Tumgik
silatonik · 1 year
Text
Bal.
bizim bir Bal'ımız oldu... güneş gibi doğdu hatta hayatımıza. minicik haliyle gösterdiği o minneti, o merhameti haftalarca işledi içimize. bırakamadık, kopamadık.
Tumblr media Tumblr media
2 Aralık'ta atmış Arda bunları bana. Bu çocuğumuz üç aylık bir dişiydi, sokakta bulup getiriyorlar Arda'nın çalıştığı kliniğe. Darbe veya çarpmaya bağlı kırık demişti... hep söylerim, biz insanlar hayvanların cehennemiyiz diye. neyse, Arda ve meslektaşı beraber ameliyat ediyorlar bu güzel kızı, hatta Arda sokağa bırakırlar iyileşince muhtemelen diye düşünüp kısırlaştırıyor bir de çocuğumuzu.
Tumblr media
bu fotoğraf, 4 Aralık.
bebek suratlı çocuğum kendisi kadar alçısıyla bir süre yaşamayı öğreniyor. (fun fact: alçısından dolayı uzun süre normal oturamadığı için hala genellikle ayağını alçılıymış gibi yana atarak oturuyor...) telefonlarımızda Arda bana sürekli şu cümleyi kuruyor, "ben içeri girince hemen başlıyor gırr gırr traktörü çalıştırmaya, odanın içinde ne tarafa gitsem kafası o tarafa gidiyor, resmen beni izliyor"
27 Aralık.
alçı çıkmış, bebeğimiz yürüyor. ama tüm klinikte hep Arda'nın peşinden yürüyor... benimki nereye, bizim kız oraya! bir de kur yapmalar başlamasın mı... kucağında keyiften bayılmalar falan... dedim şşşştt alooo hayırdır güzelim?! skdklaldşsisjk
ama bu video... işte bu video en güzeli sevgili okuyan. 2 Ocak 2023, doğum günümde bana bu videoyu gönderiyorlar beraber klinikten.
onun o küçük suratı... Arda'ya gösterdiği o aşk, minnet... o teşekkür... bu videoyu izlerken ağlamıştım ben. ve dedim ki Arda'ya, "biz bu çocuğu nasıl bırakacağız?"
bırakamazdık. beni geçtim, Arda zaten çok bağlanmıştı, "bir aydan fazla süredir burada, sokağa alışacağı süreyi klinikte geçirdi artık alışamaz, yaşayamaz sokakta" diyordu... klinikte her gün beraberlerdi, her gün bıkmadan usanmadan Arda'yı bekliyordu, onun kucağında uyuyordu, sürekli yüzünü yalayıp çalıştırıyordu traktörleri... kopamazdık artık. ben de Arda'nın düşüncesini sesli bir şekilde dile getirerek dedim ki, "eğer getiren kişi sokağa salacaksa, bu kızı biz sahiplenelim"
kızımızı bulup getiren kişi de sanırım kliniğin eski hasta sahiplerinden biriymiş, kedisi yakın zamanda vefat etmişti. ona soracaklardı... ben Arda'ya çok sık balım, çöreğim, ballı çöreğim diye seslenirim... sebebini bilmiyorum sormayın şimdi aksödmsllsls
facetime yaptığımız bir gün dedim ki, "belki bizimle gelir bu kız... Bal'ımız olur. Bal kızımız..."
dediğim oldu da. o hasta sahibi, evde başka kedileri de olduğu için sahiplenemeyeceğini söyledi, bulduğum yere bırakmayı düşünüyorum tamamen iyileşince deyince de... Bal, bizim kızımız oldu.
Tumblr media
sıfatını yediğim... önce eve alıştı, Arda'nın ailesiyle kaynaştı. içme suyuna bile alışma süreci oldu ahahahahh ama ona bile alıştı güzel çocuğum. çok akıllı bir kızdı zaten.
ve ben de böylece kendisiyle Ocak ayının ikinci haftası üç günlüğüne Türkiye'ye gidince tanışmış oldum... önce bana hiç pas vermedi tabii, kaçtı, kıskandı beni Arda'dan. ama üç-dört saat sonra böyleydik...
Tumblr media
öyle... artık bir Bal hikeyemiz var.
minnet dolu bir güzellik, sevgilime aşık oldu. artık evde Arda'ya aşık iki kadınız. :)
Tumblr media
6 notes · View notes
silatonik · 1 year
Text
"eve dönüş"
aslında içimde bir yerlerde hep farkındaydım bir türlü buralara gelemediğimin... denemedim de değil, birkaç kez denedim aslında buralara gelmeyi ama ya sayfamda gördüğüm en son posta ağlayıp çıktım ya da dedim ki, "abi aylar oldu hangi birini yazayım..."
en son ağustos 2021'de bu bloga yazmışım.
bugün ise, tarih 30 Ocak 2023... Almanya'dan bildiriyorum sevgili okuyan.
geçtiğimiz bu bir buçuk yılda mezun oldum, buz pateni gösterileri üzerine çalışan dünyanın en büyük prodüksiyonlarından birinin cast ekibine kabül edildim, turneye gittim ve covid kaynaklı imkansızlıklarla turne durdu... ülkeme döndüm. antrenörlük yaptım, koreograflık yaptım... (sanıyorum fena da yapmadım akdldklaşk neyse) milli takım antrenörlüğü yaptım, görmek istediğim birçok ülkeye gitme şansım oldu, çok fazla şehir gezdim... sevdiğim adam bana evlenme teklifi etti, ben de ona tüm içtenliğimle "evet" dedim... şimdi ise, geçen sene yarım bıraktığım işi tamamlamak için Almanya'da turnedeyim. bugün Stuttgart'taki gösterilerimizi tamamladık ve 11 şehir gezmiş olduk. kaldı 11... valiz açma-toplama-kapatma/sığdırma konusunda gerçek bir usta olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum.
önceki post dedim... Duman bebeğim... kızçemin emanetleri olan Nala ve Pumba bana bu süreçte her gün yeni bir şey öğretmeye devam etti (isimleri tahmin ettiğiniz üzere Lion King aşkımdan geliyor, 10 yaşımdan beri en ama en favorim olan animasyon yapımıdır) Nala kızım çok zeki ama canım oğluşum Pumba'ya göre oldukça çelimsiz... Pumba tam bir yavru ayı. bu sebeple Nala akıl gücü ile Pumba'nın kas gücünü yönetiyor ve evde yemedikleri halt kalmıyor... garibim, oğluşum asla anlamıyor Nala'nın onu kullandığını tam bir safoz. ve annesine çok aşık... o yüzden, turne için evden ayrılırken yalan yok çok ağladım. Nala nötr, canı isteyince bana geliyor ama daha çok Doğa ve Arda'ya düşkün. :)
bir buçuk yıl olmuş... en son buraya yazan kadınla aynı olmadığıma yemin edebilirim... kendi içimde çok fazla törpülemeye gittim, çok fazla değişikliğe... belki hayat denir, belki de kader denir bilmiyorum ama yaşanmışlıklardan olsa gerek, beni hiç anlamayacak insanlara laf anlatmaya çalışmaktan, daha doğrusu onlara kendi bakış açımı anlatmaya çalışmaktansa susup kendi hayatıma bakmayı, uzaklaşmayı tercih ettim. siktir ettim yani hepsini özetle, bıraktım, dedim bana ne abi anası mısın danası mısın kendi bildikleri çöplükte kendi egolarıyla boğulsunlar sana mı kaldı elalemin derdiyle uğraşmak... öyle bir camianın, öyle bir çamurun içindeydim ki nefes almak batıyordu sanki... sıçrayan çamur üzerinden zor çıkar bizim camiada, hele ki göz önündeysen. asla ayak uyduramıyordum, adaletsizliğe sessiz kalamıyordum ama öyle bir konumda kalıyordum ki, hiçbir bok yapamıyordum doğru olanı dile getirebilmekten başka... ah, hatırladıkça boğuluyorum. her gün ya, her gün suratına tükürmek istediğim suretlere, yapmacık ilişkilere bakmak zorunda kalıyordum ve bu bana çok ağır geliyordu. midem kaldıramadı zaten, geçtiğimiz yaz ciddili bir operasyon geçirdim midemden ama şimdi taş gibiyim, halen şarapçıyız relaks🥲 bu mide olaylarım çok sancılıydı yalnız, ki acı eşiğim çok yüksektir benim (buzda yarınlar yokmuşçasına öküz gibi düşüp kalkmalarımdan, oramı buramı yarmalarımdan ailede bilinen bir şey bu) neyse bana bu süreçte üç farklı doktor aynı şeyi söyledi... "kızım 26 yaşında sen kendini bu hale getirecek kadar neyin stresini yapıyorsun?!" bu güzide yorumun üzerine ben de onlara dedim ki, "allah aşkına hocam gelip lütfen bu ülkede buz pateni yapın, elit sporculuk veya antrenörlük fark etmez, bu ülkede o sporun bir ucundan tutmaya çalışın iki senede saçlarınız beyazlamazsa ben de hastanenin ortasında şerefsizim diye bağıracağım söz"
karşılıklı güldük falan ama inanın o kadar zorlayıcı bir süreç oldu ki benim için... gerçekten çok düşündüm neye bu kadar stres yapıyor olabilirim diye. yapım da biraz getiriyor bu gerginliği şimdi açık konuşalım bana kalırsa ben baya mükemmeliyetçi bir ruh hastasıyım bence xd sporculuk yapısından gelen bir abukluk bu maalesef... üstelik bir de üzerine fazla ince düşünüp çok takıklaşabiliyorum kafama yatmayan meselelere. zaman içinde yoga ve terapi ile baya kırdım bu hallerimi. şu an bunu buraya açıkça yazabiliyor olmak bile asla hayal edemeyeceğim bir şeydi bu arada... sonuçta hepimiz insanız sevgili okuyan, herkesin kendine has fabrika ayarları mevcut. kimse kimseyi yargılayamaz böyle konularda, yargılamamalı. ben de sonunda bunu diyebildim kendime işte... seni yargılayanı, hayatına ait olmadığını düşündüğünü çıkar, kibar olma, ağırlık yapma o insanları kendine sılasu ne uğraşıyorsun... ve bu dediğimi yaptım da. ya çünkü herkesin kafası bambaşka şekillerde çalışıyor, benimki de bu yani malzeme bu... ben saygısızlık veya vefasızlık gördüğümde kendimden geçiyorum sinirimden, sevilmediğimi düşünüyorum, o insanın arkadaşlığından veya dostluğundan şüphe duyuyorum. sonuçta, gerçekten seni insan yerine koysa veya kendince değer verse bu şekilde hissetmezsin değil mi? tam da bu sebepten, mesafe koydum bu tarz insanlarla arama, bir çoğunu da çıkardım hayatımdan. insanlara inanmak beni yordu sevgili okuyan, yordu, inancımı kırdı ve acımasızlaştırdı.
tüm bunların getirisiyle büyük resmi aramaya başladım, kendi büyük resmimi... yeni kararlar, yeni hedefler, yepyeni yollar çizdim kendime... dilerim bu şekilde kendi yolumda devam edebilirim veya mevcut şartlarımı beni en mutlu edebilecek şekilde şekillendirme şansına sahip olabilirim, bakalım. :)
durup tek tek neler oldu, neler yaşadım anlatamam elbette... çok uzun zaman olmuş ama bu adımı bir noktada atmam gerekiyordu. benim için yazmaktan vazgeçmek, kendimden vazgeçmek anlamına geliyor o yüzden mümkün oldukça analog defterlerime devam ettim bu süreçte de çünkü biliyorsunuz, bu hayatta en çok korktuğum şeyler arasında ilk sırada "unutmak" var. olduğun kişiyi, değerlerini, yeri geldiğinde gururunu, yeri geldiğinde ruhunu...
eve dönmek güzel. her ne kadar bunu 6. kadehten sonra yazıyor olsam da... (sarhoş değilim:)) buranın yeri ben de yıllardır apayrı. ihmal ediyorum diye çok üzülüyordum...
eve dönmek çok güzel.
sevgiyle kalın,
2 notes · View notes
silatonik · 3 years
Text
dün hayatımın en zor günlerinden biriydi. duygularımı daha iyi nasıl ifade edebilirim gerçekten bilemiyorum. çok üzgünüm.
Duman bebeğim, ellerimin arasından uçtu gitti dün.
ben Duman'ı instagramdaki sahiplendirme ilanlarında görmüştüm, o dönem canım oğlum Gevrek kaybolmuştu. "kediler sizi seçer" cümlesine oldum olası inanırım, nitekim öyle oldu ve ben Duman'ı görür görmez ona bağlandım. o günden beri ailemin bir parçası.
Duman sokağa atılmış bir ev kedisiydi ve ben onu görüp sahiplenene kadar yaklaşık bir hafta sokakta, üç gün kadar da 12 kedili geçici bir evde kalmıştı o yüzden ben onu sahiplendiğimde aslında hamileymiş... öğrendiğimizde ev bayram yerine döndü.
iki ay sonra bebeğim bize üç güzel yavru verdi... Vanilya, Nala ve Pumba. ikisi simsiyah, biri de onun birebir aynısı. kopyala yapıştır yapmış sanki serseri... Duman hem sevildiğini biliyordu hem de beni annesi yerine koymuştu. benim kızım meraklı, inatçı ve nazlıydı, çok güzeldi.
hayatıma girmesinin, ona yuva olmamın bir sebebi olduğunu biliyorum. dün onu her yerde deli gibi ararken Arda cansız bedenini bulduğunda kendimi kaybedecek kadar delirmemin bir anlamı olduğunu, onu bahçeye gömerken üç yavrusununda camdan bizi izliyor oluşunun bir nedeni var, biliyorum.
gelmesinin de gitmesinin de bir anlamı olduğunu biliyorum.
güzel çocuğum, iyi ki beni seçtin.
merak etme, yavruların bana emanet.
o güzel yeşil gözlerin gittiğin yerde de hep parlasın. hoşçakal.
6 notes · View notes
silatonik · 3 years
Text
Tumblr media
"Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük"
Bu güzel adamın hayatı boyunca yaşayacağı her zorluğa göğüs gereceğinden emin olduğum kadar, yaş aldıkça elinin değdiği her şeye hayat vermeye devam edeceğinden de bir o kadar eminim.
Aşkım. Serserim, ballı çöreğim.
İyi ki doğdun.
Seni seviyorum.
0 notes
silatonik · 3 years
Text
değerim, kilom kadardı.
Merhaba sevgili okuyan!
Oldukça uzun bir süre geçmiş son yazımı paylaştığımdan beri...
Son zamanlarda bu konuda yazmayı çok istiyordum ve fırsat buldukça üstüne yazılar okuyordum. Aslında bu konuda bir yazı yazma fikri aklıma bir dersim için yazacağımız makaleye konu ararken geldi... Sports Communication, yani medyada spor - spor iletişimi konusu üzerinden “Public shaming of female athletes on social media” konusunu seçtim, yani sosyal medyada kadın sporcuların kamuoyu önünde utandırılması hakkında bir makale yazacağım ve bununla ilgili hali hazırda zaten araştırmalar yapıyordum. Bu konuyu seçmiştim çünkü 20 yıllık bir kariyere sahip bir milli sporcuydum ve profesyonel kariyerimde bir sporcu olarak gerek sosyal medyada, gerek toplum içinde vücudumla ilgili yapılan yorumlarla bu utandırılmayı bizzat yaşamış biriyim. Dolayısıyla bu benim araştırmayı istediğim kişisel bir konuydu zaten. 
Gelelim bugünkü konumuza... okuduğum yazılarda da fazlasıyla rastladığım bir başlık oldu beden imajı, günümüzde sosyal medyada bilinen tabiriyle: body image. Benim hayatımdan belki çok fazla sene götürmüş, düşüncelerime nüksetmiş, yaşantımı her anlamda başka yerlere yönlendirmiş, hatta işgal etmiş bir konu aslında beden imajı. 
Peki nedir bu beden imajı denen şey... Neden bu kadar konuşuluyor? Neden bu kadar önemli bir konu haline geldi?
Beden imajı, aynaya baktığınızda veya görüntünüzü zihninizde resmettiğiniz zaman kendinizi nasıl gördüğünüzdür. Boyunuz, vücut şekliniz ve kilonuz da dahil olmak üzere, vücudunuz hakkında nasıl hissettiğinizdir. Hareket ederken vücudunuzu nasıl hissettiğiniz ve tepkilerinizi nasıl kontrol ettiğinizdir, ağır bir kıyaslamadır, kendinizi bir kalıba sokmaya çabasıdır. Çoğunlukla genç yaştan başlayarak devam eden bu beden imajı, kendimizle ilgili olumlu ya da olumsuz düşüncelere yol açabilecek mesajları içselleştir. Zihinsel sağlığımızla ilgili problemlere ve daha ileri seviyelerde de yeme bozukluğuna yol açabilen bir düşünce biçimidir.
Benim vücudumla ilgili yapılan ilk kıyaslama, sanıyorum altı yaşlarındayken başlamıştı. Buz patenine başlayalı henüz bir sene olmuştu ve sporcu grubuna geçmiştim, yani yarışmalara girebilecektim artık. Çocukluk göbeğim ve elma gibi yanaklarım vardı... Bir de, hiç esnek bir yapıya sahip değildi bedenim, “kütük gibi” bir çocuktum o zaman ki antrenörümün tabiri ile. Antrenörüm, anneme kilo vermem ve daha esnek olmam konularında gereklilikler sıralamıştı. Benim annem ve babam, otoriteye her zaman ve her koşulda saygı duyan insanlardı, ben de bu konuda hala şu yaşımda onlara benziyorum ve benim antrenörüm benimle ilgili ne söylediyse yaptırmışlardı bana o yaşımdan itibaren. Mesela, ben zeytinin yağ olduğunu ve yağın da zararlı olduğunu altı yaşında öğrenmiştim. Esneklik, buz pateninin gerekliliklerinden biri ve aylar içinde de düzenli derslerle ben esnek bir vücuda sahip olmuştum ama hala iri bir çocuktum. Büyük kasları olan bir yapım vardı ve geçen her sene, ben daha da kaslandım. 
“Bacakları ne kadar kaslı ya Roberto Carlos bacağı gibi” cümlesi benim hayatımda senelerce yer etti. Evet, hem kas yapım öyleydi hem de antrenörüm beni yanlış çalıştırmıştı ve üst bacağım olması gerekenden çok daha fazla kaslıydı.
Ama benim bacaklarım, çocuk yaşımdan itibaren insanların yersiz yakıştırmalarında ağızlarına sakız oldu ve ben hep kendimi daha zayıf olmadığım için suçladım. Bilmeden. Hayatım boyunca. Çünkü daha zayıf olmak iyiydi, görüntü çok önemliydi ve görüntün kötüyse kimse seni insan yerine koymazdı. 
Cumartesi günleri benim için işkenceydi o antrenmana gitmek... Antrenman yapmayı sevmediğim için falan değil bakın, antrenmandan sonra antrenörümüz evinden getirdiği tartısını Belpa’nın girişine koyardı ve hepimizi tek tek çıkarırdı o tartıya. Herkes, herkesin gözü önünde tartılırdı ve herkes yine herkesin gözü önünde ya ödüllendirilir ya da aşağılanırdı. Kolumuzu, bacağımızı, yanlarımızı eliyle sıkardı ve “bunlar ne bunlar en az 500 gram yağ en az” diye bağırırdı. Tuvaletimi yapamazsam o gün tartılmadan önce, krize girerdim tartıda fazla çıkacağım korkusuyla. Tokalarımı bile çıkarırdım tartılırken... Önceki akşam genelde yemek yemezdim veya az yerdim, yiyormuş gibi yapardım çünkü anneme tartıdaki sonucu söylediğimde “dün akşam yemek yemedin ondandır yoksa kilo falan vermedin” diye bir cevap alırdım. 
On bir yaşındayken bana haşimato troidi teşhisi konuldu, yani troid bezlerim nerdeyse hiç çalışmıyordu ve ilaca başlamıştım. İlaç da kilo ile ilgili sorunlar yaratan, direnç gösteren bir ilaçtı ama işte...
Boğazımı tutarsam kilo verirdim herkese göre. Düşünce buydu yani. 
Spor kariyerim, aldığım ve verdiğim kilolar üzerinden kurduğum ilişkilerle devam etti. Kilo verdiysem, herkes bana iyiydi ama kilo almışsam, işe yaramaz birinin tekiydim.
Ergenliğimde kilo aldım diye başıma gelmeyen kalmadı zaten, çoğu yakınım ve camiadaki birçok insan bilir. Bir tek vatan haini ilan edilmedim galiba, ama antrenörüme göre haindim. Kilo aldığım için, yemek yediğim için, o çikolataya karşı koyamadığım ya da koymamayı tercih ettiğim için ben bir haindim ve bok çuvalı muamelesi görüyordum. Abartıyor diyeceksiniz belki, hep dendi... Ben de sizlere bir anımı anlatmak isterim.
Bu arada, bu yazı böyle bir yazı olacak hani her şeyi filtrelemeden dökeceğim, kendi yaşadıklarımı anlatacağım çünkü ben bu platforma senelerdir hayatımı döküyorum hiçbir zaman da olanları dile getirmekten çekinmedim.
Anım da şudur, on dört yaşındayım ve o sezon Türkiye tarihinde alınmamış - ve hala alınamamış - dereceler elde etmiştim. Sonrasında aşırı fazla çalıştırılmaya bağlı olarak omzumdan sakatlandım ve bir süre antrenman yapamadım. Tam o sıralar ortaokul mezuniyetim vardı ve katılmak istediğim için Estonya’da yapılacak olan yaz kampına beş gün geç gidecektim, antrenörüm de bu konuya delirmişti. Kampa gittiğimde yine herkesin önünde tartıldım ve iki kilo aldığım ortaya çıktı çünkü iki aydır sakatlık sebebiyle normal düzenimde antrenman yapamıyordum. Şimdi düşününce ne kadar normal bir şey bu aslında diyorum kendime ama, o zaman bu devlet meselesi haline gelmişti. Her akşam herkesten ayrı olarak bir saat koşuyordum. Bunu hiç unutmam, sabahları sadece yulaf, öğlenleri yoğurt salatalık, akşamları da şanslıysam tavuk ve salatalık yiyordum. Eğer çaktırmadan salatalık yerine salata yiyebilmişsem, o gün kendimi şanslı hissederdim. Bir gün antrenmana girmeden önce pistte tansiyonum düştü ve bayıldım. Baya yere kapaklanmışım ama böyle şlaks diye. Beni soyunma odasındaki banka yatırmışlar ve ayıltmaya çalışmışlar. Kendime geldiğimde herkes antrenmandaydı ve ben de korkumdan başım döne döne antrenmana girmek için ayağa kalktım ama bir de baktım ki... oturduğum yerin altında olması gereken patenlerim yok. Deli gibi patenlerimi aramaya başladım bütün pistte. Yabancı hocalardan biri beni gördü ve kadıncağız halime acıdı ki bana “antrenörler odasına bak istersen” dedi. Gittim baktım, yok. Yer yarıldı içine girdi sanki... Ağlamaktan ve baş dönmesinden önümü göremiyordum artık. Odadan çıkarken gözüme bir şey takıldı, antrenörler odasının tuvaletinde kapıya doğru bir bağcık görünüyordu. Tuvalete girdim ki ne göreyim, klozetin yanında patenlerim duruyor. Benim patenlerim, klozetin yanında duruyordu. Buydu işte, bu bana “sen bir boksun” demenin en metaforik haliydi, en aşağılayıcı, en küçük düşürücü halimdi belki de. Ve bu sırf kilo aldığım için yapılmış bir aşağılamaydı.
Yani pek abartmıyorum, değerim kilom kadardı arkadaşlar, ama ters orantılı hali. Ne kadar zayıfsam, o kadar değerliydim. Yoksa eksiktim ve değersizdim. 
İnsanlar konuşur, herkes herkesle ilgili konuşur hele ki ben göz önünde olan bir sporcuydum dolayısıyla herkes benimle ilgili konuşuyordu. Ama ben kendimi daha da aşağılıyordum o konuşmaları duydukça. O yaşadığım mobbing ve taciz, beni hep kendimi birileriyle kıyaslamaya, kendi kendimi küçümsemeye ve bedenimi asla beğenmemeye itiyordu. Ben, şu yaşımda bile o kadar psikolojik destek almış olmama rağmen kendimle olan barışıklığımı yeni yeni kazanıyorum çünkü daha sadece birkaç sene oldu bedenimin en değerli hazinem olduğunu anlayalı.
İyi bir sporcu olmanın yolu blumik olmak dediler ve ben senelerce blumia ile savaştım. Günde beş defa antrenörüm beni tartıyorken ve yanlış çalıştırarak büyüttüğü kaslarım küçülsün diye bana herhangi bir protein yedirtmiyorken bile yine beni suçluyordu her şey için. Ben de kendimi... Çünkü belli bir başarım vardı ve o başarıyı o antrenör ile çalışarak elde etmiştim. Güveniyorsun sevgili okuyan, hayatın başkasının elindeyken bile güveniyorsun ve ipleri alamıyorsun eline. İçtiğin suyu bile tartıda yarım kilo fazla çıkmamak için çıkarıyorken, seni çalıştıran insana güveniyorsun. Yine açlıktan bayılmamak için yemek kaçırıp tuvalette gizli gizli yiyorsun... Ama kilon kadar değer görüyorsun, “domuz gibisin iyice kadın gibi oldun memelerin çıktı salak karı” laflarıyla aşağılanıyorsun. 
Şu anda da oversize kıyafet modasını seviyorum ama eskiden de kendimi saklamak için bol giyinmeye çalışırdım dışarda ama arkadaşlarım hep güzel giyinirlerdi, güzel ojeler sürerlerdi ve Starbucks’tan o bol kremalı içecekleri alırlardı ve ben de kendimi onlara benzetmeye çalışırdım, çünkü olması gereken genç kız profili onlardı. Antrenmanlarımdan çok fazla sosyal hayatım yoktu ama çok güzel dostluklarım vardı ve her biri, seneler sonra bile bana hala “her şeye yetişmeye çalışıyordun...” der.
Küçük yaşımda televizyon deneyimim oldu, sonrasında da hem reklam, hem de klip deneyimleri ekledim kariyerime ve hepsinde, en az on defa ekrandaki görüntümle kıyaslanmışımdır... “Ay ekranda daha kilolu duruyordun”, “ay çirkinmişsin sen ekrandakinden” gibi onlarca yorum... Büyük bir kısmı da YouTube’da var bu arada yorum olarak, mesela biri klipten sonra şey yazmıştı, “Edis’in yanına bu kızı mı yakıştırdınız gerçekten?” Evet tatlım, beni yakıştırmışlardı çünkü ben senin ayaklarının basıyor olduğu ülkede o alandaki en iyi isimdim. O yüzden diyorum, insanlar konuşur. İnsanlar hep konuşacaktır. Senin buna bakış açının şekillenmesi önemlidir bu durumda. 
Bir de, benim büyük hareketlerim vardır... Heyecanlı konuşurum genelde, elimi kolumu çok kullanırım, çok fazla mimik yaparım veya bazen çok sesli gülerim ya da bir şeye çok tepki verebilirim. Aşırılığım vardır biraz ve bu konuda da “abi bu kız çok aşırı beni yoruyor” gibi bir yorum almıştım birinden. Kendimi hemen bu konuda törpülemeye çalışmıştım çünkü doğrusu buydu, olması gereken şey aşırı olmamaktı kendimi hemen normalleştirmeliydim... Ama sonra bir şey fark ettim, ben buzun üstündeki kendimi ifade etme biçimimle bir bütündüm. Öylesine büyük bir alanda kendimi sergiliyordum ve insanların beğenisini toplayacak bir estetik çıkarabiliyordum, çünkü aşırıydım. Aşırılık, beni ben yapan bir şeydi ve bunu fark ettiğimde kendimi anında bu konuda bir kalıba sokmaya çalışmaktan vazgeçirdim. Başarımı, aşırılığıma borçluydum çünkü.
Bunları ah bu kız neler yaşamış, vah vah neler de olmuş öyle diyelim diye yazmıyorum. Ben hepsini yaşadım, çok şükür ki kabullendim ve hayatıma devam ediyorum. Şu yazdıklarım inanın yaşananların yüzde biri bile değil. O yüzden çok etkileniyorum bu konudan... Çok sinirleniyorum. 
İnsanlar kimin ne yediği hakkında yorum yapıyor, “Onu yersen önümüzdeki 53675172 gün karbonhidrat yememen lazım ben asla yemem” gibi yorumlarla fikir beyan ediyor ve insanlar kendilerini bu yorumlar üzerinden dışlıyorlar. Ya aklım almıyor, sen, senin için varsın. Sağlıklı bir beden, sahip olabileceğin en büyük hazine.
Sen, sen olduğun için güzelsin.
Bedenin sağlıklı olduğunda, sen çok güzelsin. 
İstediğini giydiğinde, istediğini yediğinde, istediğin fikri belirttiğinde sen çok güzelsin.
Kendini sırf olması gereken o diye sıfır beden olmaya zorlamadığın veya kilo almaya çalışmadığın zaman, sen çok güzelsin. Olduğun gibi.
Hatırlıyorum da sanırım dört sene önce, bu cümleyi kendime söyleyebilmem için çok çalışmıştık spor psikoloğumla. Ve ilk defa, içimde bir şeyler hissederek söylediğimde aynaya bakıyordum. Aynaya bakmam gerekiyordu söylerken, çünkü kendimi asla sevmiyor ve beğenmiyordum. Gözlerimden akan yaşları durduramamıştım, o yaşlar hatırına, kendim için bir kez daha yazmak istiyorum o cümleyi...
Sen, sen olduğun için güzelsin. 
Bir sonraki görüşmemize kadar, sevgiyle kalın. 
9 notes · View notes
silatonik · 3 years
Text
Üç Saniye
Yüksek alkolle harmanlanmış tek bir ağızdan söylenen şarkılar arasında zıplarken, bir anda bozdu herkesle olan senkronizasyonunu. Yanındaki arkadaşları ise bu kopukluktan habersiz devam ediyordu gecenin rutin şarkılarına eşlik etmeye. Birkaç saniyelik bu sessizlik içerisinde milyonlarca düşünce hücum etti kafasından vücuduna doğru. Az önce eşlik ettiği şarkıyı sevdiğini bile sanmıyordu. Bu mekandan da pek haz etmiyordu zaten. Hemen yanı başındaki yakın arkadaşının ailesini hiç görmediğini farketti bir an. Acaba abisi mi vardı yoksa kardeşi mi? Sevgilisinden de bahsetmişti sanki ama tam hatırlayamadı. Bir an o kadar da yakın hissetmedi kimseye karşı. Yalnızlığı nasıl da sevdiğini düşündü. Öte yandan çevresinde kimse olmadığında hissettiği yalnızlık hissiyatından nasıl da ürktüğünün farkına vardı. Sağındaki kız, dekolteli elbisesiyle çok şey vadediyor gibiydi, ama basit dürtülerinin kurbanı olduğunun da farkındaydı. Müziğin titreşimi vücudunu tırmalarken, düşünceler bulunduğu anın yüzeyselliğini hatırlatıyordu an be an. Ağzının kuruduğunu farketti ve ne kadar az su içtiğini düşündü. Kendine çok da iyi davranmıyordu sanki bu ara. Sağlık kontrollerini de baya aksatmıştı. Tatile bile çıkmamıştı yıllardır. Ya da gittiği şeyleri tatil diye adlandırmıyordu. Nihayetinde kafası hep dolu ve enerjisi düşük bir şekilde dönmüştü. İlk fırsatta kendine bakmaya başlamalıydı. Belki sigarayı bırakmaktı ilk yapacağı. Ya da kendi başına tatile çıkmak iyi bir seçenek olabilirdi. Ama en iyisi sevgilisi olduğuna emin olduğu arkadaşını da yanına alarak gitmekti. Sonuçta tatil paylaşarak tadı çıkan bir şeydi. Sağındaki dekolteli kızı da davet ederdi belki. Biraz eğlenir kafa dağıtırdı. Su yoktu ama henüz bitmemiş içkisine uzandı susuzluğunu gidermek için. Arkadaşının omzuna elini attı ve müziğe eşlik eden zıplamalara sorunsuzca dahil oldu. Üç saniye önce olduğu gibiydi şimdi. Mutlu bir şekilde içkisini yudumluyor ve şarkılara bağırarak eşlik ediyordu. o üç saniye ise hiç yaşanmamış gibiydi şu an. Bağırtılar ve gülüşler arasında boğulmuştu. Bir sonraki üç saniyelik ana kadar. K.
2 notes · View notes
silatonik · 3 years
Text
bir dilek tut
2020.
Kendini asla unutturmayacak, başımıza gelen ne varsa “ah be ne seneydi, allah belasını versin bu senenin...” sözleriyle anacağımız, hem unutulmaz hem de insanlık namına oldukça yıkıcı bir yıldı. 
Hepimiz için zor bir seneydi, ama benim için hem zor, hem değişikti. Bilmediğim, deneyimlemediğim birçok duyguyu tattım bu yıl. Aktif sporculuğu bıraktım, yirmi senelik bir kariyere veda ettim ki bu hayatımda verdiğim en zor karardı, şüphesiz.
O sebeple, belki de istemeden beş yaş civarı bir olgunlaşma sergilemiş olabilirim bu sene... Evet sevgili okuyan, merhaba. Bugün 2 Ocak 2021 ve benim doğum günüm. 
Yaş aldıkça hayatı daha çok yaşayacağım ümidiyle, yepyeni bir yaşı selamlıyorum. Bugün karşınızda 25′lik bir Sıla var. Bu sabah uyandığımda, gökyüzü bulutlarla kaplı, hava soğuk falan ama içim karardı demedim mesela. Her şeyin yerli yerinde yaratıldığını kabul eder hale geldim, istemsizce.
Her yeni yaşta, bugünün dünyasında yaşamın kıymetini biraz iyi anlamaya başladım ve giderek kendi hikayemden keyif alan biri haline geliyorum. Sanıyorum daha önce de söylemiştim, bir hikayesi olmamasından korkmalı insan çünkü bu aslında sen daha hiç yaşamamışsın demek... 
Yaşadığım hayata, deneyimlerime, yürürken yağan yağmurdaki toprak kokusuna, bulutların görkemine, siyah giymenin kusurları kapatan tevazu ve hoşgörüsüne şükreder hale geldim ve zaman zaman sıkıcı olmaya başladığım hissine kapılıyorum. Şükrettiğimde annem gibi hissediyorum desem... beni anlar mısınız? :)
Yalnızlığı öğreniyorum ve korkarım bundan müthiş keyif alıyorum çünkü yalnız kalsan da aslında yalnız olmadığını, yalnızlık hissinin sadece sahte sevdaların esaretinde kalan, zayıf bir halka olduğunu keşfettim. Öğrendim ve kabul ettim.  Kimseye tahammül etmek zorunda olmadığımı gördüm. Bunu anladığında tahammülle yaşamaktan kurtulup, seni kıran, inciten herkes ve her şeyden kolayca vazgeçmeyi öğreniyormuşsun meğer. Yaşadığın hayat senin ve her şeye rağmen herhangi bir şeyi yaşamak zorunda değilsin, seçtiğin şeyleri yaşayabiliyorsun. Ben yaş aldıkça, aynaya bakarken daha cesur hissettiğimi farkettim. Hala handikaplarım var, hala kendimle problemler yaşıyorum, hala kendimi beğenmek konusunda tereddütlerim var evet ama şunu anladım, varlığına şefkatli olarak ve ruhuna iyi davranarak yaşıyorsun. Nefes almanın, yediğin yemeğin, attığın adımın kıymetini anlamaya başlıyorsun. Geç akıllanmak bu galiba ya, evet.  Ben zaman içinde zorlamayı, ısrar etmeyi bıraktım mesela ama bu istediğin bir şeyden eğer gerçekleşmiyorsa çabucak vazgeçmek anlamında değil asla. Gidene hoşçakal, gelene hoş geldin demek gibi. Çünkü bir şeyi gerçekten istemek nedir, onu çok iyi biliyorum ve istediğinde yapamayacağın çok az şey var hayatta. İstemeyeni hayatında tutup kendine yük etme, önüne bak, devam et. Kalbin veya düşüncelerin arkanda kalsa bile zaman içinde seni yakalıyor emin ol. Net olmaktan korkma, fikirlerini, düşüncelerini, planlarını dile getir ve aksiyon al. Gerçekleştir. Yanlış olsa bile, sana bir şey katacağından şüphem yok. 
Altı boş ve içi dolu olmayan vaatlerin, verilen sözlerin aşkı tarif etmediğini öğrendim. Önce gardımı indirdim, karşımdakine ben ağır geldim. Sonra umutlara inandım, birini tanımak istedim, valla aslında ne olduğunu inanın ben de bilmiyorum saçma sapan şeyler oldu hani sonunda o kadar anlamsızlaştırdı ki her şeyi... bu anlamsızlığa tahammül edemedim. Böylece yine ve daha net gördüm ki, asıl olan güvenli bir kucak, samimiyet, muhabbet, paylaşım, sağlıklı bir iletişim ve birlikte yaratılan huzur. 
Bunlar yoksa eğer orada durmayın bile, çünkü değerli olan sizsiniz. Çok seviyorum diyenin en ufak zorlukta kaçmaya yer aradığını kendim deneyimledim yıllarca, her şeyimsin diyenin bütün güzel şeyleri bir anda yakıp yıktığını gördü bu gözler, inanın bana ne güzellikler duyup ne hakaretler işittim... Böylece peşinden koştuğumuz ilginin, alakanın ve beklentinin aslında mutsuzluğun ana kaynağı olduğunu öğrendim. Güzellik sizi bulacaktır. Aramayın.
Sözün kendisinin değil, sözü söyleyenin ne halde olduğunun önemli olduğunu, kendi sözlerini yaşatmayan, hatta aksine anlamsızlaştıran ve sana hayatında yer açmamayı tercih eden ilişkiyi sonlandırmayı öğreniyormuşsun. Ben öğrendim.
Seni olduğun gibi kucaklayana hayatında yer vermeyi seç dedim durdum bu sene kendime ve bu yapabilmek için de önce kendi öz değerime sahip çıkmam gerektiğini anladım. Yaş aldıkça, gerektiğinde kendinle yüzleşme cesaretini gösteriyormuşsun ve kendini bütün çıplaklığınla karşına almak, yapabileceğin en zor şeylerden biriymiş.
Zaman geçtikçe, kendini anlatmaya ihtiyacın olmadığını anlıyormuşsun çünkü kendini tüketmeden sevmek ve sevilmek istediğini görüyorsun. Zaman zaman yorgun düşüyorsun ama hayatın çoğu rengini yaşayabildiğin için de şükrediyorsun öte yandan.
Yaş aldıkça, hayatın anlamının nefret, açgözlülük, öfke hislerinden, kendini başkasından önemli görme ve ispatlama çabasından kurtulmak olduğunu, hayatın, zorunlu bir eylem gerektirmeden bütün eşsizliği ile ortaya çıkan, tatlı bir huzur ve üretkenlik haliyle meyvesini verdiğini yaşıyorsun. Hırslarından arınıp kendine sahip çıkmaya başlıyorsun. 
Sanırım yaş aldıkça daha samimi ve sahici bireyler haline geliyoruz... Hem kendimize karşı, hem de dünyaya karşı…
Bir dilek tutun. İçinizden geçen ne varsa aklınızdan geçirin ve istediğiniz şeyleri saçma görseniz bile, dilemekten korkmayın. 
Bir dilek tutun. Bu öyle bir dilek olsun ki aklınızdan geçirdiğiniz an sizi gülümsetsin. 
Bir dilek tuttum. 
Yaşadıklarıma ve yaşayacaklarıma, nefes alıyor oluşuma, aileme ve sağlığıma, hayata bakışıma ve kendi ayaklarım üzerinde durabiliyor oluşuma şükrettim. 
Yaşlandım ya da yaş aldım. Sizce hangisi?
Bir sonraki buluşmamıza kadar, sevgiyle kalın. 
7 notes · View notes
silatonik · 3 years
Text
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.
Nazım Hikmet
10 Eylül 1961, Laypzig
Bir baktım etrafıma, kendin olmayı hiç kimse tavsiye etmiyor artık. Taktikler at koşturuyor, herkes küçük hesaplar peşinde... Yok. Karakter yok, duygu yok, anlam yok.
Ben... durum benim cephemde farklı. Ben kendin olmanın çok uzun bir süre değer görmediğini düşündüm ama gördüm...
Hayat, kendin olmadan yaşamaya değmeyecek kadar kısa. Beklemek için, olmayacağı oldurmak için çok kısa. İpi alıp devam etmemek için çok kısa. İçinden geleni yapmamak için çok kısa, ben kendim olmadan duramıyorum. Hayat çok kısa.
Ve yaşamak, güzel şey.
#karalamalar
3 notes · View notes
silatonik · 4 years
Text
İnmek gereken yer.
Her guzellik icin, her cirkinlik icin tesekkur ederim. Ben artik burada ineyim. Cunku zaten zor yol, zorlanmis yol, o yuzden tam burada ineyim. Daha sonra degil, daha once de degildi... Burasi inmek gereken yer.
Cebimde nedense hicbir sey yok, hatta ve hatta cebimin ici bile yok. Belki sen almissindir ben fark etmeden.
Ziyani yok burada gercekten ineyim, asfaltini da sana dokturdukleri yolda yuruyesin gelmez. Bu yolda burnuma asfalt kokusu gelir. Cebine on lira koyup kos bi sigara kap dedikleri yolda daha yuruyesin gelmez...
Ilerde bir sapak var oraya yururum, oradan sapinca orada kendin olmak suc degil. Orada rahat olmak, huzurlu olmak, mutlu olmak, asik olmak suc degil. Orada insan olmak ve cumle guzellikler var... orada onlari fark etmek ve onlara dokunmak suc degil. Orada zaman yok, sinanmak yok, yalan yok. Karanliklar, kazara golgeler, vurkaclar yok.
Merhaba sevgili okuyan!
Aglayarak gunlugume yazdigim (!) bir baska yaziya hepiniz hos geldiniz.
Yine yogun ve tempolu gunlerim birbirini kovaliyor o yuzden su siralar daha cok ufak ufak karalamalar halinde yazabiliyorum ama ne yalan soyleyeyim, oturup uzunca yazabilmeyi gercekten cok ozledim. Simdi baktim da, uzun uzun en son Selimiye’deyken yazmisim yaptigimiz secimlerle ilgili bir yaziyi. Ne duygularla, ne guzel hislerle yazmistim... Simdi o halimden ve inancimdan eser yok biliyor musunuz... Inanmiyorum. Pes ettim.
Fazla umutsuz ve uzgun bir donemden geciyor herkes. Hangi arkadasimla haberlestiysem hepsi dusuk, herkes bitik ve yilmis halde. Gencligimiz boyle harcanmamaliydi demek ne kadar dogru bilmiyorum ama, sanirim bu cumlenin bugunku halimizde biraz haklilik payi var. Benim de ondan bugunlerde pek bir sey yapasim yok, sadece robotik hareketlerimle zorunluluklarimi yerine getiriyorum. O sebeple; bugun sadece, yine, kendimi mutlu etmek icin bloguma kostum. Kisa da olsa yazacagim. Burada olmayi seviyorum. Burada olmak bana mutluluk veriyor.
Kendimi dogrularin sonsuzlugunda, acilarin cigliklarinda kaybolmus hissediyorum.
Hem yukari cikmak ve savasmak istiyorum. Pes etmemeyi.
Hem de birakmak istiyorum. Pes etmeyi.
Yirmi dortluk bir Sila’yim. Su yasima kadar da paten kariyerim sagolsun, kolay bir hayatim olmadi hicbir zaman. Hep bir seyleri elde etmek, hep iyi olmak, hep kendimi gostermek adina savastim. Cok da fazla kotu sey geldi basima ama pes etmedigim icin bugun bu ulkede, buz pateni dalinda bir adim olduguna inaniyorum. Yani ben pes etmem pek, tarzim degil.
Ta ki; mart ayina kadar... Sporu birakmanin benim icin pes etmek demek oldugunu dusundugum zamanlarda, kendimle muthis bir savas verene kadar. Cunku o ana kadar hep laftaydi benim icin, “zamani geldiginde gitmesine izin vermelisin...” cumlesi. Gercekten kendimden olan bir seyin gitmesine izin vermek zorunda kalacagim hic aklima gelmemisti... Bir gun olacakti elbette ama insan yine de kendisinin bunu yasamayacagina inaniyor icinde bir yerlerde. Anlamistim. Bazen, zamani geldiginde, gitmesine izin vermek gerekiyormus.
Sonrasinda, hayatimda olup biten her seye bu cerceveden bakmaya calistim... Baslarda hep mucadele ettim. Ugruna zamanimi harcamaya devam ettim, verdigim ilgiye degiyorsa hep arkasinda durdum yaptiklarimin, pes etmedim. En cok da kendimle mucadele ettim aslinda boyle zamanlarda.
Ama gordum ki; yetmiyor. Yetmedigi anlarda da, senin yapabilecegin bir sey olmuyor. Benim goremedigim sey suymus sevgili okuyan, sorun ben degilmisim.
Hep kendime yuklenirim, hep hatayi kendimde sanip uzuluyorum ya ben (biliyorsunuz yillardir mesleki deformasyonum bu benim), aslinda oyle degilmis. Karsimdakiler bana zamanini, saygisini ve degerini vermediginde benim istemsizce, refleks olarak kendimi yirtmama gerek yokmus o eksigi tamamlamak icin.
Yaptiklarimin, soylediklerimin, kararlarimin arkasinda durmayi ogrendim ben, hatta her sene biraz daha fazla ogrendim bunu. Kararlarimdan pismanlik duymamayi ogrettim kendime cunku icimden neyi yapmak geliyorsa onu yaptigim icin kimseye hesap vermem. Sonucunda mutsuz olursam, hesaplasacagim tek bir insan olur, o da kendim.
Keske dememek icin, elimden geleni yapmayi ogrendim. Elimden geleni yapip, artik olmuyorsa da birakmayi, gitmesine izin vermeyi ogreniyorum. Olmasini istedigin, dogru hissettigin seylerin gitmesine izin vermek zor, icinden o hissi buharlastirmak ne kadar acitir, iyi bilirim. Ama bunun aslinda kendine yaptigin bir iyilik oldugunu anladiginda, her sey biraz olsun kolaylasiyor. Ugrastiginda bir seyin degismedigini goruyorsun ya, iste o an vazgecebilmek... Kendin icin attigin saglam bir adim oluyormus.
O yuzden, ben artik burada ineyim. Ne daha once, ne daha sonra. Denemeden degil. Degisecegini umarak da degil. Zamani geldiginde.
Zamani geldiginde, gitmesine izin vermek gerektigini biliyorum.
Zamani geldiginde, benim inmem gerekiyor.
Ben, ben artik burada ineyim. Cunku burasi artik inmek gereken yer...
Bir sonraki bulusmamiza kadar...
Sevgiyle ve saglikla kalin.
3 notes · View notes
silatonik · 4 years
Text
Eğer ki olursa hep iyi hatırla, karanlıkta sana uzanan ellerimi unutma.
Beni mahcup, beni kırık, eğer mümkünse beni mağlup hatırla.
Sana yenilmiş, ama senden kurtulmuş hatırla.
Beni kanımdaki zehirle hatırla, zehirden arındığımı hatırla.
Çiçekler içinde yumuşak, olabildiğince şefkatli, artık daha çok şefkatli ve arınmış hatırla.
Artık şemsiye taşımak zorunda değilmişim, artık yağmurda ıslanmak mesele değilmiş, yağmurda ıslanmak güzelmiş.
Beni gerçeklerinden utanmaz hatırla, hiç öyle görmedin ama mümkünse öyle hatırla.
Beni zehirlediğinle, kendi zehrinle hatırla.
Sen de kurtulmayı başarırsan bunu benim sayemde başardığını hatırla.
Beni iyi hatırlama çünkü sana iyiliğim bana kötülük oldu.
Bu kadar iyi olmasaydım vurulmazdım, beni salaklığımla hatırla.
Şimdi çiçek gibi duru ve sarhoş beni asla böyle göremezdin, becerebilirsen böyle hatırla.
#karalamalar
1 note · View note
silatonik · 4 years
Text
#karalamalar
Bir şeyler yaratmayı her zaman sevdim. Ve buzdayken bunu müzik ve dansla harmanlayabilmek, beni ben yapan şeylerden biri oldu zaman içinde. Kendine zaman ayırmak gibi düşünebilirsiniz bunu.
Nietzsche der ki; müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanır. Bana kalırsa ben zaten deliyim ama dans ederken kendinden geçen bir deli... Doğaçlama yapmak, kendimle buzda zaman geçirmek bana yıllardır çok iyi geliyor. Ve yine, yine tazeledi beni... Uzun zamandır böylesine iyi ve güzel hissetmemiştim.
Ben kendi kelime sanatımı en iyi buzun üzerinde ifade edebildiğimi düşünürüm hep. Mükemmel olmasına gerek duymam; o an bedenim neyi, nasıl istiyorsa. Klasik. Kırılgan. Güçlü. Hafif. Ortaya daha iyi, daha yaşadığını hisseden bir ben çıkarabilmek için, belki. :)
Yazarım, film izlerim ve dans ederim... Fazla düşüncelerimden arınmak, kafamda dönen fikirleri daha net görebilmek, belki kendimi formatlamak adına bunları yaparım ki ya çözüm bulayım ya da arkamda bırakabileyim.
Önüme bakabilmek için, aklımdakini noktalamam gerekir.
Yeni bir cümleye başlayabilmek için, öncekine nokta koymaktır aslında yaptığım. Bu defa, böyle bir şey yapmak istedi bedenim. Çünkü kelimeleri her zaman yazarak ifade etmek zorunda değiliz...
🎵 London Grammar - Rooting For You
5 notes · View notes
silatonik · 4 years
Text
Tumblr media
Düşünüyorum. Neyi, nerede, nasıl, ne zaman yapmalıyım... Yapabilmeliyim.
Anlamaya çalışıyorum. Kendimi, içinde bulunduğum dünyayı. 
En çok da ne istediğimi.
Hep bunu düşündüm. Derin mavilerde kaybolup, düşüncelerime bıraktım bu defa sözü. Ne istiyorsun? Nasıl yapmak istiyorsun... 
Üzülmeyi, sevinmeyi bir kenara bırak... Heyecan duyduğun neleri düşünüyorsun? Değişim mi dersin, düzen mi... Derin bir nefes almak mı? Kendini yolun gidişatına bırakmak mı yoksa merdiven çıkmak mı... 
Denizin mavisi...
Gökyüzünün mora çalan maviliği... En sevdiğim.
Ve dedim ki, hayat senin. Hatalarınla, tüm güzelliklerinle ve dönüm noktalarınla varsın... Bu bir adım mı sence Sıla, ne diyorsun?
2 notes · View notes
silatonik · 4 years
Text
Sevilmeme Sanatı.
“Ben, seni görür görmez anlamıştım: bütün kaygısız görünüşünün altında, duygulu, içine kapanık bir insan olduğunu. Bunu beğendim işte.”
Oğuz Atay
Merhaba sevgili okuyan!
Son zamanlarda neden bilmiyorum, yazmaya korkuyordum. Bir an gelecek ve illa ki yazacağım diye düşünüp kendimi hiç zorlamadım defteri elime almaya. Zaman zaman kaybolmuş hissetsem de genel olarak iyiyim.
Dün gece yatağıma yatmış, internette öylesine gezinirken bu alıntı karşıma çıktı. O an, dedim ki evet, artık yazma vaktin geldi. Çünkü bu iki güzel cümle ne demek sen çok iyi biliyorsun, bu cümlelerin altı fazlasıyla dolu.
Dile getirilememiş bir sürü his, duygu, bastırılmış tepki…
Biz insanlar; doğup, büyüyüp, ölüyoruz. Literatürdeki hali böyle. Basit. Ama aslında, o kadar da basit değil. Her birimiz, birilerinin çocuğu olarak bu dünyaya geliyoruz. Elbette çok farklı koşullarda…
Dünyayı idrak edebildiğinde insan, sorgulamaya başlıyor.
Sorguluyor ve büyüyor.
Sorguluyor ve öğreniyor.
Öğreniyor ve hata yapıyor… Sonra tekrar hatalarından bir şeyler öğrenerek çıkarımlar yapıyor. Klasik insan doğası. Merak ediyor…
İnsanların fiziksel gelişimleri bir yana, ruhani bir gelişimin de mevcut olduğu aşikâr.
Ve belki pek bilinmez, tamamladığımız bir içsel gelişimimiz mevcut ama çoğu insan bunu tamamlayamıyor bazen… Herkesin “karakter meselesi” dediği o eksiklik, aslında bir eksiklik değil. Yoksunluk.
Sevgi yoksunluğu.
Yeteri kadar sevgi görememiş, ilgiye muhtaç hissederek büyümek zorunda kalmış herkesin, hepimizin yoksunluğu bu. Ruhunun en çok ilgiyi ve sevgiyi alması gereken zamanlarda, sevdiğimiz insanlardan o sevgiyi görememiş olmanın verdiği yoksunluk bu.
Büyüyememişlik.
Ve bunun getirisi olarak, içimizdeki bu yoksunluğu kapatmak adına üstüne eklediğimiz birçok özellik, huy, tepki… Saklanmak için koyduğumuz tabular gün yüzüne çıkıyor.
Ben mesela… Öyle ya da böyle yaşanan nedenlerden ötürü kendi gelişimimde en çok sevgiye ihtiyaç duyduğum zamanlarda bu hissi görememiştim. Yanlış anlaşılmasın, ailem benim göz bebeğim ve ben sevildiğimi bildiğim bir ailede büyüdüm fakat o zamanlar yaşadık birtakım talihsizlikler dizisi, n’apalım… Bu yaşadıklarımla birlikte ben de aşırı davranma gibi bir savunma mekanizması geliştirdim istemsizce. Artı olarak, güvenemedim çok uzun sure en yakınlarıma bile. Kendi duvarlarımı ördüm ve sevildiğimden emin olana kadar kimseleri sevip de kendimi açmadım, buna kendim de dahil. Kaçma dürtüsü işte… Kendi içinde kopan fırtınaları saklama çabası bir yerde.
Bu yoksunluğun hayatlarımıza dokunduğu öylesine fazla yer var ki… Çok daha farklı bedenlerde, çok daha farklı şekillerde kendini gösteriyor bu his.
Bir kere yokmuş gibi davranıyoruz. Reddetme halindeyiz. Veya abartıyoruz mesela. Yaşananları, yaşadıklarımızı abartırız sanki her zaman daha büyüklermişçesine…
Herkese açılamaz, herkeslere anlatamaz bu insanlar hissettiklerini. Özellikle üzüntülerini çok içlerinde yaşarlar. Yaşıyorlar.
Fakat en çok da… umursamaz görüntüleri yanıltabiliyor insanı. Ya gerçekten umursamamayı öğreniyorlar ya da umursamazlığı maske edinip hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Ama bazen, kaçamıyorlar.
Ben anlıyorum mesela.
Kendimden biliyorum.
Zoru seçemeyişlerini, kolaya kaçışlarını.
O an söylenen bir şey onlara dokunduğunda hemen dikenlerini göstermelerini.
Ben, kenara itilmiş hissederdim kendimi her ortamda. Benden daha iyi oldukları için başka insanlara tercih edildiğimi düşünürdüm hep. O sebeptendi belki de ilgi gördüğüm yere yönelmelerim… Ne kadar saçma baksanıza, ne kadar aptalca geliyor kulağa. Ama öyleydi. Sevilmeme korkusundan her zaman en iyisi olmalıyım, vazgeçilmez olmalıyım ki beni arka plana atmasınlar diye diye kendimi yedim bitirdim yıllarca. Bunlar da benim handikaplarımdı. Şimdi tüm bunları oturup yazabiliyor olmak, kendimi ifade etmeye çalışıyor olmam o kadar anlamlı ve güzel ki benim için… Çünkü ben bunları kendime bile itiraf edemezdim.
Sevilmeme sanatı sevgili okuyan.
Sevilmeme sanatı, üstünde düşünmediğiniz zaman size birçok şeyi yaptırabilir.
O yoksunluk hissi, sizi başka bedenlere bile itebilir.
Başka bedenlerde, başka çeşit sevgilerde kendinizi bulmaya, o boşluğu kapatmaya çalışırsınız. Kalabalık hayatlarda kaybolup, kendini unutmayı tercih eder o yürek. Sürekli hayatına insan alıp insan çıkarır çünkü o sevgi açığını başka yollarla kapatma arayışındadır fakat henüz kendisi bile bu arayışın farkında değildir aslında. O yüzden kalabalık hayatlar yaşamayı istiyor bu insanlar, geceye gelene kadar…
O yoksunluk hissi, geceleri buluyor kanatacağı yarayı.
Uyutmaz, gece insanı yapar seni. Çünkü o an yanında kim olursa olsun, gece senindir. Yakanı bırakmaz. Gün doğumunu görmek, düşüncelerinden arınmak anlamına gelir bazen.
Rüyaları reddeder bedenin. Rüya görmeyen biri haline gelirsin çünkü kendi bilinçaltından bile kaçarsın. Kendi beynini, kendi düşüncelerinle kandırırsın. Rüya görmezsin çünkü o kadar baskılanmıştır ki, kendini kendine bile açmak istemez o beden.
Zayıf taraflarımızı örtmek gibi işgüzarlıklarımız vardır insanlar olarak. Bugünün dünyasında bir menfaattir gidiyor herkesin hayatında ve haliyle diyoruz ki, zayıf olup kendini belli edersen bunu kullanırlar… dönüp dolaşıp seni bulur.
Dünya artık eskisi kadar naif değil.
Ama, sevgiyi yeteri kadar alamadığından ruhu yaralanmış insanlar, aslında o güçlü maskelerinin altında hala naif.
Büyüyememiş, şımarabilecek bir yer arayan birer çocuk hepsi.
Sevilmeme sanatı.
Sevdiklerinin gözlerinde sevgiyi arayıp yeteri kadar görememiş, kendilerini büyütmüş, hala çocuk olan tüm güzel adamlara, kadınlara…
Yani erken büyümek zorunda kalan tüm güzel kız ve erkek çocuklarına… Selam olsun.
Sağlıkla ve sevgiyle kalın.
4 notes · View notes
silatonik · 4 years
Photo
Tumblr media
Umutsuzluğa Ağıt
Hissediyorum bana bakan o boşluğu,
İçimde büyüyerek yayılan o karamsar renkleri. 
Gölge oyunlarına gömülmüş geleceğim,
Ve örtülmüş yalanlarla,
Kusurlarım.
Geveze kahraman nefes almıyor artık.
K.
3 notes · View notes
silatonik · 4 years
Text
Oylece oturuyorum. Sessizligi dinleyip, yuzume vuran ruzgari hissediyorum. Cok usumus olmama ragmen kalkip iceri girmek gelmiyor icinden.
Icimdeki tum sesleri susturup kendi sessizligimi ariyorum.
Soyleyebilecekken soylemediklerimi dusunuyorum. Yaptigim ne varsa... Dusunmekten deli cikacak gibi oluyorum. Ve susuyorum. Icimdekileri atar gibi, bir damla gozyasi dusuyor yanagima.
Tek bir damla yas.
Onu parmagima alip baktigimda goruyorum icimdeki o bana nefes aldirmayan hissi... kabullendigimi goruyorum.
Ve her kabullendigimde, biraz daha hissizlesiyorum.
1 note · View note
silatonik · 4 years
Text
Nadas.
Su siralar en favori kosem, odamin penceresi... Pencerenin kenarinda calisma masam oldugundan oturabiliyorum kenarina. Oturup izliyorum... Neyi mi? Mesela gokyuzunu... Uyku durumuma gore bazen gun dogumunu veya eger yakalayabilirsem gun batimini... Gokyuzunun her halini izlemek, sokagi izlemek neden bilmiyorum ama beni rahatlatiyor sanki. Kafam bosaliyor belki de... Bilmiyorum.
Merhaba sevgili okuyan!
Bu guzide karantina doneminde kendime ait anlatabilecegim cok da fazla yasam birikimim yok maalesef ama yine de iyiyiz cok sukur. Simdilik hayattayiz diyelim. Son yazim oldukca yorucuydu... Ustune ne yazabilirim, anlamli olur mu diye cok kafa yordum ama burasi benim kisisel alanim, ne yazsam kabulum artik su saatten sonra. Mukemmeliyetci olmamaya bir yerden baslamam lazim, cunku malum...
Su birkac hafta da gordum ki, bir sey icin mukemmel bir aday olmak bir halta yaramiyor.
Aktif spor kariyerimi biraktigimi aciklamamla birlikte lisansli olarak temsil ettigim kulubumde kadrolu olarak antrenorluge basladim... Guzel bir his, aslinda evinde gibisin. Olabilecek ihtimallerin en iyisiydi bu. Ilerde ne olur bilemem ama henuz bence bu alanda pismem lazim, bunu da en iyi evimde yapabilirim gibi duruyordu, ben de kabul ettim bu teklifi. 
Ilk antrenmana ciktigim gun, benim icin hem heyecanli hem de zordu... Buzda cocuklari izlerken (kendi antrenman yaptigim gruptan bahsediyorum, hepsi henuz cocuk...), yerimde duruyor olmak cok tuhaf geldi... Sanki kenara gecmisim de haylazlik yapiyormusum, durmamam gerekiyormus gibi hissettim. Iki defa yeltendim gidip bir seyler yapmaya, hareketleri deli gibi yapmak istedim... Ama kendimi durdurdum. Sonuncu denemem de dedim ki “kizim artik isin bu tarafindasin... ogrenmeye bak.” Karantina surecine kadar fena gitmiyordum... ozel dersler, kulup saatleri hatta kondisyon. Hepsinin bence oluru vardi. 
Bana gore durumum aslinda daha cok yikilan bir seyi yeniden bir araya getirmeye calisiyorum gibi. Yani buzda oyle.
Baska meseleler icin, daha cok yikilmak uzere olan seylerin onune gecemememdi mesele.
Nitekim oyle de oldu. Bu hissi nasil anlatabilirim ki size... Kaybedeceginizi anlarsiniz, bilirsiniz yani sona geldiginizi... Belki oyle degildir diye bir cikis yolu ararsiniz ama oyle bir yol yoktur, sondur orasi. 
Mertce konusacagim, elimde tutmak istedigim bir mutlulugum vardi... Son birkac hafta yuzumu en cok gulduren seydi diyebilirim hatta. Uzun zaman sonra birine guvenebilecegimi hissetmistim. Ulan bi’guvenelim dedik hale bak... 
Iyiyim, simdi cok iyiyim hatta. Sadece uzerine oturup yazmamistim hic. 
Beni bu surecte bir arada tuttu, hayatimi farkli yerlerden gosterdi bana. Benim icin kiymetli, guzel bir adam kendisi. Ama olmadi yani, olamadik. Ona beni merak etmek zor geldi, bana da sanirim onun gitgelleri fazla geldi bir yerden sonra. Sen tam iliski insanisin, hic hatan yok gibi seyler soyledi durdu... Hayir abi, ben mukemmel falan degildim. Korkularim vardi, utanmalarim, hatalarim da vardi... kacmadim sadece. O da korktu, evet, ama en azindan bunu carpitmadan durustce yuzume soyleyebildi. 
“Seni ben sectim” dedim, o da bana “sen benim icin cok degerlisin” dedi.
Basindan sonuna dusundum ben defalarca, yanlis mi yaptim bir yerlerde diye... Elbette yapmisimdir ama asilmayacak seyler degildir hicbiri. Nitekim, onun icin de aynisi gecerli. Hicbirimiz mukemmel degildik. Hazir oldugunu sandi belli seyler icin ama hazir degildi... Kendi de bunun farkinda degildi. O, beni kendinde hissettigi derecede degerli kildi... Bu sebeple, daha once de soylemistim... Kimseye birini sevemedigi icin kizamazsin. Birinin agzindan yapamiyorum kelimesini duymak bile yeterli, otesini sorgulayamazsin. 
Boylece burayi da kapatiyoruz... Aklima geldikce bir burukluk oluyor elbette insanim malum ama sukurler olsun ki rahatim, cunku kafasinin net oldugunu biliyorum. Kafasini az cok bildigim icin ben de netim, denedik. Guzeldi. Ilerde birbirimizi gordugumuzde yuzlerimizi cevirmeyecegiz en azindan. Sadece cok fazla sey yasadim bu olanlarin ustune, hala da yasiyorum aslinda... ama az kaldi. Belki birkac gun, birkac karar daha... Sonrasinda yepyeni baska seyler olacaktir hayatimda, su karantina biterse tabii.
Ve son olarak... Sakatlik surecim tum hiziyla devam ediyor. Fizik tedaviye basladim oncelikle... Her fizik tedaviden kendimi suclayarak cikiyorum, bu bir gercek. Canim yandikca kendime yukleniyorum, cok yukleniyorum hem de. 
Aci dolu iki seansin ardindan (yedigim 26 tane igne ve akim bunlardan sadece birkaci...) karantina karariyla birlikte klinik kapandi. Evde manuel tedaviye devam etmek durumundayim bir sureye mahsus... Agrilarim tam gaz devam. Uyutmuyor, oturtmuyor... Bir yeni agri kesicim daha var artik. Ilac bagimlisi olarak yola devam ediyorum. Ek olarak, bir “cross-check” amacli babamin beyin, sinir ve omurga cerrahi bir profesor arkadasi var, daha once annemin de fitik ameliyatini yapmisti kendisi, ona muayene oldum hafta basinda. Yaptigi uzun muayene ve refleks testi sonucunda ayagimdaki bir his kaybindan suphelendi... “Oraya vurdugumda sicraman lazimdi sen anlamadin bile” dedi ozetle. Bunun uzerine ben yine zilyon tane MR, film ve kan testi yaptirdim. Sonuclar biraz anormal geldi... Ama iyiyim. Fizik tedavi, agrisiz saglikli bir vucut icin tek cozumum gibi gorunuyor.
Agir spor yapmam da yasak, yoga yapabiliyorum sadece... Elbette ben cildirdigimdan alternatif yollar ariyorum, bel ile alakasi olmadan baska yerlerimi calistirmak icin... Kol, bacak, karin gibi. Gunde iki ogun yiyorum sadece, baska bir sey yememeye calisiyorum. Alkol aliyorum... O suan icin vazgecmeyi dusunmedigim bir sey. Sonra dusunecegim onu... Ve film izliyorum. Bol bol film, kitap, yazi. Bir de uyku... 24 senelik hayatimda en son bebekken bu kadar bos oldugum icin, yarinlar yokmuscasina senelerin acisini cikariyor vucudum sanki... Saatleri belirsiz, ne zaman agrim az olursa hemen uykuya daliyorum. Gunlerim tamamen boyle. Ve onumuzdeki birkac gun de bana hastane yollari gozukuyor, asla kurtulamiyorum.
Bu daha cok gecis yazisi gibi oldu sanki... Ama boylesi de olur ya her zaman en yuksek noktaya vurup damardan girecegim diye bir sey yok. Benimki de kafa... Surekli aksiyon, aksiyon... Bir sure nadasta olmayi ben de hak ettim bence. Hem fiziksel hem ruhen bir acim var... Nadas. Ve limon kolonyasi kesin cozum. 
Bu surecte kendime kizmamaya, kendimi affetmeye calisiyorum. Cok basarili oldugum soylenemez ama mutlu olmayi hak ettigime inanmam gerekiyor artik bir yerde. Yapamiyorum diyebilmeyi cok isterdim, bir yerde kolaya kacmak gibi cunku ama hayat devam ediyor... Dunya durdu suan evet ama yeniden donmeye basladiginda her seye kalkip devam etmek durumundayim. 
O zaman, bir sonraki gorusmemize dek... 
Saglikla ve sevgiyle kalin.
1 note · View note
silatonik · 4 years
Text
Bir son, bir baslangic.
“...bundan sonra agir spor yapmani kesinlikle tavsiye etmiyorum cunku...”
.
“...bu sadece spor ile ilgili olmak zorunda degil, hayat kaliten dusuyor...”
.
“...bir gun elbet olacakti bu, zamanina karar vermek sana kalmisti sadece...”
.
Merhaba sevgili okuyan.
Benim icin bir yaziyi yazmak demek, hicbir zaman zorlanmak demek olmamisti... Hem istiyorum, hem de dogru cumleleri bulabilecekmis gibi hissetmiyorum. Ama yazmam lazim, cunku daha iyi hissedecegim sonunda. Biliyorum. 
Benim kariyerim, buz pateni yolculugumun basindan sonuna kadar bir basari hikayesi oldu. Tum inisleriyle ve cikislariyla, elde ettiklerim ve kaybettiklerimle birlikte... 
Yazarken bile hala inanamiyorum hayatimin bu evresine geldigime...
Sevgili okuyan, ben aktif spor kariyerimi noktalama karari aldim...
Cok tuhaf bir his bunu yazili halde gormek... Karsimda oylece duruyor sporculuk kariyerimi noktaliyorum diye... Okurken sizler bir cirpida okuyacaksiniz bunu elbette. Tekrar okuyalim...
Aktif spor kariyerimi noktalama karari aldim...
Bir cumle... Tek seferde ne guzel okunuyor. Benim buna karar verebilecek mentaliteye ulasmam yaklasik iki haftami aldi... Simdi nerdeyse ucuncu hafta bitiyor ve ben yeni yeni dile getirebiliyorum. Hala da sindiremedim.
Nasilsin diye soruyorlar bana... Bilmiyorum. Bu klise gelecektir ama yemin ederim nasil hissettigim konusunda bir fikrim yok. Bir agliyorum, bir guluyorum, bir de gulerken aglamaya basliyorum... Modum oyle degisken ki, kendimde alisik olmadigim seyler gozlemliyorum ve bu sureci kendime zarar vermeden nasil atlatirim diye ugrasiyorum.
Durduk yere vermedim bu karari elbette... Daha bir bucuk seneye yakin bir sure devam etmeyi dusunuyordum. Ama bu son olanlar (en son yazimda bahsetmistim) bana alacagim kararlar uzerinde iyice kafa yorma olanagi sundu... Ya yeniden baslayacaktim ya da sonlandiracaktim. Arasi olmayacakti... Hazirdim. Yeniden baslamak ve tutunmak istiyordum ama fiziksel olarak hic iyi hissetmiyordum. Surekli uyuyordum ve yorgun hissediyordum. Bu arada giderek kroniklesen sirt ve bel agrilarimdan, beni bile uyutmayan kramplarimdan bahsetmiyorum bile... Ve daha onceki sakatligimda gittigim doktorumun kapisi calmamla kararim sekillendi...
Doktorum beni iki gun ustuste gordu, muayene etti... Kan tahlilleri, bir suru tetkik... Ve en son oturdum karsisina. Kotu dedi. Kan tahlillerimin kotu gelmesi yetmiyormus gibi belim de eskisinden daha kotu haldeydi. “Vucudunu dinlememissin, cok yorgun” dedi ve daha bir suru terimsel kelime kullanarak agrilarimin sebebini, belimdeki problemi ve nasil bir yol izlenmesi gerektigini anlatti. Ama en kritik cumlesi “Bu bel ile kesinlikle agir spor yapmani onermiyorum...” oldu. Iyilesecek elbette, sonsuza dek sakat kalacak halim yok. Ama agir spor demek, benim sabahtan aksama yaptigim ise tekabul ediyor. Benim hayatim demek aktif sporculuk... Yirmi senedir yaptigim belki tek muthis is. Beni ben yapan sey.
Ben de ciddi bir kararla kendimi karsima aldim, olctum, bictim, tarttim... Bu sporu sporcu olarak yapabilmem icin iyilesmem, iyilesmem icin ise alti ay gibi bir sure lazim. Cok uzun degil, ama sancili ve yuksek disiplin gerektiren bir surec. Bakin disiplin demiyorum, yuksek bir disiplin... Disina asla cikmamam gereken bir plan, agrili gunler, psikolojik agirlik, stres, huzun... Ve sonu belirsiz. Tamamen duzelip duzelmeyecegi belli olmayan koca bir bosluk. Ayni zamanda okulumun bitmesine kalan bir koca sene. Devam zorunlulugu olan bir bolum ve harcanan onlarca saat.
Sordum kendime, ne yapmak istersin? Ben hicbir seye yetisemiyorum diye daha cok yirtinacaksin bu asamada, farkindasin degil mi...
Ailemle konustum. En onemlisi buydu benim icin. Ve bana o kadar guzel seyler soylediler ki... Hakli olduklari cok fazla nokta vardi. Bunlari da goz onunde bulundurdum.
Henuz 24 yasindayim. Eger hayat yolum kesilmez ise, onumde gorecegim en azindan net bi 15-20 senem var... Bu surecte bir suru insan olacagim. Bir suru... Her biri de olmaktan keyif alacagim karakterler olur umarim. Bu amacta yasamaya devam edecegim. Keyif almaya calisacagim hayatimdan, mutlu olmayi hak ettigimi belki kendime kabul ettirebilirim zamanla... Ne dersiniz?
Oldugum insanla gurur duyuyorum. Yerine gore fazla kirilganim evet ama cok guclu bir kadin haline getirdi beni kariyerim. 
Hayatima muthis insanlar katti... Beni gercekten seven ve iyiligimi dusunen insanlar verdi bana bu kariyer... Diger yandan her aci-tatli algoritmasi gibi herkese guvenmemem gerektigini, daha dogrusu ne kadarimi insanlara gostermem gerektigini tabiri caiz ise kafama vura vura ogretti buz patenine verdigim seneler...
En onemlisi mi bilmiyorum ama benim icin onemli... Beni daha iyi bir insan yapti kariyerim. Her inisin kotu olmadigini, her madalyayla da goklere cikilmadigini ogrendim.
Dustum, kalktim, yine dustum, yine kalktim... Cok fazla fedakarlik, cok fazla emek, buyuk kucuk cok fazla sakatlik, cok fazla mutluluk...
“Mumkun degil bu saatten sonra geri donmesi” dediler.
Sifir noktasindan tekrar tepeye yukseldim. Bunu ben basardim. Kendimle gurur duyuyorum. :)
Goz ardi etmeyelim, malum ben seviyorum bu konularda alcakgonullu davranmayi... Bu bilinen bir sey ki, ben adimi Turkiye’deki paten tarihine yazan bircok basariya imza attim kariyerim boyunca. Hem de oyle sudan basarilar degil, dunya genelinde geldigim yerlerden bahsediyorum. Tek tek soylemeyelim simdi burada...
Antrenorler geldi gecti... Bana cok fazla sey kattiklari gibi cok fazla da sey goturduler benden. Kaybettiklerimi yerine hicbir zaman tam anlamiyla koyamadim belki ama daha akilli davranmanin mantigini gordum. Cunku kalkmasini bilmek, kuyunun dibine inip yine de ayaklanabilmektir aslinda.
“Artik olmazlara, ondan gectilere inat, daha inancli, cok daha guclu.”
Hep bu inadimla geldim geri, sevdiklerimin akilli hamleleri ve inadimla. Cogu insanin yapmaya cesaret etmek istemedigi seyleri basarmis olmak bile cok guzeldi.
Cunku bazen madalyalardan, elde ettigimiz sonuclardan cok hayata karsi durusumuz aslinda elimizde kalan tek sey... :)
Canim ailem, senelerce pesimden oradan oraya suruklendiler. Benimle birlikte cok fazla sey yasadilar. Zaman zaman katilmasalar bile arkamda durdular verdigim kararlarin ama hep elleri omzumdaydi. En buyuk destekcilerim onlar benim. Her zaman. 
Biriktirdigim guzel insanlar... Antrenorlerim ve canim ekibim. Beni her seferinde yerden kaldirip yola devam etmem uzerine tesvik ettiler. Bildikleri her seyi bana tereddut etmeden aktardilar. Bana saygi duydular. Umarim ben de ogrendiklerimi en dogru cercevede ogrencilerime aktarabilirim... 
Ve seneler boyu beni guzel sozleriyle, mesajlariyla, iltifatlariyla motive eden herkes... Sizlerin begenisini kazanmak, benim icin bir zevkti.
Ben buza ciktigimda her zaman sahne benimdi, sadece ben vardim ve programimin icindeydim. Anlatamadim insanlara, ben bu isi haz alarak ve ozenerek yaptigim icin izlerken seyircilere keyif verebildim... Kendim oldugum icin. Dolayisiyla ona gore puanlandim. Keyif verebildiysem aldigim gibi, ne mutlu.
Ben ne kadar yazarsam yazayim, bana asla yeterli gelmeyecek. Sunu unuttum veya keske bunu da yazsaydim diyecegim hayatimin her doneminde. Nasilsa bu blogtan yazmaya devam edecegim bu asla bir son degil... Bu, benim icin de bir son degil. Sadece belli kararlar alma zamani geldi. Bu yolda yanimda olan herkese... Binlerce...
Ve kendime. Sıla’ya...
O guzel, savasci kiza cok buyuk bir tesekkur borcluyum.
Insanlara “Sıla gibi” dedirttigi icin. Yarisma zamani tribunlere sadece onu izlemek icin insanlarin kosarak gelmesini saglayan zariflikte oldugu icin. Isminin gectigi yerde bir efsane olabildigi icin. Saygi duyulan bir sporcu figuru olusturdugu icin. Altindan kalktigi her sey icin.
Simdi zaman, baska bir yol cizme zamani. Zor olacak, cok bos olacak ama doldurmak ve delirmemek icin elimden geleni yapacagim. :)
Beni mutlu edecek, ayni zamanda bedenimi ve sagligimi daha fazla zora sokmayacak bir karar almaya calistim. Bu karari almak benim icin asla kolay olmadi. Nitekim sindirmek de kolay olmayacak.
Bir sonraki bulusmamiza kadar, hoscakalin.
Sevgiyle kalin.
1 note · View note