Tumgik
#BerkmanDulcan
mansetmalatya · 1 year
Text
Bülbülü Altın Kafese Koymuşlar Ah Vatanım Demiş
Tumblr media
Konteynerde yaşayan bir gazetecinin gözüyle deprem bölgesinde geçen üç ayı ve bir habercinin gününü nasıl geçirdiğini 9.Köy için kaleme aldım. 5 Şubat 2023 tarihinde 13 Milyon insan gece yatağa kafasını koyduğunda belki de aklında haftaya farklı projeler ile başlamak vardı. Kendimden bahsedeyim mesela ismim Berkman Dulcan yüzde 50 engelli bir bireyim ve bağımsız bir şekilde gazetecilik mesleğini eğrisiyle doğrusuyla kendince yapmaya çalışmaktayım. Depremden önceki gün hatta çok değil 3 saat kadar önce bir Sivil Toplum Örgütünde iş başı yapacak olmanın ve nasıl faydalı olabilirimin düşüncesi ile yattığım yatağımda sabah saat 04:17’yi gösterdiğinde yaşadığımız deprem ile güne uyandık. Alzeimer, KOAH ve şeker hastası Babam, romatizmal hastalıkları ve yine şeker hastası olan Annem ile kendimizi zar zor dışarı attık. Yaklaşık 3 saat sonra girdiğimiz evimizde yine otururken bu kez ikinci depreme evde yaşadık. Bina içerisindeki o haykırışların, ağlamaların, koşturmacaların arasında kendimizi ancak dışarıya atabildik. 2. Depremle beraber o büyük yıkımları gördük. 99 Gölcük depreminde veya Van’da büyük yıkıma ekran başında şahit olduğumuz, ekran başında saatlerce dua ettiğimiz o depremlerde inanların neler yaşadığına bizzat yaşayarak şahitlik ettik. Ağlayan çocuklar, korkudan sus pus olmuş anneler ailesine sahip çıkmaya çalışan babalar ve nicesini yağan yoğun karın altında 1 lokma ekmek, 1 yudum su bulmak için çırpınırken gördük. Bir şekilde memleketten çıkabilenler çıktılar ailelerine güvenli liman bulmak için istemsizce şehirden ayrıldılar. Kimi belki dönecekti geride bir şeyleri kaldı ise, kimi ise belki de bir daha asla dönmeyecekti. 6 Şubat 2023 koskoca memleket gibi hayallerimizin de molozlar altında kaldığı ve bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gündü 11 il için belki de… Sonrası muallak, yaşanmışlık ile yaşanmamışlık arasında bir ARAF… Sonrası derin bir karanlık ve yalnızlık… Sonrası büyük bir sessizlik… Anlatsam anlatamayacağım, konuşsam kelimelerin kifayetsiz kalacağı bir yaşam çoğumuz için… Dile kolay 90 gün bugün 6 Mayıs 2023, 90 gün, 3 ay bilmem kaç saat… Konteynerde derin bir yaşam mücadelesi veriyorum veya veriyoruz ama çadırda kalan canlar veya yok olan hayatlar için bizler belki de lüks içinde yaşam savaşı veren, psikolojik açıdan büyük yıkım yaşayan bir toplumun derin yalnızlık yaşayan insanlarıyız. Gün düne dönse yarın hiç gelmese diyor bazılarımız, bir çaresizlik almış başını gidiyor içimiz yanıyor yüzümüz gülerken çünkü güçlü durmalı ve sevdiklerimize güçlü görünmeliyiz. Gelelim günün özetine belki dışarda yaşayan memleket için yanan veya seçim atmosferine girmiş memleketimde yaralar sarıldı diyerek sizleri buraya çağıranlara cevap olarak… Bulunduğum konteyner Basın konteyneri burada gazeteci bir arkadaşım Erkan Yılmaz Çakır ile birlikte kalmaktayım.
Tumblr media
BİR GÜNÜN ANATOMİSİ 21 metrekareye sığdırmaya çalıştığımız bir hayat şuan bizimkisi… 1 + 1 de hayatımızı idame ettirmeye çalışmaktayız. Yazımın başında da anlattığım üzere yüzde 50 engelli bir bireyim şeker hastalığı başta olmak üzere bir takım rahatsızlıklarım mevcut ama kendime çok şükür yetiyorum. Sabah kahvaltısının lüks olduğu nice zamandır peynir ve/veya zeytin dahi yiyemediğimiz, günün en önemli işlevi olan sabah kahvaltısını poğaça, simit ile geçiştirdikten sonra haber planlaması ile beraber haber koşturmacası… Habere giderken genel anlamda araç olmaması kaynaklı yürüyerek şehrin merkezine 30 ile 45 dakika arasında ulaşarak haber yapmak, yıkımları fotoğraflamak şanslı isek öğlen yemeği yiyebilmek. Ramazan Bayramı sonrası yaklaşık 15 adet konteynerlerin olduğu basın kısmına öğlenleri Malatya Büyükşehir Belediyesine bağlı AFAD tarafından gönderilen yemek ile öğleni kayıtsız bir şekilde geride bırakıyoruz. Tekrar bir koşturmaca başlıyor bizler için internet sitesinde haber güncelleme, gittiğin haberi deşifre etme, haberleştirme akabinde sosyal medya hesaplarından haberi ulaştırmaya çalışma ve gelinen noktada aşırı yorgunluk, tükenmişlik ve günlerin getirdiği enerji kaybı ve akşam yemeği telaşı… Akşam yemeği koşturmacasında ne yesek ne yemesek gibi durumumuz yok açıkça menü basit ya çiğköfte dürüm ya et dürüm çünkü farklı bir seçeneğimiz maalesef yok ve belki de evlere geçilmediği müddetçe de konteynerde yemek yapamayacak ve ev yemeklerine uzun bir süre hasret kalacağız. Günün yorgunluğu iyiden iyiye kendini hissettirse de ısıtıcı eşliğinde kaynatılan su ve beraberinde dost meclisinde yapılan sohbet ile günün değerlendirmesinin yapılması ve kafalarda oluşan çözümü zor sorular. Saatler gece yarısını gösterdiğinde yatmak için yer yatağına doğru geçmek ve AFAD tarafından sağlanan şişme yataklarda yatmak… Bu arada olurda duş nasıl yapıyorsunuz diyene de şunu diyelim haftada belki de 10 günde bir idi 3 – 4 gün öncesine kadar, yeni gelen mini şofben ile günde 1 defa 5 dakikalık sıcak suyumuz mevcut. Üstelik biz basın olarak bir takım şeylere daha kolay ulaşırken çadırda kalan ve/veya hayatını idame ettirmeye çalışan bir vatandaşın neler yaşadığını sizlerin hayal gücüne bırakıyorum… Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 1 year
Text
Keskin 'Pozitif Ayrımcılık İstiyoruz'
Tumblr media
6 Şubat tarihli depremlerin ardından en fazla yıkım olan illerden Malatya’da esnaf yaralarının sarılmasını bekliyor. Malatya'daki Oda Başkanları, depremden etkilenen esnaf sayısının 19 bini bulduğuna dikkat çekerek, "pozitif ayrımcılık" çağrısı yaptı. Kahramanmaraş merkezli depremlerden en çok etkilenen illerden olan Malatya’da esnaf zor durumda. Malatya Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkanı Oğuzhan Ata Sadıkoğlu ve Malatya Esnaf ve Sanatkarlar Odası (MESOB) Başkanı Şevket Keskin “Yaklaşık 19 bin esnaf depremden etkilendi” dedi.
Tumblr media
“Ticarethaneler ayağa kaldırılmadan memleketin ayağa kalkması mümkün değil” Depremin ilk saati itibariyle sahada olan MESOB Başkanı Şevket Keskin, 9. Köy’e yaptığı açıklamada, “Malatya’da esnaf sayısına baktığımız zaman küçük ölçekli esnaflarımızın olduğu bölgelerden Akpınar tamamen yerle bir oldu, Tevfik Temelli, Sivas Caddesi, İnönü Caddesi, Kışla Caddesi, Fuzuli Caddesi, Emeksiz Caddesi tamamen yıkılmış durumda veya birçok iş yeri ağır hasarlı kullanılamaz halde. Esnaf ve sanatkârlar bir an önce ayağa kaldırılmalı, ticaret ayağa kalkmalı. Ticarethaneler ayağa kaldırılmadan memleketin ayağa kaldırılması mümkün değil. Sektörlerimiz tamamen bitik durumda” dedi. “Pozitif ayrımcılık istiyoruz” Depremden en ağır etkilenen illerden olan Malatya için pozitif ayrımcılık beklediklerini belirten Başkan Keskin “En azından depremin yıldönümü olacak 6 Şubat 2024 tarihine kadar primlerin deprem bölgesi için bir kolaylık sağlanarak gerekirse alınmaması gerekirdi. Siyasilerin sokağa çıkıp esnafın halini görmesi gerekiyor” dedi. Esnafın da “depremzede” olduğuna dikkat çeken Keskin, şöyle konuştu; “Evimiz, dükkanımız yıkılmış, işimiz, arabamız gitmiş. 6 ay ertelesen ne olacak, ben 6 ay sonra ne kazanacağım. Bu bölgelerin afet bölgesi ilan edilerek biran önce esnafa kolaylık sağlanması gerekmektedir. Devlet tarafında elini taşın altına koyulması gerekir. Odalar olarak herhangi bir aidat almıyoruz depremzede esnafımızdan. Odalar nasıl ayakta duracak? Buna çözüm bulunması gerekmekte. Bizim istediğimiz Malatya, Gaziantep, Adıyaman, Hatay ve Kahramanmaraş’a pozitif bir ayrımcılık yapıp buradan esnaf ve zanaatkar camiası başta olmak üzere bir an önce şehri ayağa kaldırmak.”
Tumblr media
“3-4 bin konteyner ile sorunu çözemezsiniz” Malatya’da 19 bin esnafın iş yerinin yok olduğuna vurgu yapan Keskin, “Geçen 3 aylık sürede 3 bin kişi konteyner için müracaat yapmış ve her gün bu sayı artmakta. 2 – 3 bin konteyner iş yeri yapma ile sorunu çözemezsiniz. Hükümetten istediğimiz bir an önce ticareti ayağa kaldırmaları insanların karnını doyurmazsanız mutlu edemezsiniz burada tutamazsınız. Belediye yanına 350, Rus Pazarının yerine 150 iş yeri yaparak sorunları çözemezsiniz.” şeklinde konuştu. “Üyelerimizden 305’ine geçici iş yeri teslim ettik” Malatya Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkanı Oğuzhan Ata Sadıkoğlu ise hükümetten Malatyalı esnaf için adım atmasını isteyerek, şu beklentileri dile getirdi; “Özellikle geçici iş yeri, faizsiz kredi desteği, borç ertelemeleri, vergi indirimi ve affı, üretimdeki enerji maliyetlerinin düşürülmesi, kurtarılan ticari ürünler için depolama alanları gibi taleplerle sorunların ortak paydada buluştuğunu gördük. Bu aramalar neticesinde elde ettiğimiz verileri Bakanlıklar ve TOBB ile paylaşarak taleplerin sayısal büyüklüğünü somut olarak ortaya koyduk. Yaklaşık 10 Bin üyemiz mevcut olup 1500 kişi bizlere konteyner talebinde bulundu ve bunların 305’ine geçici iş yerleri teslim edildi.” Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 1 year
Text
Deprem Bölgesi İçin Maske Uyarısı
Tumblr media
Deprem bölgelerinde ağır hasarlı binaların yıkımı ile birlikte toz salınımının fazla olacağını belirten Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Orhan Yücel, KOAH ve astım hastalarını uyararak “Dışarıda mutlaka maske takılmalı” dedi. Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından, bölgede yaşayanlar şimdi de hafriyat kaynaklı göğüs hastalıkları tehdidi altında. Malatya Eğitim Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Orhan Yücel, deprem bölgesinde yaşanları ya da çalışanları, bina yıkımları sırasında ortaya çıkan toz bulutları konusunda uyardı. Dr. Yücel, deprem bölgesindekilerin sağlıklarını korumak için mutlaka maske takmaları gerektiğini söyledi. 9. Köy’den Berkman Dulcan'ın sorularını yanıtlayan Uzman Dr. Orhan Yücel, depremin ilk döneminde soğuk hava nedeniyle görülen zatürre vakalarının yerini, hasarlı binaların yıkımlarının başlaması ile birlikte diğer akciğer rahatsızlıklarının aldığına dikkat çekti. Yücel, şöyle konuştu; “Depremin ilk günü itibariyle kış şartları söz konusuydu. Kış şartlarından dolayı ortaya çıkan zatürre durumu ile mücadele ettik. Özellikle Göğüs Hastalıkları Uzmanı olarak o süre zarfında zatürreye tıbbi terimi olarak da pnömoni ile çok fazla vakayla karşılaştık. Zatürre durumu gençlerde ve yaşlılarda değişiyor. Şimdi mesela gençler zatürreye ayakta atlatabilir iken yaş ilerledikçe yatış durumu söz konusu olabiliyor. Depremin ilk günleriyle beraber hava şartlarınında etken olması ile birlikte zatürreden kaynaklı yatış sayımız çok fazla oldu.”
Tumblr media
“Karbon monoksit zehirlenmeleri oldu” Deprem sonrası kurulan çadır kentlerde yaşamanın da akciğer sağlığı açısından riskleri beraberinde getirdiğini vurgulayan Dr Yücel, çadır şartlarında yaşamanın zorluğuna dikkat çekti.  Uzm Dr. Yücel “İlk zamanlarda çadırlarda ısı problemi oldu. Isı problemini bir kısım ısıtıcı ile bir kısım ise soba kurarak çözdü. Şu anda herkes doğalgaz kullandığı için soba yakmayı bilmeyen bir çok insan vardı. Karbon monoksit zehirlenmeleri oldu. Hiperbarik ünitemizi hizmete açtık ve hizmete sunduk. Ağır karbonmonoksit zehirlenmesinde tedavi hiperbarik oksijen tedavisidir” diye konuştu. “Maske takın diye uyarılarda bulunduk” Hasarlı binaların yıkımları ile birlikte havaya kimyasal tozların karıştığına dikkat çeken  Uzm Dr. Yücel, deprem bölgesinde yaşanmakta olan durumu konusunda “Bina yıkımları ile birlikte toz bulutu ortaya çıktı. Toz durumu KOAH ve astım hastalarını çok fazla etkiliyor. Binaların yıkımı ile birlikte kimyasal tozlar yani çimento tozu açığa çıktı. Normal bir insanda dahi üst solunum yolu, alt solunum yolu enfeksiyonuna neden olabilecek bir ortam oluştu” ifadesini kullandı. Astım ya da KOAH gibi kronik akciğer hastalığı olan insanların yıkım sahalarından kaçınmaları gerektiğini söyleyen Dr Yücel, şu uyarılarda bulundu: “Özellikle astımlı kişiler arasında bu toz bulutuyla karşılaştığı zaman ataklara girip acil servislere gelen vakalar çok oldu. Bunu önleyebilir miyiz? Tabii ki önleyebiliriz. İlk olarak kişiler o bölgelere girmeyecekler ama biz hani toplum olarak meraklı olduğumuz için yani daha fazla cazibe haline geliyor. Bizim çarşı diye hitap ettiğimiz Malatya’nın merkezindeki alanlarda yıkılan binalarda bir seyirci kitlesi oluştu. İnsanların oraya gitme nedenleri, yıkılan binaları seyretmek oldu. Fotoğraf ve videoya almak gibi. Biz ne kadar bu alanlardan hem emniyet, hem hastalık açısından uzak durun desek de insanlarımız oralara gidip seyretmeyi tercih ettiler. O bölgeden zorunlu olarak geçeceksiniz veya bulunmak zorundaysanız maske takın diye önerilerde bulunduk. Hastanelere üst solunum yolu enfeksiyonu, az solunum yolu enfeksiyonları, kronik hastalığı olanlar, astım, KOAH gibi hastalıkları bulunanlar nefeste darlığı şikayetiyle müracaat ettiler. Hala yıkımlar devam ediyor ve biz önerilerimizi sunuyoruz.” “Astım hastaları mevsim geçişlerine dikkat etmeli” Yıkım olan alanlardan insanların mutlaka uzak durması gerektiğini ifade eden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Orhan Yücel, “Maskenin kısmi olarak koruyuculuğu var ama bunu enfeksiyon ve nefes darlığı olarak düşünmemek lazım. Bu olay Göz Hastalıklarında enfeksiyona kadar gider. Çok ciddi bir rüzgar salınımı olmadığı müddetçe şu aşamada yıkılan binalardaki kimyasal tozlar bulundukları çevre üzerinde etki gösterir. Şu Anda Astımlı hastalarımız mutlaka maske ile dolaşmalı çünkü mevsim geçişleri onlar için tehlikeli olabilir. Malatya bu aralar çok fazla yağış aldı ve bu yağışlar çimleri oldukça artıracak ve çim poleni daha fazla olacak.” “Yazın çadır ortamı sauna sıcaklığını yakalayabilir” Çadır ve konteynerde kalanlar için yaz aylarının da zor geçebileceğini belirten Uzm. Dr. Yücel “Özellikle çadırlar yazın güneş vurdukça içerideki ısı çok yüksek olacak. KOAH ve astımlı hastalar için değil de kalp ve tansiyon hastaları için sıkıntı yaratabilir. Yani ani tansiyon yükselmeleri ondan sonra tabii beraberinde kardiyak alt yapısı sıkıntılıysa kardiyak açılan kalp hastalıkları açısından sıkıntı yaratabilir. Sonuçta sıcak bir ortama giriyorsunuz. Çadır ortamı sauna sıcaklığını yakalayabilir. Konteynerlerde çadıra göre konfor ortamı biraz daha iyi” diye konuştu. KOAH Hastaları için yaz aylarındaki tehlikeye dikkat çeken Malatya Eğitim Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Orhan Yücel “KOAH Hastaları için tek sıkıntımız yaz aylarında yıkımlar devam ettikçe hava kuru olacağından dolayı toz salınımı fazla olacaktır. Kış aylarında yağış olduğundan toz yere çöker ama yaz aylarında aşağı inen toz hareket ettikçe tekrar yukarı yükselecektir. Tek yaşanacak sıkıntı o olacaktır. O nedenle maskesiz çıkmamalarını istiyoruz” dedi. Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 1 year
Text
Malatya Siyasetinde Karışık Hesaplar!.. Malatyalılar Nerede?
Tumblr media
10 Nisan tarihinde açıklanacak listeler öncesi milletvekili aday adaylarının profillerine baktığımızda, Malatyalı isimlerin azlığı dikkatlerden kaçmıyor. Tüm siyasi partilerde aday adayları, listelerde kendilerine yer edinebilmek için adeta Ankara’ya akın ettiler. Deprem zamanında Malatya’da bulunmayan, sosyal medya hesaplarından bir geçmiş olsun paylaşımında dahi bulunmaktan aciz kalan bu basiretsiz isimlerin, Malatya'nın problemlerini ulusal basının gündemine dahi sokamadıktan sonra şehrimize ne katacağını hepimiz merak ediyoruz. Muhalefete şöyle bir bakınca kazandık mesajları verilirken Malatya ve Malatyalı adına tek bir yorum dâhi yapmamış, demeç vermemiş, yaşanan deprem sonrası büyük yıkımlar olan Malatya için tek bir açıklama dahi yapamamış İl Başkanlarının Genel Başkanlarına verecekleri liste benim nazarımda yok hükmündedir. Malatya’nın son dönemlerine baktığımızda eleştiri yapmak için eleştiri yapan sorunlara çözüm önerileri dahi sunamayan insanların, makam ve mevki uğruna esiri oldukları kişileri listeye sokma yarışına girmeleri Malatya için değil kendileri için çalıştıklarının göstergesi olacaktır. Gelelim İktidar partisinin vekilleri ve aday adaylarına. Milletin derdi ile kaldıkları otel odasında dertlenen, her ortamda Malatya için çok çalıştıklarını ifade edip ancak Malatya’ya bir şey katamayan değerli siyasetçi ve bürokratlarımızın Malatya’ya katacak artık neleri kalmıştır? Büyük felaketler sonrası Malatya’da her şey güllük gülistanlık gibi gösterme peşinde olanlar, keşkesi dahi olmayanlar ile Malatya nereye gidecektir? Şehir dışından gelen yardımları dahi kendi yardımları gibi gösterip en çok ihtiyaç duyulan dönemde Malatya’da olmayan kadim şehrin büyük insanlarını, Malatyalı sosyal medyadan yazılan ve silinen mesajları ile hatırlayacaktır. Malatya’ya dost gibi görünüp her ortamda Malatya’ya ihanet edenleri herkes 6 Şubat sonrası akıllarına kazıdı. Listelerde ismi konuşulan Bakanların dahi Malatya halkına büyük bir teveccühmüş gibi lanse edilmesinin örneklerini geçmiş tarihlerde bu memleket çok gördü. Artık Malatya’nın ve Malatyalıların kaybedecek 1 dakikası bile yok! Şehrin birçok noktasında enkaz kaldırma çalışmaları halen devam ediyorken, halen iş makinalarının girmediği birçok nokta varken, Malatyalı Belediyelerimizin mobil yemekhaneleri dahi yokken, konteynere yerleşemeyip çadırlarda yaşam devam ediyorken bir Malatyalılar adına sormak istediğim bir soru var. İsminiz skandallarla anılıyorken, ortağı olduğunuz firmaların sattığı evler enkaz haline dönüşüyorken, deprem olan yerde temel atıp illa burası yeni yerleşke olacak diye tutturuyorken, insanlar sizlere haklarını dahi helal etmiyorken, sizin sevdanız gerçekten de Malatya’ya mı, yoksa kendinize mi? Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 1 year
Text
“Bu İhmallerin Hesabını Soracağız”
Tumblr media
Cumhuriyet Halk Partisi Malatya Milletvekili Aday Adayı Elektrik Başmühendisi Aydın Yazlak, Berkman Dulcan ile Manşet Malatya programında gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. https://www.youtube.com/watch?v=2szliAsQePI Cumhuriyet Halk Partisi Malatya Milletvekili Aday Adayı Aydın Yazlak’ın açıklamaları şu şekilde; “Biz İbretlik Olacak İl Değildik” Hepimizin içi kanıyor. Büyük geçmiş olsun. Tabii çok büyük bir acı, çok büyük bir trajedi yaşadık. Yani daha önce de anlattım Canımızdan olduk, malımızdan olduk, memleket enkaza döndü. Özellikle son 20 yıllık memleketin bütün tasarrufları heba oldu gitti. İnsanlar işte parayla satılan çadırlarda yaşamak zorunda kaldılar. 3 gün hiç müdahalenin olmaması, feryadın duyulmaması bizim açımızdan, memleket açısından tam trajediydi. Benim en çok üzüldüğüm konu şu. Bu deprem bölgeleri diğer illerde şöyle algılanıyor. İbret alınacak iller. Biz ibretlik olacak il değildik. Birilerinin ders çıkartacağı il olmamalıydık. Malatya, Türkiye'nin en güzel şehri olmasını hak ediyor. Adıyaman, Maraş, Hatay’da hak ediyor. Çünkü Türkiye bizden ders çıkartıyor. Biz Malatya olarak bir suçu, günahı olan memleket değiliz. O yüzden Türkiye'nin en güzel şehirleri olmak zorunda. Bugün yağmur var, yaş var. Yarın güneş olacak. Depremzedeleri dinledim bugün. Geçen hafta hava biraz ısınınca çadırda duramamışlar. Önümüzdeki günlerde ilkbahar kendini iyice hissettirdiğinde adeta bir serada ya da işte bizim meşhur kayısı islimlerinde yaşar gibi bir duruma düşecekler. Bugün soğuk yarın sıcak vuracak çok ciddi problemlerimiz var. Çok ağır hasarlı binalar var. Yani ilk etapta canımızın derdine düştük. Sonra eyvah! binamız çöktü. Bunun derdine düştük. Şimdi de bu ağır binalar yıkılacak. Vatandaş çadırdan, KYK yurtlarından, konteynerden ne zaman normal hayata dönecek? Bizim derdimiz bu. Vatandaşın derdi bu. Bakalım ne olacak? “Bu İhmallerin Hesabını Soracağız” Muhakkak ki alacağız. Yani toplum hafızası 18 gündür anlayışına inanıp güvenen bu iktidar bir an önce seçim yapmak istedi ki yani seçimi öyle bir ayarladı ki yani unuturlar. Ya biz canımızın acısını nasıl unutalım? Canımızı toprağa verdik. Betonun altından çıkartıp toprağa verdik canımızı. Biz bunu unutmayız. Yılların emeği bu tarlalara yapılan evlerin sonundaki bu yıkımı bu yıkımın bedelini onlara ödetmeyeceğimizi mi zannediyorlar. Yani bu unutulabilir bir şey mi? Muhakkak ki biz de Malatya olarak Adıyaman, Maraş, Hatay başta olmak üzere depremden etkilenen bütün bölgeler bundan büyük bir ders çıkartacaktır. Başka yolu yok. Muhakkak ki ders çıkartacağız ve bunun hesabını bu ihmallerin hesabını soracağız. Kimden? Bu rant düzenini oluşturanlardan. Yani sen kayısı bahçesini söküp 12 kat imar nasıl verirsin? Bu kadar alın teri yılların emeği heba oldu gitti. Bu insanların ne suçu var? Ne günahı var? Sayın Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanımız ne dedi Malatya'da? İftar programında. 42 imzayla bir daire sahibi oldunuz. 42 imzanın altında ev sahibinin imzası yok. Yani belediyedir, imar komisyonudur, yapı denetimidir, mühendisidir, mimarıdır. Bir tek suçsuz var ortada, vatandaş. Bütün bedeli de vatandaş ödüyor. Suçlular ortada yok. Yani Bostanbaşı'nı, Fahri Kayahan'ı, Tecde’yi imara açanlar gelin bakalım burayı neye göre imara açtınız? Neye göre açtınız arkadaş? Bilmiyor muydunuz? Yani bakın bazen diyorlar ki bu iktidar bilime inanmıyor. Canı istediğinde inanıyor. Ameliyat olurken bilime inanıyor bunlar. Uçağa binip 10 bin metre yükseklikte uçarken bilime inanıyor. Ama iş ranta gelince birini bir tarafa bırakıyorlar. Tarlaymış yap kaç kat vereyim 12 kat. Bilime inanmadığınız zaman bu felaketleri yaşamak zorunda kalırsın ve biz de yaşadık. “Bostanbaşı’nda Yılların Emeğini Getirip O Evleri Alan İnsanların Ne Suçu Var?” Depremden hemen sonra vatandaşın tabiri caizse gazını almak adına suçlunun kim olduğunu da tespit etmeden birilerini içeri aldılar. Kim olduklarını iyi kötü biliyoruz. Bu binalarda beton sorunu mu var? Demir sorunu mu var? Statikle ilgili bir sorun mu var? Zeminde mi bir sorun var? Herkes çok iyi biliyor ki zeminle ilgili bir sorun var. Ne o yapı denetimin işidir, ne de o mimarın mühendisin işidir. Belediyenin ve imar komisyonunun işidir. O rantı kim yemişse onun içeri alınması lazım. OHAL ilan edilince ilk aklıma şu geldi. Dedim ki ya OHAL ilan etmesinin sebebi ciddi boyutta ihmaller var. Hızlı hareket etmek için OHAL yetkisini kullanacak Cumhurbaşkanı. Benim beklentim ihmali olan kim olursa olsun gözünün yaşına bakmayacağıydı. Ama bir baktık o yetkiyle Twitterı yasakladı. İnsanlar enkaz altında dışarıya mesaj atamadı. İnterneti yavaşlattı. Düşünebiliyor musunuz? Bu kadar ihmali olan insanların mal varlığının dondurulması gerekiyordu. Soruşturmanın sonuna kadar dondurulması gerekiyordu. Bilmiyor muyuz buraları imara kim açtı? Yani Fahri Kayahan'ı, Bostanbaşı’nı, Tecde’yi bu tarlaları kim imara açtı? Kimler buralara 12 kat ruhsat verdi? Müteahhitti kim biliyoruz? Belediye Başkanı kim biliyoruz. Cemal Akın, Yahya Akın amca çocukları biri Malatya Belediye Başkanı biri Bostanbaşı dönemin Belediye Başkanı amca çocukları. Arazileri var orada. Soruyorum Bostanbaşı’nda yılların emeğini getirip o evleri alan insanların ne suçu var? Bir kişi bir birey ev satın alırken zemine etüdünü ayrıca kendisi mi yaptırıyor? Hayır, Burada ilgili kişiler ne olursa olsun kimsenin inisiyatifine bırakmak bırakmadan denetimini zamanında yapacaktı. Zaten buraların imara açılması yanlış. Bu kadar yüksek kat verilmesi yanlış. Tabii ki bir müteahhit gelebilir. Hırsızlık yapabilir. Senin işin hırsızdan hesap sormaktır. Onun yanlışını açığa çıkartıp bağımsız yargının önüne çıkartmaktır. Çevre Şehircilik sen kesilmiş kolonları denetleme yetkisine sahipsin. Esnaf esnaf gezip dükkânlarda sigara yasağını denetliyorlar, para cezası kesiyorlar. Neden o mağazaları, marketleri denetleyip kolon kesilmiş mi? Orijinal yapısının dışına çıkılmış mı diye denetleme yapmadınız. Vatandaşın ne suçu olabilir? Altındaki mağaza kolonu kesmiş. Üst katında oturuyor, bilmiyor. Deprem oluyor, yıkılıyor. Canından oluyor, malından oluyor. Ne suçu var vatandaşın? “Buralardan Elde Edilen Rantlarla Siyaset Finanse Edilmiştir” Çok ilginç. Misal Fahri Kayahan'ın devamı evet. Tanıyorum biliyorum bu insanları. Oralar da kayısı bahçesiydi. İmara açtılar 5 kat verdiler. Yani yolun bir tarafı 5 kat. Hani bir tarlanın ortasından yolu geçirmişsiniz. O tarlanın sol tarafı yukarıya doğru çıkarken sol tarafına 5 kat. Diğer taraf 12 kat ruhsat dermişsiniz. Bu rant ekonomisinin sonucudur. Yani burada küpünü doldurup köşeyi dönmeye çalışan bir takım siyasilerin projeleridir bunlar. Buralardan elde edilen rantlarla siyaset finanse edilmiştir. O uzun araç konvoyları, o döner dürüm ayran seçim bürolarında dağıtmalar, havai fişek gösterileri, mitinglere, parayla adam taşımalar neyle yapıldı zannediyorsunuz? Fahri Kayahan, Bostanbaşı’nda ev satın alan insanların parasıyla yapıldı o siyasi faaliyetler. Bazen vatandaş diyor ki ya bu AK Parti'de ne kadar çok para kardeşim o para senin paran. Bir şekilde tarlayı adam almış. Kayısı bahçesini almış 12 kat ruhsat üzerinden dünyanın parasını kazanmış. Bir koymuş iki yüz almış. Böyle bir ticaret olabilir mi? Üretim endeksli bir anlayışları yoktu zaten. Biliyorsunuz AK Parti'ye hani vatandaş da bazen diyor ki hile yaparsa AK Parti yapar. Evet yaptığını görüyoruz. Gelin Bostanbaşı’nda, Fahri Kayahan'da, Tecde’de, Malatya'nın dört bir tarafında. Bugün Yeşiltepe'ye gittim belediyenin yapmış olduğu evler. Yaklaşık yedi yüz konut tamamen ağır hasarlı ve yıkılacak. Vatandaş oradan inmiş çadıra. Çadırda bu sefer çile çekiyor. Çamurun çirkefin içinde tabiri caizse vatandaş çile çekiyor. Oruç tutuyor. Tuvalet yok. Banyo yok. Yani hijyen namına hiçbir şey yok. Çadırlara girdim. İs var, nem var. Dışarı çıkıyor, çamur var. Yani hatta çok ilginç de bir şey söyleyeyim. Bugün bir vatandaşımız, çok üzüldüm. Dedi ki benim bir arkadaşım çok büyük bir suç işledi. Hapse düştü. Ben çok üzülüyordum. Hapiste nasıl yaşar bu diye. Ve diyor hiçbir suçum yokken ben bu çadırda o hapiste benden daha konforlu. En azından avluda olta atabiliyor. Banyo, tuvalet ihtiyacını karşılayabiliyor. Biz, isin, pasın içerisinde yaşar olduk. Yağmurun yaşın içinde yaşar olduk. Yani sahura ayrı dert, iftarı ayrı dert haline geldi. Aziz mübarek bugün, bu yıl insanlar yetkisini gidip orada kullanacak yerde hala siyaset peşindeler. “Onların Derdi Kendileri” İşin içinde rant, para, küp doldurup köşe dönme yoksa belki dinlemez zaten. Sadece bir fotoğraf çekip geçiyorlar. Duyduk yani sahaya giden de o gördüğümüz görüntü de Adeta insanlarla alay eder gibi. Onların o yaşadığı mağduriyet hiç önemli değil. Şuradan bir poz vereyim. Dostlar alışverişte görsün anlayışıyla yapılıyor. Onlar dert dinlemeyi bilmez zaten. Onların derdi kendileri. Etrafı bir avuç insan. Bu memleketi bari bir avuç insan getirdi Bir avuç insan, bir avuç insanın rant projeleridir bunlar. Başka bir şey değildir. Yani memleketin ulusal basına yeterince yansımamış olması. Bakın ben yıllardır hep medyada takip ettiğim haberlerde olayın nasıl abartıldığını çok iyi bilirim. Bu sefer abartamadılar, küçülttüler. Neden? O kadar büyük bir yıkım var ki, hangi birine yetişirsiniz? Giden canlar, yani Malatya Çarşısı ortada yok Niyazi Mısri ortada yok. Çavuşoğlu ortada yok. Hani kaç kişi öldü? İyi kötü biliyoruz. Ne kadar bina çöktü biliyoruz. Ağır hasarlı konutların da deprem gündemiyle beraber işlenmesi gerekiyor. Biz şu anda unutulduk. Şimdi buraya gelen birisi şu Fahri Kayahan’ı Bostanbaşı'nı gezdiği zaman diyecek ki yahut da binalar ayakta. Kardeşim yıkılacak bu binalar. Bu binalar yıkıldığı zaman Malatya'da çok ciddi konut, stok açığı olacak. 800 bin nüfusumuz. İddia ediyorum. İhmaller sonucu 400 binlerin altına düşecek. Çünkü yaşayan bu konutlarda yaşayan insanların sayısı belli. Çadırda ne kadar yaşayabilir Umutsuzca bekliyorlar. Bugün sordum. İnanıyor musunuz bu iktidarın yapacağına diye? Hayır dediler. Peki ne yapmayı düşünüyorsunuz? Ya dedi ne yapabilirim ki ben? Şöyle bir baktım doğru. KYK yurtları dolmuş. Oradaki insanlar da zaten okullar açılınca çıkartacaklar Çadırda bekliyorlar. Yani hatta vatandaşın birisi dedi ki ben dedi soğuğa razıyım dedi. Ben sıcağı hiç sevmem dedi. 10 gün sonra güneş açtığında dedi bu çadırlarda yaşanmaz. Ne yapacak çok büyük mağduriyet var. Umut ediyorum yetkiyi alan vatandaştan yetkiyi alan bu zihniyet aklını başına alır seçim hesaplarını bir tarafa bırakıp o çadırları alıp konteynırlara gider dert dinler gereğini yapar. Adamların hiçbir şey umurunda değil. Maalesef. “AK Parti Bir Şov Partisidir” AK Parti bir şov partisidir. İş yapma icraat değil. O iş reklam boyutu. Şehrin tanıtımı mı kalmış, tanıtılacak halimiz mi kalmış arkadaş? Bırak sana 33 milyonu getirirsin, arıtma yaparsın. Para yok Efendime söyleyeyim yeni yerleşim yerleriyle ilgili belediye başkanıyla Bakan Bey ters düşmüş durumda. Anlamış da değiliz. Kalkıp o şok projelerini bir tarafa bırakın beyler. Bizim acımız var. Bak yasımız var. Çadırlarda yaşıyoruz. Bu su probleminin çözülmesi gerekiyor. Eğer Malatya'da hayat normalleşmesi gerekiyorsa nereden başlayacağız? Önce suyla başlayacak. Suyu normal değil. Su hayattır. Siz su meselesini alıp bir tarafa bırakıp 5 yıl sonraki bir iş için bütçe ayırıyorsunuz. Reklam yapıyorsunuz. Biz zaten reklamlık olduk arkadaş. Bırakın bu işleri. Ödenekleri doğru kullanın. Bakın devlet mekanizmasını işletenler. Ödenekleri doğru yerde kullanırlarsa devletin büyüklüğü vatandaşın lehine çalışır. Aksi takdirde aleyhine çalışır işte gördük. Doğru işletilmeyen devlet mekanizmasında ne oldu? Deprem oldu. Enkaz altında kaldık. Donarak öldük. Bağıra bağıra öldük. Evimiz arabamızın üstüne yıkıldı. Evsiz barksız kaldık. Vatandaş tamamen mağdur edildi. Memleket virane oldu. Viranşehir diyorlar bizlere artık. Ondan sonra şimdi de işte kalkmış o ödenekleri dışarıya gönderiyorlar. Başka yere. Otel köşelerinde oturup bunu konuşanlar bu sorunu göremezler. Bugün o çocukların ayağındaki terlikleri çıplak ayakları gördükçe içim cız etti. Rüyamda görsen sıçrayıp uyanacağın bir görüntüdür o başka bir şey değil. Ama maalesef vicdanını, ahlakını bir tarafa bırakmış, liyakatten yana efendime söyleyeyim denetimden, şeffaflıktan yana olmayan insanların yetki sahibi olduğu bir yerde kimse kusura bakmasın bu memleket enkaz altında kaldı bir daha kalır. Çadırdaysan çıkamazsın. Başka yolu yok bunun. Ben size söyleyeyim. Yana, ahlaktan yana olacak insanlar. Ranttan, küp doldurup köşe dönme derdinde olan bu insanlar bir daha yetki sahibi olurlarsa bu memleketin nüfusu 400 binin altına düşer. “Ortak Akla İnanmayan İnsanlar Bunlar” Şimdi öncelikle şunu söyleyeyim Berkman Bey yani memleket diyen millet diyen insanlar değil bunlar. Bunları dert etmiş insanlar değil. Bahsettiğiniz bütün siyasi partiler, STK'lar, efendime söyleyeyim meslek örgütleri üniversiteler bunları bir araya geldiği bir zemin oluşturulabilir. Ama ortak akla inanmayan insanlar bunlar. Bilime inanmayan insanlar. Utanmasalar Tayyip Erdoğan'ı arayıp diyecekler ki yeni yerleşim yerlerine kaç kat verelim. Bu kadar aymazlık olmaz. Şimdi tek adam rejimi yiyoruz. Biz sistemi ciddi manada eleştiriyoruz, güçlendirilmiş, parlamenter sisteme geçmek istememizin sebebi bu. Türkiye ortak aklını yitirmiş durumda. Hiç kimse dinlenmiyor. Bilimsel temelli hiçbir çalışma yok. Yani biz aslında maalesef deprem olmasaydı bugün sanayiyi, tarımı konuşacaktık ama şu an feryat depremden dolayı bizde farklı önümüzdeki süreçlerde de tarım ve sanayi enerji konularını işleyeceğiz. Ama bugün deprem gündemiyle buradayız. Bilime inanmamış bu insanların gitmesi, bilime inanan insanların gelmesi gerekiyor. Rant ekonomisinin ortadan kalkması gerekiyor. Bugün zemin etüdü yapmadan Maraş milletvekili AK Parti Maraş milletvekili görüntüsünü ulusal basından görmüştürsünüz. A4 kağıdına nereye yerleşim yeri yapılacağını çiziyor. Ya bu insanlarla ortak bir zeminde buluşma şansımız yok. Bunlar ortak akla inanmıyor, bilime inanmıyor, liyakate inanmıyor, dürüstlüğe inanmıyor. “Biz Doğru Yerde Durduğumuzun Zaten Farkındayız” Son derece olumlu yani vatandaş evet derdime derman yarama merhemsin anlayışıyla hareket ediyor. Biz doğru yerde durduğumuzun zaten farkındayız. Çünkü biz sade yurttaşız daha siyasete yeni girmişiz. Yani bazen hani eskilerden ya şu halkın içinden biri, halkın içinden geliyor derlerdi. Biz bir yere gidemeyeceğiz. Biz halkın içinde yaşayıp milletvekili olacağız. Çünkü aksi takdirde gittiğin zaman unutulacak. Ben mühendis olarak çok sahada olduğun için her zaman şunu söylerdi arkadaşlar. Yani çok hızlı bir şekilde kendini geliştirdin. Ben sebebini sorguladığım zaman şu çıkıyordu. Hep sahadaydım yani sahada olunca her şeyi yerinde görebiliyorsun. Bu da bizim açımızdan son derece önemli bir tecrübe oldu. Saha çok önemli. Yani gidip derdi dinlemek, onu kafaya takmak, vicdan etmek ve bununla ilgili fikir üretmek, yeri geldi mi bilmediğiniz bir alanla ilgili birilerini arayıp danışmak bunlar olduğu yerde sorunlar çözülür. Ama bunların hepsini bir tarafa atmışlar, elinde purosuyla nereye kaç kat veririz? Biz burada bir kor kaç alırız. En yükseği neyse onu alalım anlayışında bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız. “Kendi Memleketlerini Dert Etmemişler. Malatya'mızı mı Dert Edecekler?” Malatya'nın ismini duymuş haritada yerini belki gösterebilecek niteliklere sahip bu insanlar aslında bize şunu söylüyorlar. Siz Malatyalı olarak aklı fikri olmayan insanlarsınız. Çekilin biz geliyoruz. Bu insanlar kendi memleketlerini dert etmemişler. Malatya'mızı mı dert edecekler? Yaparsa bunlar yapar diyenlere buradan sesleniyorum Yaptığı bunlar. Bostanbaşı Fahrikayhan’ı bunlar yaptı. Yani ismini büyütüp vatandaşı kandırma girişimidir bu. İsmi büyükse büyük iş yapar. Defalarca denediler. O bakan dediklerinizin daha önce milletvekili olmuş olduğu memleketleri gidin görün. İsyan ediyor insanlar. Bir memleketten bir memlekete transfer. Sonuç sıfır. Dert mi dinledi? Hayır. Bilmiyor ki. Bakın siyaset son derece önemli Berkman Bey Siyaset ahlaklı bir zemin üzerine inşa edilmezse liyakatli bir zemin üzerine inşa edilmezse bunun devamı bürokrasidir. Siyasetçi bürokrasiye referans olmalıdır. Ahlaksız siyasetçi ahlaksız, bürokrasiyi yaratır. Fikirsiz siyasetçi fikirsiz bürokrasiyle yol alır. Biat eden siyaset anlayışı biat eden bürokrasi yaratır. Ve bunun sonucunda işte memleketler bu hale gelir. Ekonomik kriz olur, orman yanar, vatandaş gider söndürür. Sel olur mahalleyi kütükler basar. Konteynerleri koyacak yer bulamıyor bu insanlar. Yani sel ağzına götürüp konteyner koyacak bir anlayış. Deprem olur, enkaz olur. Feryat edilir, duyulmaz. Çünkü liyakat yok, vicdan yok, ahlak yok, rant üzerine kurulmuş bir düzen. Bakın siyasette şu anda gidin. AK Parti'de yüzün üzerinde aday adayı var. Bir tanesi çadırlarda yaşayan insanların derdini dert ediyorsa ben bu işi bırakırım. Hepsi kaçıncı sırada olacağım derdindeler. Bırakın şu işleri ya. Fikrin var mı arkadaş? Liyakatin var mı? Yeteneğin var mı? Yeterliliğin var mı? Çıktın siyasette ne söyleyeceksin? Söylenmemiş sözü söyleyebilen, bakılmamış yönden bakabilen çekilmemiş fotoğrafı çeken insanlara bizim ihtiyacımız var. Ama siz kalkacaksınız ben bir koyup kaç alırım. Ya düşünebiliyor musunuz? Parası var adamın. Dolara mı yatırayım? Borsaya mı yatırayım? Euro mu alayım? Bankaya mı yatırayım? Kur Korumalıya mı koyayım? Yoksa siyasete mi yatırayım Bir bakıyor en büyük rant siyasette. İşte gördük. Bir koydu iki yüz aldı Bostanbaşı’nda Fahri Kayahan'da insanlar. Siyaset eliyle bu yapıldı. Siyasetin ticarileştirildiği bir zeminde memleketler yönetilmez. Memleketler doğru düzgün yönetilmez. Depremden önce AK Parti seçmenine bazı şeyleri anlatmakta çok zorlanıyorduk. Baksanıza diyordu bu binaları gösteriyordu. Yahu zemin etüdü, tarla, kayısı, 12 kat, imar rantı Bunları anlatmakta zorluk çekiyorduk. Şimdi o vatandaş oradan çıktı. Bostanbaşı’nı terk etti. Fahri Kayahan'ı terk etti. Sebep? Ağır hasarlı vatandaş refahımız arttı diyordu AK Parti döneminde refahı da gördük. Yaparsa bunlar yapar. Bakan Kurum. Kesilmiş kolonları takip ettirmeyen adam. Sorumludur. Getirip bir de Malatya'da efendim AK Parti'ye tepki çokmuş da bir bakan getirelim de oylarımızı arttıralım. Ya oy oy deyip durmayın arkadaş. Vatandaşın feryadına bakın. Hala seçim hesabı siyaset mühendisliği. Sizin siyaset mühendisliğiniz o insanların hiçbir mağduriyetini gidermez. Bu hesaplardan kendinizi arındırmadığınız sürece vatandaşın hiçbir sorununu çözemezsiniz. Bilime inanmamış, ahlaka, liyakate önem vermemiş. Bir düzen ki ben buradan da söyleyeyim AK Parti AK Parti değil zaten. Bir avuç yapının eline geçmiş bir mekanizma. AK Parti'de liyakatli insanlar yok muydu geçmiş dönemlerde? Vardı. Şimdi birlikte çalışıyoruz o insanlarla. Altılı masadalar Davutoğlu'nun Babacan'ın yolsuzluk yaptığını iddia edebilir misiniz? Ama birileri için yolsuzluk yaptı dediği zaman şak gider yakasına yapışır. Çok uyar ona. Şimdi liyakate inanmış, bilime inanmış tabiri caizse ahiretini düşünmüş misali bu insanlar siyasette hangi pozisyonda olduklarını memleket için ne tür projeler geliştirdiklerini biliyoruz. Ama AK Parti'nin şu an ele geçirilmiş yapısını söylüyorum. Tamamen maaşla çalışan gençlik kolları, kadın kolları ya bizim paramız bunlar işte. Bu rant projelerinden elde edilen paralar. Maalesef. “Biz Bu Enkazın Altından Çıkacağız” Bir kere adam kayırmacılık bitecek. Kötü dil bitecek. Ayrıştırma, kutuplaştırma ötekileştirme bitecek. Sağ, sol, alevi, sünni bitecek. Partilin partilim değil anlayışı bitecek. Ne olacak biliyor musunuz? Memleket için gerçekten sözü olan, fikri olan, duruşu olan, zekâsı olan, liyakati olan insanlar. Siyasi ve bürokratik kadrolarda yer alacaklar. Memleket doğru bir şekilde yönetilecek. Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 2 years
Text
İklim Değişikliği Kayısıyı da Etkiledi: Artık Yüksek Rakımlarda Yetişecek
Tumblr media
İklim değişikliğinin bütün canlıları ve doğal kaynakları olduğu gibi bitki fizyolojisinin de seyrini değiştirdiğini söyleyen Ziraat Mühendisleri Odası Malatya Şube Başkanı Fevzi Çiçek, 10-15 yıl sonra kayısının yüksek rakımlarda yetişeceğini belirtti. Malatya Söz Gazetesi YouTube kanalında yayınlanan Berkman Dulcan’ın hazırlayıp sunduğu ‘Manşet Malatya’ programına konuk olan Fevzi Çiçek, kuraklık ve iklim değişikliğiyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Çiçek, kuraklığın insanoğlunun bütün canlılara yansımasıyla birlikte en çok hissettiği tabi afet olduğunu ifade etti. Bölgede içerisinde bulunulan dönem içerisinde bir yağış eksikliğinin olduğuna dikkat çeken Çiçek, “Dolayısıyla su kaynaklarının azalması, bölgede geçmişe alışılagelen ve uzun yılların ortalamanın üzerindeki sıcaklık seyirleri kuraklığı ortaya çıkarıyor” dedi. “KURAKLIĞI DÖRT BÖLÜMDE TARİF EDİYORUZ” Çiçek, kamuoyundaki kuraklık tarifi ile bilimsel kuraklık tarifinin farklı olduğunu kaydederek, şu bilgileri verdi: “Bilimsel olarak kuraklığı dört bölüme ayırıyoruz; hidrolojik, meteorolojik, tarımsal kuraklık ile bunlardan birinin ya da birkaçının seyretmesi sonucu ortaya çıkan birde sosyo-ekonomik kuraklık var. Oysa kamuoyundaki kuraklık tarifinde ise yağmur yağmadığı zaman ‘kuraklık cereyan etti’ şeklinde ifade edilir. Kamuoyunun tarif ettiği bu kuraklık, meteorolojik kuraklık oluyor. Şu an içerisinde bulunduğumuz dönem, meteorolojik kuraklık. Uzun yıllar ortalamalarının altında ya da uzun yıllar bu coğrafyada alışılagelen yağış rejimlerinin değişmesi sonucunda yağışların olmaması.” “TARIMSAL KURAKLIĞI ATLATTIK” “İçinde bulunduğumuz dönem, geçtiğimiz senelerde olduğu gibi yerde 50-60 santim karla kaplı olması gereken bir dönem” diyen Çiçek, “Küresel ısınma ya da küresel soğuma denilen ve sonuç itibariyle de dünyanın teyakkuza geçtiği ‘iklim değişikliği’ dediğimiz alışılagelenin dışında seyreden ve bu periyotların sıklaşması sonucu iklimdeki uzun vadedeki değişikliklerin bölgemizde yansıdığı bir durumu yaşıyoruz. Bu dönem itibariyle baktığımızda; tarımsal kuraklıktan bahsetmemiz için erken çünkü Türkiye geneli için ‘güzlük ekimler’ dediğimiz hububat ekimleri eylül ayında hazırlıklar başlar ekimden kasım ayının ilk haftasına kadar ekimleri yapılır. Eğer biz o dönemde yeterli yağış bulmuş isek doğru zamanda tarımsal kuraklığı atlattık anlamına gelir. Yazın ekilecek ya da ilkbahar döneminde faaliyetlerine başlanacak tarımsal ürünleri için ilkbahar takvimi değerlendirilir. 2022 yılı itibariyle kasım ayında aldığımız yağış uzun yılların ortalamasına bakıldığında aylık bazda çok üzerinde. Dolayısıyla o dönem itibariyle tarımsal kuraklık riskini atlatmış olduk. Ancak takip eden aralık ve içerisinde bulunduğumuz ocak ayı döneminde beklenen ya da olması gereken yağışların devam etmemesi sonucu meteorolojik kuraklık başladı. Meteorolojik kuraklığın sonucunda; yeterli yağış olmadığı, yeryüzü karla kaplanmadığı için topraktaki nem, sıcaklıkların yüksekliğinden dolayı olumsuz bir şekilde buharlaşacak ve oradan bir kaybımız var. Yağmur yağmadığı için gerek yeraltı gerek akarsularımız beslenemeyecek. Bundan bir adım sonrası hidrolojik kuraklık dediğimiz su kısıtlamasına gideceğiz. Barajlarda yeterince doluluk oranı olmayacak, kaynak sularımız yeterli şekilde beslenemediği için su kaynaklarımızı azalacak. Su kaynaklarımız azaldığında da hidrolojik kuraklığı yaşayacağız” ifadelerini kullandı. “METEOROLOJİK VE HİDROLOJİK KURAKLIK YAŞAYACAĞIZ” Çiçek, şubat sonu mart ortalarına kadar tarımda herhangi bir sulama yapılmadığında, tarımsal üretimde de sulamaya ihtiyaç duyulmadığını kaydederek, dolayısıyla o dönemde tarımsal kuraklıktan bahsedilmediğini belirtti. Yağmur ve kar yağışı olmadığı bunun sonucunda da baraj ve göletlerin geçmiş yılların doluluk oranının altında kalması ve akarsu debilerinde azalma söz konusu olması halinde meteorolojik ve hidrolojik kuraklığın seyrettiğini dile getiren Çiçek, “Bunun akabinde de bölgemizde mayıs ayının ortasından itibaren tarımsal sulamaya başladığımızda yeterli suyu bulamayacağımız için doğru zamanda ve miktarda bitkilere su veremeyeceğiz dolayısıyla tarımsal kuraklığı yaşayacağız” dedi. Çiçek, 1971 yılından buyana bölgede ağırlıklı yağışların şubat ve mart ile nisan ayının üçüncü haftasına kadar seyrettiği bilgisini vererek, şunları söyledi: “Geçen yıl aksi bir durum oldu; mayıs sonuna kadar devam etti. Hatta haziran ayının ortalarına kadar yağış oldu. Dolayısıyla şubat, mart ayının başından itibaren geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yağış alırsak tarımsal kuraklıktan yine bahsedemeyiz ama yeterli yağış alamadığımız için meteorolojik kuraklığı yaşamış olacağız. Bu anlamda yeterli su depolayamadığımız, kaynaklarımızın debileri düştüğü için hidrolojik kuralıkta yaşayacağız. Ama şu bir gerçek her geçen gün ısılar artıyor, bölgede su kaynakları azalıyor. Dünyada özellikle iklim değişikliğiyle ilgili çalışan bilim insanları, Akdeniz Bölgesi’nde sadece Türkiye coğrafyası için söylemiyorum; Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya, alt tarafta Cezayir ve Libya’da ciddi yağış düşüklüğü yaşanacağı, uzun vadede ciddi yağış düşüklüklerine bağlıda kuraklık tehdidiyle karşı karşıya olacağız.” “İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ BİTKİ FİZYOLOJİSİ SEYRİNİ DEĞİŞTİRDİ” Genel bir iklim değişikliğinin söz konusu olduğuna dikkat çeken Çiçek, “Ciddi oranda kayısı üretim bahçeleri iklim değişikliğinden etkileniyor. Bunun en bariz örneği; 40-45 yıldır kayısı ciddi bir şekilde ticarete, ihracata konu ediliyor. 1920’lerde de bu bölgede kayısı yetiştiriliyordu. Bu anlamda baktığımızda 20 yıl önce 1400 rakımın üzerinde kayısı bahçesinden bahsedemezdik. Bugün geldiğimiz noktada 1800’lü rakımlarda da kayısı yetiştiriliyor. 2002 yılından bu tarafı 650 rakımdan kayısıda çiçek açma tarihlerini tutuyoruz. 2002 yılında 14 Nisan’da açan kayısı çiçekleri, geçen yıl 16 Mart’ta açtı. 2018 yılında 23 Şubat’ta açtı. Yani bu yaklaşık 1,5 ay erken seyrediyor. İklim değişikliği bütün canlıları ve doğal kaynakları olduğu gibi bitki fizyolojisinin de seyrini değiştiriyor. Dolayısıyla çok ciddi anlamda önümüzdeki yıllarda iklime bağlı olarak ciddi kısıtlamalar olacak. Geçmişte kayısı için en büyük risk ilkbahar geç donlarının olduğunu söylerdik, 23 Nisan’a tekabül edilirdi ama 5 ya da 14 Nisan’dan başlar ayın ortalarına kadar devam eden bir risk vardı. Son 5-6 yıldır baktığımızda artık ilkbahar geç donlarının o kadar etkili olmadığını bunun yerine özellikle 1000 rakımın altında ilkbahar erken yağmurları verim yönünden daha etkili oldu. 800-1000 rakımda kayısının çiçeklenme döneminde yağışlar başlıyor ve bu bir hafta 10 gün sürüyor. Dolayısıyla çok çiçek olmasına rağmen kısır çiçek, meyve tutumu çok düşük oluyor. 10-15 yıl sonra bu bölgelerde artık çiftçilerimiz ekonomik olmayacağı için kayısı bahçesinde kayısı yetiştirmeyecekler ve daha yüksek rakımlara geçecekler” diye konuştu. “40-50 YILDA SEYREDEN KURAKLIK 5 YILLIK PERİYOTLARA DÜŞTÜ” Çiçek, iklim değişikliğine uzun vadede bakıldığında her 50-60 yılda bir bölgenin ürün deseninin değiştiğini kaydederek, “Son 20 yılda iklim değişikliklerinin etkileri sıklaştı. Daha önce 40-50 yılda seyreden şiddetli kuraklık artık 5 yıllık periyotlara düştü. Sıklıkla yağış yokluğu yaşıyoruz” dedi. Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 2 years
Text
Başkan Sönmez "Artık Tükendik"
Tumblr media
Malatya Eczacılar Odası Başkanı Ebru Sönmez, eczacıların ekonomik sıkıntılarla boğuştuğunu ve giderlerin altında ezildiğini ifade ederek, “Son damlaya kadar direndik ama ekonomik sıkıntıda eczacılar giderlerin altında eziliyor. Artık tükendiğimizin resmidir” dedi. Malatya Söz Gazetesi YouTube kanalında ‘Berkman Dulcan İle Manşet Malatya’ programına katılan Sönmez, gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Sönmez, eczacılar olarak zorlu bir süreç geçirdiklerini ifade ederek, “Elazığ depremi sonrasında pandemi patlak verdi. Şimdide ekonomik sıkıntılar ciddi safhada” dedi. Eczacıların en yakın sağlık danışmanı olduğunu kaydeden Sönmez, bütün eczacıların bulundukları yerlerde büyük bir sağlık hizmeti sunduğunu anlattı.  “PANDEMİ DÖNEMİNDE ÜZERİMİZE DÜŞEN HER ŞEYİ YAPTIK” Ebru Sönmez, pandemi döneminde ücretsiz maske dağıtımını üstlendiklerini anımsatarak, “Pandemi döneminde daha çok hasta geldi. Yükümüzü 10 kat artırdık. Türkiye genelinde doktorlardan sonra vefat olarak eczacılar ikinci sırada, en büyük ölümü aslında eczacılar olarak biz verdik. Büyük yıkımlar verdik ama dört elle işimize sarıldık. Aşıyı bile üstlenmeye hazırdık. Ne yapmamız istenirse her konuda destek olmaya hazır olduğumuzu söyledik. Vicdani sorumluluğumuzun farkındayız. Pandemi döneminde nöbet tutan eczacı sayımızı bile artırdık. Zorlu bir süreçti ama planlı, programlı bir şekilde sorunsuz atlattık. Malatya olarak da birbirimize çok sahip çıktık. İnsanların birbirinden kaçtığı dönemde biz daha çok üzerine gittik” diye konuştu. Eczacıların katılım payını aldıklarını ancak birde muayene ücretlerinin eklendiğini kaydeden Sönmez, “Muayene ücretlerini biz istemiyorduk çünkü tamamen aracı pozisyonundayız. Hastadan alıp devlete veriyoruz, alacağımızdan kesiliyor. Bize yüklendiğinde de geri kaçmadık. Hastaya bu durumu anlatamıyoruz. Hastayla aramızdaki o sıkıntıyı çözemedik” dedi. “ECZACILAR EKONOMİK OLARAK KATKI SAĞLAYABİLECEK DURUMDA DEĞİLLER” Sönmez, şu andaki en büyük sıkıntının ilaç fiyat farklarındaki artışların olduğuna dikkat çekerek, şunları söyledi: “Muayene ücretinin bir şekilde çıktısını alıyorum ve hastaya anlatıyorum. Ama şu ara fiyat farkları o kadar yüksek ki inanın 80 liralık şurup, antibiyotik, ağrı kesici alacak 50 lira fiyat farkı ödüyor. Gecenin bir vakti gelmiş, üzerinde para olmuyor ya da bir şurup için 50 liralık fiyat farkını ödemek istemiyor. Biz kendimizi anlatmaya ve onları da anlamaya çalışıyoruz. Eczacı, ekonomik olarak hastaya katkı sunmak istiyor, bir kısmını ödeyemezse ‘sonra getirisiniz’ diyorlar ama artık eczacılarda ekonomik olarak katkı sağlayabilecek durumda değiller. Hasta geliyor çocuğu yanında, halini görüyorsunuz. O hastayı nasıl ilaçsız göndereceksiniz? Onun için hiçbir eczacımız, hastayı ilaçsız göndermemeye çalışıyor ama bizimde maddi olarak bir şeyleri başarmış olmamız lazım ki katkı sunalım.” “13 YIL SONRA YAPILAN DÜZENLEME SADECE PANSUMAN” Eczacıların ilaçlardan aldıkları kar oranlarının değiştiğini anlatan Sönmez, “23-25 Haziran tarihlerinde Konya’da bölgeler arası bir toplantı yaptık. Orada mesleğin tüm sıkıntılarını masaya yatırdık ve taleplerimizi Sağlık Bakanlığı’na sunduk. Talepler karşılanmazsa, eylemlilik sürecine gideceğimizi ilettik. Yavaş yavaş ilerledik, bir anda miting kararı almadık. Öncesinde müzakerelerimiz sürecek dedik, basın açıklaması yaptık. Bir karşılık alamadık. Temmuz ayında Sağlık Bakanlığımız bir düzenleme yayımladı. 2004’te düzenlenen bir ilaç fiyat kararnamesinden bahsediyoruz. 2009’da da ufak bir düzenleme yapılmış yani 13 yıldır hiçbir şekilde kar oranımız artmamış, hiçbir değişlik yapılmamış. 13 yıl sonra yapılan bu düzenleme sadece pansuman niteliğinde. Her sene düzenlenen bir şey olsaydı bize zaten yeterdi. 13 yılda hiçbir düzenleme yapılmamış, son bir yılda kur farkı, enflasyon, giderlerin ciddi bir şekilde artması nedeniyle yapılan iyileştirme sadece pansumandır” ifadelerini kullandı. “ECZACILARIN İTİBARSIZLAŞTIRILMASINI İSTEMİYORUZ” “Eczacılığın itibarsızlaştırılmasını istemiyoruz” diyen Sömez, şunları kaydetti: “Benim zamanında 14 eczacılık fakültesi varken, şu an bu sayı 59. Bunların mezun olması demek, ortada işsiz eczacıların dolaşması anlamına geliyor. 4-5 bin mezun var ve eczane açmaları kısıtlı, yasaya istinaden Malatya merkezde açamıyorlar, bir iki ilçede var. Bu eczacılarımız mezun olduktan sonra ne yapacaklar? Onlara merhem olamıyoruz. Kamudaki eczacılarımızın çok ciddi sorunları var. Özlük hakları çok ciddi sıkıntıda, başhemşire eczacıdan daha fazla maaş alıyor. Bu kabul edilemez. Büyük bir sorumluluk üstleniyor ama karşılığında bir şey alamıyor. Eczacıların kar oranının azaltılmasına, hastayla karşı karşıya kalmalarına, hastaların ciddi bir şekilde fiyat farkı ödemesine, ilaç yoklarının ciddi şekilde artmasına karşıyız. Şu an ben her ay sıkıntı yaşıyorum. Yerli üretim var ama etken maddeler dışa bağımlı durumda. Etken maddelerle yerli ilaç sanayi olmalıdır. O da bir anda olabilecek bir şey değil. Bizim istediğimiz tamamen üretimi üstlenmemiz, devletinde bunu desteklemesi gerekiyor. Yerli ilaç desteklendiğinde inanın bu sıkıntıları yaşamayız. İlca sanayisi haklı olarak kur farkından dolayı satmak istemiyor. Onlarında ciddi giderleri var. Hak ettikleri fiyatları da alamayınca sorun çıkıyor.” Taleplerinin karşılanmasını beklediklerini ifade eden Sönmez, “Taleplerimiz karşılık görmezse eylemlerimiz devam edecektir. Ekonomik sıkıntılarda sabrımız nereye kadar gider bilmiyoruz. 27 Kasım’da mitinge gideceğiz. Taleplerimiz karşılık bulursa bizde toplanmayız. Devlete bir başkaldırı değil sadece hak arayışıdır. Son damlaya kadar direndik ama ekonomik sıkıntıda eczacılar giderlerin altında eziliyor. Artık tükendiğimizin resmidir” dedi. Read the full article
1 note · View note
mansetmalatya · 4 years
Text
TATLI "OKULLAR DIŞARIDAN GÜVENLİDİR"
Tumblr media
2014 yılından itibaren Malatya İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevini yürüten Ali Tatlı Malatya Milli Eğitim Müdürlüğünün son gününde sitemize özel açıklamaları Genel Yayın Yönetmenimiz Berkman Dulcan’a yaptı. Malatya’da 2014 yılından bu yana Milli Eğitim Müdürü olarak görev yapan Ali Tatlı ile Malatya’da ki son röportajı yapmak bizlere nasip oldu belki de. Kendisine yeni görevinde başarılar diliyoruz. “LGS’DE 2019 İLE 2020’Yİ KIYASLAMAK ŞU DÖNEMDE YANLIŞTIR” Lise Giriş Sınavında 2019 ile 2020’yi kıyaslamanın yanlış olacağını belirten İl Milli Eğitim Müdürü Ali Tatlı “Koronavirüs etkisi maalesef Türkiye’de etkisini gösterdiğinden dolayı Bakanlık bir istatistik yayınlamadı. Malatya’da sınava giren öğrenci sayısı 17 bin. Sınava katılım oranı ise yüzde 90.30 oldu. Bu sınavı sorunsuz bir şekilde atlattık. Sınav sonrası öğrencilerimizin bilgi becerisini de ölçtük, Bizler aslında uzaktan eğitime alışkın bir millet değiliz. Çocuklarımızın birçoğu eşit şartlarda sınava girmedi bunu biliyoruz. Okullar açıkken eğitim herkese eşittir. Lakin okul dışı bu sıkıntı oluşturmakta” diye konuştu. “GÜCÜMÜZ ÖLÇÜSÜNDE MATERYAL DESTEĞİ ÇIKTIK” Özellikle internet alt yapısı, tableti, televizyonu olmayıp eğitimden uzak kalan öğrencilere yönelik soruyu cevaplandıran Tatlı, “İnternet alt yapısı olmayan, internet alt yapısı olupta araç gereç eksiği olanlara Fatih projesi kapsamında Televizyonları evlerine kadar götürüp kurduk, kanalları çekmeyenlerin gidip Televizyon ayarlarını yaptık. Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 5 years
Text
BAYRAK TV'DEN VALİ BARUŞ'A ZİYARET
Tumblr media
İnternet üzerinden yayına başlayan BayrakTv Yönetim Kurulu Başkanı Selahattin Bayrak, Haber Müdürü Berkman Dulcan, Programcı - Gazeteci Rıfat Gökçe ve Bülent Yalvaç, Malatya Valisi Aydın Baruş’u makamında ziyaret etti. Günümüzün en önemli iletişim aracının artık internet olduğunu belirten BayrakTv Yönetim Kurulu Başkanı Selahattin Bayrak "Dünya genelinde artık birçok kanal Web TV olarak yayın yapmakta. Malatya'da bizlerde bir girişimle internet dünyasına BayrakTV yi kazandırmanın gururunu yaşıyoruz" dedi. Vali Aydın Baruş ise ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek BayrakTV'ye yayın hayatında başarılar diledi. Vali Baruş “Malatya ortak bir merkez durumunda. Tarihi ve turistik yerlerin çokluğu, Sağlık Turizmi, Gastronomi alanında başarılı tüm bunlar Malatya’yı önemli kılan etkenlerden. Bu anlamda Malatyanın tanıtıma oldukça fazla gereksini var ve sizler önemli bir görev üstlenmektesiniz. Sizlere başarılar diliyorum” ifadelerini kullandı. BayrakTv Yönetim Kurulu Başkanı Selahattin Bayrak daha sonra Vali Aydın Baruş'a WebTv'nin saatını takdim etti. Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 5 years
Text
BAŞKAN GÜRKAN İLE BİR PROBLEMİMİZ YOK
Tumblr media
AK Parti Malatya İl Başkanı İhsan Koca, Malatya Gazeteciler Cemiyetine ziyaretinde yaptığı konuşmada, "Eleştirilere siyasiler olarak alışkın olmalıyız" dedi. AK Parti Malatya İl Başkanı İhsan Koca, Malatya Gazeteciler Cemiyetine ziyaretinde yaptığı konuşmada, "Eleştirilere siyasiler olarak alışkın olmalıyız" dedi. Malatya Gazeteciler Cemiyeti (MGC) yeni yönetimine, parti yönetim kurulu üyeleri ile birlikte ‘hayırlı olsun' ziyaretinde bulunan AK Parti Malatya İl Başkanı İhsan Koca, istişarelerde de bulundu. Ziyarette ilk olarak konuşan MGC Başkanı Vahap Güner, "İl başkanı iken milletvekili olmuş, sonra tekrar il başkanlığı görevine getirilen deneyimli bir siyasetçi arkadaşımız Sayın Koca'nın cemiyetimizi ziyareti bizleri memnun etti” diyerek, “İlimizin sorunlarını diğer partilere ilettiğimiz gibi, sayın Koca'ya da iletmeyi görev biliyoruz. Ayrıca, başkanımız Haydar Karaduman vefat etmeden önce biran önce yapılmasını arzuladığı cemiyetimizin arsasına basın sitesi yapılması konusunda Büyükşehir Belediye Başkanımız sayın Selahattin Gürkan ve diğer belediyeler söz verdiler. Sayın il başkanımızın bu projeye destek vereceklerine inanıyoruz. “ ifadelerini kullandı. Güner, Malatya'ya uçak seferlerinin arttırılmasını istediklerini de bildirip, Malatya'ya yakışır şekilde uçak seferleri düzenlenmesini talep ediyoruz" şeklinde konuştu. AK Parti Malatya İl Başkanı İhsan Koca ise, Malatya'nın taleplerine cevap vermek için mücadele ettiklerini belirterek, "Basın Sitesi yıllardır gerçekleştirilemedi. İnşallah bizim dönemde nasip olur. Belediyelerimiz destek vereceklerini söylediler. Biz de üzerimize ne düşüyorsa yapmaya hazırız. Malatya'mızın ihtiyaç, talep ve beklentilerini biliyoruz. Uçak seferleri konusunda son dönemde bir baskı oluşturuldu. Malatya'nın yolcu kapasitesi yüksek. İnşallah seferlerin arttırılması ve uygun saatlerde uçakların gelmesi için girişimlerimiz sürüyor. THY yetkilileri bir çalışma yapacaklar. Çalışmanın sonucunda çözüleceğini bekliyoruz" ifadelerini kullandı.  Koca, MansetMalatya.com'dan Berkman Dulcan'ın  AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş'un Malatya ziyaretinde bir muhtarın yaptığı eleştiriyle ilgili soruya ise, "Her şey dört dörtlük gidiyor iddiasında değiliz. Biz doğru olan yapmanın çabasındayız. Eleştiriler elbette yapılabilir, asgari nezaket ölçüleri içerisinde yapılmalıdır. Gönül ister ki, nezaket ölçülerine riayet edilsin. Eleştirilere siyasiler olarak alışkın olmalıyız" cevabını verdi. Koca ayrıca Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan ile İl Parti yönetimi ve Milletvekilleri arasında bir problemin kesinlikle olmadığını ifade etti. Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 5 years
Text
“AHMET BAŞKAN DÖNEMİNDE MALATYA'NIN ÇEHRESİ DEĞİŞTİ”
Malatya AK Parti İl Başkanı İhsan Koca ile Malatya üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Elimizden geldiğince, zamanımız yettiğince ve dilimiz döndüğünce Malatya üzerine sorular yönelttik. 31 Mart seçimlerinden bugüne Belediye Başkanlarının çalışmaları, işsizlik, Pütürge, Yeşilyurt, MHP, Vekiller arasında bir sıkıntı mevcut mu? Malatya’da Muhalefet boşluğu var mı? Bu keyifli sohbeti sizler için derledim… Keyifli okumalar… “HEMŞEHRİLERİMİZE NE KADAR TEŞEKKÜR ETSEK AZDIR” Berkman DULCAN: Öncelikle röportajı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum. 2019 da halkın büyük bir teveccühle gerek merkez ilçe belediye seçimlerini büyük bir farkla kazandınız. Türkiye’de de ilk on da idi Battalgazi, Yeşilyurt ve Büyükşehir üçgenine baktığımızda. Bugün gelinen noktada 10 aylık süreçte başkanlarımızın projelerini beğeniyor musunuz? 10 ay’da neler doğru yapıldı? İHSAN KOCA: Şöyle bir baktığımızda ülkenin ve merkez belediyelerin ekonomik koşulları dikkate alındığında beklediğimizin de üzerinde güzel gelişmelere şahit oluyoruz. Öncelikle sizinde ifade ettiğiniz gibi hem Büyükşehir, hem ilçelerimiz anlamında büyük teveccüh ile Türkiye çapında derece yapmış olmaktan mutluyum. Bunun için hemşehrilerimize ne kadar teşekkür etsek azdır. Büyükşehirler sıralamasında ikinciyiz, Türkiye genelinde. Tüm iler baz alındığında da üçüncüyüz. En yüksek oyla belediye başkanlığını kazanma anlamında. Ama bizim iddialı olduğumuz başka bir husus, oyunu en fazla oranda arttıran il olma konusunda da birinciyiz. Türkiye’ye baktığımızda bizden başka oyunu arttıran başka bir şehir daha yok. Bu bizim için bir gurur meselesi, bize bu gururu yaşatan hemşehrilerimize bir kez daha şükranlarımızı sunuyoruz. Böylesine yüksek bir teveccühle seçilince, bizlerinde özellikle belediye başkanlarının da omuzlarındaki yük bir kat daha artıyor. Ama çok şükür başkanlarımız da bunun farkındalar bu sorumluluk bu bilinçle hareket ediyorlar. Sizlerde şahitsiniz özellikle söylediğim gibi ekonomik anlamdaki imkânsızlıklara rağmen veya ekonomik olumsuzluklara rağmen gerek Büyükşehir de gerek ilçe belediyelerinde çok güzel çalışmalar sergileniyor. Projeler hayata geçiriliyor. Bunların hepsini yan yana koyduğumuzda beklentinin de üzerinde çalışmaya, gelişmeye, güzel gelişmelere doğru gittiğimizi görüyoruz. Büyükşehir belediyemizin biliyorsunuz 717 mahalle köyümüz var, bunların tamamında çalışmalar yürütüldü. Gerek yol, kanalizasyon, altyapı, içme suyu anlamında bir çok çalışma devam etti. Bu ilçelerimizde Arguvan, Arapkir, Doğanşehir de birçok hizmet tamamlandı. Eksiğimiz var hala yapılanmaya devam eden yerlerimiz var. Ama ben inanıyorum ki 2020 yılında o eksik kalan işler de tamamlanarak 2021 de özellikle kırsal mahallelerde ki bu tür sorunların bitmiş olacağına şahit olacağız. İlçe belediyelerimize baktığımızda da güzel çalışmalara imza atıyorlar. Yeşilyurt belediyesi özellikle Göğsümüzü kabartan işler yapıyor. “PÜTÜRGE’DE YAŞANAN OLAYLAR EN ÇOK MİKAİL BAŞKANI ETKİLEDİ” Berkman DULCAN: Ben özellikle 31 Mart seçimlerinden sonra Pütürge’de yaşanan bir olay vardı. Siz siyasetçilerin de kesinlikle tasvip etmediği o günden bugüne Mikail başkan açıkçası ortalarda yok. Biz Basın olarak çok fazla Pütürge’de bir haber alamıyoruz. Seçimden önce çok güzel projelerle sunum yapan Mikail Başkan maalesef aradan geçen zaman diliminde çok sessiz kaldı yaşanan olayların etkisiyle, İl başkanı olarak bu konuda sorularımızı size yöneltebiliyoruz. Pütürge de şu an gelinen noktada durum nedir? İHSAN KOCA: Özellikle sizin de söylediğiniz gibi hiç kimsenin arzu etmediği beklemediği tahmin etmediği bir olay yaşadık bizleri üzen seçim başarımızı, hevesimizi kursağımızda bırakan kutlama bile yapmadık ve programlarımızı iptal ettik. Asıl üzülen ve bundan çokça etkilenen de Mikail Başkan oldu. Dolayısıyla onun bu üzüntüsünü ve sonrasında ailesinden 4 kişinin tutuklanışını, onun ister istemez olaydan çok fazla etkilenmesini sağladı. Mikail başkanımız özellikle bu bir elim durumu ve sonrasından yaşadığı ailevi olayları başkanımızın hareketliliğinin bir kısmını aldı. Tabi ailenin özel işlerinin de aksaması söz konusu oldu, ticari işlerinin aksaması söz konusu oldu. Mikail Başkanımız her ne kadar ticaret dışında olsa da Ailenin bir takım işleri devam eden işleri vardı. Bunların yükü doğal olarak bizim Belediye başkanımızın üzerine resmi veya gayri resmi binmiş oldu. Böyle bir yükün atında, Allah kendilerine yardım etsin çünkü çok zor bir süreç ve yaşadıkları hiç kolay değil. Ama bütün bunlara rağmen Mikail Başkan, Pütürge ile bağını hiç koparmadı. Yakından biliyorum ki öncelikle Pütürge’ye bir sanayi sitesi kazanımında büyük bir mesafe kat etti. Kooperatifler konusunda birçok mesafe kat etti. Pütürge’nin özellikle içme suyu, sulama suyu gibi ihtiyaçları bizzat Başkanım başında durarak çalışmaları gerçekleştirildi. Diğer belediyelerimiz için ne söylüyorsak Pütürge için çok daha geçerlidir. Ekonomik anlamda küçük ilçelerimizin de nüfusları az olduğu için, gelirler az, sadece iller bankası paraları var başka bir gelir kaynağı yok. İnşaat gelirleri, ruhsat gelirlerinden vb gelirlerden kaynak olmadığı için ister istemez maddi anlamda proje uygulama konusunda fazla bir çalışma yapılamıyor. Fakat Mikail Başkanın Şiro Çayı ıslah projesi ve oradan oluşturulacak tarım alanlarının seracılık anlamında kullanılması için yaptığı çalışması bu konudaki iddiası devam ediyor, bizim kendisine inancımız tamdır. Kendisi o projenin peşini bırakmayacak belki yüzlerce hektar alan tarıma kazandırılmış olacak. Tabiri caizse sıfıra yakın rakımı olan bir bölgede tarım arazisi yapılacak. Çok verimli bir tarım projesi hayata geçmiş olacak. Buna canı gönülden inanıyor Mikail Başkan. İnşallah önümüzdeki dönemde belki bu yıl değil de önümüzde ki yıl 2021 yılında projenin başladığını görürüz.   “YENİ MALATYA YEŞİLYURT’TUR” BERKMAN DULCAN: Bu anlamda şunu söylemek istiyorum. Kimsenin proje üretmediği bir dönemde Yeşilyurt Belediye başkanı Sayın Mehmet Çınar 44 tane projeyle ortaya çıktı ve bu projeleri yapacağım dedi ve 2 tane de Büyük ödül aldı ki bunların bir tanesi de Fransa’da alınan ödül. Bu anlamda Yeşilyurt diğer ilçelerden biraz daha öne çıkmış kendini gösteriyor. Yeşilyurt’ta ki bu başarıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? İHSAN KOCA: Aslında tüm belediye başkanlarımız için başarılı diyebiliriz çok rahatlıkla. Yeşilyurt Belediye Başkanımızın birkaç tane avantajlı olduğu konu vardı. Bunlardan birkaç tanesi şöyle hem belediye meclis üyeliği yapmış olması, hem Belediye Başkan yardımcılığı yapmış olması, ayrıca yaklaşık 9 ay kadar Belediye Başkanlığı görevinde bulunması yani işe sıfırdan değil de işe biraz daha hâkim olması etkenleri var. Bu onun için büyük bir avantaj. Kendisi için teknik anlamda teknik işleri bilen bir kişi olduğu için de orda da bir avantajlı bir durum söz konusu. Yeşilyurt Belediyesi diğer belediyelerimize nazaran gelirin biraz daha fazla olması,  şehrimizin gelişen bölgesi konumunda olması yani artık Yeni Malatya Yeşilyurt’tur. Yani artık Fahri Kayahan’dan sonra Yeni Malatya başlıyor gibi bir durum oluştu. Gerek Fahri Kayahan, gerek Güngör Caddemiz, Gerek Altın Kayısı bulvarımız, gerek Bostanbaşı, Barguzu caddemiz. Ve devamında Yakınkentimiz, Yakıncamız şuanda Malatyamızın gelişen Bölgeleri. İster istemez orada inşaat sayımız fazla olduğu için gelirde bundan kaynaklı fazla oluyor. Bu demek değildir ki hepsi belediyemizin kesesine giriyor. Hayır yeni gelişen bir yer olduğundan, park, çevre düzenlemesi, aydınlatma bunlar yeni kaynak gerektiren yatırımlar oluyor. Ama Yeşilyurt belediyesi bu anlamda bir proje geliştirerek, geçtiğimiz aylarda çevre ödülü alan bir proje gerçekleştirilmesiyle ödül aldı. Fransa-Paris de bir ödül aldı. Lezzet vadisi projesiyle sürdürülebilir tarihi doku anlamında güzel bir proje uyguluyor. Tabi bu projelerin bir geçmişi de var, önceki Belediye başkanımız sayın Hacı Uğur Polat'ın başlattığı projeler de var ama hani devlette devamlılık esastır ön görüsüyle sayın Mehmet Çınar başkanımız da hizmete hizmet katmaya devam ediyor. Biz de kendilerini tebrik ediyoruz bu hem aldıkları ödüllerinden hem de çalışmalarından dolayı. “STK’LAR TOPLUMUN SORUNLARINA GÖRE HAREKET ETMELİ SIÇRAMA TAHTASI OLARAK GÖRÜLMEMELİ” Berkman DULCAN: Yakın döneme gelirsek her defasında önünüze gelen muhtar, sarık kart, telefonlara çıkmama olaylarını sormayacağım. Sizin o gün bir konuşmanız vardı. Son olarak KayisiHaber.com sitesinde vermiş olduğunuz röportajda, bir cümleniz dikkatimi çekti. ''Bizim sözümüz muhtarlara değil, popülizm yapan STK üyelerine'' diye bir cümle kullandınız. Bu kişinin AK Parti ile yakından ilgili olması veya bir adaylık mı söz konusu oldu? İHSAN KOCA: Kesinlikle böyle birşey yok. Benim söylemek istediğim tek bir kişiye değildi, kişilere idi. Bir STK temsilcimiz konuştu ama biz STK’larımızın gerçekten sivil toplumun ihtiyaçlarına hizmet etmesi gayesi ile hareket etmesini bekliyoruz, fakat STK’larımız bazen sıçrama tahtası olarak kullanılmak isteniyor. Yani STK başkanlarımız bir süre sonra başka yerlere adım atma teşebbüsünde bulunuyorlar. Bu olamaz mı, olabilir tartışmaya açık bir konu. En doğal haktır fakat bu sıçrama hareketiyle beraber bir takım popülist durumlar olabiliyor. Yani ben orada bir kişi veya iki kişiyi hedef alarak söylemedim ben genel yaklaşım olarak değerlendirdim. Öyle bir anlayış olduysa onu da düzeltmiş bulunayım. “MHP MALATYA TEŞKİLATI İLE BİR SORUN YAŞAMIYORUZ” Berkman DULCAN: Özellikle MHP(Milliyetçi Hareket Partisi) hükümete en büyük desteği veren partidir. Seçimlerden sonrada MHP gerek Malatya’da Selahattin Gürkan gerek Ak Partiye verdiği desteği hepimiz biliyoruz. Lakin son zamanlarda özellikle mecliste geçtiğimiz ay Sayın Fendoğlu'nun bir konuşmasında ''Ego sahibi insanlar Malatya'ya zarar vermektedir'' şeklinde bir kısa konuşma sonrasında gelinen noktada birçok açılışta özellikle Sayın Selahattin Gürkan ile yanyana olan Fendoğlu’yu açılışlarda şuan yanyana göremiyoruz. Şuan bir sıkıntı var mı? bu bir merak konusu. İHSAN KOCA: Benim bildiğim kadarı ile bir sıkıntı yok biz Cumhur İttifakı oluşumundan itibaren hem yerel teşkilatlar olarak, genel başkanlar arasındaki çok yakın diyaloglardan sonra bizde yerel teşkilatlar arası güzel bir diyalog gerçekleştirdik öyle de devam ediyordu. Yani birebir de yaşanmış özelde yaşanmış bir durum var mı bilemiyorum. Bizler arasında bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum. “AK PARTİ TEŞKİLATI İLK GÜNKÜ AŞKLA CANLA, BAŞLA ÇALIŞIYOR” Berkman DULCAN: Malatya'da bir muhalefet boşluğu var mı? Oluşan bu Muhalefet boşluğu sizleri de kamçılamıyor. Yani, Ak Partinin ilk dönemde ki çalışkanlığı biraz durulmuş gibi. İhsan KOCA: Yani söylediğinize katılmıyorum. Bizler hem AK Parti teşkilatları olarak, hem AK Parti belediyeleri olarak, AK Parti milletvekilleri olarak ilk gün nasıl çalışıyorsak ve koşturuyorsak şuanda da öyle çalışılıyor ve koşturuluyor. Milletvekillerimiz hemen hemen her hafta sonu buradalar ve çalışıyorlar. Bunlar ilçe, mahalle, köy ziyaretleri. STK ziyaretleri resmi kurum ziyaretleri, Kanaat Önderlerini ziyaret ediyorlar. Tabi bunları yanında birçok özel sohbet yapılıyor. Milletvekillerimiz sanki bir seçim dönemindeymişiz gibi her hafta program uyguluyorlar hemşehrilerimizle dirsek teması, göz temasındalar. Bunu devam ettiriyoruz. Yine biz teşkilat olarak belki bir ay bir dinlenme aşaması geçirdik seçimlerden sonra. Tüm gayretimizle Kongre hazırlığına başladık. Biliyorsunuz ki bizim kongre hazırlıklarımız Ekimden itibaren başladı. Delege seçimlerde oy kullanacak üye tespitlerine başladık. Ve nasip olursa Şubatın 29 unda ilçe kongrelerimizde o süreci devam ettireceğiz. Nasip olursa Şubat 29 ile Mart 29 arası yani bir ay içinde de ilk etapta 4-5 ilçemizin kongresini gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Eğer o takvim gerçekleşirse kongre sürecinde hızlı bir şekilde yol almış olacağız. “KONGRELERİN TEK ADAY USULÜ OLACAĞINA İNANIYORUM” Berkman DULCAN: Kongrelerinizde yine tek aday usulü mü devam edecek. Çünkü Demokrasinin vazgeçilmezi Çoklu Adaylardır İHSAN KOCA: Tek aday usulü olacağına inanıyorum. Haklısınız. Bizler öncelikle aday tespitlerimiz kongrede devam edecek ilçe başkanlarımız için çok ayrıntılı titiz çalışmalar yapılıyor. Öncesinde tüm teşkilatın görüşleri alınıyor. Milletvekillerinin görüşleri, Belediye Başkanı görüşleri alınıyor. Onlar değerlendiriliyor. Bunları hem biz yapıyoruz, hemde bizle yetinilmiyor, genel merkez koordinatörlerimiz tarafından yapılıyor ve en temiz ve en güçlü isim seçilmesine yönelik çalışmalar devam ediyor. “İKİNCİ BİR ADAYIN OLMASINDA HİÇ BİR ENGEL YOKTUR” Berkman DULCAN: Örnek veriyorum diyelim ki başkanlık için en uygun isim İHSAN KOCA dediler. Fakat vatandaşlar örnek veriyorum Berkman DULCAN dedi. Bu isimleri de öne attı, Şimdi ne kadar çok kişi yarışırsa AK Parti buradan daha güçlü ve daha çalışkan bir tempoyla çıkmaz mı? İHSAN KOCA: Mutlaka fark olabilir, fakat artılar olduğu kadar eksileri de olabilir. Ama biz şunu gözden uzak tutmamız lazım. Bir ilçe oy kongresinde oy kullanacak hemşehrimiz sayısı 400 dür. Seçilmiş delege sayısı budur. Biz zaten kongreden önce bu delegenin birçoğunun görüşünü almış oluyoruz ve hali ile ikinci bir aday çıkmıyor. Elbette çıkabilirler elbette Demokratik bir yarışta o anlamda olabilir buna hiçbir engel de söz konusu değil. “MUHALEFET BOŞLUĞU HİSSEDİLİYOR” Berkman DULCAN: Tekrar soruyorum, Malatya'da sizce bir muhalefet boşluğu var mı? İHSAN KOCA: Aslında muhalefet boşluğu hissediliyor. Ama bizi kamçılaması anlamında şu anki bir muhalefetle daha farklı bir muhalefet olsaydı farklı mı çalışırdık. Biz her zaman aynı heyecanla, aynı şevkle,  Malatya için, Partimiz için bir şeyler yapmanın gayreti içerisindeyiz. Bu sadece teşkilat için değil, milletvekili ve Belediye başkanlarımız için de böyle. Gördüğünüz gibi Yeşilyurt başkanımız ödül alıyor Büyükşehir başkanımız yaz boyu tüm mahallelerde yoğun bir çalışma içinde idi. Benim bildiği 56 yerde şantiye kurmuştu belediye. Muhalefet olsa daha fazla ne yapabilirdi ki. “BİZ DOĞRU BİLDİĞİMİZİ YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ” Berkman DULCAN: Örnek vereyim Ak Parti’de de milletvekilliği yapmış Süleyman Sarıbaş şu anda İyi Parti il başkanı mesela. Bu biraz daha Malatya muhalefetini canlandırabilir mi? İHSAN KOCA: Dediğim gibi bu bizim açımızdan değişmez biz yine doğru bildiğimizi doğru şekilde yapmaya devam edeceğiz. “AHMET BAŞKAN DÖNEMİNDE MALATYA'NIN ÇEHRESİ DEĞİŞTİ” Berkman DULCAN: Sayın Selahattin Gürkan geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı. Dedi ki '' 10 yılda yapılmayan hizmeti, 8 ayda yaptık'' gibi bir cümle kullandı. Vatandaşın düşüncesi Ahmet Çakır döneminin yani kısada olsa Hacı Uğut Polat döneminin hiçe sayılmış gibi bir izlenim veriyor. İHSAN KOCA: Yoğun çalışmayı örneklendirme anlamında 10 yıl yapılabilecek bir hizmeti biz 8 aya sığdırdık şeklinde konuştuğunu düşünüyorum ben. İnkâr edemeyiz özellikle Ahmet başkanın döneminde Malatya’nın çevresi değişti, belediyecilik anlamında. Selahattin Başkan seçimden sonra ekonomik imkânsızlıklara rağmen dediğim gibi ilçelerde köyde çalışmalar gerçekleştirdi.  Daha önce başlanan yollarda bir gayret gösterdi bir kısmını tamamladı. Mesela yüz akı caddesinin dikey çevre yoluna bağlantıları açısından. Kalan kısmın asfaltlanması konusunda gayret gösterdi. Bu anlamda 8 ayda 10 yıla yayılacak hizmeti yaptık anlamında söylemiştir. “AK PARTİ’DE KİMSENİN KİMSEYLE BİR PROBLEMİ YOK” Berkman DULCAN: Son dönemde Ak Parti milletvekilleri ve il başkanı ya da Belediye Başkanı arasında bir sıkıntı olup olmadığı merak ediliyor. İHSAN KOCA: Bu anlamda gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki en küçük bir problem yok. Şöyle ki biz Ankara’ya gittiğimizde vekillerimizin standart olarak Çarşamba günü akşam yemeği buluşma programlarına biz de buradan gittiğimizde il başkanımızla beraber katılıyoruz. Yani 4’lü yemek programı 6’lı yemek programına çıkıyor. Biz son dönemlerde hepsine katıldık. Yine benim ve vekiller arasında bir problemimiz yok. Çünkü hepsiyle ahbaplık seviyesinde ilişkilerimiz var, bu yönden vekillerimiz sağ olsunlar bizi kırmıyorlar fedakârlık gösteriyorlar. Belediye Başkanımız sorsanız yine öyle güzel bir diyalog ortamı oluşturduk kendi aramızda. Belediye Başkanımızın vekillerde diyalogu, şu anda ben yokum belediye başkanımız Ankara’da yine bir yemekte beraber olacaklar. Öyle bir problemimiz yok. “OSB’DE ARSA TAHSİSİ NOKTASINDA ZORLANIYORUZ” Berkman Dulcan: Malatya cazibe merkezlerinde 6. sırada fakat Malatya’ya yatırım çekemiyoruz işsizlik sayımız had safhada. İHSAN KOCA: O konuyu düzeltmek lazım şu anda yatırım konusunda en cazip illerden birisi. Organize Sanayi bölgemizde arsa tahsis etme konusunda zorlanıyoruz. Mahmut bey Ticaret meclis üyesi olaylara birebir şahit. Geçen gün bir yatırımcımız için bizde gittik. Arsa tahsisi konusunda. Şu anda hem tekstil alanda hem de ileri teknoloji anlamında Malatya çok cazip bir hale geldi. Talepler çok. Son dönemde açılan fabrikalarımız var ve bu bizim elimizi de rahatlatıyor bize iş için gelen hemşehrilerimizi oralara yönlendiriyoruz. Yine arsa tahsis konusunda Sanayi ve Teknoloji Bakanımızında gelmesi işimize yaradı. Organize sanayi bölgesindeki kamulaştırma verileri konusunda sayın Bakanımız bir miktar para gönderecek o da bizim elimizi rahatlatacak. Arsa tahsisindeki o tıkanıklığı da o gelen ödenekle açmış olacağız ve Malatya yatırım çekmeye devam edeceğiz. “BİZE GELEN TALEPLERİN ÇOĞU İŞSİZLİKLE İLGİLİ” Berkman DULCAN: Bugün buraya gelirken genç bir kardeşimiz ile sizin yanınıza geleceğimizi söyledim. Dedi ki özellikle başkana şu soruyu sorar mısın.''Cumhurbaşkanımız dedi ki 30 yaşın altında evlenecek olan vatandaşlara bizlerin sonuna kadar desteği vereceğiz. Fakat 30 yaşın altında kimse evlenemiyor. Gerek işsizlikten gerek farklı şeylerden. Özellikle İhsan Başkan Malatya'da bununa ilgili ne düşünüyor? İHSAN KOCA: Dediğin gibi bize gelen taleplerin çoğu işsizlikle ilgili. Ama şöyle bir sıkıntımız daha var gelen arkadaşlar Fabrikada çalışmayı kabul etmiyorlar. Ya belediyede ya hastanede iş istiyorlar fakat hepsine bu alanlarda iş bulmak mümkün değil. Tabi biz kabul edenlere iş konusunda onlardan da ricacı oluyoruz. Bizim farklı bir desteğimizi arzu ediyorsa kendisiyle de görüşebiliriz. Evlenirse de kendisine hediyesini takarız. Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 5 years
Text
TÜRKİYE SON 10 YILINI KAYBETTİ
Yeni partilerin kurulması ile birlikte kimlerin İl Başkanı, kimlerin milletvekili olacağı konusunda iddialar da ortada dolaşmaya başladı… Bilindiği gibi yıllardır BİLSAM’ın başkanlığını başarılı bir şekilde yürüten Prof. Dr. İbrahim Gezer, 2014’de Ak Parti’den tekrar aday olmayacağını açıklamıştı. Fakat geçtiğimiz günlerde İstanbul Şehir Üniversitesine aktif destek vermesi ve eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu ‘Gelecek Parti’si için sosyal medya platformu Twitter üzerinden ‘Hayırlı Olsun’ tweeti atması kafalarda soru işaretine yol açmış ve Prof. Dr. Gezer Gelecek Partisi’nde siyasete hazırlanıyor izlenimine yol açmıştı. Bayrak TV olarak konunun muhatabı Prof. Dr. İbrahim Gezer ile BİLSAM’dan AK Parti’ye, Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Partisi’nden Ekonomiden Sorumlu Eski Devlet Bakanı Ali Babacan’ın kuracağı siyasi oluşuma kadar birçok konuyu konuştuk, herhangi bir partide görev alıp almayacağını sorduk… Akıllarda hiçbir soru işareti kalmayacağına inandığımız bu keyifli sohbetle sizleri baş başa bırakıyoruz. Berkman DULCAN: Öncelikle bizleri kırmayıp bu röportajı kabul ettiğiniz için Bayrak TV adına sizlere teşekkür ediyorum. Malatya deyince Araştırmacı kimliğiyle öne çıkan bir isimsiniz. BİLSAM gibi bir kurumu Malatya’da öne çıkardınız ve gerçekten bizlere göre muhteşem işler yaptı BİLSAM. Malatya ile ilgili birçok veriyi ön plana çıkarttı. BİLSAM’ın kuruluşu itibarı ile günümüze gelişine kadar birçok yerde önemli rol aldınız. Röportajıma önce BİLSAM’dan başlamak istiyorum. BİLSAM nasıl oluştu ve nasıl buralara geldi BİLSAM’da bundan sonra neler olacak? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Sorunuz için teşekkür ederim. Öncelikle düşüncelerimi paylaşma fırsatı verdiğiniz için Bayrak TV mensuplarına ve sizlere teşekkür ederim. Sizin de bildiğiniz gibi hayatın farklı çevreleri var, bunlardan Kamu Yönetimi var, Özel sektör var, bir de sivil toplum var. STK’lar kamu ve özel sektörden sonra üçüncü sektör olarak kabul ediliyor. Bunların birbirini dengelemeleri ve hepsinin yani kamunun, özel sektörün, Sivil Toplum Kuruluşlarının, Yerel Yönetimlerin, Belediyelerin, Üniversitelerin vb. kurumların beraberce hayatı geliştirmeleri gerekir. Bu toplumu bu ülkeyi beraberce bir yere taşımaları gerekir. Türkiye’de Kamu Sektörü her zaman güçlü olmuştur ama Sivil Toplum kuruluşlarının çoğu zaman zayıf kaldığına şahit oluyoruz. Özel Sektör de fena değildir Türkiye’de fakat Sivil Toplum Kuruluşlarının ciddi sorunlarla yüz yüze olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bunun bazı sebepleri var. Dönem dönem insanlar bir derneğe bir vakfa üye olduğu için soruşturmalar ve çok ciddi hukuki sorunlar yaşadılar. Terör örgütü olmakla suçlandılar legal derneklere ve vakıflara üye oldukları için.12 Eylülde yüzlerce hatta binlerce Sivil Toplum Kurumu kapatıldı. En son yaşanan FETÖ darbe girişimiyle birlikte insanlar Sivil Toplum Kuruluşlarına karşı mesafe koydular. Bunların hepsi düşünüldüğünde Sivil Toplum Kuruluşları yeterince gelişmiyor ülkemizde. Sivil Toplum kuruluşlarının gelişmemesinin bir sebebi de demokratik standartlarımızın yeterli olmamasıdır. Sivil Toplum demokratik ortamlarda gelişir. Eşit vatandaşlığın olduğu, Hukukun üstünlüğünü benimsemiş toplumlarda gelişir. Özgürlüklerin garanti altına alındığı, basın ve medyanın özgür olduğu, muhalif insanların kendini rahatlıkla ifade edebildiği toplumlarda gelişir, yasama, yürütme ve yargının bağımsız olduğu ve bunların birbirini denetleyebildiği, başı dertte olan insanların rahatlıkla gidip hakkını arayabildiği toplumlarda sivil toplum gelişir. Fakat bizim ülkemizde maalesef bu konuların tamamında sıkıntılar yaşandığı için bir türlü Sivil Toplum istenilen yerde değildir. Hatta ülkemizde yaşanılan bu kaoslar, krizler hatta terör olayları, darbe girişimleri bunların olmasının sebepleri bizim bir türlü demokratik bir ülke olamayışımızdan kaynaklanır. Bir türlü gerçekten eşit vatandaşlığı esas alan, çoğulculuğu esas alan, hukukun üstünlüğünü esas alan bir ülke olamayışımızın sonuçlarını yaşıyoruz. Bir ülkede yasama, yargı ve yürütme birbirinden bağımsız tutulabiliyorsa, denge denetleme sistemleri çalışıyorsa, bunlar birbirini denetleyebiliyorsa ya da demokratik standartlar yükselmişse, insanlar siyasete kolaylıkla katılabiliyorsa, insanlar rahatlıkla örgütlenebiliyorsa, vakıf ve dernekler rahatlıkla faaliyetlerini yürütebiliyorsa, farklı bir parti kuran insanlar kovuşturmaya uğramıyorsa ya da hainlikle suçlanmıyorsa, yani demokratik standartlar belli bir yere taşınmışsa orada hem Sivil Toplum çok daha iyi gelişir hem demokratik standartlar yükselir hem de en önemlisi böyle bir ülkede ne ekonomik kriz olur ne terör olayları olur ne de darbeler ya da darbe girişimleri olur. Bir ülkede bu kadar darbe girişimleri yaşanıyorsa veya bu kadar terör örgütleri arz-ı endam ediyorsa bu kadar krizler kaoslar yaşanıyorsa o ülkenin hukukun üstünlüğü konusunda sıkıntıları vardır, demokratik standartlarında sıkıntılar vardır, iktidarın ve mülkün eşitliği konusunda sıkıntılar vardır demektir. Bugün demokratik olup da gelişmeyen tek bir ülke yoktur dünyada, ya da demokratik olmayıp da gelişen tek bir ülke de yoktur. O halde yapılması gereken şey belli, ülkeyi demokratikleştirmek… Daha adaletli, daha eşitlikçi, daha çoğulcu, daha özgürlükçü, hukukun üstünlüğünün esas alındığı, insan haklarının esas alındığı, denge denetleme sistemlerinin kurulabildiği bir ülke oluşturmak… Hedef bu olmalı. O halde yapılması gereken başka bir şey ise bu sorunları aşmaya ve bahsettiğimiz değerlerin yaygınlaşmasın katkı yapacak Sivil Toplum Kuruluşları kurmak gerekiyor. Ya da siyasi partiler kurmak gerekiyor ya da vakıf ve dernekler kurmak gerekiyor ya da özel sektördeyseniz buna kaynak ayırmak gerekiyor, çünkü bu ülke bizim ülkemiz, çocuklarımız bu ülkede yaşayacak, bu ülke kimsenin babasının çiftliği değil. Bir grubun, bir partinin ve ya bir kuruluşun ülkesi değil. Bu ülke hepimizin ülkesi… Bu da demek oluyor ki hepimizin bu ülkede sorumlulukları var. Bizde 2005 yılında bir gurup eğitimci, akademisyen, iş adamı ile bir araya geldik. Başta daha sınırlı sayıda arkadaşımız işin içindeydi, fakat 2009’dan sonra katılımlar arttı ve BİLSAM aktif bir sivil toplum kuruluşuna dönüştü. 2005 ten 2009’a kadar Bilgi Yolu ismiyle faaliyet gösterdi. Daha sonra BİLSAM adını aldı ve kamuoyuna açıldı. Daha sonra ulusal ve uluslararası projeler gerçekleştiren bir kuruma dönüştü. Bu süreçte BİLSAM fiziki altyapısını tamamladı. BİLSAM hâlihazırda 3000 metre kare kapalı alanı ve 3 binası olan, 10 birimi olan içlerinde 8-10 çalışan ekip arkadaşımızın olduğu, farklı kesimlerden 300 civarında üyeye ve insan kaynağı olan, birimlerini kurup oluşturmuş, eğitim, araştırma, yayıncılık birçok alanda faaliyet gösteren güzel bir STK’ya dönüştüğünü düşünüyorum. BİLSAM’ın başkanlığını bırakmamız kamuoyuna istifa ettiğimiz şeklinde yansıdı. Bu böyle olmadı. Olağan Genel Kurul vardı ve ben aday olmadım. Zaten bir süredir arkadaşlarımızla konuşuyorduk, önümüzdeki genel kurulda aday olmayacağımı söylemiştim. BİLSAM da 2 yıl da bir kere genel kurul yapılıyor. 2 yıl dolmuştu. Böyle olunca da insanlar herhalde, Sivil Toplum Kuruluşunu bıraktığına göre siyaset yapacak gibi düşüncelere sahip oldular. Oysa bırakma sebebim, bu tür görevlerin sınırlı süreli olması gerektiği düşüncemle ilgiliydi.  Dolayısıyla Sivil Toplum da dâhil tüm yöneticilik sürelerinin sınırlı süreli olması gerektiğini düşünüyorum. Temelde bu yüzden bırakma kararı aldım. Çünkü ne zaman sınırlı süreli yönetimden bahsetsek kendi durumumuz gündeme geliyordu. Berkman DULCAN: BİLSAM özellikle ekonomik analizler konusunda çok iyi işler çıkarttı Malatya için, Ülke genelinde de ekonomik kriz had safhada. Malatya’da özellikle organize sanayi bölgelerini düşünürsek 2018 ve 2019 yılları arasında en fazla iş yeri kapanan şehirler arasında 3. sıradayız. BİLSAM olarak dışarıya özellikle organize sanayi bölgemizdeki fabrikalara ekonomi üzerine destek verdiniz mi? Bu anlamda BİLSAM Sivil Toplum Kuruluşundan yararlanmak isteyenler çıktı mı? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Sorunuz için teşekkür ederim. Çok güzel bir soru. Sizinde bildiğiniz gibi Sivil Toplum Kuruluşları kamu kaynağı kullanan kuruluşlar değildir. Kendi aralarında bir araya gelmiş insanların aidatlarıyla, bağışlarla yol almaya çalışan kuruluşlardır. Dolayısıyla şehirler için yatırım yapacak kaynak bütçeleri olmaz. Böyle bir imkânımız yoktur. Ama ne yapabilir Sivil Toplum Kuruluşları, farkındalık oluşturabilir, bununla ilgili araştırmalar yapabilir, bununla ilgili konferanslar düzenlenebilir, paneller yapılabilir sempozyumlar yapılabilir, her alanı ayrı olarak inceleyebilir. Tarımı, sanayiyi, eğitimi vs… farklı alanlarla ilgili araştırmalar ortaya koyalabilir. Bunlar Sivil Toplumun yapması gereken eylem ve etkinlikler. BİLSAM olarak bu saydıklarımın tamamını yaptık.Yüzlerce konferans, seminer, sempozyum, panel… BİLSAM’ı önemli kılan bir etkinlikte de araştırma raporlarıdır. Malatya ile ilgili 20’ye yakın araştırma raporu hazırlandı. Eğitimi ayrı, tarımı ayrı, ekonomisi ayrı incelendi. İlçeleri tek tek ele aldık, ilçelerle ilgili ayrı ayrı raporlar hazırladık ve yol haritalarını çıkardık. Geçtiğimiz aylarda Malatya Ekonomi Raporu başlıklı bir Rapor yayınladık. Şu anda da Vali beyin talebi ve ricası üzerine göç raporu hazırlıyoruz. En son hazırladığımız Ekonomi Raporunda, Dünyada ekonomi nereye gidiyor, Türkiye’de nereye gidiyor, en son da daha geniş olarak Malatya’da ekonomi nereye gidiyor diye inceledik. Ekonomi ne durumda, nereden nereye gelmişiz hepsini inceleyip bir yol haritası ortaya koyduk. Ya da son 10 yılda nereden gelip nereye gitmişiz hangi alanda nasıl yol kat edilmiş bunları tek tek belirledik. Bundan sonrası Sivil Toplumun işi değil. Gerisi bütçe işi, icra kurumlarının işi… Türkiye’de  bir şehirle ilgili bu kadar çalışma yapılmış, bu kadar araştırma yapılmış başka bir örnek bilmiyorum. Varsa da bu sevindirici bir şey tabii. Berkman DULCAN: Peki bu çalışmalar diğer kurumlar nezdinde karşılık buluyor mu? Bir örnek vereyim sizlere. 5 yıl kadar önce biz Malatya Kayısı Raporu diye bir rapor çıkarmıştık. O zamanlar kayısıda çok yaygın don hasarı oluşmuştu ve çiftçilerimiz ciddi sıkıntılar yaşıyordu. Bir bankanın müdürü ziyaretime gelmiş ve şöyle demişti. “Hocam siz belki yaptığınız çalışmaların neye tekabül ettiğini takip etmiyor olabilirsiniz, ben size bir örnek vermek istiyorum. Ben kayısıda oluşan hasar yüzünden bankanın genel merkezine bir dilekçe göndererek Malatya çiftçisine 25 Milyon TL ekstra bir kredi hakkı tanınmasını talep ettim. Yazdığım dilekçeyle ilgili RED kararı geldi. Sonra sizin yazdığınız rapor elime geçti. Malatya Kayısı Raporunu okuduktan sonra, Kayısının Malatya için ne kadar önemli olduğunu, gelirin tabana nasıl yayıldığını öğrendim ve aynı dilekçeyi sizin kullandığınız istatistiklerle sizin argümanlarınızla destekleyerek yeniden yazdım ve yine 25 Milyon TL istedim, fakat bu kez banka bize 25 değil, 30 Milyon TL’lik bir kredi açtı.’’ Berkman DULCAN: Biraz siyasi kimliğinize girmek istiyorum. Ak Partiden temel yoklamalarında ismi öne çıkmış. Belediye Başkanlığı ve Milletvekilliğiyle anılmış bir İbrahim GEZER var. Ne dersiniz bu konularda… Prof. Dr. İbrahim GEZER: Dediğiniz gibi bizim 2013 ve 2014 yıllarında yani yaklaşık bir yıl içinde 2 kez aday adaylığı denememiz oldu. Biri, Büyükşehir Belediye Başkanlığıydı, diğeri de Milletvekilliği için… Temayül sonuçlarını zaten biliyorsunuz. Sıralamamızı söyleyip başka aday adayı arkadaşları kırmak istemem, gerçekten çok iyi sonuçlar alınmasına rağmen olmadı. Bunlar Türkiye’deki Siyasi partiler yasasının cilveleri. Bizde maalesef siyasi partiler yasası çok sıkıntılı. Türkiye’de yaşanılan birçok sorunun tek sebebi siyasi partiler yasasıdır. Siyasi Partiler kanunu maalesef Türkiye’de bir oligarşi anlayışına yol açtı. Tepeden birkaç kişinin Türkiye’yi istediği gibi dizayn etmesine yol açtı. Ülkeye iyi katkılarda bulunabilecek, siyasete katılmak isteyen insanların önü engelleniyor. Bilirsiniz birkaç gün önce sayın Ali Babacan’ın bir TV programı oldu. Orada şöyle bir ifadesi oldu, bana çarpıcı gelmişti, diyor ki dünya çapında tanınan bir iktisatçıyla konuştuk, istişare ettik (tahminim Darun Acemoğlu). Ona dedim ki “Hocam Türkiye’nin şu şu sorunları var, sizce bu sorunları çözmeye nereden başlamalıyız”. Bana verdiği cevapta siyasi partiler kanunundan başlamanız gerektiğini söyledi. Maalesef bizde siyasi partiler kanunu adeta Türkiye’yi genel başkanların oyuncağı haline getiriyor. Böyle bir siyasi partiler yasası olabilir mi? Nitekim ben o sonucu görünce seçim aday adaylığı sonuçlandıktan sonra bir basın açıklaması yapmış ve böyle bir aday belirleme süreci olduğu sürece tekrar siyaset düşünmeyeceğimi söylemiştim. Berkman DULCAN: Biliyorsunuz yeni bir Parti kuruldu. Kuruluşunda sizin attığınız bir tweet gündeme oturdu. BİLSAM’da yönetim görevinize son verdiğiniz de gelen bilgiler arasında. İnsanlar sizin Gelecek Partisi İl Başkanı olabileceğinizi düşünüyor. Bu konu hakkında neler söylersiniz? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Kullandığım ifadeyi tam hatırlayamıyorum ama sanırım şöyle yazmıştım ‘’Ülkemizde,  otoriter, merkeziyetçi ve ideolojik devlet yapısının değişimini öngören her öneri, her proje, her girişim değerlidir, bu yüzden yeni parti hayırlı olsun’’ diye bir paylaşımda bulunmuştum. Sanıyorum insanlar bu yüzden böyle düşündüler. Ya da Şehir Üniversitelerine aktif bir destek vermiştim Sosyal Medyada. Zira Şehir Üniversitesinin kapatılması ya da kayyum atanması benim için bir cinayettir ve büyük bir haksızlıktır. Berkman DULCAN: Simit Sarayına 500 Milyon TL’lik bir borcu Ziraat Bankası kanalıyla alınıp ödenirken Şehir Üniversitesi gibi akademik destekli bir Eğitim kurumunu 72 Milyon TL’lik bir borcu yüzünden dışlanmasına tepki gösterdiniz zannediyorum Prof. Dr. İbrahim GEZER: Evet kesinlikle, bu kesinlikle kabul edilemez bir şey. Bir şehirde yaklaşık 10 bin öğrencisi olan 1000 akademik ve idari personeli olan.  Ülkenin en seçkin üniversitelerinden bir tanesidir. Yakından tanıdığım için biliyorum. Bütün yönetimi, personelleri tanırım, BİLSAM olarak da ortak çalışmalar yaptığımız bir üniversite. Kendi çocuğum da orada burslu okudu. Çok yakından tanıdığım bir üniversite. Dolayısıyla böyle bir Üniversitenin sudan bahanelerle sırf siyasi sebepler yüzünden kapatılması çok kötü bir şey. Sayın Ahmet Davutoğlu böyle bir Parti kurmasaydı tahmin ediyorum kimse şehir üniversiteleriyle uğraşmayacaktı. Buna vicdanı olan, insanlıktan azıcık nasiplenmiş herkesin karşı çıkması gerekir. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyi bir şekilde öğrenmemiz gerekiyor. Ben Şehir Üniversitesine Twitter üzerinden aktif şekilde destek verince ve Gelecek partisi hakkında böyle bir ‘’Hayırlı Olsun’’ Tweet’i yayınlayınca insanlar Gelecek Partisiyle alakam olduğunu düşünmüş olabilirler. Şunu açıkça söyleyeyim Gelecek Partisi ile ilgili herhangi bir ilgim, ilişkim ve düşüncem yoktur. Doğrusunu isterseniz Ahmet Davutoğlu beyi önemserim, Ülkemizde önemli bir siyaset insanıdır. Öncelik olarak bizler onu Hoca olarak önemseriz. Eserlerinden de istifade etmişizdir. Ama Ahmet Davutoğlu beyin siyaset üslubunun ve tarzının benimle çok uyuştuğunu söyleyemem. Şunu da söyleyeyim özellikle Ahmet Davutoğlu beyin, Başkanlık sistemiyle ilgili tavırlarını ben çok eleştirmiştim. Çok eksileri, çok siyasi hataları olmuş olabilir, ama özellikle cumhurbaşkanlığı sistemi konusundaki tavrı beni çok yaralamıştı. Bu sistemin geçmesini engelleyecek 2 kişiden biri olarak görüyordum kendisini. Fakat insiyatif almadı. Buna çok kırılmıştım. Dolayısıyla Gelecek Partisiyle ilgili olarak üslup, tarz, lider merkezlilik gibi sebepler yüzünden kendimi çok yakın bulmuyorum. Böyle bir değerlendirme yapmamız, elbette ki Sayın Ahmet Davutoğlu’na haklı olduğu yerde ‘’Hayırlı Olsun’’ demeyeceğimiz anlamına gelmez. Ya da Şehir Üniversitesi gibi haklı bir meselede destek olmayacağımız anlamına gelmez. Berkman DULCAN: Yani İbrahim Gezer ne Davutoğlu’nun, ne de Ali Babacan’ın kuracağı partide olmayacak diyebilir miyiz? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Ali Babacan bey hakkında şunu söyleyeyim. Türkiye’de yaşadığımız sorunları biliyoruz. Türkiye’de şu anda özgürlükler konusunda, ekonomi konusunda, basın konusunda ciddi sorunlar var. Türkiye iddialarını ve ideallerini kaybetti. Türkiye’de ideal arayışı ortadan kalktı. Adalet, Özgürlük, Barış, Kardeşlik, Hak, Hukuk arayışı inişe geçti, bunun seslendirilmesi gerekiyor. Türkiye’nin şuan da yeni bir siyasi anlayışa ihtiyacı var. Peki, bunu kim temsil edebilir derseniz, buna en yakın anlayışın Babacan’a ve ekibine ait olduğunu düşünüyorum. Kendisiyle ve hareketiyle bir ilgim olduğundan değil, sadece dışarıdan gözlemleyen birisi olarak Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şeyin bu yapıda olduğunu düşünüyorum. Bu yapının çıkışı biraz Ak Partinin 2002 de ki çıkışına benziyor, ancak ondan daha çoğulcu ve daha çok ilke merkezli olduğunu düşünüyorum. Üye sistemini daha çok önemseyeceklerini ve daha çok yenilikler katacağını bekliyorum. İlke ve değerlerin daha çok koruma altına alınacağını tahmin ediyorum. Bu hususlarla ilgili yeni mekanizmalar getireceklerini düşünüyorum. Lider merkezli bir yapılanma yerine, kadro merkezli, ilke merkezli bir yapı olacağını düşünüyorum. En önemlisi sınırlı-süreli bir yönetim yaklaşımı getireceklerini düşünüyorum. Bunun Türkiye için önemli olduğuna inanıyorum. Zira Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu siyaset tarzının daha çok merkezde duran, daha çoğulcu olan, daha çok özgürlüklerinden yana duran, üyenin ve delegenin önemsendiği ve sınırlı süreli yönetimin esas alındığı bir yapıya ihtiyacımız var. Bu ilkelerin olmaması yüzünden Doğu Coğrafyası, Afrika coğrafyası maalesef sefalet içinde kırılıyor. Size bir örnek vermek isterim, Thomas More “Ütopya” kitabını 1500lü yılların başında yazmıştır. Thomas More o dönemde İngiltere’de Başbakan yardımcılığı da yapmış fakat Kralla anlaşmazlığa düşmüş, muhalif duruma gelmiş. O günlerde de maalesef biz de olduğu gibi baskılar var. Bir korku Cumhuriyetine dönüşmüş. Thomas More’da açıkça konuşamadığı için oturup bir kitap yazmış ve rahatsızlıklarını onun üzerinden ifade etmeyi denemiş. Kitapta bir Ada ülkesini anlatır. Bu ülkede herkes mutlu ve huzurludur, herkesin bir evi vardır. Herkes birlikte çalışıyor, birlikte üretiyor. Ürettikleri şeyleri birlikte ortak stok yapıyorlar. Herkes ihtiyacı kadarını alıp ihtiyacını gideriyor. Herksin bir evi var, fakat hiç kimse bir evde on yıldan fazla oturamıyor. On yıldan sonra değiştirmek zorundalar. Peki, bu ne anlama geliyor, neden böyle yapıyorlar. Çünkü 10 yıldan fazla aynı yerde kalındığında mülkiyet duygusu oluşur. O da istenmeyen bir şeydir. Aynı şey yöneticilik için de geçerlidir. Bir makamda 8-10 yıldan fazla kalan kişi orayı temellük eder adeta. Yani orayı mülkü gibi hissetmeye başlar ve istediği gibi tasarrufta bulunur. Kaldı ki bir kişi hangi konumda olursa olsun 10 yılda istediği her şeyi yapabilir. Hani söylediniz ya BİLSAM’da neden aday olmadınız diye, BİLSAM da 7 yıl başkanlık yaptım ve BİLSAM’a katabileceğim her şeyi arkadaşlarımızla kattık zaten. Bundan sonra yapılabilecek elbette çok şey var, fakat BİLSAM’ın imkânlarıyla ancak bu kadarı yapılabiliyor. İsterseniz Cumhurbaşkanı olun, isterseniz Başbakan olun on yıl bir makamda kalıpta o ülkeye, o şehre verebileceğiniz tek bir şey kalmaz. Yani bir adam bir yerde yirmi beş yıl kalıyorsa örneğin Melih Gökçek, yapacağı şeyi ilk on yılda yapmıştır zaten. Diğer on beş yıl, zorunluluklar onu orada tutmuştur. Dolayısıyla bir makamda on yıldan fazla kalırsan o makamı mülkün gibi görmeye başlarsın. Ondan sonra kişi, hesap vermemeye başlar. Etrafını eş, dost, amcaoğlu, dayıoğlu, damat, enişte doldurur. Artık kimse ona hesap soramaz hale gelir. Bakın ABD ülke olarak iyi bir örnek değildir, emperyalist bir ülkedir, çok eleştiririz, ama bakın bir konuda iyi bir örnektir… Amerika 1780’li yıllarda kurulurken Gerorge Washington 4+4 iki dönem 8 yıl başkanlık yaptıktan sonra 3. döneme aday olmaz. Israr edenlere de ‘’Burası bir kamu görevi, buranın bir sınırı olması gerekir. Biz ömür boyu kalacaksak krallıkla neden savaştık?’’ der. Ondan sonraki 150 yıl boyunca hiçbir başkan 3. döneme aday olmaz. Yasaklayan bir hüküm falan olmamasına rağmen. İki dönemden fazla yapan tek istisna vardır, ikinci dünya savaşı sırasında Franklin D. Roosevelt. Dört dönem üst üste yapmıştır. Fakat onun ardından başta kendi partisi olmak üzere, diğer partiyle bir araya gelerek “Buna bir sınır getirelim. Amerika kimsenin mülkü değildir’’ derler. Ve 1951’den itibaren iki dönem şartı anayasaya girer. Amerika ile aynı dönemde Meksika da bağımsızlığını kazanır 1780’lerde. Orada da bir general vardır ve başkan seçilir. Fakat bir süre sonra kendini Meksika kralı ilan eder ve ölünceye kadar iktidarda kalır, ondan sonra gelenler de aynı şeyi yapar. Bugün bu iki ülkeden biri dünyanın en güçlü ve zengin ülkesi, diğeri ise bir fırsatını bulup kendini Amerika’ya atmaya çalışanların ülkesi… Sınırlı süreli Yönetim önemlidir. Dolayısıyla bir parti kurulurken bunu tüzüğünü koyuyorsa ki Gelecek Partisi’nin tüzüğünde rastlayamadım. Fakat Sayın Babacan ve arkadaşlarından bunu bekliyorum. Böyle bir şeyin gelmesinin önemsiyorum, Türkiye’nin ihtiyacı olan bu. Merkezde olan, herkese eşit mesafede duran, bütün dinlere, ideolojilere eşit mesafede duran, kimseye bir din ya da ideoloji dayatmayan, özgürlükleri koruma altına alan bir yaklaşım. Gelişen Dünya’ya bakın, sorunlarını çözmüş olan ülkeler hepsi bu ilkelerle gelişiyorlar. Berkman DULCAN: Peki Sayın Babacan’a olan sıcaklığınızdan yola çıkarak, onun kuracağı Partide sizin de görev alma ihtimaliniz var mı? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Bir daha tekrar edeyim. Gelecek Partisi, Ak Parti veya başka parti fark etmez, iyi bir şey yapınca destek olmak gerekir ama yanlış işler yapınca da eleştirmek gerekir. Hatta bir hadis var bununla ilgili, “Hiç kimseye sonuna kadar seninleyim demeyin, iyi işler yaparsan yanındayım, fakat kötü işler yapar ve insanlara zulüm edersen senden uzağım deyin’’ diyor. Başka bir örnek, Mehmet Akif ERSOY İttihat ve Terakki cemiyetine katılırken bir sözleşme, bir ant imzalaması istenir. Maddelerden birinde “Teşkilatın bütün emirlerine kayıtsız, şartsız itaat edeceğime” ifadesini görünce, Akif bunu kabul etmez ve maddeyi, “Teşkilat iyi ve hayırlı emirlerine kayıtsız şartsız itaat edeceğim’’ şeklinde değiştirir ve öyle imzalar. Bizim yaklaşımımızda bu olmalı.  Babacan ve ekibinin yaklaşımlarının kendi yaklaşımlarımla çok örtüştüğünü düşünüyorum doğrusu. Kişisel olarak tavrım ne olur derseniz, ben siyaseti her zaman önemseyen biriyim, geçmişte Sivil Toplum alanında bir sürü şey yaptık ve gördük ki bir ülke de siyaset ıslah edilmemişse, demokratik bir siyasal sistem kurulmamışsa, ne sivil toplum bir yere varabiliyor, ne de eğitim sistemi, ekonomi ya da başka bir sistem bir yere varabiliyor. Politik sistem yani siyasal sistem, bütün sistemlerin üst sistemidir. Politik sistemi düzeltmeden, ıslah etmeden ne sivil toplumda ne eğitimde, ne de ekonomi de kalıcı bir şey yapabilirsiniz. Bir siyasal kriz gelir ve her şeyi yok eder. İstanbul Şehir Üniversitesi bu ülkenin en özel projelerinden biriydi, ne oldu, haklı oldukları halde bir şey yapabildiler mi? Oysa o emek siyasete verilmiş olsaydı, belki de şimdi yargının çalışabildiği, denge denetleme sisteminin olduğu, herkesin hukuk karşısında eşit sayıldığı demokratik bir ülkede yaşıyor olacaktık. Bakın 15 Temmuz da ki darbe girişimi bir şeyi ortaya çıkardı. Biz bu ülkeyi demokratikleştiremediğimiz için bu darbeler meydana geliyor. Eğer gerçekten demokratik bir ülke olsaydık, siyasi partiler yasamız demokratik olsaydı, insanlar aday yapılmak için Pensilvanya’ya el, etek öpmeye giderler miydi? Onun yerine gider parti üyesini, delegesini ve halkı ikna etmeye çalışırlardı. Fakat bizim ülkemizde, aday falan olmanın şartı emek vermek ya da temayül yoklamalarında birinci çıkmak falan değil, tepede birilerine yakın olmaktır. Yine eğer biz eğitimde çocuklara analitik düşünmeyi, eleştirel yaklaşımı öğretebilseydik, dindar Anadolu çocuklarından, darbeci yetiştiren sistem çalışır mıydı? Bu ülkeyi demokratikleştiremediğimiz için insanlar meşru yöntemlere değil, gayri meşru yöntemlere yöneliyorlar. Şuanda bir derneğe üye olduğu için terör örgütü suçlamasıyla karşı karşıya olan insanlar var. Zamanında legal olan bankaya para yatırdığı için şu anda mahkemelerde olan insanlar var. Bir terör örgütünün yüz binlerce üyesi olabilir mi? Beş bin olur, on bin olur, bilemedin yirmi bin olur. Dolayısıyla bir derneğe bir vakfa üye olmanın  terör örgütü üyeliğiyle yargılandığı bir ülkede Sivil Toplum’u geliştiremezsiniz. Demokratikleşme sorunu halledildiğinde bu ülkedeki sorunların birçoğu hallolacaktır. Bir ülkede Politik sistemi düzeltmeden diğer sistemleri düzeltmeniz imkânsızdır. Bu yüzden siyaseti önemsiyorum. Sorunuza gelecek olursak, şu anda böyle bir şey yok, bir teklif de almadım, şu anda akademide çalışmalarımıza devam ediyoruz. Siyasetin şöyle bir avantajı vardır, bir şeyi on yılda yapabilecek iken siyasetle bunu çok daha kısa sürelerde yapabilirsiniz. Dediğim gibi şuanda böyle bir teklif yok. Ancak bir şekilde Türkiye’nin demokratik yeni bir yapılanmaya gitmesi gerekiyor. Ak Parti bu ülkeye geldiğinde 3 Y ile mücadele edeceğiz demişlerdi. Yani yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluk… Ama şimdilerde yasaklar bu ülkede eskisinden daha fazla hale geldi. Basın artık tek sesli oldu, gösteri ve yürüyüş yapma hakkı fiilen ortadan kalktı. Bir açıklama yapmak isteseniz hemen polis müdahale ediyor, dans edenlere dâhi müdahale ediyor. Oysa insanlar rahat rahat kendini ifade edebilmeli, açıkalama yapabilmeli, şiddete başvurmadıkça ve kamu faaliyetlerini aksatmadıkça yürüyüş yapılabilmeli. Bu ülkede farklı bir partiye oy verdi diye insanlar ihanetle suçlanıyor. Yeni bir parti kuranlar hainlikle suçlanıyor. Oysa insanlıktan zerre kadar hisse almış bir kişi başka partiye oy verdi diye insanları hainlikle suçlayabilir mi? Bu ülke kimsenin babasının çiftliği değildir. İnsanlar istediği partiye oy verebilmeli, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanabilmeli ve yeni partiler kurabilmelidirler. Berkman DULCAN: Hükümet yanlısı olmayan STK’ların karşısına hemen yedek bir STK açılıyor. Oradan kişiler alınıyor. Prof. Dr. İbrahim GEZER: Sözünüzü kesiyorum fakat yoksulluk ile ilgili iki rakam vermek istiyorum. Ak Parti başa geldiğinde ilk 2 dönem çok güzel işler yaptılar. Gerek siyasi alanda gerekse yolsuzlukla mücadele anlamında çok güzel çalışmalar yaptılar ama maalesef bu kazanılanların hepsini geriye kalan dönemde Türkiye olarak kaybettik. Bakın Türkiye’de hiçbir alan 2012 hatta 2008’den daha ileride değil. Milli gelire bakın, demokratikleşmeye bakın, işsizliğe bakın hepsinde ciddi bir gerilemeler var. Türkiye son 10 yılını kaybetmiş görünüyor. Milli gelir 13,500’lere kadar çıkmıştı, tekrar 8,000’lere kadar düştü. Yani Dünya ortalamasının altına düştü. 80 Milyonluk Türkiye 8 milyarlık Dünya ortalamasının altında bir milli gelire sahip. Oysa Ak Parti bunu dünya ortalamasının üzerine çıkarmıştı, şimdi tekrar alt seviyelerde. Yoksulluk konusu mesela. Şu an asgari ücret konuşuluyor, Akşam sabah açıklanacak diye bekleniyor. Şu anda Türkiye’nin toplam çalışanlarının yüzde 40’ı asgari ücretlerle çalışıyor, diğer yüzde 43’ü ise asgari ücretin iki katına çalışıyor. Bu ne anlama geliyor, tüm çalışanların yüzde 83’ü 4000 bin TL ve daha altı bir parayla çalışıyor. Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğunu biliyoruz. Açlık sınırını 2615 TL, yoksulluk sınırı ise  6700 TL civarında. Bu durumda Türkiye’de çalışanların yüzde 83’ünün yoksulluk sınırının altında yaşadığı ortaya çıkıyor. Yaklaşık 20 milyon insan da açlık sınırının altında çalışıyor. Türkiye’de 17 milyon insan sosyal yardımlarla hayatını idame ettirebiliyor. İşsizliğin geldiği rakamları görüyoruz yüzde 15’leri bulmuş durumda. Gençler arası işsizlik %30’a yaklaştı. 3 gencimizden biri işsiz. Öte taraftan ülke adeta bir korku Cumhuriyetine dönüştü, Tweet atmaktan korkan insanlar haline geldik. Peki böyle bir ortamda bazı insanlar yeni ideallerin peşine düşmemeli mi? Türkiye’de yolsuzluklarla mücadele edilebilir mi? Yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız değilse, ki maalesef Türkiye’de bağımsız değil, nasıl mücadele edeceksin?  Yürütme zaten biliyorsunuz bir kişi o da Cumhurbaşkanı. Yasamayı yürütme belirliyor zaten. Yargıyı ya Cumhurbaşkanı belirliyor ya da onun seçtiği Milletvekilleri belirliyor. Peki, sizin denetlemeniz nerede kaldı. Bu erkler birbirini nasıl denetleyecekler? Bakın kimseyi eleştirmek için söylemiyorum, bizim de eksiklerimiz bizim de hatalarımız var, herkesin olabilir. Sorun olan bunların tekrar konuşulup düzeltilmesi gerektiği. Bu konularda bir şey yapılması gerekiyor. Berkman DULCAN: Mevcut Hükümet’i eleştiriyoruz peki, mevcut hükümet neleri doğru yapmaları gerekiyor? Ve neler düzene girerse eski istatistikler geri gelmiş olur? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Ak parti ile ilgili iki şey söyleyeceğim. Ak partiyi 2 ye ayırmamız gerekiyor, ilk 10-12 yılda çok güzel işler yaptılar, fakat son 8-10 yıldır güzel işler yapılmıyor. Bana sorarsanız Ak Parti misyonunu önemli oranda tamamlamış bir partidir. Bu kadar oyu nasıl aldığına gelirsek, muhtemelen Türkiye’de umut veren alternatifler olmadığından alıyor. İnsanlar kendine alternatif bulamıyor belki. Berkman DULCAN: Biraz da Malatya’yı değerlendirmenizi istesek, neler söylemek istersiniz? Malatya yaklaşık Türkiye’nin yüzde birini oluşturan bir Şehirdir. 30 Büyükşehirden biridir. Ulusal ve küresel kültürel mirasa çok şeyler katmış bir şehirdir. Ne kadar iyi gidiyor derseniz biz bunu en son verilerle birkaç ay önce yayınladığımız “Malatya Ekonomi Raporu”nda ortaya koymaya çalışmıştık. “Malatya Vizyon 2023” başlıklı bir rapor hazırlamıştık orada da bütün istatistikler mevcut. İnsan kaynağını yenileyemeyen bir Malatya var karşımızda. Yerel ve küresel olarak nereye oturacağını henüz belirleyememiş bir Malatya var. Dolayısıyla el yordamıyla yol almaya çalışan bir Malatya var. Yerel yöneticiler ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar, fakat şunu soralım Malatya son on yılda nereden nereye geldi? Merak eden arkadaşlar bu konularda hazırlanmış raporlara bakabilirler. Hatta son 20 yıla, 30 yıla bakalım, insan kaynağı olarak, Malatya ulusala ve küresele ne katmıştır? Aklıma çok kimse gelmiyor. Berkman DULCAN: Zevkli bir sohbetti teşekkür ederim, buradan son olarak söylemek istediğiniz bir şey varsa dinleyelim. Prof. Dr. İbrahim GEZER: Bu ülke hepimizin ülkesi. Bizim insanımız yani Anadolu insanı belki dünyanın en güzel insanı, fakat sistem kurma noktasında sıkıntılarımız var. Bunu aşmamızın bir yolu, beka söylemi gibi söylemlerden, hamasetten, kutuplaşmadan, ötekileştirmeden uzak durmamız gerekiyor. Bu ülkenin beka sorunu falan yoktur, eğer varsa da bu ülkenin hukukun üstünlüğünü benimseyememiş olmasından dolayı vardır, insan haklarının garanti altına alınamamasından dolayı vardır. Demokratik sistemler kuramamasından dolayı vardır. Bu ülke hala darbe anayasasıyla yönetiliyorsa, hukukun üstünlüğünden bahsetmek söz konusu olabilir mi? Hem siyasette hem diğer alanlarda güzel ve hayırlı olan girişimleri desteklemek gerekiyor. Gelinen noktada, bu ülkenin yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. Bu ülkeyi nasıl beraberce ileriye taşıyabileceğimizi birlikte konuşmamız gerekiyor. Bana bu fırsatı verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim. Read the full article
0 notes
mansetmalatya · 5 years
Text
TÜRKİYE SON 10 YILINI KAYBETTİ
Yeni partilerin kurulması ile birlikte kimlerin İl Başkanı, kimlerin milletvekili olacağı konusunda iddialar da ortada dolaşmaya başladı… Bilindiği gibi yıllardır BİLSAM’ın başkanlığını başarılı bir şekilde yürüten Prof. Dr. İbrahim Gezer, 2014’de Ak Parti’den tekrar aday olmayacağını açıklamıştı. Fakat geçtiğimiz günlerde İstanbul Şehir Üniversitesine aktif destek vermesi ve eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu ‘Gelecek Parti’si için sosyal medya platformu Twitter üzerinden ‘Hayırlı Olsun’ tweeti atması kafalarda soru işaretine yol açmış ve Prof. Dr. Gezer Gelecek Partisi’nde siyasete hazırlanıyor izlenimine yol açmıştı. Bayrak TV olarak konunun muhatabı Prof. Dr. İbrahim Gezer ile BİLSAM’dan AK Parti’ye, Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Partisi’nden Ekonomiden Sorumlu Eski Devlet Bakanı Ali Babacan’ın kuracağı siyasi oluşuma kadar birçok konuyu konuştuk, herhangi bir partide görev alıp almayacağını sorduk… Akıllarda hiçbir soru işareti kalmayacağına inandığımız bu keyifli sohbetle sizleri baş başa bırakıyoruz. Berkman DULCAN: Öncelikle bizleri kırmayıp bu röportajı kabul ettiğiniz için Bayrak TV adına sizlere teşekkür ediyorum. Malatya deyince Araştırmacı kimliğiyle öne çıkan bir isimsiniz. BİLSAM gibi bir kurumu Malatya’da öne çıkardınız ve gerçekten bizlere göre muhteşem işler yaptı BİLSAM. Malatya ile ilgili birçok veriyi ön plana çıkarttı. BİLSAM’ın kuruluşu itibarı ile günümüze gelişine kadar birçok yerde önemli rol aldınız. Röportajıma önce BİLSAM’dan başlamak istiyorum. BİLSAM nasıl oluştu ve nasıl buralara geldi BİLSAM’da bundan sonra neler olacak? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Sorunuz için teşekkür ederim. Öncelikle düşüncelerimi paylaşma fırsatı verdiğiniz için Bayrak TV mensuplarına ve sizlere teşekkür ederim. Sizin de bildiğiniz gibi hayatın farklı çevreleri var, bunlardan Kamu Yönetimi var, Özel sektör var, bir de sivil toplum var. STK’lar kamu ve özel sektörden sonra üçüncü sektör olarak kabul ediliyor. Bunların birbirini dengelemeleri ve hepsinin yani kamunun, özel sektörün, Sivil Toplum Kuruluşlarının, Yerel Yönetimlerin, Belediyelerin, Üniversitelerin vb. kurumların beraberce hayatı geliştirmeleri gerekir. Bu toplumu bu ülkeyi beraberce bir yere taşımaları gerekir. Türkiye’de Kamu Sektörü her zaman güçlü olmuştur ama Sivil Toplum kuruluşlarının çoğu zaman zayıf kaldığına şahit oluyoruz. Özel Sektör de fena değildir Türkiye’de fakat Sivil Toplum Kuruluşlarının ciddi sorunlarla yüz yüze olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bunun bazı sebepleri var. Dönem dönem insanlar bir derneğe bir vakfa üye olduğu için soruşturmalar ve çok ciddi hukuki sorunlar yaşadılar. Terör örgütü olmakla suçlandılar legal derneklere ve vakıflara üye oldukları için.12 Eylülde yüzlerce hatta binlerce Sivil Toplum Kurumu kapatıldı. En son yaşanan FETÖ darbe girişimiyle birlikte insanlar Sivil Toplum Kuruluşlarına karşı mesafe koydular. Bunların hepsi düşünüldüğünde Sivil Toplum Kuruluşları yeterince gelişmiyor ülkemizde. Sivil Toplum kuruluşlarının gelişmemesinin bir sebebi de demokratik standartlarımızın yeterli olmamasıdır. Sivil Toplum demokratik ortamlarda gelişir. Eşit vatandaşlığın olduğu, Hukukun üstünlüğünü benimsemiş toplumlarda gelişir. Özgürlüklerin garanti altına alındığı, basın ve medyanın özgür olduğu, muhalif insanların kendini rahatlıkla ifade edebildiği toplumlarda gelişir, yasama, yürütme ve yargının bağımsız olduğu ve bunların birbirini denetleyebildiği, başı dertte olan insanların rahatlıkla gidip hakkını arayabildiği toplumlarda sivil toplum gelişir. Fakat bizim ülkemizde maalesef bu konuların tamamında sıkıntılar yaşandığı için bir türlü Sivil Toplum istenilen yerde değildir. Hatta ülkemizde yaşanılan bu kaoslar, krizler hatta terör olayları, darbe girişimleri bunların olmasının sebepleri bizim bir türlü demokratik bir ülke olamayışımızdan kaynaklanır. Bir türlü gerçekten eşit vatandaşlığı esas alan, çoğulculuğu esas alan, hukukun üstünlüğünü esas alan bir ülke olamayışımızın sonuçlarını yaşıyoruz. Bir ülkede yasama, yargı ve yürütme birbirinden bağımsız tutulabiliyorsa, denge denetleme sistemleri çalışıyorsa, bunlar birbirini denetleyebiliyorsa ya da demokratik standartlar yükselmişse, insanlar siyasete kolaylıkla katılabiliyorsa, insanlar rahatlıkla örgütlenebiliyorsa, vakıf ve dernekler rahatlıkla faaliyetlerini yürütebiliyorsa, farklı bir parti kuran insanlar kovuşturmaya uğramıyorsa ya da hainlikle suçlanmıyorsa, yani demokratik standartlar belli bir yere taşınmışsa orada hem Sivil Toplum çok daha iyi gelişir hem demokratik standartlar yükselir hem de en önemlisi böyle bir ülkede ne ekonomik kriz olur ne terör olayları olur ne de darbeler ya da darbe girişimleri olur. Bir ülkede bu kadar darbe girişimleri yaşanıyorsa veya bu kadar terör örgütleri arz-ı endam ediyorsa bu kadar krizler kaoslar yaşanıyorsa o ülkenin hukukun üstünlüğü konusunda sıkıntıları vardır, demokratik standartlarında sıkıntılar vardır, iktidarın ve mülkün eşitliği konusunda sıkıntılar vardır demektir. Bugün demokratik olup da gelişmeyen tek bir ülke yoktur dünyada, ya da demokratik olmayıp da gelişen tek bir ülke de yoktur. O halde yapılması gereken şey belli, ülkeyi demokratikleştirmek… Daha adaletli, daha eşitlikçi, daha çoğulcu, daha özgürlükçü, hukukun üstünlüğünün esas alındığı, insan haklarının esas alındığı, denge denetleme sistemlerinin kurulabildiği bir ülke oluşturmak… Hedef bu olmalı. O halde yapılması gereken başka bir şey ise bu sorunları aşmaya ve bahsettiğimiz değerlerin yaygınlaşmasın katkı yapacak Sivil Toplum Kuruluşları kurmak gerekiyor. Ya da siyasi partiler kurmak gerekiyor ya da vakıf ve dernekler kurmak gerekiyor ya da özel sektördeyseniz buna kaynak ayırmak gerekiyor, çünkü bu ülke bizim ülkemiz, çocuklarımız bu ülkede yaşayacak, bu ülke kimsenin babasının çiftliği değil. Bir grubun, bir partinin ve ya bir kuruluşun ülkesi değil. Bu ülke hepimizin ülkesi… Bu da demek oluyor ki hepimizin bu ülkede sorumlulukları var. Bizde 2005 yılında bir gurup eğitimci, akademisyen, iş adamı ile bir araya geldik. Başta daha sınırlı sayıda arkadaşımız işin içindeydi, fakat 2009’dan sonra katılımlar arttı ve BİLSAM aktif bir sivil toplum kuruluşuna dönüştü. 2005 ten 2009’a kadar Bilgi Yolu ismiyle faaliyet gösterdi. Daha sonra BİLSAM adını aldı ve kamuoyuna açıldı. Daha sonra ulusal ve uluslararası projeler gerçekleştiren bir kuruma dönüştü. Bu süreçte BİLSAM fiziki altyapısını tamamladı. BİLSAM hâlihazırda 3000 metre kare kapalı alanı ve 3 binası olan, 10 birimi olan içlerinde 8-10 çalışan ekip arkadaşımızın olduğu, farklı kesimlerden 300 civarında üyeye ve insan kaynağı olan, birimlerini kurup oluşturmuş, eğitim, araştırma, yayıncılık birçok alanda faaliyet gösteren güzel bir STK’ya dönüştüğünü düşünüyorum. BİLSAM’ın başkanlığını bırakmamız kamuoyuna istifa ettiğimiz şeklinde yansıdı. Bu böyle olmadı. Olağan Genel Kurul vardı ve ben aday olmadım. Zaten bir süredir arkadaşlarımızla konuşuyorduk, önümüzdeki genel kurulda aday olmayacağımı söylemiştim. BİLSAM da 2 yıl da bir kere genel kurul yapılıyor. 2 yıl dolmuştu. Böyle olunca da insanlar herhalde, Sivil Toplum Kuruluşunu bıraktığına göre siyaset yapacak gibi düşüncelere sahip oldular. Oysa bırakma sebebim, bu tür görevlerin sınırlı süreli olması gerektiği düşüncemle ilgiliydi.  Dolayısıyla Sivil Toplum da dâhil tüm yöneticilik sürelerinin sınırlı süreli olması gerektiğini düşünüyorum. Temelde bu yüzden bırakma kararı aldım. Çünkü ne zaman sınırlı süreli yönetimden bahsetsek kendi durumumuz gündeme geliyordu. Berkman DULCAN: BİLSAM özellikle ekonomik analizler konusunda çok iyi işler çıkarttı Malatya için, Ülke genelinde de ekonomik kriz had safhada. Malatya’da özellikle organize sanayi bölgelerini düşünürsek 2018 ve 2019 yılları arasında en fazla iş yeri kapanan şehirler arasında 3. sıradayız. BİLSAM olarak dışarıya özellikle organize sanayi bölgemizdeki fabrikalara ekonomi üzerine destek verdiniz mi? Bu anlamda BİLSAM Sivil Toplum Kuruluşundan yararlanmak isteyenler çıktı mı? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Sorunuz için teşekkür ederim. Çok güzel bir soru. Sizinde bildiğiniz gibi Sivil Toplum Kuruluşları kamu kaynağı kullanan kuruluşlar değildir. Kendi aralarında bir araya gelmiş insanların aidatlarıyla, bağışlarla yol almaya çalışan kuruluşlardır. Dolayısıyla şehirler için yatırım yapacak kaynak bütçeleri olmaz. Böyle bir imkânımız yoktur. Ama ne yapabilir Sivil Toplum Kuruluşları, farkındalık oluşturabilir, bununla ilgili araştırmalar yapabilir, bununla ilgili konferanslar düzenlenebilir, paneller yapılabilir sempozyumlar yapılabilir, her alanı ayrı olarak inceleyebilir. Tarımı, sanayiyi, eğitimi vs… farklı alanlarla ilgili araştırmalar ortaya koyalabilir. Bunlar Sivil Toplumun yapması gereken eylem ve etkinlikler. BİLSAM olarak bu saydıklarımın tamamını yaptık.Yüzlerce konferans, seminer, sempozyum, panel… BİLSAM’ı önemli kılan bir etkinlikte de araştırma raporlarıdır. Malatya ile ilgili 20’ye yakın araştırma raporu hazırlandı. Eğitimi ayrı, tarımı ayrı, ekonomisi ayrı incelendi. İlçeleri tek tek ele aldık, ilçelerle ilgili ayrı ayrı raporlar hazırladık ve yol haritalarını çıkardık. Geçtiğimiz aylarda Malatya Ekonomi Raporu başlıklı bir Rapor yayınladık. Şu anda da Vali beyin talebi ve ricası üzerine göç raporu hazırlıyoruz. En son hazırladığımız Ekonomi Raporunda, Dünyada ekonomi nereye gidiyor, Türkiye’de nereye gidiyor, en son da daha geniş olarak Malatya’da ekonomi nereye gidiyor diye inceledik. Ekonomi ne durumda, nereden nereye gelmişiz hepsini inceleyip bir yol haritası ortaya koyduk. Ya da son 10 yılda nereden gelip nereye gitmişiz hangi alanda nasıl yol kat edilmiş bunları tek tek belirledik. Bundan sonrası Sivil Toplumun işi değil. Gerisi bütçe işi, icra kurumlarının işi… Türkiye’de  bir şehirle ilgili bu kadar çalışma yapılmış, bu kadar araştırma yapılmış başka bir örnek bilmiyorum. Varsa da bu sevindirici bir şey tabii. Berkman DULCAN: Peki bu çalışmalar diğer kurumlar nezdinde karşılık buluyor mu? Bir örnek vereyim sizlere. 5 yıl kadar önce biz Malatya Kayısı Raporu diye bir rapor çıkarmıştık. O zamanlar kayısıda çok yaygın don hasarı oluşmuştu ve çiftçilerimiz ciddi sıkıntılar yaşıyordu. Bir bankanın müdürü ziyaretime gelmiş ve şöyle demişti. “Hocam siz belki yaptığınız çalışmaların neye tekabül ettiğini takip etmiyor olabilirsiniz, ben size bir örnek vermek istiyorum. Ben kayısıda oluşan hasar yüzünden bankanın genel merkezine bir dilekçe göndererek Malatya çiftçisine 25 Milyon TL ekstra bir kredi hakkı tanınmasını talep ettim. Yazdığım dilekçeyle ilgili RED kararı geldi. Sonra sizin yazdığınız rapor elime geçti. Malatya Kayısı Raporunu okuduktan sonra, Kayısının Malatya için ne kadar önemli olduğunu, gelirin tabana nasıl yayıldığını öğrendim ve aynı dilekçeyi sizin kullandığınız istatistiklerle sizin argümanlarınızla destekleyerek yeniden yazdım ve yine 25 Milyon TL istedim, fakat bu kez banka bize 25 değil, 30 Milyon TL’lik bir kredi açtı.’’ Berkman DULCAN: Biraz siyasi kimliğinize girmek istiyorum. Ak Partiden temel yoklamalarında ismi öne çıkmış. Belediye Başkanlığı ve Milletvekilliğiyle anılmış bir İbrahim GEZER var. Ne dersiniz bu konularda… Prof. Dr. İbrahim GEZER: Dediğiniz gibi bizim 2013 ve 2014 yıllarında yani yaklaşık bir yıl içinde 2 kez aday adaylığı denememiz oldu. Biri, Büyükşehir Belediye Başkanlığıydı, diğeri de Milletvekilliği için… Temayül sonuçlarını zaten biliyorsunuz. Sıralamamızı söyleyip başka aday adayı arkadaşları kırmak istemem, gerçekten çok iyi sonuçlar alınmasına rağmen olmadı. Bunlar Türkiye’deki Siyasi partiler yasasının cilveleri. Bizde maalesef siyasi partiler yasası çok sıkıntılı. Türkiye’de yaşanılan birçok sorunun tek sebebi siyasi partiler yasasıdır. Siyasi Partiler kanunu maalesef Türkiye’de bir oligarşi anlayışına yol açtı. Tepeden birkaç kişinin Türkiye’yi istediği gibi dizayn etmesine yol açtı. Ülkeye iyi katkılarda bulunabilecek, siyasete katılmak isteyen insanların önü engelleniyor. Bilirsiniz birkaç gün önce sayın Ali Babacan’ın bir TV programı oldu. Orada şöyle bir ifadesi oldu, bana çarpıcı gelmişti, diyor ki dünya çapında tanınan bir iktisatçıyla konuştuk, istişare ettik (tahminim Darun Acemoğlu). Ona dedim ki “Hocam Türkiye’nin şu şu sorunları var, sizce bu sorunları çözmeye nereden başlamalıyız”. Bana verdiği cevapta siyasi partiler kanunundan başlamanız gerektiğini söyledi. Maalesef bizde siyasi partiler kanunu adeta Türkiye’yi genel başkanların oyuncağı haline getiriyor. Böyle bir siyasi partiler yasası olabilir mi? Nitekim ben o sonucu görünce seçim aday adaylığı sonuçlandıktan sonra bir basın açıklaması yapmış ve böyle bir aday belirleme süreci olduğu sürece tekrar siyaset düşünmeyeceğimi söylemiştim. Berkman DULCAN: Biliyorsunuz yeni bir Parti kuruldu. Kuruluşunda sizin attığınız bir tweet gündeme oturdu. BİLSAM’da yönetim görevinize son verdiğiniz de gelen bilgiler arasında. İnsanlar sizin Gelecek Partisi İl Başkanı olabileceğinizi düşünüyor. Bu konu hakkında neler söylersiniz? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Kullandığım ifadeyi tam hatırlayamıyorum ama sanırım şöyle yazmıştım ‘’Ülkemizde,  otoriter, merkeziyetçi ve ideolojik devlet yapısının değişimini öngören her öneri, her proje, her girişim değerlidir, bu yüzden yeni parti hayırlı olsun’’ diye bir paylaşımda bulunmuştum. Sanıyorum insanlar bu yüzden böyle düşündüler. Ya da Şehir Üniversitelerine aktif bir destek vermiştim Sosyal Medyada. Zira Şehir Üniversitesinin kapatılması ya da kayyum atanması benim için bir cinayettir ve büyük bir haksızlıktır. Berkman DULCAN: Simit Sarayına 500 Milyon TL’lik bir borcu Ziraat Bankası kanalıyla alınıp ödenirken Şehir Üniversitesi gibi akademik destekli bir Eğitim kurumunu 72 Milyon TL’lik bir borcu yüzünden dışlanmasına tepki gösterdiniz zannediyorum Prof. Dr. İbrahim GEZER: Evet kesinlikle, bu kesinlikle kabul edilemez bir şey. Bir şehirde yaklaşık 10 bin öğrencisi olan 1000 akademik ve idari personeli olan.  Ülkenin en seçkin üniversitelerinden bir tanesidir. Yakından tanıdığım için biliyorum. Bütün yönetimi, personelleri tanırım, BİLSAM olarak da ortak çalışmalar yaptığımız bir üniversite. Kendi çocuğum da orada burslu okudu. Çok yakından tanıdığım bir üniversite. Dolayısıyla böyle bir Üniversitenin sudan bahanelerle sırf siyasi sebepler yüzünden kapatılması çok kötü bir şey. Sayın Ahmet Davutoğlu böyle bir Parti kurmasaydı tahmin ediyorum kimse şehir üniversiteleriyle uğraşmayacaktı. Buna vicdanı olan, insanlıktan azıcık nasiplenmiş herkesin karşı çıkması gerekir. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyi bir şekilde öğrenmemiz gerekiyor. Ben Şehir Üniversitesine Twitter üzerinden aktif şekilde destek verince ve Gelecek partisi hakkında böyle bir ‘’Hayırlı Olsun’’ Tweet’i yayınlayınca insanlar Gelecek Partisiyle alakam olduğunu düşünmüş olabilirler. Şunu açıkça söyleyeyim Gelecek Partisi ile ilgili herhangi bir ilgim, ilişkim ve düşüncem yoktur. Doğrusunu isterseniz Ahmet Davutoğlu beyi önemserim, Ülkemizde önemli bir siyaset insanıdır. Öncelik olarak bizler onu Hoca olarak önemseriz. Eserlerinden de istifade etmişizdir. Ama Ahmet Davutoğlu beyin siyaset üslubunun ve tarzının benimle çok uyuştuğunu söyleyemem. Şunu da söyleyeyim özellikle Ahmet Davutoğlu beyin, Başkanlık sistemiyle ilgili tavırlarını ben çok eleştirmiştim. Çok eksileri, çok siyasi hataları olmuş olabilir, ama özellikle cumhurbaşkanlığı sistemi konusundaki tavrı beni çok yaralamıştı. Bu sistemin geçmesini engelleyecek 2 kişiden biri olarak görüyordum kendisini. Fakat insiyatif almadı. Buna çok kırılmıştım. Dolayısıyla Gelecek Partisiyle ilgili olarak üslup, tarz, lider merkezlilik gibi sebepler yüzünden kendimi çok yakın bulmuyorum. Böyle bir değerlendirme yapmamız, elbette ki Sayın Ahmet Davutoğlu’na haklı olduğu yerde ‘’Hayırlı Olsun’’ demeyeceğimiz anlamına gelmez. Ya da Şehir Üniversitesi gibi haklı bir meselede destek olmayacağımız anlamına gelmez. Berkman DULCAN: Yani İbrahim Gezer ne Davutoğlu’nun, ne de Ali Babacan’ın kuracağı partide olmayacak diyebilir miyiz? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Ali Babacan bey hakkında şunu söyleyeyim. Türkiye’de yaşadığımız sorunları biliyoruz. Türkiye’de şu anda özgürlükler konusunda, ekonomi konusunda, basın konusunda ciddi sorunlar var. Türkiye iddialarını ve ideallerini kaybetti. Türkiye’de ideal arayışı ortadan kalktı. Adalet, Özgürlük, Barış, Kardeşlik, Hak, Hukuk arayışı inişe geçti, bunun seslendirilmesi gerekiyor. Türkiye’nin şuan da yeni bir siyasi anlayışa ihtiyacı var. Peki, bunu kim temsil edebilir derseniz, buna en yakın anlayışın Babacan’a ve ekibine ait olduğunu düşünüyorum. Kendisiyle ve hareketiyle bir ilgim olduğundan değil, sadece dışarıdan gözlemleyen birisi olarak Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şeyin bu yapıda olduğunu düşünüyorum. Bu yapının çıkışı biraz Ak Partinin 2002 de ki çıkışına benziyor, ancak ondan daha çoğulcu ve daha çok ilke merkezli olduğunu düşünüyorum. Üye sistemini daha çok önemseyeceklerini ve daha çok yenilikler katacağını bekliyorum. İlke ve değerlerin daha çok koruma altına alınacağını tahmin ediyorum. Bu hususlarla ilgili yeni mekanizmalar getireceklerini düşünüyorum. Lider merkezli bir yapılanma yerine, kadro merkezli, ilke merkezli bir yapı olacağını düşünüyorum. En önemlisi sınırlı-süreli bir yönetim yaklaşımı getireceklerini düşünüyorum. Bunun Türkiye için önemli olduğuna inanıyorum. Zira Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu siyaset tarzının daha çok merkezde duran, daha çoğulcu olan, daha çok özgürlüklerinden yana duran, üyenin ve delegenin önemsendiği ve sınırlı süreli yönetimin esas alındığı bir yapıya ihtiyacımız var. Bu ilkelerin olmaması yüzünden Doğu Coğrafyası, Afrika coğrafyası maalesef sefalet içinde kırılıyor. Size bir örnek vermek isterim, Thomas More “Ütopya” kitabını 1500lü yılların başında yazmıştır. Thomas More o dönemde İngiltere’de Başbakan yardımcılığı da yapmış fakat Kralla anlaşmazlığa düşmüş, muhalif duruma gelmiş. O günlerde de maalesef biz de olduğu gibi baskılar var. Bir korku Cumhuriyetine dönüşmüş. Thomas More’da açıkça konuşamadığı için oturup bir kitap yazmış ve rahatsızlıklarını onun üzerinden ifade etmeyi denemiş. Kitapta bir Ada ülkesini anlatır. Bu ülkede herkes mutlu ve huzurludur, herkesin bir evi vardır. Herkes birlikte çalışıyor, birlikte üretiyor. Ürettikleri şeyleri birlikte ortak stok yapıyorlar. Herkes ihtiyacı kadarını alıp ihtiyacını gideriyor. Herksin bir evi var, fakat hiç kimse bir evde on yıldan fazla oturamıyor. On yıldan sonra değiştirmek zorundalar. Peki, bu ne anlama geliyor, neden böyle yapıyorlar. Çünkü 10 yıldan fazla aynı yerde kalındığında mülkiyet duygusu oluşur. O da istenmeyen bir şeydir. Aynı şey yöneticilik için de geçerlidir. Bir makamda 8-10 yıldan fazla kalan kişi orayı temellük eder adeta. Yani orayı mülkü gibi hissetmeye başlar ve istediği gibi tasarrufta bulunur. Kaldı ki bir kişi hangi konumda olursa olsun 10 yılda istediği her şeyi yapabilir. Hani söylediniz ya BİLSAM’da neden aday olmadınız diye, BİLSAM da 7 yıl başkanlık yaptım ve BİLSAM’a katabileceğim her şeyi arkadaşlarımızla kattık zaten. Bundan sonra yapılabilecek elbette çok şey var, fakat BİLSAM’ın imkânlarıyla ancak bu kadarı yapılabiliyor. İsterseniz Cumhurbaşkanı olun, isterseniz Başbakan olun on yıl bir makamda kalıpta o ülkeye, o şehre verebileceğiniz tek bir şey kalmaz. Yani bir adam bir yerde yirmi beş yıl kalıyorsa örneğin Melih Gökçek, yapacağı şeyi ilk on yılda yapmıştır zaten. Diğer on beş yıl, zorunluluklar onu orada tutmuştur. Dolayısıyla bir makamda on yıldan fazla kalırsan o makamı mülkün gibi görmeye başlarsın. Ondan sonra kişi, hesap vermemeye başlar. Etrafını eş, dost, amcaoğlu, dayıoğlu, damat, enişte doldurur. Artık kimse ona hesap soramaz hale gelir. Bakın ABD ülke olarak iyi bir örnek değildir, emperyalist bir ülkedir, çok eleştiririz, ama bakın bir konuda iyi bir örnektir… Amerika 1780’li yıllarda kurulurken Gerorge Washington 4+4 iki dönem 8 yıl başkanlık yaptıktan sonra 3. döneme aday olmaz. Israr edenlere de ‘’Burası bir kamu görevi, buranın bir sınırı olması gerekir. Biz ömür boyu kalacaksak krallıkla neden savaştık?’’ der. Ondan sonraki 150 yıl boyunca hiçbir başkan 3. döneme aday olmaz. Yasaklayan bir hüküm falan olmamasına rağmen. İki dönemden fazla yapan tek istisna vardır, ikinci dünya savaşı sırasında Franklin D. Roosevelt. Dört dönem üst üste yapmıştır. Fakat onun ardından başta kendi partisi olmak üzere, diğer partiyle bir araya gelerek “Buna bir sınır getirelim. Amerika kimsenin mülkü değildir’’ derler. Ve 1951’den itibaren iki dönem şartı anayasaya girer. Amerika ile aynı dönemde Meksika da bağımsızlığını kazanır 1780’lerde. Orada da bir general vardır ve başkan seçilir. Fakat bir süre sonra kendini Meksika kralı ilan eder ve ölünceye kadar iktidarda kalır, ondan sonra gelenler de aynı şeyi yapar. Bugün bu iki ülkeden biri dünyanın en güçlü ve zengin ülkesi, diğeri ise bir fırsatını bulup kendini Amerika’ya atmaya çalışanların ülkesi… Sınırlı süreli Yönetim önemlidir. Dolayısıyla bir parti kurulurken bunu tüzüğünü koyuyorsa ki Gelecek Partisi’nin tüzüğünde rastlayamadım. Fakat Sayın Babacan ve arkadaşlarından bunu bekliyorum. Böyle bir şeyin gelmesinin önemsiyorum, Türkiye’nin ihtiyacı olan bu. Merkezde olan, herkese eşit mesafede duran, bütün dinlere, ideolojilere eşit mesafede duran, kimseye bir din ya da ideoloji dayatmayan, özgürlükleri koruma altına alan bir yaklaşım. Gelişen Dünya’ya bakın, sorunlarını çözmüş olan ülkeler hepsi bu ilkelerle gelişiyorlar. Berkman DULCAN: Peki Sayın Babacan’a olan sıcaklığınızdan yola çıkarak, onun kuracağı Partide sizin de görev alma ihtimaliniz var mı? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Bir daha tekrar edeyim. Gelecek Partisi, Ak Parti veya başka parti fark etmez, iyi bir şey yapınca destek olmak gerekir ama yanlış işler yapınca da eleştirmek gerekir. Hatta bir hadis var bununla ilgili, “Hiç kimseye sonuna kadar seninleyim demeyin, iyi işler yaparsan yanındayım, fakat kötü işler yapar ve insanlara zulüm edersen senden uzağım deyin’’ diyor. Başka bir örnek, Mehmet Akif ERSOY İttihat ve Terakki cemiyetine katılırken bir sözleşme, bir ant imzalaması istenir. Maddelerden birinde “Teşkilatın bütün emirlerine kayıtsız, şartsız itaat edeceğime” ifadesini görünce, Akif bunu kabul etmez ve maddeyi, “Teşkilat iyi ve hayırlı emirlerine kayıtsız şartsız itaat edeceğim’’ şeklinde değiştirir ve öyle imzalar. Bizim yaklaşımımızda bu olmalı.  Babacan ve ekibinin yaklaşımlarının kendi yaklaşımlarımla çok örtüştüğünü düşünüyorum doğrusu. Kişisel olarak tavrım ne olur derseniz, ben siyaseti her zaman önemseyen biriyim, geçmişte Sivil Toplum alanında bir sürü şey yaptık ve gördük ki bir ülke de siyaset ıslah edilmemişse, demokratik bir siyasal sistem kurulmamışsa, ne sivil toplum bir yere varabiliyor, ne de eğitim sistemi, ekonomi ya da başka bir sistem bir yere varabiliyor. Politik sistem yani siyasal sistem, bütün sistemlerin üst sistemidir. Politik sistemi düzeltmeden, ıslah etmeden ne sivil toplumda ne eğitimde, ne de ekonomi de kalıcı bir şey yapabilirsiniz. Bir siyasal kriz gelir ve her şeyi yok eder. İstanbul Şehir Üniversitesi bu ülkenin en özel projelerinden biriydi, ne oldu, haklı oldukları halde bir şey yapabildiler mi? Oysa o emek siyasete verilmiş olsaydı, belki de şimdi yargının çalışabildiği, denge denetleme sisteminin olduğu, herkesin hukuk karşısında eşit sayıldığı demokratik bir ülkede yaşıyor olacaktık. Bakın 15 Temmuz da ki darbe girişimi bir şeyi ortaya çıkardı. Biz bu ülkeyi demokratikleştiremediğimiz için bu darbeler meydana geliyor. Eğer gerçekten demokratik bir ülke olsaydık, siyasi partiler yasamız demokratik olsaydı, insanlar aday yapılmak için Pensilvanya’ya el, etek öpmeye giderler miydi? Onun yerine gider parti üyesini, delegesini ve halkı ikna etmeye çalışırlardı. Fakat bizim ülkemizde, aday falan olmanın şartı emek vermek ya da temayül yoklamalarında birinci çıkmak falan değil, tepede birilerine yakın olmaktır. Yine eğer biz eğitimde çocuklara analitik düşünmeyi, eleştirel yaklaşımı öğretebilseydik, dindar Anadolu çocuklarından, darbeci yetiştiren sistem çalışır mıydı? Bu ülkeyi demokratikleştiremediğimiz için insanlar meşru yöntemlere değil, gayri meşru yöntemlere yöneliyorlar. Şuanda bir derneğe üye olduğu için terör örgütü suçlamasıyla karşı karşıya olan insanlar var. Zamanında legal olan bankaya para yatırdığı için şu anda mahkemelerde olan insanlar var. Bir terör örgütünün yüz binlerce üyesi olabilir mi? Beş bin olur, on bin olur, bilemedin yirmi bin olur. Dolayısıyla bir derneğe bir vakfa üye olmanın  terör örgütü üyeliğiyle yargılandığı bir ülkede Sivil Toplum’u geliştiremezsiniz. Demokratikleşme sorunu halledildiğinde bu ülkedeki sorunların birçoğu hallolacaktır. Bir ülkede Politik sistemi düzeltmeden diğer sistemleri düzeltmeniz imkânsızdır. Bu yüzden siyaseti önemsiyorum. Sorunuza gelecek olursak, şu anda böyle bir şey yok, bir teklif de almadım, şu anda akademide çalışmalarımıza devam ediyoruz. Siyasetin şöyle bir avantajı vardır, bir şeyi on yılda yapabilecek iken siyasetle bunu çok daha kısa sürelerde yapabilirsiniz. Dediğim gibi şuanda böyle bir teklif yok. Ancak bir şekilde Türkiye’nin demokratik yeni bir yapılanmaya gitmesi gerekiyor. Ak Parti bu ülkeye geldiğinde 3 Y ile mücadele edeceğiz demişlerdi. Yani yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluk… Ama şimdilerde yasaklar bu ülkede eskisinden daha fazla hale geldi. Basın artık tek sesli oldu, gösteri ve yürüyüş yapma hakkı fiilen ortadan kalktı. Bir açıklama yapmak isteseniz hemen polis müdahale ediyor, dans edenlere dâhi müdahale ediyor. Oysa insanlar rahat rahat kendini ifade edebilmeli, açıkalama yapabilmeli, şiddete başvurmadıkça ve kamu faaliyetlerini aksatmadıkça yürüyüş yapılabilmeli. Bu ülkede farklı bir partiye oy verdi diye insanlar ihanetle suçlanıyor. Yeni bir parti kuranlar hainlikle suçlanıyor. Oysa insanlıktan zerre kadar hisse almış bir kişi başka partiye oy verdi diye insanları hainlikle suçlayabilir mi? Bu ülke kimsenin babasının çiftliği değildir. İnsanlar istediği partiye oy verebilmeli, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanabilmeli ve yeni partiler kurabilmelidirler. Berkman DULCAN: Hükümet yanlısı olmayan STK’ların karşısına hemen yedek bir STK açılıyor. Oradan kişiler alınıyor. Prof. Dr. İbrahim GEZER: Sözünüzü kesiyorum fakat yoksulluk ile ilgili iki rakam vermek istiyorum. Ak Parti başa geldiğinde ilk 2 dönem çok güzel işler yaptılar. Gerek siyasi alanda gerekse yolsuzlukla mücadele anlamında çok güzel çalışmalar yaptılar ama maalesef bu kazanılanların hepsini geriye kalan dönemde Türkiye olarak kaybettik. Bakın Türkiye’de hiçbir alan 2012 hatta 2008’den daha ileride değil. Milli gelire bakın, demokratikleşmeye bakın, işsizliğe bakın hepsinde ciddi bir gerilemeler var. Türkiye son 10 yılını kaybetmiş görünüyor. Milli gelir 13,500’lere kadar çıkmıştı, tekrar 8,000’lere kadar düştü. Yani Dünya ortalamasının altına düştü. 80 Milyonluk Türkiye 8 milyarlık Dünya ortalamasının altında bir milli gelire sahip. Oysa Ak Parti bunu dünya ortalamasının üzerine çıkarmıştı, şimdi tekrar alt seviyelerde. Yoksulluk konusu mesela. Şu an asgari ücret konuşuluyor, Akşam sabah açıklanacak diye bekleniyor. Şu anda Türkiye’nin toplam çalışanlarının yüzde 40’ı asgari ücretlerle çalışıyor, diğer yüzde 43’ü ise asgari ücretin iki katına çalışıyor. Bu ne anlama geliyor, tüm çalışanların yüzde 83’ü 4000 bin TL ve daha altı bir parayla çalışıyor. Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğunu biliyoruz. Açlık sınırını 2615 TL, yoksulluk sınırı ise  6700 TL civarında. Bu durumda Türkiye’de çalışanların yüzde 83’ünün yoksulluk sınırının altında yaşadığı ortaya çıkıyor. Yaklaşık 20 milyon insan da açlık sınırının altında çalışıyor. Türkiye’de 17 milyon insan sosyal yardımlarla hayatını idame ettirebiliyor. İşsizliğin geldiği rakamları görüyoruz yüzde 15’leri bulmuş durumda. Gençler arası işsizlik %30’a yaklaştı. 3 gencimizden biri işsiz. Öte taraftan ülke adeta bir korku Cumhuriyetine dönüştü, Tweet atmaktan korkan insanlar haline geldik. Peki böyle bir ortamda bazı insanlar yeni ideallerin peşine düşmemeli mi? Türkiye’de yolsuzluklarla mücadele edilebilir mi? Yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız değilse, ki maalesef Türkiye’de bağımsız değil, nasıl mücadele edeceksin?  Yürütme zaten biliyorsunuz bir kişi o da Cumhurbaşkanı. Yasamayı yürütme belirliyor zaten. Yargıyı ya Cumhurbaşkanı belirliyor ya da onun seçtiği Milletvekilleri belirliyor. Peki, sizin denetlemeniz nerede kaldı. Bu erkler birbirini nasıl denetleyecekler? Bakın kimseyi eleştirmek için söylemiyorum, bizim de eksiklerimiz bizim de hatalarımız var, herkesin olabilir. Sorun olan bunların tekrar konuşulup düzeltilmesi gerektiği. Bu konularda bir şey yapılması gerekiyor. Berkman DULCAN: Mevcut Hükümet’i eleştiriyoruz peki, mevcut hükümet neleri doğru yapmaları gerekiyor? Ve neler düzene girerse eski istatistikler geri gelmiş olur? Prof. Dr. İbrahim GEZER: Ak parti ile ilgili iki şey söyleyeceğim. Ak partiyi 2 ye ayırmamız gerekiyor, ilk 10-12 yılda çok güzel işler yaptılar, fakat son 8-10 yıldır güzel işler yapılmıyor. Bana sorarsanız Ak Parti misyonunu önemli oranda tamamlamış bir partidir. Bu kadar oyu nasıl aldığına gelirsek, muhtemelen Türkiye’de umut veren alternatifler olmadığından alıyor. İnsanlar kendine alternatif bulamıyor belki. Berkman DULCAN: Biraz da Malatya’yı değerlendirmenizi istesek, neler söylemek istersiniz? Malatya yaklaşık Türkiye’nin yüzde birini oluşturan bir Şehirdir. 30 Büyükşehirden biridir. Ulusal ve küresel kültürel mirasa çok şeyler katmış bir şehirdir. Ne kadar iyi gidiyor derseniz biz bunu en son verilerle birkaç ay önce yayınladığımız “Malatya Ekonomi Raporu”nda ortaya koymaya çalışmıştık. “Malatya Vizyon 2023” başlıklı bir rapor hazırlamıştık orada da bütün istatistikler mevcut. İnsan kaynağını yenileyemeyen bir Malatya var karşımızda. Yerel ve küresel olarak nereye oturacağını henüz belirleyememiş bir Malatya var. Dolayısıyla el yordamıyla yol almaya çalışan bir Malatya var. Yerel yöneticiler ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar, fakat şunu soralım Malatya son on yılda nereden nereye geldi? Merak eden arkadaşlar bu konularda hazırlanmış raporlara bakabilirler. Hatta son 20 yıla, 30 yıla bakalım, insan kaynağı olarak, Malatya ulusala ve küresele ne katmıştır? Aklıma çok kimse gelmiyor. Berkman DULCAN: Zevkli bir sohbetti teşekkür ederim, buradan son olarak söylemek istediğiniz bir şey varsa dinleyelim. Prof. Dr. İbrahim GEZER: Bu ülke hepimizin ülkesi. Bizim insanımız yani Anadolu insanı belki dünyanın en güzel insanı, fakat sistem kurma noktasında sıkıntılarımız var. Bunu aşmamızın bir yolu, beka söylemi gibi söylemlerden, hamasetten, kutuplaşmadan, ötekileştirmeden uzak durmamız gerekiyor. Bu ülkenin beka sorunu falan yoktur, eğer varsa da bu ülkenin hukukun üstünlüğünü benimseyememiş olmasından dolayı vardır, insan haklarının garanti altına alınamamasından dolayı vardır. Demokratik sistemler kuramamasından dolayı vardır. Bu ülke hala darbe anayasasıyla yönetiliyorsa, hukukun üstünlüğünden bahsetmek söz konusu olabilir mi? Hem siyasette hem diğer alanlarda güzel ve hayırlı olan girişimleri desteklemek gerekiyor. Gelinen noktada, bu ülkenin yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. Bu ülkeyi nasıl beraberce ileriye taşıyabileceğimizi birlikte konuşmamız gerekiyor. Bana bu fırsatı verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim. Read the full article
0 notes