Tumgik
#Oğuz Türkleri
Photo
Tumblr media
Turkey Turcoman girls in traditional clothes
Geleneksel kıyafetleri içinde Türkiye Türkmen'i kızları
33 notes · View notes
kopekcinsleritr · 3 months
Text
Alabay (Alabai)
Tumblr media
Alabay köpeği, büyük, güçlü ve cesur yapısıyla tanınan bir çoban köpeği ırkıdır. Orta Asya kökenli olan bu köpekler, yüzyıllardır sürülerin ve mülklerin korunması için kullanılmışlardır. Alabay'ın tarihi, kökeni, fiziksel özellikleri ve karakteristik özellikleri gibi çeşitli yönlerini derinlemesine inceleyeceğiz.
Tarih ve Köken
Alabay köpeğinin kökeni Orta Asya'ya dayanır ve özellikle Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve diğer Orta Asya ülkelerinde uzun bir geçmişe sahiptir. Bu köpekler, Türkmenistan'daki eski Oğuz Türkleri tarafından sürü koruma, çobanlık ve mülk savunması için yetiştirilmişlerdir. Alabay'lar, Orta Asya'nın sert koşullarına dayanıklı ve güçlü bir köpek ırkı olmuşlardır. Günümüzde, bu köpekler hala Orta Asya'da sıklıkla kullanılmakta olup, aynı zamanda dünya çapında çoban köpeği ve bekçi köpeği olarak popülerlik kazanmışlardır.
Fiziksel Özellikler
Alabay, büyük ve güçlü bir yapısıyla dikkat çeken bir köpektir. Erkek Alabay'lar genellikle 70 ila 90 cm arasında omuz yüksekliğine sahipken, dişiler 65 ila 78 cm arasında omuz yüksekliğine sahiptir. Ağırlıkları ise genellikle erkeklerde 50 ila 80 kilogram, dişilerde ise 40 ila 65 kilogram arasında değişir. Bu köpeklerin kaslı yapısı, güçlü kemik yapısı ve geniş göğüsleri vardır. Alabay'ların başı büyük ve kare şeklindedir, kulakları genellikle düşüktedir ve uzun bir kuyruğa sahiptirler. Tüyleri genellikle kısa ve sıkıdır, çoğunlukla tek katmandır ve beyaz, gri, kahverengi, siyah veya alaca renklerde olabilir.
Karakteristik Özellikler
Alabay köpeği, kendine güvenen, cesur ve koruyucu bir karaktere sahip bir ırktır. Bu köpekler, sahiplerine ve ailelerine karşı oldukça sadık ve koruyucu olabilirler. Aynı zamanda, yabancılara karşı oldukça şüpheci ve uzak durabilirler. Alabay'lar genellikle sessiz ve dingin bir mizaç sergilerler, ancak tehdit algıladıklarında hızla tepki verebilirler. Bu köpekler, sürülerin ve mülklerin korunması için yetiştirildikleri için, doğal bir bekçi içgüdüsüne sahiptirler ve sahip oldukları güçlü yapısıyla tehditleri etkili bir şekilde engelleyebilirler. Alabay'lar ayrıca oldukça zeki ve öğrenmeye açık bir ırktır, ancak aynı zamanda inatçı olabilirler. Bu nedenle, doğru eğitim ve sosyalleştirme ile erken yaşlardan itibaren başlamak önemlidir. Alabay'lar, aktif bir yaşam tarzına sahip aileler için ideal bir seçim olabilir, ancak büyük bir bahçeye veya açık alana ihtiyaç duyarlar. Ayrıca, tüy dökme dönemlerinde düzenli tüy bakımı gerektirirler, aksi takdirde tüyleri düğümlenebilir ve cilt problemleri gelişebilir. Alabay köpeği, Orta Asya kökenli büyük, güçlü ve koruyucu bir çoban köpeği ırkıdır. Bu köpekler, yüzyıllar boyunca sürülerin ve mülklerin korunması için kullanılmışlardır ve hala Orta Asya'da sıklıkla kullanılmaktadırlar. Alabay'ların güçlü yapısı, cesur kişiliği ve sadık doğası, onları etkili bir bekçi köpeği ve sadık bir ev arkadaşı yapar. Ancak, potansiyel sahiplerin bu köpeklerin ihtiyaçlarını ve özelliklerini dikkate almaları önemlidir. Uygun eğitim, sosyalleştirme ve düzenli tüy bakımı ile, Alabay köpeği, güvenilir bir arkadaş ve koruyucu bir bekçi olabilir.
Ek Bilgileri
Diğer Adları: Central Asian Ovtcharka, Middle Asian Ovtcharka, Mid-Asian Shepherd, Central Asian Sheepdog, Central Renkleri: Kirli beyaz, kahverengi tonları, boz, lekeler olabilir Çıkış Yeri: Orta Asya Çıkış Tarihi: Çok eski zamanlar Familya: Çiftlik köpeği, Mastiff, Koruma ve Bekçi Köpeği Orijinal İşlevi: Sürü bekçiliği, koruma köpeği Günümüzdeki İşlevi: Koruma ve bekçi köpekliği (Şehir içinde; özellikle apartmanda yaşaması tavsiyesi edilmez.) Ortalama Ömrü: 11-15 yıl Kilo (Erkek/Dişi): 55-79/40-65 kg Boy (Erkek/Dişi): 65-78/60-69 cm Read the full article
2 notes · View notes
yalnzardc · 2 years
Text
İbni Abbas Hz.leri bu geminin uzunluğunun 1200 kulaç, genişliğinin 600 kulaç olduğunu söylemiştir. Geminin göğe doğru yüksekliği 30 kulaçtı, 3 katlı idi. Her kat 10 kulaç idi. En alt kat hayvanlar ve vahşi hayvanlar için, orta kat insanlar için, üst kat ise kuşlar içindi. Kapısı yan taraftaydı. Ve üzerini örten bir örtü vardı. İnsanların toplamı 80 olup 40 kadın, 40 erkek idi. Hz. Nuh (as)'in 4 oğlu vardı. Ham, Sam, Yam, Yafes. Ama oğlu Yam (Kenan) iman etmediği için gemiye binenlerden olmadı. Hanımı da yine iman sahibi olmadığı için, Hz. Nuh (as)'in gemisine binmeyenlerden idi.
Türk halkı Yafes'ten tâ Alınca Han zamanına kadar Müslüman idi. Alınca Han padişah olduktan sonra halkın nüfusu ve malı çok oldu. Servetten sarhoş oldular ve yaratıcıyı unuttular. Bütün ülke kafir oldu ve Karahan zamanında kafirlikte öyle muhkem idiler ki, eğer babasının Müslüman olduğunu işitse, oğlu öldürür idi. Ve oğlunun Müslüman olduğunu işitse, babası öldürür idi.
Oğuz döneminde tevhid hâkim idi.
Osmanlılar Bozoklar. dandır.
Selçuklular Kınık Türkleri olarak üç oklardandır.
Tumblr media
9 notes · View notes
turkudostu61 · 1 year
Text
Tumblr media
Ruslar "Din" kardeşimizdi Ancak ,biz ; KAN KARDEŞİMİZ olan Azarbaycan'a destek olmayı tercih ettik. ! Karabağ savaşına katılan Gagauz Türkleri(Gök Oğuz)
2 notes · View notes
metinakgun · 2 months
Text
Tumblr media
İKİNCİ GÖKTÜRK KAĞANLIĞI HÜKÜMDARI KAPGAN KAĞAN'I VEFATININ 1308.YILINDA SAYGI VE MİNNETLE ANIYORUZ. RUHU ŞAD OLSUN.
İlteriş Kağan'ın ölümünden sonra Göktürk Kağanlığı'na küçük kardeşi Kapgan Kağan geçti.
Çin kaynaklarının genç, haşin ve ihtiraslı olarak betimlediği Kapgan Kağan'ın tüm politikası üç amaç etrafında toplanmaktadır:
1) En tehlikeli düşman olarak gördüğü ve tarımsal ürün haracı alabileceği Çin'i baskı altında tutmak
2) Çin hakimiyetinde yaşamakta olan Türkler'i ana yurda geri çekmek
3) Asya kıtasındaki bütün Türkleri Göktürk Kağanlığı siyasal çatısı altında toplamak.
Bu amaçlarla harekete geçen Kapgan Kağan, ağabeyinin yaptığı gibi Çin'i baskı altında tutmak için 693 yılından 695 yılına kadar Çin'e birçok akın yaptı. 696 yılında Kitanlar'ı büyük bir yenilgiye uğratan Kapgan Kağan bunun karşılığında Çin'den büyük miktarda tarım aleti, tohum, demir ile 50 yıllık tutsaklık döneminde Çin'e sığınmış olan Türklerin iadesini istedi.
Bu durumda Tang Hanedanlığı, Türk kökenli Türgişler ve Kırgızlar ile bağlaşma yoluna gitti. Bu bağlaşmayı zamanında fark eden Kapgan Kağan, baş danışman Tonyukuk'un da katıldığı seferde 696-697 kışında Kırgızlar'ı kendi yurtları Yenisey Irmağı kıyısında ani bir baskınla yenilgiye uğrattı. 698 yılında 100 bin çerilik ordusuyla Çin kentleri tahrip edildi. Kendisi doğuda yani merkezde kalan Kapgan Kağan batının düzenlenmesi görevini Tonyukuk vesayetinde oğlu İnel Kağan ve yeğeni Bilge Kağan devretti.
Çin'in 30 akınla vurulduğu 698 yılında Tonyukuk, Bilge Kağan ve İnel Kağan, Altay Dağları'nı ilk kez aşarak Çungarya Ovası'nda (kitabelerde Yarış) Bolçu Savaşı'nda Türgişler'i ağır bir yenilgiye uğrattı. Yaklaşık üç yıl süren ve 701 yılında tamamlanan akınla devletin sınırları İstemi Yabgu zamanında olduğu gibi Maveraünnehir'e dayandırıldı. Batı Türkistan Türkler'i yeniden Göktürk hâkimiyetine alındılar. Asya'daki bütün Türk boyları yüz yıl sonra Göktürk hakimiyetinde birleştirilmişti.
Bu arada sert yollarla Çik, Az, Dokuz Oğuz, Basmıl gibi Türk boyları hakimiyet altına alındı. Ancak Kapgan Kağan'ın aşırı sertliği ve Çin politikaları sonucunda pek çok boy ayaklanmaları görüldü. Bunların en önemlisi Dokuz Oğuzlar'ın başlattığı ayaklanmadır. Bayırku Seferi'nde bu ayaklanmayı da sertlikle bastıran Kapgan Kağan, yanında az bir kişiyle Ötüken'e dönüşte ormanda Oğuz boylarından aralarında Çinli bir casusun da bulunduğu Bayırkular'ın ani pususunda 716 yılında öldürüldü.
0 notes
onderkaracay · 4 months
Text
Tumblr media
🎯 TÜRK ÇAĞI 🎯
Türk Milliyetçiliği Amerikan Türkçülüğü adı altında siyasi ideolojiye askeri darbeyle dönüştü.
Bu askeri darbeye devrim demeye ve dedirtmeye kalkan subaylar aynı ziyniyetin başka bir isim altında siyasi faaliyette bulunmak istediler.
Hepsi toplumdan yetkiyi alana kadar gerçekleri savunduğu apaçık ortaya olduğu halde toplum bunlara prim vermedi.
Irkçılık ve mezhep temelli siyaset ülkenin siyasi partiler düzeninin sonunun gelmesini sağladı.
Oysa hepsi ve Cumhuriyeti kuran partiyi de Bilderberg ele geçirince Türkiye Cumhuriyeti'ne ömür biçme faaliyetinin birer parçasıydı.
Bundan sonra ki süreçte bugüne kadar siyaset sahnesinde olan hiç kimse olmayacak.
Kamulaştırma devrimi kötü niyetli olan her örgütlü çabayı devire devire Türk Çağını yaşatacak.
Siyasi partiler, tarikat ve cemaatler, holdingler, vakıf ve dernekler adı altında sivil toplum kuruluşları adı altında ulusun birlik beraberlik ve kardeşlik dayanışması içinde bütünlüğünü tehdit eden her çaba kapatılacak. Devrim yasaları bunun gerekçesidir.
Ekonomi gerekçedir.
Siyasetin açmazları bunun gerekçesidir.
Sermayenin hırsızlığı suç üstü yakalanmış olması siyasete ayar vermeye kalmış olması en geçerli gerekçedir.
O TÜRK'ÜN ARKASINDA KİM VAR?
Türk tarihinin bir birikimidir o Türk.
Defalarca yazdım bir kez daha yazıyorum.
Sürekli arkasını bir yerlere dayayanların sorduğu bir sorudur bu soru.
O Türk, Türk tarihinin bir birikimidir.
Hun Türkleri gibi. Oğuz boyları gibi.
Atatürk gibi.
Başka kim olabilir.
Türk ulusu var Türk. Zulme gönül koyan Türk.
Olanlar arkalarına baksın.
Atatürk benim diye yırtınıyorlar.
Onu da tanıyacak ve ondan da uzak duracaklar.
Önder Karaçay
0 notes
Text
bugün yine garip şeyler öğrendim
öncelikle paulo portekizdeki çoğu yer adlarının arapçadan geldiğinden bahsediyodu ve cidden her şey al ile başlıyo onlar arapçadanmış alfama algarve ben de algoz'u söyledim el oğuz anlamına gelen ve o da portekizce araştırdı internette ve doğruymuş
aynı o ekşide yazan şeyleri ve daha fazlasını hatta
algoz murderer demek dedi portekizcede daha çok infaz eden anlamında falan
ÇÜNKÜ savaşta mı artık neyde bilmiyorum 12. yüzyılda arap ordusunda infazları bu bizim oğuz türkleri yapıyomuş çok da mantıklı olarak hohoho
enteresan bi bilgi daha
0 notes
haytaogluyunus · 9 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 06 OCAK (1995)
TÜRK EDEBİYATININ VE İLİM DÜNYASININ
ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİNDEN
PROF.DR. MUHARREM ERGİN’İN
 ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ.
RAHMETLE ANIYORUM.
MUHARREM ERGİN
 Muharrem Ergin (1923, Ahıska - 6 Ocak 1995, İstanbul), Türk Türkologdur.
Ahıska'da Karapapak (Terekeme) [Türkiye'de "Mesket Türkleri" olarak bilinir][2] kökenli bir ailede dünyaya geldi.[1] 1925 yılında ailesiyle Türkiye'ye göç ederek Muş'a bağlı Bulanık kazâsına yerleştiler. Bulanık'ta başladığı eğitimini, 1943 yılında Balıkesir Lisesi'nde yatılı okuyarak sürdüren Ergin; 1945 yılındaki Tan gazetesi baskınına katılan ve göstericileri yönlendirenler arasında yer almıştır.[3] 1947 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Reşit Rahmeti Arat'ın asistanı olarak, mezun olduğu üniversitede akademik çalışmalarına başladı. 1963'te doçent, 1971 yılında profesör unvanı aldı ve 1986-1990 yılları arasında ise üniversitenin Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığını yaptı. Orhun Âbideleri'nin günümüz Türkçesine birebir çevirisini de yapan Ergin, 1990 yılında emekli oldu.[1]
Hayatının son yıllarını parkinson hastalığı ile mücadele ederek geçiren Ergin, zatürreye yakalandıktan bir hafta sonra, 6 Ocak 1995 tarihinde öldü. Mezarı Hasdal Mezarlığı'ndadır.[1][4]
Eserleri
Kitapları
Azerî Türkçesi (1970, 1981)
Dede Korkut Hikâyeleri - Dede Korkut kitabı (1969, 1971, 1980, 1983, 1988, 1991, 1992, 1999)
Dede Korkut kitabı: (inceleme) (1958, 1963, 1966, 1981)
Dede Korkut kitabı: Metin-Sözlük (1964?)
Ebülgazi Bahadır Han: Türklerin Soy Kütüğü (1974?)
Edebiyat ve Eğitim Fakültelerinin Türk Dili ve Edebiyatı (1988, 1989)
Kadı Burhaneddin Dîvânı (Hazırlayan?) (1980)
Oğuz Kağan Destanı (Yayına hazırlayan?) (1988)
Orhan Şâik'e Cevap: Biz Şaşmadık (1964)
Orhun Âbideleri (1970, 1973, 1980, 1983, 1984, 1998, 1999, 1988, 1999)
Osmanlıca Dersleri (1958, 1962, 1980, 1981, 1982, 1986, 1987, 1989)
Sovyet Emperyalizmi, Balkanlar ve Türkiye (1974?)
Türk Dil Bilgisi (1958, 1962, 1967, 1972, 1977, 1980, 1981, 1984, 1985, 2001, 2002)
Türk Dili (1986, 2002)
Türk Dili: Lise I (1976)
Ahmet ve Dedesi (1999)
Türk Dili Kompozisyon: Lise I, II, III, IV. Dönemler (1994, 1995)
Türk Dili ve Edebiyatı : Edebiyat - Kompozisyon - Türk Dili (1992)
Türk Dili: Lise 1 (1991)
Türk Dili: Lise II. Dönem (1992?)
Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri (1975)
Türkoloji Tezleri 1922-1961 (1962)
Üniversiteler İçin Türk Dili
0 notes
cuneytyardimci · 1 year
Text
Mor Cepken: Göçebe Yörüklerin Kadim Geleneği
Mor cepken bir kıyafetin çok ötesinde bir anlam taşımaktadır. Mor cepken Yörük kadınlarına tanınmış yüce bir hak ve birey olmanın simgesidir.
Mor cepken… Göçebe Yörüklerin kadim geleneklerinden bir tanesi olduğunu okuduğumda dayanamadım, paylaşmak istedim. Göçebe hayatını benimsemiş Türkmenlere (Oğuz Türkleri) Yörük denir. Benzer şekilde, Geçmişte Anadolu’ da bulunan yayla ve kışla hayatı yaşayan Türkmen aşiretleri de “Yörük” olarak ifade edilirdi. Göçebe hayat tarzı, toplulukların soylarını devam ettirebilmek için belirsiz…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
theheartofmuses · 2 years
Text
Oğuz türkleri>tatars
0 notes
kibrisolay · 2 years
Text
Kaşgay Türkleri kimlerdir? Tarihte Kaşkay Türkleri kime denir? Dokuz Oğuz dizisinde gündem!
Kaşgay Türkleri kimlerdir? Tarihte Kaşkay Türkleri kime denir? Dokuz Oğuz dizisinde gündem! - https://olaykibris.com/kasgay-turkleri-kimlerdir-tarihte-kaskay-turkleri-kime-denir-dokuz-oguz-dizisinde-gundem-9/ #kıbrıs #kktc #haber #türkiye #dünya
0 notes
awesomeiskra · 2 years
Text
İçine Kapanmış Bir Türk Topluluğu: Müyten Türkleri
İçine Kapanmış Bir Türk Topluluğu: Müyten Türkleri
Yazar: Beytullah KOCABAŞ Adlarına ilk kez Osman Karatay’ın “Alper Toŋa ve Oğuz Han: Turan’da Bir Dönem, İki Gelenek” isimli makalesinde rastladığım Müyten Türkleri, tarihin takip edilebildiği dönemlerde Türkistan coğrafyasında yaşamışlardır. Continue reading Untitled
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
elshanr · 4 years
Text
Qardaş Türkiyədə danışılan dil ləhçəsi Səlcuqlu (Oğuz) türkçəsi ilə biraz dəyişikdir. Biz Azərbaycanda isə ulu atalarımızın danışdığı Türk ləhçəsində danışırıq. Biz Dədə Qorqud atanın dilində danışırıq.
2 notes · View notes
algeyapi · 2 years
Text
"Milli kimliğe sımsıkı bağlandık."
“Milli kimliğe sımsıkı bağlandık.”
Doğu kökenli vatansever bir gencin çırpınışlarını dile getiren mektubunu, sizlerle paylaşmak istiyorum. (more…)
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
kulti-gin · 3 years
Text
Bugünkü biz Türkler’in nereden doğduğu hep bilmek istediğimiz konudur. Bu konuda ayrıntılı antropolojik, ayrıca arkeolojik araştırmalar yapan değerli bilgin Prof.Dr. Reha Oğuz Türkkan’a göre, Türkler tüm diğer ulusların çoğu gibi Orta Asyalıdır, yaklaşık bundan 10 bin yıl önce doğmuşlardır. Ancak, hangi ulusun hangi ulusla bağı, karışımı, uzantısı vardır, ona bir bakalım.
Bundan aşağı yukarı 30 bin yıl önce, yeryüzünde bulunan taşıllara(fosil) göre, yalnızca 3-4 anasoy vardı. Bu, Yontmataş (Paleolitik) Çağı’nda, biz Türkler yoktuk.
Binlerce yıl bu anasoylar karıştı, bir sürü kırma Türler çıktı, sonra gelenler yerli yerine oturunca, belli özellikli 8-10 anasoy oluştu. Bunlardan yalnızca ikisi biz Türkleri ilgilendirir: Avrasya’da Ural Dağları’nda yaşayan Ak Brakisefal soyla (ki yanlışlıkla “Alp-Alpin” adı takılmıştır), bir de Asya’nın Sibirya ucundan Baykal Gölü ile Tanrıdağları’na doğru uzanan geniş bölgede yaşayan Amerindler. Diğer bir deyişle, Asya’da yaşayan Kızılderili soyu, bakır tenli, biraz çekik gözlü, orta başlı (mezosofal) kişiler.
Amerika Anakarasında bugüne değin 20-30 bin yıl öncelerine ilişkin güvenilir hiçbir kişi taşılı (fosili) bulunmadı. Şimdiki Kızılderililer’in ataları (Amerindler) o çağlarda Doğu Asya ile Sibirya’da yaşıyorlardı. Kalan izlere göre ancak D.Ö. 22 000- 17 000 yıllarında Bering Boğazı yoluyla Amerika’ya göçler başladı[2].
İşte, bu iki anasoy, biz Türkler’in “ana ile babası”dır.
Söz konusu iki anasoy, 6000 yıl arayla iki kez karışmıştır; biri doğuya, diğeri batıya göçleri sırasında. İlki Tunç Çağı’nda olmuş, D.Ö.(M.Ö) 8000’ler. Urallı Alp’ler olasılıkla çoğunluktaymış ve karşılaşma, Aral gölü dolaylarında gerçekleşmiş. Yeni doğan üren (kuşak), heryerde olduğu gibi, kırmaydı. Ancak binlerce yıl iç evlenmeler sonucu genler durulmuş, sonuçta yepyeni bir soy oluşmuş: ÖN-TÜRKler ortaya çıkmış. Sonraları Ön Türkler eyge(dünya) uygarlığında çığır açacak bir kuşak oluşturmuştur.
İkinci karşılaşma, D.Ö. 2000’lerde. Bu kez Asyalı Kızılderililer çoğunlukta olmak üzere, Baykal Gölü ile Tanrıdağları’na dek göçen Urallı Alp’lerle birleşmişler. Bu çağdaki karışmadan doğanların, sonradan genleri durulunca, ötkene(tarihe)“İLK-TÜRK”ler olarak geçmişlerdir.Sonraları, bunlara Hunlar, Uygurlar, Aparlardır (Avarlar) denmiştir.
Moğolların ise, özgün adları “Şevey”dir, ayrı bir soydurlar. Gerçi bir soyları (anaları?, babaları?) Asya Kızılderilidir ancak, evlenmeleri Alplerle değil, Çinde’ki SİNİD sarı ırktan budunlarla olmuştur. Karışma ile göçler sonucu Asya’da Kızılderili kalmayınca Sibirya ormanlarını bu “Moğol”, diğer bir adla Şeveyler doldurmuş, Türklere komşu olarak giyinişlerini, savutlarını (silahlarını), birçok geleneklerini Türkler’den almışlardır. Ötesi, soykırımın suçlularından biri Şeveyler olmasına karşın, Ergenekon Destanı’nı da benimseyip kendilerini yulunmuş(kurban edilmiş) budun gibi görmüşlerdir! Uygur-Şato Türk soyundan olan Börütegin evgili(sülalesi) başlarına geçirince bu oluşmuştur. Cengiz Han bu uruktandır(hanedandandır).
Ön Türkler, Orta Doğu’ya, Mezepotamya’ya göçüp, insanlığın ilk gerçek uygarlığını kuruyorlar: Sümerler, Elamlar (D.Ö. 4500-2700). Bir kolları Anadolu’ya giriyor. Olasılıkla Kafkaslardan gelen Ön Hititler (D.Ö 2700-2000), Nezik-Hititler 2000 yılında Anadolu’yu alıyorlar. Bunlar Türk değil, Ön Germen (Almanların Atası) Ön-Hitit Uygarlığı’nı üstleniyorlar. D.Ö. 1000’de bir karmaşa: Budunlar Göçü başlıyor. Anadolu’ya Sümer’den göçüp de Ege’ye yerleşmiş olan Lidler/Turskalar denizci oluyor. Bir kol Kuzey İtalya’ya yerleşiyor: E-Türksler. Bir başka Turska kolu Atlas Okyanusu’na açılıyor, Meksika’nın Vera-Cruz körfezine çıkıyor. Orada, Ulmek Uygarlığı’nı kuruyorlar. Maya, Aztek, İnka, bunun süreği olabilir.
Mezopotamya’daki Ön-Türk Sümerler ne oluyor? D.Ö. 2000’lerden sonra, Güney’den akın akın gelen Sami (Semitik) göçleri altında bozulup, siliniyorlar. Yalnızca bir bölümü göçüyor, SU-K adıyla Kuzey’e, Kafkaslar’a, Karadeniz’in kuzeyine yayılıyorlar: Saka-İskitler adıyla. Bir başka kol Orta Asya’ya Türkmenistan’a, ötesi Tanrı Dağları’na oradan da Çin’e uzanıyorlar! Sakalar İranlılarla çatışıp duruyor. Bunlar “İran-Turan Savaşları” diye bilinir(Şehname, Efrasiyab/Alper-Tunga). Orta Asya’nın içlerine çekilenler ŞU Krallığı’nı kuruyorlar. Büyük İskender’le savaşıyorlar. Bunların bir kolu Çin’e giriyor, “Çu-Çu” adındaki ilk Çin uruğu oluşturuyorlar.
Tanrı Dağları bölgesindeki Ön-Türkler, kuzeylerdeki İlk Türk/Şevey Birliği olan Apar İlkutu’na başkaldırıyor, onları yeniyorlar. İlk kez Ön Türk / İlk Türk birlikteliğinden, Göktürk İlkutu doğuyor.
Özet ile bakacak olursak, Türklerin geçmişte ilk
görünüşleri, bundan 8 – 10 bin yıl öncedir. Kızılderililer bizim büyük büyük atalarımızdan biri. Ancak yaklaşık 22 bin yıl önce Amerika anakarasına geçenler bizi pek bilmiyorlar. Onların kullandığı Türkçe dili 22 bin yıl öncenin Türkçe dili olabilir. Bu süre içinde dil değişmiş olabilir. Ancak gelenekler saklı kalır. Sözgelimi Altay Türkleri, kişinin onuru ile gücünün saçında olduğuna inanırlardı. O nedenle yağısını (düşmanını) öldürdüğünde, “İşte senin güç ile onurunu elime aldım. “ anlamında kafa derisini yüzerlerdi. Çocuk doğduğunda bozüye(çadıra) ilk gelenin adı ona konulurdu. Bu gibi gelenekler Amerika Kızılderilileri arasında süre gitmiştir.
Bizim büyük atalarımız Alplerle – Kızılderililerin karışımı olan Ön Türkler ile İlk Türklerdir. Sümerler – Elamlar İlk Türklerden kopup gelme, Uygurlar – Hunlar ile Avarlar ise Orta Asya’dan kalan Ön Türklerle, Alp ile Kızılderililer’in karışımıdır. Sümerlerle, Uygurların aralarında 2500 yıllık çağ ayrılığı vardır. Sümer Türkçesi, Orta Asya Türkçesi’nde uzun yıllar ayrı kalmıştır. Kendi içinde ayrıca gelişmiştir. Anadolu’da Grek, İtalya’da Roma Uygarlığı’na katkıda bulunan Turskalar ile E-Türksler; Ön Türk soyudur. Avrupalılar’dan önce Atlas Okyanusu’nu geçip Meksika ile Orta Amerika’da Ulmek ile belki de İnka, Maya, Aztek Uygarlığı’nı kuran çekik gözlü, bakır tenli topluluklar Turskalar, diğer bir deyimle bizim büyük atalarımız olabilirler.
Bugün ABD’nin kırıp geçirdiği Mezopotamya (Irak – Suriye)
Sümer – Arap karışımı Türk kırmasıdır. Tungazlar (Kore, Japonya) Kızılderili – Altay kökenli bizim yakınlarımızdır. Çinliler de; Türk karışımı. Bulgarlar; Türk – Slav karışımıdır. Ruslar; Alan Türkü, Slav, İskandinav karışımıdır.
D.S 1071’de Anadolu gelen Oğuz Türkleri ile Sümerler arasında 5500 yıllık bir süre ayrılığı vardır. Oğuzlar 14. yüzyılda Avrupa geçmeden önce Avrupa’ya ilk Türkler, onlardan 2500 yıl önce oraya göçmüş, yerleşmiş, ilkutlar kurmuş, bir Tanrılı inancı, yeni abeceleri almışlardı. Kısacası daha Osmanlı gelmeden Avrupa, çok önceden bir Ön ile İlk Türk Yurdu idi... Özet ile anlatımı böyle toparlayabiliriz.
Onun içindir ki, Atatürk Cumhuriyet kurulduktan sonra Orta
ile Güney Amerika’daki Aztek kazılarını “Onlar Türklerin Atasıdır” diye desteklemiş, üniversitede Hititoloji yerine, bizim yakınlarımız Sümerlerdir diye Sümerolojiyi kurdurmuştur.
Aynı Atatürk 1926 yılında özü Hitit olan Alacahöyük kazılarını da
başlatmıştır. Çünkü demiştir, onlarda bu yurtta yaşadılar, onlar Almanların atası iken bizlerin de ataları olmuştur diye benimsemiştir. Çanakkale’de ölen Avusturalyalı erler içinde Atatürk, “Onlar bu yurt için kan döktüler, artık onlar bu yurdun bir çocuklarıdır, onlar bizim de çocuklarımızdır.” dediği gibi, bu yurtta ne varsa, ne geçmişse Türktür, Türk onun biricik kalıtçısıdır (mirasçısıdır). Şimdi, o Hitit’ten kalan kişiler yoğunlukla Bayburt, Gümüşhane, Sivas, Tokat, Konya, Isparta, Denizli’de yaşıyorlar. Onlar arıkan bir Türk. Ancak Hititler yoluyla Almanlar Türkler’in de yakınlarıdır.
[1]Prof. Dr., JEOFİZİK KURUMU Derneği Genel Başkanı, Ünlek : 0212 227 77 19, Iykı: 0212 259 45 80, Iyışkı : [email protected] Iyışak: www. jeofizikkurumu.org
2 R.O. Türkkan, Kızılderililer ve Türkler, 1999, E. Yayınları, 3. Baskı)
Tumblr media
6 notes · View notes
kamenizm · 3 years
Text
orta asya'da yaygın olan bütün o eski falcılık teknikleri arasında, kemik falı en iyi bildiğimizdir. ondan daha eski ve daha sık kullanılmış, üstelik de günümüze kadar kullanılmış bir başka teknik yoktur. kaşgarlı mahmut tarafından değinilen bu falcılık tekniği, yagrıncının (daha yaygın olan moğolca karşılığı dallacıdır) uzmanlık alanına girmekteydi. ancak bu teknik şamanların ve hükümdarların ilgisini çekmiş ve nihayetinde kesin olarak kamusal alana girmiştir. öyle görünüyor ki, bu falcılık tekniği esasen türk kültürünün bir ifadesidir.
kemik falının bir türü, kürek kemiği üzerindeki şekil ve çizgiler üzerinden çeşitli yorumlar yapılması üzerine dayanıyordu. birçok millette günümüzde de devam eden, araplarda kıtfe adıyla bilinen bir fal çeşidi bu.
bir diğeri de, aşık kemiğinin (hani şu meşhur achilles'in zayıf noktası, topukta bulunan bir kemik) üste gelen yüzüne göre gelecekle ilgili yorum yapmaydı.
zira bazı hayvanların aşık kemiği yamuk yumuk da olsa neredeyse kare prizmaya yakındır ve kemikler de zar gibi atmaya*uygundur.
alpler savaş zamanlarında şamanların baktıkları kürek kemiği falına göre hareket ederlerdi. kürek kemiği ateşte çatırdarsa savaş açar, yoksa barış haline devam ederdi. bu bağlamda kaşgarlı mahmut şu atasözünü aktarır. “kürek kemiği karışırsa, il karışır”. türk ve moğol budizm’inde de kürek kemiklerine çeşitli efsunlar yazılırdı.
fal bakmak için kürek kemiğinin kaynatılmamış olması gerekirdi. en doğru fal koç ya da koyun kürek kemiği ile bakılırdı fakat yakut türkleri en çok geyiğin kürek kemiğini kullanırdı. kahin kemiği ateşte kızdırdıktan sonra kemikteki çizgiler, çatlaklar ve noktalara göre yorum yapardı.
kürek kemiği kırılmaz ya da köpeklere atılmazdı. aslında türkler, kurban edilen hiç bir hayvanın kemiğini kırmaz ve sağa sola atmazdı. o hayvanın tekrar dünyaya gelebilmesi için kemiklerinden yeniden doğacağı düşünülür ve kemikleri eksiksiz bir şekilde gömülürdü. kan gibi kemikler de, ruhun ikametgahı olarak görülürdü.
Türklerde Falcılık Üzerine İnceleme:
CENGİZ HAN'IN FAL BAKMA KUDRETİNE SAHİP TORUNU MENGÜ HAN
CAVIRUN FALI (Kürek Kemiği Falı)
KUMALAK FALI
AŞIK FALI
KUYRUK YAĞI FALI...
Falcılık Türk inanç sisteminin başlıca unsurlarından biridir. Fal eski Türkçede "ırk" kelimesiyle ifade edilmiştir. Mahmud Kaşgari ırk kelimesini "falcılık, kahinlik ve bir kimsenin gönlündekini bilmek" diye açıklamaktadır. Besim Atalay'ın konuyla ilgili çevirmesine ilave ettiği nota göre "bu kelime Türkiye'nin birçok yerlerinde kader, talih, fal anlamında kullanılmaktadır. Irkım açıldı - talihim açıldı demektir" ; "kam ırkladı" cümlesinin izahını yaparken şu notu ilave ediyor : " Batı Anadolu'da ve hele Kütahya vilayetinin bazı yerlerinde "ırk bakmak" fala bakmak anlamındadır.
Oğuz destanında zikredilen bilge ve filozof Irkıl Hocanın adı da kahin ve falcı anlamını ifade etse gerektir. (Yakut Türklerine göre ilk kam'ın adı da Argıl idi. Bu isimde Irkıl veya Arkıl Hocayı hatırlatıyor). Altay'da kamdan başka "ırımçı" denilen adamlar vardır. Bunlar saralı hasta adamlardır. Saraları tuttuğu zaman bunlar gaipten haber verirlermiş.
Falcılar fal açmak için kullandıkları nesneye göre muhtelif ad alırlar.Hayvanların kürek kemiğine bakıp geleceği keşfedenlere "yağrıncı", koyun tezekleriyle fal açanlara "kumalakçı" , muhtelif şeylerden manalar çıkaran falcılara "ırımçı" denir.
"Kürek kemiği" falına Moğol saraylarında çok önem verilirdi.Rubruk'un verdiği malumata göre Mengü Han ( Cengiz Han'ın Torunu ) bir işe girişmek isterse kürek kemiğine bakardı. Önce kemiği ateşte kızdırırlardı.Bunları yağmaya mahsus küçük iki ev vardı. Kemikleri yaktıktan sonra hakan bunlardan hasıl olan çizgilere bakardı.Kemik üzerindeki çizgi doğru, düz ise yol açık, eğri veya delikler hasıl olursa yol kapalı demekti. Rubruk, hakanın yanında kemikler görmüştür. Moğollar'ın kürek kemikleri ile fal açtıklarını 1221 de seyahat eden Çinli Menhun da zikretmektedir.
Kırgız ve Kazaklar kürek kemiğine saygı gösterirler; kırmadan köpeklere atmazlar. (Anadolu'nun birçok yerinde kasaplar kürek kemiğini kırmadan atmazlar)
Ateşe yağ atmak suretiyle fala bakmak Kırgız - Kazaklarda da tespit edilmiştir.Falcı kuyruk yağını ocağa atar, ateşin alevlerine bakıp istikbalden haber verir.
Aşık kemiğiyle bakılan fal'da diğer fal çeşitlerindendir.
İnsanoğlu tarih boyunca gerek kendisiyle gerekse çevresiyle ilgili bilinmezlikleri anlayıp keşfetme, istikbalin neler getireceğini öğrenme arzusu içinde olmuştur. Bunda meçhule ve esrarengize olan merak duygusunun büyük etkisi vardır. İnsanlar geleceği öğrenme arzusuyla fal ve kehanet adı altında çeşitli yöntemlere başvurmuşlardır. Fal; genel olarak çeşitli tekniklerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatıdır. Falda çeşitli araçlar ve teknikler kullanılmış, buna göre de değişik fal türleri ortaya çıkmıştır: yıldız falı, el falı, kuş falı, kâğıt falı, iç organlar falı, kum falı, zar falı, kitap falı, ateş falı, su falı, çay falı, kahve falı, bakla falı, kürek kemiği falı gibi…(Aydın 1995: 134-135). Bu çalışmada, kürek kemiği falı hakkında genel bilgi verilmiş, Bosna-Hersek Gazi Hüsrev-Begova Kütüphanesi (Sarayevo)’nde Türkçe Elyazmaları bölümünde 1250 numarada kayıtlı eserin 55b-59a varakları arasında yer alan “Risâle-i ˘İlm-i Ketf” başlıklı kürek kemiği falı metni çevriyazıya aktarılmış, metnin günümüz Türkçesiyle çevirisi yapılmış ve sözlüğü hazırlanmıştır. Çalışmanın sonunda eserin tıpkıbasımı yer almaktadır.
  Kürek Kemiği Falı Divânu Lügâti’t-Türk’te yarın olarak adlandırılan “kürek kemiği” için diğer Türk lehçelerinde aynı kökten gelen, ancak lehçe hususiyetlerine göre fonetik değişmeye uğramış kelimeler kullanılmaktadır. Eski Yunanlılarda ve Romalılarda mevcudiyeti bilinen kürek kemiği falına Yunancada ωμοπλατοσκοπία, Latincede skapulimantia adı verilirdi. Araplar bu falı eski Yunan ilimlerinden sayarak ilmü’l-ketf (kürek kemiği bilgisi) adıyla bir bilim dalı olarak kabul etmiş, bu konuda risaleler yazmışlardır (İnan 1986: 152). İslam dünyasında bu fal çeşidi kıtfe/kitfe adıyla da bilinmektedir. Bunun için koyunun kürek kemiği kullanılır. Kemiğin üzerindeki kırmızı hat kan döküleceğine, sarı çizgi hastalığa, yeşil bolluk ve ucuzluğa, siyah ise darlık ve yoksulluğa işaret sayılmıştır (Duvarcı 1993:
Çinlilerde kürek kemiği falının geçmişi, Neolitik döneme tekâbül eden Lung-shan kültürüne dek gitmektedir (Buckland 2004: 421). Çinliler de özellikle devlete ait işlerde verilecek kararı belirlemek amacıyla koyun, öküz kemikleri ve kaplumbağa kabuğu ile tabiat ruhlarına ve atalara danışma şeklinde fala bakarlardı (Aydın 1995: 136). Japonlar da kürek kemiği falına bakarlardı. Bir geyik kürek kemiğini ateşe tutarak ısıttıktan sonra çatırtılarından anlamlar çıkarma şeklindeki fal uygulamasının hâlâ devam ettirildiği bölgeler vardır. Ayrıca kaplumbağa kabuğu da öteden beri kullanılmaktadır (Aydın 1995: 136). 12. yüzyılda İngiltere ve İrlanda’da, 13. yüzyılda Wales’te koyun veya domuzun sağ kürek kemiğine bakmak suretiyle gelecek hakkında tahminlerde bulunulurdu. Bunun için kemik öncelikle suda haşlanırdı. Kemiği asla ateşe tutmazlardı (Buckland 2004: 421). Kürek kemiği falına Moğol saraylarında da çok önem verildiği bilinmektedir. Avrupalı gezgin Rubruk’un verdiği bilgilere göre Mengü Han bir işe girişmeden önce kürek kemiğine bakardı. Moğolların kürek kemikleri ile fala baktıklarını 1221 yılında Çinli gezgin Menhun da belirtmektedir (Tavkul 2007: 186). Bu geleneğin Karaçay-Malkar, Kazak, Kırgız, Altay, Yakut, Kırım Tatarları, Nogay, Kafkas halkları arasında da yaygın olduğu görülmektedir (Tavkul 2007: 181-190). Kazak Türkleri arasında bu yöntemin şöyle uygulandığını görüyoruz: Fala baktırmak için özellikle keçi veya tekenin kürek kemiğini tercih ederler. Önce kemik ateşe atılır ve bir müddet orada tutulur. Daha sonra ateşten çıkarı- lan kürek kemiği üzerinde oluşan çizgilere göre falcı çeşitli yorumlar yapar. Kemik üzerindeki kesiksiz düz çizgi yolun açık olduğuna, eğri büğrü çizgi ve delikler ise yolun kapalı olduğuna işaret eder. Kürek kemiği üzerinde çıkan çizgi ve izlerden Kazaklar bir atın gittiği yol, bir hırsızın kaçtığı yol, kaybolan bir eşyanın yeri gibi şeylerin tespit edilebildiğine inanırlar. Kürek kemiği sevinçli ve kederli haberleri de bildirir. Falcı fal bakacağı kürek kemiğini çeşitli dualarla temizler.
Kemiğin etleri dişle koparılmaz ve kıkırdakları bıçakla kesilmez. Fal bakılan kürek kemiği faldan sonra hemen atılmaz, çeşitli dualar okunarak parçalanır, sonra köpeklere atılır. Aksi takdirde eve uğursuzluk geleceğinden korkulur (Altınmakas 1984: 129). Bugün bile Anadolu’nun birçok yerinde kasaplar kürek kemiğini kırmadan atmazlar (Duvarcı 1993: 20). Arkasını kapıya dönerek oturan falcı, gelecek hakkındaki tahminlerini tamamla-
dıktan sonra kürek kemiğini arkaya doğru fırlatır. Kemik kapının yukarısına isabet ederse bütün söylediklerinin gerçekleşeceğine inanılır (Radloff 1994: 256). Yine Türk halklarından Yakut ve Karagaslar kürek kemiği falı için geyik kemiğini tercih ederler. Kürek kemiği falı ile ancak kaybolan nesneler hakkında bilgi sahibi olmanın mümkün olduğuna inanan Sagay Türkleri için en doğru söyleyen kemik koç kemiğidir (İnan 1986: 156). Kürek kemiğiyle fal bakma Asya’nın birçok bölgesinde yaygındır. Orta Asya Türkleri, Moğollar, Araplar, Yunanlılar, Romalılar ve bazı Balkan halklarında koyun ve keçi gibi hayvanların kürek kemiğiyle fala bakma geleneği vardır. Türkler arasında İslam’dan önce de mevcut olan bu yöntem günümüzde Anadolu’nun hayvancılıkla geçinen bazı yörelerinde uygulanmaktadır (Aydın 1995: 136-137). Bu âdet eski usta çobanlar arasında bilinmektedir. Bilhassa Yörük, Arnavut ve Rum çobanların bu işte usta oldukları iddia edilmektedir. Bir kimse ancak kendi malı olan koyunlardan birinin kürek kemiğine baktırabilir. Şayet kendi koyunu yoksa, kasaptan kürek kemiğini çıkartmadan et alınır sonra da bu et, kemikten itina ile sıyrılır. Kurban bayramlarında kurban kesenler bunların kürek kemiklerini de bu iş için kullanabilirler. Bilhassa Rumlar kızıl yumurta bayramlarında kestikleri kurbanların kürek kemiklerini de fala bakmadan atmazlarmış (Necati 1930: 38). Ahmet Midhat Efendi’nin 1897 Türk-Yunan Savaşı münasebetiyle yazdığı Gönüllü romanında kürek kemiği ile fal bakma inancından detaylı bir şekilde bahsedilmektedir. Bıçak silimi adı verilen bir ziyafet tertip edilir. Bu ziyafetin konukları Türk ve Arnavut’tur. Bu ziyafetin en makbul yiyeceği kuzudur. Çünkü kuzu yenildikten sonra kürek kemiği falına bakılacaktır. Fala bakacak kişi, dişi ve diliyle yalayıp temizlediği kemiği ışığa tutarak kemik içinde görebileceği kan lekesi gibi şeylerden manalar çıkaracak ve çevresindekilere bu manaları anlatacaktır. Falı bakan kişinin “cenk var, hem de cenk” demesi üzerine ziyafettekilerin keyfi kaçar. Bunun üzerine bu ziyafette yenilen kuzunun nerede doğup büyüdüğünün asıl dikkat edilmesi gereken husus olduğuna dikkat çekilir. Ziyafette yenilen kuzunun Yunanistan’ın Serfiçe kasabasından değil de Yenişehir tarafından getirildiği, dolayısıyla vuku bulacak bozgunun Türk tarafında değil de Yunan tarafında olacağı kanaatine varılır. Bu kanaat üzerine ziyafetteki herkes rahatlar. Böylece fiilen başlamamış olan 1897 Türk-Yunan Savaşı’nın neticesi bakılan kürek kemiği falı ile önceden tespit edilmeye çalışılmıştır. Ahmet Midhat Efendi, romanında bu konu ile ilgili kendi görüşlerine de yer verir. Ona göre bu tür fal İslamiyet ve Hristiyanlık zamanlarından değil, putperestlik zamanlarından kalma âdettir
3 notes · View notes