Tumgik
#çürümenin kitabı elbette
sanribitti · 2 years
Text
Tumblr media
bu, bu çok güzel.
53 notes · View notes
gundemarsivi · 3 months
Text
Tumblr media
Endüstrileşmiş Ahlaksızlığa Karşı Direnişe Çağrı
✍🏻 Prof. Dr. Doğan Göçmen
https://www.gundemarsivi.com/endustrilesmis-ahlaksizliga-karsi-direnise-cagri/
Ahlaksızlık artık endüstrileşmiştir ve kâr getirisi olan bir tutum olarak yayılmaya devam etmektedir. Hem de kelimenin tam anlamıyla. Sadece genel yaygın bir durum değildir toplumumuzda. Ahlaksızlık artık kelimenin gerçek anlamında para etmektedir. İstenen, arzulanan ve gerekirse pazarlanabilen bir yetenek olmuştur. Bir kişi hakkında bir dedikodu yayılacak. Elbette. Yeter ki karşılığı verilsin. Birine iftira mı atılacak, kara mı çalınacak. Tabi ki, hemen, baş üstüne! Yeter ki karşılığında istenen meblağa ödensin. Birisi hakkında bir itibarsızlaştırma kampanyası mı yürütülecek. Hiç kuşkusuz, hemen. Yeter ki gerekli peşinat ödensin ve gerisi için de yeterli teminat verilsin.
Öyleyse ahlaksızlık artık ‘alan memnun, satan memnun’ meselesi; ‘al gülüm, ver gülüm’ konusu olmuştur. Yeter ki ‘cash’ işlesin; yeter ki nakit, masanın üstüne konsun.
Ahlaksızlık her şey gibi metalaşmıştır ve her şey gibi alınıp satılır hale gelmiştir. Ahlaksızlık kâr getiren bir ticaret nesnesine dönüşmüştür. Ahlaksızlık para karşılığında icra edilen bir mesleğe dönüşmüştür. Bir şeyin metalaşması ona olan ihtiyaca işaret eder. Bu bakımdan modern toplumun gelinen aşamasında ahlaksızlık, öyle görünüyor ki, çok yaygınlaşan ve piyasa değeri olan bir ‘kara ticaret’ konusu olmuştur. Bu duruma nasıl gelindi?
Klasikleri Hatırlamak Gerekiyor
Adam Smith, 1776 yılında yayınladığı Ulusların Zenginliği’nde modern toplumun ekonomik yapısından kaynaklanan ahlaki, hukuki ve politik manipülasyon gücüne dikkat çektiğinde; bu, o zamanın okuruna muhakkak bir abartı gibi gelmiştir. Karl Marx, aynı gerçekçi bakış ile modern toplumun ahlakı çürüten yapısını ve ilişkilerini gözler önüne serdiğinde; bu, birçok 20. yüzyıl okuru tarafından dahi bir abartı olarak değerlendirilmişti. Bugün modern toplumun en derininde, deyim yerindeyse çekirdeğinde gözlemlediğimiz çürümenin kokuşmuş halini anlamak için Smith ve Marx gibi klasikler yeterli gelmiyorsa; ahlakın kapitalizmin emperyalizm aşamasında ekonomik ilişkilerde gözlemlenen parazitleşmeden kaynaklandığına dikkat çeken John Hobson’un bugüne kadar hakkı verilemeyen Emperyalism kitabı okunabilir. Lenin, emperyalizmin ekonomik ve politik yapısını analiz etmişti, Hobson ise emperyalizmin ahlaki yanını incelemişti. Bugün bu iki eserin beraber okunması gerekir.
Modern toplum, bilindiği gibi bir piyasa ve dolayısıyla rekabet toplumudur. Ünlü filozof Hegel, “burjuva toplumu” olarak tanımladığı piyasaları bir dipsiz bir kuyu olarak tanımlıyor. Hegel’e göre, dipsiz kuyuda kurulan ilişkilerin niteliği karşılıklı bir hiçleştirme ilişkisidir. Buna göre, “Burjuva toplumunda herkes kendisine amaç, başka her şey kendisi açısından hiçbir şeydir.” Eş deyişle piyasalarda insanların birbirleriyle kuruduğu ilişkilerde herkes kendisini mutlaklaştırır. Başka her şeyi bir hiç, başka herkesi basitçe hiç değerinde varlıklar olarak görür. Piyasaların yapısı ilişkileri herkesin iradesinden bağımsız olarak bu şekilde belirler.
Rekabet Vasattan Daha Kötüsünü Var Ediyor
Rekabet, Thomas Hobbes’tan beri bildiğimiz üzere güçler çatışmasıdır. Adam Smith, alışveriş ilişkilerini karşılıklı hükmetme, karşılıklı tahakküm ilişkisi olarak tanımlar. Halk arasında da zaten “alım gücünden” bahsedilir. Hatta insanlar alım güçlerini bir gurur konusu olarak temaşaya dahi sunarlar. Piyasa ilişkilerinin bu şekilde karşılıklı bir güçler savaşı olarak tanımlanmasından hareketle Marx ‘ekonomik ilişkiler politik ilişkilerdir’ demiştir.
Rekabette güçlü ve kurnaz olan, iyi yalan söyleyebilen kazanıyor, akıllı, dürüst, zeki ve ahlaklı olan değil. Diğer bir deyişle, Hobbes’un işaret ettiği gibi, nasıl ki savaşta adil olmak bir erdem değil ise, piyasa ilişkilerinde, yani rekabet ve güç ilişkilerinde de dürüstlük bir erdem değildir. Piyasa ilişkilerinde en yüce “erdem” ahlaksızlıktır. Piyasalar, sürekli çürümüş, yalanı ve aldatmayı güç olarak kavrayan insan ve toplum ilişkileri ürettiği için, Friedrich Engels’in deyimiyle insanı insanlıktan çıkarırlar adeta. İnsanlıktan çıkmadan var olmak adeta mümkün değildir. Ama mesele ‘tuzun çürütülmesine’, insan haysiyetini koruyan çekirdeğin çürütülmesine müsaade etmemekte, ahlaksızlığa direnebilmekte yatıyor.
Örgütlü Kötülük ve Saçmanın İdaresi
Ahlaksızlığı erdemi olarak kavrayan çürümüşlük iş hayatımızda, kurumlarda, sendikalarda, derneklerde partilerde en yaygın olarak karşılaşılan olgudur çağımızda. Yetenek, beceri, zekâ, etkinlik ve nüfuz bakımından daha üstün olduğuna inanılan insanların “hakkından gelmek” için ahlaksızlar kötülüklerini örgütlü hale getirirler. Bu nedenle onların oluşturduğu çevre için “örgütlü kötülük” deniyor. Örgütlü kötülük bugün en yaygın bulaşıcı ahlaki hastalıktır.
Örgütlü kötülük, ilkesizliği ilke edinen postmodern saçma ile çalışır. Her duruma ve koşullara hemen uyar ve kendisini hep asıl olduğunun zıddı gibi, yani kötü değil, iyi, çirkin değil, güzel, bencil değil, yardımsever, yalancı değil, dürüst gibi göstermeye çalışır.
Örgütlü kötülük toplumumuzda öyle bir safhaya ulaşmıştır ki bugün; bundan artık endüstrileşmiş bir durum olarak bahsetmek hiçbir şekilde yanlış olmayacaktır. Zira kötülük yapmayı ücretli meslek haline getirmiş yaygın bir kesim vardır. Bu nedenle ahlaksızlık endüstrileşmiştir derken, kötülüğün yalnızca yaygınlığına ve örgütlülüğüne dikkat çekmek istemiyorum; bununla örgütlü ahlaksızlığın aynı zamanda artık bir gelir kaynağı ve ticaret nesnesi olduğunu da vurgulamak istiyorum. Kötülük artık pazarlanmak üzere “değer” üretiyor ve bunun için borsa kuruyor.
Örgütlü ahlaksızlığın bir cinsiyeti yoktur. Yerine göre erkekliği de kullanılıyor kadınlığı da; sağcılığı da kullanılıyor solculuğu da; en “basit” kişilerden en yüksek unvana ve mertebeye sahip kişileri de kullanıyor; en alttaki mevkileri de kullanıyor, en yukarıdaki mevkileri de. Örgütlü kötülük her tarafta, ahlaksızlık kâr getiren bir zanaat haline gelmiştir.
Sıklıkla en masum ve en dürüst sandığımız kişiler çıkabiliyor kurulmuş bir tezgâhın ardından. En saf ve en temiz sandığınız bir kişi karşınıza iftiracı olarak dikilebiliyor. Entrikalarla dolu yaşam dünyamızda kötülüğün alıcısı çoktur ve herkesi ayartmaya çalışır.
Çürümeye Direniş Tek Çare
Ahlaksızlığın örgütlü bir şekilde yaygın olduğu dünyada aklı nasıl koruyacağız, gerçeği nasıl bulup takip edeceğiz?
Bu sorunun tek bir yanıtı vardır. Yöntemsel şüpheci bir yaklaşımı her daim bir tutum olarak geliştirmek yapılması gereken ilk şeydir. René Descartes bu konuda bugün bize en çok lazım olandır. “Düşünüyorum, o halde varım” düsturu, bilgi kirliliğinin her tarafta olduğu ve kendisini gerçekmiş gibi göstermeye çalıştığı, manipülasyonların, hileciliğin, yalanın, dolanın, sahtekârlığın gırla gittiği günümüzde en iyi düşünsel panzehridir. Yukarıda işaret ettiğim kaynaklar bu yöntemle kaleme alınmıştır ve tuzu çürütmeye karşı korumanın en önemli düşünsel araçlarını sunarlar.
Düşünürken, fikir oluştururken, karar verirken, hep gerçek olgulara ve gerçek verilere dayanmak, iyi niyetimizin ve samimiyetimizin kötüye kullanılma tehlikesine karşı mümkün tek doğru yoldur. Gerçek olgulara ve verilere dayanmak tek çaredir, çünkü bugün artık dünya, siyasetinin açıkça ve resmi olarak başvurduğu “posttruth dünya”, yalanın gerçekmiş gibi gösterildiği dünyadır. Tüm günlük ilişkilerimize kadar sinmiş bir durumdur ahlaksızlığın para etmesi.
Sözün bir kadri kıymeti kalmamıştır artık. Yeterli ekonomik, politik, bürokraside sahip olunan yeterince etkili ilişkilere sahip değilseniz ıslak imzalı sözleşmelerin dahi bir geçerliliği kalmamıştır. Bu durum, tam da Hobbes’un ‘herkesin herkese karşı savaş’ yürüttüğü durum olarak betimlediği durumun kendisidir. Zira savaş durumunda sözün kıymeti kalamaz, söze güven olmaz.
Emeklilik yaşına gelmiş bir akademisyenin dahi, hatta gerçeğin peşinde olduğunu iddia eden sözüm ona bir felsefe profesörlerinin bile yüzü kızarmadan yalan söyleyebildiği, dedikodu yapabildiği, çıkarı için gerekirse her şeyini ticaret nesnesi yapabildiği, herkesi feda edebildiği, yaygın tabir ile “satabildiği” bir dünyada yaşıyoruz artık. Toplumların en üst seviyesinde temsili görevde bulunan yetkililer herkesin gözünün içine baka baka yalan söyleyebiliyor ve bu, toplumun büyük bir kesimi tarafından iyi yalan söyleyebildiği için ödüllendirilebiliyor.
Gerçek insani değerler tüm dünyada gittikçe daha çok değersizleştiriliyor, hiçleştiriliyor. Ve bu gelişmeler Almanya’da Nazizm’in iktidara geldiği, İkinci Dünya Savaşı’na ön gelen evrede gözlemlenen ve yaşanan gelişmelere çok benziyor. Bu nedenle zaman, dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma, eşitlik ve özgürlük, hakir görene karşı ezilenlerin yanında olma gibi insani değerlere dört elle daha çok sarılma, tuza sahip çıkma, çürümeye inat ahlaklılığı yaşatma zamanıdır. Çağımızda, gerekirse ağır bedeller ödemeyi göze alarak direnemeyen hiç kimse gerçek anlamda “yaşadım” diyemez.
Prof. Dr. Doğan Göçmen
0 notes
fosyolojik · 3 years
Text
Genel Kültürü Artırmak İçin Okunması Gereken Kitaplar
Aklıma gelen, benim beğendiğim ve çok istifade ettiğimi düşündüğüm bir çok kitap var. Bunlardan bazılarını buraya aldım. Ancak herkesin okuması gereken kitaplar elbette farklı farklıdır. Eğer bir Genel Kültürü Artırmak İçin Okunması Gereken Kitaplar listesi yapıyorsanız bunu göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Çünkü benim eksik ve kanayan yanlarım ile sizin size fayda edecek ilaçlarınız çok farklı. Bu yüzden bu listeyi de öyle değerlendirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Genel kültürü artırmak için okunması gereken kitaplar listesi herkesin kendi yaşamına göre değişebilir bu yüzden.
Biraz fikir vermesi açısından iyi olur diye düşündüm.
Listede okuyanın dünya görüşüne uymayan yazarlar görebilirsiniz. Kimi çok dindardır bu listede “Nietzsche’nin ne işi var?” der ya da tam tersidir “hayırdır Özdenören’in işi ne ya bu listede?” diye sorar.
Ancak şöyle bir durum var, okuduğunuz kitapları böyle seçiyorsanız bu listeden arkanıza bakmadan uzaklaşın derim. En son dünya görüşünüzü en son okuduğunuz kitap belirliyor ve öyle kaygan bir zeminde ilerliyorsanız hayat yolunda, yine bu liste pek size göre olmayabilir.
İyi okumalar dilerim…
1- Incognito – Beynin Gizli Hayatı /David Eagleman
Son zamanlarda okuduğum ve beni gerçek manada doyuran kitaplardan birisi Incognito – Beynin Gizli Hayatı kitabı. Beyin ve beyinle alakalı veya beyinle alakalandırabileceğimiz konular bilimsel ( nörolojik) olarak değerlendirilmiş ama bizim dilimiz ile. Hala bilim adamlarının çözmeye çalıştığı bir sistemi bu kadar güzel ve anlaşılır anlatan başka bir kitap ile karşılaşacağınızı zannetmiyorum.
2- Dinle Küçük Adam / Wilhelm Reich
Roket gibi bir kitap okumak güzel bir dayak yemek ama sonunda rahatlamak ister misiniz? Bu kitabı okuduğum zaman aynen bu duyguları hissetmiştim. Kitap, REİCH’İN Küçük Adam diye tabir ettiği asalaklara bir isyanıdır. Hiçbir insiyatif almadan yaşayan insanları tokatlamasıdır da diyebiliriz.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
3- Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği / Milan Kundera
Milan Kundera’nın kadın, erkek ve aile ilişkileri, siyasi otorite, geleneksellik, bireysel özgürleşme konuları etrafında kurulmuş olan romanında, arka planda da Çekoslovakya tarihi, Sovyetler Birliği’nin bu ülkeyi işgali ve Prag Baharı gibi önemli toplumsal olaylar anlatılıyor. Ama kitabı elime alış sebebim bunlardan hiçbiri değildi, bu bilgileri bir şekilde yine öğrenirsin. Ben genel olarak felsefe ve edebiyatın harmanlandığı kitaplara bayılıyorum ve bu eser o türün baş yapıtlarından bir tanesi.
4- Sana Gül Bahçesi Vadetmedim / Joanne Greenberg
Bir şizofrenin dilinden kendi hayat hikayesini okumak isterseniz bu kitabı tavsiye edebilirim. Yarısı kurgu çoğu gerçek olan bu hikayede başka bir dünyayı daha yargılamadan önce anlamanın dayanılmaz hafifliğini hissedeceksiniz. Sana gül bahçesi vaadetmedim kitabını okuduktan sonra kendinizi rahatsız olmak ile rahatlamak arasında bir yerde hissedeceksiniz.
5- Ermiş / Halil Cibran
55 sayfacık bir kitap Ermiş. Ama size hissettirdikler 5555 sayfaya eş değer. Ermiş’in her konuya dair bir fikri var, aşka dair, ölüme dair, dine dair, dostluğa dair… Onlarca konuda sayısız düşüncesi var. Bu yüzden bir paragraf okutup beş gün düşündürtebiliyor sizi. Üç defa okudum ve her okumamda ayrı şeyler hissettirdi bana. Halil Cibran’ın siyasi kişiliğini ve dünya görüşünü bir kenara bırakarak okumanızı tavsiye ederim.
6- Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk / Maia Szalavitz
Bazı çocuklar neden kahraman olur da bazıları da acımasız bir sosyopata dönüşür merak ettiniz mi? Köpek gibi büyütülmüş çocuk kitabı işte tam bu sorunun cevabını size veriyor. Okuyup etkilendiğim bana “acaba” dedirtebilen nadir kitaplardan.
7- Tongue Fu (Sözlü Dövüş Sanatı) / Sam Horn
İnsanlarla iletişim kurarken neyi ne zaman, nasıl kullanacağınızı, bir kelimeyi kullandığınızda nasıl sonuç vereceğini örneklerle pekiştiriyor ve size dil konusunda yardımcı olmaya çalışıyor. Bu açıdan farklı bir pencere açıyor insana. Aynı zamanda dil kullanımında yaptığınız hatalardan bahsediyor ve bunların üstüne çözüm odaklı bir şekilde gidiyor. Üstelik bu işlemi yaparken üslubu oldukça sade ve akıcı. Tongue Fu (Sözlü Dövüş Sanatı) kitabını sözün büyüsünü merak edenlere tavsiye edebilirim.
8- Nietzsche Ağladığında / Irvin D. Yalom
Irvin David Yalom, Nietzsche’nin yaşamını ve fikirlerini analiz ederek okuyucuya aktaran felsefik bir roman yazmış. Pardon yazmış dedim yaşamış. Filozofumuz uzaktan anlaşılması güç biri gibi durduğundan insan onun görüşlerine yaklaşmayı ateşe yaklaşmak ile eş değer tutuyor. Cesaret edemiyorsun. Ama Nietzsche’ye yaklaşmak istiyorsanız bu kitap iyi bir başlangıç noktası olabilir.
İnsan tanımadığı şeyin düşmanıdır sözünün bir karşılığı da Nietzsche bu topraklarda. Allah’ı reddetmiş olması hasebiyle diğer tüm görüşleri çöp muamelesi görüyor. Ancak ben öyle düşünmüyor ve her mevzunun kendi ekseni etrafında incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Aslında tüm meselelere bu pencereden bakınca daha sağlam yol haritaları çıkarabiliriz kendimize. Nietzsche Ağladığında kitabını ilk okuduğum zaman çok etkilenmiş ve bendeki tüm önyargıları yıkması açısından da önemli bir yere konumlandırmıştım kitabı. Kitap Nietzsche’nin görüşlerini roman tadında anlatıyor ve onunla empati yapmamızı sağlıyor.
9- Semerkant / Amin Maalouf
Hasan Sabbah, Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Melik Şah gibi karakterleri öyle güzel tasvir etmiş ki yazar bir tarih koridorunda onlarla beraber yürüyor gibi hissediyorsunuz. Semerkant sokaklarında konuşa konuşa ilerlediğiniz bu insanları ve tarihi anlaaya çalışıyorsunuz. Türklerin biraz ayıplanıp İran’ı da şimdi övdüm geldim dedirten kitabın başka eksik noktası da bana göre yoktu.
10- Kendime Düşünceler / Marcus Aurelius
Kendime Düşünceler, M.S. 2. yüzyılda yaşamış olan stoacı Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un Yunanca olarak yazdığı bir eser. Dile kolay neredeyse 2000 yıl önce yaşamış bir imparator ne hisseder ne yer ne içer hayatı nasıl yorumlar okumak çok büyüleyici. Eskiyi çok seven antika bir kafa olarak bu kitap beni o kadar etkiledi ki insan isterse aradan çağlar atlasın geçsin hep insan. Üzülüp kırıldığı yerleri hep aynı. Onca bilim ve teknolojiye rağmen insanın ruh dünyası hep aynı durağanlıkta ve cikmazda.
11- Çürümenin Kitabı / Emil Michel Cioran
Genelde insanlar kitap okurken ellerine kahve alır ve bir kenra çekilip huzuru kovalar. Ama bu kitap size huzursuz olmayı vaadediyor. Okuduğunuz her satır inşa ettiğiniz her düşünce duvarına bir tekme atıyor. Bu açıdan bu tarz kitapları çok seviyorum ve Çürümenin Kitabı benim için çok önemli bir yerde duruyor.
12- Huzursuzluğun Kitabı / Fernando Pessoa
Çürümenin kitabı olur da Huzursuzluğun Kitabı olmaz mı? Var tabi. Fernando Pessoa kendi huzurusuzluklarından bahsederken aslında hepimizin huzursuzluklarından bahsetmiş. Eğer intihara meyledecek kadar huzursuz bir dönemden geçiyorsanız bu kitabı okumayın ama bana bir şey olmaz hey yavrum hey modundaysanız mutlaka okuyun derim. Bu kitap Pessoa’nın ölümünden sonra açılan sandığından çıkan dağınık metinlerin birleştirilmesiyle oluşturulmuş. “Öyleyse kim kurtaracak beni var olmaktan? Hayatımı toprağa veriyorum.” diyerek kitaba başlatan Pessoa, daha sonraları da “İsterim ki bu kitabı okuyunca, şehvetli bir kâbus görmüş gibi olun.” diyor. Gördürüyor da…
13- Sahip Olmak ya da Olmak / Erich Fromm
Benim ne kadar sıkı bir Erich Fromm hayranı olduğumu yakın çevrem bilir. Bu kitap da o hayranlığımı perçinleyen kitaplardan bir tanesi işte. Bu Fromm da tıpkı Hawking gibi insanlık için bir “son” öngörüyor. Hawking’ten biraz farklı olarak bu sonu, insan ve insan ilişkileri üzerinden tanımlıyor. Her halükarda her şeyi meta olarak gören ve “sahip olmak” arzusundan kurtulamayan insanın yaratacağı manevi sorunlar, beraberinde maddi sorunları da getirecek ve felaket kaçınılmaz olacaktır diyor, haklı da…
14- Tarih Hırsızlığı / Jack Goody
Sosyal antropolog Jack Goody’nin Tarih Hırsızlığı adlı kitabı, II. Dünya Savaşı sonrasında beşeri bilimlerin çeşitli alanlarında yayılan bir literatür olan “Avrupa merkezciliği” eleştiren modern edebiyatın bir parçası. Okumanızı tavsiye ederim.
Fuat Sezgin’in “Tanınmayan Büyük Çağ” kitabının ecnebicesi de diyebiliriz. O yüzden Genel Kültürü Artırmak İçin Okunması Gereken Kitaplar listesinde olması gerek diye düşündüm.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
15- İki Şehrin Hikayesi / Charles Dickens
İki Şehrin Hikayesi tarihi bir roman. Charles Dickens, Bastille’deki fırtınanın öyküsünü, olaydan yaklaşık elli yıl sonra anlatıyor bu romanında. Dickens romanlarını ayrıcalıklı yapan şey yoksulluk ve yoksunluğun ana temalarını grotesk, gülünç ve deli fikirleriyle harmanlayabilmesidir.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
16- Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler / Halil İnalcık
Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler, Halil İnalcık Hoca’nın en zevk alarak okuduğum kitaplarından birisi. Toplam 18 ayrı makalesinin kitaplaştırıldığı bu eser doğru bildiğimiz çoğu yanlış ile yüzleştiriyor bizi. Anadolunun Türkleşme sürecinden başlayarak, Avrupa’da yayılan protestanlığa Osmanlı’nın etkilerine kadar 18 bölümden oluşuyor. Ve her bölüm ayrı doyuruculuğa sahip.
Halil İnalcık adı o kadar önemli ki benim için, Genel Kültürü Artırmak İçin Okunması Gereken Kitaplar listesine en az bir kitabını koymasam rahat uyuyamazdım.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
17- Freud Bu İşe Ne Derdi? / Sarah Tomley
Eski çağlarda yaşayan çok ünlü psikologlar modern çağ sorunlarını nasıl çözerdi hiç düşündünüz mü? Sarah Tomley bunu düşünmüş ve ortaya enfes bir kitap çıkartmış. Freud Bu İşe Ne Derdi? son günlerde eğlenerek okuduğum çok nadir kitaplardan. “Freud” adı genelde popüler ve ilgi çekici olduğundan sanırım kitap bu adı almış, ancak kitabın içinde ünlü ünsüz bir çok psikoloğun da görüşleri var.
Genel Kültürü Artırmak İçin Okunması Gereken Kitaplar listesinin en başında bu kitap gelmeli.
Kitap ağır bir psikoloji kitabı değil halk için yazılmış, hatta felsefeyi ya da psikolojiyi sevmek ya da çocuklarınıza sevdirmek isterseniz o işi daha iyi görür.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
18- Cesur Yeni Dünya / Aldous Huxley
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya kitabını 1930’larda yazarken nasıl bir kafa yaşadı çok merak ediyorum. Zaten ben genelde  bu tip kafaları merak etmenin dışında ayrıca hayranlık da duyuyorum.  Tarz olarak 1984’e çok benziyor ama öngörü tutarlılığı açısından George Orwell’ın 1984 kitabından bir tık önde olabilir. Her iki kitap da konformist insanın baskın ideolojiler tarafından  nasıl tehlike olarak gösterildiğini anlatıyor.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
19- Körlük / José Saramago
Körlük romanının okumaya meraklı herkesin bildiği bir hikayesi vardır. Kitabın Portekizli yazarı José Saramago bir kafede oturur. Siparişini beklerken de ” Acaba tüm insanlar kör olsa nasıl olurdu” diye geçirir aklından. Sonra da modern edebiyatın klasikleri arasına girmeyi başaran “Körlük” romanını yazmaya karar verir.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
20- Kesin İnançlılar / Eric Hoffer
Kitabın yazarı Eric Hoffer okuduğum ve duyduğum en ilginç hayat hikayelerinden birine sahip. Kesin İnançlılar kitabını yazmaya götüren süreç bana göre çok enteresan. 1902 yılında doğuyor ve bilinmeyen bir nedenden dolayı kör oluyor. 15 yaşına kadar kör ve çaresiz bir çocukluk ve ilk gençlik geçiriyor. 15 yaşına geldiği zaman da yine bilinmeyen bir nedenden dolayı görmeye başlıyor.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
21- 1984 / George Orwell
Daha önce pek çok kitapta karşımıza çıkan yöneten-yönetilen ilişkisinin doğası 1984 kitabının da ana sorununu oluşturuyor. George Orwell 1984 kitabında “oligarşik kollektivizm” olarak tanımladığı yönetim şeklinin, kitleleri nasıl pasifize ettiğini, onları nasıl sömürdüğünü ve bilinçlerini nasıl egemenlik altına aldığını göstermeye çalışıyor bizlere.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
22- Toplumun McDonaldslaştırılması / George Ritzer
Sosyolojiye giriş yaparken okuyabileceğiniz en muazzam ve basit bir kitap olur Toplumun McDonaldlaştırılması kitabı. Amerika toplumları ve toplumların değişim sürecini görebilmek için de güzel bir kaynak olur. Fast food zincirleri, dünyada en çok markalaşan ve kapitalizmin beşiği içinde olan her durum ve markaya ithafen yazılmış yapıt, dünyanın günümüzde yaşadığı koşulları anlatıyor. Öyle ki 1990 sonrası dünya ve insanlarının değişimini, hızlı tüketim anlayışı doğrultusunda gerçek benliğine ulaşamayan insanları ve kalabalıklar içinde yaşayan yalnız kimseleri de sosyolojik bir dille anlatıyor George Ritzer.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
23- Göğü Delen Adam / Erich Scheurmann
Sürekli yenilikçi, elde etmek uğruna gerçek değerlerden uzaklaşan; egoizmin içine hapsolmuş, kapitalist bir düzeni benimseyen beyaz adamın dünyasını anlatır Erich Scheurmann, Göğü Delen Adam kitabında.
Yaşadığımız çağın, insanı ne hale getirdiğini, onu özünden ve değerlerinden nasıl kopardığını, tek tipleşen ve sadece ben diyen bireylerin sahte zenginliğinin ardındaki yapay hayatlarını sade ve içtenlikle eleştiren bu kitap, aslında içten içe gerçekten yaşamak istediğimiz hayatın bir önsözü gibiydi.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
24- Jules Payot / İrade Terbiyesi
Cemil Meriç İrade Terbiyesi kitabı için: “Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim..” diyor. Yazım tarihi yüz yıl öncesini gösterse de zamanının ötesinde, tam bugün için yazılmış hissi veren bir kitap yazmış Jules Payot.
İçsel bütünlüğümüzü sağlayabilmek için yolları takip ederek, irade ve nefis mücadelesini nasıl yapacağımızı bir batılı gözüyle anlatan harika bir eser bana göre. Yazar önce tembelliğin nedenleri ve irademizin düşmanlarını irdeliyor. Sonra boş kalan zihnin olumsuz şeylerle dolacağından bahsediyor. Yani Jules Payot İrade Terbiye kitabında tam olarak bir gencin tembellik kıskacından nasıl kurtulabileceğini anlatıyor.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
25- Türkiye’nin Maarif Davası / Nurettin Topçu
Milli eğitim üzerine gerçekten kafa yorulmuş, eğitim politikalarının, okulların, öğretmenlerin, toplumun, ahlak kavramının ve bir çok konunun incelendiği son derece önemli ve güçlü bir eser. Nurettin Topçu Türkiye’nin Maarif Davası isimli eserine “Gençlik geleceğin tohumudur” sözleri ile başlıyor. Bu cümle tüm kitabın özeti de diyebiliriz.
Her nekadar kitabın adında maarif yani eğitim geçse de bu kitap Türkiye’nin toplumsal yapısına nesnel bir bakış ve yol gösterici gibi.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
26- Gül Yetiştiren Adam / Rasim Özdenören
Kitabın öncelikle Rasim Özdenören’in yazdığı ilk ve tek roman olduğunu belirterek başlayalım. Başlarda karışık gelen fakat sonunda içimi burkan “ah be” dedirten bir roman oldu benim için Gül Yetiştiren Adam kitabı. İçinde iki farklı hikaye anlatılıyor. Biri gül yetiştiren adamın hikayesi. 50 yıldır evinden çıkmayan bir adam o. Diğeri ise Sitare ve onu sevdiğini sanan adam arasında geçiyor. Rasim Özdenören Gül Yetiştiren Adam kitabında adamın kafa karışıklığını romanın sonuna kadar öyle güzel kurgulamış ki, insan hayret ediyor sonuna geldiği zaman.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
27- Beş Şehir / Ahmet Hamdi Tanpınar
Hepimizin bildiği gibi bu eser, sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’u anlatıyor. Bu şehirleri anlatıyor derken bir gezi rehberi şeklinde anlattığını düşünmeyin lütfen. Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir kitabında bu şehirleri anlatırken, o şehirlerin geçmişten günümüze taşıdıkları medeniyet mirasları ile anlatıyor. Onun satır aralarında geçmişi ve bugünü kıyaslama olanağı buluyorsunuz. Bu yüzden sıradan bir gezi yazısı değil elimizdeki Beş Şehir. Başlı başına bir cerrahi müdahale bence; masasına hatıraların, yaşanmışlıkların olduğu beş farklı şehri yatıran ve eline tarih, din, sosyokültürel yapı gibi neşterleri alan bir cerrah olarak çıkıyor karşımıza Tanpınar bu eseriyle.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
28- Bu Ülke / Cemil Meriç
Kitabı ilk okumaya başladığımda şöyle bir paylaşımda bulunmuştum: “Bu kitabı ben nasıl okuyacağım ki, her okuduğum paragrafta bir şeyler paylaşma hissi yaşatıyor, çevreme bakıyorum, kimle paylaşacağım ki kim beni anlayacak… Heyecanla bir iki deneme yapıyorum, tık yok…” Cemil Meriç’in Bu ülke kitabı için hala aynı şeyleri hissediyor oluşum tesadüf olamaz. Çünkü kitap yıllar önce yazıldığı halde her satırı bugünü anlatıyor gibiydi. Bunu nasıl başarıyorlar anlamıyorum. Yıllar öncesinden geleceği yorumlayabildiğim zaman sanırım gerçek bir sosyolog olabileceğim.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
29- İnsanlığın Dirilişi / Sezai Karakoç
Sezai Karakoç bu kitabında insanlığın meselesini dünya çapında ele almış. Rönesans öncesi ve sonrası dönemi değerlendirerek özellikle Batı’nın, akabinde gözünü ona dikmiş milletlerin yaşadığı buhranlara bir çözüm arayışına girmiş. Sezai Karakoç İnsanlığın Dirilişi kitabında bunu yaparken edebiyat, müzik, resim alanında ortaya konulan eserlerden insanlığın ruh halini tahlil etmiş, son bölümle de çözüm planını sunmuş.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
30- Okulsuz Toplum / Ivan Illich
Okulları insanları yaşlarına göre kronolojik olarak hücrelere sokan hapishane olarak gören Ivan Illich, “Okulsuz Toplum” kitabında daha iyi eğitimin ancak okullardan kurtulursak olacağını söylüyor…
Aynı ilgi alanına sahip insanları bir araya getirmenin daha verimli olacağını sınıf yerine dersin önemli olduğunu savunuyor. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi sınıf değil ders geçme sistemini savunuyor yani bi nevi…
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
31- Cahit Zarifoğlu / Yaşamak
Cahit Zarifoğlu Yaşamak isimli kitabını yazdıktan sonra bunun kadar başka güzel isim bulamazdı sanırım. Bir günlüğe verilebilecek en güzel isim.
Bir kitap düşünün “ne çok acı var” diye başlayan ve “Ruhumuz dar bir şeridin içinden sızılarla geçiyor.” diye devam eden. Bir şair düşünün acının her türlüsünü naif cümlelerle anlatan.Cahit Zarifoğlu’nun 70li yıllarda tuttuğu bir günlük “Yaşamak” isimli kitabı.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
32- Uygarlıkların Batışı / Amin Maalouf
Deneme türü olarak kaleme alınmış bir eser Uygarlıkların Batışı. Amin Maalouf çoğunlukla yakın doğu tarihi üzerinden son yüzyılda yaşananları ve geleceğe dair korkularını anlatıyor bu deneme kitabı ile. Dünyanın halihazırda yaşadığı atmosfere neden olan siyasal devrimler, ABD ve Avrupa’nın yanlışları, Ortadoğu’nun kronik sorunu ve diğer başlıklar. var içinde. Bilge bir yaşlıdan anılarını ve korkularını dinler gibi akıcı bir dil hakim kitaba. Bin sayfa olsa insan sıkılmadan okur.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
33- Franz Kafka / Dönüşüm
Bir sabah kalktığında kendini böcek gibi hissetmenin nasıl olacağının hikayesini yazmış Franz Kafka Dönüşüm isimli eserinde.. Kahramanı Gregor Samsa sabit bir işi olan, patronları tarafından aşağılanan, sanayi devriminin hemen sonrasında yaşamış biri. Yıllarca her sabah uyandığında kendini böcek gibi hissetmiş, ağır iş koşulları yüzünden. O dönemler “Mobbing” gibi kavramlar da keşfedilmeyince patronlar işçilerine karşı son derece acımasız psikolojik şiddetler uygular ve Gregor’da bu şiddetten fazlası ile nasibini alır.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
34- Açlık / Knut Hamsun
Knut Hamsun Açlık kitabını okuduysanız daha önceden, bir de Ramazan ayında okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
Kitabı okurken yalnız değilseniz bile kendinizi çok yalnız kimsesiz hissediyorsunuz. Aç kalmış bir insanın neler hissettiğini öyle güzel anlatıyor ki; “ya hu dünyada bu kadar aç insan varken ben bunca nimetin içinde gerçekten çok şımarığım.”
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
35- Dostoyevski / Yeraltından Notlar
Dostoyevski okumaya nereden başlasam diye düşünüyorsanız “aha tam buradan başlayabilirsiniz” diyebileceğim bir kitap Yeraltından Notlar.
“Adam yazmış aağğbi!” denilecek çok nadir eserlerinden birisi Dostoyevski’nin.
Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümü iki defa okuduktan sonra tam anlamıyla ne demek istediğini anladığımı itiraf etmeliyim. Keşke okumaya başlamadan önce biri bana “ikinci bölümü bitirmeden birinci bölümde ne dediğini anlamak için çok uğraşma” deseydi de ben de bu kadar yırtınmasaydım anlamaya çalışmak için.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
36- Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Von Goethe
Werther adındaki genç bir hukuk stajyeri, Lotte isimli bir kadına aşık olur. Aşık olduğu zaman Lotte nişanlıdır ama kendine engel olamaz daha sonra da Lotte evlenir. Wertner onu sevmeye tüm kalbi ile devam eder ve ona olan aşkını da arkadaşlarına mektuplar ile anlatır.
Buraya kadar her şey sıradan görünüyor olabilir ama kitabın yazarının adı Goethe olunca kitap elinizde sanat eserine dönüşüyor. Varoluşsal hesaplaşmaları, toplumsal baskıların insana hissettirdiği suçluluk duyguları Wertner’in dili ile harika anlatılmış.
İnsanın ruh dünyasında gezinti yapmak isterseniz okumanızı tavsiye ederim.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
37- Vahşetin Çağrısı / Jack London
Vahşetin Çağrısını okurken beni en çok hayrete düşüren şey bir köpeğin doğası nasıl bu kadar hassas ve ayrıntılı anlatılabilir olmuştu. İnsanın empati yeteneğinin mucizevi boyutları sanki sayfalara sinmiş ve insan empati yapmak isterse nasıl bir mucizeyi başarabilir çok net göstermişti bana.
Kitapta ayrıca, sevgi, öfke, sadakat, bağlılık, içgüdü gibi baskın duygu ve kavramlar, köpekler ve insanlar üzerinden anlatılarak, bunların yeryüzünde yaşayan tüm canlı varlıkların hayatını nasıl şekillendirdiği evrensel ve zamansız bir dil yardımıyla ortaya konulmuş.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
38- Kültür / Terry Eagleton
Kapitalizmin krizlerle mücadele etse bile 2008 de olduğu gibi farklı argüman ve sonuçlarla bize ben burdayım dese bile aslında yeni bir şey sunmadağı ve hala sistemin temelde ne kadar az değişmiş olduğunu gözler önüne seriyor. Bu açıdan çok önemsiyorum. Ayrıca akademik bir dil kullanmıyor oluşu da beni cezbeden bir başka noktasıydı.
Genel Kültürü Artırmak İçin Okunması Gereken Kitaplar listesi yapıldığı zaman bu kitabın olmaması ayıp olurdu.
Oldukça derinlikli ve kısa bir çalışma. Kültür kavramının içinde bulunan toplum, sosyoloji, siyaset, eğitim, sanat, edebiyat vb değerlerin birbiri ile ilişkisini anlatmış. Daha çok İngiltere ve İrlanda özelinde ama tüm dünyanın genel kültürünü içerecek şekilde yorumlamış.
40- Tüfek, Mikrop ve Çelik / Jared Diamond
“Neden Avrupalılar Amerika’yı keşfetti de tam tersi olmadı ve Amerikalılar Avrupayı keşfetmedi?” Tüfek Mikrop ve Çelik’in konusunu da işte tam bu ve bunun gibi saçma bulacağınız çocuksu sorular oluşturuyor. Ancak öyle soruların cevapları veriliyor ki kitap bittiği zaman “vay be!” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Kafanızdaki çoğu şeyin yerine oturduğunu fark ediyorsunuz. Fizyoloji Profesörü Jared Diamond, İnsan toplulukları arasındaki farklılıkların sebeplerini, eşitsizliklerin sebeplerini temellere inmeye çalışarak sorguluyor.
Bu kitabın bir de belgeseli var onun hakkında analizi de ŞURAYA tıklayarak okuyabilirsiniz.
41- Mor Mürekkep / Nazan Bekiroğlu
Bu bloğu daha fazla Nazan Bekiroğlu kitabı için kullanmalıyım. Kaleminin coşkunluğuna hayran olduğum ender yazarlardan birisi Nazan abla. Yazar demek ne kadar doğru bilmiyorum onun için. Yazının yürüyen silüeti demek daha doğru olarak. Bu listeye mor mürekkebi almamın sebebi de kitabın “yazmak” fiili üzerine kurgulanmış olması. Yazan bir insanın içsel yolculuğunu bu kadar nahif anlatan başka bir kitap okumadım. Yazmaya çalışan, derdini yazarak anlatmaya çalışan insanları birazık ucundan da olsa anlamak isterseniz Mor Mürekkep en doğru tercih olur.
42- İtaatsizlik  Üzerine  / Erich Fromm
Kitabı okuyunca insan başka bir pencereden bakan insanların bakış açılarına ve insan beyninin muazzamlığına hayran kalıyor.
Kitap 72 sayfa çok ince ama özgül ağırlığı epey fazla. İtaat kavramını incelemiş Erich Fromm bu kitabında. İlk 20 sayfa itaatsizlik tarihini ele almış. Bence kitabın en okunmaya değer yeri de burası. İtaat eden insanlar erdemli ya da itaat etmeyenler ahlaksız mı sorusunun cevabı tarihi olaylar çerçevesinde açıklamış.
Diğer bölümler başka zamanlarda yazıldığı için biraz kopukluk olsa da okumaya değer. Kitabı okurken Erich Fromm’un Karl Marx hayranlığı göze çarpıyor.
Son bölüm hümanist sosyalizm güzellemeleri ile dolu, her kitap gibi okunmaya değer.
En Çok Okunan 10 Erich Fromm Eseri için buraya tıklayın.
43- Kendi Kendine Psikanaliz / Karen Horney
Ruhlarını acımasızca incelemek isteyenler için çok faydalı bir kitap. İnsan Kendi Kendine Psikanaliz kitabını okurken bizzat kendi ruhuna uyuşmadan ameliyat yapıyor gibi hissediyor. Pratik soruları yanıtlayan ve bir iç gözlem örneği gösteren mükemmel bir kitap. Yazar, iç gözlemin etkinliği hakkında oldukça temkinli konuşsa da bunu yine de yararlı buluyor. Nereden başlayacağınız, ne yapmanız ve nelere dikkat etmeniz gerektiği gibi sorular varsa aklınızda o zaman bu kitap tam da bununla ilgili.
Karen Horney ve En İyi 5 Kitap Analizi için buraya tıklayın
44- Saatleri Ayarlama Enstitüsü / Ahmet Hamdi Tanpınar
En ufak karakterler ve mizansenleri bir anda kanlı canlı hale getiren ufak ayrıntılar var. Kahkahalar attıracak ironik bir durumdan hiç beklenmedik bir hüzün çıkarabilen ve bunu yaparken sadece Türkiye’nin değil dünyanın bütün ikinci sınıf romancılarına parmak ısırttıracak bir inceliği ve kıvambilirligi gösteren de bir eser ayrıca. Tam gülecekken gözleriniz sayfada sabit kalıyor ya da tam damlalar hücum etmişken gözlerinize bir duraklıyorsunuz.
Daha ayrıntılı analiz için şuraya tıklayın.
45- Tanınmayan Büyük Çağ / Prof. Dr. Fuat Sezgin
Kendi kültürümüzü gözümüze küçük göstererek okutan bir müfredatta okumuş bizler bu kitabı okuyunca şunu anlayacağız ; bildiğimiz öğrendiğimiz hiçbir şey tam değil. Türk dünyası Müslüman dünyası şuanda bize şu yabancı bulmuş bu yabancı bulmuş denilen ilmi keşifleri o bulmuş denilen kişilerden çok seneler önce bulmuşlar yazmışlar.
Eğer bir Genel Kültürü Artırmak İçin Okunması Gereken Kitaplar listesi hazırlıyorsanız Fuat Sezgin adını unutmak olmazdı.
Eğer ezik psikolojine bağlı bir tarih anlayışınız varsa bu kitabı okuduktan sonra “vay arkadaş!” seviyesine çıkacaksınız. Tarihimizin ne kadar başarıyı kendi içinde hapsettiğini görünce hem şaşıracak hem de gurur duyacaksınız. Hocaların hocası Fuat Sezgin’in bu hacimli ve muhteşem eseri ile İslâm Bilim Tarihi’nin karanlıkta bırakılan büyük çağına ve bu çağı aydınlatan bilim insanlarının çağları aşan yolculuklarına tanıklık etmek isterseniz kesinlikle tavsiye ediyorum.
25 notes · View notes
seslimeram · 6 years
Text
Gümbürtüyü Duyuyor Musunuz! Altında İnsanlık Kaldı, Kalıyor, Bırakılıyor...
Tumblr media
Kesintisiz kılınan cerahatin yamacında tüm ol hayat mefhumunun her ne hallere koyulduğunu örnekleriyle beraber tecrübe ediyoruz. Düpedüz bir memleket halinin yıkımının her ne demek olduğuna tanığız. Kesintisiz olanın var ettiği çürüme hayat hakkımızı yerle yeksan ediyor. Ne yana dönersek dönelim hangi açıdan bakarsak bakalım kesin ve kati olan bu ‘çürütme’ halinin devamlılığıdır. Gelecek artık zayidir. Geçmişin yıkımı hala buralardadır. Günün nihai olarak o karanlığa rehineliği barizdir. Erk, muktedir, iktidarın tekil bir hattan kurduğu menzil, ulaştığı seviye ve yurttaşına karşı sergilediği tavır hayatın berhava olunmasını beraberinde getirmekte, bu hali kalıcılaştırmaktadır.
Cerahat o hayat bahsini boğmaktır. Cerahat bu biyopolitik tahayyülde ısrardır. Cerahat sanki hala bir ülke varmış gibi yapıp, yaşamaktır. Bu kadar kesintisiz olanın sunduğu, güncellediği ve varlığını kesin kıldığı şet hayat hakkının örselenmesidir. Un ufak edilen idedir, tözdür bu kadar açık, katışıksız saf bir ülke mefhumunun yok edilmesidir. Yaşatan değil yok eden, canlı değil enikonu tükenen, insan değil personanın nüfus oluşturduğu bir cenderedir var edilen. Tehdit, tenkit, tahakküm ve yıldırı dörtlemesinde paramparça kılınanın ta kendisidir “hayat”. Meseli, mefhumu, meramı çalınan, nasıl bir güncellik olduğu, her neden hayat diye seslenip, söze karışılması gerektiği bunca afaki karşımızda bina olunandır.
Yaşamımız muktedirin oyuncağıdır. Yaşam eylemi har vurulup, harman savrulan bir tahayyül müdür? Bunca bariz ve kesintisiz kılınanın cüretinde ortaya serilen ülke hali içinize sinmekte midir? Yol sahiden nereyedir? Üç yüz altmış beş gün ve altı saatin tam biyopolitik bir cendere kılındığı yerde yol var mıdır? Sahiciliği artık çürüme istencine, arzusuna göre biçimlendirilen sahnede yol neyin nesidir? İstikamet diye çizilen rota hayat istencinin kurutulduğu düzlemin ta kendisinedir. Kesin ve teyitli olan bu bahsin hakikati, yalın ve çıplak yakıcılığıyla yüzleşme gayretine düşülecek midir? Geçmişi gibi şimdisi, şimdiden de yarını bu tahakküm şablonunda iğdiş edilen yerde görüyor musunuz, yaşamın kabuslara rehineliğini, sahiden umursuyor açık, alenen soruyor musunuz, halimiz nedir?
Eski yıldan yenisine girildikten bir yarım gün sonra, iki mesai arasına sıkıştırılmış olan ümidi, umudu, tehdit ve tenkidi alaşağı edebilme mücadelesinde yol alan, kayıplarının akıbetlerini bu sahnede sormaktan kaçınmayan Cumartesi Anneleri, İnsanları Galatasaray Meydanının kapalı bir kafes ile kuşatılmış kıyısından tam da anlattığımız seslenişe bir örnek var eder. Geçmişi ile şimdisinin karanlığını güncelleyen, şimdi var edilen ile bir yarını tez elden çürütme gailesinde olan menzilin yol / yönünün neden yüzleşmekten geçtiğini bildirir o eylem / anma / savunma.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım; Kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle sürdürdükleri eylemleri 700'ncü haftadan bu yana Galatasaray Meydanı’nda yapılması engellenen Cumartesi Anneleri, yeni yılın ilk gününde bir araya gelerek Galatasaray Meydanı'na yürüdü. Cumartesi Anneleri'ne Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Oya Ersoy ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu destek verdi. "Beni Bul Anne" şarkısı eşliğinde polis bariyerleri ile kapalı olan Galatasaray Meydanı'na ellerindeki karanfilleri bırakan Cumartesi Anneleri "Vazgeçmedik, vazgeçmiyoruz" diye belirtti.
Cumartesi Anneleri yaptıkları yazılı açıklamada, şunları dile getirdi: "Güneşe kavuşmak için kayaları parçalayan kır çiçeklerinin direncini, ışığa kavuşmak için buzulları kıran kardelenlerin direncini kuşanarak karşıladık yılı. Yeni yılın ilk gününde kayıplarımızdan ve Meydanı'mızdan vazgeçmediğimizin, vazgeçmeyeceğimizin ifadesi olarak karanfillerimizi polis işgalindeki Galatasaray’a  ‘Beni Bul Anne’ şarkısı eşliğinde bıraktık. Yeni yılda da gözlerimiz gerçeği görmekten, dillerimiz hakikati söylemekten vazgeçmeyecek."  
Hayat mefhumunun nasıl ulu ortada yerle yeksan edilmeye çalışıldığı bir avuçtan az biraz fazla karanfilin ezildiği video kayıttan çıkagelir. Yeni ülke mefhumu artık “can kırıklarına” karşıtlığı normatif kılanlarıdır. Vicdan sızlatan şiddet salt copla, kaba dayakla, biber gazıyla ya da muadili herhangi bir kimyasalla, kör kurşunla değil iş bu yaşatılanda olduğu gibi tüm o açıkta eylenen, karanfillere bile tahammül etmemekle icra olunandır. Cerahat alenen “hayat” istencini yağmalamaktadır. Bu ülke denilen sahada devamlılığı tek olan ve belki de en büyük sivil itaatsizlik eylemine karşı devlet failliğini, devletli kötülüğünü, tarafgirliğini belirgin bir biçimde icra etmektedir. Bu kadar kati ve doğrudan bir tahayyüldür bu menzilde hayata verili değer.
İçten içe çürüten, görünürlüğü arttırılmış bir yıldırının ta kendisidir iş bu menzilde adı hayat olarak zikredilen. Onun elden geçirilmiş bir suretle güncellemek, varlığını hiç kılabilmek bir devamlılıktır. Yaşatmama, hesap vermeme, sorgulatmama hali kesintisizdir, doğrudan ve en yalın. Bir memlekette bile isteye kaybedilen, kaybettirilen insanların akıbetlerini sorgulamak terörle ilintilenir.
Meydan yasak değildir sadece, görünürlük de sıfırlanmak istenir. Çiçekler bundan ezilir. Meydan yasak değildir sadece, insanların yaralarına karşıtlık bahsinden dem vurmak da ezilir aynı zamanda. Çürümenin rotasında bir yeri, bir yurdu güncellemek sağlama alınır. Adı ne kadar yurt, vatan, ülkeyse ve ondan arta kalan her neyse onun “resmi geçidi” var edilir. Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın kendiliğinden düzeni alt üst eden eylemleri hayata her nasıl karşıt olunduğunu da göstermektedir artık görmesini bilene.
Düzenin var ettiği çürüme hep sıradana bedeli beraberinde getirir. Bir yeninin imaline açıktan kalkışırken devletli o şimdiyi bu işkencelerle benzersiz tehdit ve yıldırı figürleri ve eylemliliği ile donatır. Çürümeyi örtbas, var edilen yargıları sorgulanamaz addetmek için ardılı sıra cürmü günceller. Kolayca hayata kastın menzilinde hesap vermezlik bir duvar olarak enikonu yükseltilmeye devam olunandır. Yaşatılan bu izansızlık döngüsüdür. Yaşatılan vahametin kirli ve kapkaranlık yüzeyiyle bir menzilin kuşatılmasıdır. Çürüme artık ulu ortadadır. Geleceğin bu şimdiden, şu minvaldeki tahayyül ve eylemlerle yıkımıdır mesele. Yaralarıyla bir başına terk-i diyar olunan insanların toplum nezdinde suçlu kılınması gailesi, sorundur, sorunsaldır.
Utançlara eklenen yeni eklerle, bir yeni yıla girilmediği, gerilemeye devam olunan bir sahanın güncellendiği ortaya çıkartılır. Çiçeğe düşmanlık, mezarsız koyulan insanların yaslarına aleni hakaret gibi, kitaplar da bu ülkede, şu ülke denilen sahayı yönettiğini zikredenler elinde bir kez daha yargılanır, yaftalanır. Güncelliğin her ne fenalıklar ile sarmalandığı iş bu haberdedir. “Van Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutulan Gazeteci Nedim Türfent'e Kürt bilgesi ve gazeteci Musa Anter'in "Vakayiname" adlı kitabı verilmedi. Görüşçüsü tarafından getirilen ve cezaevi idaresine teslim edilen kitaba el konuldu.”
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Cezaevi idaresi tarafından karara ilişkin sunulan gerekçede,"Bahsi geçen kitabın, Ceza İnfaz Kurumumuzca koğuşlara verilmesi durumunda Kurum güvenliğinin ve disiplinin sağlanması bakımından kurumda asayişin ve genel güvenliğin zaafiyete uğrayacağı değerlendirilmektedir. Ceza İnfaz Kurumlarının kanunla belirlenmiş kendilerine has özel şartları ve kuralları olan kurumlar olduğu, bu kurumlarda belli bir disiplin ve düzenin sağlanmasında yine mevzuat gereği zorunlu olduğu, ayrıca kamu görevlilerin suç işlemeyi önleme, yükümlülüklerinin bulunduğu göz önüne alınıp; Keza: Ceza İnfaz kurumlarının İnfaz rejimi kapsamında Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin infazı hakkında tüzüğün 2'nci bölümün 4'üncü maddesinin ikinci fıkrasında 'Ceza ve Güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç öncelikle genel ve öznel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün : yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır' denilmektedir. Bu hüküm gereğince; suçu ve suçluyu öven süreli veya süresiz yayınların kişilere verilmesi durumunda hem kurumsal hem de toplumsal bir infial söz konusu olacağı kesindir. Kaldı ki kitabın, Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniter yapısına aykırılık arz ettiği var olan sisteme karşı bir tehdit unsuru taşıdığı görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölünmez bütünlüğünün tehlikeye düşüreceği, toplum arasında kargaşa ve kaos ortamı oluşturmaya çalışıldığı tespiti Eğitim Kurulu tarafından hasıl olmuştur" denildi.
Gazetecilerin tutsak olunduğu bir yerde, kalemden, kelamdan, elbette daha önce yazılmış olan matbuattan çekinilmeye, olmadık kararlarla bu yıldırı düzenini güncellemeye devam demekte ve bundan bir beis görmemektedir muktedir. Yargı, itham ve tahakküm, birbirini tamamlayan bir biçimde var edilmiş olan tehdit mekanizmalarının gerçekliği ile kitaplardan, en başta da ol Musa Anter gibi bu sahanın yetiştirdiği önemli bir dimağın kaydına, izine bile müsamahaya yer olmadığını göstererek memleketin hayatla olan ilintisinin çürütülmesi güncellene gelir. Ol hal midir yeni ülke?
İdris Yılmaz, gazetecidir. Hayatın her ne hallere koyulduğunu göstere gelen haberlerin ardında imzası bulunan bir tanıktır. Yeniden Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Yaptığı haberlerden dolayı hakkında "örgüt üyeliği" iddiasıyla dava açılan gazeteci İdris Yılmaz’ın tutuklu yargılandığı davanın 2’nci duruşması, Van 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Yılmaz, duruşmaya tutuklu bulunduğu Elazığ 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nden Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile aracılığıyla katıldı.
Duruşmaya, Yılmaz'ın ailesi ve avukat katıldı. Yılmaz yaptığı savunmasında, “Haberlerim nedeniyle bir çok kez hedef gösterildim, tehditler aldım. Bana ‘seni dört duvar arasında çürüteceğiz’ dediler” diyerek bu dava ile kendisinin yanı sıra gazetecilik mesleğinin de hedef alındığını söyledi. Yılmaz'ın sözü mahkeme başkanı tarafından sık sık kesildi. SEGBİS siteminde yaşanan aksaklıklar nedeniyle Yılmaz’ın sesi de çok iyi duyulamadı.
İlk duruşmada yaşanan aksaklıkları hatırlatan avukatlar, Yılmaz’ın mahkeme önünde savunma yapmasını, tanığın da ifadesinin mahkeme önünde alınmasını talep etti. Tüm talepleri reddeden mahkeme heyeti, Yılmaz'a "örgüt üyeliği" iddiasıyla 6 yıl, 3 ay hapis cezası verdi.”
Tumblr media
Cumartesi Anneleri, Musa Anter’in Vakayiname’sine reva görülenler, İdris Yılmaz ve daha nice vakada var edilmiş cerahatin her neye dönüştüğü Ulusal Kanal’da sabah haberlerinde bir zatın kalkıp Sezgin Tanrıkulu’nun Kürdçe tweetine yapılan ırkçı yorumda çıkar. Bütün döngü, ortaya serilen irin hali hayatın her nasıl bir hale koyulduğunu örnekler. Düşman yaratımı artık sınırsızdır. Muktedirden olmayan her birey / kimlik ötekisidir artık. Sözüm ona eşitlik, adı sık yinelenen demokrasi ve onun namına atılan nutuklar, nicesi anılırken anayasal ve galiba bütün o bahsin başındaki insanların evrensel haklarının talan olunması meseledir.
Cürümler ile ayakta duran bir memleketin tahayyül, mübalağa ya da sözüm ona olmadığının kanıtlanmasıdır mesele. Var edilen karanlık ol öteki kadar bu menzilin muktediri için de hali hazırda sorundur. Yaraların aralıksız güncellenmesi o muktedirin hal ve tavırları ülkeyi artık yaşanmaz kılmaktadır buna bizzat kendileri de dahil. Bugün bu hal / gidişat / tavır önemlidir, bu bahis hepimize reva görülen eksiltmeyi biçimlendirmektedir. Hayatlarımızı bu bakış bizzat o tahakküm ve rezilce süre duran ayrımcılık perişan etti / eyledi. Bugün yasa saldıran, ana dili hakir gören, cerahati bildirenleri gazeteci değil terörist olarak addeden, tehdit ve yıldırı ve hiç aralıksız taarruzlar ile hayat meseli perişanlığa rehin kılınır, iyi de nereye kadar?
Avukat Erdal Doğan, şüpheli kişiler tarafından soruşturulduğunu açıkladı. İstanbul’da avukatlık bürosunun bulunduğu iş hanı görüntülerini paylaşan Doğan, “Konu yalnızca benimle ilgili gözükmediği için paylaşma gereği duydum” ifadelerini kullandı. 24 Aralık tarihli güvenlik kamerası görüntülerindeki iki kişi Erdal Doğan’ın işyerine geliyor. Fotoğrafını gösterip, Doğan’ın işe geliş – gidiş saatlerine, o gün bürosuna uğrayıp uğramayacağını soruyor. Aynı gün içinde birkaç kez bilgi toplamaya çalışan şüpheli kişiler, iş hanının danışmasından Doğan’ın telefon numarasını istiyor.
Kendisi hakkında soruşturma yapıldığını öğrenen Doğan konuyu emniyete bildirdi. İstanbul Valiliği de çağrı üzerine avukat Erdal Doğan’a koruma verdi. İş hanının danışmasında çalışan görevliler de de söz konusu şahısların eşgalini teşhis etti. Doğan, “Bu olayları dengesiz veya kendini bilmez kişilerin işleri diyerek geçiştiremeyiz. Bunlar önümüzdeki dönemin hazırlıkları. Bu şahıslar hakkında işlem yapılmaması bir ortam hazırlanması anlamına geliyor. Siyasal ve ekonomik krizlerin derinleştiği bu dönemde, karanlık/derin güruh bu krizleri derinleştirecek. Anlaşıldığı kadarıyla bu tür cinayet olayları benimle sınırlı kalmayacak. Tüm yetkililerin dikkatine” diye kaydetti.
Birbiri içerisine geçmiş, karışık gibi görünen bir hayat imecesi paramparça ediliyor. Her yerde ve hemen her şekilde yaşamın yağmalanması artık gizli saklı olmadan güncellene geliyor. Yol ve yön, gün ve gelecek belirsiz kılınıyor. Erdal Doğan gibi bir insanın güvercin tedirginliğine rehineliği, o iki satır meramında ortaya döktüğü şey zayi edilmek istenen hayat istencini bariz kılıyor. Daha nereye kadar sürecek bu çürüme bahsinin yanıtı karşımızda koca koca puntolar ile bekliyor. Daha ne kadar çürüme var edilecek bu bahis yanıtını arıyor. Sessizleşmiş yığınlar haline dönüştürülmüş, her vahameti olur bilen / gören ve sorgulamayan bir menzildeki yaşam istenci her ne hallere koyulur soruyor musunuz? Cerahat dibimizde biterken, gün aşırı kılınan taarruzlar, tehditler ve gırla giden tahakküm çabaları söz konusuyken, sesinizi duyurabiliyor musunuz, meseli anlıyor / anlatabiliyor musunuz? Çanlar hepimiz için çalıyor... Gümbürtüyü duyuyor musunuz! Altında insanlık kaldı, kalıyor, bırakılıyor...
Şiddet bir günlüğüne değil düzenin temellerinde var edilmiş bir mesel olduğuna açık örnekleri yaşarken sahiden altında kaldığımız insanlık meselini görüyor musunuz? “2 Ocak 2018’de Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Ceren Damar Şenel erkek öğrencisi tarafından canice katledilir. Ceren Damar’ın katledilmesinden hemen sonra Mülkiyeliler Birliği üyesi, Mete Hüsünbeyi’nin yeğeni olan ve Ukrayna’da üniversite eğitimi gören Zeynep Hüsünbeyi ile arkadaşı Buket Yıldız’ın yine bir erkek şiddeti sonucu katledilir.”
Mülkiyeliler Birliği’nin açıklamasıdır: “Büyük acı ve dehşet uyandıran iki olay bugün medyaya yansıyan ve kamuoyu tarafından bilinen cinayetlerken Türkiye’nin ve dünyanın pek çok yerinde her gün binlerce kadın eril şiddetin pek çok biçimine maruz kalmakta ve varlık mücadelesi vererek yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Bizler Mülkiyeliler Birliği yönetimi olarak, hangi biçimde olursa olsun kadına yönelik her türlü şiddet ve ayrımcılığın karşısında olduğumuzu, kadınların verdiği her türlü mücadelede onlarla omuz omuza yürüdüğümüzü bildiriyoruz.”
Bu satırlar yazılırken, bir paragraflık bir haber daha düşer: “Hatay'ın İskenderun ilçesinde babası Mehmet Ali Y. tarafından dövülerek ağır yaralanan altı yaşındaki Mertcan Y. tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Gültepe Mahallesi'nde meydana gelen olayda, ihbar üzerine Mehmet Ali Y.'nin evine giden sağlık ekipleri, oğlu Mertcan Y.'nin başına sert cisimle vurulması sonucu ağır yaralandığını belirledi. Hayati tehlikesi olan çocuk hastaneye kaldırılarak yoğun bakıma alındı. Oğlunu elektrik süpürgesinin borusuyla dövdüğü iddia edilen Mehmet Ali Y., polis tarafından gözaltına alındı. Şüpheli, ifadesinde, oğlunun yüksek yerden düştüğünü öne sürdü. İskenderun Devlet Hastanesi'nde yoğun bakıma alınan Mertcan Y. bugün sabaha karşı yapılan müdahaleye karşın kurtarılamadı. Çocuğun cenazesi otopsi için Mustafa Kemal Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi'ne gönderildi.”
Hayatlar, isimler, yaş grupları, kimlikler... Doğusu, Batısı, önü arkası her yerinde bir cerahatin var edildiği saha... Bir gün değil her güne acı ekleyen, onunla yön belirleyen bir muktedir... Sahi, doğrudan hayat meselinin ne olduğunu hatırlayamayacağımız zamanlara yollanıyoruz... Bir gün değil, her gün apayrı yaralar ile günümüzü geçirdiğimizi var sayıyoruz. Hep eksiliyor, daima sınanıyor, gündelik bir haber mesaisinde adı anılıp unutulacak birer figüre dönüşüyor ol ülkede yaşayan sıradan. Çanlar hepimiz için çalıyor... Gümbürtüyü duyuyor musunuz! Altında insanlık kaldı, kalıyor, bırakılıyor...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller – Image Courtesy Haku Re – Okusora KEITA v/ Behance
0 notes
sizekitap · 6 years
Text
Çürüme - Türkiye’nin Aşırı Acıklı Hikayesi
Çürüme – Türkiye’nin Aşırı Acıklı Hikayesi Hakan Gülseven İleri Kitaplığı
Muhalif kimliğiyle tanınan gazeteci/yazar Hakan Gülseven, AKP iktidarı altında Türkiye’nin nasıl çürüdüğünü, nasıl adım adım bir karşıdevrime sürüklendiğini çarpıcı bir ‘günlük’le anlatıyor: Türkiye’nin Aşırı Acıklı Hikayesi: Çürüme… Elbette bu kitap çürümeye karşı direncin bir günlüğü olarak da okunabilir…
Kitabın adı Çürüme çünkü “Cumhuriyet’i fiilen ortadan kaldıran ve halen ilerlemekte olan karşıdevrimin ön günleri ancak bir kokuşmuşlukla tasvir edilebilir”.
“Çürüme günlerinde cehalet, şuursuzluk ve ahlaki düşkünlük gözümüzün önünde günbegün örgütlendi ve bu ‘örgütlü kötülük’, rejimin kendisi haline geldi. Bir yandan dinci gericilik sokakları sel misali sararken, dincileşmeyle koşut bir yozlaşma her yeri esir aldı. Dincilik ile yozlaşma el ele yayıldı; uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık ve kadınlara, çocuklara yönelik her türlü saldırı inanılmaz boyutlara ulaştı.”
Yazar Hakan Gülseven, farklı dönemlerde kaleme alınmış makalelerinden oluşan bu derlemede, çürümenin canlı bir tasvirini yapıyor. AKP ve cemaatler koalisyonu altında yaşanan tüm bir süreci dünü, bugünü ve geleceğiyle tarif ederken, ülkemizin mutlak bir felaketten nasıl kurtulabileceğini tartışıyor. Okurken siz de kendinizi aynı tartışmanın içinde bulacaksınız…
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/kZ8v1v
0 notes