“Kul Hûvallâh, sübhânallâh”ı vird eylesem
Bir ve Var’ım cemâlini görür müyüm?
Baştan ayağa hasretinde feryâd eylesem,
Bir ve Var’ım, cemâlini görür müyüm?
Elli birde çöller gezip otlar yedim;
Dağlara çıkıp, tâat kılıp gözümü oydum;
Cemâlini göremedim, cândan doydum;
Bir ve Var’ım, Cemâlini görür müyüm?
Elli iki yaşta geçtim ev-barktan,
Ev-barkım ne demek, belki Cândan;
Baştan geçtim, Cândan geçtim, hem imândan,
Bir ve Var’ım, cemâlini görür müyüm?
Elli üçte vahdet şarâbından nasîb eyledi,
Yoldan azan günâhkâr idim, yola saldı;
“Allah” dedim, “Lebbeyk!” diyerek elimi aldı,
Bir ve Var’ım, Cemâlini görür müyüm?
Elli dörtte bedenlerimi ağlar eyledim,
Mârifetin meydânında gezindim,
İsmâil gibi azîz cânımı kurbân eyledim,
Bir ve Var’ım, Cemâlini görür müyüm?
Elli beşte cemâl için dilenci oldum,
Kavruldum, yandım, gül gibi tâ ki yok oldum,
Allah’a hamdolsun cemâl arayıp edâ oldum,
Bir ve Var’ım, cemâlini görür müyüm?
Elli altı yaşa ulaştı dertli başım,
Tevbe eyledim, akar mı ki gözden yaşım;
Erenlerden nasîb almadan taş gönülüm,
Bir ve Var’ım, cemâlini görür müyüm?
Elli yedi yaşta ömrüm yel gibi geçti,
Ey dostlar, amelsizim, başım kurudu,
Allah’a hamd olsun, pîr-i kâmil elimi tuttu,
Bir ve Var’ım, cemâlini görür müyüm?
Elli sekiz yaşa girdim, ben habersiz,
Kahhâr Melik’im nefsimi eyle zir ü zeber,
Himmet versen, kötü nefsime vursam teber,
Bir ve Var’ım, Cemâlini görür müyüm?
Elli dokuz yaşa ulaştım, feryâd ve fîgân,
Cân verirken cânânımı akla, getirmedim.
Ne yüz ile sana söyleyeyim, eyle âzâd,
Bir ve Var’ım, cemâlini görür müyüm?
Gözümü yumup tâ açınca erişti altmış,
Bel bağlayıp ben eylemedim bir iyi iş;
Gece gündüz gamsız yürüdüm ben, yaz ve kış;
Bir ve Var’ım, Cemâlini görür müyüm?
Altmış birde pişmânım günâhımdan
Ey dostlar, çok korkuyorum İlâh’ımdan;
Cândan geçip kurtuluş dileyim Allah’ımdan
Bir ve Var’ım, cemâlini görür müyüm?
Altmış iki yaşta Allah ışık saldı,
Baştan ayağa gafletlerim yok eyledi,
Cânım, gönlüm, aklım, şuûrum “Allah!” dedi
Bir ve Var’ım, cemâlini görür müyüm?
Altmış üçte çağrı geldi; “Kul yere gir!,
Hem cânınım, cânânınım, cânını ver,
Hû kılıcını ele alıp nefsini kır…”
Bir ve Var’ım, Cemâlini görür müyüm?
Kul Hoca Ahmed, nefsi teptim, nefsi teptim,
Ondan sonra cânânımı arayıp buldum;
Ölmeden önce cân vermenin derdini çektim,
Bir ve Var’ım, cemâlini görür müyüm?
Orta Asya Türkleri’nin dinî-tasavvufî hayatında geniş tesirler icra eden ve “pîr-i Türkistan” diye anılan mutasavvıf-şair, Yeseviyye tarikatının kurucusu. Ahmed Yesevî’nin tarihî şahsiyetine dair vesikalar azdır, mevcut olanlar da menkıbelerle karışmış haldedir. Bunlardan sağlam bir neticeye varmak oldukça güç, hatta bazı hususlarda imkânsızdır. Buna rağmen “hikmet”lerinden, onunla ilgili tarihî kaynaklardan, menâkıbnâmelerden elde edilecek bilgiler ve çıkarılacak sonuçlar, menkıbevî de olsa, hayatı, şahsiyeti, eseri ve tesiri hakkında bir fikir vermektedir.
Batı Türkistan’daki Çimkent şehrinin doğusunda bulunan ve Tarım ırmağına dökülen Şâhyâr nehrinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram kasabasında doğdu. İspîcâb (İsfîcâb) veya Akşehir adıyla da anılan Sayram kasabası eskiden beri önemli bir yerleşme merkeziydi. Bazı kaynaklarda onun Yesi’de, bugünkü adıyla Türkistan’da doğduğu kaydedilmektedir. Ahmed Yesevî’nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Yûsuf el-Hemedânî’ye (ö. 535/1140-41) intisabı ve onun halifelerinden oluşu dikkate alınırsa XI. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiğini söylemek mümkündür. Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olan babası, kerametleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen Şeyh İbrâhim adlı bir zattır. Annesi ise Şeyh İbrâhim’in halifelerinden Mûsâ Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Şeyh İbrâhim’in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmed Yesevî önce annesini, ardından da babasını kaybetti. Kısa bir müddet sonra Gevher Şehnaz, kardeşini de yanına alarak Yesi şehrine gitti ve oraya yerleşti.
Tahsiline Yesi’de başlayan Ahmed Yesevî, küçük yaşına rağmen birtakım tecellî*lere mazhar olması, beklenmeyen fevkalâdelikler göstermesi ile çevresinin dikkatini çekmiştir. Menkıbelere göre, yedi yaşında Hızır’ın delâletine nâil olan Ahmed Yesevî Yesi’de Arslan Baba’ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar. Yine menkıbeye göre, ashaptan olan Arslan Baba’nın Yesi’ye gelerek Ahmed Yesevî’yi bulması ve Hz. Peygamber’in kendisine teslim ettiği emaneti vermesi, terbiyesi ile meşgul olup onu irşad etmesi, Hz. Peygamber’in mânevî bir işaretine dayanmaktadır. Arslan Baba’nın terbiye ve irşadı ile Ahmed Yesevî kısa zamanda mertebeler aşar, şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Fakat aynı yıl veya ertesi yıl içinde Arslan Baba vefat eder. Ahmed Yesevî, Arslan Baba’nın vefatından bir müddet sonra zamanın önemli İslâm merkezlerinden biri olan Buhara’ya gider. Bu şehirde devrin önde gelen âlim ve mutasavvıflarından Şeyh Yûsuf el-Hemedânî’ye intisap ederek onun irşad ve terbiyesi altına girer. Yûsuf el-Hemedânî’nin vefatı üzerine irşad mevkiine önce Abdullah-ı Berkî, onun vefatıyla Şeyh Hasan-ı Endâkı geçer. 1160 yılında Hasan-ı Endâkı’nin de vefatı üzerine Ahmed Yesevî irşad postuna oturur. Bir müddet sonra, vaktiyle şeyhi Yûsuf el-Hemedânî’nin vermiş olduğu bir işaret üzerine irşad makamını Şeyh Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’ye bırakarak Yesi’ye döner; vefatına kadar burada irşada devam eder.
lk Türk Mutasavvıfı” olarak kabul edilen Ahmed Yesevî, Türkistan’ın Sayram kasabasında (1093?) doğdu. Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olan babası, kerametleri ve menkıbeleriyle tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen Şeyh İbrâhim adlı bir zattır. Annesi ise Şeyh İbrâhim’in halifelerinden Mûsâ Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. ilk eğitimini babası Şeyh İbrahim’den almıştır. Fakat küçük yaşta
Çınar Ata Seti (2 Kitap Takım)
Çınar Ata
Panama Yayıncılık
SARP YOKUŞ
Pir-İ Türkistan Sultânul Evliyâ Hoca Ahmed Yesevî
Türklüğün, Türk tarihinin, kendilik bilincinin bilgelik temelli izahatının kaynağını teşkil eden Hoca Ahmet Yesevî’nin serencamının bir de buradan okunması gerek, dedirten bir eser… Çınar Ata, “Sarp Yokuş”ta bir tarih metafiziği ortaya koyarken bunu okuyucuya edebî bir akışla sunmayı başarmış. Eserin okuyucuda, bir Ak Sakaldan dinler hissini uyandırması, bu kadar hacimli bir eserin kolayca okunmasının en önemli gerekçesi olsa gerek…
Abzal SaparbekulyKazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi
Bu romanda Türk Hakanlarına bahşedilmiş olan Kut emanetinin Hoca Ahmed Yesevî ile Sır emanetine dönüşmesinin hikâyesini fani hayatın sarp yokuşlarında akıcı ve etkileyici bir üslupla okuyacaksınız. Roman bize Hoca Ahmed Yesevî ile Sır’a dönüşen Kut’un kıyamete kadar bu coğrafyada var olacağını ve hatta Son Yesevî’nin “o gün” aramızda olduğunun, tekrar sahneye çıktığının işaretlerini veriyor.
Prof. Dr. Musa YıldızAhmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı
Bengisu’dan içen Türk’e Allah’ın sonsuz kelamından gelen İslam’ı, Müslüman olan milletine Türkçe öğreten, yerini gösteren, teklifini söyleyen kutlu mana insanı Ahmet Yesevî’nin romanı… Sarp Yokuş’ta kelimelerin kullanılışındaki maharet, okuru aktarılmak istenen duygunun ve bilincin içine itiveriyor. Çınar Ata, Türkistan’dan cihana yayılan büyük mefkûrenin romanlarının yazarı olarak bu silsileye bir halka daha ekleyerek Türk’ün sarp yokuşlardaki inişli çıkışlı serencamına Ahmet Yesevî devranını anlattığı akla ve gönle dokunan yeni bir eserle şahitlik etmiş.
Prof. Dr. Kıdırali DarhanTürk Akademisi Uluslararası Teşkilat Başkanı
Tarihimizi, köklerimizi, kimliğimizi, bizi biz yapan değerleri ile Yesi’den-Türkistan’dan dünyaya yansıyan ilim ve maneviyat ışığı Ahmet Yesevî-Hazret Sultanımız ve onun yolunu, Sır’a dönüşen Kut’u roman tadında başarıyla anlatan Çınar Ata, eseriyle bu gönüllerde yeni ışıklar yakıyor.
Yrd. Doç. Dr. Yakup ÖmeroğluAvrasya
ASLA BOYUN EĞME
Hakikatin düşmanlarına boyun eğmeyenlerin, zalim karşısında masumiyetin galip gelmesinin romanıdır “Hz. Sümeyye” romanı. Muhteşem bir kalem ve üslup eşliğinde, tarihin en cesur ve imanlı kadın savaşçısının yüreğinin filmini izlemek, okur açısından müthiş bir keşif olacaktır.Dursun Kuveloğlu
Elinizdeki kitap, İslam’ın baş düşmanı Ebu Cehil’in şehit ettiği Hz. Sümeyye’nin hayatının sürükleyici bir anlatımı. Alper Kağan Üçer, iki cihan serveri Hz. Peygamber’in insanlığı kurtuluşa çağırışını, atalarının Gök Tanrı inancını kalbinde yaşatan köle Sümeyye’yi, eşi Yasir’i ve oğulları Ammar’ı çarpıcı bir üslupla anlatıyor. Müslümanların maruz kaldıkları büyük baskı ve işkencenin ilk kurbanları olan şehit karı-koca, Sümeyye ve Yasir asırlar öncesinden bize zulme ve küfre asla boyun eğmememizi haykırıyorlar. Allah onlardan razı olsun. Sayın Üçer’i bu güzel eser için kutluyorum. Prof. Dr. Mehmet Öz (Türk Ocakları Genel Başkanı)
İki cihan güneşi Kutlu Nebi’nin “Sabrediniz Ey! Yâsir ailesi! Size vadedilen yer cennettir” müjdesine mazhar olan bir ailenin ferdi, İslam tarihine ilk kadın şehit olarak altın harflerle adını yazdıran asil kadın Hz. Sümeyye’nin örnek hayatını, akıcı bir üslupla elinizden bırakmadan okuyacaksınız. Romanda bir yerde unuttuğu Türkçe’ye işaret edilme dışında bu yönüne vurgu yapılmasa da Türkistan’dan Mekke’ye gelmiş bir kadın olduğunu bilerek romanı okumak sizlere ayrı bir heyecan katacaktır.Prof. Dr. Musa Yıldız (Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı)
…Asla Boyun Eğme romanıyla, okuyucusunu İslâm’ın ilk altı yılına götürüp, çöl ile komşu olanların, ruhu çölleşenlerin; kadınlara eziyeti ve hükmetmeyi, kızlarını diri diri gömmeyi, köleliği ma’kul ve meşru sayanların karşısında, Allah’a, Resûl’e ve vahye sığınanların iklimine taşımayı başaran Çınar Ata’yı kutluyorum. Bedevî kültürünü beledî kültüre dönüştürmenin, “adalet”i ahlâkla çerçevelemenin şanlı önderinin yanında yer almakla şereflenenlerin romanı yazılmalı, filmi yapılmalıdır; Hicaz merkezli kültür coğrafyasındaki cehalete yaslanmış gücün ve kibrin temsilcileri karşısında inanç, ahlâk ve davranış ihtilâli yapan Resûlullah’ın kazandığı ebedî zaferin canlı şahitlerinden birini ufkumuza taşıyan Alper Kağan Üçer’i alkışlıyorum.
Allâh’ım bu kitabın çok okunmasını niyaz ediyorum.
Prof. Dr. Sadık Kemal Tural (Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu e. Başkanı)
Yazarı Sizekitap’da Ara
Yazarı Twitter’da Ara
Kitabı Twitter’da Ara
Yazarı Facebook’ta Ara
Kitabı Facebook’ta Ara devamı burada => https://sizekitap.com/edebiyat/cinar-ata-seti-2-kitap-takim/
"Hoca Ahmed Yesevi" Konulu Minyatür Hz. Peygamber (sav)'in 63 yaşında vefat etmesinden dolayı Hoca Ahmed Yesevi'nin de 63 yaşında yeraltında inzivaya çekilmesini konu alan minyatür çalışması.. Allah Rahmet Eylesin.. #miniature #minyatür #hocaahmedyesevi #art #artist #artwork #artsy #illustration #drawing #desing #traditional #fine #arts #deügsf #instaart #islamicarts #work #color #korkmazart (Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi)
Birdenbire durduğum yerde bütün ulular,
Hakk aşkını gönlüm içine saldı dostlar,
Hızır Babam hâzır olup lutfederek,
Yardım edip, elim tutup aldı dostlar
Otuz birde Hızır Baba’m mey içirdi;
Vücûdumdan şeytânı temiz kaçırdı;
Sevdâlandım, günâhlarımı Hakk affetti
Ondan sonra Hakk yoluna saldı dostlar.
Otuz iki yaşda ulaştı Hakk’tan fermân,
Kulluğa kabûl eyledim, olma Mahzûn,
Cân verirken vereyim sana, imân nûru,
Garîb cânım mutlu olup güldü dostlar.
Hâlık’ımdan haber erişti, şükreden oldum;
Her kim çekiştirdi, belki tepdi, sabreden oldum;
Bu âlemde hiç uyumayıp hâzır oldum;
Hay u heves, ben-bencillik gitti dostlar.
Otuz üçte sâkî olup mey paylaştırdım,
Şarap kadehini ele alıp doyasıya içtim,
Ordu hazırlayıp şeytân ile ben vuruştum,
Allah’a hamdolsun, iki nefsim öldü dostlar.
Otuz beşte mescide girip devrân sürdüm,
İsteklilere aşk dükkânını dopdolu kurdum;
Eğri yola her kim girdi, çekiştirdim, vurdum;
Aşıklara Hakk’tan müjde ulaştı dostlar.
Otuz altı yaşta oldum kemâl sâhibi,
Hakk Mustafâ gösterdiler bana cemâl;
O sebepten göıüm yaşlı, bedenim bükük,
Aşk hançeri yürek-bağrımı dildi dostlar.
Otuz yedi yaşa girdim, uyanmadım;
İnsâf kılıp Allah’a doğru yola koyulmadım,
Seher vakti ağlayarak inlemedim;
Tevbe ettim, Rabbim kabûl eyledi dostlar.
Otuz sekiz yaşa girdim, ömrüm geçti;
Ağlamayım mı, öleceğim vaktim yakınlaştı;
Ecel gelip kadehini bana tuttu;
Bilmeden kaldım, ömrüm sonu oldu dostlar.
Otuz dokuz yaşa girdim, kıldım hasret;
Vah ne yazık, geçti ömrüm, hani ibâdet
İbâdet edenler Hakk karşısında hoş mutlulukta
Kızıl yüzüm ibâdet eylemeyip soldu dostlar.
Saç-sakalım hep ağardı, gönlüm kara,
Mahşer günü rahmet etmesen, perîşân hâlim,
Sana açıktır, amelsizim, çoktur günâhım;
Bütün melekler günâhlarımı bildi dostlar.
Pîr-i kâmil içkisinden damla tattım;
Yol bulayım deyip başım ile geceleri dondum,
Allah’a hamd olsun, lutf eyledi, nûra battım;
Gönül kuşu Lâmekân’a ulaştı dostlar.
Kıyâmetin şiddetinden aklım şaşkın,
Gönlüm korkmuş, cânım yorgun, yıkık evim,
Sırât adlı köprüsünden paramparça gönlüm,
Aklım gidip, deli olup kaldım dostlar.
Kul Hoca Ahmed, kırka girdin nefsini kır;
Burada ağlayıp âhirette ol tertemiz,
İmân postu şeriattir, aslı tarîkattır,
Tarikata giren Hakk’tan pay aldı dostlar.
Yâ İlâhım, hamdın ile hikmet söyledim;
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Tevbe kılıp günâhımdan korkup döndüm;
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kırk birimde ihlâs eyledim, yol bulayım deyip,
Erenlerden gördüğüm her sırrı, örteyim deyip,
Pîr-i kâmil izini alıp, öpeyim deyip,
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kırk ikimde istekli olup yola girdim,
İhlâs eyleyip yalnız Hakk’a gönül verdim;
Arş, Kürsü, Levh’ten geçip Kalem’i gezdim;
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kırk üçümde Hakk’ı arayıp feryâd eyledim,
Gözyaşımı akıtarak pınar eyledim,
Kırlarda gezip kendimi dîvâne eyledim;
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kırk dördümde muhabbetni pazarında,
Yakamı tutup, ağlayıp yürüdüm gül bahçesinde,
Mansûr gibi başımı verip aşk dârağacında;
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kırk beşimde Sen’den hâcet dileyip geldim;
Tevbe eyledim her iş yaptım hatâ eyledim,
Yâ İlâhım, rahmetini ulu bildim;
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kırk altımda zevk ve şevkim dolup taştı;
Rahmetinden bir damla düştü, şeytân kaçtı,
Hakk’tan ilhâm arkadaş olup, kapısını açtı;
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kırk yedimde yedi yönden ilhâm ulaştı,
Sâkî olup şarâp kadehini Pîr’im tuttu,
Şeytân gelip nefs ve hevâyı kendisi yuttu,
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kırk sekizde azîz Cândan şikâyetçi oldum;
Günâh derdi sakat kıldı hasta oldum,
O nedenle Hakk’tan korkup uyumaz oldum
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kırk dokuzda aşkın düştü, tutuşup yandım,
Mansûr gibi eş ve dosttan kaçıp kayboldum,
Türlü türlü cefâ değdi, boyun eğdim,
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Elli yaşta “Yiğidim” dedim, amelim zayıf;
Kan dökmedim gözlerimden, bağrımı ezip;
Nefsim için yürür idim, it gibi gezip,
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Kul Hoca Ahmed, er olmasan, ölmesi iyi,
Kızıl yüzünün kara yerde solması iyi,
Toprak gibi yer altında olması iyi,
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Ey dostlar, kulak verin söylediğime,
Ne sebepten altmış üçte girdim yere?
Mirâc sırasında Hakk Mustafâ rûhumu gördü,
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Hakk Mustafâ Cebrâil’den eyledi suâl
“Bu nasıl rûh, bedene girmeden buldu kemâl?”
Gözü yaşlı, önderi halkın, bedeni hilâl;
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Cebrâil dedi: “Ümmet işi size tam hakkıdır,
Göğe çıkıp meleklerden alır ders
Feryâdına feryâd eder yedi kat gök...
“ O nedenle altmış üçte girdim yere
“Evlâdım” deyip Hakk Mustafâ eyledi kelâm,
Ondan sonra bütün rûhlar eyledi selâm
Rahmet denizi dolup taş, diye yetişti haber,
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Rahîm içinde belirdim, ses geldi,
“Zikir söyle!” dedi, organlarım titreyiverdi
Rûhum girdi, kemiklerim ‘‘Allah” dedi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dört yüz yıldan sonra çıkıp ümmet olacak,
Nice yıllar dolaşıp halka yol gösterecek,
On dört bin âlimler hizmet eyleyecek,
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Dokuz ay ve dokuz günde yere düştüm;
Dokuz sâat duramadım, göğe uçtum;
Arş ve Kürsü derecesini varıp kucakladım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“İnna fetehnâ”yı okuyup anlam sordum;
Işık saldı, kendimden geçip cemâl gördüm;
Hâcem vurup “Sus’” dedi, bakıp durdum;
Yaşımı saçıp, çâresiz olup durdum ben işte.
“Ey câhil, gerçek bu!” diye söyledi, bildim;
Ondan sonra çöller gezip Hakk’ı sordum;
Nasîb etti, şeytânı tutup bindim;
Kararlı olup, belini basıp ezdim ben işte.
Zikrini tamâm eyleyip döndüm divâneye;
Hakk’tan başka birşey demeyip bilmeyene,
Mumunu arayıp çırak girdim pervâneye,
Kor ateş olup, kavrulup yanıp söndüm ben işte.
Nam ve nişân hiç kalmadı, “Lâ... Lâ...” oldum;
Allah zikrini diye diye “...illâ...” oldum;
Hâlis olup, muhlis olup “...lillah” oldum;
“Fenâfillah” makâmına geçtim ben işte.
Arş üstünde namâz kılıp dizimi büktüm;
Dileğimi deyip, Hakk’a bakıp yaşımı döktüm;
Yalancı âşık, sahte sûfî gördüm, kötüledim
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Cândan geçmeden “Hû-Hû” demenin hepsi yalan,
Bu arsızdan sormayın suâl, yolda kalan;
Hakk’ı bulanın özü gizli, sözü gizli;
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Bir yaşımda rûhlar bana pay verdi;
İki yaşta peygamberler gelip gördü;
Üç yaşımda Kırklar gelip hâlimi sordu;
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Dört yaşımda Hakk Mustafâ verdi hurma.
Yol gösterdim, yola girdi, nice günâhkâr
Nereye varsam Hızır Baba’m bana yoldaş
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Beş yaşımda belimi bağlayıp ibâdet eyledim,
Nâfile oruç tutup âdet eyledim
Gece gűndüz zikrini deyip râhat eyledim,
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan
Göğe çıkıp ders öğrendim meleklerden;
İlgimi kesip bütün tanıdık bağlardan;
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Yedi yaşta Arslan Baba’m arayıp buldu;
Her sırrı görüp perde ile sarıp kapadı;
Allah’a hamd olsun, gördüm” dedi, izimi öptü;
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Azrâil gelip Arslan Babamın Cânını aldı,
Hûriler gelip ipek kumaştan kefen eyledi,
Yetmiş bin melekler toplanıp geldi.
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Namâzını kılıp yerden kaldırdılar
Bir anda cennet içine ulaştırdılar,
Rûhunu alıp “İlliyyîn” cennetine girdirdiler
O nedenle altmış üçte girdim yere
Allah, Allah yer altında vatan eyledi
Münker-Nekir “Rabbin kim?” deyip soru sordu;
Arslan Baba’m İslâm’ından beyân eyledi
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Akıllı isen, erenlere hizmet eyle
Emr-i Mârûf kılanları azîz eyle,
Nehy-i münker kılanları hürmetli eyle
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Sekizimde sekiz yandan yol açıldı;
“Hikmet söyle!” diye, başlarıma nûr saçıldı;
Allah’a hamd olsun, Pîr-i kâmil mey içirdi;
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Pîr-i kâmil Hakk Mustafâ, şüphesiz bilin;
Nereye varsan, vasfını söyleyip saygı gösterin
Salât-selâm deyip Mustafâ’ya ümmet olun;
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Dokuzumda dolanmadım doğru yola;
Teberrük deyip alıp yürüdü elden ele;
Sevinmedim bu sözlere kaçtım çöle;
O nedenle altmış üçte girdim yere.
On yaşında delikanlı oldun Kul Hoca Ahmed;
Hocalığa binâ koyup, ibâdet eylemeden,
“Hocayım” deyip yolda kalsan, yazık sana,
O nedenle altmış üçte girdim yere.
Her sabâh vakti ses geldi kulağıma,
“Zikr söyle!” dedi, zikrini söyleyip yürüdüm ben işte.
Âşksızları gördüm ise, yolda kaldı;
O sebepten aşk dükkânını kurdum ben işte.
On birimde rahmet deryâsı dolup taştı;
“Allah!” dedim, şeytân benden uzak kaçtı;
Hay u heves, ben-bencillik durmayıp göçtü;
On ikide bu sırları gördüm ben işte.
On üçümde nefsani arzuları ele aldım
Nefs başına yüz bin belâ sarıp saldım;
Kibirlenmeyi ayak altında basıp aldım;
On dördümde toprak gibi oldum ben işte.
On beşimde Hûrî ve gılmân karşı geldi;
Başını eğip, el bağlayıp saygı gösterdi
Firdevs adlı cennetinden haberci geldi;
Cemâli için hepsini terkettim ben işte.
On altımda bütün rûhlar pay verdi;
“Hay hay size mübârek olsun”deyip Âdem geldi;
“Evladım!” deyip, boynuma sarılıp gönlümü aldı;
On yedimde Türkistan’da durdum ben işte.
On sekizde Kırklar ile şarâp içtim;
Zikrini söyleyip, hâzır durup göğsümü deştim;
Nasîb kıldı, cennet gezip hûriler kucakladım;
Hakk Mustafâ cemâllerini gördüm ben işte.
Ondokuzda yetmiş makâm açığa çıkarıldı
Zikrini söyleyip, iç ve dışım temizlendi;
Nereye varsam, Hızır Baba’m hâzır oldu;
‘Gavslar gavsı’ mey içirdi, doydum ben işte.
Yaşım yetti yirmiye, geçtim makâm
Allah’a hamd olsun, pîr hizmetini tam eyledim
Dünyadaki kurt ve kuşlar eyledi selâm
O nedenle Hakk’a yakın oldum ben işte.
Mümin değil, hikmet işitip ağlamıyor,
Erenlerin söylediği sözü dinlemiyor,
Âyet hâdis, Kur’ân’ı anlamıyor
Bu rivâyeti Arş üstünde gördüm ben işte.
Rivâyeti görüp Hakk’la söyleştim ben,
Yüz bin türlü meleklere yüzleştim ben,
O sebepten Hakk’ı söyleyip izleştim ben
Cân ve gönlümü O’na fedâ kıldım ben işte.
Kul Hoca Ahmed yaşın ulaştı yirmi bire,
Neyleyeceksin, günâhların dağdan ağır;
Kıyâmet günü gazap eylese, Rabbim Kâdir;
Ey dostlar, nasıl cevâp söyleyim ben işte.
Ey dostlar hasb-i halimi söyleyeyim Ne sebepten Hakk'tan korkup kabre girdim Gerçek dertliye bu sözümü bildireyim O sebepten Hakk'tan korkup kabre girdim
Kabir içinde gece-gündüz ibadet eyledim Nafile namaz kılıp adet eyledim Her ne cefa gelse ona dayandım O sebepten Hakk'tan korkup kabre girdim
Kabir içinde Mustafa'yı hazır gördüm Selam verip edep ile şaşırıp kaldım Asi-cafi ümmetlerinin halini sordum O sebepten Hakk'tan korkup kabre girdim
Bir gün senin ömrünün yaprağı sararınca Ecel gelmeden tevbe eyle ey cahil Meğer sana rahmet eyleye Azim Yezdan O sebepten Hakk'tan korkup kabre girdim
Gerçek dertlinin işidir söz ve icraat Gözyaşıdır Hakk karşısında niyaz armağanı Gece-gündüz dinmeden oruç, namaz kıl O sebepten Hakk'tan korkup kabre girdim
Ey evlad ümmetlerin derdi örter Yanlış, noksan günahları dağdan artar Dini bırakıp dünya malını kendine çeker O sebepten Hakk'tan korkup kabre girdim
Kul Hoca Ahmed tekbir deyip sohbete başla Hay u heves, ben-benliği uzağa gönder Seherlerde dört dövünüp dinmeden çalış O sebepten Hakk'tan korkup kabre girdim..
Sabâh erken, pazartesi günü yere girdim, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Altmış üçte sünnet dedi işitip bildim, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Yer üstünde dostlarım mâtem tuttu,
Bütün âlem “Sultânım” deyip nâra attı,
Hakk’ı bulan gerçek sûfîler kanlar yuttu, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
“Elvedâ” deyip yer altına ayak bastım,
Aydın dünyâyı Harâm kılıp Hakk’ı sevdim, Zikrini söyleyip yalnız olup, yalnız yandım, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Taha” okuyup akşam ve geceler kâim oldum, Gece namâz gündüzleri oruçlu oldum,
Bu hâl ile yer altında dâim oldum,
Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Altmış gece altmış gündüz bir kez yemek,
Tan atana kadar namâz kılıp bir kez selâm, Altmış üçte oldu ömrüm sonunda tamâm, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte
Hakk Mustafâ rûhu gelip imâm oldu,
Bütün varlık yer altında köle oldu,
Çok ağladım, Hakk Mustafâ müjde verdi, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Mirâc gecesi “Gözümün nûru evlâd...” dedi, Elimi tutup “Ümmetimsin ümmet” dedi, “Sünnetimi sıkı tutasın gönüldaşım” dedi, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
“Kıyâmette yol kaybedersen yola salayım, Muhammed deyip susamış olsan elini tutayım, Evladım deyip elini tutup cennete girdireyim.” Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte
Ey dostlar bu sözü işitip şevkim arttı,
“Ümmet” dedi, iç ve dışım nûra battı,
Nûrunu salıp cemâlini Hakk gösterdi
Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte
Cemâlini görüp rûhum uçup arşa kondu,
Mûsâ gibi varlığım tutuştu yandı,
Mecnûn gibi eş ve dosttan kaçıp saklandı, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Yer altında çok eziyet, zorluk çektim,
Döşek yastık taştan yapıp sıkıntı çektim; Ey dostlar bu dünyada dinlenmek yok,
Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Böyle zorluk çekmedikçe vaslı nerde?
Hizmet kılmadan peydâ olmaz hâl derdi,
Cân ve gönlünü kılmadıkça Hakk’a tutkulu,
Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Yer altına girmek ile nefsimden geçtim,
Gözümü açınca Mustafâ’yı hâzır gördüm,
İsyân eden, cefâ veren, ümmetlerin hâlini sordum,
Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte
“Ey evlad benden sorsan ümmet hani,” “Ümmet” dedi göğsüm dolarak hasret yarası, “Ümmetim için çok çekiyorum Hakk’dan külfet” Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
“Ümmetlerimin Günâhlarını her Cumâ affet...” Alıp geleyim ya Muhammed, sen bunu ayır,
“Ta ki ağlayıp secde eyleyim Rabbim affet...” Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Her Cumâ affet ümmetlerin günâhını...” Alıp geleyim ya Muhammed sen bunu gör, Ahmed ümmetlerin neler eyler senin?” Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
“Ben melekten utanç duyarım, ey ümmetim...” Yaratan’dan korkmaz mısın düşük himmetim, Gece yatmadan ibâdet etsen hoş devletim, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Yer altına irâdesiz olarak girdim, dostlar,
“Âmin” deyiniz âl ve ashâb ve çehâr-yâr, Ümmetlerin suçunu Allah’ım bağışla, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte
Kul Hoca Ahmed ben ‘ikinci defteri’ söyledim
İki âlem eğlencelerini toptan sattım,
Ölmeden önce Cân acısının zehrini tattım, Mustafâ’ya mâtem tutup girdim ben işte.
Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip
Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte.
Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup
'İkinci defter' sözlerini açtım ben işte.
Sözü söyledim, her kim olsa cemale talip
Canı cana bağlayıp, damarı ekleyip,
Garip, yetim, fakirlerin gönlünû okşayıp
Gönlü kırık olmayan kişilerden kaçtım ben işte.
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol
Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol
Mahşer günü dergahına yakın ol
Ben-benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.
Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu
O gece Mirac'a çıkıp Hakk cemalini gördü
Geri gelip indiğinde fakirlerin halini sordu
Gariplerin izini arayıp indim ben işte.
Ümmet olsan, gariplere uyar ol
Ayet ve hadisi her kim dese, duyar ol
Rızk, nasip her ne verse, tok gözlü ol
Tok gözlü olup şevk şarabını içtim ben işte.
Medine’ye Rasul varıp oldu garip
Gariplikte sıkıntı çekip oldu sevgili
Cefa çekip Yaradan'a oldu yakın
Garip olup menzillerden geçtim ben işte.
Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla
Mustafa gibi ili gezip yetim ara
Dünyaya tapan soysuzlardan yüzünü çevir
Yüz çevirerek derya olup taştım ben işte.
Aşk kapısını Mevlâm açınca bana değdi
Toprak eyleyip 'Hazır ol! ' deyip boynumu eğdi
Yağmur gibi melâmetin oku değdi
Ok saplanıp yürek, bağrımı deştim ben işte.
Gönlûm katı, dilim acı, özüm zalim
Kur'an okuyup amel kılmıyor sahte alim
Garip canımı harcayayım, yoktur malım;
Haktan korkup ateşe düşmeden piştim ben işte.
Altmış üçe yaşım ulaştı, geçtim gafil;
Hakk emrini sıkı tutmadım, kendim cahil;
Oruç, namaz kazaya bırakıp oldum ergin;
Kötüyû izleyip iyilerden geçtim ben işte.
Vah ne yazık, sevgi kadehini içmeden,
Çoluk-çocuk, ev-barktan tam geçmeden
Suç ve isyan dûğümünü burada çözmeden
Şeytan galip, can verirkende şaştım ben işte.
İmanıma çengel vurup kıldı gamlı,
Mürşid-i kamil Hazır ol! ' deyip saçtı korku
Lânetli şeytan benden kaçıp korkusuz gitti kirli
Allah'a hamd olsun, iman nuru açtım ben işte.
Mürşid-i kamil hizmetinde gidip yürüdüm;
Hizmet kılıp göz yummadan hazır durdum;
Yardım etti, Şeytanı kovalayıp sûrdüm;
Ondan sonra kanat çırpıp uçtum ben işte.
Garip, fakir, yetimleri sevindiresin;
Parçalayıp aziz canını eyle kurban;
Yiyecek bulsan, canın ile misafir
Hak'tan işitip bu sözleri dedim ben işte.
Garip, fakir, yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o kulundan Allah.
Ey habersiz, sen bir sebep, kendisi saklar;
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim ben işte.
Yedi yaşta Arslan Baba ya verdim selâm;
'Hak Mustafa emanetini eyleyin armağan'
İşte o zamanda binbir zikrini eyledim tamam
Nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim ben işte.
Hurma verip, başımı okşayıp nazar eyledi
Bir fırsatta âhirete doğru sefer eyledi
'Elveda' deyip bu âlemden göç eyledi
Medreseye varıp, kaynayıp coşup taştım ben işte.
Sünnet imiş, kâfir de olsa, verme zarar
Gönlü katı, gönül inciticiden Allah şikayetçi;
Allah şahid, öyle kula 'Siccin' hazır
Bilgelerden işitip bu sözü söyledim ben işte.
Sünnetlerini sıkı tutup ümmet oldum:
Yer altına yalnız girip nura doldum;
Hakk'a tapanlar makamına mahrem oldum,
Bâtın mızrağı ile nefsi deştim ben işte.
Nefsim beni yoldan çıkarıp hakir eyledi
Çırpındırıp halka ağlamaklı eyledi
Zikr söyletmeyip şeytan ile dost eyledi;
Hazırsın deyip nefs başını deldim ben işte.
Kul Hoca Ahmed, gaflet ile ömrün geçti;
Vah ne hasret, gözden, dizden kuvvet gitti;
Vah ne yazık, pişmanlığın vakti yetişti;
Amel kılmadan kervan olup göçtüm ben işte.