Tumgik
#öldürülen gazeteciler
kizilelma035 · 3 months
Text
Tumblr media
Yeryüzünde hiç bir "şey" bir çocuğun öldürülmesine veya tecavüze uğramasına sebep olamaz..
Bu görsel siyonist bir kültür ile ilgilidir...
Ülkemde geçen yıllarda erkek öğrenci yurtlarında yaşanmış "kahrolası bir olayı" Hala bizim gözümüze sokan o. Çocukları!!!
AŞAĞIDAKİ görsel ile ilgili kaç gündür tek paylaşım yapmadı..
Nerede o sanatçılar?
Gazeteciler?
Entel proflar?
Cinsini "şey ettiğimin" cinsi sapıkları?
Sözde koministler?
Medyada boy boy g*t resmi paylaşan madameler?
İnsan hakları!! Savunucusuyuz diyen dümbükler??
Neden ortalığı kasıp kavurmazsınız?
Neden bu tünellerde işkence edilip öldürülen sabiler için tek paylaşım yapmazsınız?
Neden diliniz g*tünüze kaçtı?
Sizin sesiniz sadece İslam'a inananlar için mi çıkar?
Bumudur insanlığınız?
Her birinizin gelmişini geçmişini......
75 notes · View notes
venusunruhu · 3 months
Text
Sarai’yi ararken birisini buldular…
19 yaşında…
İnşaatta tecavüz edilmiş, sonra öldürülmüş…
Ama baktılar…
Bangladeşli…
Ee olmadı…
İçeride tek sütuna ancak…
*
Savcı da kızdı zaten…
“Ne işi varmış?” dedi…
*
Sarai belki denize düşmüştür diye dalgıçlar her yere daldılar, o arada bir kadın cesedi buldular denizin dibinde…
Ceset çıkarıldı…
Ajanslar flaş geçmeye, kamera çekmeye, muhabir koşmaya başlayacaktı ki…
Baktılar:
Bu esmer…
*
(İyi ki denize geri atmadılar…)
.
Aynı günlerde İstanbul’da üç kadın öldürüldü…
Evlerine girerek kimisini bıçakladılar, kimisini boğdular… Kadınların üçü de kimsesizdi ve belli ki varlıklarına el koymak için öldürülmüşlerdi…
Ve yaşlıydı üçü de…
Yaştan kaybettiler, belki duymadınız bile…
Bir şey daha söyleyeyim hadi:
Üçü de Ermeni…
İyi mi?..
*
Diyelim ki daha önce öldürülen barış elçisi Pippa Bacca iyi isimdi…
Sarai Sierra keza…
Bir odaya kilitlenip yakılan mülteciler cinayetinde koşup isimlerine baktılar:
“Abdul Hamhuma” mı ne?..
Afrikalılar…
Geri döndü ekip, benzin parasına yazık…
2922 kayıp varmış memlekette, 110’u yabancı ama elle tutulur Amerikalısı, İngilizi yok…
Haliyle aranmıyorlar…
*
Tam sayfa, manşet, çeşitli ebatta 2 bin haber yapıldı Sarai ile ilgili… 3 bin kadar da televizyon haberi…
Türkiye’den yapılacak haber kalmayınca, Amerika’ya dört kişilik ekip gönderdiler gazeteden… Aradılar aradılar, Amerikalı Sarai’nin amcasını mı, dayısını mı ne buldular…
Hiç görmemiş yeğenini…
“Onun yerine büyük teyzemizi anlatsam olur mu?” dedi…
Anlattı…
*
Sarai’ye tabii ki üzüldük…
Ama birisi var ki bu ülkede her gün ölür…
74 milyon katılır cenazesine…
Siyasetçiler, polisler, uzmanlar, yöneticiler, gazeteciler, televizyoncular, erkekler, kadınlar, zenginler, fakirler, irili ufaklı bir millet cenazenin arkasında…
Sorarlar:
“Kim bu ölen?..”
Yanıt verir birisi:
“İnsanlık…”
6 notes · View notes
datcufan-blog · 3 months
Text
Altınolukdan bir saattin ali geçti aslında bir yaradır olum olayı
Tumblr media
××××××××÷××××××××××××××
Babam Sabahattin Ali 1948 yılının karlı bir Şubat sabahı benim ve annemin bir kaç poz fotoğrafını çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı, ve bir daha geri dönmedi.
Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı Ocak ayında gazetecilerden aldık. Başta herşey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “milli hisleri galeyana geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu.
Ne var ki cesedi teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağırılmadı. Böylece ceset esrarengiz bir şekilde kayboldu.
Sabahattin Ali’ye ait bir defin belgesi bile yok. Yani nereye gömüldüğü bilinmiyor. Olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı.
Sabahattin Ali 70 yıldır kayıptır. Sabahattin Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevkederken öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi.
Her On yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. Öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı.
Yetmiş yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşete kanıksamış durumdadır. Ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende.
Hafıza. İnsan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorar.
Filiz Ali
3 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
-Filiz Ali-
Babam Sabahattin Ali 1948 yılının karlı bir Şubat sabahı benim ve annemin bir kaç poz fotoğrafını çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı, ve bir daha geri dönmedi. Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı Ocak ayında gazetecilerden aldık.
Başta herşey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “milli hisleri galeyana geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu. Ne var ki cesedi teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağırılmadı. Böylece ceset esrarengiz bir şekilde kayboldu. Sabahattin Ali’ye ait bir defin belgesi bile yok. Yani nereye gömüldüğü bilinmiyor. Olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı. Sabahattin Ali 73 yıldır kayıptır.
Sabahattin Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevkederken öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. Her On yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. Öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı.
73 yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşete kanıksamış durumdadır. Ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. Hafıza. İnsan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorar.
2 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Yalanın Kılınırken...
Tumblr media
Doğrunun yitirildiği yerde hayat yalanların kılınır. Masallar anlatılmaya devam olunurken gündelik yaşam pratiği zehirlenirken her gün her şey biraz daha eksiltilirken yalan tutulan dayanak kılınır. Doğru kalmamıştır. Topyekun yerine ikame olunanlar ile bariz bir yanlış silsilesi demirbaş kılınır. Düzenin onu var eden kesimlerin, aklın, norm ve normatif ve ol pratiklerinin bozuk plak gibi tekrarla dönüştürüldüğü yerde hakikat çürümenin kılınandır. Hakikat dönüştürüldükçe yalandan medet yükseltildikçe beklentiyle orantılı bir biçimde o mefhum bu sathı mahallin her gününde daha belirgin kılınır. Baş amir ve tek adam idaresi ve yönetiminin bodoslama sunduğu her şeyin bunca afaki yalanlarla kesişimi yeni ülkenin halini de istikametini de belirginleştirir. Her şey bariz bir fasit döngüde yıkılmaya alenen yüz tutar. Hemen her gün yapılan doğrudan müdahalelerle beraber gündelik yaşam pratiği bozguna uğratılır. Hayat felç olunurken cürümler yalan ve tahakkümle yön bulanlar yeni, yepyeni istikametleri günceller. Her güncelleme apayrı yaralara / kesiklere çıkarken. Her teşebbüs apayrı eksiltmeleri doğururken. Her yeni ülke söylemi benzersiz, dipsiz olagelen bir kuyuyu var ederken üstelik!
Yalanların düze çıktığı, ortaya çıkan kepazeliğin üstünü örtmek için daha benzersiz daha da içinden çıkılamayacak yalanların var edilebildiği / anıldığı / bildirildiği bir zeminin ta kendisidir o çukur / kuyu. Yaşam erdeminin yerle yeksan olunduğu yerde, muktedirin tüm o iktidar pratiğini muhafaza edebilmek için savunduğu / var ettiği şeylerin yekununda bu yaralar yalanların nasıl bir istemle yıkıcılığa kavuştuğunu da bildirir. Öyle ya da böyle ve veya şöyle değil doğrudan bir beş yıllık süreci daha kendilerinin kılabilmek için hemen her türden fecaatin altına imzasını atabilecek bir iradeyi görünür kılar bu yalanlar silsilesi. Internet, sosyal medya düzenlemesi nam yapılandırmanın hemen öncesinde gazetecilere yönelik saldırganlık, gözaltı furyasının Bakur Kürdistan’ında var ettiği cerahat bu hallere bir örnektir. 16 insanın tutsak edildiği bir zeminde, suç işleri kolluğunun, “gizli tanıklara” dayanarak ne olduğu belirsiz / muğlak kılarak bir kural tanımazlık örneği sergilediği saha, yer gerçekken hakikati kim görecektir? Örgütsel doküman diye, gazetecilerin kameraları ve lensleri, bilgisayarları, yıllar öncesinde katledilmiş başka gazetecilerin resimleri ve çok eskinin arşiv gazete ciltlerinin paylaşıldığı yerde olmakta olan cürmün farkına varabilmek nasıl söz konusu olacaktır. Ol interneti maniple etme, suskunlaştırma hedefinin yasalaşma yolunda ilerlenen güncellikte asıl derdin Kürd ve öteki halkların hakkaniyetsizce haklarına karşı saldırılardan bihaber kılınması olduğu hakikatini hangi yalan örtebilir ki sahi ama sahiden? Yalanlar her yeri kuşatırken hakikatten meseli kim / nasıl her ne şekil, biçimde açacaktır?
Ruken Tuncel’in Bianet’teki haberini aktaralım: “Cumartesi Anneleri/ İnsanları adalet arayışlarının 899. haftasında 29. yıl önce gözaltında alınıp işkence yapılarak öldürülen gazeteci Ferhat Tepe için adalet istedi
Haftanın açıklamasını gazeteci Reyhan Hacıoğlu, yaptı. Konuşmasına iki önce Diyarbakır’da tutuklanan 16 gazeteciyi hatırlatarak başlayan Hacıoğlu, “Devletin medyayı itibarsızlaştırma, gazetecileri hedef gösterme ve cezalandırma geleneği artarak devam ediyor. Daha iki gün önce yine gazetecilik suç sayıldı ve 16 gazeteci tutuklandı. Basın özgürlüğü, yalnızca gazeteciler için değil, aslında halkın haber alma hakkı içindir” dedi.
"Faili meçhul olarak gömüldü"
Hacıoğlu, daha sonra 19 yaşında Özgür Gündem gazetesi Bitlis muhabirliği yapan Ferhat Tepe’nin hikayesini paylaştı: “Ferhat, 28 Temmuz 1993 tarihinde Bitlis şehir merkezinde silahlı telsizli 3 kişi tarafından kaçırıldı. Ailenin ve gazetesinin ısrarlı başvuruları karşısında devletin ilgili tüm kurumları onun gözaltına alınmadığını söyledi.
"Arayışını sürdüren ailesi ve gazetesi Ferhat'ın ağır işkence görmüş bedenine 13 gün sonra 'meçhul kişi' olarak gömüldüğü Elazığ Kimsesizler Mezarlığı’nda ulaştı.
"AİHM Türkiye mahkum etti"
"Ferhat Tepe’yi Diyarbakır Jandarma Alay Komutanlığında işkenceli sorguda gördüğünü açıklayan 14 tanık vardı ama iç hukukta yürütülen soruşturmadan hiçbir sonuç elde edilemedi.
"Bunun üzerine aile AHİM'e başvurdu. AİHM, Ferhat Tepe soruşturmasında 'şaşırtıcı eksiklikler' olduğu tespitini yaptı. AİHM, gerekli bilgi, belge ve tanıklara ulaşımı sağlamadığı ve etkin bir cezai soruşturma yapmadığı için Türkiye’yi mahkum etti.
"AYM hak ihlali kararı verdi"
"Ailenin son olarak başvurduğu Anayasa Mahkemesi ise 16 Haziran 2016 tarihli kararında Ferhat Tepe dosyasında savcılığın olayı aydınlatacak işlem yapmadığını, delillerin toplanması konusunda gerekli özenin göstermediğini, soruşturmanın sürüncemede bırakıldığını kaydederek ‘etkili soruşturma yapılmadığı’ gerekçesiyle hak ihlali kararı verdi.
“Ancak AYM zamanaşımını gerekçe göstererek dosyanın yeniden açılmasını engelledi. Kısacası AİHM’in ifadesiyle, 'etkili bir soruşturma yürütme hususunda bilinçli olarak gösterilen yargısal direnç' bugüne kadar devam etti.
"Cezasızlığa son verin"
“Ferhat’ın kaybedilişinin 29. yılında bir kez daha hatırlatıyoruz: Kamusal alanı suçtan arındırmak cezasızlık politikalarına son vermekle mümkündür. Devlet aktörlerinin keyfî ve hukuka aykırı şiddetini mahkûm etmeyen yargı sistemi kayıp yakınlarının ve toplumun adalet beklentisini karşılayamaz.
“Kaç yıl geçerse geçsin Ferhat Tepe için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan, 200 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz.”
Bütünüyle yolun / yordamın nasıl eksik gedik kılındığının meselesidir bir kere daha ulu orta sergilenen. Ferhat Tepe’nin doksanların karanlığında Kürd illerinde katledilmiş ve hiçbir zaman katilleri ele verilmemiş olagelen yıkıcı / yok edici süreçte canı çalınan bir temsil olduğunu Batı Türkiye’nin yüzde kaçı haberdardır. Yalanların yekunda sadece ve sadece daha fazla / daha ağır yıkımlara zemin / olanak olarak savunulduğu sunulduğu bir yerde bunca açık / afaki tanıklığa rağmen hesap verme mekanizması neden bunca zaman dilimine / geçen onca yıla rağmen var edilememiştir. Çürüten düzlemin katliamcılığının, hayata dair, hayattan olduğu gibi haberdar edenlerin binbir türlü badireye rağmen burada şu sathı mahalli anlatmaya / sorgulamaya çalıştığı yerde Ferhat Tepe’nin kurbanlığına dair en ufak bir hesap mekanizması işleyecek midir? Etle tırnak gibi olunduğu zikredilen Kürd’ün hakkını / yaşamsal olan hakkaniyeti, yüzleşme ve adalet çağrılarını görmek için daha hangi badireler, daha hangi zamanaşımı tehditlerine rehin davaların sorgulanmasına hacet vardır. Görünen köy de mi kılavuz istiyor! Anayasa Mahkemesi ve tanıklıklar afaki kılınan bir kırıma dair ses verirken, karara imza atarken yalanlarla örselenip görülmezliğe rehin edilmiş olan kaç yıkım böyle örtbas olunacaktır, sahi ama sahiden?
BirGün Gazetesine bağlanalım: “İktidarın yaklaşan seçimler öncesinde TBMM Başkanlığı’na sunduğu yeni sansür düzenlemesine “şerh düşen” muhalefet, Anayasa’ya aykırı düzenlemenin geri çekilmesi gerektiğini bildirdi. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) iptal kararı vermesi ihtimaline dikkat çeken muhalefet, milletvekillerinin, basın örgütlerinin ve konunun birinci derece muhatabı hukukçuların itiraz ve önerilerinin dikkate alınması gerektiğini kaydetti. Muhalefet, kanun teklifinin yaklaşan seçimler öncesinde hazırlanmış olması gerektiğini de vurguladı.
Düzenleme Saray'ın Rolünü Arttıracak
Gazetecilerin soyut gerekçelerle en az üç yıl hapiste kalmasına yol açacak, sosyal medya ağlarının erişimlerini tamamen engelleme yetkisi verecek ve basın kartları konusunda Saray’ın rolünü artıracak düzenlemeye karşı muhalefet şerhi hazırlayan CHP, “Anayasa’ya aykırılık” vurgusu yaptı. TBMM Adalet Komisyonu’nun CHP’li üyelerince kaleme alınan şerhte, “Gazetecilere hapis cezası öngören düzenleme başta olmak üzere, kanun teklifi, ifade özgürlüğü sınırlarındaki alanlara müdahale içermektedir” denildi. Gazetecilerin sansür ve otosansür ile karşı karşıya kalacağını bildiren CHP Milletvekilleri, “Düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğüne baskı uygulanmasına meşruluk kazandırılacaktır ki bunun da her an toplumsal bir kaosu tetiklemesi kaçınılmazdır. Basın mensuplarında oto sansüre neden olacağı, bunun da kanaat oluşturulması yönünde ikame edilemez bir konuma sahip olan basının görevini yapamamasına yol açacağı nettir” ifadelerini kullandı.
Özgürlük Ortamı Yok Ediliyor
TBMM Adalet Komisyonu’nun HDP’li Milletvekilleri tarafından hazırlanan muhalefet şerhinde ise iktidarın var olan sınırlı özgürlükleri yok etmek için çaba gösterdiği ifade edildi. HDP Milletvekilleri, “Sansür ve susturma yasası” olarak tanımladıkları kanun teklifine karşı çıktı: “Konserler yasak, gösteriler yasak, toplumun yaşam tarzına müdahale var, bu hususlara itirazlara karşı bu kanun teklifi gündemde. HDP’yi kapatma, Kobani Kumpas Davasına karşı yükselen itirazları baskılamak için bu kanun gündemde. Cemaatlere ait vakıf ve derneklere aktarılan kaynakların sorgulanması ve bu konularda haber yapılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bu yönüyle bir sansür ve susturma yasasıdır. AB ve İngiltere gibi ülkelerde sosyal medya platformlarına yaklaşım geleneksel medyaya yaklaşım gibi ele alınarak devlet ve bürokrasinin mümkün olduğu kadar dışında kaldığı yöntemler kullanılmaya çabalanmış, ifade özgürlüğünü kısıtlamayacak ama kişisel güvenliği sağlayacak tedbirler alınmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de ise AKP hükümetleri ve AKP-MHP hükümetinin medyaya yaklaşımı her dönem özgürlükleri kısıtlamak üzerine olmuştur. Geleneksel medyanın önce sahiplik yapısını kendi yandaş sermayesi lehine değiştirerek ve ardından el koymalar ve kapatmalarla basının özgürlük alanını ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.”
Özgürlük, demokrasi, hürriyet konularında naralar atılırken, asıl varılmak istenen tek tip, tek ses, tek renk, tek doğrultuda yürüyen bir istikamet olduğu bir kere daha sökün eder. O düzenleme nam kanun koyucunun var edeceği yegane şeyin çok daha kalıcı bir biçimde bu sahnede sözün önünü kesmek adına olduğu yinelenir. İletişim işleri başkanlığı, bilişim teknolojileri kurumu, saray, kurmay partiler vesairenin itirazları ve bunca açıktan süreğen kılınan bodoslama propagandaya rağmen hakikatin bir yerlerden sızıyor olmasına itirazı, tahammülsüzlüğü bu yasa tasarısı ile var etmeye uğraşır muktedir. Alışılageldik olan tüm o yalanlarla, handiyse her günü apayrı yıkımlara rehin edilen bir ülkede her şeyin ama her bir şeyin yolunda gittiği sanrısı var edilir. İtirazlar ya algı operasyonudur ya dış mihraklar oyunu. Bunlar tutmazsa içimizdeki hainlerden girilip repertuvara ezan, bayrak, vatandan çıkarak oluşturulan tekillik, düşmez, inmez, bölünmezle ayrıştırılmaya def edilmeye bir hışım çalışılır. İşin özü ezcümle tahakküm tahayyül edilenin ötesine geçerken tek bir ama tek bir itiraz var edilmesin istenir. Batı’da ekonomik yıkım, düzenin var ettiği çürüme, ol Bakur Kürdistan’ında sınır ötesinde var edilen düşük yoğunluklu savaşların yansıları hiç bitmeyen bir ötekileştirme ve yeniden ekonomik bozgun faaliyetleri gibi nicesinin var ettiği yaralar konuşulmasın diye bir yasa çıka gelir. Bütünüyle gazeteciliği, basın emekçisi ya da sıradan yurttaşı namümkün kılabilmenin zemini yoklanır. İyi de hangi yalan, hangi tantana bunca çürümeyi saklayabilir ki sahiden?
Doğrunun zayi edildiği yerde yalanlar hayatı kuşatmıştır çoktan. Bütünüyle her anlamda, her yerde, her şekilde o cerahatin üstüne eklenmiş yepyeni cürümlerle yalanlara tutunarak bir yol / yön tayinine girişilir. Bir ülkenin dünü neydiyse, şimdi yeni, yeni, yepyeni denile geleninin de aynı, hep aynı olduğu kanıtlanır. Yasalar teferruat addedilirken, sorgulama hal ve istemi imkansız kılınmak isteniyor. Cerahat bir sicime dönüşürken buna da alışırsınız diye çıkageliyor bir devletli. Devletin yenisi, dününde var edilmiş katran karası hallerin hamisi / yolcusu / takipçisi olarak konu her ne olursa olsun doğrunun değil açıkça tersi / betin / eğrinin düzlemine meyil ediyor. Bütünüyle her anlamda doğru yerine ikame edilmiş yalanlarla kendini güncelliyor. Duraksanmadan icra edilen, sabitlenmeye hala ve hala devam olunan ön almalar, yönlendirmeler ve bitimsiz çürütme istemiyle birlikte bir menzildeki hayat mefhumu alt üst ediliyor. Bir sahnenin yıkımına devam deniliyor hemen her hamleyle birlikte. Bunca afaki olanın karşısında suskunluğa demirlemiş bir ülkenin / bir yurttaş profilinin hakikati iç kıyıcı değil midir?
Görsel: 2010 Sansür’e Sansür Yürüyüşünden... v/Bianet
1 note · View note
halkinsesitv · 22 days
Text
Mehmet Topaloğlu - 6 Nisan Öldürülen Gazeteciler Günü
”Kavganın Onurlu Sesi Kurtuluş Susturulamaz! – Devrimci Gazeteciydi, Katletildi, Unutma, Affetme, Hesap Sor!” 28 Ocak 1998 günü saat 20.45’te polis hiçbir uyarıda bulunmadan, Adana’nın Kiremithane Mahallesi’nde halkın ve Mehmet Topaloğlu’nun yakınlarının gözleri önünde üç devrimciyi katletti. Polis daha önce tüm mahalleyi kuşatmıştı. Katliamın yaşandığı evin alt katındaki odaya Mehmet…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
Text
ÖLDÜRÜLEN GAZETECİLER VE CEZASIZLIK
Metin Göktepe 8 Ocak 1996’da Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen tutukluların cenazesini izlemek için Alibeyköy’e gitti. Ancak, basın kartı olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. Yüzlerce insanla birlikte gözaltına alındı ve Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldü. Burada polislerin şiddetine maruz kaldı, öldürüldü. 10 Nisan 1968’de Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde doğdu. Gazeteciliğe…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
apsny-news · 1 year
Text
TGC Başkanı Olcayto: "Yeni dönemde ilk iş faili meçhul dosyaların açılması olmalı"
Fotoğraf: Öldürülen ilk gazeteci Hasan Fehmi Bey/wikipedia Gazeteci Hasan Fehmi Bey’in İttihat ve Terakki Partisi iktidarında 1909’da katledildiği 6 Nisan gününü 2005’ten bu yana her yıl “Öldürülen Gazeteciler Günü” olarak anan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Turgay Olcayto ve TGC yöneticileri, Hasan Tahsin’in İstanbul Çemberlitaş, Sultan 2’nci Mahmut Türbesi’ndeki mezarı başında…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
huseyinerol3453 · 1 year
Photo
Tumblr media
DEĞERLİ DOSTLAR, YAKIN ZAMANDA MUHTEMELEN ALMAN VE ABD AJANLARI TARAFINDAN ÖLDÜRÜLEN DÜNYACA MEŞHUR ALMAN GAZETECİ UDO ULTKOTTE YAZDIĞI SATILMIŞ GAZETECİLER KİTABINDA VE AYRICA YENİ ŞAFAK GAZETESİNDE VERDİĞİ AYRINTILI ROPÖRTAJLARINDA ÖNEMLİ İDDİALARDA BULUNUYOR. ABD NİN VE ALMANYA DEVLETLERİNİN VE İSTİHBARATLARININ ORGANİZESİ VE BILGISI DAHİLİNDE ALMANYA TARAFINDAN IRAK 'A SADDAM'A KIMYASAL SİLAHLAR VERİLDİĞİ, İRAN/IRAK SAVAŞI SIRASINDA ABD LİLER TARAFINDAN İRANLI BAZI ESİRLERİN KİMYASAL SİLAHLARLA ÖLDÜRÜLDÜĞÜ, KENDİSİ GİBİ BİNLERCE GAZETECİNİN ABD VE ALMANYA ADINA ADETA AJANLIK YAPTIKLARINI, TÜRKİYE 'DEN DE BİR ÇOK BÖYLE GAZETECİLERİN BULUNDUĞUNU, PARA KARŞILIĞI AJANLIK YAPTIKLARINI SÖYLÜYOR. HATTA BU KONUDA İKİ BİN CİVARINDA SATILIK GAZETECİYİ İSMEN TANIDIĞINI SÖYLÜYORDU. AMA ÖLDÜRDÜLER. BİZ DE MERAK EDİYORUZ. BİR TANESİNİ ÖĞRENDİK. CUMHURİYET GAZETESİ YAZARI CAN DÜNDAR. DİĞERLERİNİ DE MERAK EDİYORUZ. HATIRLATMASI BİZDEN ARAŞTIRMASI SİZDEN. RABBİMİZ MİLLETİMİZİN YAR VE YARDIMCISI OLSUN. KÖTÜLERE VE KÖTÜLÜKLERE FIRSAT VERMESİN AMİN. EN İÇTEN DİLEKLERİMLE https://www.instagram.com/p/Cnuvoo3K1H5/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
ilkhaberler · 2 years
Text
BM: Basın çalışanlarının güvenliği azaldı
BM: Basın çalışanlarının güvenliği azaldı
BM İnsan Hakları Kurulunun 50. oturumu kapsamında genel konseye hitap eden BM’nin fikir ve tabir özgürlüğü Özel Raportörü Irene Han, gazetecilere yönelik internet ortamında ve alanda yapılan akınları kıymetlendirdi. “Gazeteciler öldürülerek susturuluyor” Han, çatışma bölgelerinde misyon yaparken öldürülen gazetecilere atıf yaparak, “Gazetecileri öldürerek susturmak, sansürün en berbat halidir.”…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
pusancatholic · 2 years
Text
BM: Basın çalışanlarının güvenliği azaldı
BM: Basın çalışanlarının güvenliği azaldı
BM İnsan Hakları Kurulunun 50. oturumu kapsamında genel konseye hitap eden BM’nin niyet ve söz özgürlüğü Özel Raportörü Irene Han, gazetecilere yönelik internet ortamında ve alanda yapılan atakları kıymetlendirdi. “Gazeteciler öldürülerek susturuluyor” Han, çatışma bölgelerinde vazife yaparken öldürülen gazetecilere atıf yaparak, “Gazetecileri öldürerek susturmak, sansürün en berbat formudur.”…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
mustafasalihbozok · 3 years
Text
Babam Sabahattin Ali 1948 yılının karlı bir şubat sabahı benim ve annemin bir kaç poz fotoğrafını çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı ve bir daha geri dönmedi. Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı ocak ayında gazetecilerden aldık.
Başta her şey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “milli hisleri galeyana geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu. Ne var ki cesedi teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağırılmadı. Böylece ceset esrarengiz bir şekilde kayboldu. Sabahattin Ali’ye ait bir defin belgesi bile yok. Yani nereye gömüldüğü bilinmiyor. Olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı. Sabahattin Ali 73 yıldır kayıptır.
Sabahattin Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevkederken öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. Her on yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. Öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı.
Yetmiş üç yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşete kanıksamış durumdadır. Ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. Hafıza ! İnsan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “Susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorar
FİLİZ ALİ🖌️🇹🇷
Halâ bir mezarı bile olmayan Sabahattin Ali'nin doğum gününü kutluyoruz 😓
Tumblr media
15 notes · View notes
aynurant · 3 years
Text
Tumblr media
-Filiz Ali-
Babam Sabahattin Ali 1948 yılının karlı bir Şubat sabahı benim ve annemin bir kaç poz fotoğrafını çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı, ve bir daha geri dönmedi. Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı Ocak ayında gazetecilerden aldık.
Başta herşey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “milli hisleri galeyana geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu. Ne var ki cesedi teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağırılmadı. Böylece ceset esrarengiz bir şekilde kayboldu. Sabahattin Ali’ye ait bir defin belgesi bile yok. Yani nereye gömüldüğü bilinmiyor. Olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı. Sabahattin Ali 73 yıldır kayıptır.
Sabahattin Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevkederken öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. Her On yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. Öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı.
73 yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşete kanıksamış durumdadır. Ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. Hafıza. İnsan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorar.
4 notes · View notes
hetesiya · 3 years
Text
Eyüp Ensari: Dünyanın dörtte üçü Deniz’dir
Tumblr media
Çoğumuz son bir gündür, beynimizden vurulmuş gibiyiz. Denizin öldürülmesi kalbimizi yakıyor. Beden diye bir şeye sahip değiliz. Kendim adıma ancak şunu söyleyebiliyorum; Kürtler, istendiği zaman konuşulan, istendiği zaman susturulan, istendiği zaman da öldürülen kimselere döndü. Kürtlerden ne maddi ne manevi anlamda korkmuyor kimse. Korkmadıkları için de isteyen Kürtlere istediğini yapabilir. Örneğin Türklüğe hakaret diye bir suç vardır ama Kürtlere hakaretin bir cezası yoktur. Bir Kürdün asla öfke nöbetleri içinde, intikam almayacağını herkes biliyor. Manevi anlamda da bu böyle, Kürtlerin bedduaları işlemiyor; din de, dinin azaları/ ayet ve hadislerde onlardan yana. Devlet desek, onu ayakta tutan iki parti var. Bu iki partiden olmayan herkes suçludur. Hukuk desek, hukuk adamları, partilidir. Partili hukuk, partili doktor, partili eğitimci, partili yazar, partili mühendis… Huzur içinde yaşamak, zengin olmak, iyi sağlık ve eğitim hizmetlerinden istifade etmek bir tek AKP ve MHP’li olmakla mümkündür. Gazeteciler işsizdir ama partili gazetecilerin milyon dolarları vardır. Kabul. Türkiye’de parti devleti var! AKP ve MHP’li olmayan kimselerin can güvenliği yoktur. Bu partilerin silahlı güçleri de var; bu güçler, sosyal medya hesaplarından basın açıklamaları yapıyorlar. Ülkücü mafya ve İslamcı mafya, iki “gayri resmi” bakanlık gibi hayatımıza müdahale etme hakkına sahipler. Devlet Bahçeli, “dava arkadaşımdır” diye özel bir yasa çıkarttı. Ülkücü mafya eskiden beri vardı. Demirel’in oğlum dediği, Türkeş’in dava arkadaşım diye sahiplendikleri. İslamcı, Türk ve Turancı mafya da AKP’yle hayatımıza girdi. Sedat Peker, AKP’li olmayan kimseleri tehdit ediyordu. AKP’de buna izin veriyordu. Rahat hareket etmesi için para ve koruma, mitingleri için meydan. Bu mitingler, et kombinası gibiydi; asarım, keserim edebiyatı… Peker, AKP adına mitingler yapıyordu. Peker, şimdi diyor ki kullanıldım. Niçin kullanıldı? Ülkücü devlet adamı/ mafya hapisten çıktı, Peker kenara atıldı. Ülkücü mafya ile AKP’li mafyayı karşı karşıya getiren neydi? Peker yurtdışına çıkmadı, söylediği gibi okul okumaya, kitap okumaya gitmedi, yerine biri atandı ve bu atanan kişi, cezaevinden çıktıktan sonra devlet sefiri gibi il ziyaretlerinde bulundu, hatırı sayılır kimselerle görüşmeler yaptı, şimdi eğer doğruysa, Kıbrıs’a atandı. Ama Peker hala iktidarın yaması olma derdinden kendini kurtaramadı, bozkurt selamı veriyor, Rabia işareti yapıyor, olanca sesiyle bağırıyor: Kardeşlerim Turan’ı kuracağız. Turan’ı kim kuracak? Uyuşturucu tüccarları mı? Devlet adına, devletin verdiği polis gücüyle kabadayılık yapan kimseler mi? Turan, ittihatçıların uydurduğu abartılı bir mitoloji bile olsa bu kadar basit savunulamaz, Bulgaristan’da, adları değiştirildiği için işkence gören, açlık grevine giren, ölen Türklere yazık. Türkler utanmalıdır; Türk olmakta bu kadar ucuz değildir. Türklüğün bu kadar ucuza pazara sürüldüğü başka bir dönem olmamıştır. Önüne gelen ben türküm, vatanseverim diyor; ölçü vesikalık silahlar! Deneme yeri, Suriye. Belge, bir kız çocuğunu öldürdüm! Parti devletinin hukuku içersinde, ötekinin yeri yoktur. Öteki partiler ya “maşa” ya “terörist” ya da “dış mihrakların” oyuncaklarıdır. Bir tek yurtsever AKP ve MHP’dir; vatanın ve milleti bir tek onlar seviyor! Nasıl seviyorlar? Soyarak seviyorlar, öldürerek belgeliyorlar. Bu iki partinin ne sözleri ne eylemleri tartışılmaz. Onların sözleri ayettir. Bugün gazetelerde haber çıktı: Yazısına ünlem koydu diye bir adam ifade vermeye gitti. İzmir’in göbeğinde bir çocuk öldürüldü. İç işleri bakanından tek bir söz yok. Tek açıklama yapılmadı. AKP ve MHP’ye yakın yayın organları, yirmi dört saattir, HDP diyorlar; öncesinde şunu söylüyorlardı: HDP/PKK. Bu şu demektir: Aradığınız kimseler HDP’dedir. Bu açık bir yol tarifi, adres vermedir. HDP’de oyuncağa dönmüş. İstedikleri zaman HDP’yle oturup konuşuyor, istedikleri zaman, kendilerini ayakta tutmak için HDP üzerinden düşman ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Birbirleriyle olan alacak verecek meselelerinde bile birbirlerine güçleri yetmiyor; ikisi de güçlerini HDP üzerinden gösteriyor;
birbirlerine, gözdağını HDP’yi vurup kırarak sergiliyorlar. HDP büroları basılırken, özellikle gözaltına aldıkları kimselerin boyunlarını eğiyorlar ama ne zaman biri HDP’yi bassa, adam öldürse, birden katilin adını soruyorlar, koluna giriyor ve birkaç saat sorgulamadan, tutuklayıp cezaevine koyuyorlar. Tıkır tıkır işleyen hukuk sistemi! Bir çocuk öldürülüyor! Katilin ifadesini bu kadar kısa sürede nasıl aldınız. Bir deşin, bakın altında ne var. Ama o Türk, ağır tahrik altında işlemiş olmalı cinayeti! Bu da yapılmamış, görüntüleri siliyorlar. Kılıçdaroğlu’na tokat atıldı, tokat atan bir kahraman gibi karşılandı. Hrant Dink öldürüldü, katille polis hatıra fotoğrafı çekti. Birkaç gün önce de Tahir Elçi’nin mezar taşına saldırıldı; kabirlerden ne istersiniz. Ya yeter artık! Şu görüntüden utanın, haya hacca denilen bir şey vardır. Saatlerdir bu çocuğun bakıyorum, siz hiç baktınız mı? Fotoğrafların birinde sabahın ilk saatlerinde yedi zeytin tanesi, kesilmiş bir domates, yarım bardak çayını içemeden kurşunu dizilen Deniz Poyraz’a ait, bir diğer fotoğrafta Deniz keman çalıyor. Yedi zeytin tanesiyle doyan ve keman çalan birinin kurşunlandığı bir ülkedir Türkiye ve ona bu gücü kim veriyor? Cesaret demiyorum, katil bu gücünü ahlaktan alıyor; aile ve devlet terbiyesinden alıyor. Çok şükür ki devletimiz yok ve çok şükür aldığımız aile terbiyesi su ve yemek yerken, yılanın bile sana dokunmayacağını söylüyor. Katilin tipine bakıyorum. Elinde silah var, bıyıkları aşağı sarkmış. Katilin birkaç pozu daha var, bozkurt işareti yapıyor, Türk bayrağı önünde. Katilin bir de Suriye hatırası var! Elinde silahı var. Katil, gözünü başka topraklara dikmiş. Katilin Suriye’de ne işi ne? İşi tatile çıkar gibi adam öldürüp dönmek mi? Katilin adını anmıyorum. Katil, bir mertebe ve bu, bir güruhta karşılık bulmuş. İki seçenek kalıyor bize: Ya keman sesi, ya da bu katilin silahı! Deniz, öldürüldü. Ama bir düşman tarafından öldürülmedi. Kürtler dost düşman nedir iyi bilir. Düşman soylu bir şeydir, en az senin kadar asil bir kimsedir. Deniz bir çakal tarafından öldürüldü. Üstelik korumasız bir yerde; yarım bardak çay, yedi zeytin, kesilmiş domatesin şahitliğinde. Katil, düşman bile olmayacak biri… Katil, yedi zeytine, kesilmiş domatese, yarım çaya bile göz dikti. Doyun, çakal sürüleri… Bize düşense ağlamamak değildir, hatta gülmektir, acımız hafiflemesin. Bugün genç bir kız çocuğu öldürülen bir anne kadar kimsenin canı yanmıyor. Herkes bir saniyeliğine Deniz’in annesinin yerinde olsa… Ama böyle değil, ateş evimize düştüğü zaman canımız yanıyor, başkasından bize ne? Bakın Şenyaşar ailesi, bir duvarın dibinde, yalnız kaldı. Sakine Cansız doğruyu bilendi. Çözüm süreci başladığı sırada, Paris’te öldürüldü. Deniz, kimi cılız ışıklar yanınca öldürüldü. Kürtler artık barıştan söz etmemeli, her barış dediklerinde bir kızımız öldürüldü. Kürtler, barışta ısrar da edeceklerdir; çünkü! Deniz, küçük, kardeşim, dünyanın dörtte üçü Denizdir.
https://www.nupel.info/eyup-ensari-dunyanin-dortte-ucu-denizdir-182559.html?fbclid=IwAR18T4-76DmdKqQzmLRvQzNT_7NXdfHb2JFJ9z7kcP-aSsVg9Oj9Zp10HZc
1 note · View note
devrimcikadinlar · 5 years
Photo
Tumblr media
Babam Sabahattin Ali
1948 yılının karlı bir Şubat sabahı benim ve annemin bir kaç poz fotoğrafını çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı, ve bir daha geri dönmedi. Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı Ocak ayında gazetecilerden aldık. Başta herşey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “milli hisleri galeyana geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu. Ne var ki cesedi teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağırılmadı. Böylece ceset esrarengiz bir şekilde kayboldu. Sabahattin Ali’ye ait bir defin belgesi bile yok. Yani nereye gömüldüğü bilinmiyor. Olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı. Sabahattin Ali 70 yıldır kayıptır. Sabahattin Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevkederken öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. Her On yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. Öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı. Yetmiş yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşete kanıksamış durumdadır. Ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. Hafıza. İnsan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorar...
Filiz Ali
19 notes · View notes
seslimeram · 4 years
Text
Şiddet / Ötekileştirme / Nefret
Tumblr media
Yazılmış olanın, kısıtlı sahanın içinde bildirilmiş olanın ötesine geçmiyor bugünün ülkesi. Bir teyakkuz halinde mütemadiyen cerahatin hemen hiç kesintisiz pejmürde bir halin orta yerinde tamamlayıcısı yıkımın varlığı söz konusuyken hala sessizlik var ediliyor. Sorguya düşme hali öteleniyor. Hiçbir biçimde yaşamın bir düze çıkartılmadığı daha tek bir günün iyi geçmeyeceği bildirilmesine rağmen, her gün küçük kıyamet kılınırken atılan sözler bir biçimde çıkagelen ünlemeler, kesintisiz feryat figan duyulmayandır. Bir cerahat sahasında hemen herkesi gülük gülistanlık ya hu bu menzil diye kandırmaya çalışırken muktedir var edilmiş olan cehennemi fasit döngü her yeri kuşatırken hayatın devam olunduğu zikredilir iyi de her nasıl!
Düzenin güncelliği, düzenin yeniden ve yeniden var ettiği bir istikamette tek doğru kıldığı halin her ne menem bir toplam olduğu o sessizliğin sınırlarında görünür. Bugün yeni diye anılan ülkenin güncellediği bir sahada kesintisiz kıldığı yara verme hali görünürdür. İş bu satırlar, sayfalar boyunca anlatılanların kaile alınmadığı yerdeki hakikat ulu orta cereyan eden yıkımdan herkesin payına düşeni almasıdır. Bu saha bunca bariz bir insan yutan yer, menzildir. Cürümler güncellenirken hayat muktedir olanların hepsinin, topunun eliyle ve kollarıyla bir cüretle aldığı kararlar, yazdıkları talimatlarla düzenlenir görünüp kısadan derdest olunur. Bu cüretle güncellenen yerde şu sahanın can yakıcılığı kesindir. Bu ülkede yaşam hakkı söz konusu olmayandır. Bu sahada hayatın ederi mevzu edilemeyecek kadar un ufaktır.
Bu sahada yaşatmama hali var edilirken çürümenin yeni eşikleri arşınanırken tüm bu habis döngü mutlak / kati bir sessizlik ile karşılansın istenir. Bizim yerimiz, bizim şu yurdumuz, bizlerin sahası değil muktedir olanın vahametin at başı gittiği bir yer saha, tahayyül değil hakikat olarak bir çukura alışmamız beklenendir. Bu kadar lalettayin bir cürüm sofrasında her şeyin genel geçer olduğuna kanmamız bildirilir. Muktedir havanda su dövmeye devam ederken hakikat başka / bambaşka yıkımları göstere gelirken, eksilme hali bir devamlılık, yara bir toplamın ta kendisine dönüştürülürken bütün bu hezimetin ol safhalarında olumlanabilir bir ülke / yer tahayyülüne girişilir. Balo çoktan bitmiş, yaldızın ta kendisi dökülmüş, bir asırlık mevcudiyetin üstünde hem tepinen, hem de eskinin ta kendisi ile hemhal olan bir cerahat menzili var edilir. Demokrasi sizlere ömür kılınırken o başkanlık sisteminin neyi var ettiği takdirinizedir!
Ehven olana yer ve zemin bırakmayan, bir yerin dününde olduğundan daha fazla, daha da kalıcı bir karanlık bir yer haline dönüşümüne zemin muktedirin var ettikleriyle şekillenip yapılandırılır. Muktedirin kotardığı tek bir şey vardır o da riyadır! Yazılmış, söylenmiş ve bildirilmiş olanın ötesinde bir cürümler sofrası kılınıyor bugünün ülkesi. Eski olanın tüm o şablonları, tahayyülleri ve eylemleri artık geçersiz diye buyrulurken yaratılan yeni bütün bir unutma / unutturma / göz ardı etme haline rağmen o dünün diri tutulduğu bir yeri bildiriyor. Yeni Türkiye namzet sahanın bir hal, bir devamlılık, bir istenç olarak tüm o ötelenmiş geçmişinin yolunda / rotasında olduğu muhakkaktır, hala hakikatin ta kendisi olmaktadır.
Geçmiş o vaaz edilenin içerisinde iş bu şimdiye, şu anda öteye ve yarına taşına gelendir. Geçmişi sorgulatmayan, geçmişindeki cürüm halini düşündürmeyen yerde oluşturulan yeni bir bütünlük halinde o karanlığın taşıyıcılığını yapar.
Merdin, Derik’te 13 köylünün öldürülmesinden dolayı yargılanan Korgeneral Çitil beraat ettirilir. Ayça Söylemez’in Bianet’teki haberinden aktaralım: “Mardin’in Derik ilçesinde 13 köylünün öldürülmesinden yargılanan Korgeneral Musa Çitil, dava başladığından beri iki kez terfi etti, son olarak Ali Çardakçı ile birlikte Jandarma Genel Komutan Yardımcısı görevine getirildi. Çitil’in yürüttüğü operasyonlara dair haberleri paylaşan gazeteciler ise “Terörle Mücadelede Görev Almış Kişileri Hedef Göstermek” suçlamasıyla yargılanıyor. Musa Çitil mahkemedeki beyanında, “gazetecilerin en ağır şekilde cezalandırılmasını” talep etti.
KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) Haber Müdürü Ömer Çelik, DİHA muhabirleri Çağdaş Kaplan, Hamza Gündüz, Selman Çiçek ve gazeteci A. Vahap Taş ile kapatılan Özgür Gündem gazetesinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya ve gazetenin İmtiyaz Sahibi Kemal Sancılı ile S.G adlı bir sosyal medya kullanıcısı, yarınki duruşmada Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesinde hâkim karşısında olacak. Çiçek ayrıca “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla da suçlanıyor.
Press in Arrest’te yer alan bilgilere göre, Musa Çitil, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı görevinde bulunduğu dönemde Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yürüttüğü operasyona dair yazılan “Kuşatmanın adı ‘Bayrak 12’, başındaki isim Musa Çitil” başlıklı haberi, sosyal medya hesaplarında paylaştıkları için yedisi gazeteci sekiz kişi hakkında suç duyurusu yaptı, “hedef gösterildiğini” iddia etti.
Savcı Tufan Çaldıran’ın soruşturma sonucunda hazırladığı iddianamede, gazetecilerin, “Sur ilçesinde PKK/KCK terör örgütüne yönelik operasyonlarda görev alan müştekiye [Musa Çitil] ait birtakım bilgileri ve resmini yayınlayarak müştekiyi hedef göstermek suretiyle üzerlerine atılı ‘Terörle Mücadelede Görev Almış Kişileri Hedef Göstermek’ suçunu işledikleri” ileri sürüldü.
Kanıt olarak ise gazetecilerin sosyal medyada paylaştığı haberler gösterildi. Oysa gazeteciler ifadelerinde, sözkonusu paylaşımların kendilerine ait olduğunu kabul etmiş ve suç unsuru içermediğini söylemişlerdi.
2 Ekim 2019’daki son duruşmada mütalaasını veren savcı, sanıkların sosyal medya paylaşımları ile Çitil’i hedef gösterdiklerini iddia etti ve cezalandırılmalarını istedi. Yarın davanın beşinci duruşması görülecek. (Görülen celsede faili meçhul cinayetlerle ilgili yargılanıp beraat eden ve terfi ettirilen Musa Çitil hakkında haber paylaştığı için yargılanan yedi gazeteci hakkında beraat kararı verildi.)
Mardin’in Derik ilçesinde 1993-94 yılları arasında faili meçhul cinayete kurban giden 13 köylüyle ilgili dönemin Derik Jandarma Komutanı Tuğgeneral Musa Çitil hakkında dava açıldı.
Öldürülen köylülerin isimleri: Seydoş Çeviren, Yusuf Çeviren, Abide Çeviren, Ahmet Çeviren, Ramazan Çeviren, Mehmet Nejat Arıs, Piro Ay, Vejdin Avcıl, Mehmet Erek, Ramazan Erek, Ahmet Erek, Mustafa Aydin, Mehmet Faysal Ötün.
Çitil hakkında 13 kez ağırlaştırılmış hapis cezası istendi. İddianamede, Çitil'in öldürülen köylüler ile ilgili “terörist” diye tutanak tuttuğu belirtildi.
Mardin Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava daha sonra Adalet Bakanlığı'nın talebi ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nin onayı ile “güvenlik gerekçesiyle” Çorum'a taşındı.
Davanın ilk duruşması, 11 Ekim 2012’de Mardin'de görüldü. Çitil mahkeme karşısına ilk kez üçüncü duruşmada, 1 Temmuz’da çıktı. Savunmasında, “Yasaların bize verdiği yetki çerçevesinde, insan haklarına saygılı şekilde görev yaptık. Kanun ve konuların dışındaki hiçbir eylem ve fiili çalışmanın içerisinde olmadık” dedi.
Derik Savcılığı’nın yürüttüğü faili meçhuller soruşturması kapsamında ilçede iki ayrı yerde toplu mezar kazısı yapıldı. 17 Şubat 2012’de Dargeçit Bağözü Köyü’ndeki kazıda bir kuyunun içinde yanmış insan kafası ve bazı kemikler bulundu. Adli Tıp Kurumu’un raporuna göre, bulunan kemiklerinden biri gözaltında kaybedilen 19 yaşındaki Mehmet Emin Aslan’a aitti.
Çitil, 21 Mayıs 2014’teki karar duruşmasında beraat etti. Ailelerin avukatları davayı Yargıtay’a taşıdı, ancak Yargıtay beraat kararını onadı.”
Tumblr media
Bugün, geçmişi ile yüzleşme hamlesine düştüğünü bildiren, darbecilerin ama 1980 ama 1990’lı yıllar ama 15 Temmuz kalkışması biri ya da diğeri hepsiyle mücadele halinde olunduğu zikredilirken varılan eşik şu yukarıdaki metindedir. Ezberinden yol almalara iyice alışmış olan devletli için sıradanın bir hayat hakkı söz konusu değildir. Devletli için bu biyopolitik kırım faaliyetlerinin sorgulanmasına hacet yoktur. Eksiltip, azaltıp, yerle bir edip, toplumsal düzenleme hali güncelliğe kavuşturulduğu zikredilir. Ne ki haktan ve hukuktan ve adaletten bahisler bunca çok açılırken bu katliamların üstü o katillerin hesap vermediği bir ülkeye her gün uyanılır, sahiden uyanılır mı? Sorgulatılmayan şey insanın ta kendisidir, sıradanın canını göstere göstere çalanların sırtlarının sıvazlandığı bir yerdir.
Bunca açık bir biçimde katliamcıların hesap vermemesinin yolunun açık tutulmasıdır işte mesele. Yazılmış, bildirilmiş, tanıklığı yapılmış ve sonuçlarına dair ses verilmiş olan her şeyin üstü çizilirken hayattan bahis açabilmek mümkün müdür, sahiden de bu mümkün müdür? Düzenin var ettiği şablon iş bu yerde bir yıkım halini güncelleyendir. Yaşama hal ve istencini kötürüm kılmak, kötülüğü el üstünde tutarak, nefese kastederek güncel kılan bir yer yurt hakikati meseledir. Katliamcılığı bariz bir deneyim olarak var eden, sabitten öte sabık bir yönelim olarak savunan ülkenin Maraş katliamı gibi bir hazanı vardır. Geçen hafta onun da kırk birinci yıl dönümü gerçekleştirilir. Kırk bir yıldır, lanetlemek dışında pek de elini alıştırmayan, sorgulamayan, yüzleşmeyen bir ülkede acılar hala tazedir!
Hamit Kapan’ın tanıklığından bir kesiti Ahval’de Dicle Eşiyok’un haberinden aktaralım: “Bir de yine 11 yaşındaki bir çocuk katliamı var. Yine aynı bölgede evi bulunan Döne Tıraş saldırganların geldiğini görünce KaraMaraş’a doğru kaçmaya başlamış. Bir süre sonra oğlu Ali Tıraş da saklandığı yerden çıkarak annesinin arkasından gitmiştir. Afetevleri semtinde bir grup saldırgan Ali Tıraş’ı yakalayıp götürmüşlerdir. Ali Tıraş’ın cesedi olaydan 4 gün sonra Döne Tıraş’ın evinin ön tarafındaki Dilber Yılmaz’ın evinin bodrum katında bir kazan içinde yakılmış vaziyette bulunmuştur. Bu 11 yaşındaki bir çocuk, yakalamışlar, bacaklarını ve kollarını kesmiş halde yakmışlar, bir kazan içerisinde yakmışlar. Bu vaziyette çocuğun cesedi 4 gün sonra bodrum katında bulunmuştur. Bunu insanım diyen birinin yapması, insan silueti ile dolaşan birinin yapması mümkün değildir.”
Bu yıkımla yüzleşmek yerine sayılarla kim kimi, kimden kaç kişi, nereyi nerede eksiltmiş bunun çetelesinin çabasına düşülen bir aymazlık hali süreğen kılınır. Kırk bir yılda yasın kıyısına varabilen yoktur, gören hiç yoktur. Bir teyakkuz halinde iş bu menzilin kendine ait düzenli tekrarlarında var edilen şiddetin hiç bitmeyecek halidir, sonucudur Maraş’taki kırk bir yıllık katliam! Bu topraklardaki ötekisinin yaşam hakkını muğlak kılmak / yok etme halinin kıyısına demirleme halinin kalıcılığı dehşet vericidir. Ekranlardaki bol ışıltılı Türkiye anlatımlarının, başarı hikayelerinin, şöyle müreffeh, böyle güçlü ülke söylemleri ve hallerinin kıyısında kapanmayan yaralar bütün o hali ters yüz etmektedir. Bir menzilin en kestirmeden hakikati takvim yapraklarına sinmiş ağıtlardır. Her günün bir başka yıkım ve eksilmeye çıktığı, bir sınırlandırma ve yok etmeye vardığı yerde çukur menzilin asıl adıdır!
Baş Amir, Necip Fazıl Kısakürek adına düzenlenmiş bir törende şu sözleri sarf edecektir: “Tarihimiz doğrusuyla yanlışıyla, eksiğiyle fazlasıyla, sevinciyle üzüntüsüyle bizim tarihimizdir. Geçmişimizle yüzleşmek bizi küçültmez tam tersine büyütür. Hakikatlere ulaşma şansımızın oldukça yüksek bulunduğu yakın tarihimizle ilgili bu yaklaşıma daha çok ihtiyacımız var. Mesela, tek parti CHP'sine ait dönemde, objektif bir şekilde araştırılması gereken karanlık noktalar bulunuyor. Öncelikle bunu yapması gereken ana muhalefet CHP'nin bizzat kendisidir. Dikkat ederseniz bu tartışmalar gündeme geldiğinde derin bir sessizliğe bürünüyorlar.
Açıkçası CHP'nin artık bu millete kendi tarihiyle ilgili kapsamlı, samimi öz eleştiri vermesi şarttır. İskilipli Atıf Hoca'nın idamından, Dersim olaylarına, Türkçe ezan zulmünden, 27 Mayıs darbesindeki rolüne kadar pekçok üzücü hadise hadisede CHP, kendi tarihiyle yüzleşme cesareti gösterememiştir. Dersimli olan zat da bunu açıkça ortaya koyamamıştır. Bu zat, her fırsatta Dersimli olduğunu ve gurur duyduğunu söylemektedir. Dersim olaylarıyla ilgili bizim yaklaşık 10 sene önce gösterdiğimiz hassasiyet ve vicdani tavrın 10'da 1'ini sergileyemiyor. Biz CHP'nin kurumsal anlamda Dersim konusuyla ne düşündüğünü, nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu hâlen bilmiyoruz. CHP'nin bir an önce milletin karşısına çıkıp bu ülkeye yaşattıkları için ya özür dilemesi  ya da üzücü olaylardaki rolleri için pişmanlık duyduğunu millete söylemesi gerekiyor.”
Bir yıkımdan bir başkasına, bir çürümeden bir diğerine, harap viran kılınmış menzilin ol yüzleşme halinin ne kadar kof kılındığı görünür bir kez daha. Muktedir, kendi dişine göre olmadığını zikrettiği dünün devletini alaşağı edebilmek için mindere davet eder. Şarkiyat, fenafillah her ne varsa bunun sorumlusu sadece Cumhuriyet Halk Partisiymiş gibi bir algı ile çıkagelir muktedir. Geçemeyelim, üstüne basa basa yineleyelim onlarınki katil de bu ülkenin şimdisinin sahiplerinin var ettiği bir biçimde Türkiye, Bakur Kürdistan’ı, Rojava ve hatta Kıbrıs’ta, elini uzattığını iddia ettiği her menzilde ayrı birer yıkımı var ederken, o yıkımı imal edenler katil değiller midir? Yüzleşmek nereden nereyi kapsar? 1915’ten işte bu şimdinin ülkesine, Sayfo’dan Pontus Rum Soykırım’ına, Büyük Ege Felaketi’nden de Dersim’e, Maraş’a, Varlık Vergisi, 20 Kilo 20 Dolar Tehcirinden, Sürgünlere, Roboski Katliamından, Bakur Kürdistan’ında abluka altına alınan kentlere hangisini sayarsanız bir diğeri eksik kalacak olanlardan hangisi ile yüzleşmeyi var edebilmiştir bu ülke!
Independent Türkçe'nin haberine göre Ağar, Suriçi Grubu isimli bir platformun Topkapı Akgün Otel’de düzenlediği etkinlikte konuştu. Ağar, “milliyetçi - muhafazakâr” iktidarı parçalamak için siyasi teşebbüslerin olduğunu ifade ederek, “Bu büyük milliyetçi muhafazakar iktidarı parçalamak için siyasi teşebbüsler var, Allah göstermesin” ifadelerini kullandı.
Son dönemde ismi 1993 - 1996 yılları arasında 19 kişinin öldürülmesi nedeniyle açılan ve beraatle sonuçlanan Ankara JİTEM Davası nedeniyle gündeme gelen Ağar, buluşmada kürsüye çıktı. AK Parti'den ayrılarak yeni parti kuran Ahmet Davutoğlu, parti kurma hazırlıklarını sürdüren Ali Babacan ile 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ağar'ın konuşmasında isimleri geçmese de önemli bir yer buldu.
Türkiye'deki darbe süreçlerini hatırlatan Ağar, 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde Demokrat Parti'nin, 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Adalet Partisi'nin, 28 Şubat 1997'deki post modern darbe öncesinde de Doğru Yol Partisi'nin zayıflatıldığını belirterek, bugün de AK Parti'nin içinden yeni partiler çıkarak zayıflatılmaya çalışıldığını savundu.
"Tıpkı geçmişte olduğu gibi, ortaya çıkan bu büyük milliyetçi muhafazakar iktidarı, paralamak ve parçalamak hususunda bir takım siyasi teşebbüslerin olduğunu görüyoruz." diyen Ağar, sözlerine şöyle devam etti:"Tabii ben geçmişte devlet hizmetinde olan kimseyi üzmek istemem. Ama onların da bizleri üzmemesini istemek hakkımız. Kişisel anlamda bir takım problemler olabilir. Kolaylıkla geldikleri makamlardan uzaklaşabilirler. Ama bütün bunları kendi kişisel davası haline getirmek suretiyle, milletimizin büyük bir çoğunluğunun kalbi safiyane ile destek verdiği bir yapıyı, karşı grupların etkisi altında kalarak ve işbirliği yaparak, burayı çökertmenin hiçbir anlamı yoktur."
Kim neresiyle, şu ülkenin hangi yarasıyla yüzleşmiştir, yüzleşecektir! Ağar efendilerin ol sahnelere yeniden buyur edildiği bir zeminde, gerektiğinde değil her daim kullanışlı olarak değerlendirilen sinsi katil sürülerinin bu devlete, şu eskisine, o yenisine verdikleri eller, destekler, gözdağı niyetine oluşturdukları tehditler bunca barizken, dahası Baş Amir bir yandan yüzleşme derken öte yandan kurmaylarının yüzsüzleşmeleri bunca açığa çıkarken nedir yani, hani nasıl bir şeydir o ülkede hayat memat meseli olması gereken nihai sorgulamalar!
Erk Acarer’in satırları da ilaveten sorgulanması gerekendir hala, hala ve hala: “Nasıl yani, yine Beyaz Toros işine mi giriyorsunuz? 7 Haziran- 1 Kasım 2015 arasındaki gibi kendi yurttaşlarınızı meydanlarda parçalamaya mı başlayacaksınız? Yol verilen darbelerle yeniden yeni bir rejim inşasına mı hazırlanacaksınız? Katil sürüleri.”
Ne soran ne eden vardır... Mehmet Ağar, koca bir doksanlı yıllar boyunca Kürd illerinde vahameti, yıkımı ve katliamcılığı var etti. Tek satır hesap vermesi bir yana bugün şu sığ ülkede hala söz sahibi. hala tehdit hala yıkım vazediyor. Bu mudur hukuk devleti denilen, bu kadar kolay mıdır bir yıkımın mimarından medet umulan yer, böyle midir bu coğrafya dahilinde şu hayat işleri! Bu kadar bağnazca bir yıkımın, tahakküm ve nicesinin ortasında bir yüzleşme şansı geriye kalacak mıdır? Böyle bir yerde, bu kadar kesintisiz kılınmış olan şiddet / ötekileştirme / nefret  kalıcı bir kırım hali ülke dediğinizi çukur kılmaya kafidir. O çukur ki hepimizi her gün biraz daha dibine çekmeye devam ediyor muktedir! Umursuyor musunuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Marta KISIEL – Pierwsze Słowo – Book Cover - Tomasz MAJEWSKI – Behancé
2 notes · View notes