Text
YADİGÂR
Burun delikleri kocaman açılmıştı, yeleleri savrulmuş kâh şaha kalkarak kâh bir ok gibi son sürat koşuyordu. Yine de sürücüsünün istediği hıza yetişemiyordu.
Öylesine öfkeliydi ki ve öylesine kızgın, yüzüne çarpan yel, yerleri döven toynaklar, atın üzerine sıçrayan teri hiçbir şey onu yatıştırmıyordu.
Yıllardır birliktelerdi. Alışıktı sahibinin ara ara böyle deli dolu koşturmasına onu. Ama bugün her şey başkaydı. Çatlayacak gibiydi artık ama onun dur durak bilesi yoktu.
O ilk rüzgâr. Ne zaman başlamıştı. Zamanı var mıdır böyle şeylerin? Köylerinde düğün vardı. Oyunlar, yemekler. Bir köşede oturmuş oynayan kızları seyrediyordu.
Sonra onu gördü, kendi halinde sakin arkadaşlarının yanında… Bir şeyler hep ona çekiyordu bakışlarını, anlayamadı. Oyun bitince kızlar oğlanlar karşılıklı oturup maniler okumaya başladılar.
Öyle güzel bir söyleyişi vardı ki hayret etti. Ortalık sakinleşip yaşlılar evlerine çekilip gençlerde köşede bucakta sohbete başladıklarında, yanına gitti.
Bütün gece konuştular. O gece sanki hayatındaki bütün gecelerin toplamı gibiydi. Her şeylerini anlattılar. Kardeşlerini, köylerini, çocukluklarını, tasalarını, planlarını her şeylerini… Hiçbir insanla konuşmak bu kadar kolay ve böylesine çok olmamıştı.
Ona anlattığı bazı şeyleri kendi bile ilk defa duyuyordu sanki. Öylesine yakındı ki kız ona, şimdi bu hayatta değil, evren var olduğundan, kâinatın ilk tohumları atıldığından beri bir aradaydılar sanki.
Öyle mutlu, öyle mutluydu ki anlatılamaz. Sabah ilk iş annesini uyandırdı 1Anne o kızı bana al. Ne yap ne et o kızı bana al! Ben onsuz yaşayamam,” dedi. Annesi şaşkın. Deli, kendi başına buyruk oğlundan böyle sözler duymayı hiç beklemez. “Tamam evlât” dedi. Dedi dedi, demez olaydı. Kızın bir nişanlısı olduğunu ailenin de verdikleri sözden dönmeyi kesinlikle kabul etmediklerini öğrendi. Ne yapardı? Nasıl yapardı? Ailesi çok üzüldü. Ama oralarda öyleydi, söz sözdü.
İçine gömmeye çalıştı, bir gece görmüşüm ne olur sanki dedi. Bana öyle gelmiştir dedi. Deli gönlüm dedi. Günlerce köşe bucak gezdi durdu atının sırtında. Ama fayda etmedi. Sonunda söz möz dinlemiyorum, gideceğim bulacağım onu dedi. Buldu kızı. Güç belâ buluştu “Gel kaçalım ben sensiz yapamam,” dedi. “Unutursun,” dedi kız “Unutursun gün gelir yuva kurarsın çoluğun çocuğun olur, unutursun. Ben seninle kaçamam. Anneme babama yüzümü dönemem”.
Ne dediyse kâr etmedi. Ettiremedi. Kolay vazgeçmedi de ailesiyle konuştu, günlerce köylerinde kaldı. Döndü dolaştı. En sonunda kolu kanadı kırık, döndü evine. Çok geçmeden öğrendi ki evlenmiş.
O gün atladı sırtına atının. O at ki öyle heybetli, yeleleri kahverengi savrulur rüzgârda, bir şaha kalktı mı gökyüzünü kaplar. Sanki birdirler adamla.
Ne kadar gitti onunla bilemedi. Bir süre hiçbir şey bilemedi. Yer neresi, gök neresi, açlık ne, susuzluk ne? Anne nerede, sıla neresi?
Döndü dolaştı yurdu. Ozanlara katıldı. Bazen onlarla söyledi. Ne zaman biraz olsun kendine gelse yine o düşüyordu aklına. O zaman ne yapacağını bilemiyordu. Çaresiz atına atlayıp yollara düşüyordu. Ama nereye giderse gitsin bütün yollar ona çıkıyordu. Yollar bitiyordu, içinde onun ateşi bitmiyordu.
Bir gün köylerden birinde yaşlı bir adama rastladı. Gözlerinde iki yıldız parlıyordu adamın öylesine aydınlıktı yüzü. Yanına oturdu amcanın. Konuştular, amca anladı bizimkinin derdini.
‘”Oğul aşka düşmüşsün sen. Aşk öyle gitmeylen bitmez. Aşkın içinden geçmeden bitiremezsin onu. Aşk seni en yaralı yerinden yakaladığı için, en yaşanmamış ve en çok yaşansın istediğin yerinden yakaladığı için o kadar derinden bağlar seni. Sen kendin göremezsin yapamazsın çünkü. Ancak o gösterebilir. Senin aşkın sana ne gösterdi ona bak. Ne gördün onun yanında. Nasıl bir kendin gördün onda, ne gördün herkesten başka ona bak. Bak bak, ta ki bulana, anlayana kadar. O zaman aşktan geçebilirsin. Sevmek bizim mayamızda var. Elbet seversin yine birini. Ama önce aşktan geç oğul.’’
O günden sonra içinde duru bir su oluştu sanki, yavaş yavaş ruhunu sardı yatıştırdı. Köyüne döndü toprağına sarıldı. Adamın dediğini yaptı, yaptıkça eskisinden başka biri oldu, hayat ağırlaştı, her şey daha anlamlı oldu. Bir gün gök gözlü yâre rastladı. Onun gözlerine baktığında anladı ki artık aştan geçmişti. Yalnız çok derinde bir yerde bir sızı kaldı ondan yadigâr. Onu hep sakladı.
Tebessüm Çakır
0 notes
Note
hayırlı sabahlar çiçeem 🌼🧡🐞
BELKİ YİNE GELİRİM
(Cemile Çakır hocaya)
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler
Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü
Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
tükürsek cinayet sayılıyor artık
ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların
Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kımıldamıyor nedense
ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
okuduğum bütün kitaplar paramparça
çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma
Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluksoluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim
Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez
şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün
Ahmet Telli
(Hayırlı sabahlar dadluumcum Güzel bir gün senin olsun🌼🐞
Sabah sabah hem bura hem ileti yüzümde tebessüm oluşturmasını biliyon dadlum şuan mutluysam senin sayende iyi ki varsın hep mutlu ol o yüzündeki gülümseme hiç eksik olmasın..🐞)
15 notes
·
View notes
Text
Konuşan Resimler
Sanatçı Ebru Ceylan ile tasarımını oyuncu Selen Öztürk’ün yaptığı “Konuşan Resimler - Edebi - Edebi” albümü 1 nisan da tüm dijital platformlarda yayınlandı.
Cumhuriyet döneminin beş farklı akımından edebiyatçıların hayatlarına, kırılma noktalarına, hayallerine ve aşklarına Türkiye’nin önde gelen oyuncuları ve seslendirme sanatçıları ses verdi.
Daha önce sergi de yer alan yağlı boya tablolara eşlik eden hikayelerin yer aldığı albüm, farklı fikirleri ile tarihe iz bırakan edebiyatçılarını ağırlıyor.
Şiir okumayı seven, edebiyata aşık, şiir dinlemenin derinliğine hakim ve bu güzel hikayeleri dinleme keyfini yaşamak isteyen herkes bu albümü mutlaka dinlemeli. Emin olun ki bayılacaksınız tekrar tekrar dinleyeceksiniz. Ben tüm sanatçıları dinledim hepsi de birbirinden muhteşem olmuş.
Sizi duygu yoğunluğunun zirvelerine ulaştırıyor. Bir hayalden alıyor başka bir hayalle götürüyor.
Bu albüm ruha şifa veriyor. Sizin hem gözünüzden yaş akıtıyor hem düşündürüyor hem de yüzünüz de ufak bir tebessüm oluşturuyor. İyiki yapılmış böyle güzel bir eser başta usta edebiyatçılarımız iyiki bizlere dokunmuşlar o güzel şiirleriyle. Tabiki bu eseri oluşturan Ebru Ceylan ve Selen Öztürk’e teşekkürlerimle. Aynı zamanda bu resimleri seslendiren sanatçılarımıza da iyiki bu güzel işin içinde yer almışlar. Albüm aynı zamanda şahane bir amaç İçin de yapılmış. Bu yüzden çok farklı. Albümün dinlenmesinden elde edilecek gelir ile bir hatıra ormanı ve çocukların doğa eğitimleri için TEMA Vakfı’na bağışlanacak. EDEBİYAT ORMANI muhteşem olacak.
Benim albüm de dinlerken zevk aldığım başlıca eserler:
• Deniz Çakır - Tomris Uyar
• Oktay Kaynarca - Özdemir Asaf
• Ozan Akbaba - Yaşar Kemal
• Hakan Kurtaş - Reşat Nuri Güntekin
Konuşan resimler albümünü bu linkten dinleyebilirsiniz.
https://youtu.be/LX4SVS9xf9w
Mavi’nin anlamı ne büyük... Gökyüzü kadar uçsuz, Okyanus kadar derin, Deniz kadar heybetli, Göl kadar sakin...💙
2 notes
·
View notes
Text
Velhasıl kelam şöyle başladı hikâyemiz. Ben otururken mahallemin en soğuk kaldırımında Bastığı yeri cennet ettiği yıkık dökük merdivenlerden o indi aşağıya.Kafam çakır hani gözlerim kan çanağı Ayıldım birden! O Kıvırcık saçları kalbime kıvrıldı sanki. Çok güzeldi beeeh. Her adımda bir adım daha yaklaşırdı kalbime. Ulann! Bakmaya kıyamazdım gözlerine. Her gün aynı saatte, aynı kaldırımda, aynı merdivenden inmesini beklerim. Selam verme bahanesiyle bile tutamazdım elini. Tütün kokuyordu benim ellerim. Ha birde anason kokardı nefesim. Herkese kükreyen bu sesim. Bir tek ona titrerdi. Herkese giden bu ayaklarım, bir tek ona gitmezdi. Çözülürdü dizlerim, bir ince titrer sonra yine çökerdim kaldırıma bir sigara yakıp gidişlerini izler adımlarını sayardım. Tam 194 adımda girerdi evine. O psikopat manyak gözüyle bakıyordu bana; Ben ona bir nefes, bir umut, bir hayal gözüyle bakardım. Göz pınarlarıma yaş olurdu lakin yanaklarıma değil ya! Kalbime akardı. Deniz gözlerini çarşaf sanar rüyalarıma sarardım. Bir gün deli yüreğimi dinledim. Bir gün deli kafam attı topladım cesaretimi önünü keser gibi çıktım karşısına! Dedim ki! SEN KİMSEYİ SEVEMEZSİN! Dönmez benim dilim afilli kelimelere kardeş. Şöyle biraz alaycı, biraz ürkek. Birde tebessüm attı giderken.. Gömleğimin 3. Düğmesinden içeri bir ateş düştü. Ama ne ateş kardeş.. Ama ne ateş.. Kavruldu içim. Alev aldı yüreğim. Bozuldu kafam. Bi kaç dakka sonra gelebildim kendime. Ben ki onu ilk yüreğime. Sonra vücuduma kazımışım yaa.. O gece bizim mahallenin en siktiri boktan bi meyhanesinde buldum kendimi. Önümde iki büyük bi küçük bitmiş.. Saat sabahın 11i olmuş inceden yol aldım eve doğru Mahalleye girdim.. Bakkalın " Yine akşamdan mı lan? " demesine bile kulak asmadan devam ettim yoluma. Bir kamyon gördüm kardeeeş bir kamyon.. Eşyalar yüklüyolar bir de ne göreyim!? Bizim Kıvırcık saçlı deniz gözlü kız ailesiyle başka şehre yol yapıyorlar. Yıkıldım sanki. Akşamdan kalmayım zaten o anda oturdum aynı kaldırıma.. İzlemeye başladım. Ben ona demiştim ki Kardeş! SEN KİMSEYİ SEVEMEZSİN BE! Meğersem ben sevemezmişim kimseyi; Ben ondan başka kimseyi sevemezmişim kardeş, sevemezmişim! Neyse.. Neyse doldur haydi bir kadeh daha. Ulan siktir et! Boşver herşeyi tokuştur anasını satayım konuşsun kadehler. Kopalım kardeş inceldiğimiz yerden. Sende bir daha bana anlattırmazsın artık böyle şeyler. Neyse kardeş.. Tokuştur. Tokuştur ulan. Tokuştur ki konuşsun kadehler.. Biz susalımda konuşsun bugün kadehler kardeş. Biz susalımda konuşsun kadehler. Konuşacak kadehler...
404 notes
·
View notes
Text
Sıradan bir gündü cuma sabahıydı ve tam üç yıl önceydi, neler yaşayacağımdan bihaber kalktım bir çay koydum. Kapıcı ekmeği ve gazeteyi getirmişti, kapının önünden aldım. Çay olana kadar kahvemi yapacaktım, fakat kahve bitmişti. Her sabah kendime gelmek için içmem gerekiyordu. Çay kaynadıktan sonra üç kaşık çay döktüm, çökmesini bekledim o sırada, bir dal sigara yaktım ve ekmeğimi kızartıyordum. Kahvaltıyı yaptıktan sonra, işe gitmek üzere kıyafetimi giydim. Giyimime fazla dikkat etmezdim, anca özel günlerde falan, ayda yılda bir yani. Aynı takımdan birkaç tane vardı zaten, işe giderken hangisi temizse onu giyiyordum. Çocukluktan gelen bir şey bu, aynı kıyafetten birkaç parça alırım ve sürekli onları giyerdim. Fakat planlı biriydim, plan/programımın dışına asla çıkmazdım. İstisnai durumlar hariçti, o yüzden planlarımda hep beş/on dakika gecikme süresi ayarlardım. Hazırlandım ve evin kapısını kilitleyip dışarı çıktım. Apartmanın girişinde kapıcı Rüstem’i gördüm, selamlaştık, havadan sudan muhabbet ettik. Arabama binmek üzere garaja gittiğim sırada apartmanın yanında bi köpek gördüm, bacağı kırılmıştı, şerefsizin biri çarpıp yol kenarına bırakmıştı muhtemelen. Hayatta en haz etmediğim durumlardan birisidir bu. Arabayı apar topar getirip, köpeği arka koltuğa koydum, veteriner arkadaşım vardı Necati, onu aradım -Neco, oğlum büroda mısın? +Aynen Murad, bürodayım. Hayırdır la ne oldu? -Tamamdır geliyorum, huur evladının biri köpeğe çarpıp yol kenarına atmış gitmiş, hayvanın ayağı kırık, canı yanıyor. +Tamamdır kardeşim, hazırlanayım ben, sen hemen gel. -Yoldayım, 5/10 dakikaya ordayım. Telefonu kapattıktan sonra, kafamı çevirip birkaç saniye köpeğe baktım, o kadar tatlıydı ki aynı zamanda eğitimliydi tahminimce. Birkaç kırmızı ışık geçip, hemen vardım Neco’nun büroya. Köpeği ona bıraktım, haberdar etmesini söyleyip işe gitmek üzere, tekrar arabaya bindim. Sunum yapılacaktı, dosyaların hepsi arabadaydı. Şirketin önüne geldim, dosyaları çantaya koyup apar topar bir şekilde ofisime çıktım, ardından müdür Ahmet beyin yanına gittim. Ofiste her gün olan muhabbetler, selam/nasılsın faslı yani. Ofistekilerin hiçbirinden haz etmiyordum, hepsi gereksiz samimi geliyorlardı. Sunumu yaptım, iş halledildi ve anlaşma imzalandı. Ahmet bey yanıma geldi. Biraz konuştuk. +Murat, yorgun gözüküyorsun, iyi misin? -İyiyim Ahmet bey, sabah kahve içemedim, ondandır sanırım. +İşler halloldu, burada pek yapacağın şey kalmadı. Haftaya seni burada görmeyeceğim, izinlisin! -Teşekkür ederim, efendim. Bütün plan listem bozuldu, ne yapacağıma karar veremedim. Liseden arkadaşları aradım sırayla, önce Muhammed’e öncelik verdim. Çünkü; hep planları o yapardı. -Mami, napıyon la? nerdesin? +Evdeyim, yatıyorum. -Başka bir bok yaptığın olmaz zaten, neyse akşama boş musun? Bizimkiler falan buluşalım? +Boşum, saat kaçta ve nerede buluşalım? -Sen diğerlerini ara, ayarlarız saati, yeri. +İlk beni aradın demi? Tamam ben ayarlarım, sen yeri falan ayarla saati mesajla. -Tamamdır, hadi görüşürüz. +Görüşürüz. Beni aramasına fırsat vermeden Necati’nin yanına gittim. Asistana, Necati’nin nerede olduğunu sordum. Getirdiğiniz köpeğin yanında efendim, isterseniz siz Necati beyin ofisine geçin, birazdan gelecektir. Oturdum Neco’nun ofisine, 5/10 dakika sonra geldi, yanında köpek de vardı. Adı Floki’ymiş. Floki çok uysaldı, geldi sırnaşmaya başladı, o kadar tatlıydı ki, insan git diyemiyordu bu köpeğe. -Neco, la akşam müsait misin? Bizim arkadaşlarla buluşacağız sende gel. +Olur, planım yok, gelirim. -Tamamdır, şimdi bu köpeği n’apacağız? +Al evinde besle olum, yalnız ayyaş gibi dolaşıp durma ortalıkta. -Fena fikir değil aslında da ben ne anlarım oğlum köpek bakmaktan? +La bi şeyi yok, sabahları yürüyüşe çıkacaksın, zaten hayvan eğitimli. Mamasını vereceksin, oldu bitti. Kendine baktığın gibi bakma, hayvancağız ölür kalır. Öyle yapacaksan bende kalsın. -Yok, yok ben alırım. Kocaman evde tek başımayım zaten, iyi gelir. +İyi bakalım, benim biraz işim var. Akşam nereye gideceğiz? Söyle, ben gelirim. -Mesaj atarım, daha belli değil. +Tamamdır, bekliyorum. Muhabbet böyle sürdü, Floki’yi alıp çıktım. Bir alış-veriş merkezine gidip, arabayı dışarıya park ettim. Floki’yi arabada bıraktım, cam biraz aralık kaldı. Birkaç torba yem ve birkaç kutu kahve alıp, parasını ödeyip eve gittim. Saat 18:25’di eve gittiğimde. Floki’yle beraber eve girdik. Televizyonun karşısındaki, genelde kitap okurken veya televizyon izlerken uyuya kaldığım koltuğun soluna yattı. Akşam gideceğimiz yeri düşünecektim, tamamen aklımdan çıkmış. Tam o sırada Mami’den mesaj geldi, ‘’barın birinin adını yazmıştı 20:00’de orda ol.’’ Duşa girip hızlıca çıktım, saçlarımı kurutup Floki’nin mamasını bir kaba koydum. Ardından üstümü giyinip, saatime baktım. 19:30’du arabaya atlayıp mekâna gittim. Rezervasyon yaptırmış, girdim söylediği yere oturdum. O sırada biri geldi, Asuman’dı bu. Lise aşkım… Geldi oturdu, selam/nasılsın faslı geçti, bekledik diğerlerini. Saat 20:35 falan oldu, baktım gelen yok. Asuman’ın doğum günüydü bugün. Onu çağıracağını tahmin etmemiştim. Asuman’ın biraz morali bozuk gibiydi. -Asuman, iyi misin, dalgın gibisin? +Şey evet, biraz moralim bozuk, köpeğim kayboldu da. Başına bir şey gelmesinden korkuyorum. (O an aklıma Floki geldi.) -Adı neydi bu köpeğin? +Floki’ydi. Gülümsedim, bana o şaşkın ve tatlı bakışını attı. -Sabah, evimin yakınında bir köpek buldum, ayağı kırıktı. Birisi çarpıp, yolun kenarına atmıştı muhtemelen. Adı Floki’ydi. +Ciddi misin sen? -Evet, evimde şu an, dinleniyor. Yüzünde çok tatlı bir tebessüm oluştu ve saat iyice ilerledi. Acıkmıştım, yemek yedik. Birer bira söyledim, içerken muhabbet muhabbeti açtı. Aklıma lise günlerimiz gelmişti, hayatımın en güzel günleriydi onunla geçenler. Geçmişi yad ettik, içtikçe kafası çakır olmaya başladı. Birkaç saat sonra zilzurna sarhoş oldu, evini bilmiyordum ve köpeği de zaten bende deyip, evime götürmek üzere arabaya bindirdim. Arka koltukta, sayıklıyordu. ‘’Murad, Murad, Özür dilerim Murad, Seni seviyorum.’’ Falan filan dedi, başka ��ehre taşınması yüzünden ayrılmıştık. O zamanlar ulaşma imkânım yoktu, unutmak için aramadım zaten. Eve varmıştık, kucağıma alıp asansöre gittik, evim 6. kattaydı asansör geldi ve çıktık. Kapıyı açtım, Floki geldi sırnaşmaya başladı Asuman’a. Kendi yatağıma yatırdım Asuman’ı, o sırada telefonuna mesaj geldi Mami’den. ‘’Asuman, özür dilerim. Tüm sınıf olarak bir plan yaptık, sizin için, tekrar birleşmeniz için. O yüzden gelmedik.’’ Bana da benzer bir mesaj attı. Gülerek okudum. Asuman’ı yatırdım, üstünü örtüp, tekli kanepeme gidip oturdum. Kitaplığımdan bir kitap aldım ve televizyondan kısık sesle klasik müzik açıp okumaya başladım. Kitap okurken uyuya kalmışım, sabah burnuma gelen kahve kokusuyla uyandım. Asuman kahvaltıyı hazırlıyormuş, hemen toparlanıp elimi yüzümü yıkadım. Yanına gittim, günaydınlaştık, kahvemi dökmüştü. Tam 10 sene geçti, ama kahveyi nasıl içtiğimi hala biliyordu. Sade, şekersiz. İstem dışı bir şekilde gülümsedim, o da gülümsedi. +Akşam olanlardan haberin var mı? -Şey, evet var bizimkiler plan yapmış, işin içine müdürümü de katmışlar. +Benim huysuz patronum da izin vermişti, bu yüzdenmiş demek… Aynı anda, ‘’Ben, sana bir şey söyleyeceğim.’’ dedik. Gülümsedim. -Önce sen söyle. +Yok, hayır hayır, sen söyle. -Hayır, lütfen, sen söyle ardından ben söylerim. +Murad, o lise 2’nin ortasında senden ayrılmak zorunda kalmıştım, hatırlıyor musun? -Evet. +Ben 10 senedir senden başkasını düşünemiyorum, hayatıma giriyorlar ve hemen çıkartıyorum. Senin yerine kimseyi koyamadım. Seni de aramaya korkuyordum, evlenmişsindir diye düşündüm. Yanında çocukların olmasından korktum, bir de gittiğimde söylemişsin sanırım. Kızına adımı verecekmişsin, planın buymuş. Öyle söyledi arkadaşlar. -Şey, evet. Senin yerin bende başkaydı, kızıma adını vermek istedim. Onun gözlerine baktıkça seni hatırlayacaktım. Planım buydu yani… +Peki, evlenmedin mi? Hayatına kimse girmedi mi? -Hayır, evlenmedim. Hayatıma birçok kişi girdi, hatta onlarca kişi girdi diyebilirim. Ama bir şeyler eksikti, sanki her insanda bir şey eksikti. Anlıyor musun? Hiçbirisi sen değildi. Sen o gün gittin, benim toparlanmam yıllar sürdü. Unutmak zorundayım diye düşündüm, mesafeden korktum. Gelmeye korktum yanına, biliyorsun, ailemin durumu da iyi değildi. Üniversiteye hazırlanmam gerekiyordu, ailemi kurtarabilmek için. Sen gittikten sonra tek amacım ailemi kurtarmaktı. Yangın çıkmıştı, dededen kalma evdi. Ve yanıp kül olmuştu, bana Cemil amcam haber verdi, vize haftasındaydım. Apar/topar bir bilet alıp eve gittim. Gittiğimde, evin o görüntüsünü gördüm. Sordum, annem nerede, babam, abim? Neredeler, Cemil amca? Cevap verememesinden anladım, öldüklerini… O an yere yığılıp kalmıştım. Nefes bile alamadım. Sadece ağladım, hem de saatlerce. Bir başımaydım. Bizimkiler aradı, arkadaşlar falan. Teselli vermek için yanımdaydılar. Hiçbir halta yaramıyordu, ama yanımdaydılar. Ailem gitmişti, dostlarım vardı yanımda sadece. O an senin de yanımda olman için Tanrı’ya dua etmiştim. Ama yoktun… +Amerika’daydım Murad. Gitmem gerekiyordu, gitmek zorunda kalmıştım. Üzgünüm. -Önemi kalmadı artık. Geçti gitti, öldüler. Peki neden döndün Amerika’dan? +Seni bulmak için. Seni beş dakika bile olsa görmek için… -Neden, görmek için? +Hala seni seviyorum be adam! N’apayım ha? Unutamıyorum. O an gidip ona sarıldım. 10 senenin özlemini dindirecek kadar sarıldım. O sırada Floki geldi, ayağımın etrafında dolaşıyordu, Asuman eğildi, başını okşadı. Sonra dudağıma öpücük kondurdu ve soru sordu. +Gitmemi veya kalmamı istiyorsan söyle. -10 sene önce gitme diyemedim Asuman sana, şimdi diyorum. Gitme be. Seni hala seviyorum… Tekrar sarıldı bana, oturduk geçmişi biraz daha yad ettik. Ve sürekli sarılıp/öpüp duruyorduk birbirimizi. Özlem geçen bir duygu değildi. Sarılırken anladım. Kalacak yeri olup olmadığını sordum, otelde olduğunu söyledi. Eşyalarını alıp, geldik. Arkadaşlara fotoğraf attık, altına teşekkür ettiğimizi yazdık. Hepsi sırayla, kutlamak için aradı falan. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. 10 sene önceki halimiz gibi davranmak saçma olurdu, otelden eşyalarını aldık, parayı girerken ödemiş. Öyle çıktık gittik, tüm arkadaşları toplayıp akşama aynı barda buluşma ayarladık. Konuştuk, ettik. Ama Asuman duraksadı. +Köpeğime çarpan kimdi? -Harbi lan Floki’ye kim çarptı? Herkes Neco’ya baktı o sırada. +(Neco) Valla onu bende bilmiyorum ama çarpan sayesinde oldu bütün bunlar. Numaranı o sayede buldum Asuman, tasmanın arkasında adın soyadın telefonun yazıyordu, bu sayede planı kurduk, ayarladık. -Ulan deli herif! (Herkes kahkaha attı) Birkaç saat konuştuk öyle, muhabbet muhabbeti açtı ve iyice koyulaştı. Gece 11 civarı, evli olanlar gitti. Birkaç kişi kaldık 2/3 saat sonra bizde dağıldık. Asuman benle geldi, eve girdik. Odama gitmişti, dayanamadım birer fincan kahve yapıp yanına gittim. Konuşmadık bu sefer, birbirimize baktık durduk birkaç saat oldu bu. Bakışlarımızla seviştik ve sonra sabaha kadar seviştik. Birkaç hafta her akşam, sabaha kadar deliler gibi sevişiyorduk, saatlerce… Sonra, evlenme teklifi etmeye karar verdim Asuman’a nasıl yapacağımı bilmiyordum. Ama sürpriz yaptım, hiç beklemediği bir andı ve beklemediği bir yerdi. Şaşırdı, gözlerinde mutluluk vardı. ‘’EVEEET!’’ diye bağırdı. Etraftaki herkes alkışlamaya başladı, ne olduğunu şaşırdım ama umursamadım. Gözlerim Asuman’daydı. Nikah tarihi aldık ertesi hafta, ondan sonraki hafta büyük bi kır düğünü yaptık. Evlenmiştik, hala inanmıyorum. 10 sene önceki hayalim gerçek olmuştu lan! Böyle devam ettik. Çocuk yapmayı falan planlamıyorduk, Floki vardı, onu çocuğumuz gibi seviyorduk. Balayına da bizimle gelmişti, Floki. Mutluyduk, iki sene sonra falan Floki ölmüştü ama yanında güzel bir haber vardı. Asuman hamileydi. Floki’ye cenaze düzenlemiştik. Apartmanın bahçesine gömdük. Çocuğumuz olacağı bizi toparlamıştı biraz. Zaman geçti, hamileliği nazlı oldu. Fakat doğum yaklaşmıştı. Ultrason sonucunda, ikizimiz olacağı söylendi. Bir kızımız ve bir oğlumuz olacaktı. Asuman’ın doğum günü için sürpriz hazırlıyorduk arkadaşlarla birlikte. Tam Asuman ile mekâna giderken, suyu geldi. Doğum başlamıştı, ani fren yapıp hastaneye gittim. Doğumhaneye girdi, bende yanındaydım, elini tuttu. Çocuklarımı gördüm, mutluluktan ağlıyordum. İnanın bana bu duygu bambaşkaydı, hayatımın en güzel hissiydi. Çocuklarım, anneleriyle aynı gün doğmuştu. Her insanın başına gelmez herhalde. Arkadaşları aramıştım, hepsi hastaneye geldi birkaç saat içinde. Hemşire, kuvöze koydu çocuklarımı. Şimdi Asuman’la aklımızda tek bir şey vardı. ‘’Çocukların adı ne olacaktı?’’ Yanımıza o zamanlar müdürümüz olan Ahmet bey bile geldi ama şu an müdürümüz değildi. Firmayı satın almıştı ve müdür bendim. Kızımızın adını Sema, koyduk. Oğlumuzunkini Ahmet. Böyle eve gittik ve devam ettik, şuan onlar içerde uyuyorlar, ben onları izliyordum. Şuan bakıyorum, Hayat çok güzel, zorluklar yaşasan da güzel, çünkü güneş illa doğuyor. Peki gecenin bu saatinde bunları neden yazdım? Bilmiyorum, anlatmam gerekiyordu sanırım. Sizlerden tek ricam var, sevginizden vazgeçmeyin. Bir insanı sevmek çok zor, ve her daim sevebilmek başka bir şey, çok güzel bir şey. Sevin, asla vazgeçmeyin!
4K notes
·
View notes
Text
"Ellerim, sana bir mısra boyu uzaklıkta. Uzansan tutacaksın. Dokunsan yanacaksın." Bazen yakındakiler öyle uzaktır ki. Yakar işte.
Defterler açılıyor şakır şakır. Kâğıt sesi, siren sesi gibi geliyor kulağına. "Yangında ilk kurtarılacak anılardır.” diye geçiriyorsun içinden. Talebelerin tahtadakileri yazmakla meşgul. İşte yine kendinle baş başa kaldın. En sevdiğin hâl. Şimdi rahat rahat dertlenebilirsin. Pencereden dışarı bakıyorsun. Bakıyorsun ama hiçbir şey görmüyorsun çünkü duvarlara baktığın gibi bakıyorsun pencereden de. Okul bahçesinde top oynayan çocukların neşesi, ikinci kattaki sana ulaşmıyor. Neredeyse mart sonu gelmiş. Tabiat yarı yarıya doğrultmuş belini. Süt erikleri çiçek açmış. Bademler bugün yarın meyveye duracak. Leylekler göç yolunda. Yerli serçeler konuyor baktığın pencerenin pervazına. Zihnindeki gürültü, serçelerin çığlığını bastırıyor. Pencere aralıklarından geçip odalara dolan taze çimen kokusu, burnunun ucundan teğet geçiyor çünkü dimağını yanık kokusu doldurmuş. Başka tek kokuya geçit yok. Kömürleşmeye başlayan parmaklarına bakıyorsun. Gökyüzünde bir parça bulut ilişiyor gözüne. “Şu bulut neye benziyor Polonius?" diye soruyorsun kendine. Kömüre benzetiyorsun pamuk gibi bulutu. Bozuk Türkçesiyle bir terlikçi geçiyor kaldırımdan. Hiç aldırmıyorsun. Talebeler hâlâ tahtayı yazmakla meşgul. Birden, bir yerlerden yeni demlenmiş çay kokusu geliyor burnuna. Çayı ne çok sevdiğini anımsıyorsun. Günlerden sonra canın ilk defa bir şey istiyor. Oysa yanık kokusundan başka koku duymaman gerekliydi. İşte bu çok kötü oldu! Hikâyenin bu kısmını beğenmedim. Değiştiriyorum. Bir yerlerden taze çay kokusu gelebilir ama sen bunu duymamalısın. Nekahet dönemi hiç baş-lamamalı. Sen hiç iyileşmemelisin! İtiraf ediyorum, şu an yorganı başıma iyice bürüdüğüm hâlde bütün bu düşleri ben kuruyorum. Kendi düşlerime, kendimi inandırarak mutluluk oyunu oynuyorum. Güya ben hâlâ akimdayım, seni terk ettiğim için bütün dünyan kırık dökük. Beni bir türlü unutamıyorsun. İstedim ki terk edilişin incinmişliği işgal etsin aklını. Bundan başka hiçbir şey düşüneme. Anlıyor musun seni sebepsiz yere terk edişimi? Anlıyor musun yüzlerce soru işaretini beynine niçin astığımı? İyi zamanlarımızda bine böldüğün zihnin, şimdi -olumsuz da olsa- yalnız benimle meşgul. Beddualarında yalnız ben geçiyorum. Az şey midir? İtiraf ediyorum, bütün bunları ben kurdum. Oysa biliyorum, bu düşlediklerimin hiçbiri yaşanmadı bugün. Dersine tam zamanında girdin; müdürün kanlı, çakır gözleri yürürlükteki mevzuatı hatırlatmadı sana. Bir şiir kitabı da yoktu yanında. Avuçlarını yakan o mısralara hiç dokunmadın bugün. Dersin o kadar akıcı ve güzel geçti ki o hazla uzun teneffüs saatinde taze demlenmiş çayı, kokusunu içine çeke çeke içtin. Benim kokumu unuttun bile. Ben sanki hayatından hiç gelip geçmedim; bırakıp gitmedim seni; araya yollar hiç girmedi sanki. Erik ağacında yeşeren yaprak, aşerdiğin gözlerim değildi. Bulutta beliren utangaç tebessüm, benim gamzelerim değildi. Kahkahan, çoktan eski rengini buldu. Ne çok güldün öyle. Beni unuttuğunu düşünmek, senin artık acı çekmediğini bilmek, beni ne kadar incitiyor bilsen... Bilsen yastığımın altında çöreklenmiş iki mısra, ensemden gövdeme doğru yürüyor şimdi. Mısraların değdiği yerlerde iri yanık izleri... Kitabı kapatıp kaldırmakla şiir orada bitiyor mu sanıyorsun? Neyse boş ver bunlara, nerde kalmıştık en son? Hah, sınıftaydın. Tam o sıra zil çalıyor. Hâlâ camdan dışarı bakıyorsun. Bakıyorsun ama görmüyorsun. Zilin çaldığını hatırlatıyor sınıfın en haylazı. Duymuyorsun. Ellerimi düşünüyorsun. Ellerim, sana bir mısra boyu uzaklıkta. Uzansan tutacaksın. Dokunsan yanacaksın. Mustafa soyuer- düş Türk dili dergisi temmuz Bir yudum kitap tan mail kutusunun içine tingirdayarak düşmüş bir yazı
1 note
·
View note
Quote
Defterler açılıyor şakır şakır. Kâğıt sesi, siren sesi gibi geliyor kulağına. “Yangında ilk kurtarılacak anılardır.” diye geçiriyorsun içinden. Talebelerin tahtadakileri yazmakla meşgul. İşte yine kendinle baş başa kaldın. En sevdiğin hâl. Şimdi rahat rahat dertlenebilirsin. Pencereden dışarı bakıyorsun. Bakıyorsun ama hiçbir şey görmüyorsun çünkü duvarlara baktığın gibi bakıyorsun pencereden de. Okul bahçesinde top oynayan çocukların neşesi, ikinci kattaki sana ulaşmıyor. Neredeyse mart sonu gelmiş. Tabiat yarı yarıya doğrultmuş belini. Süt erikleri çiçek açmış. Bademler bugün yarın meyveye duracak. Leylekler göç yolunda. Yerli serçeler konuyor baktığın pencerenin pervazına. Zihnindeki gürültü, serçelerin çığlığını bastırıyor. Pencere aralıklarından geçip odalara dolan taze çimen kokusu, burnunun ucundan teğet geçiyor çünkü dimağını yanık kokusu doldurmuş. Başka tek kokuya geçit yok. Kömürleşmeye başlayan parmaklarına bakıyorsun. Gökyüzünde bir parça bulut ilişiyor gözüne. “Şu bulut neye benziyor Polonius?” diye soruyorsun kendine. Kömüre benzetiyorsun pamuk gibi bulutu. Bozuk Türkçesiyle bir terlikçi geçiyor kaldırımdan. Hiç aldırmıyorsun. Talebeler hâlâ tahtayı yazmakla meşgul. Birden, bir yerlerden yeni demlenmiş çay kokusu geliyor burnuna. Çayı ne çok sevdiğini anımsıyorsun. Günlerden sonra canın ilk defa bir şey istiyor. Oysa yanık kokusundan başka koku duymaman gerekliydi. İşte bu çok kötü oldu! Hikâyenin bu kısmını beğenmedim. Değiştiriyorum. Bir yerlerden taze çay kokusu gelebilir ama sen bunu duymamalısın. Nekahet dönemi hiç baş-lamamalı. Sen hiç iyileşmemelisin! İtiraf ediyorum, şu an yorganı başıma iyice bürüdüğüm hâlde bütün bu düşleri ben kuruyorum. Kendi düşlerime, kendimi inandırarak mutluluk oyunu oynuyorum. Güya ben hâlâ aklındayım, seni terk ettiğim için bütün dünyan kırık dökük. Beni bir türlü unutamıyorsun. İstedim ki terk edilişin incinmişliği işgal etsin aklını. Bundan başka hiçbir şey düşüneme. Anlıyor musun seni sebepsiz yere terk edişimi? Anlıyor musun yüzlerce soru işaretini beynine niçin astığımı? İyi zamanlarımızda bine böldüğün zihnin, şimdi -olumsuz da olsa- yalnız benimle meşgul. Beddualarında yalnız ben geçiyorum. Az şey midir? İtiraf ediyorum, bütün bunları ben kurdum. Oysa biliyorum, bu düşlediklerimin hiçbiri yaşanmadı bugün. Dersine tam zamanında girdin; müdürün kanlı, çakır gözleri yürürlükteki mevzuatı hatırlatmadı sana. Bir şiir kitabı da yoktu yanında. Avuçlarını yakan o mısralara hiç dokunmadın bugün. Dersin o kadar akıcı ve güzel geçti ki o hazla uzun teneffüs saatinde taze demlenmiş çayı, kokusunu içine çeke çeke içtin. Benim kokumu unuttun bile. Ben sanki hayatından hiç gelip geçmedim; bırakıp gitmedim seni; araya yollar hiç girmedi sanki. Erik ağacında yeşeren yaprak, aşerdiğin gözlerim değildi. Bulutta beliren utangaç tebessüm, benim gamzelerim değildi. Kahkahan, çoktan eski rengini buldu. Ne çok güldün öyle. Beni unuttuğunu düşünmek, senin artık acı çekmediğini bilmek, beni ne kadar incitiyor bilsen… Bilsen yastığımın altında çöreklenmiş iki mısra, ensemden gövdeme doğru yürüyor şimdi. Mısraların değdiği yerlerde iri yanık izleri… Kitabı kapatıp kaldırmakla şiir orada bitiyor mu sanıyorsun? Neyse boş ver bunlara, nerde kalmıştık en son? Hah, sınıftaydın. Tam o sıra zil çalıyor. Hâlâ camdan dışarı bakıyorsun. Bakıyorsun ama görmüyorsun. Zilin çaldığını hatırlatıyor sınıfın en haylazı. Duymuyorsun. Ellerimi düşünüyorsun. Ellerim, sana bir mısra boyu uzaklıkta. Uzansan tutacaksın. Dokunsan yanacaksın.
Düş
0 notes
Photo
Bana ayrılan süre burada doluyor kalpleri su misali pırıl pırıl ışıl ışıl berrak güzel değerli insanlar size karşı bir hatam terbiyesizliğim olduysa hepinizden özür diliyorum.Yeni bir güne girdik bu yeni günde umutlarınız dilekleriniz güneş gibi doğsun gününüz aydın mutluluğunuz kat kat artsın nur yüzlerinizden tebessüm hiç eksilmesin. Kalpleri su misali ışıl ışıl pırıl pırıl berrak güzel değerli insanlar herşeyin kalbinizce olması dileğimle. Saygılarımla Güven Çakır (LR Bağımsız İş Ortağı)
0 notes