Hitchcock imzalı Spellbound (1945) filmi için tasarlanmış rüya sahnesi.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
9K notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Video
youtube
Dark Horse (2005)
Hikaye, Danimarka’da geçiyor ve hayatla dalga geçer şekilde yaşayan, üstelik bunu bile bile yapmayan Daniel’in hikâyesini anlatıyor. Film, Daniel’in dört yıldır vergi ödemediğini öğrenmemizle başlıyor ve nasıl bir genç olduğunu (sorumsuz ama eğlenceli) az çok orada anlıyoruz. Başrollerde pastanede çalışan Franc, herkesin "Dede" dediği Roger, Franc’in annesi ve Daniel’in Dede’nin sığamadığı kadar minicik arabası var. Böyle eğlenceli bir kadrodan beklendiği kadar eğlenceli bir film mi var peki karşımızda şimdi?
“Albino Noi”yi izlediyseniz -ki izlememişsinizdir- “hayır elbette yok”u yapıştırmışsınızdır zaten. Filmimiz, bir aşk hikâyesini anlatan bir komedi ama siyah beyaz kısmı sadece renklerle sınırlı kalmamış. Dede, mesleğini yapıp sessiz sedasız hayatını yaşamak, bu arada hakem olmak isterken Daniel’e göre kız arkadaşlarına jest yapmak isteyen çocukların paralarını alıp duvarlara şahane resimler çizmek, arada bir de polis tarafından basılmak, bu arada orta yaş bunalımının dibine düşmüş bir yargıç tarafından yargılanmak daha heyecanlı bir hayat. Kirasını ödeyecek para bulduğu sürece onun için sorun yok. Toplumun gözünde tam bir “umutsuz vaka” yani. Franc da az buz değil. Üstelik hem Dede hem de Daniel Franc’a aşık. Roger’a aşık olduğunu söylese de o sırada kafasının pek yerinde olmadığını ve aslında tam da Daniel’in kız versiyonu olduğunu düşünürsek neyin ne olacağı çok da gizli saklı değil. Zaten asıl eğlence neyin ne olacağında değil, nasıl olacağında saklı gibi.
İyi hoş bir film de, bir şeyler yanlış sanki. Bittiğinde ağzınızda tatlı bir tat bırakıyor ancak bir Albino Noi kadar güzel değil.
2 notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Photo
Simón del desierto (1965)
Bu filmle ilgili aynı şeyi duyacaksınız hep, hani denk gelirse: "filmin anakronik sonu"
O da züppece şey demek, zaman kayması gibi birşey. Bir anda dördüncü yüzyıldan altmışların disko müziğine geçişi böyle açıklıyor uzmanlar. Tabii bence yönetmenin bok yemesi. Adama filmi kısa kes demişler, o da böyle yapmış.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Video
vimeo
One Man’s Loss Directors: Philip Sansom / UK/ 2013/ 9 minutes Starring: Hande Kodja, Tracy Feith and Jeremy Mitchell
Aynı daha önce yayınladığımız "The Black Hole"daki gibi, bu kısa filmde de karma konusunun işlendiğini görüyoruz.
0 notes
sekizbucuk · 10 years
Video
youtube
The Edukators (2004)
Gençlik filmi izlemişliğimiz çoktur. Muhalif film izlemişliğimiz de vardır, yani umarım. Lakin devrimci muhalif gençlik filmi izledim mi hatırlayamadım. Avrupa'daki film festivallerinden bol bol ödülle dönen Eğitmenler ("The Edukators" ya da "Die Fetten Jahre sind vorbei"), Amerikan filmlerinden sıyrılacak kadar gözü açılmış ama festival filmi ağırlığını kaldıracak kadar yol almamış, aydınlanma yolundaki genç sinemaseverler için son derece önemli bir film. Yani ben, katilorospular. Yalnız url'yi böyle kullanınca pek saçma oluyormuş. Neyse.
Filmin konusuna gelecek olursak;
-ama öncesinde mübarek spoiler uyarısı-
Bir çift aktivist genç, varlıklı insanların evlerine gizlice girmeleriyle ünlenmeye başlamıştır. Alelade hırsızlar ünlenmez elbette. Peki bizimkiler nasıl ün yapıyorlar? Eğitmenler'in farkı, girdikleri evi yağmalamak yerine sadece mobilyaların yerlerini değiştirmek, müzik setlerini buzdolabına saklamak gibi yaratıcı dekorasyon işlerine girişmeleridir. Vandalizm ile pasif direniş arası bir şeyler. Sonuçta gerçek bir zarar yok, ufak bir rahatsızlık var.
Eğitmenler, her işlerine "Varlık dolu günlerinizin sonu gelecek" yazılı bir not bırakarak imzalarını atarlar. Hiçbir şey çalmazlar, hiç kimseyi incitmezler, sadece ufak, ya da tamam büyük, bir rahatsızlık verirler.
Tumblr media
Bu arada Jule, çok zengin bir adamın lüks otomobiline çarpıp altına girdiği 100.000 Euro'luk borcu ödeyebilmek için gece gündüz çalışan zavallı bir kızcağızdır. Kirasını ödeyemediği için evinden çıkarılır ve erkek arkadaşı Peter ile ev arkadaşı Jan'ın yanına taşınır. Peter'ın tek başına çıktığı bir tatil ve Jan'ın Jul'e olan platonik aşkı sonucu Jule, Eğitmenler'in Peter ve Jan olduğunu öğrenir. Jule, Jan'ı borcu olduğu Hardenberg'in evine girmeye ikna eder, ancak yakalanırlar. Haneye tecavüz suçu birden adam kaçırmaya dönüşür. Peki Hardenberg'e ne yapacaklardır? Yeter bu kadar konu. Gerisini izleyin be.
"Edukators", 11 yıl aradan sonra Cannes'da yarışmaya kabul edilen ilk Alman filmi. İstediğini yapan, istediği yönde gelişen, hisli ve eğlenceli bir film olduğundan olsa gerek. Tabii sadece eğlenceli bir "yetişkinliğe adım atan gençler filmi" olarak düşünmek, elimizdeki malzemeyi çok çok hafife almak olur. Ütopik hale gelmiş bir düşüncenin peşinde koşan hayalperest insanları da anlatıyor bu film. Globalleşme karşıtı devrim düşüncelerine, bir aşk üçgeni ve kaçırılan Bay Hardenberg'in hikayeye eklediği psikolojik baskı da eklenince kendisini hiç sıkmadan izleten bir film ortaya çıkıyor.
Kapitalizm ve sosyalizm gibi ağır konular, eğlenceli olaylarla iyice dengelenmiş. Bilmemne for Dummies kitapları gibi adeta. Bu muhalif mesajlar, filmin asıl hikayesi üzerine hiç çıkarılmamış, içine yedirtilmiş. Senaryo zaman zaman eğlenceli, zaman zaman duygusal ama sürekli o kadar naif ki bütün karakterlere, hatta Hardenburg'a bile sempati beslemeden edemiyorsun.
-spoiler bitti, bitmediyse de kısmet-
Film, yüksek çözünürlüklü bir dijital kamera ile çekilmiş. Haliyle elde kullanılan kamera, mesela "2 Genç Kız" daki gibi gözünüzü bozmadan, kafi miktarda sürekli hareket ediyor. Bu sürekli hareket, karakterlerin dünyasına girmenize, olaylara onların gözüyle bakabilmenize ve onlarla iletişime girmenize çok yardımcı olmuş. Tabi bu benim için böyleydi. Bazılarına göre oldukça rahatsız edici.
Yönetmen Hans Weingartner, filmi kendi kuşağının politik hayal kırıklıklarından esinlenerek yazdığını söylüyor. İzleyince ne demek istediğini gayet iyi anlıyorsunuz. Üç genç oyuncu da başarılı performanslar çıkarmış. Aralarından Daniel Bruhl, "Good Bye Lenin!" ile gayet iyi tanınıyor.
130 dakika biraz uzun gelebilir, özellikle alışık olmayanlara; ama sonuçta bi üç saatlik Kış Uykusu değil.
0 notes
sekizbucuk · 10 years
Video
vimeo
Beastie Boys - Fight for Your Right (Revisited) Director: Adam Yauch / USA / 2011 / 30 minutes
Beastie Boys'un ünlü Fight For Your Right şarkısını hatırlıyor musunuz? Bu ünlü klibin 25. yılı uğruna Hollywood'un bir çok ünlüsü kamera karşısına geçmiş ve 30 dakikalık bir 'kısa film' ortaya çıkmış.
Yönetmeni Beastie Boys'un üyelerinden Adam Yauch. Hikaye orijinal klibin bittiği yerde başlıyor. Gerisi işte matrak şamata. 
İçindekiler listesi:
Adam Horvitz, Alicia Silverstone, Amy Poehler, Chloë Sevigny, ChTed Danson, Danny McBride, David Cross, Elijah Wood, Jack Black, Jason Schwartzman, John C. Reilly, Kirsten Dunst, Laura Dern, Mary Steenburgen, Maya Rudolph, Mike D, Mike Mills, Milo Ventimiglia, Orlando Bloom, Rainn Wilson, Rashida Jones, Roman CoppolaSeth Rogen, Shannyn Sossamon, Stanley Tucci, Steve Buscemi Adam Scott, Susan Sarandon, Will Arnett, Will Ferrell
1 note · View note
sekizbucuk · 10 years
Video
youtube
Lilja 4-Ever (2002)
Lukas Moodysson imzalı bir film Lilya 4-Ever. Bir cümleyle özetleyecek olursak, film melek yüzlü Lilya’nın kasvetli sokak kenarlarında Rammstein’ın “Mein Herz Brennt” şarkısı ile bocalamasını gösteren ilk sahnesinden çarpıcı sonuna kadar, Rusya’da yaşayan 16 yaşındaki bir genç kızın çaresizliğini anlatıyor.
İsimsiz bir Rus şehrinde, annesinin erkek arkadaşı ile beraber Amerika’ya kaçmasından sonra büyük bir şehirde tek başına kalan Lilya (Oksana Akinshina) etrafında gelişiyor filmimiz.
Terkedilmiş ve ihanete uğramış Lilya, yüzünü çevresinde kalan tek kişi olan Natasha’ya çeviriyor, ancak Natasha’nın (Elina Benenson) ona gösterdiği yol da şiddet ve taciz ile sonlanıyor. Günlerini, tıpkı kendisi gibi gidecek hiçbir yeri olmayan Volodya (Artyom Bogucharsky) ile geçirmeye başlayan Lilya sokaklarda karşılaşılabilecek ne kadar kötülük ve tehlike varsa hepsiyle yüz yüze geliyor. Filmin bir noktasında aşkı ve Rusya’dan kaçış ihtimalini aynı anda bulan Lilya’nın hikayesi, bir mutlu son ihtimali yakalıyorsa da, gerçekliğe geri dönüş fazla uzun sürmüyor.
Filmi ve hissettirdiklerini bu kadarla anlatmak mümkün değil. Defalarca ihanete uğrayan Lilya’nın bunlara anlam verme çabası izleyicileri zorlayan bir deneyime dönüşüyor. Sürükleyici ve iç parçalayıcı senaryosu, Oksana Akinshina’nın gerçekten inanılmaz olan oyunu ve yeteneğini çoktan kanıtlamış Lukas Moodysson’un saf ve doğal film çekme tarzı birleşince izlemekten nefret etmekle hayran kalmak arasında bocaladığınız bir film ortaya çıkıyor.
“Daima Lilya” izleyenleri mutlu edecek bir peri masalı değil. Film Moodysson’un adeti olduğu üzere gerçek yaşamlar ve gerçek olaylarla ilgileniyor.
İzlenmesi oldukça zor. Çünkü fazla gerçek. Hemen arkandaki sokakta benzer bir senaryonun yaşanması o kadar olası ki.
- çok merak ediyorum acaba şurada ne zaman çiçekler, böcekler ve şirin filmlerden bahsedeceğim.
2 notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Photo
Faye Dunaway Chinatown'un (1974) çekimleri sırasında makyajına son rötüşları yaparken.
Tumblr media
2K notes · View notes
sekizbucuk · 10 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Lolita (1962)
"Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum, Lo-Li-Ta; Dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, Üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-Li-Ta"
Quilty: Sizin bir kızınız yok muydu? Çok güzel ismi olan bir kızınız yok muydu? Evet, adı neydi? Çok tatlı, şiir gibi, melodik bir isim... Charlotte: Lo-Li-Ta. Quilty: Lolita, doğru. Lolita, Dolores'in kısaltılmışı. Gözyaşları ve güller.
Bu film için denilenebilecek en basit şey şudur: Nabokov ortayı açmış, Kubrick ise golü atmıştır.
5 notes · View notes