Bitkilerle Konuşmak Savunma Mekanizmalarına Yardımcı Olabilir
Bitkilerle Konuşmak Savunma Mekanizmalarına Yardımcı Olabilir
#BitkiAraştırmaları, #BitkiBağışıklığı, #BitkiBeslenmesi, #BitkiBilimcileri, #BitkiBilimi, #BitkiBiyolojisi, #BitkiBüyüme, #BitkiGelişimi, #BitkiGenAktivasyonu, #BitkiHastalıkları, #BitkiIleİletişim, #Bitkiİmmünitesi, #BitkiOptojenetiği, #BitkiPigmentÜretimi, #BitkiSavunmaMekanizmaları, #BiyomolekülerSüreçler, #Fotoreseptörler, #HighlighterTeknolojisi, #OptikÖzellikler, #Optogenetik https://is.gd/STiMg9 https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/haberler/bitkilerle-konusmak-savunma-mekanizmalarina-yardimci-olabilir/
Bitkilerle konuşmak ve ışık hassasiyetleri ile ilgili bilim insanları, bitkilerin doğal savunma mekanizmalarını harekete geçirmek için ışık bazlı mesajlar kullanıyor.
Bilim insanları bitkilere ışık bazlı mesajlar aracılığıyla onları yaklaşmakta olan tehlikelere karşı önceden uyarıp uyaramayacaklarını ve hasarı azaltabilecek savunma mekanizmalarını tetikleyip tetikleyemeyeceklerini görmek için konuşuyorlar. Tütün bitkisi Nicotiana benthamiana ile çalışarak , ışığı uyarıcı olarak kullanarak bitkinin bağışıklık tepkisini aktive etmeyi başardılar; bu, bitkilerle olan ilişkimizde devrim yaratabilecek bir başarıydı.
Ortak yazar Dr. Alex Jones bir açıklamada , “Bitkileri yaklaşmakta olan bir hastalık salgını veya haşere saldırısı konusunda uyarabilirsek, bitkiler yaygın hasarı önlemek için doğal savunma mekanizmalarını harekete geçirebilir” dedi .
“Ayrıca bitkileri, sıcak hava dalgaları veya kuraklık gibi yaklaşan aşırı hava olayları hakkında bilgilendirerek büyüme düzenlerini ayarlamalarına veya su tasarrufu yapmalarına olanak sağlayabiliriz. Bu, daha verimli ve sürdürülebilir tarım uygulamalarına yol açabilir ve kimyasallara olan ihtiyacı azaltabilir.”
Çalışmada, bitkilerde hedef genin ifadesini aktive etmek için Highlighter adı verilen yeni bir teknoloji kullanıldı . Bu araç, onu başlangıçta prokaryotlar (hücreleri çekirdek ve diğer organellerden yoksun olan basit organizmalar) için yaratan, ancak daha sonra onu bitkilerde kullanılmak üzere geliştiren Bo Larsen tarafından tasarlandı.
Gen aktivasyonu gibi biyomoleküler bir süreci manipüle etmek için ışığın kullanılması, optogenetik olarak bilinen bir bilim alanının kapsamına girer . Bir hedef süreci etkinleştirebilir veya devre dışı bırakabilir ve bu uygun bir metodolojidir çünkü invaziv değildir, toksik değildir ve çok fazla maliyetli değildir.
Fotoreseptörler, Highlighter metodolojisinin çok önemli ve zorlu bir parçasıydı. Hedef süreçleri kontrol edecek şekilde tasarlandılar, böylece ışık uyarısıyla etkinleştirildiğinde açılacaklardı, ancak bunu yapmak kolay olmadı çünkü bitkilerde çok fazla fotoreseptör var. Sonuçta ışık büyümeyi, gelişmeyi ve hatta beslenmeyi nasıl koordine ettikleridir.
Highlighter’ı tütün bitkisinde kullanılmak üzere başarıyla ayarlayan ekip, pigment üretiminin yanı sıra bitki bağışıklığını da etkileyebileceğini göstermeyi başardı. Araştırma devam edecek, ancak keşif , bitkilerle konuşmaya yönelik bu alternatif yaklaşımla artık nelerin mümkün olabileceğine dair birçok kapıyı açıyor .
Dr Jones, “Highlighter, bitkilerde optogenetik araçların geliştirilmesinde ileriye doğru atılmış önemli bir adımdır ve yüksek çözünürlüklü gen kontrolü, çok çeşitli temel bitki biyolojisi sorularını incelemek için uygulanabilir” diye ekledi.
“Bitkiler için çeşitli optik özelliklere sahip, büyüyen bir araç kutusu aynı zamanda mahsulün iyileştirilmesi için heyecan verici fırsatların kapısını açıyor. Örneğin, gelecekte bir bağışıklık tepkisini tetiklemek için bir ışık koşulu kullanabiliriz ve ardından çiçeklenme veya olgunlaşma gibi belirli bir özelliğin zamanını tam olarak belirlemek için farklı bir ışık koşulu kullanabiliriz.”
Çalışma PLOS Biyoloji‘de yayınlandı. Meraklıları için makalesini kısa zamanda çeviri yapıp makaleler kategorisine eklenmesine gayret göstereceğiz 🙂
0 notes
TEXTE 5: Nathalie Sarraute, Tropisme
16 Mayıs 2021
TRIN 366 dersi için grup olarak yaptığımız bu son ödevde görev almış kişiler soyadı sırasına göre Sezen Deniz AYTUĞ, Ceyda ÇETİNGÖK, Adeviye MUTLU, Birce ÖZŞAHİN ve Nur Billur TAŞ'tır.
Görev Dağılımı:
Proje Şefleri / Editing: Ceyda Çetingök, Birce Özşahin
Çeviri: Nur Billur Taş
Araştırma: Adeviye Mutlu
Çeviri Süreci: Çeviri sürecinde oldukça zorlandık.Çeviri sürecinde takınacağımız tutumu belirlemek için Skopos teorisi üzerine araştırma yaptık. Bu teoriye uygun olarak “amaca bağlılığı” esas aldık. Çeviri amacımız Türk okurlara metnin bağlamını ve temel mesajını iletmek olduğu için çevirmenler olarak öncelikle metin üzerine yapılan araştırmayı okuyup Sarraute’un edebi ve felsefi girişimi hususunda bilgi sahibi olduk.
Üzerinde çalışmayı seçtiğimiz metin bilhassa varoluşçu filozoflar tarafından methedilen, varoluşun insan üzerindeki bunaltıcı etkisini ve günlük yaşantının, sosyal konumların, izlenimlerin anlamsızlığını yansıtan ifadelere sahip. Çeviri sırasında bunu göz önünde bulundurup Sarraute’un vizyonunu da hesaba katarak kaynak metni anlayıp içselleştirdikten sonra çevirmenler olarak kendi yorumumuz dahilinde hedef dile aktarımı tamamladık. Kısaca açıklamak gerekirse bu projemiz, “mot-a-mot” çevirinin değil ağırlıklı olarak çevirmen yorumunun ve özgün kelime seçiminin ön plana çıktığı bir çalışma oldu.
Çeviri esnasında biçimsel tercihimizi cümleleri bölmekten yana kullandık. Çeviri sırasında öncelikle Fransızca metni okuyup bilmediğimiz kelimelerin anlamlarına baktık. Ardından, emin olamadığımız yerleri daha iyi anlamak için orijinal metni İngilizceye çevirdik. Çeviriyi Fransızcadan Türkçeye yapıp İngilizce çeviri ile son kontrolü gerçekleştirdik.
Karşılaştığımız sorunlar genellikle uzun cümlelerde hangi öğe hangi kelimeye bağlanmış emin olamamamızdı. Bu kısımlar için ekip olarak hep birlikte orijinal metni yorumladık.
Karşılaşılan Sorunlar: Cümleler çok uzun ve çok betimlemeli olduğundan bazen hangi kelimenin hangi kelimeye bağlandığını yada hangi kelimeyi nitelediğini algılamakta zorlandık. Çevirirken bazı yerlerde kaynak metne sadık mı kalsak yoksa daha yaratıcı çözümler mi bulsak diye arada kaldığımız zamanlar oldu. Bazı yerlerde çeviriye yorum katarken anlamın kayıp kaymadığını da test etmek bizi zorladı. Editing sorunu olarak ise, genel olarak çeviri iyiydi fakat bazı yerlerde değişiklik yapmak gerekli mi gereksiz mi emin olamadık.
Editing Süreci: Editing metodumuz olarak değiştirdiğimiz kısımları kırmızı italik olarak işaretledik. Çeviride bir hata yoksa ama çeviri önerisinde bulunduysak o kısımları turuncu italik olarak işaretledik. Genel olarak değiştirilmeyecek, beğendiğimiz kısımları bold işaretledik. Öncelikle metnin uzunluğundan dolayı kaynak - erek metin karşılaştırması yaparken tablo yönteminin işimizi kolaylaştıracağını düşündük. Üç sütunlu bir tablo yapıp ilk sütuna kaynak metni, ikinci sütuna erek metni, üçüncü sütuna ise editlenen yerleri veya önerileri yazdık. En son aşama olarak yaptığımız değişiklikleri tek bir erek metinde topladık.
Araştırma:
Nathalie Sarraute
Doğum: Ната́лья Ильи́нична Черня́к (Natalya İlyiçna Çerniyak)
18 Temmuz 1900, İvanovo, Rus İmparatorluğu
Ölüm: 19 Ekim 1999 (99 yaşında), Paris, Fransa
Yattığı yer: Cherence, Val-d'Oise
Nathalie Sarraute (18 Temmuz 1900 – 19 Ekim 1999), Fransız roman ve deneme yazarıdır. 1956 tarihli “Kuşku Çağı (L'Ère du soupçon)” ile nouveau roman akımının öncülerinden biri haline gelmiştir.
Yaşamı
Natalya İlyiçna Çerniyak, 18 Temmuz 1900 tarihinde Moskova'ya 300 kilometre uzaklıktaki İvanovo-Voznesensk'te dünyaya geldi. Yazar Pauline (Chatounovsky) ile kimyager İlya Çerniyak'ın kızıydı. Rus toplumuna asimile olmuş varlıklı ve kültürlü bir Yahudi ailesine mensuptu. Anne babasının iki yaşındayken boşanmasından sonra Nathalie annesiyle önce Cenevre, sonra Paris'e gitmiştir. Her yıl bir ayı mutlaka babasıyla ya İsviçre'de, ya da Rusya'da geçiriyordu. Daha sonra annesi ve yeni kocası ile birlikte Sankt-Peterburg'a döndü. 1909'da Nathalie, siyasi fikirleri nedeniyle Rusya'yı terk etmek zorunda bırakılan babası İlya'yla birlikte Paris'e gitmiş, burada babasının yeni eşi Vera ve yeni doğan kızı Hélène (kısaca Lili) ile yaşamaya başlamıştır.
Sarraute'un Sorbonne Koleji'nde aldığı hukuk ve edebiyat eğitiminin yanında oldukça kozmopolitan bir öğrenim hayatı olmuştur. Oxford'da İngiliz edebiyatı ve tarih okumuş, sonra Berlin'de sosyoloji eğitimi almıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra avukat olmuş ve Paris Barosu'na girmiştir. 1925'te kendisi gibi avukat olan Raymond Sarraute ile evlenmiştir. Bu evlilikten üç çocuğu olmuştur: Claude (d. 1927), Anne (1930-2008) ve Dominique.
20. yüzyıl edebiyatına ve özellikle Marcel Proust, James Joyce ve Virginia Woolf'a olan ilgisi, roman hakkındaki fikirlerini oldukça etkilemiştir. 1932 yılında ilk kitabı Yönelişler'i yazdı. Eskizlerden ve anılarından oluşan bu kitabın rengi, yazarlık hayatındaki tüm eserlerinkini de belirleyecekti. Kitap nihayet 1939 yılında yayımlanmış, II. Dünya Savaşı popülerliğine engel olsa da, Jean-Paul Sartre ve Max Jacob gibi entelektüellerden övgü toplamıştır.
1941'de Vichy rejiminin antisemitist kanunlarının bir sonucu olarak avukatlıktan men edilen Sarraute, tüm zamanını edebiyata ayırmaya karar verdi. Bir süre direniş hareketlerini desteklediği için Gestapo tarafından aranan Samuel Beckett'e de evini açtı. Sürekli adres değiştirerek ve sahte belgeler kullanarak Île-de-France'tan ayrılmamayı başarsa da, başına bir şey gelmesinden korktuğu kocasını korumak için ondan boşanmaya karar verdi.
1947 yılında Jean-Paul Sartre'ın önsözünü yazdığı Portrait d'un inconnu (Meçhul Bir Adamın Portresi) yayımlandı. Edebiyatçı olarak başarı kazanması 1953 yılındaki Martereau ile olacaktı. Martereau'dan sonraki tüm kitapları, Gallimard'dan çıkmıştır.
1960 yılında Sarraute, 121'ler Manifestosu'nu imzalayanlar arasındaydı. 1964 yılında Les Fruits d'Or (Altın Meyveler) kitabıyla 1961–1967 yılları arasında verilen "Prix international de littérature"e (Uluslararası Edebiyat Ödülü) layık görüldü.
Romanlarının yanında tiyatro eserleri de yazdı. Le Silence (Sessizlik, 1964); Isma, ou ce qui s'appelle rien (Isma, 1970) bunlardan bazılarıdır.
Sarraute 99 yaşında Paris'te hayata gözlerini yumdu. Yedinci romanı yarım kalmıştır. Val-d'Oise'da Chérence'ta defnedildi.
Sarraute'un Kuşku Çağı isimli denemesi, Alain Robbe-Grillet'nin Yeni Roman eseriyle birlikte nouveau roman akımının manifestolarından biri olmuştur. Sarraute bu eserinde romanın geleneksel yapısını reddeder ve Woolf, Kafka, Proust, Joyce ve Dostoyevski gibi yazarların yenilikçiliğinden söz eder. Robbe-Grillet, Claude Simon, Marguerite Duras ve Michel Butor gibi isimler ile birlikte, geleneksel karakter ve olay örgüsü modellerini yerle bir eden bu akımın temsilciliğini yapmıştır.
1963 yılında Altın Meyveler'le Fransa'da uluslararası edebiyat ödülüne layık görülen Sarraute daha tanınan bir yazar haline geldi. Tiyatro oyunları da tanınırlığını arttırdı. Bunun bir sonucu olarak hem Fransa'da, hem de yurtdışında konuşmalar vermeye başladı.
Sarraute'un eserleri, deneyselliği ve geleneksel edebi yapıları reddetmesi sebebiyle "okuması zor" kabul edilir. Sarraute, edebiyatta "karakter"in ölümünü sevinilecek bir olay olarak görmüş, bunun yerine psikolojik durumlara vurgu yapmayı tercih etmiştir; örneğin Altın Meyveler yalnızca bir kişinin iç monologundan ibarettir. Sarraute'un eserlerinde sürekli değişen perspektifler ve bakış açıları bir yandan deneyimin tutarsızlığının altını çizerken, bir yandan yazarın otoritesini de baltalama amacı güder.
Sarraute'un seksen yaşındayken yazdığı anı kitabı Enfance, 20. yüzyıl başında Rus göçmenlerin Avrupa'da kurdukları kayıp dünyayı yeniden canlandırır. Kitap boyunca devam ettirdiği iki ses ile Sarraute, geçmişi ne kadar iyi hatırlayabildiğini sorgular. Bu otobiyografi, Glenn Close'un başrolünde olduğu tek perdelik bir Broadway oyunu olarak uyarlanmıştır. Sarraute'un hafızasıyla yaşadığı sorunlar, son romanı Şimdi'ye de yansımıştır.
Yönetmen Agnès Varda, 1985 tarihli Sans toit ni loi filmini Sarraute'a ithaf etmiştir. Kasım 2013'te Paris'in 18. bölgesindeki gezi yollarından birine Nathalie Sarraute Yolu adı verilmiştir.
Yönelişler (Tropismes), Le Monde'un Yüzyılın 100 Kitabı listesinde yer almıştır.
Bazı eserleri
1939: Tropismes (deneme) (Yönelişler, çev. Mükerrem Akdeniz, Bilgi Yayınları, 1967) (Le Monde's 100 Books of the Century)
1948: Portrait d’un inconnu (roman) (Meçhul Bir Adamın Portresi)
1953: Martereau (roman) (Martereau, çev. Bertan Onaran, Cem Yayınevi, 1972)
1956: L'Ère du soupçon (deneme) (Kuşku Çağı, çev. Bedia Kösemihal, Adam Yayınları, 1985)
1959: Le Planetarium (roman) (Planetaryum)
1963: Les Fruits d'or (roman) (Altın Meyveler, çev. N. Feyza Zaim, YKY, 1994)
1964: Le Silence (tiyatro) (Sessizlik)
1970: Isma, ou ce qui s’appelle rien (tiyatro)
1980: L’Usage de la parole (roman)
1983: Enfance (anı) (Çocukluk, çev. Gülseren Devrim, Can Yayınları, 1997)
1995: Ici (roman) (Şimdi, çev. Aysel Bora, Can Yayınları, 1995)
1997: Ouvrez (roman) (Açınız, çev. Aysel Bora, Can Yayınları, 1997)
Post-Edited Erek Metin:
V
Temmuzun sıcaktan kavurucu günlerinde, nemli ufak avluya paralel duvardan parlak, sert bir ışık yansırdı.
Bu sıcağa devasa bir boşluk hâkimdi, bir sessizlik, her şey beklemede gibiydi; yalnızca yerde sürüklenerek taşınan bir sandalyenin kulak tırmalayan sürtünme sesini, bir kapının çarpmasını duyabilirdiniz. Bu sıcak ve sessiz durağanlıkta beklenmedik bir soğuk, bir kalp kırıklığı gizliydi.
Kız yatağının ucunda tostoparlak olup kıpırdamadan oturdu. O tehditkâr sükûtun içinde âdeta bir şey patlayıp üzerine yağacakmış gibi huzursuzdu içi.
Bazen, yaz günleri ölümü andıran kurak arazide cırcır böceklerinin keskin çığlıkları, keder motifleriyle bezeli düşmancıl, soğuk, yalnız bir evrenin içinde terk edilmişlik duygusunu azdırırdı.
Yakıcı güneşin altında çimlere uzanılır, hareket etmeden bu evren yakından izlenir durulurdu.
Kız bu sükûtun içinde, koridordaki mavi çizgili eski duvar kağıdından, kirli tablolardan sıçrayıp kendisine ulaşan, ön kapının kilidindeki anahtarın çıkardığı sesi işitti. Ofis kapısının kapandığını duydu.
Büzülmüş, hareketsiz, yerinde kalıp beklemeye devam etti. Ellerini yıkamak veya musluğu açmak için banyoya gitmek gibi çok basit bir eylem bile boşluğa ani bir müdahale, cesur ve abartılı bir hareketti sanki. Tasavvurunda, sessizliği bölen bu apansız su sesi ona yönelen bir uyarı, bir çağrı olur çoğalırdı; sopanın ucuyla bir denizanasına dokunup uzuvlarının aniden kıpırdayıp yükselmesini ve katlanmasını tiksintiyle beklemek gibi iğrenç bir girişimdi bu.
Böylece duvarların ardında durgun yatan suyun ve musluğun titreşme, dalgalanma olasılığını duyumsadı.
Hareketsiz durdu. Onu saran ev, cadde ve diğer her şey bu dinginliğin doğallığına işaret eder, cesaret aşılar gibiydi.
Kapıyı açıp amansız bir sükûnetle dolu, kişilikten yoksun, üstünde yürüyen insanların en ufak bir izini dahi taşımayan, renksiz merdiveni gördüğünüzde; yemek odası penceresinin önünde durup evlerin cephelerine, dükkânlara, sokakta yürüyen yaşlı kadınlara ve küçük çocuklara baktığınızda olabildiğince uzun süre beklemek, hiçbir şey yapmamak, kıpırdamamak elzem görünürdü. Üstün kavrayışa göre gerçek bilgelik, hiçbir şeyi benimsememek, olabildiğince az müdahale etmek, eylemsizlik olmalıydı.
En fazla, kimseyi uyandırmamaya özen göstererek, dikkatinizi vermekten kaçındığınız karanlık ve ruhsuz merdivenden aşağı inebilir, biraz soluklanıp rahatlamak için kaldırımlar ve duvarlar boyunca uysalca yürüyebilirdiniz. Nereye gittiğinizi bilmeden, hiçbir yere varma amacı gütmeden biraz yürür, sonra eve gelip yine yatağın kenarına çöker ve tostoparlak, hareketsizce beklerdiniz.
XVIII
Londra'nın civar mahallelerinde, perkal kumaştan perdelerin süslediği bir ev. Evin arkasında güneş alan, yağmurdan dolayı ıslak ufak bir bahçe var.
Dairenin mor salkımlarla çevrili geniş Fransız balkonu bu bahçeye bakar.
Bahçede, güneşin ısıttığı taşın üzerinde bir kedi, gözleri kapalı dimdik oturuyor.
Beyaz saçlı, hafif morarmış pembe yanaklı genç bir kadın, kapının önünde İngilizce bir dergi okuyor.
Orada, küçük dünyasının özenli örüntüsündeki insanlardan ve kendinden emin, pek kıymetli, sarsılmaz bir kadın oturuyor. Birkaç dakika içinde çay saati zilinin çalacağını biliyor.
Aşçı Ada, alt katta, beyaz muşamba kaplı masanın önünde sebzeleri soyuyor. Mimiksiz yüzünde hiçbir düşüncenin esamesi okunmuyor. Yakında çörekleri kızartması ve çay saati zilini çalması gerekeceğini biliyor.
XXII
Kimsenin bakmadığı bazı zamanlar, sıcak, canlı bir şey bulmak istercesine elini büfenin sütunlarından birinde nazikçe gezdirirdi. Onu görmezlerdi, görseler de altı üstü şans için tahtaya vuruyordu. Bu çok yaygın ve zararsız bir gelenekti.
Filmlerde polisin gözlerini üstünde hisseden kötü adam gibi arkadan izlendiğini sezdiğinde, kayıtsız bir şekilde elini çeker, hareketine öylesine yapılmış masum bir jest izlenimi verir, kuruntulara mani olmak için sütuna sağ elinin üç parmağıyla üç kez vururdu. Odasında İncil okurken yakalandığından beri onu daha yakından izliyorlardı.
Çocukken nesnelere bağlanmaya çalışmış, onlara tutunup destek almak istemişti. Ne var ki nesneler de ona karşı çok temkinliydi ve uzun zamandır oyununa ortak olmayı, kendisinin istediği gibi “çocukluğun romantik anılarına” dönüşmeyi reddediyordu. Fakat dize getirmişti onları; iyi eğitilmiş, isimsiz, dikkat çekmeyen hizmetkârlardı nesneler. Yerlerini biliyorlardı ve hiç şüphesiz kovulmaktan korktukları için ona cevap vermekten kaçınıyorlardı.
Ne var ki özgürlük alanı bu minik totemle sınırlıydı. Zaman içinde tüm o aptal küçük deliliklerinin kontrolünü eline almıştı, hatta insanların normalde hoş gördüğünden bile az gariplikleri vardı artık; diğer insanların yaptığı gibi posta pulu biriktirmiyordu mesela. Artık caddenin ortasında etrafa bakınmak için durmuyordu, trafiği tıkamadan hemencecik geçiyordu karşıya. Eskiden bakıcısıyla çıktığında kadın, “gelecek! misiniz! hadi gelin!” diye sürüklemek zorunda kalırdı onu. Nesnelere bakmadan, hatta en davetkâr, en canlı olanlar için bile durmadan, bu cazibeye kapılmadan geçip gidiyordu artık.
Kısacası, psikiyatriye meraklı arkadaşları ve akrabalarının elinde onu suçlayabilecekleri hiçbir delil yoktu. Gerçi aşırı itaatkâr uyumu ve asla serzenişte bulunmayışı nedeniyle belki güçten düşmüş denebilirdi.
Ama bunu hoş gördüler; diğer ihtimaller düşünüldüğünde asteni daha az tehlikeli, daha makuldü.
Sadece ara sıra, çok yorgun hissettiğinde, yakınlarının tavsiyesi üzerine tek başına küçük bir yolculuğa çıkmasına izin vardı. Akşam karanlığında, tatlı bir kucaklayıcılıkla yüklü sessiz, karlı ara sokakları arşınlarken, ellerini evlerin kırmızı ve beyaz tuğlalarının üzerinde nazikçe gezdirirdi. Hazırlıksız yakalanma endişesiyle göğsünü duvara verip yapışır, pencerelerin berrak camlarından alt kattaki odalara göz gezdirirdi. Pencere pervazlarına porselen altlıklı yeşil bitkiler konmuştu, buradan objeler sıcak, doygun, gizemli bir ağırlığa sahip enerjilerinin bir kısmını, kimliksiz bir yabancı olmasına rağmen ona gönderirdi. Bir masanın köşeleri, bir büfenin gözü, bir sandalyenin hasır oturağı bu loşluktan çıkagelir ve orada durup beklemesine merhametle onun çocukluğuna bir nebze dönüşmeye razı olurdu.
0 notes