Tumgik
#Salur Kazan
all-turkic · 1 year
Text
How Salur Kazan was Taken Prisoner and How Uruz Freed Him
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
istitrat · 9 months
Text
salur kazan, korkusuz korkak olabilir mi.
2 notes · View notes
eserozetlerim · 1 year
Text
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır?
New Post has been published on https://eserozetleri.com/dede-korkut-hikayelerini-kim-yazmistir/
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır?
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır? – Türk kültürünün önemli eserleri arasında kabul edilen dede korkut hikayeleri özellikle Türklerin yaşayışları hakkında toplum bilgisi vermesi aynı zamanda epik veya dese hanımını hikayelerden oluşması ile halk edebiyatının önemli eserleri arasında yer almaktadır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede korkut hikayelerini kim yazdı? Sorusu bu noktada özellikle birçok kişi tarafından merak edilmekte olup kaç hikayeden oluştuğu veya ne zaman yazıya geçirildiği de sıkça araştırılan konular içerisinde yer almaktadır.
Dede korkut hikayeleri Türk edebiyatının sözlü gelenek kapsamı içerisinde ortaya çıkmış önemli bir ürün olması nedeniyle halk edebiyatında oldukça önemli bir konuma sahiptir. Buradan anlaşıldığı üzere ilk ortaya çıktığı dönemlerde yazılı halde bulunmayan bu eser daha sonra kaybedilmemesi için kaleme geçirilmiştir.
Halkın ürünü olan anonim eser özelliği gösteren dede korkut hikayeleri bunda özellikle Türk toplumlarını yansıtıcı özelliği sayesinde Türk milleti için oldukça önemlidir.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede Korkut Hikayeleri Ne Zaman Yazıya Geçirilmiştir?
Dede korkut hikayeleri ne zaman yazıya geçirilmiştir? sorusuna yönelik olarak aslında eserin anonim bir halk ürünü olması nedeniyle ilk ortaya çıktığında yazılı bir eser olarak bulunmamakta olup 15 yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
Dede korkut hikayeleri özellikleri genel olarak şöyledir;
Epik destanlara benzerler,
Halk hikayeciliğine geçiş dönemi eseridir,
Sözlü geleneğin bir ürünüdür,
Destanımsı özellikler içerir,
Olağanüstü ögeler barındırır,
İçeriğinde Türklerin eski yaşayışlarına dair bilgiler barındırır,
Anonimdir,
Nazım ile nesir iç içe bir dille yazılmıştır,
Arı bir dile sahip olup, yalındır,
Dede Korkut hikayeleri konuları içerisinde aşk, savaş ve kahramanlık yer almaktadır,
Azeri Türkçesi ile oluşturulmuştur.
Dede korkut hikayesi oğuz Türkçesi ile kaleme alınmış olup genel olarak Azerbaycan, Türkiye ve Türkmenistan ülkelerinin anonim eseri olarak kabul edilmektedir.
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır?
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede Korkut Hikayeleri Kaç Hikayeden Oluşur?
Dede korkut hikayeleri kaç hikâyeden oluşur? Sorusu bu noktada oldukça merak edilen konular içerisinde yer almaktadır. Toplamda 3 nüshaya sahip olan bu eserin dresden nüshasında toplam 12 hikâye bulunmaktadır. Dede korkut hikaye isimleri ise şöyledir;
Dirse Han Oğlu Boğaç Han,
Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek,
Basat’ın Tepegözü Öldürmesi Hikayesi,
Kazan Beyin Oğlu Uruz Beyin Tutsak Olması Hikayesi,
Salur Kazanın Evinin Yağmalanması,
Koca Duha Oğlu Deli Dumrul Hikayesi,
Kazıcık Koca Oğlu Yiğenek Hikayesi,
Begil Oğlu Emren’in Hikayesi,
Uşun Koca Oğlu Seğrek Hikâyesi,
Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Hikayesi,
İç Oğuz Dış Oğuz Asi Olup Beyrek’in Öldüğü
Salur Kazanın Tutsak Olup Oğlu Uruzun Çıkardığı Hikayesi,
Bazı kaynaklarda eserin 14 hikâyeden oluştuğu söylenirse de elimizde bulunan Dresden nüshasında toplamda 12 hikaye bulunmaktadır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Vatikan yazmasında ise toplamda 6 öykü bulunmakta olup bu öykülerin isimleri ise şöyledir;
Hikayet-i Salur Kazan’ın Evi Yağmalanduğudur
Hikayet-i Taş Oğuz İç Oğuz’a Asi Olup Beyrek Vefatı
Hikayet-i Kazan Begün Oğlu Uruz Han Tutsak Olduğudur
Hikayet-i Bamsı Beyrek
Hikayet-i Kazılık Koca Oğlu Yegenek Bey
Hikayet-i Han Oğlu Boğaç Han
0 notes
model-fashion · 2 years
Text
Rüştü Onur Atilla, oyunculuk yeteneği ile izleyicilerin övgüsünü kazanıyor. Gelin Rüştü Onur Atilla'yı tanıyalım Rüştü Onur Atilla Doğum Tarihi Rüştü Onur Atilla 18 Mayıs 1986’da Samatya’da doğmuştur. Rüştü Onur Atilla Burcu ne? Rüştü Onur Atilla boğa burcudur. Rüştü Onur Atilla Boyu Kaç? Rüştü Onur Atilla'nın boyu 1.80 cm'dir. Rüştü Onur Atilla Kilosu Kaç? Rüştü Onur Atilla 100 kilodur. Rüştü Onur Atilla Göz Rengi Rüştü Onur Atilla'nın göz rengi kahverengidir. Rüştü Onur Atilla Eşi Kim? Rüştü Onur Atilla'nın eşi Sinem Ayyıldız'dır. 2014 yılında evlenmiştir. Rüştü Onur Atilla Eğitim Hayatı Atilla, Aydın Doğan Anadolu İletişim Meslek Lisesi mezunudur. Kendisi tiyatro çalışmalarına bu dönemde başlamıştır. Anadolu Üniversitesinden 012 yılında mezun olan Rüştü Onur Atilla, PERA Güzel Sanatlar Akademisi mezunudur. Rüştü Onur Atilla Rüştü Onur Atilla Tiyatro ve Televizyon Kariyeri Rüştü Onur Atilla Tiyatro Kılçık, Tiyatro Kedi, Tiyatro Bahane ve Tiyatro Pera gibi sahnelerde çalıştı. 2006 yılında Tiyatro Pera ve Tiyatro Bahane’de eğitmenlik ve aktif yazarlık yapmaya başladı. TRT’de yayınlanan Partal isimli komedi eğlence programında yazarlık yapmış ve oyunculuğu ile programı renklendirmiştir. Ayrıca dönem dönem reklam ve internet reklamlarında yer almıştır. TRT Çocuk kanalında Kasaba ve Karagöz programlarında yazarlık ve seslendirme işlerini yapmıştır. Tarlabaşı Toplum Merkezi’nde ve çeşitli devlet okullarında Yaratıcı Drama eğitmenliği de yapmıştır kendisi. 2016 yılında vizyona giren Dedemin Fişi isimli yapımda Özge Borak, Doğa Rutkay, Onur Buldu gibi isimlerin yer aldığı ve Yılmaz Erdoğan’ın senaryosunu yazdığı ve Meltem Bozoflu’nun yönettiği Dedemin Fişi filminde rol almıştır. 2017 yılında vizyona girem Öznur Serçeler, Erdal Tosun, Mahir İpek ve Devrim Yakut’un rol aldığı, Burak Aksak’ın yönettiği Alman yapımı Salur Kazan: Zoraki Kahraman filminde rol almıştır. Rüştü Onur Atilla Güldür Güldür Show’da Show TV ekranlarında yer alan Güldür Güldür Show programında yer alan Rüştü Onur Atilla, burada İbrahim Çekiç karakterine an vermektedir. Bu programda yer alan Ali Sunal, Alper Kul, Aylin Kontente, Aziz Aslan, Burak Topaloğlu, Doğa Rutkay, Meltem Yılmazkaya, Çağlar Çorumlu, Mahir İpek ve Onur Buldu gibi isimlerle aynı sahneyi paylaşmaktadır. Kendisi özellikle vücudu ile olan barışıklığı sayesinde kilosunun odak noktası olduğu karakterlere keyifle can vermektedir. Ayrıca sempatikliği ile canlandırdığı tüm karakterleri sevdirmektedir. Özellikle ekşisözlük içinde kendisi ile alakalı Güldür Güldür’ün demirbaşı, sırtlayıcısı, başrolü gibi yakıştırmalar ve övgüler yapılmaktadır. Rüştü Onur Atilla ve Ailesi Rüştü Onur Atilla Kiminle Evli? Rüştü Onur Atilla 2014 yılında Sinem Ayyıldız ile evlenmiştir. Çiftin 15 Ağustos 2018 yılında Kemal Atilla isimli bir erkek çocukları dünyaya gelmiştir. Rüştü Onur Atilla’nın Halley isimli bir köpeği vardır ve kendisi için her dönem evde doğal mama hazırlamaktadır. Rütşü Onur Atilla’nın Oynadığı Tiyatro Oyunları Ayşegül Sıkıntıda - Tiyatro Kılçık Cin Ali Aşık - Tiyatro Kılçık Tanıyor Olabileceğin Kişiler - Tiyatro Kılçık Düğünde Panik - Tiyatro Kılçık Don Kişot - Tiyatro Kedi Güldür Güldür Show / İbrahim Çekiç Rütşü Onur Atilla’nın Rol Aldığı Dizi ve Filmler 2018 – Cici Babam (Sinema Filmi) 2017 – Salur Kazan: Zoraki Kahraman (Sinema Filmi) 2016 – Deli Dumrul (Sinema Filmi) 2016 – Dedemin Fişi (Vecdi) (Sinema Filmi) 2015 – Buyur Burdan Bak (Tv Programı) 2014 – Yola Çıkmak (Erkin) (Sinema Filmi) 2014 – Olur Olur! (Sinema Filmi) 2014 – Eyyvah Eyvah 3 (Sinema Filmi) 2013 – BKM Güldür Güldür (İbrahim Çekiç) (TV Dizisi) 2012 – İnsanlar Alemi (Konuk Sanatçı) (TV Dizisi) 2011 – Huzurum Kalmadı (TV Dizisi) 2010 – Şen Yuva (TV Dizisi) 2009 – Kahve Bahane (TV Dizisi) 2007 – Kavak Yelleri (TV Dizisi)
0 notes
netbilge · 2 years
Text
Salur Kazan kimdir? Salur Kazan ne demek? Salur Kazan efsanesi, Ulaş oğlu Salur Kazan kimdir?
Salur Kazan kimdir? Salur Kazan ne demek? Salur Kazan efsanesi, Ulaş oğlu Salur Kazan kimdir?
Dede Korkut destanlarındaki Oğuzeli’nde hâkim boy Salurlar’dır. Salurlar’ın beyi olan Kazan Bey aynı zamanda Oğuzeli’nin güçlü ve saygın başbuğudur; yani Salur Kazan Bey sadece Üçok (İç Oğuz) beylerinin değil Bozoklar’ın (Taş Oğuz > Dış Oğuz) beylerinin de metbuudur. Salur Kazan Bey’in başında olduğu Oğuzeli’nin XI. yüzyılda veya XII. yüzyılın ilk yarısında Seyhun kıyılarındaki Karaçuk…
View On WordPress
0 notes
kafkasli · 2 years
Text
Kayser Salur ayası, dumanlı dağ börüsi, Salur igi, Eymür sevinci, Dulkadir delisi, Bayındır Padişah’ın vekili Kazan der: “Beylerimle ala karlı, gök sümbüllü dağlara ava gitmiş idim.
Serhat beylerinden ulak geldi: “On bin düşman üstüne geliyor.” dedi.
On bin düşman geldiğini işitince kollarımı kavuşturup ak otağ içindeki evime girdim.
“Yirmi bin düşman geliyor.” deyince yerimden kımıldamadım.
“Otuz bin geliyor.” deyince hiçe saydım.
“Kırk bin geliyor.” deyince kara gözümün ucundan sert baktım, çekinmedim.
“Elli bin geliyor.” deyince el verip elleşmedim, “Azdır.” dedim.
“Altmış bin geliyor.” deyince Allah’ı andım, atlanmadım.
“Yetmiş bin geliyor.” deyince yeltenmedim.
“Seksen bin geliyor.” deyince ürpermedim.
“Doksan bin düşman geliyor.” deyince arkaya doğru kaydım, zırhımı giydim.
“Yüz bin düşman geliyor.” deyince yüz çevirip gitmedim.
Akarsudan abdest aldım, alnımı yere koyup namaz kıldım. Muhammed’i yaratan bir Cebbar’a bağlılığımı bildirip; “Ya Muhammed! Ya Ali, medet!” dedim.
21 notes · View notes
senolyt · 4 years
Text
CAN SUYUM
 
Uyumaktan gözleri şişmiş, toprağın içinde güzel rüyalar gören bir tohumdum ben. Birden biri bana birkaç damla “can suyu” verdi. Hareketlendim, coştum, dirildim, heyecan yaptım. İçimdeki, zerrelerimdeki tüm “Hak”  bilgiyi çıkarmam ve dirilmem emredilmişti. Emir; can suyum ile birlikte gelmişti, suya yazılmıştı. Gizli olanı çıkarıp önce bir fidana, sonra da dalları ulu göğe, kökleri dipsiz yerin altına uzanan bir ağaç olabilecek miydim? Şüphem vardı, evet. Yoksa güdük bir fide, verimsiz bir ot mu olacak ve kuruyup gidecek miydim, yeni bir tohum vermemek üzere? Suya verilen emirleri doğru düzgün anlamış mıydım? O suyu kana kana içmiş miydim?
Toprakta benim dışımda her nevi tohum da vardı, biliyorum. Bazıları benim gibi (nasılsam artık), bazıları çok sert-taş gibi-aksi, bazıları GDO’lu eciş bücüş, bazıları benim aksime hareketlenmek için oldukça isteksiz. Suyun getirdiklerini her tohum ne kadar anlamıştı? Her tohuma verilen su aynı mıydı? “Yanıt bulmak için doğru soruyu sormak lazım” diyerek devam ettim seyrime.
“Su” nedir, ne işe yarar, değeri nedir?
“Allah’ın yarattıklarının başında gelir su” der, Münir Derman Hocam. Biraz kimya/fizik bilgisiyle başlayalım. “Formülü H2O dur ya da insan vücudunun şu kadarı sudur” gibi sıradan bilgileri geçtim gitti. Karbon temelli bir yaşam için, yani bu dünyadaki canlılar için su, vazgeçilmez bir madde. Hidrojen bağları nedeniyle suyun kutupsal bir özelliği var ve bu sayede sıra dışı akışkanlığa sahip. Kanımız iyi ki damarlarımızda akıyor (suyun müthiş kohezyon özelliğinden bahsetmedim bile) ve besinleri hücrelerimize taşıyor. Suyun aktif bir kimyasal madde olduğunu biliyoruz. Reaksiyonları katalize ediyor, yönlendiriyor, bozmuyor. Vücudumuzda proteinlerin sentezinde en verimli mekanizma yine su kimyası sayesinde gerçekleşiyor (Bkz. Erimiş globül teorisi).  Hücre zarlarının besin alışverişi ve suda çözünmüş besinlerin bulunması suyun kutupsal özelliği nedeniyle gerçekleşiyor. Enerji alışverişi prensipleriyle suyun geç ısınıp, geç soğuduğunu biliyoruz. Bu özelliği ile de hem vücudumuz ani ısı değişimlerinden korunuyor, hem de deniz canlıları rahatça hayatlarını sürdürüyor. 
Biz Türkler suyun bu kadar değerli olduğunu biliyor muyuz? Öncelikle aynen toprak gibi, vatandır su bizim için. Yer ve su sahipsiz bırakılmaz. Göktürk yazıtlarında; Tanrının, Türk’ün yeri ve suyu sahipsiz kalmasın diye, kağanları Türk milleti üzerine getirip koyduğu yazar. “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ünün kutsal yeri ve suyu şöyle yapmış: ‘Türk Milleti yok olmasın’, diye, ‘bir millet olsun,’ diye, babam İl-Teriş Kağan’ı, annem İl-Bilge Hatun’u Tanrı tepesinden tutup yukarı götürmüş (Kültigin yazıtı, D10-11)”. “Kağanından, beylerinden, yer ve suyundan ayrılmazsan iyilik göreceksin” diye eklenir (Bilge Kağan yazıtı, K13).  Bu bir buyruktur. Yer ve suların ruhları, Türkler vatanlarında kalsınlar diye her zaman yardım etmişlerdir. Tonyukuk yazıtı 2.taş B3: “Düşman buralardan gelmiş olmaları zor dedi ve geldiğimizi farketmedi. Hiç şüphe yok ki Tanrı, Umay, kutsal yer- su onları bastı”. Hızır ile İlyas anlatıları da yer-su ikilemesinden türemiştir. Biri yerdekilere, diğeri sularda gezenlere yardım eder.
Türk kültüründe çaylar, ırmaklar, göller tıpkı insanlar gibi canlılardır ve yaşarlar. Sular; mübarek, kutsal (ıduk) diye anlatılır Göktürk yazıtlarında. “Gökten mübarek bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. Kullara rızık olsun diye. Onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte böyledir topraktan fışkırış (Kaf/9-11). Onlara saygısızlık yapanlar, kirletenler cezalandırılır.
Altay Türkleri; Büyük Gök Tanrısı Ülgen’i ve yeraltı ruhu Erlik’i çağırırken, dağ ruhları ile, yer ve su ruhlarını çağırırlardı: “Biz, sizin hepinizi, bizim 70 dağımızı, Yer ve Sularımızı, herkesin atası Bay-Ülgen’i, ayrıca Erlik’i adlayarak çağırıyoruz”.
Dede Korkut hikayelerinde; Oğuzların arı sudan abdest alıp, namaz kılıp sefere çıktığından bahsedilir. Yine Salur Kazan kaybolan ordusunun haberini sulardan sorar. Ona göre su, Hak Teala’nın yüzünü görmüştür ve bir şeyler bilmesi gerekmektedir. “Suya ecel gelmez” der Korkut Ata.
Ant, su gibi içilir. Bazı kaynaklar Ant kadehi kültürünün de buradan geldiğini yazmaktadır. Cengiz Han ve arkadaşları Balcuna ırmağından su içerek gelecek için ant içmişler ve bir imparatorluk kurmuşlardır. Cengiz Han’ın kabilesinin adı “Kılan veya Kıyan” dır. Kıyan sözü Türkçe “kayan” yani “sel” kelimesinden gelmektedir. Varın Cengiz Han’ın yaptıklarını siz düşünün.
Su nereden geldi?
Gökten, gerçekten de gökten. Yağmurdan bahsetmiyorum. Gökten indirilen su ile önce dünya, sonra biz canlandık. Onlarca ayet var Kur’an’da, saymayalım hepsini. Dünyadaki su nasıl oluştu, bununla ilgili teoriler mevcut. Onları sıralayalım: 1) Dünya ilk oluştuğunda soğuktu ve güneş sistemindeki suyu bünyesinde depoladı. Ayrıca buzlu asteroidlerin çarpması ile okyanuslar oluştu. 2)   Theia çarpışmasıyla yeni Dünya oluşurken, Theia’nın taşıdığı suyun bir kısmını aldı. 3)  Suyun kalanı ise sonradan oluştu. Yerkabuğunun derinliklerinde hidrojenle oksijenin bir kısmı su moleküllerine dönüştü. Volkanik faaliyetlerle su yüzeye çıktı. Aynı zamanda hayatın varlığı ile atmosferde oksijen arttı. Şu anda da bitkilerin ürettiği oksijen sayesinde su kütlesinin büyük kısmı kapalı bir sistem halinde korunmakta (Kıyametin kopacağını bilseniz fidan dikiniz! Görklü Muhammed) 4) Geç dönem asteroid bombardımanı ile (özellikle Kuiper kuşağındaki buzlu asteroidler) okyanusların suyunun büyük bir kısmı kazanıldı. Örneğin 2011 yılında 12 milyar ışık yılı uzaktaki bir hiperaktif bir kara deliğin çevresinde,  okyanuslardan 140 trilyon kat daha fazla su içeren dev bir bulutsu kefşedildi. Uzayın içerdiği suyu siz düşünün, hesaplayın hesaplayabilirseniz. Güneş Sistemi’nde dünyadan daha çok su içeren 8 su dünyası yer alıyor. Satürn, Jüpiter ve Neptün yörüngesindeki 7 uydu ile Plüton’un kalın buz tabakasının altında, volkanik etkinlikler sayesinde ısınan global buz altı okyanusları bulunuyor. Şimdi bunları neden söyledim? Açıklayalım hep beraber. İlk olarak suyun kaynağını öğrendik: Gökler. Bu klasik astrofizik bilgisi. Hicr/21-23 ayetler: “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Ama biz onu ancak belirli bir ölçüde indiririz. Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. Onun depolayıcıları siz değilsiniz. Her halde biz, mutlak hem bir hayat veririz hem öldürürüz, hepsine vâris de biziz.” Gökten indirilen suyun deposu nerde, sadece bulutlar mı su deposu, anahtarı kimde peki? Ama ölçülü indirildiği kesin (Müminün/18, Zuhruf/11). Yoksa gök kapıları açılır, sel olur, tufan olur. “Biz de derhal boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık (Kamer/11)”. Gök kapısı, sadece buhar damlacıkları yüklü bulutlar olmasa gerek.
Daha derinlere dalalım. Sayın Oktan Keleş, Kulbak Bilge kitabındaki Ötüken tasavuffunda şöyle yazmıştı (sayfa 359-362): “Dış gök, cevheri sudur, rengi beyaz ışıktır (nur). Uzayın da dışındadır. Dış Gök, Ruh Gök’e (Büyük Ruh) dönüşür ve Yaradan vahiy gönderir elçisine. Büyük Ruh vasıtası ile (yansıma) yalvaçın tinine, ruhuna, kalbine. Böylelikle Büyük Ruh’a rahmet kapısı açılmış, görevini yapmıştır. Mavi Gök, Kök Tengri Otağı, Arş gibi algılanmalıdır.” Yani Arş’tan su (dış gök) üzerine yansıyan emirler Yalvaça vahiy olarak iner. Yaratılış da aynı yansıma değil midir? Hud/6: “…O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır… (Hud/6)”. Ayrıca divan şiirinde Hz.Muhammed; anasır-ı erbaa unsurlarından biri olan “su” ile sembolize edilmektedir. Su, rahmettir. Hz.Muhammed alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Yansıma demişken biraz fizik bilgisinden, suyun cam halinden bahsedelim. Cam maddenin bir halidir ve sıvı ile katı arasındadır. Katı gibidir, ama akar. Suyun cam hali de bu şekildedir. Bilim insanları da suyun cam halinin -53 ila -123 derece arasında görüldüğünü düşünüyorlar. Evrende uzay boşluğunda en yaygın su formu, yüksek basınç ve aşırı soğuk nedeniyle, camdır. Size bir ‘kare bulmaca’ sorusu: Sırlı cam, dört harfli: Ayna…. Hani şu yansıtan. Arş’ın sırlı bilgisini yansıtan su… Derman Hocam şöyle söyler: Arş’ın altında bizim bildiğimiz su yoktur. O başka “su”... Mekân değil orası...”
Sudan mı yaratıldın sen?
Abiyojenez teorisine göre yaşam inorganik moleküllerden türemiş! Buna benzeyen teoriler Aristotalesten beri her zaman ortaya bırakılıyor. Evrende hayatın kaçınılmaz olarak ortaya çıktığı teorisini geliştiren fizikçi Jeremy England şöyle demiş: “İşe bir öbek atomla başlıyorsunuz ve bunların üzerine yeterince bir süre ışık tuttuğunuzda bitkilere dönüşüyorlar ki bu gayet normal”. Sığ sualtı menfezlerindeki gözeneklerdeki atomlar organik molekülleri üretecek şekilde bir araya gelmiş ve düşen yıldırımlar ile organik moleküller oluşmuş. Henüz kanıtlanmış değil bu teoriler. Miller ve Urey 1960’larda gerçekleştirdikleri deneylerde kimyasal çorba adını verdikleri özel bir sıvıya elektrik vererek yaşam yaratmak istediler ve sadece aminoasitlerin temeli olan bazı basit organik bileşikleri oluşturabildiler. Tek ispat edebildikleri şey, yaşamın temeli olan organik bileşiklerin güneş radyasyonuna maruz kalan havasız ve ölümcül uzayda bile ortaya çıkabileceğini göstermek oldu. Bu kadar basit miydi ve buna göre sen önceden kimyasal bir çorba mıydın? Yeterince inandırıcı mı?
“İnsan ile Allah arasında su vardır” (Münir Derman)
Kadim metinlerde, efsanelerde ve mitolojik anlatılarda insanın yaratılmasından önce dünyada sadece suyun olduğundan bahsedilir. Mu tabletlerinde (Naakal metinleri) suya; “Hayatın Anası” denmiştir. Şöyle geçer yazıtlarda: “Yaratılışın 3.emrinde; sular yeryüzüne yerleşir ve henüz kara parçası yoktur. Yaratılış emri 5: Ve Yaratıcı dedi ki: Sularda hayat ortaya çıksın. Ve güneşin ışınları suların balçığındaki toprağın ışınlarıyla buluştu ve balçıktaki parçacıklardan kozmik yumurtalar oluştu. Bu yumurtalardan, emredildiği gibi, hayat ortaya çıktı. Su adeta ana rahmidir.
Türk kadim metinlerinde ise benzer anlatılar mevcuttur. Yine yeryüzünde ilk olarak sadece su vardır. Su, yaratılışın ana malzemelerinden biridir ve canlılığı sağlar. Altay Yaratılış Destanında şöyle geçer dünyanın yaratılışı:
Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer,
Uçsuz, bucaksız, sonsuz, sular içreydi her yeri
Ülgen hep düşünmüştü, ta göklere bakarak:
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım!
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım!
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım!”
Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi, yaşardı su içinde,
Ülgen’e şöyle dedi, göründü su yüzünde:
Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen,
Yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren!
De ki hep, “ Yaptım oldu!” Başka bir şey söyleme !
Hele yaratır iken, “ Yaptım olmadı!” Deme!
Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi,
Denize dalıp gitti, bilinmez noluverdi.
Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
Dinleyin, ey insanlar! “Var’ı yok demeyiniz !
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!”
Ülgen yere bakarak: “Yaratılsın yer!” demiş.
Bu istek üzerine, denizden yer türemiş.
Ülgen göğe bakarak : “Yaratılsın Gök!” demiş.
Bu buyruk üzerine, üstünü gök bezemiş!....
 
 
Başka bir Altay efsanesine göre; bir kadın, gökten düşen bir dolu tanesini yutmuş ve bundan dolayı da gebe kalmıştır. Dolu tanesinin içinde iki buğday tanesi vardır. Bunun için de bu kadından türeyen boy, kutsal bir nesil olarak kabul edilmiştir.
Hayat Suyu, bütün dünya mitolojilerinin en önemli bir motifidir. Altay ve Anadolu masalları ölüp de, hayat suyu ile yeniden dirilenlerle doludur. Yakut Türklerinin millî destanı olan Er-Sogotoh efsanesinde: İlk insan, (Er-Sogotoh, Ak-Oğlan): “Nasıl doğdum, nasıl dünyaya geldim diye, hep düşünür gezermiş. Demiş ki: Beni doğursa doğursa, Büyük Ana Kübey Hatun doğurmuş olmalıdır. Çünkü onun içinde bulunduğu ağacm göğsünden sütler akar”. Babası da Gök Ata Er-Toyon’dur. Kübey Hatun, hayat suyunun bekçisi Dişi Ata’dır (Kambaba,3.videoda bahsetmişti: https://www.onaltiyildiz.com/?artikel,666). Er-Sogotoh hayat suyunu içerek defalarca dirilir. Yakutların cennetinde, hayat ağacı ile hayat suyu, birinci derecede rol oynayan motiflerdir. Altaylıların cenneti de, Süt-Ak-Köl, yani, “ Süt gibi Ak-Göl” idi ve dünyaya yeni gelen bütün çocukların ruhları hep bu gölden gelirdi.
Sümerlerde tanrı Enki (Ea); su, zeka ve yaratmanın tanrısıdır. Nehirli Tanrı diye geçer adı, simgesi de balıktır.
Görüyoruz ki ‘yaratılış ve dirilme-canlılık’ için, su olmazsa olmaz. Şimdi bu kavramları irdeleyim beraberce. Kambaba bir ocak sohbetinde: “Yoktan var etmek, yaratmak, inşaa etmek ve dirilmek. Hepsi farklı.” demişti. “İyi düşünün, ayırt edin ve ona göre okuyun.” diye eklemişti. Okumaya başlayalım. İkra… (İlk emir)
Kur’an meallerinde “yaratmak” şeklinde çevrilen birden fazla kelime mevcut. “Yoktan var etmek (ibda)” ile başlayalım. İnsan (İsra/51, Yasin/22, Taha/72, Zuhru/27, Hud/51) ve ayrıca gök ve yer (Enam/14, Enam/79, Enam/101, Yusuf/101, İbrahim/10, Enbiya/56, Fatır/1, Zümer/46, Şura/11) yoktan var edilmiştir. Doğrusu; “var”ın ana malzemesi “yok” tur. “Göklerin ve yerin yaratıcısı O'dur; bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece 'Ol' der -ve o oluverir (Bakara/117)”. İnsanın var’ının esas fıtratı değişmez. İlk prototip insan yoktan var edilmiştir artık. “Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yoktan yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler (Rum/30)”. Bundan sonraki yaratmak eylemi sandığımız işlemler aslında; halden hale geçiş, bir şeyden başka bir şeyin ortaya çıkması anlamındaki yaratılışlardır. “Kun fe yekün” her an devam etmektedir.
 “Halk etmek” filinin geçtiği ayetler ile devam edelim. Halak; varolan bir şeyi başka bir şeye dönüştürerek yeni bir şeyi ortaya çıkartmak demektir. Adem’in çamurdan (Araf/11, İsra/61), beşerin çamurdan (Sad/71) veya çamur artı balçıktan (Hicr/28) ve sudan (Furkan/54) yaratıldığı bildirilmiştir. İlk hamurda iki malzeme vardır: Su ve Toprak. Burada önemli bir ayrıntıyı söyleyelim: İblisin secde etmeyi reddettiği (Hicr/33, Sad/76, Araf/12); beşer ve Adem’in çamurdan-balçıktan yaratılıp ve ruh üflendikten sonraki halleridir. Yani çamur ve balçığı hakir gördü, maddeye takıldı ve secde etmedi. Klasik tefsirler böyle söylemekte. İnsanın ve neslinin; yerden, topraktan, çamurdan, balçıktan, adi sudan, atık sudan, meniden, nutfeden, alakadan, etten ve kemikten yaratıldığına dair 20 kusür ayet bulunmakta. “Oysa o sizi aşama aşama yaratmıştır (Nuh/14)”. Burada dikkat etmemiz gereken nokta; insan ve neslinin yaratılışındaki sözkonusu sularda, artık adi ve atık sıfatlarının bulunması. Niye böyle, bunu ikinci bölümde açarız inşallah. Çok karıştırmadan basitçe söylersek: Yaratılış aşamalarında, su hep var. Çamur-balçık, meni, atık-adi su, nutfe, alaka nasıl olursa olsun. Su olmadan yaratılış, canlılık düşünülemez. Su sebep kılınarak; canlı olabilme, hayatta kalabilme yazılımı yüklendi insana. Acaba İblis bu yazılımı mı kıskandı? Özellikle de ilk yaratılış biçimleri olan beşer ve Adem’deki suyu. Çünkü o ateştendi. Su, onun ateşini söndürecekti hep.  Yoksa su ile başka bilgiler de mi verildi bize ve şeytan o bilgilere de sahip olmak istiyor? Aramaya başlasak iyi olacak.
“Her dabbe sudan yaratıldı (Nur/45)”. Dabbe nedir peki? Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür (Nur/45). Sen dabbe misin? İnsan ve dabbe kesin ve net olarak ayrılmaktadır ayetler ile. Yeryüzünde yürüyen dabbeler ve iki kanadı ile uçan kuşlardan ne varsa hepsi bizim gibi ümmetlerdir (Enam/38). Yine göklerde ve yer olanlar, dabbeler ve insanlardan bir çoğu Allah’a secde etmektedir (Hac/18). Dabbeler de insanlara benzer şekilde; sağır-dilsiz (Enfal/22) ve kafir (Enfal/45) olabilirler. Allah insanları cezalandırmak isterse yeryüzünde dabbe bırakmaz (Nahl/61, Fatır/45). “İnsanlardan, dabbelerden ve davarlardan yine böyle türlü renkte olanlar var… (Fatır/28).” İnsan dışındaki canlılara dabbe diyebiliriz sanırım. Su; aynen insanların yaratılma aşamasındaki gibi dabbelerin yaratılmasında da ana malzemedir.
“Ceale” kelimesi; eskisinin yerine yenisini oluşturmak, bir şeyi uygun hale getirip uygun olmayan halini bertaraf etmek anlamına gelmektedir. Meallerde “yapmak, kılmak...” gibi anlamlarda kullanılır. Yaratmak anlamını içermez yani. Önce bir bütün vardı, sonra ayrıştırıldı ve su ile canlılar oluşturuldu, Hayy esması varlık alemine yüklendi. “O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yaptık (ceale). Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya/30)”. Su can getirir. Açık ve net.
İnşaa etmek herhalde yarattıktan sonra daha kolay olacaktır. Yoktan var ederek ve yaratarak binanın temelleri atılmıştır artık. Sonra bina, o temel üzerine aşama aşama inşaa edilir, geliştirillir, dönüştürülür. “Şüphesiz tekrar inşaa etmek de O’na aittir (Necm/47).” Yerden tekrar tekrar insanı inşaa etmesi de (Hud/61, Necm/32) kolay olacaktır zannımca. Bu terim; Kur’an’da ceninin halden hale dönüşerek insanın haline gelmesi için de kullanılmıştır. Çamurdan yaratıldın, sonra nutfeden ve alakadan, sonra et ve kemik giydirildin en sonunda bambaşka bir yaratık olarak inşaa edildin (Müminün/14). Dikkat et de helak edilmeyesin. Çünkü senin ardından başka nesiller, kavimler, benzerlerin yeniden inşaa edilebilir (Enam/6, Enam/133, Enbiya/11, Müminün/31, Müminün/42, Kasa/45, Vakıa/61). “Akıtılan meniyi gördünüz (Vakıa/58) ve ilk inşaa edilişi bildiniz (Vakıa/62)” diye söyler bize Tanrı. Bir not ekleyelim buraya. Meni nin ne demek olduğunu biliyoruz. Meni kelimesi “temenni, kuruntu, arzu, umut” kelimeleri ile aynı kökten gelir. Burada bir soru gelmeli aklımıza: Bu inşaa süreci, bu aşamalar müdahalelere açık mı? Çünkü temeli bilmesek de sonrasını/inşaa sürecini biliyoruz. İşte şeytan ve avanesi bu aşamalarda devreye giriyor olabilir mi? Meniyi, yani insanın üreme mekanizmalarını da kullanarak; yeni inançsız nesilller yaratmak ve yerimize benzerlerimizi koymak için arzu içindeler mi? Tepegöz’ün doğumunu hatırlayalım. Çoban, kutsal Perili Pınarın yanında bir peri ile zorla birlikte olup, kutsal olanı bozar, yasak bir ilişkiye girer ve Tepegöz bu şekilde doğar. Bu; atık su, meni, adi su değil de nedir? Yaratılışa müdahale, suyu kirletmek, kutsalı bozmaktır. Şeytan; madden ve manen suyun kirletilmesini sağlayarak, Tepegözün doğması ile  kendini kopyalamıştır adeta.
Kısacası; “Allah’ın yaratmasında değişme yoktur (Rum/30)”.  Yaratılışını anla, yaratılışındaki güzelliğe sahip çık. “İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. (Tin/1-5).” İnme daha da aşağılara. Yaratılışında kullanılan su gibi unsurları; ister adi-atık su olsun, ister meni yada nutfe; kirletme, bozma, ona müdahale etme, ettirme.  “Yaratanların en güzelini bırakıp da Ba'l a mı tapıyorsunuz? (Saffat/125)”.
Elmalı Hamdi Yazır’ın sözüne kulak verelim: “Evet tabiatta evrim/tehavvül, doğal seleksiyon/ıstıfa, gelişim/tekamül yok değildir. Fakat o doğal seleksiyonu ve gelişimi yapan tabiat değil, tabiatlar üzerinde hakim olan Yaratıcıdır (Müminun/14.ayet tefsiri)”. Bu soruları siz yanıtlayın artık: Dünyanın ve insanın; su gibi hâlden hâlle giren bir dış çevre içindeyken hep sabit kalması  mümkün müdür? Değişen şartlara en güzel şekilde uyum sağlamak ve en güzel (ahsen) yaratılış değil midir peki? Peki sen durup dururken kurulu düzene neden çomak sokuyorsun?
Hadi biraz canlanalım
Su; toprağın dirilmesi ve binbir farklı meyve-sebzenin yetişmesi için de vazgeçilmez (Neml/60, Hac/63, Bakara/164, Nahl/65, Hac/5, Furkan/48, ankebut/63, Rum/24, Fussilet/33, Zuhruf/11, Kaf/9, Enam/141, Müminun/19). Ölülerin tekrar diriltilmesi de haliyle toprağın diriltilmesi gibi anlatılmıştır Kitabımızda: “…Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine su indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her güzel çifti yetiştirir. Çünkü Allah, O tek gerçektir. O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kadirdir (Hac/5-6). “Senin yeryüzünü kupkuru görmen de onun âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabarır. Onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir (Fussilet/39). “Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O'dur. Biz onunla (kupkuru), ölü memleketi inşa ederiz. İşte siz de böylece çıkarılacaksınız. (Zuhruf/11). İşte bu şekilde kuru toprak sulanacak, ıslanacak ve yeniden, tekrar tekrar dirileceğiz.
Gökten inen suyla toprağın dirilmesi Mu ve Maya tabletlerinde “Tau” simgesi ile anlatılır. Diriliş ve tekrar doğuşun, yeniden ortaya çıkışın sembolüdür. Aslında tekrar doğan şey topraktır. Kelime anlamı "suyu getiren yıldızlar"dır. “Ta” yıldızlar ve “Ha” sudur. Tau, Güney Haçı takımyıldızıdır. Güney Haçı, Mu semalarındaki belli noktada gözüktüğü zaman yağmur mevsimi başlar ve kuru topraklar, ölü tohumlar canlanır. Ağaç ve diğer bitki örtüsü yaprak, çiçek ve meyve verirdi. Mu berekete kavuşurdu. İşte bu, hayatın dirilmesiydi.
Peki biz nasıl dirileceğiz yine yeniden. Araf/57-58’de şöyle söylenir bize: … “Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız. Güzel (temiz) memleketin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz.” Yani “suyla verilen emri bozarsak, içimizde güzellik yerine kötülüğü beslersek, yararsız bir bitkiden farkınız olmaz” diyor bize Rabbimiz. Neye niyetse ona kısmet artık.
Aynı su ile sulanıp farklı bitkiler, meyveler çıkması tohumun mu, toprağın mı, suyun mu marifetidir, bilgisidir peki? Sen tohumunun kodunundan, içindekinden, şah damarından yakın olandan bihabersen, gökten indirilen suyun ne faydası olur sana? Aynı toprağa aynı tohumdan 10 tane dikersin, aynı suyla sularsın, sadece birkaçı fide olur, bu hep böyledir. Gökten indirilen su ile farklı bitkiler, meyveler, sebzeler çıkar  yeryüzünde (Bakara/22, Enam/99, Araf/57, Rad/4, Nahl/10, İbrahim/32, Taha/53, Lokman/10, Fatır/27, Zümer/21, Abese/25). “…Birbirine benzeyeni var benzemeyeni var. Meyve verdiğinde ve meyveler olgunlaştığında bir bakın onun ürününe. Bu size gösterilenlerde, iman eden bir topluluk için ibretler vardır (Enam/99)”. Kısacası meyveye bakıcaz; içi kurtlu mu, mostralık olarak mı konmuş (dışı güzel, içi kofti, arkasındakileri de saklayan) ya da sulu ve lezzetli mi? Gökten indirilen su aynıdır, ama topraktan çıkanlar farklı farklıdır. Rad/4’te bu durum şöyle açıklanır: “Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır. Bunların hepsi tek bir su ile sulanır. Yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” Suyun tadı yok, rengi yok, kokusu yok. Yani bilgi sende, bilgiyi yüzeye çıkarmanın kodu suda. Şimdi diyeceksin ki: “Ben sadece, rüzgarla ya da bir çocuğun dudaklarındaki nefesle her yere polenleri uçuşan bir karahindiba isem, ne yapabilirim ki?”  Hor görme kendini. Bir kere o can suyunu içtin sen. Sen; yüksek oranda potasyum, A ve C vitamini taşırsın. En basitinden depresyon, stres ve yorgunluğa iyi gelirsin, güçlü bir idrar söktürücüsün, müshil etkisi yaratırsın. Gördün mü sende ne cehverler saklıymış. Ama suyun emrini alman lazım: “Hayy-Canlan-Diril”. Toprak bizim diğer hammaddemiz, ama bizi diri kılan şey: Can. Suyla beraber verilen ve toprağı da canlandıran yazılım. Dirilme canlanma sırası sana gelmedi mi hâlâ?
Canlandık, ama yorulunca dinlenmeyi de biliriz. O yüzden burada keselim şimdilik ve bir  Kırgız/Kazak Baksı duası ile bitirelim yazımızı. Bizim duamız öyle meteoroloji haberlerine bakıp da yağmur duasına çıkanlar gibi olmaz. Özellikle virüslerin, aşıların, gereksiz bilgilerin kol gezdiği böyle günlerde bu dua; su gibi aksın dilimizden ve bize şifa versin:
Diri desem diri değil Korkut Ata Evliya
Su başında Süleyman, su ayağında Er-Korkut
Belaları sen korkut
Çağırdığımız zaman gel Pirim
Bunlu ile hastalığı keselim,
Şifa ver Pirim…
 
SU GİBİ AZİZ OLUN…
2 notes · View notes
ayse-ozsoy-blog · 7 years
Text
Dede Korkut Hikayeleri: Salur Kazan Zoraki Kahraman Filmi
Kaynak : https://is.gd/JLpDYw Dede Korkut Hikayeleri: Salur Kazan Zoraki Kahraman Filmi #Dede, #Filmi, #Hikayeleri, #Kahraman, #Kazan, #Korkut, #Salur, #Zoraki Dede Korkut Hikayeleri: Salur Kazan Zoraki Kahraman Filmi Dede Korkut Hikayeleri: Salur Kazan Zoraki Kahraman filminin fragmanı, oyuncuları, resimleri ve tüm bilgileri. Dede Korkut Hikayeleri: Salur Kazan Zoraki Kahraman filminin oynadığı sinemalar ve seanslar.   Dede Korkut Hikay...
1 note · View note
izlefilmfullhd-blog · 6 years
Photo
Tumblr media
http://izlefilmfullhd.com/salur-kazan-zoraki-kahraman-izle/
Kara mizah çok bıçak sırtı bi iş ama bu kadar basit göndermeler insanların yüzünde mimik oynatmıyor.Şahsen çok sevmedim esprileri olsun komedi tarafları, göndermeleri pek komik değildi.Fragmanı izleyin öyle karar verin derim.Kendimce sevemedim filmi beklediğim gibi olmamıştı. Konusu şöyle : Herkesin bildiği Dede Korkut hikayelerinden beyaz perdeye aktarılan filmimizde ; Salur Kazan'ın sevdikleri ve halkı esir alınmıştır.Salur Kazan ne olursa olsun onları kurtarmak zorundadır.Ama bunu başarmak düşündüğü gibi olmaz ve göründüğünden zor olacaktır.Salur Kazan Zoraki Kahraman izle, Sitemizde Salur Kazan : Zoraki Kahraman HD izleyebilirsiniz. izlefilmfullhd.com ailesi olarak iyi seyirler dileriz.Bizi Takip Edin.
0 notes
turkcetarih · 7 years
Text
TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE "KARTAL" (Tarihçi) - Türkçe Tarih
TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE "KARTAL"
PERTEV N. BORATAV Sözcük anlamı: “karakuş”; Karakuş, bürküt/bürgüt Türkler tarafından kartala eş anlamlı kullanılan sözcüklerdir. Si­birya halklarında muhteşem bir yeri olan bu kuş, Kaşgârlı Mahmud tarafından “Karakuş Yılduz” olarak Yunan mito­lojisindeki Jüpiter...
Devamını okumak için: https://turkcetarih.com/turk-mitolojisinde-kartal/
Abu'l-Gazi Bahadır Han, Ay Han, Bürküt, Dede Korkut, Er- Töştük, Kartal, Kaşgarlı Mahmud, Kazan han, Oğuz, Pertev Nail Boratav, Raşid-ad-Din Fadallah, Salur (Salar) Boyu, Türk Mitolojisi
1 note · View note
all-turkic · 1 year
Text
Dede Korkut: How the House of Salur Kazan was Pillaged (EN)
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
nostaljivideolar · 3 years
Video
Berzah Games isimli bağımsız stüdyonun geliştirdiği Uruz, Metroidvania türünde bir platformer oyunu. Dede Korkut Oğuzname'sinde geçen bir hikayeden esinlenen oyunda Salur Kazan Bey'in oğlunun hikayesi anlatılıyor. Oyun 4 kişilik bir ekibin çalışması sonucu sadece 1 geliştiricinin programlaması ile 4 senelik bir emekle piyasaya sürülmüş yerli bir yapım. Siz de oyun hakkındaki görüşlerinizi yoruma yazıp önerilerinizi paylaşabilirsiniz. #uruz #dedekorkut #türkmitoloji #türkyapımıoyun #yerlioyun #türkçeoyun #oyunyapımı #korkutata #uruzerkişinindönüşü #umay
0 notes
Text
BOZKURT
Türk kültüründe Bozkurt'un manasını açıklayabilmek için kültürün tanımlanması gerekir. Özellikle kültürde sembolün öneminden bahsettikten sonra Bozkurt'un anlamını daha kolay kavrayabiliriz. Bir milletin kültürü ile mitolojisi birbirinden farklı kavramlar değildir, her ikisi de aynı hayat felsefesinden beslenmektedir. Kültür; bir milletin, dilini, sanatını, hukuk ve ahlak anlayışını, duygularını, inançlarını, hükümlerini aksettirir. Çünkü bir milletin folklorunu ve edebiyatını belirleyen, mensuplarının idrak alemini oluşturan değerlerin özünde o milletin kültürü vardır. Kültürün özelliği, milleti meydana getiren fertlere kazandırmış olduğu idraktır. Bir kültürün sınırı, onun zihniyet ve imanı ile çevrelenmiştir. Kültürleri birbirinden ayıran, zihniyet ve iman farklarıdır. Aynı farklara sahip olan cemiyetlerin birbiri ile çarpışmasına sebep olur. Kültür çevreleri benzer olan veya benzer kaynaklardan beslenen kültürler olur ama bunlar birbirine tamamen benzemez. Her kültür, diğerlerinden farklı görünmek durumundadır, farkl��lık şuuru olarak isimlendireceğimiz bu durum, toplumun bütün hayat şekillerini başka kültürlerden ayrı olmaya, değişik bir üslûp kurmaya yönlendirmektedir. Milli kimlik yahut kişilik dediğimiz bu farklı oluş, düşünce biçiminden, kılık kıyafet; tavır ve davranış biçiminden, eğitime ve eğlenceye kadar hayatın her saha ve safhasında görülür. Mesela, aynı dine mensup olan milletlerin dinî anlayış şekilleri birbirinden farklıdır. Çünkü idrak alemini şekillendiren değer yargıları farklıdır. Bu farkı onaya çıkaran ise o milletin kültürüdür. Bu farklılıklar o milletin mimarî abidelerine, edebî eserlerine, musikî eserlerine, felsefî sistemlerine, v.s... yansır ve kültürün devamlılığını sağlar. Böylece gelecek nesillere yol gösterici olur, kaynaklık yapar. Her toplumun kültür değişimlerinin bir geçmişi vardır. Kaynağını ise o toplumun tarihi derinliklerinden alır. Bir kültür varsa, onun ait olduğu millet vardır. Millet özelliğine layık bir topluluk varsa, muhakkak bir kültürü vardır. Kültürler ve dil, din, tarih, edebiyat, sanat, örf ve adetler gibi unsurlar, ait oldukları cemiyetler kadar eski ve onlarla yaşıt sayılmalıdırlar. Bu kültür unsurları nesilden nesile intikal ederler. Bunun neticesi olarak da yeni nesiller bunları hazır bulurlar. Kültürü kalıcı kılan ve gelecek nesillere aktaran, kültürün değer yargılarıdır. Bu değer yargıları da kendini sembollerle yaşatır. İşte bu semboller kültürün en güçlü ve kalıcı kısmını oluşturur. Kültürün genel manâda anlamını açıkladıktan sonra üzerinde durmamız gereken önemli bir kavram da "Türk Kültürü" kavramıdır. Bizim atalarımız Orta Asya'da, Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasındaki bölgede  yaşıyorlardı. Burası Çin ile sınırdaş olan bir ülkeydi. Bu yüzden Türklerin eski tarihlerine ait bilgilerin pek çoğunu (malesef) Çin tarih kaynaklarından öğreniyoruz.. Çin tarihçileri M.Ö. 2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsediyorlar. Böylece Türklerin bilinen tarihi 4000 yıllık bir tarihtir. Atalarımızın kültürü "Bozkır" kültürü olarak ifade edilmektedir. Bozkır kültürünü Türklerin siyasi ve sosyal yapısı oluşturmaktadır. Bu kültür, göç ve fetihler esnasında orada terk edilip gelinmiş değildir. Esasında, sosyolojik kaideler de göstermektedir ki kültür bir elbise gibi eskiyip atılmaz veya değiştirilemez. Bozkurt, asırlardır yaşayan bir ülkünün, Büyük Türkçülük Ülküsü'nün sembolüdür. Türk destanlarındaki, dolayısıyla Türk Milleti'nin inanışlarındaki rolü üç şekildedir: Ata olarak Bozkurt Rehber olarak Bozkurt Kurtarıcı olarak Bozkurt Bozkurt'tan türemiş olmak inancı Türklere uzun zaman boyunca büyük bir gurur, emniyet ve geleceğe güvenle bakma duygusu vermiştir. Bazı Türk destanlarında ana, bazı Türk destanlarında baba olarak görülen Bozkurt çok defa Türk neslinin yok olacağı zaman ortaya çıkmakta ve Türklerin neslinin devam etmesini sağlamaktadır. Böylece Türklerin soyunu kutsallaştırmaktadır. Türklerin millet hayatında büyük tesiri olacak hareketlere girişecekleri zamanlarda Bozkurt onlara yol göstermekte, rehberlik yapmaktadır. Ergenekon Destanı'nda ve Kut Dağı efsanesinde Bozkurt milli bir kılavuz rolünü oynamaktadır. Türk'ün zor duruma düştüğü zaman Bozkurt'un ortaya çıkarak onu kurtarması, evladı üzerine eğilen bir ananın veya babanın şefkat duygusunu hatırlatacak derecede derin bir mana da taşımaktadır. Sanki Bozkurt manevi bir alemden Türk Milleti'nin akıp giden hayatını devamlı takip etmekte ve onların başının sıkıştığı, çaresiz kaldıkları zaman ortaya çıkarak yol göstermektedir. Türk tarihinde pek çok kahraman, Bozkurt simgesi ile temsil edilmiştir. Aşına sözcüğünün hem Bozkurt anlamına gelmesi, hem de Hun ve Göktürk hükümdar sülalesinin adı olması rastlantı değildir. Bozkurt'un Türk destanlarındaki fonksiyonu tamamen semboliktir. Milletin büyüme, yayılma ve güçlenmesi için takip edilmesi gereken yolların işaretini destan maddî unsurlarla ifade etmektedir. Bozkurt'ta sembolize edilen fikir Türk birliğini sağlayan, Türklerin büyüyüp gelişmesini temin eden bir fikirdir. Türkler bu fikire inanıp riayet ettikçe hakimiyetlerini ve üstünlüklerini korumakta, bu fikirden ayrıldıkları zaman felakete uğramaktadırlar. Onları felaketlerden kurtaran da yine Bozkurt olmaktadır. İşte burada Bozkurt, bir ülkünün, yani sosyal bir hayat nizamının yansımasından başka bir şey değildir. Kısacası, Bozkurt asırlardır varolan bir ülkünün sembolüdür. Eski Türkçe'de Bozkurt'a, "Kök Böri" (veya "Börü") adı verilirdi. Buradaki "Böri" (ya da "Börü") sözcüğü "Kurt" anlamına gelirken, "Kök" de bugünkü "Gök" sözcüğünün eski söyleniş biçimidir. Fakat Kök (Gök) kelimesi mavi rengi tasvir etmek veya gökyüzünden bahsetmek için değil, "Ulu" anlamında kullanılır. Mesela "Kök Tengri", "Ulu Tanrı" anlamına gelir.
Türk destanları arasında, milli motifler bakımından özellikle dikkat çekenler şunlardır: Oğuz Destanı. Bozkurt Destanı. Ergenekon Destanı. Göç Destanı. Bu dört destandaki ortak ve temel motif, Bozkurt'tur. Oğuz Destanı'nda, seferleri sırasında Oğuz Kağan'a Bozkurt yol gösterip kılavuzluk yapmış, Oğuz Kağan'ın orduları bu sayede zaferler kazanmıştır. Bozkurt Destanı'nda, ayakları ve kolları kesilip ölüme terk edilen bir oğlan çocuğunu dişi bir kurt iyileştirip beslemiş; düşman askerlerinin genci öldürmek istemesi üzerine de Altay Dağları'na kaçırıp kurtarmıştır. Daha sonra dişi kurt, bu çocuktan gebe kalarak 10 oğlan doğurmuştur. Bu oğlanların büyüyüp çoğalması ile, Türk soyu eriyip gitmekten kurtulmuştur. Hükümdar olan Aşına, Bozkurt'un anısını unutmadığını göstermek için, çadırının önüne kurt başlı bir bayrak dikmiştir. Ergenekon Destanı'nda ise, Bozkurt, demir dağı eritip çıkan Türkler'e yol göstermiştir. Ergenekon'dan çıktıktan sonra, Türklerin ilk hükümdarı Börte-Çine (Boz-Kurt) adını almıştır. Göç Destanı'nda, ana yurtlarından ayrılmak zorunda kalan Türkler'e, bir Bozkurt yol göstermiştir. Bu destanlarda, Bozkurt'un şu nitelikleri ortaya çıkmaktadır: Soyun devamını sağlamak. Türkler'e kılavuzluk etmek. Türkler'i felaketlerden kurtarmak. Kurt, Türk efsanelerinde merkezi bir konumdadır. Gök Türk kağan sülalesi olan Aşına ailesinin atası bir dişi kurt idi. Gök Türk kağanları, atalarının anısına saygı olarak, otağlarının önüne altından kurt başlı bir tuğ dikerlerdi. Böylece kurt başlı sancak, Türkler'de kağanlık (hakanlık) alameti olmuştur. Ancak bu gelenek yalnızca Gök Türkler'e özgü olmayıp, kökeni Asya Hun Türkleri'ne ve Türkler'in eski atalarına değin gider. M.Ö.'ki Asya Hunları'nda ve hatta o çağlarda Batı Türkistan'da yaşayan U-sun (Wu-sun) Türkleri'nde, tıpkı bildiğimiz Bozkurt Destanı'nda olduğu gibi, kurttan türeme efsanesi ve dişi kurdun verdiği süt ile beslenme inancı yaşıyordu. Aynı efsane Tabgaç Türkleri'nde de vardı; Tabgaç ülkesinde "kurt dağları", "kurt ırmakları" bulunmaktaydı. Uygur Türkleri'nin kökenlerine ilişkin bir efsane de onları kurda bağlıyordu (Uygur Kaganlığı, Gök Türk Kaganlığı'nı takiben kurulan bir Türk devleti olup, Kök-Türk Kaganlığı'nın devamıdır). Kurt, eski Türk kültüründe "at" ile birlikte en önemli yeri tutan hayvandır. Türkler kendilerinin kurt soyundan indiklerine, seferlerde kendilerine kurdun yol gösterdiğine inanmışlardır. Türkler, güçlü ve saldırgan bir hayvan olan kurdu kendilerine simge olarak seçtikleri gibi, komşuları da onları kurttan türemiş saldırgan karakterli insanlar olarak tanımışlardır. Gök Türkler'e göre dişi kurt "ulu ana", Uygur Türkleri'ne göre de erkek kurt "ulu ata"dır. Oğuz Kağan Destanı'nda, Oğuz'a her sefere çıkışında gök bir kurt öncülük eder. Çingizname'de Alanguva, gökten inen bir kurttan gebe kalır ve doğan çocuğun soyundan da Cengiz Han gelir. Dede Korkut Öyküleri'nde kurt yüzünün mübarek olduğu belirtilir. Yine Dede Korkut Öyküleri'nden birinde Salur Kazan, kurtla haberleşir, kendisine yurdundan haber vermesini ister. Etnoloji bilimine göre, kurt motifi Türkler için ''tipik''tir; yani, başka kavimlerde görülmeyen etnografik bir belirtidir. Eski Çin kaynaklarında bile Türk soyundan olan kavimler "Kurt'tan Türeyenler" olarak tanımlanırken, Türk soyundan olmayan kavimler "Kurt'tan Türeyenlerden Değildirler" biçiminde ayırdedilmiştir. Türk destanlarında kurt yol gösteren, sıkıntılı anlarda yardıma yetişen bir varlıktır. Uygur Türkleri'nin Kutlu Dağ Destanı'nda kurt, ülkeye bolluk ve mutluluk getirdiğine inanılan kutlu bir kayanın Çinliler'e verilmesinden sonra, üzerine uğursuzluk çöken ülkenin açlığa mahkum olması üzerine kendilerine yeni bir yurt arayan Türkler'e kılavuzluk etmişti. Batıda (11. yüzyılın sonu) Kuman Türkleri'nde yardımına başvurulduğuna ilişkin kayıtlar bulunan kurdun kılavuzluk işlevi, 2. yüzyılın ortalarına değin gitmektedir. 160-170 yılları arasında topraklarından ayrılmak zorunda kalan Tabgaç Türkleri'nin ataları (yani Hun Türkleri) bir Bozkurt'un önderliğinde yolsuz dağlardan aşabilmişlerdi. En büyük ve en eski Türk destanı olan Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz Kağan, gün ışığının içinden çıkan bir Bozkurt'un öncülüğünde dünyayı fethetmiştir. Şimdiki Bulgaristan topraklarında bulunan Madara'daki kaya kabartmasında görkemli bir atlı biçiminde gösterilen Kurum Han'ın yanındaki kurt tasviri de, Türk bozkurt geleneğinin taşa işlenmiş örneklerinden biridir. Kurt motifi, çobancılık ve besicilikle (Eski Türkler'in ekonomisi hayvan besiciliğine dayanır) olan sıkı ilgisinden ötürü bozkırlı ve doğrudan doğruya Türk'tür. Bundan dolayı, bugün dahi dünya Türkleri arasında söylenen masal ve halk öykülerinde hem ata, hem de kurtarıcı-kılavuz nitelikleri ile Bozkurt, bütün Türkler tarafından kutlu sayılmış ve Türklüğün milli simgesi olmuştur. Bozkurt, destanlarda Türk'ün yaşam ve savaş gücünü temsil eder. Türkler kahramanlarını gök kurtlara benzetmiş, kağanlarının gövde yapılarına bile kurt çizgisini işlemişlerdir. Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz'un beli kurt beline benzetilir. Aynı destanda Oğuz Kağan, hükümdarlığını halka bildirdiğinde "Kök Böri bolsungıl uran" ("Gök Börü olsun savaş narası") demiştir. Yine Oğuz Destanı'nda, Türk ordularına gök tüylü, gök yeleli bir erkek kurt yol gösterir. Kırgız Türkleri'nin büyük destanı Manas Destanı'nda kurt, bir düş yorumu olarak karşımıza çıkar. Destana göre Manas Han'ın karısı Kanıkey Hatun düşünde bir eğe görür ve eğeyi alıp saklar. Ertesi gün uyanınca ülkenin deneyimli yaşlı kişilerine düşünü anlatır. Yaşlı kişiler bu düşü duyunca sevinip Kanıkey Hatun'a şöyle derler: "Senin çocuğun, gök yeleli korkunç bir kurt gibi olacak..." Kırgız Türkleri, cins ve güzel atlara da ''Kök Böri'' (Gök Kurt, Boz Kurt) adını verirlerdi...
2 notes · View notes
indirninjaus · 6 years
Text
Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017) Yerli Film Tek Link İndir
Salur Kazan: Zoraki Kahraman, 2017 yılında vizyona giren komedi türünde ortalamanın biraz üzerinde yerli yapım bir filmdir. Burak Aksak’ın yazıp yönettiği filmin oyunculuklarını Onur Atilla, Burak Cimen ve Fatih Dokgöz yapıyor. Salur Kazan: Zoraki Kahramanİndir filminin konusu ise masalların daha komik ve günümüz modernliğiyle anlatılmasını konu ediniyor. İzlemesi keyifli bir yapım olduğunu…
View On WordPress
0 notes
netbilge · 2 years
Text
Salur Kazan kimdir? Salur Kazan gerçek mi, olayı ne?
Salur Kazan kimdir? Salur Kazan gerçek mi, olayı ne?
Dede Korkut Kitabı, Oğuz Türklerinin bilinen en eski epik destansı hikâyeleridir. 14. veya 15. yüzyılda anonim bir yazar tarafından yazılmıştır. On iki destansı hikâye ve bir önsözden oluşur. İçerdiği hikâyeler tarih boyunca dilden dile, anlatıcıdan anlatıcıya aktarılan birer sözlü gelenek ürünüdür. Dede Korkut destanlarındaki Oğuzeli’nde hâkim boy Salurlar’dır. Salurlar’ın beyi olan Kazan Bey…
View On WordPress
0 notes
yerliarama-blog · 7 years
Text
Salur Kazan: Zoraki Kahraman – Fragman (Sinemalarda!) #Yerliarama #Video #Komedi #haber #eglence #spor #İstanbul #Ankara #İzmir #bursa #bilecik
Salur Kazan: Zoraki Kahraman – Fragman (Sinemalarda!) #Yerliarama #Video #Komedi #haber #eglence #spor #İstanbul #Ankara #İzmir #bursa #bilecik
KAYNAK : https://www.youtube.com/watch?v=RroyTwKE5pQ
View On WordPress
0 notes