Lossitgiler bilen jebir çekdim we aýratynlyklarymda erbet günleriň yzyny galdyran eziz janymy ýitirdim. Ejem ikimiz aýrylyşmadyk, ýöne durmuş bizi aýyrdy we mundan beýläk görüşmeris. Ejemden gözlerimden gan akýan we olary ýakýan her bir höwes üçin ejemden ötünç soraýaryn, şonuň üçin Hudaý tarapyndan bu ýitgi bu ýerde hemme zatdan beter agyrýar. Bir gyzjagazyň özüne ýapyşanyny görenimde ýüregim agyrýar. ejesiniň eli, beýlekisi bolsa onuň bilen degişýär. Men özüme seredýärin, ýöne ol ýeke, ýeke we şol gözler agyry gözýaşlaryny dökýär.
değişik bir kitap bu. 1954'te on sayfalık bir öykü olarak ortaya çıkmış, on sene sonra fransızca olarak daha uzun ve kapsamlı bir öyküye dönüşmüş, 1975'te roman haline gelmiş, 1996'da bazı ekleme ve değişikliklerle son halini almış.
tahsin yücel'in önsözde belirttiği gibi "dünya, yaşam ve insan üstüne bir söylem" bu anlatı. bir don kişot havası seziliyor okudukça. devlet memuru şaban baş'ın volkan taş'a dönüşümü ve siyaset - toplum yaşamında görülen her türlü çürümeye, kirliliğe, yozlaşmaya karşı tek kişilik isyanı.
anlatı da değil; bir masal belki de, günümüzde hangi babayiğit kariyeri, parayı reddedip "graffiti yazarı postmodern don kişot " olmayı tercih eder ki…
Pazarcıların “gel vatandaş gel” anlamından farklı bir inceleme…Bir kişi düşünün, korkak mı korkak, pısırık, utangaç, hafif kaçık ama yaşamı, insanları çözmüş. Hayatın keşmekeşinde boğulmamak ya da kaybolmamak için umumi tuvaletlere yazıyor düşüncelerini bu " Vatandaş". Bir akşam vakti biriyle karşılaşıyor ve onunla konuşmaya başlıyor, yaşam, insanlar, haksızlıklar üzerine sabaha kadar süren bir söylev…
“Ne yaparsın, her zaman aynı kolaylıkla katlanılmıyor yanlızlığa: gün oluyor, kurşun gibi çöküyor üzerime, soluğumu kesiyor.
ben, okudukça, öğrendikçe, söylenlerden kurtuluyor, düşten düşünceye geliyordum; okudukça, öğrendikçe, insanları geçmek değil, insanlara doğru gitmek gerektiğini anlıyordum.
doğruların evi yoktu artık, yurtsuz, yuvasız kalmışlardı."
İki türlü vatandaş bile istemiyordu bu adamlar, arılar, karıncalar gibi değişmez vatandaşlardı istedikleri, aynı elden bile değil , aynı çarktan çıkmış uyruklardı. Bu durumda, kendi karşılıksız ve değişmez söylemleri dışında, hiçbir söyleme hak tanımayacakları kesindi: Bu nokta da, bana kalırsa özgürlüğün sona erip köleliğin başladığı yerdi.”
Tahsin Yücel “Yalan” adlı eserinde şöyle demişti: “cehennemde olduğunu düşünüyorsan bunda senin de payın var” işte “vatandaş” eserinde buraya nasıl geldiğini bilip sorgulayan bir yazarın içimde olduğu hayatın sorgulamasını görüyoruz
“Bir gecede bir ev diken yabanıl gücün bir kez bu eve yerlestikten sonra, çok daha büyük şeyler yapacağını, toplumu ve ülkeyi geliştirip yenileyecegini söylediler. Adamlar gerçekten yenilediler her şeyi, adaleti, onuru, ekini, sanatı, dini her şeyi. Sonra senin kendini cehennemde sanmana yol açan yeni yaşama biçimi çıktı.”
ENVER GÖKÇE’nin de VATANDAŞ adlı bir şiiri vardır:
VATANDAŞNe, bizden geri, deniz aşırı şarkılar, Ne tadılır ne bölünür nimetler bizsiz. İnan kardeşim inan Ne yalan bu dünya, Ne insan fani... Acılar görmüşüz, geceler görmüşüz, ölmeyi görmüşüz. Aydınlıklar görmüşüz, kahramanlar, dostlar görmüşüz. Görmüyor musun, görmüyor musun? Ellerimiz ellerimizde... gidiyoruz.Sizlerden söz açıyorum Teklifsiz, pervasız, işkilsiz. Ateşe vurulu batıl ve eski kitaplar Sizden öte... Neler varsa Mesut insanlık için bühtan edici Sizden öte...Ve bir yanda yıkılmış zulmün kalası Bir yanda salınır devasa gövden. Bir yanda sevmediklerin, Bir yanda demir pencere, bir yanda tarih Bir yanda sen. Yani bir yanda Yüzyıllar boyunca saflarında Yangınlar çıkardıklarımız. Bir yanda - hayal etmesi zor - Ferah ve cömert dünyamız Ve mürettip, hasatçı, öğrenci, öğretmenKınadık, yüz çevirdik, düşman kesildik Şol aşkı bilmezlenenlere. Dünyalar durdukça mesuduz Bu dünya üzerinde. Yaşamak aşkına, yıldızlar aşkına Demir ve ekmek aşkına mesuduz... Hey dağlara taşlara kar eden türküm Aşikar etsen de kendini Şöyle bir sular gibi salsak, boy versek Uzun ömrümüzü, yiğit ömrümüzü, taze ömrümüzü, Sefil ömrümüzü, deli ömrümüzü, gelin ömrümüzü... Güneşte güneşlesek Dal kırsak, toplasak, ateşlesek Broy broy desek dağlarda Gül gülistan içinde görseler bizi.İster öv, ister yer, ister sev beni Güneşin taşlarda mavileştiği Nehir boylarınca söylenir Sevinç şarkılarım yoksa da Şimdi, bütün kederli ezgileri Ümide kurban ediyorum. Satırlarımla olsa da çok mu, bir de ben seni Bizden olan bütün dünya şairleri gibi Yadediyorum.Sen ne hakim, ne evliya, ne kul, köle, ne şövalyesin Sen yirminci yüzyıl insanı! Dost dediğim, yaren dediğim, kardeş dediğim Ekmeğim benim, Gülüm, bağım, bostanım benim : VATANDAŞ.
O bize, son veda anında bile "ümmetim"diyecek kadar düşkün, Rauf ve Rahim oldu. Bir sıkıntıya uğramamız Ona hep ağır geldi, üzüldü...
Biz Onu hakkıyla / yaşamıyla ruhuyla, nuruyla bilmekten aciz bir savrulmuşlukla bilemedik. Bilmemizin hayati kıymetini de idrak edemedik.
Sahi siyer-i nebi neydi.?
O ne için gönderilmiş ve bizi neye davet etmişti.!
Onun ahlakı, Onun huyu deyince kapı nereye açılır, pusula nereyi gösterirdi.?
"Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi."
evde misafirlerle çay içiyorum…arkadaşım fas’ta. birazdan ders kaydı dinleyeceğim. uykum geldiği vakit gözlerimi biraz daha açık tutabilmek adına romanı okumaya geçeceğim, hülya dolu tüm yaz gecelerini geçmişte bırakarak gelecek baharı bekleyeceğim. belki de doğduğum mevsim olmasından bahar her zaman bana en güzel en şen. fakat rağmen, şol ezelki itibârın kândedir lütfuyla kâimiz. mısrî diyeceğini desin. ne vehbî hikmetini bilemezsin.
Her bir aýalyň ýüreginde .. ýekşenbe däl gaty kiçijik bir ýer bar .. ýüreginiň köp böleginde ýaşaýanlar ony goýberenlerinde, şol giňişlikdäki düwünçek ýaly bukulýar ..