Text
Sen Aydınlatırsın Geceyi

Sevgili KitapKafe sakinleri yine Spotfy’dan Sam Smith’in ‘’Stay With Me’’ şarkısı eşliğinde beraberiz… Bu yazımda sizlere herkesin önce ‘’Leyla İle Mecnun’’ sonra ‘’Leyla The Band’’ isimli gruptan bildiği Onur Ünlü’nün yazıp yönettiği 2013 yılında ‘’Uluslararası İstanbul Film Festivali’’nde ‘’Yılın En İyi Türk Filmi’’ ödülünü alan ‘’Sen Aydınlatırsın Geceyi’’ isimli filmden bahsedicem.. Bildiğiniz üzere film gündeme geleli birkaç ay oldu ancak ben bu filmi daha yeni izledim maalesef ki fırsat olmadı film konusunda fazlaca eksiğim olduğunun farkındayım .. her neyse..
Filmden bahsedeyim ben size filmin oyuncuları ‘’Leyla ile Mecnun’’ dizisinden tanıdığımız oyunculardan ibaret benim en çok beğendiğim ise çok doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum Yasemin rolünü oynayan ‘’Demet Evgar’’ oldu.. Yaseminden bahsedicek olursam üstüne çöken sıkıntıyla baş etmeye çalışırken nesneleri parmağıyla oynatabilen bir kadın olarak çıkış yolu arar bir gün çalıştığı süthanede ana kahraman olan göğünde iki güneş, üç tane dolunayı olan kasabada duvarların arkasını görebilen Cemal ile tanışır ve kısa sürede evlenmeye karar verirler.. Film anladığınız üzere normal bir film değildir süper kahramanların olduğu süper bir kasabadır.. Cemal küçük yaşta kardeşlerini ve annesini çiftlik evlerinin yangınında gözleri önünde kaybedince kendi içinde bir takım ağır sorunlarla cebelleşmeye başlamıştır ,zaten görünüş itibariyle de normal bir karakter olmadığı belli .. Bir anda hayatına giren Yasemin sayesinde geç de olsa hayatı,sevmeyi ,bir kalbinin olduğunu fark eder ancak Yasemin’i kaybeder.. Yasemin geçmişinde yanlış bir ilişki yaşamıştır ve ondan 3 aylık hamiledir bu Cemal’in Yasemin’den özür dilemek için şiir okuduğu gecede ortaya çıkmıştır..

Cemal ili büyük şok yaşamıştır ardı ardına önce hamile olduğunu öğrenip baba olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmemenin şoku,ardından ise 3 aylık hamile olmasının yaşattığı enkaz.. Çünkü evleneli daha 1 ay olmamıştır.. Anlayacağınız üzere işler buradan sonra biraz karışır Cemal Yasemin’e bunu yapanın uçkuru derdine düşmüş fabrikadaki patron olduğunu düşünür hesap sormaya gider kapısına av için aldığı ancak hiç kıyıpta avlanamadığı tüfekle gider ve kafasına sıkar uçkur düşkünü patronun.. Ancak dedik ya süper kahramanlarla dolu iki güneş üç dolunay olan bir kasabadır burası .. Cemal beş on adım ilerler ve adam arabanın içinde birden canlanır ve arabadan inerek Cemal’e seslenir ‘’bir sigarada bana versene ‘’ diye.. Cemal gözleri fal taşı gibi açılır ve arkasını döner az önce kanlar içinde bıraktığı adamın yüzünde hiçbir iz yoktur .. Meğer adamın süper gücü budur yaralarının hemen onarır .. Dolayısıyla ne bir bıçak ,ne bir kurşun adamı bırakın yaralamayı öldüremez bile.. Ne kadar güzel gibi geliyor dimi ilk düşününce vay anasını diyoruz bir an adam ölmüyor abi,yaralanmıyor da pat diye tedavi ediyor kendini .. Ama öyle değil işte bir de adamın ağzından dinleyince bazen yaralarını sarmanın ,ölememenin hiç de iyi olmadığını söylüyor.. Adam ölemiyor gençler her türlü acıya şahit oluyor gözleriyle yıllardır yaşıyor ama ölemiyor yaşadığı onca suçluluk duygusunu,onca günahın bedelini ödeyemiyor ona göre bu en büyük ceza ona.. Gel gelelim Cemal hesap soruyor Yasemin’e nasıl kıydın diye ancak patron Yasemin’e aklından geçse de bir şey yapmadığını söylüyor çok pislik yaptığını ama bunu yapmaya fırsatı olmadığını da pişkin pişkin itiraf ediyor.. Cemal düşünceye dalıyor tabi o zaman kim kim bu diye ??
Ben de durup düşündüm burada kim o zaman diye çünkü filmde en karaktersiz,karı kızı düşkünü,sekreterini sıkıştıran adam patron ama sonra durdum bir’’ heee anladııımm ‘’ ifadesi takındı yüzüme hani filmi izleyenler hatırlar Yasemin halasının evinde hasta eniştesine bakıyordu ve birde evde yaşayan halasının oğlu genç bir adam vardı .. İşte elemanımız o ! Tabi Cemal apar topar Yasemin’e gider onu alıp evine götürecektir gerekirse çocuğa babalık bile yapar çünkü Cemal’in gecesini aydınlatan güneşidir Yasemin onsuz olamaz ,içinde yaşadığı bu karanlıkta artık kalamaz..Eve gider ve avluda yaşlı adam ölmüştür evde kimse yoktur bir tek çatı da genç elemanın cesedi.. Doğru bildiniz pişmanlıktan,vicdan azabından kendini asmıştır ancak ortada Yasemin hala yoktur.. Yasemin gitti .. Hem de uçakta.. Oraya nasıl yetişir keşke ama keşke zamanı durdurma yeteneği olsa Cemal’in her ne kadar duvarların ardındaki herkesi görebilse de zamana meydan okuyamaz.. Ancak biri vardır kii yalanlarla dolu,psikopat psikiyatr’ın kapatması kitapçı kız .. Daha önce Cemal şahit olmuştur buna kız ellerini birbirine çırpar ve zaman durur Cemal’in şuan tam da ihtiyacı budur kitapçı kızın tezgahına gider ve ellerini bileklerinden keser artık o eller Cemal’e aittir o eller Yasemin’i geri getirmek için kutsal bir göreve tabidir Cemal bir çift eli alır ve zamanı durdurur Yasemin’in uçtuğu uçak alacakaranlıkta bulutların arasında durur ancak Yasemin bir an bile pencereden aşağı bakmaz Cemal’in sesini duyamaz ,Cemal sesini duyuramaz ,hissettiremez Yasemin’e orada olduğunu bekler ,bekler.. Ancak zamanı boşuna durdurmaktan başka yaptığı bir şey yapmamıştır Cemal’in gecesi hiç aydınlanmayacaktır artık,yine kaybetmiştir bu kez kendi elleriyle hem de kazayla çıkan bir yangında değil .. Cemal çaresiz bir çift cansız eli ,birbirine kenetlenmiş parmakları ayırır birbirinden ve zaman yeniden akmaya başlar,umarsızca,acımasızca,uçak tüm hızıyla bulutları yarar ve Yasemin gider…
Ve film burada biter aslına bakarsanız ilk bakışta anlaşılacak bir film değildir üzerine bence birkaç kez daha izlenmeli o zaman daha iyi oturacağını düşünüyorum ancak ilk izleniminde bana güzel bir etki yaratmıştır itiraf etmek gerekirse ‘’Leyla İle Mecnun’’ dizisini sosyal medyada gördüklerim dışında hiç takip etmedim ama Onur Ünlü’nün sergilediği kurgu ve oyunculuğu bu ödüle layık buldum ve tabiî ki de Yasemin rolünde Demet Evgar’ı ..
Bu gece de bu kadar KitapKafe sakinleri ,size sosyal bir mesaj bırakmak istiyorum , gecenizi aydınlattığını düşündüğünüz bir yıldız tanıyorsanız zaman onu elinizden çekip almadan siz onu kuyruğundan sımsıkı tutun .. Sonra ne af dilemek işe yarar ne de Cemal gibi zamanı durdurmak..
Teşekkürler Onur Ünlü…

#sen aydınlatırsın geceyi#onur ünlü#demet evgar#leyla the band#leyla ile mecnun#uluslararasıistanbulfilmfestivali#eniyitürkfilmi#istanbul film festivali
0 notes
Text
İstanbul Çıkartması Volume1

Günaydın KitapKafe sakinleri sizlere Spotify’da keşfettiğim Parov Stelar’ın Booty Swing şarkısı eşliğinde 5 günlük İstanbul Çıkartmamdan bahsedeceğim.. Kısada olsa o şehirde keşfettiğim birkaç yer sonunda oldu tabiî ki devamı gelecek ne sandınız ;)
İlk olarak geçen hafta Perşembe yani bugün Cuma günü ders olmayacağını öğrendim ve büyük bir heyecanla iyiki tanıştığım arkadaşım Ömer’e haber verdim o da sağolsun hemencecik biletimi aldı yeter ki ben gidecek olayım bilet bana kurban olsun J Cuma günü Biga’dan saat 14.30’da çıktım yola akşam saat 21.00 civarları Esenler Otogarında Ömercikle buluştuk ve yehuu İstanbull hoşbuldummmm .. Ömer’de hemen ortama uygun bir şarkı açtı Spotify’dan çok hoş bir uygulama popülerlikten uzak yalnızca müziğin konuştuğu harika şarkılar var .. Önce Beşiktaş’ta Ziyafet diye bir yere gittik rakı sofrasını kurdurduk ohh değmeyin keyfime dışarıdan gelip geçen her türden insan,kulağa gelen her tür müzik İstanbul böyle biryer işte size en dibinide yaşatır en zirveyide ;) Az biraz yorgunluk olduğu için üzerimizde eve erkenden gittik sevdiğim komedi dizisi Baby Daddy’den 2 bölümüde Ömer’le devirdikten sonra tabikii bira ve çerez eşliğinde mis gibi bir uyku çektim.. Ertesi sabaha dinç ve huzurlu uyandım ve Beşiktaşta Milli Saraylar’a gittik mis gibi manzara eşliğinde bir şeyler yedik etraf turist kaynıyordu çok sevimli minik bir bebeği bile sevdim çat pat konuştuğum İngilizcemle .. Daha sonra benim ısrarımla ama iyiki de ısrar etmişim Dolmabahçe Sarayı’nı rehber eşliğinde gezdik ve tam 45 dakikalık harika bir kültür turuna çıktık resmen.. Tek üzüldüğüm şey resim çekilmesinin yasak olmasıydı ama elbetteki o tarihi eserlerin illa ki bir şekilde korunması için bazı şeylerden fedakarlık şart olmuştu.. Yine de bahçede bol bol resim çektik o da yeter içeride gördüklerim hafızamın en güzel yerine kazındı bile :) Sarayı gezdiğimde çok defa vay anasını tepkileri verdim ve gerçekten saray döneminde yaşamak istediğimi düşündüm mavi salon,pembe salon,kırmızı salon,haremlik,selamlık ,bayramlaşma salonu ,elçi salonu daha birsürü … Hele ki o tavan işlemeleri gerçekten büyüleyiciydi onları yapan kesinlikle sanat tanrısı niteliğinde ellerine sağlık,helal olsun diyprum ! Beni en çok etkileyen ve girdiğim an tüylerimi diken diken eden tek yer ise Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşadığı alan ve vefat ettiği oda oldu.. Saat tam 9.05’de duran bir de saat vardı ki … Seni adın geçsin veya geçmesin her an kalbimizde anıyoruz yaşatıyoruz Atam! …
Her neyse yeniden tüylerim diken diken olmadan yazıma devam manzaralı bir arka bahçeye açılıyordu orada akşam güneşi altında bol bol fotoğraf ve ahh ahh ne güzel bir yer burası yaa eşliğinde baya bir 2 km kadar dolaştıktan sonra sarayın dışına çıktık bileti hala saklıyorum J Haha aklıma komik bir an geldi biz sarayı dolaşırken açıkcası bu büyüleyici yerde çalışan tur rehberini imrenerek tebrik etmiştim kendiside evet bunu çok söylüyorlar ama bir de şöyle düşünün her gün bu harika sarayı tanıtıyorum ama akşam olunca 1+1 stüdyo daireme dönmek zorunda kalıyorum sizce nasıl dedi ve üzüldüm doğrusu biz bir kere görüp bayılıyoruz adam orada çalışıyor ama kutu gibi evine dönmek zorunda …

Dolmabahçe’den çıktıktan sonra biraz dinlenmek için eve gittik biraz şarap içtik akşama hazırlık o gece Ömer’cik beni Klostry diye bir mekanda undergrand partiye götürecekti haha mekana gitmeden önce Nevizade’de midye tava yedik şalgam içtik sonra mekana gittik mekanda gece geç başladı biraz ama iyi başladı hem de güzel başladı be!Barmene yazmalar,mojitolar felan hehe .. Gecenin baya ilerleyen saatlerinde eve döndük ve küt mis gibi bir uykuuu .. Ertesi gün İstinye Parkta yemek yedik sinemaya girecektik ama istediğimiz film yoktu The Cut filmini merak ediyorduk Fatih Akın’ın bizde kahve içtik boş beleş sohbet ettik D&R’dan kitap aldırdım kendimeee okuyunca sizinle paylaşıcamm ve akşam Ömer beni bir arkadaşımla buluşmak üzere Taksim’e bıraktı keşke bırakmasaydı diyorum çünkü henüz yeni tanışıcağım biriydi pek eğlenmedim açıkçası sabahı zor ettim Ömer’e gitmek için artık İstanbul’daki güvenilir adresimi bulmuştum en iyi misafirperver lisetesinde benim numberone’ım kesinlikle.. Pazartesi sabahı Beşiktaş’ta uyandım hakan diye bir çocuk vardı daha önce tanışmıştım vakit geçsin bari diye onu çağırdım tamamen işim düştüğü için itiraf ediyorum .. Sağolsun geldi uçarak kahvaltıcılar sokağında kahvaltı ettik bayıldım sonra karşıya geçmek istedim sırf vapur keyfi için öylesine kadıköy’e geçtik geldik sinemaya gittik Trump Tower’a orada tabikii çok beğendiğim Umut Tatlı vardı kendisi şu ünlü Mehmet Tatlı kuaförün işletmecisiydi hakana onunla görüşceğimi söyleyince gerek yok bilmem ne saçma bir havaya girdi kim oluyorsa ben de sırf bunun acısını çıkartmak için sinemadan çıktıktan sonra hakanı orada bıraktım ve avm’de kayıplara karıştım haha çocuk yazık aradı aradı bulamadı en son göz ucumla yukarı baktığımda aşağı indiğimi gördü tabiî ki Umut’a indiğimi anladı aman banane umudun yanında bir kahve içtim 8’de haberleşmek üzere oradan ayrıldım ama haberleşemedik işi çıktı LL Avm’de dolaşırkende birazcık tırstım acaba hakan psikopata bağladı da beni mi izliyor diye etrafıma bakındım durdum ama sıkıntı yoktu .. Sonra Fuat’ı aradım onunla görüşücektik o akşam ama ben o kadar sıkılmıştım ki önceki geceden yeni bir macera istemiyordum paşa paşa Ömer’e gidecektim Fuat’ı ikna ettim bi kahve içtik kendisi beni Kelepir diye bir kitapcafe’ye götürmek istedi ama hiç içimden gelmedi bir dahakine kendim giderim artık oradan metrobüse bindim ve ömer’e gittim ev arkadaşı Mahfuz’u görünce kendimi evimde hissettim çok ciddiyim bir huzur buldum kedi gibi koltukta kıvrıldım uyudum Ömer geldi ona yaşadıklarımı anlattım o da ben biliyodum felan dedi sonraaa Onur Ünlü’nün Yalnız sen aydınlatırsın geceyi isimli siyah beyaz yalnızca festivalde gösterilen enteresan ama keyifli filmini izledik o filmi ayrıca size anlatacağım bu kadar kısa cümlelere sığdıracak kadar değil aksine çok iyi bir film.. Gece geç saatte uyudumm huzur içinde ve artık ertesi günü dönmeye karar verdim her şeyi dozunda bırakmak gerekirdi değil mi çünkü bu şehir beni epey bir yormuştu açıkçası uzun gelen bir yolculuktan sonra buraya yatağıma geldim sevindim sevinmedim değil ama aklım yine o ışıl ışıl şehirde de kalmadı değil olsun yine giderim ne de olsa orda güzel bir dost edindim dimi ama …
Umarım İstanbul Çıkartma’sı Volume1’i severek,eğlenerek okursunuz gençler çünkü ben çok eğlendim … Görüşmek üzere ;)
0 notes
Text
FIFTY SHADES OF GREY

FIFTY SHADES OF GREY.. (GRİNİN ELLİ TONU)
Grinin elli tonu … Her ne kadar orjinali tam olarak bu demek olmasada kitabın kurgusunu yansıtan bir başlık olmuş .. Geçmişinde gidip gelen,geçmişinin izlerini göğsünde taşıyan siyah yada beyaz kadar net değil gri bir adam ve onun elli tonu ..
Açıkçası kitap fenomen olalı bayağı bir zaman geçti ancak kitabı daha 1 ay önce okumaya başladım internetten yorumlara baktığımda filminin çıkacağını gördüm ve fragmanı izledim ilgimi oldukça çekti .. Her ne kadar fragmanda cinsel öğeler özellikle fazla olsa da ki kitap bu yönde yine de farklı bir noktaya parmak basacağını düşünerek kitabı aldım ve 1 ayda 3ünüde bitirmiş bulunmaktayım.Kitapla ilgili tek keşkem keşke daha önce okusaymışım oldu ama daha sonra düşündümde yakın zamanda filmi çıkacağı için bu ara okumak daha iyi oldu sanki geçen yıl okusaydım merakım bu kadar canlı kalmazdı diye düşünüyorum..
Evet serinin ilk kitabı olan ‘’Grinin Elli Tonu’’ özellikle Christian Crey ve Anastasia Stele arasındaki cinsel çekimi aralarındaki tutkuyu konu ediniyor ..Anastasia Vancover üniversitesi İngiliz Dili Edebiyatından yeni mezun olacak ev arkadaşının ısrarı üzerine Grey Şirketler grubu ceo’su ve okullarının büyük bağışçısı Christian Grey’le röportaja gider ve kapıdan adımını attığı gibi Christian Grey’in aklına düşer son kitabın Christian’ın notları bölümündede Grey daha o andan itibaren Anastasia’nın ürkekliğinin altındaki cazibeye kapıldığından bahseder.. Anastasia’da ne kadar utangaçlığından kızarsada kızarmasının bir nedenide Christian’ın mükemmel yaratılmış cazibesidir.. Röportajdan sonra bir daha karşılacağı aklının ucundan bile gemezken Christian çoktan aklına koyar ve narin bir çiçek olan Anastasia’yı takibe koyulur .Önce çalıştığı yerden başlar ve tesadüfen oradaymış gibi Anastasia’nın çalıştığı hırdavat dükkanına girer ve çok enteresan bir alışverişe koyulur ‘’oyun odası’’ için… Anastasia’da bu tesadüfe şaşırmış ama mutlu olmuştum çünkü yaptığı röportaj için Grey’in fotoğraf vermesi gerekmektedir ve tabiî ki Grey bunu hemen kabul eder ve sözleştikleri zamandan sonra kader artık ağlarını yavaş değil hızlı bir biçimde örer.. Grey aşık olmaktan korkan bir adamdır tamamen geçmişinde ,küçük bir çocukken uyuşturucu batağındaki annesi ve hiç tanımadığı babasının bıraktığı derin yaralar onun kalbini her zaman arka plana atmasını sağlamıştır Anastasi ise aksine Grey’e tutulur ve onun Grey’in istediği hakim-itaatkar ilişkisine ayak uyduramayacağını anlaması ona ağır gelir ama bir yandan Grey’i bırakamaz bir yandan da gittkçe büyüyen aşkı onu fazla acıtır ve Grey’i terk eder. Grey bu ayrılığın üzerine şaşırır kendine olanlara.. Çünkü eksik kalmıştır Anastasİa gidince ve anlar ki yıllardır eksik kalan yanını bu narin kalp tamamlayabilir ,onu uzun zamandır kimse böyle sevmemiştir .. Anastasia’nın peşinden gider ona deneyeceğini,gerçekten deneyeceğini söyler tamamen hiçbir sınır olmadan kalbiyle güller ve çikolatalar eşliğinde ,vanilya bir ilişki yaşayacağına söz verir. Tek bir sınır vardır o da Grey’e dokunmamak .. Bu Ana’yı oldukça düşündürür nedeni hakkında çok fazla şey kurmuştur ancak geçerli bir cevabı ona yalnızca Grey verebilir.. İlk kitap Anastasia ve Grey’in tutkulu aşklarının en başıdır hiçbir griliğin olmadığı bir netlik içerisindedirler ve bu netliğin doğumunda Grey kalbini Anaya açtığı gibi ona bu uçsuz bucaksız servetini,dünyasınıda sunar ve ona evlenme teklif eder … Bakalım Ana ve Grey’in aşkı griye yenilecekmi yoksa aşk gibi hep canlı mı kalacak 14 Şubatta göreceğiz…
2 notes
·
View notes
Video
youtube
Sometimes I just wanna hide 'cause it's you I miss
And it's so hard to say goodbye ..
3 notes
·
View notes
Text
If I STAY...

Bu günlerde hava yağmurlu,kasvetli bir de vize sınavları başladı ,kasım geldi ama aşk yok anlayacağınız benim için yapılacak en keyifli 2 şey var biri kitap okumak diğeriyse film ,dizi izlemek.. Daha yeni 3 tane roman aldım avm'ye açılan kitapçı standından onların dışında okuduğum 2 roman daha var biraz psikopatça okuduğum için .. Henüz bitirdiğim bir roman olmadığından Grinin Elli Tonu serisinin ilk kitabı hariç ancak onu filmini izledikten sonra yazacağım şuan size en çok tercih ettiğim,beni açılmayan partlarla delirtmeyen site olan #720pizle.com 'da gezerken konusundan,isminden ve fragmanından etkilenip izlediğim orjinal ismi If I Stay filminden bahsedicem..
Film 2014 yapımı eylül ayından vizyona girmiş başrollerini
ve Jamie Blackley'in oynadığı filmin konusu küçük yaştan itibaren içinde müzik aşkıyla ve onun getirdiği inanılmaz yeteneğe sahip Mia'nın hayatı ,aşkı Adam ,ailesi,müziğe karşı olan Çellosuna karşı olan tutkusundan ibaret..
Mia lise son sınıf öğrencisidir ve tek hayali o çok ünlü Newyork'taki müzik okuluna gitmektir,genç ,başarılı ve müzik grubuyla kariyer yapmakta olan yakışıklı sevgilisi olan Adam'la tutkulu bir aşk yaşamaya başlar ve zaman zaman müziğin onları ayırdığı olsada birbirlerine verdikleri söz onları yeniden birleştirir.. Ancak Adam her ne kadar Mia onun hayallerine ,hedeflerine saygı duysada Mia'nın hayali olan okula gidip uzak mesafeden ilişki yürütme konusunda Mia kadar umutlu değildir ve o gün Mia'nın hayatı Adam'ın kesin gidişinin ardından başka yol ayrımlarına gidicektir..O gün Cuma'dır hayalini kurduğu okuldan kabul yada red mektubu gelecektir ancak ülkedeki yoğun kar dolayısıyla ailecek bir tatil verip çiftliğe gitmeye karar verirler ,yolculuk Mia'nın açtığı Beathoven'ın enfes parçasıyla akıp giderken virajdan aniden çıkan araç ve Mia gözlerini açtığında olan olmuştur annesi olay yerinde ,kardeşi ve babası hastanede hayatını kaybetmiş tek ölüm kalım savaşı veren yoğun bakımdaki kendisidir.. Evet evet film burada enteresan bir noktaya ayak basıyor.. Mia kazadan sonra karların üzerinde uyanıyor ve olanlara birbir şahit oluyor kulağına sürekli güçlü olmasını fısıldayan hemşireyi,lütfen yaşamayı seç diyen dedesini ve hastaneye koşan tüm sevdiklerini en çok ta Adam'ı hissediyor ..O kadar kaybın arkasından Mia'nın öyle bir hayatta kalmak istemeyeceğini bilselerde onun yaşamasını umutla bekleyen ailesi Mia'nın vazgeçmemesi için yanında olduklarını hissettirmek için sürekli uğraşları Mia'yı düşünmeye ,hayatta kalıp kalmama konusunda savaşmaya zorlar.. O an bir sahne olur Mia hastane koridorunda bembeyaz bir ışığa doğru yürümeye başlar orada tam Mia gerçek sonsuzluğa adım atıyor derken birden herşey durur,sahne bembeyazdır ve bir çift göz yeniden hayata merhaba der. Evet bu Mia'dır...
Film oldukça etkileyiciydi özellikle dram filmlerinin yapmayı istedikleri ve çoğu zaman başardıklarıda bu ancak benim filme karşı olumsuz bir eleştirim var o da filmin sonunun fazla askıda kalması ben açıkcası Mia'nın gözlerini açmasını dört gözle bekledim ve tabiki yeni hayatından kısada olsa bir kesitte görmek istedim açıkcası eminim benimle aynı fikirde olan izleyiciler var ...
Yönetmenlerden rica ediyoruz bir filmin adı kadar,konusu ve oyuncuları kadar son'u da fazlasıyla önemli ve belirleyici bir nokta .. Bunu bir düşünün...
THE END ...
11 notes
·
View notes
Text
azizvalentineadına..
Roma Katolik Kilisesi Aziz Valentine anısına bayram ilan etti biz Türkler Aziz Valentine'i piyasa yaptık haberimiz yok...Valentine ,hoşlanılan kişi demek evet ama buradaki anlamı Aziz Valentine'in din adamı kişiliğinden dolayı oluşmuş bir bütün..Ama gel görelim yıllar geldi geçti Vaentine's Day dünya ulusal hediye alın verin ekonomiye can verin günü oldu çıktı.Esnaf bayram etti,sevgilisi olan günler öncesinden ne alsam ,nerde yesek,ne giysem derdine düştü,biz yalnızlarda Şubat takviminden 14 Şubatı kopartıp 15 Şubatla yaşamaya devam ettik.Altı ay sonra boşanmak için kıçını yırtan biz 14 Şubatta evlenelim diye nikah tarihi almak için emekli maaşı kuyruğuna girer gibi sabahın köründe nikah dairesinin kapısında bekliyoruz..Millet olarak tarih takıntımız büyük hatta yılan burcu gibi yeni bir burç çıkaran astrologlar on iki ayın üzerine iki ay daha eklese 14.14.14 adına neler yapılmaz ki neler...Evlenenler mi dersin,evlilik tekliflerimi hatta çocuğunu sırf o gün doğursun diye karnı burnunda bi tarafını yırtanlar mı ...Sanki o gün doğursa peygamber doğurcak tövbee yaaa.Çalkantılı bir aşk hayatım olduğu halde yukardakinin benle alay etmesinden midir nedir her Aziz Valentines günü azizimi yalnız anarım ...Bundan ötürü değil bu karşı çıkmışlığım takıntılı bir kişilik olsam da yüce aziz valentine adına tarih takıntım yoktur..Hele hele doğum günümde acaba kaç işi doğum günümü kutladı facebook duvarımda diye bir hastalığım hiç yok ,düşman başına..Bence Sevgililer günü tarih itibariyle değil kelime anlamı itibariyle takıntı konusu yapılabilcek bir şey..Ancak beraberinde insanların kendileriyle çeliştiği ama caka satmaktan da vazgeçemediği bir takıntı aynı zamanda..Yani bu ne demek şimdi 14 Şubattan sonra kimse sevgili değil mi ,,yada Anneler ,Babalar günü gibi örnekler çoğaltılabilir...Madem tarih bu kadar önemli bizim için neden her yıl her öle şehitin ölüm yıl dönümünde yasa boğulmuyoruz,ya da neden Cumhuriyet Bayramında dahi sokaklara yalnızca Avrupa gazetelerine birlik içinde bir millet olduğumuzu göstermek için sokaklara döküldüğümüz halde Cumhuriyetten bi haber yaşıyoruz..Biz anca haftalar önceden başlayalım ne hediye alsam da ben ondan daha üste çıksam,egom tavan yapma,popom kalksa diye..Sırf bugün yalnız geçirip ezik laflarına mağruz kalmasın diye yanında iki dakika duramadığı insandan ayrılmayı yarına erteleyen varlıklar var ortalıkta..Boşuna günü anlamını önemsiyor ayaklarına yatmayalım bence hepimiz aldığımız o oyuncak ayılardan bile daha sahteyiz..Birbiri için sözde ölüp biten ama evlendikten sonra yok benim param,yok ben üniversite okudum sen kimsin ki diye carcar mahkeme salonlarında şiddetli geçimsizlik adı altında noktayı koyuyorlar ne hastalıkta sağlıkta diye verilen sözler kalıyor ne sensiz yaşayamam havada şerefsiz ,adi,seviyesiz dolaşıp duruyor.Sonra da zaten her bakımdan boka batmaya itinayla devam eden devleti -ala aile kanunu çıkarıp duruyor ..Ne de olsa toplumun en önemli yapı taşı aile,bir ülke aile yapısı sağlam temeller üzerindeyse yıkılmaz imajın sarsmamalı..Biz oturup 14 Şubatta ne alsam,yok kocam beni Maldivlere götürdü gibi laf salatası yapıcağımıza bizden sonraki neslimize ne cevap vericeğimizi düşünelim.Büyüklerimiz en azından nerde o eski bayramlar diyebiliyor biz nerde o eski Valentinesdeyler mi dicez?Sırf çoçuğuma verecek cevabım olmadığı için evlilik değil,evcilik oyununa bile karşıyım....
0 notes
Quote
-"Her insan duyabilir. Dinlemek ise sadece sessiz kalabilenler için mümkündür..."
0 notes
Text
İkamesi olan hayaller kurmalı insan...
Geleceğinizle ilgili hiç plan yaptınız mı ?Tabii ki yaptınız,yaptık.. en basitinden üniversite sınavlarına hazırlanırken dershanede rehber öğretmenimizin beş yıl sonra nerede olmak istiyorsunuz sorusuyla başladık plan yapmaya..O zaman kendimi beş yıl sonra nerede görmek istemiştim acaba siz de bir düşünsenize beş yıl sonranızla uyuşan bir şeyler bulabilecek misiniz?Ben düşünüyorum sanırım uyuşan tek bir parça yok..hayatım yapboz gibi ama kalan son bir parça yok ,her bir parçası eksik henüz ve ben ne kadar beş yıl sonrasını planlasam da yarına ait planlarım dahi tutmayacak bilirim.İşte bu yüzden artık plan yapmıyorum hayatı gelişine yaşıyorum ..sanırım daha umarsız ve umarsızlıktan doğan bir gevşeme hissi kazanıyorum zamanla..İnsanlara daha bir yabanileşiyorum o biraz sıkıntı ama bunu ben istemedim ki ben hayvanları severdim insanca ,ama hayvana hayvanca yaklaşmak gerektiğini hayvani bir çok darbeden sonra öğrendim ..Kaşarlanan kalbim gibi ruhumda kaşarlandı ,nasır tuttu.. bu yüzdendir ki artık ruhumdan duygu geçmiyor süzgecime takılıyor..kursağımdan ruhuma kadar suya düşmüş hayallerimle,aşklarımla tıkalı..boğazımdan tek bir merhamet lokması geçmiyor artık.bazen nasır tutmuş yüreğim sızlasa da ölümüne yakın kendine gelen kanserli bir beden gibi ,.tam merhamet edicekken tükeniyor sınırlı sayıda nefesim ...ve film kopuyor artık..
peki ya suçlu kim ? Kim günah keçisi olmayı kabul eder ki hepimiz bir ucundan haklı çıkıyoruz kendimizce..bir elbise giyerken dahi acaba görenler ne diyecek derken ,sizce haklımıyım sorusunu bence haklıyıma çevirip yalnızca kendi kabullenişimizi kabul ediyoruz..nereye kadar gidecek böyle sanıyoruz ki acaba..her doğan güneş zamanı gelince batıyor ve gece gündüz kadar insaflı değil hele ki başımızı yastığa koyduğumuzda gece ,içinde kaybolduğumuz zindan karası gözlerini üzerimize dikiyor ..kendimizi kandırabiliriz ama geceyi asla..sağır edici sessizliğinde duyduğumuz ses yüreğimizin sesi..yüreğinin sesini dinlemek bence aşk için kullanılmış bir deyim değil bence yüreğinin sesini kendiyle yüzleşmek için dinlemeli insan.bir tek yüreğimizin sesi yalan söylemez çünkü orada kendimizi haklı çıkarttığımız haksızlıklarımız var ..Bir suçlu aramaya gerek kalmaz çünkü suçluyu aynaya bakıp görmek yeterli ..olay yerine birgün dönen katil gibi ,ruhumuzun yangın yerine döneriz elbet bir gece ..Önce inkar eder suçu hayatta buluruz ,ama suçladığımız hayatıda biz seçeriz ..peki ya o zaman kendi seçtiğimiz hayatı suçlarken onu seçen biz sütten çıkmış ak kaşık mı oluyoruz?
Bende her gece yüreğimin sesine kulak verir ,düşünürüm ..kendimi kandıramam aslında hep kendini kandırmak kolay deseler de ..evet suçladığım bu hayatı ben seçtim,aldığım derslerden bütünlemeye kaldım ,bütünleyemeden eksildim bir parça daha..bir sonraki sene dedim bir sonraki sene bir sonraki seneye daha eklendi..bir yük treni gibi her vagonumda veremediğim dersler taşıyorum ,bütünleyemediğim parçalarım var ve önümde uzun bir yol..yolun sonu gelir teslimatı yaparız..Peki ya bomboş odalarca vagonla yeni bir yola çıkabilir miyim acaba?Odalarca boşlukta ,bomboş kalmaz mıyım?Bu bomboşluk hissi beni sürükler mi daha da derine....Hepimiz boşluğa düştüğümüzde yapmadık mı hatalarımızı..boşlukta tutunacak dal aradık,tutunduğumuz dal kırılmadı mi?yıllanmış çınar ağacı bulamadık ki gölgesinde serinleyelim..Bu bir kısır döngü değil mi sizce de? bir yanda yükümüz omuzlarımıza ağır gelirken,diğer yanda boşalmışlığımızın verdiği boşluğumuzda kaybolmuşluğumuz var..gidilecek yol hangisi ..seçtiğimiz halde suçladığımız hayat mı? yok sa seçtiğimiz yol mu?.Zincire her gün bir halka eklemek yerine ,en zayıf halkayı koparmak bize zaman kazandırmaz mı ?Avucumuzda kalanlar olsa da ,çoğundan paçayı kurtardık gibii..Biz kalanları azaltmaya bakalım ...Omuzlarımıza aldığımız yük ne taşıyabiliceğimizden fazla ne de daha az olmalı..,ortada olmalı ki ,ne yükün altında ezilelim ne de rüzgarda savrulalım..Bir yerden başladım bile öyle karar verdim ancak planlamadım..daha fazla suya düşücek düşüm yok benim. ..su harbiden de hayattır ancak hayatımızı devam ettirebileceğimiz bir kaynak dışında. ,bütün planlarımızı derinliğine alan bir hayat ..suya düşen planlar,aşklar,ayrılıklar,sevinçler,hüzünler..suya bir dalsak dibinde balık dışında herşey buluruz bence..Hayatımızda planlanmış bence..Her suya düşen hayalimizle birlikte hayatımızda suyun dibini boylucak....Suya düşüp toprağa karışacak.Eninde sonunda dibi boylucak bir ^^ şey^^ için ,kaygılanmaya ne gerek var..Hayatımız şeytanca kurgulanmış bir senaryodan ibaret..,ve başrol oyuncusu da,dublörü de yine biz.Aşık da ediyor bizi katil de.Her filmin sonu gibi ,bizimkinin de bir sonu var,suyun dibini boylayıp..Bırakalım da su aksın yolunu bulsun..Ne de olsa her hayal bir vardiya işçisi ,vardiyası biten diğeriyle değişiyor..İkamesi kolay hayaller,planlar yapmak en mantıklısı bu yüzden..öyle ki piyasa dahi ikamesi olmayan bir maldan kar edemezken biz yerine başka bir hayal koyamayacağımız bir hayalden ne bekliyoruz ki ?hayatımızın bile ikamesi olan başka hayatlar varken hemde ..
0 notes
Text
Keşke ,keşke demenin bir faydası olsaydı keşke...
Keşke ,keşke demenin bir faydası olsaydı keşke.Ne kadar zorlasakda kendimizi keşke demekten alıkoyamıyoruz öyle değil mi?Çünkü her yolun sonu bizi keşke demeye sürüklüyor en ufak bir hatadan sonra dahi ah keşke bu kadar hızlı karar vermeseydim,ah keşke bu kadar asabi olmasaydım gibi kimi zaman ufak çaplı kimi zaman bizi yıllarca keşkeleticek bir ton şey var hayatımızda..Kendinize bir daha keşke demeyeceğim sözünü boşuna vermeyin bu sigarayı aslında bırakamıyacak ama vallahi bu son sigaram dedikten sonra ertesi gün yeniden sigaraya başlayan bir tiryakinin hikayesi gibi bir şey..Aslında hepimizin hikayesi tam da bu ..Hepimiz tiryakisi olmuşuz keşkelerimizin .Bazen keşke demek bizi üzse de ,pişmanlığımızı hatırlatsa da kendimizi teselli etmek için de bir keşke daha harcıyoruz..Keşke gitme deseydim ama olan oldu artık yapacak bir şey yok gibi ..Keşkelerimizi teselli cümlesi haline çeviren bir diğer yardımcı unsurda ama dır görmüş olduğunuz gibi..Her keşkeyle başlayan cümle bir amayla devam eder çünkü insanın kendini vicdanen rahatlatma mekanizması ağır basar.Yaptığımız hataları bir süre sonra hata değil de talihsizlik olarak kabul ederiz ve kendimizi hata yaptığımıza inandırmayıp sanki zorla o hataya düşürülmüşüz süsü vermeye çalışırız. Aslında bir nevi kendi intiharımıza kaza süsü veririz ..Ve her şey bir kazaymış gibi yaşamaya devam ederiz. Başkalarını kandırmak kolay ,ama ya kendimizi nasıl kandıracağız?Zamanla .o kazanın enkazları başımızı ağrıtır,fena ağrıtır hemde migrene dönüşür. Geriye bakmak zorunda kalırız,sorunun kaynağına inmek denir ya, işte derine indikçe batmaktan korkarız ve arada sıkışır kalırız, ne geçmişe dönebiliriz ne de bugünü yaşayabiliriz ..Keşkeler birikmiştir epeyce kursağımızda kısık kısık nefes almaya başlarız artık,omuzlarımıza yük biner ,bir süre sonra kanserli hücre gibi keşkeler bütün organlarımıza yayılır ama en çok beynimize ve kalbimize hükmeder..Zaten yüzde ikilik kısmını kullandığımız beynimizde 1 megabyte’lık bile yer kalmaz ,Yeni bir şeyleri öğrenmeye çalıştığımız her an beynimiz yetersiz depolama alanı sinyali verir,ama yeterli depolama alanı sağlayacak kadar şeyi silemez beynimiz,bir süre sonra sistem çöker format defalarca atılmıştır ama nafile kimyasal takviye başlar ..Daha az ,daha yavaş düşünelim diye bazen de rahat uyuyalım diye .Hani su uyur düşman uyumaz derler ya işte o hesap ne zaman kafamızı yastığa koyarız beynimizi her gün milim milim kemiren keşkeler,amalar pat diye gelir ..gel de uyu o gürültüde ..İşte kafam kazan gibi oldu deyimini bence keşkecilerden biri buldu çünkü harbiden kafa kazan gibi olur o vakit..Şükürler olsun ki kimyasal takviyeler bir nebze olsun yardımcı oluyor ama keşke bağımlılığımıza bir de kimyasal madde bağımlılığı eklendimi ihale değişiyor ,çifte eziyet çekiyoruz..Doz arttrımına gidiyoruz olmuyor,madde değişikliği yapıyoruz olmuyor sistem devamlı not found veriyor çözüm yalnızca bizde,evet zor hemde çok zor alışkanlıklardan vazgeçmek gibi bağımlılıklardanda vazgeçmek ama her attığımız adımda keşke dedikçe bir süre sonra keşke ölseymişim moduna geçiyoruz ya işte orası tam rezillik ..Her ne kadar kontrol mekanızması beynimiz olsada bu beyin bizim ve gerçek hükmeden biziz ..Güç dengelerini değiştirmek elimizde düşüncelerimizin tercümanı duygularımız biz harekete geçtiğimizde nasıl da değişecek bir bilseniz..İşte ben de bilmiyordum keşkelerim beynimi aç bir fare gibi kemiriyordu ama Secret diye bir kitap keşfettim. Bir sırdan bahsediyor hayatımızı daha mutlu ,uykularımızıa daha düzenli ve kendimizi daha başarılı hissettirecek bir sırdan.Düşünce gücünden bahsediyor Yeter ki beynimizin içindeki şu fareyi kapana kıstıralım sırra kadem basmak kolay…
0 notes
Text
su akar yolunu bulurmuş, yolum sen ol sevgilim...
İçim seninle dolup taşıyor ,sığmıyor yerine yüreğim öyle çok yerleşmiş ki aşkın ..taş yerinde ağırdır derler ya taş değil ama aşk gerçekten yerinde ağırmış...inan içimdeki seni nasıl nereye boşaltsam bilemiyorum çoğu zaman ..yüreğimin bir yanı zehirlenmiş gibi ve işin kötü yanı yüreğim zehrini içine içine akıtıyor bir çeşit intihar ediyor anlıyacağın akıttığı zehirle zehirlenen ve günden güne çürüyen yine kendisi .kendi çamurunda boğuluyor ve beni de sürüklüyor peşi sıra..yolun sonunun sana çıkcağını bilsem o çamura batmaz mıyım sanıyorsun öylesine kapatmışsın ki bana kapıdan değil bacadan dahi girecek tek bir delik yok ya da arasından ışık sızan bir çatlak ..sen yalnızca yüreğimde çatlak açmaya yarıyorsun sevgilim artçı depremlerin her defasında çatlakları derinleştiriyor ..bir kara delik gibi içine çekiyor beni çukurun dibindeki hortum döndükçe savruluyorum sağa sola daha ne kadar dayanabilirim bilemiyorum ..bazen bırakmak geliyor kendimi ateşine nasıl olsa yüreğim böyle de ateşler içinde bedenim de kalsın ne farkeder diyorum ama ..ama sevgilim hani seni son nefesime kadar belki birkez daha görürüm diye dayanmaya çalışıyorum kendime dal arıyorum sürekli ama o dallarda yaş çıkıyor çıt diye kırılıp gidiyorlar ayağımın altından ve çıt diye kalbim biraz daha kırılıyor artık tuz buz olacak diye korkuyorum ..tuzu beni yakar buzu dondurur her yol bana soğuk bana yokluk bana sensizlik getiriyor hatta ölemiyorum bile ya ölürsem seni tekrar görme fırsatını kaçırırsam diye açık tutmaya çalışıyorum gözlerimi yokluğunun buz gibi soğuğunda uyumamalıyım ki yaşamaya devam edeyim ..sonuçta buzunda bir erime noktası var değil mi belki belki sevgilim en azından buzun erime noktasına kadar gelebilirsem diyorum o zaman eriyen buzla su olup sana aksam ..hani su insana huzur verir ya tenine değdikçe bende aksam tenine huzur versem sana ..su akar yolunu bulurmuş belki bu yol sana çıkar ha sevgilim tenine huzur veren suyu yüreğine de akıtırsın bana olan kızgınlığının ateşini belki su söndürür ha ne dersin?senin yüreğin yangınları haketmiyor bırak da ben yanayım o yangınlarda bir yangında daha yanıp kül olmuşum ne farkeder yeter ki soğusun senin yüreğin ve beni affet..beni azad et sevgilim yoksa son nefesimi verene dek aldığım her nefeste boğazıma kaçmış bir kılçık gibi batıcak yokluğun ..fazla ömrüm kalmamıştır muhtemelen daha kaç güneş doğmayan gece görürüm bilmem ..evet evet güneş doğmaz hiç bana hep gece gün den haberim yok dün hep başımın belası tek yaşadığım gece,karanlık,siyah..güneş doğmadığı için ısıtanda yok sende yoksun ki güneşim ol ısıtsın beni gözlerin ama yoksun bu yüznden anlıyacağın hep soğuk..sen olsan hiç üşürmüydüm ben korkarmıydım karanlıktan şimdi hop ediyor yüreğim bir gök gürültüsünde dahi ..ama yağmurlar gözyaşlarıma yarışamıyor ne yazık ki onlara bu şerefi vermiyorum..onlar toprağa düşüp su olup akıyorlar ya sonra sabah oluyor ve güneşte kuruyup kalıyorlar izleri bile kalmıyor ama ben ,gözyaşlarım aktıktan sonra sel oluyoruz ve üzerimize doğupta bizi ısıtan bir güneş yok ..zaten ya sel olan gözyaşlarımda boğulup kalacağım birgün yada yüreğim cayır cayır yanmaya devam etse de bedenim kaskatı kesilip kendini uykuya satacak ..sonum donmak ya da yanmak olmasın sevgilim sonum sen olsun ya da illa ki yan diyorsan kibriti sen çak ..ömür gibi herşey birgün biter derler sevgilim peki ya yokluğun ne zaman bitmeyi düşünüyor?yalnızlığı severim mi dedim acaba ben sana bir ara bilmem ki tamam beni düşünürsün bilirim ama bana yalnızlığı yaşatmadın ki ben yalnız değilim ben sensizim bunu sevdiğimi söylediğimi hatırlamıyorum .belki de gaibden sesler duydun ha ne dersin ..gaibden sesleri duymayı bırakıp yüreğime ses versen bir gece misafir olsan bana ve geceye dinlesen sensiz ve sessiz şarkımı ..bir gece misafir ol da gör sevgilim nasıl oluyormuş güneşi görmeden geceye dalmak,nasıl oluyormuş donmak hayatta kalmak için gözlerini açık tutmak..gözlerimi ikna etmek hiç de kolay olmuyor biliyor musun sevgilim ona seni tekrardan göreceğini vaad ediyorumda öyle beni yarı yolda bırakmıyorlar ..bana değil de gözlerime acı en azından olmazmı feri kaçmış gözlerime .karanlıkta göz bebekleri büyürmüş ya benimkiler tam tersi iyice küçüldüler ..iğne ucu kadar olmuşlardır belki daha da küçük ..senden yansıyan tek bir ışığa bile razı ..görüyor musun sevgilim beni yaktığın yetmiyormuş gibi bir de kör ediyorsun..hep geceyi görsem de hani karanlığa da alışır ya bir süre sonra gözlerin alışmıştık biz...geceyi yeterince yaşarken beni kör edip iyice karanlık kör kuyulara da atmak istiyorsun ?ama bilmezmisin ki yokluğun zaten kör bir kuyu etrafı taştan değil sensizlikten örülü hemde ..bence bu kadar acımasız olamazsın sevgili yüreğindeki yangın benimkinden demi büyük sanki yangınını beni kör kuyulara hapsederek söndüremezsin ki bırak da su olayım yüreğine akıp yangınını söndüreyim ..kendimi bir an bile düşünüyorsam bu kör kuyudan çıkmak nasib olmasın ..sen yanma ateşlerde sen güneş sabaha doğduğu gibi yüreğine de doğsun bir tek güneşin sıcaklığı olsun sende ondan sıcağı ateş ..beni düşünmediğini biliyorum e bende kendimi düşünmüyorum peki ya sen kendini düşünmüyor musun sevgilim anlaşılan daha alevler sarmamış her yanı ya da duman dağılmış gözlerine göremiyorsun..eğer kulakların hala duyuyorsa o zaman yüreğimi dinlemeyi seç sevgilim ,yüreğimin sesine gel ..yüreğimde buluşalım seninle yüreğim yüreğine aksın su gibi aksında yolunu bulsun .belki bilirsin her yolun bir sonu vardır yüreğimde yüreğine akıp yolunu bulduktan sonra yolun sonu sende ,yüreklerin hasreti yolun sonunda bitsin birbirine karışıp su olsunlar aksınlar yolunu bulsunlar ... suya da kafa tutmayacaksın değil mi sevgilim?...
0 notes
Quote
her hece aklımın kabristanlarında yankılanan sahipsiz bir ölüm çığlığı, masumiyeti sesimde eskiyen...
Kahraman Tazeoğlu
0 notes
Text
bugün benim doğum günüm
bugün benim doğum günüm ve yirmiüç yıllık ömrümün yaklaşık beş yılında ailem dışında istediğim eller elimi tutmadı tam bu yıl iyi ki doğmuşum iyi ki senleyim diyen birinin olacağına sevinirken terkedildim hem de sevinçlerim yarım kaldı,kursağıma dizildiler birer birer de değil üçer beşer dizildiler ve düğüm düğüm oldu sevinçlerim çözemedim hani derler ya üstüne bir bardak soğuk iç diye ben belki de litrelerce su içtim ama su aktı gitti düğümlerim çözülmedi siz diyin gemici düğümü ama bana göre tam bir kördüğüm oldular ..orada gülüşlerim,huzurum ,aldığım nefes bile vardı kesildi artık kesik kesik nefes alıyorum bazen daralıyor nefesim camı açıyorum yalnızca nefes almak için yoksa görüp de nefes aldığım gözler yok benim hayatımda ben nefes almak için yalnızca cam açtım .yukardakine çoğu zaman kızıyorum kafasına göre bizi kukla gibi oynattığı için ama ona en azından camı açıp ta nefes alabileceğim bir dünya yarattığı için teşekkür ediyorum yoksa ıssızlığımda karanlıktan değil de nefessizlikten ölebilirdim ..bugün de nefes almak için camı açtım hatta şuan bile arkamdaki cam açık arada boğuyor beni düğümlerim ve ben kafamı çevirip bir nefeslik ömrü çekiyorum içime sonra yine ıssızlığıma gömülüyorum..ısszılığımdan şikayeçiyim diye düşünmeyin sakın ben böyle çok mutluyum varsın nefesimi yalnızca havadan soluyım varsın doğum günümde gözlerime bakıp ta iyi ki doğdun diyenim olmasın her şeye rağmen beni saatlerce dinleyen benim doğum günümü hiç unutmayan bana nefes olan bir yalnızlığım var inanın o etrafımda yapmacık yakınlıklar gösterip arkamdan türlü entrikalar çeviren ,türü insan olan ancak insanlıktan nasibini almamış kendilerini çok severim ama deyim yerindeyse hayvanlardan olmasın yeter.kulaklarım ne kadar çok ses duydu ben o duyduklarımla o kadar yıprandım o yüzden kulaklarım yalnızca müziğin ezgisini duysun ruhumu beslesin anılarımın yanında takviye besin olarak alayım müziği de..beni bırakında peki ya hangi insan her doğum günün de yanında her sevdiğiyle olabildi ? bence koca bir sıfır çünkü her yıl bir sevincimizi daha gömüyorum kursağımıza her yıl bir kişi daha eksiliyor masadan ama biz hep dışarıya o güçlü kadın güçlü erkek hatta moda olan şu cool tavırları sergilemekten geri kalmıyoruz çünkü güçsüzlüğümüz yalnızca bize özel olmalı biz bilmeliyiz bir tek ağladıklarımızı küfrettiklerimizi kural ''ağla ama içine akıt'' olmuştur her zaman ağlarız aslında her doğum günümüzde sessizce bir köşede yada herkesin için de ama gözyaşlarımızı içimize akıtırız sonra içimizde yara olur yaşlarımızın birikintisi ve her içimizi akıttığımız yaş yakar yüreğimizi damla damla..ama biz yandığımız halde ağlarız başka çaremiz yoktur çünkü ne anlatabiliriz ne gözyaşlarımızı dışarı akıtabiliriz ..yoksa güçsüzlüğümüzü fırsat bilen aç kurtlar kanayan yüreğimizdeki kan kokusuna gelir ve biz ölürüz ..ölmemek için aslında bu çaba sırf yana yana da olsa anılarla birgün de olsa fazla yaşayalım..ölüm demişken neden doğum günlerimizde yüzümüze gülerken ölüm günlerimizde arkamızdan ağlarlar ki asıl o gündür doğum günümüz öldüğümüz gün yeniden doğarız aslında belki insan bedeninde değil de hatta bir beden görünümünde değil bir şey de olsak yeniden doğuyoruz nereye doğduğumuz konusunda henüz bir kanıya varamadım ..en az ıssızlığımın derinliği kadar derin çünkü biz yeniden doğdumuzu bilelim yeter değil mi ama kim yeniden doğmak istemez ki? hani her doğum günümüzde olmasını istediğimiz halde eksilenler var ya işte onlar öldüğümüz gün gelecek arkamızdan gösteriş için ağlayacak timsah gözyaşlarıyla kendilerini düşünüp sevap olsun diye belki bir kürek toprak atacaklar mezarımıza o kadar..mezarlık kapısından çıktıkları saniye unutacaklar bizi anıları sesimizi ..iyi insandı diyecek belki o kadar hakkını helal de etmeyecek belki ne hakkı varsa artık ..,işte ben asıl doğum günümü bekliyorum o gün tüm istediklerimi tabutum başımda toplayıp sahte yaşlarla ağlatmak için,,dirimin getiremediği insanı ölüm getirecek belki ama olsun ayağıma gelecek ya oh olsun ..ve sonra hayat denilen filmde üzerimize atılan bir kürek toprakla gömülücez sonsuzluğa ..gerçek hayatta filmlerdeki karakterleri çıkartmak için öldürmezler mi zaten ..bu yöntemide hayattan kopya çekiyor ya zaten yönetmenler?Suyun çözemediği düğümü üzerimize atılan toprak çözücek o an bütün sevinçlerimiz bedenimizden çıkan ruhumuzla beraber özgür kalacak işte o gün tüm hesaplar kapanacak ve yeni bir sayfa açılacak yeni yeni düğümlere gebe.. ...
iyi ki doğduk (mu) acaba?...
0 notes
Quote
Hrant Dink'in hepimizin gözleri önünde aramızdan alındığı 19 Ocak 2007 tarihi, genç yaşlı pek çoğumuz için bir milat oldu. Utanç duygusunun, yasın, mücadele azminin, susmama hakkının simgesi, farklılıklarla yan yana gelme çabasının meydanı. Hrant Dink, akan suyun önünde hiçbir şeyin duramayacağını, demokrasi yönündeki köklü değişimin er ya da geç geleceğini anlatıyordu. Bugün, en sarsıntılı zamanlardan geçerken bile, bu suyun hiç durmayacağını, çünkü kaynağının sağlam olduğunu biliyor, onu sevgiyle ve özlemle anıyoruz.
5Harfliler
0 notes
Quote
"Uçurumları sevenin kanatları olmalı.." ~Friedrich Nietzsche
0 notes