Tumgik
#atatürk ve ahlak
ziyapasa-01 · 11 months
Text
Din Kültürü ve ahlak bilgisi Ögretmeni Cemil KILIÇ'dan İMAMLARA ÇAĞRI...
Diyanet'in yarınki cuma hutbesi yayımlandı. Yarın cuma ve 10 Kasım ama yine Atatürk anılmadı. Bu saygısızlığın hesabı bir gün elbet sorulur. Milliyetçi imamları vaazda ve hutbede Atatürk'ü anmaya çağırıyorum....!!!
Alparslan TÜRKEŞ
08 Haziran 1970
Marmara Üniversitesi Öğrenci Lokalinde yaptığı konuşmada
Her kim ki TÜRK'e, ATATÜRK'e düşmandır, biliniz ki onlar; Malazgirt'te, İstanbul'un Fethinde, Çanakkale'de, İstiklal Harbinde mağlup ettiklerimizin, Anadolu'da kalmış tohumlarıdır
Tumblr media Tumblr media
16 notes · View notes
onderkaracay · 5 months
Text
Tumblr media
🎯 İnsanlık Abidesi bir ulusun ismi Türk Bir Ağa'nın Torununa Bir Sır İle Yenilen Para Ağası Uşaklığının Sonu 🎯
Kültürler genelde dini sömürgeci bir ideoloji aracı yaparak hedefe koydukları toplumun içine sızar ve yerleşir.
Dini parayı yöneten sömürgeci zihniyetler kullanır.
İspatı da var; Vehbi Koç'un Kenan Evren'e yazdığı mektupta din eğitimi talep ediyor ve emrindeyim diyor.
Darbeleri zaten sahaya sürdükleri askerlere bu şekilde yaptırdılar.
Ortaduğu ve batının bataklık kültürünün ortak çabası bir zulmü bitirebilecek tek güç tanrının yeryüzünde insanlığın yaşatma adı olan Türklerdir.
Düşman bu zulmü yaşatmak için Türk kılığına bile girer. Girenleri Atatürk ile aldatanlar olarak gösterdik.
Dün büyük dedem Yusuf Ağa'nın insanlık merhametini anlatmanın da bir ilmi sır sebebi var.
Yaşamda kötülük dahil yaşanan her olgunun herkes tarafından anlaşılması zor anlamları var.
Kim kimdir kimse bilemez.
İlmi sırdır akıl sır ermez.
O yazıda para uşağı feodal zorba olmaya kalkan ve ibret ile biten ağalığa bir soru sordum. Sakıp Ağa diyorlar yere göğe sığdıramorlardı. Ne diyordu bu para ağası dünyaya otomobil satıyorum oğlum benden bir araba isteyemiyor. Bunu Türk ulusuna ihanet etmeden düşünmüş olsaydın böyle bir ibrete konu olmazdın.
Öteki ise bir bakkal ile yola çıktı hikayesi ile göz boyayarak ülkede bakkal bırakmayan hatta kendi bayilerine bile rakip olup rekabete giren bir ahlakın tepeden bakan tarafındaydı.
İbret onu en tepeden vurdu.
Yusuf Ağa gerçeğini neden anlattığımı anlayan az olmuştur.
Biraz bundan bahsetmek istiyorum.
O yazıda dedim ki aslında;
Ey paranın uşaklığını yapan ve bizden çaldıkların ile bizi tehdit etmeye kalkan zorbalık diyorsun bu savaşı ben kazanacağım. Bunca hile boşa gidemez demeye getiriyorsun.
Osmanlı zamanında bir ağa olan Yusuf Ağa'nın torunu olarak diyorum ki Yusuf dedemin insanlık ahlak ve merhametini hala yaşatıyorum. O ağalığın ahlaklı insanlık töresini getirmek için bir sırra takip oldu yaşamım, onunla karşındayım.
Ve diyorum ki Oğuz Kağan ve Mustafa Kemal Atatürk komutanların talimatı gereği bu zulmü ortadan kaldırmaya varım.
Sende tüm şeytanlar ile varsanız savaşalım.
Beyin savaşları komutanlığını Mustafa Kemal Atatürk'ten aldım o cephede sizi yendim. Başka bir cephe bırakmadım.
Bu sır böyle bir sır.
Şeytanın değil insan olanın bile aklı zor erer dedim.
Sen ne anladın?
Hala kurtulacağım diye çırpınıp duruyorsun?
Yol gösterdim varamadın plazana sığınmış fanatizm dalında tutunmaya ne diye Atatürk ile aldatmaya utanmadın.
Daha fazla rezil olmak istemiyorsanız tanrının gazabı karşısında ben aracıyım sizin gibi zulmün aracısı değil insanlığın beklentisizlik makamından sır ve ibret taşıyıcısı bir aracı er Türker neferim. Hangi çılgın karşıma çıkarsa yere sererim.
Gittiğiniz yerde ne oldu neden geldiniz diye sorarsa sizi sahaya süren zalım abileriniz. Onlara şöyle söyleyin anlayacakları dilden hileye başvurmadan;
Türk bir ağanın torunu Mustafa Kemal Atatürk adına yeryüzüne insanlığı yeniden getirerek bizi Anadolu'dan rezil ederek kovdu dersiniz.
Önder Karaçay
3 notes · View notes
baybaykus · 11 months
Text
MATURİDİLİK:
Horasan da İmam Maturidinin akıl, fen, bilim, teknik ile nakli bilgileri bir araya getirerek, felsefi olarak birleştirip, Türk milletinin töresine uygun oluşturduğu itikadi yoldur...
Hoca Ahmet Yesevi tarafından hayata geçirilip, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi Ocağında yetişen Alperenleri vasıtası ile Türk ile Anadoluyu buluşturmasıdır...
Anadolu da Türklük gurur ve şuurunu, İslam ahlak ve fazileti ile tanıştırmasıdır...
TÜRK LAİKLİĞİNİ MATURİDİ İLE SAVUNMAK...
Mustafa Kemal Atatürk iddia edildiği gibi Cumhuriyetin Laiklik ilkesini Fransa dan değil Selçuklu devletin den almıştır. Bizzat kendi sesinden 10. Yıl kutlama konuşmasında "lâiklik Türkün kültüründe vardır." Demektedir.
Çoğumuz biliriz, duymusuzdur. Çünkü, bize öyle öğretmişlerdir, deriz ki: “Amelde mezhep imamımız İmam-ı Âzâm Ebu Hanife’dir, itikatta İmam Matûrîdi”.
Peki, kim bu Matûrîdi, nedir bu Matûrîdilik?
Kendi kendimize sormayız. Sormadığımız gibi ilgilenmeyiz de. Hacısı, hocası, âlimi de dahil, üç beş cümle edemeyiz çoğumuz...
Çünkü bu konuda kimse bir arastirma yapmamış bilgi aktarma zahmetine bilenlerde girmemiştir.
Ancak sorulduğunda ben de dahil Kem-küm ederiz...
O kadar...
Merak edip araştırmak zahmet edip okumak zor gelir bize. Hatta bu makaleyi de zahmet edip sonuna kadar okumayacaktir çoğunuz...
Okuyan da kafasina takılan basit de olsa bir soru sormayacaktır. Sorun ki bizde araştırıp kendi bilgimizi araştıralım bari buna katkınız olsun...
İlahiyatçı, İslam Tarihi ve İslam Mezhepleri Tarihi uzmanı Ahmet Vehbi Ecer’in mükemmel bir Matûrîdi incelemesi var. Yesevi Yayıncılık tarafından kitap haline getirilen bu incelemeden sizlere oncelikle ilginç bir iki bölüm aktaracağım...
Daha sonra yargımız, son tahlilimiz, iletimiz değerlendirmemizi yapacağız.
***Matûrîdi’ye göre din ve şeriat ayrıdır.
“Din’de nasih-mensuh cereyan etmez, ama şeriatlarda nesh yani hükümsüz kılma mümkündür”.
Yani, Kur’an-ı Kerim’in ibadet, iman ve ahlâk ayetleri dışındaki, muamelat (ticaret, borçlanma, miras...), münakehat (evlenme-nikâh) ve ukubat (ceza) hükümleri çağın gereklerine ya da maslahata (kamu yararına) göre hükümden düşürülebilir ya da hükmü başka bir zamana ertelenebilir.
(Arapça ve Farsça kelimeler alıntı yaptığımız kaynakta olduğu için vardır. Bu konu dan dolayi özür dilerim.)
Matûrîdi diyor ki:
“Şeriat din olsaydı, her bir Müslüman hemen bütün davranışlarında dinini değiştiren konumuna düşerdi. (...) Din’in kaynağı akıl, şeriatın kaynağı ise duyma-işitme (nakildir).
***Amel imana dahil değildir. İman etmek mutlaka ibadet etmeyi gerektirmez.
***Anadilde ibadet olabilir. Allah sözcüğünün başka dildeki karşılıkları (Tanrı, Çalap, Hüda) kullanılabilir.
***Matûrîdi’nin tefsir yöntemi, ayeti ayetle yorumlama ve nüzul (indirilme) sebeplerine yer vermedir. Dinî problemlere felsefi açıdan da yaklaşır. Bilime ve deneye önem verir.
***Türk Müslümanlığı’na damgasını vuran akımlar:
Matûrîdilik, Hanefilik, Yesevilik.
Türkler İslam dinini bir kabile dini olmaktan çıkardılar. Matûridi’yi tanımak ve tanıtmak Türk kültürüne hizmettir.
***Tarikatlara Matûridi mesafelidir, bilgi kaynaklarına kuşkuyla bakar.
***Osmanlı’nın, Eş’ariliği benimseyerek, Mâtûrîdi’ye sırt çevirip medrese programlarında yer vermemesinin sonuçları vahim olmuştur. Matûrîdi’nin eserleri Eş’ari’ninkilerden üstündür. Eş’ari Arap olduğu için öne çıkarıldı. Matûrîdi, Türk olduğu için görmezlikten gelindi. Bunda Gazzali’nin parmağı ve etkisi var.
Gazali de Eş’ariye Mezhebi’ndendir. Said-i Nursî de öyle. Onun eserleri Türkler arasında Hanefi-Matûrîdi kimliğini zayıflattı."
Evet...
Ne diyordu bizim İslamcıların pek sevdiği Olivier Roy adlı o kefere: ”İslam ülkesinde laiklik olmaz, siz şeriata dönün, şeriat+elektrik (yani teknolojik ve sınai gelişme) sizi dünya devi yapar “.
Ne diyordu?
Heiner Bilefeldt adlı o teolog Alman: "İslam ülkelerinde (yani Türkiye’de) laiklik olmaz, siz şeriata dönün, inanca saygılı laiklik Almanya’da var, bu laiklik sizi, bize entegre edecek”.
Ne diyordu?
Şimdi ülkemize gelerek laiklik vurguları yapmaya çalışan Hillary Clinton’ın kocası Billy:
“Hilafet gereklidir. Türkiye’nin Hilafeti kaldırması yanlış olmuştur."
Bunların içerideki işbirlikçileri, yüzyıl önce bunlar Ingiliz muhipleri idi. Selefî-Milli Görüş çizgisinden ve Said-i Nursi Eş’ariliği’nden AB ve ABD muhipliğine doğru ”değişerek gelişen “ kesim ve kişilerdir bunlar.
Yani, İngiliz muhipligin den, AB ve ABD Muhipligi ne değişenler.
Türk laikliğini (Selçuklu Türkünden alınan laik anlayışı) silmek ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni köklerinden koparıp bir Batı sömürgesi etmek isteyen zihniyetlerdir bunlar.
Demokratik yollarla, fikri alanda bunlarla mücadele edecek gerçek Türk milliyetçilerinin, en büyük dayanağı İmam Matûridi olacaktır.
Araştırıp öğrenmek her Türk Milliyetçisinin görevidir.
MATURİDİLİK, DOĞU DAN GELEREK TÜRK İSLÂM MEDENİYETİNİ BATIYA ANLATMANIN EN DOĞRU YOLUDUR...
Osmanlı Türk Devletinin kuruluş felsefesinin manevi mimarları, Manevi kurucuları Hace Bektaşi Veli ve Şeh Edabalı, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevinin Alperenlerinden Türk ulu kişileridir...
Maturidi itikadı ile egitilmiş Şeyh Edebali ve Hace Bektaşi Veli Osmanlı devletinin kuruluş felsefesinde akıl-nakil dengesini sağlam kurarak, devletimizin ilimde, fende, teknikte ve ekonomik alanda en güçlü olmasını sağlamışlardır...
Osmanlı kuruluş döneminde Horasan Erenleri ile Anadolu'ya Türkler Müslümanlığın damgasını vurarak insanlığı, Müslüman Türkün, Asrı Saadetine Dönemesi ni sağlamış ilimle bilimle gercek islamı Anadolu halkıyla tanıştırmışlardır...
Anadolu nun o dönemde huzur ve mutluluk içinde yaşamasını ve Hıristiyan halkın islâmı kabul ederek Müslüman olmasını sağlayan Hanefi ameli ve Maturidi itikadi yolu olmuştur...
Osmanlı Türk Devletinin çöküşü ise...
Yavuz Sultan Selimin Mısır seferinden sonra, 1517 yılından sonra Halifelik makamını almak için Arap ulemayı yanına almak amacı ile, Mısır'dan getirilen 2000'e yakin Arap kökenli geneli Emevi İslam anlayışının bir sonucu olan Eşari anlayışında yetişmiş, Türk ve İslâm düşmanı ulemaların Medreselerde, bilim ve Felsefeyi yasaklamaları ve Türklük aleyhine verdikleri akıl almaz fetvalar ile başlamıştır...
Bugün de Anadolu da bu Emevi Arap Kültürü ile yetişmiş, Selefi ve Eşari anlayışı ile islamı anlatan din adamları hakimdir...
Halbu ki bu din adamlarına sorsak Amelde Hanefi itikatde Maturidi yiz derler ancak, ne Imamı AZAMIN ne imam MATURİDİ nin yolunu izlemezler.
İzledikleri yol ise Arap Eşari anlayışlı Emevi Arap kültürüdur. Bunu da İslam dini zannederler...
TÜRK MİLLETİ en kısa zamanda kendisine en uygun olan akılı, bilimi, ilmi, fenni ve teknoloji ile nakli islami bilgileri özümseyen MATURİDİ FELSEFESİNE dönerek itikadi yaşam biçimi haline dönüştürmelidir...
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Anadolu İnsanının Kurtuluşunun tek adresi budur...
Not: Arap kültürünü geleneklerini din zanneden, Laikliği dinsizlik zanneden ve bunun üzerinden Atatürk'e türlü iftiralar atan, Osmanlıcılık oynayan dönme Devşirme Mankurt koyun sürülerine karşı bilgi amaçlı paylaşılmıştır bu açıklamalar...
Mevlüt Kaleli
Tumblr media
4 notes · View notes
by-hulusi · 1 year
Text
✍️
Zülfü Livaneli diyor ki: "...Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir.
Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır.
Daha doğrusu halkın bir bölümüdür.
Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur.
Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu.
AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette.
İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir.
Ama o kitlenin genel karakteristiği budur.
Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi.
Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan
‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini.
Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu.
Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı.
Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez.
Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri,
Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de.
Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil,
Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’
sunan yeni bir oluşumdur.
Lafı uzatmadan söyleyeyim.
Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk,
kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır.
Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir.
Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor.
Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor.
Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık.
Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok.
Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek.
•Z. Livaneli
8 notes · View notes
dusunselyazilar · 1 year
Text
12.10.2023 Cumhuriyet Gazetesi
‘YAŞAMAK KANUNU’
Atatürk, 29 Ekim 1933 günü bakın ne diyor:
“İdeal ele geçince ideal olmaktan çıkar, yaşanır bir şey olur. Bazı şeyler, kanunla, emirle, milletçe omuz omuza boğuştuğunuz halde düzelmezler. Adam fesi atar, şapkayı giyer ama alnında fesin izi vardır.
Siz sarıkla gezmeyi yasaklarsınız, kimse sarıkla dolaşmaz. Ama bazı insanlardaki görünmeyen sarıkları yok edemezsiniz. Çünkü onlar zihniyetin içindedir. Zihniyet binlerce yılın birikimidir. O birikimi bir anda yok edemezsiniz, onunla boğuşursunuz...
Yeni bir zihniyet, yeni bir ahlak yerleştirinceye kadar boğuşursunuz ve sonunda başarılı olursunuz. Önemli olan boğuşmaktan yorulmamak, umutsuzluğa düşmemektir. Milletler böyle ilerler. Yorulan, umutsuzluğa kapılan yenilir. Biz biliyoruz ki inandığımız şey doğrudur, yenidir, ileridir. Öyleyse; eskiyi, geriyi, işe yaramazı mutlaka yeneceğiz demektir. Çünkü ilerlemenin başka çaresi yoktur. Yaşamak kanunu budur”.
GÜLSEVEN GÜVEN YAŞER
ÇAĞDAŞ EĞİTİM VAKFI KURUCU BAŞKANI
2 notes · View notes
litlog · 1 year
Text
zeytindağı - yeniden
"Zeytindağı’nın tepesindeyim. Lût denizine ve Gerek dağlarına bakıyordum. Daha ötede, Kızıldeniz'in bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman Kamame'nin kubbesi gözüme çarpıyor. Burası Filistin'dir. Daha aşağı Lübnan var; Suriye var; bir yandan Süveyş Kanalı'na, öbür yandan Basra Körfezi'ne kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız!
(Dahiliye Nazırı Mehmet Talat Paşa (1872-1921)): "...Kendisinin imlasını bizim düzeltebileceğimiz kadar Türkçemiz, işte aldatıcı, politikada süratle etraf yapabilir, şark ahlakınca faziletinde şüphe edilmez bir şef olduğunu öğrenmiştim. Sözün "Ahlak" kelimesinin başındaki Şarka dikkat ediniz: Bu ahlak doğruluğu ve fazileti gayet dar bir ölçüde benimser. Hususi ve şahsi ayıplar ve menfaate ait yolsuzluklar için müsamahasızdır. Ancak ne yalanı, ne de zulmü ahlaksızlık sayar. Talat Bey, Meşrutiyetin birçok adamları gibi bir Şarklı, üstünde Tanzimat cilası bile olmayan bir Şarklı idi." ("Fikre benzer bir sözü" :))
(Atatürk hakkında): "Gözleri Mustafa Kemal gününde açılmış olanlara, 1913 avuntuları ne gülünç gelir. (...) 1913'de bir Mustafa Kemal, yüzyıl sonrası için bile hayaldi, fantazi romanlarında bile yeri yoktu." "Dimetoka'da genişçe bir salonda toplanıldığını hatırlıyorum. Epey kalabalık var. Hacı Adil, tümenin komutasına Fahri Paşa, Fethi Bey, hep üst saftadırlar. Aşağıya doğru öteki misafirlerin arasında bir kurmay göze çarpıyordu. Sarışın, sert ve bakınırken gözlerine takılmamak imkansız! Hacı Adil, ara sıra ona dönüyor. Belli ki, rütbesi ile nispetsiz bir önemi var. Biz meşrutiyetin komitacılık aleminde bu önemlere alışmıştık. Salondan çıktıktan sonra, Hacı Ali'ye bu zatın kim olduğunu sordum. -Mustafa Kemal Bey, dedi. Sonra biraz şaşıca gözlerini manalaştırarak, ilave etti: -Yamandır!"
"Vatan kaybı İstanbul'da çabuk unutulur. Balkan Harbinden (1912-1913) şehirde canlı bir hatıra kalmıştı: Edirne! Onu geri almak ve Bulgaristan'ın yenildiğini görmekle, kalp acılarını dindirmiştik."
BİZİM İMPARATORLUK
"Zeytindağı’nın tepesindeyim. Lût denizine ve Gerek dağlarına bakıyordum. Daha ötede, Kızıldeniz'in bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman Kamame'nin kubbesi gözüme çarpıyor. Burası Filistin'dir. Daha aşağı Lübnan var; Suriye var; bir yandan Süveyş Kanalı'na, öbür yandan Basra Körfezi'ne kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız!
Ben bu büyük imparatorluğun çocuğuyum. Çıplak İsa, Nasıra'da marangoz çırağı idi; Zeytindağı’nın üstünden geçtiği zaman, altında, kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs'te kirada oturuyoruz. Halep'ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz. Kamame Kilisesi'nin Hıristiyan milletler arasında bölünmüş olduğunu bilirsiniz, içerisinin her parçası ve kilisenin her hizmeti bir başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnız anahtarı pay edememişlerdir. Anahtar bir hocada durur.
Bütün bu kıtalarda biz işte bu hocanın görevini yapıyoruz. Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar, her şey Arapların veya başka devletlerin... Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı. Osmanlı saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam-Arap, yahut yarı-Araptır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk'e az rast geliyordum.
Suriye, Filistin ve Hicaz'da: - Türk müsünüz? Sorusunun birçok defalar cevabı: - Estağfurullah! idi. Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırm��ştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu. Bizim emperyalizm, Osmanlı emperyalizmi, şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi: Türk milleti kendi başına devlet yapamaz!
Kudüs'ün en güzel yapısı Almanların, ikinci güzel yapısı yine onların, en büyük yapısı Rusların, bütün öteki binalar İngilizlerin, Fransızların, hep başka milletlerin idi. Gür sakalları baharat kokan Dürziler, saçları örgülü Yahudiler, elleri meşinleşmiş urban ve entarili Araplar, hepsi Türk ordusu Kanala doğru giderken, dar Suriye ve Filistin kıtasında iki safa ayrılmış: "- Geç yiğitim, geç!" diyordu. Fakat bir avuç Türk, bütün kıtayı tuttu. Koskoca çölü, yapı ve bahçelerle donattık. Geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Rumeli'yi kaybetmiştik. Bir realite hissi ile değil, bir tarih hissi ile kendimizi zorluyorduk.
Anadolu baştan başa yapılmak, şehirler, köyler, ev ve tarla zengin olmak, Türkler tamamıyla Batılaşmak ve sonra da Halep'ten Kızıldeniz'e doğru, nüfus, teknik ve sermaye ile taşmak lazımdı. Biz ise Anadolu'yu aşıp Halep kapısını vurduğumuz zaman, bayındırlık ve kalabalık görmeye başlıyorduk. Halep, büyük bir şehir, Şam büyük bir şehir, Beyrut büyük bir şehir, Kudüs büyük bir şehir ve hepsi ağyar idi. Lübnan havası, bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi. Fakat her yere: - Bizim, diyorduk. Şam, evimiz kadar bizim, Lübnan bahçemiz kadar bizim... Bu tasarruf ve hüküm hissinin bize damarımızdaki kandan geldiğine şüphe yoktu. Ve kendimizi otelciye, lokantacıya, hatta posta memuruna anlatmak için yavaş yavaş Arapça öğreniyorduk.
Şam'dan kalkan tren, Medine'ye üç gün üç gecede gider. Medine'yi bile bırakmıyorduk. Medine'siz Türkiye? Bu emperyalizmin intiharı demekti. Ne Medine'si? Bir gün aşağı geçecek bir kıtayı selamlamaya inmiştik. Tren varken, Adana'dan beri yayan yürümekte idiler. Üç bin kadar zayıf, soluk ve üstü başı yıpranmış Türk çocuğu, yorgun argın önümüzden geçtiler. Biliyor musunuz, nereye gidiyorlardı? Aden'e!
Hâmid'in mısraını hatırlıyordum: - Nereye gitmek istiyorsunuz? - Adem'e!
Mısır'ı fethe çıkan Cemal Paşa, Kudüs'te, Şam'da, Lübnan'da, Beyrut'ta ve Halep'te oturduğu zaman, bir işgal ordusunun kumandanı gibi bir şeydi. Zeytindağı'nın üstündeki Alman yurdunda biz, devenin üstüne merdivenle tırmanmaya uğraşan Avusturyalı subay, otomobilden ürken hecin, hecinden ürken Macar atı, kanalı geçmek için Taberiye Gölü'nde tulum idmanı yapan Sivaslı nefer ve bir boğuk Arap sesi: - Felyahya! ...
İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işletmektir. Osmanlı imparatorluğu, Trakya'dan Erzurum'a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile kanşık emilen bir sağmal idi."
ARAP SAÇI
"Suriye'de Hristiyanlık, Müslümanlık, Filistin'de Araplık, Yahudilik, Hicaz'da şeriflik, Vehabilik meseleleri, bizzat Türk-Arap meselesinden daha azılı idi. Nitekim biz çıktık, nifak, bütün Akdeniz, Kızıldeniz ve çöller boyunca yanıp durmaktadır."
"Filistin'de Siyonistler adeta gizli bir hükümet yapmışlardı. Bayrakları ve postaları vardı. Mektuplarına kendi pullarını yapıştırırlar, kendi memurlarıyla sevkederlerdi."
"İngilizler, Ruslar, İtalyanlar ve Osmanlılar arasında Suriye, Filistin ve Hicaz işlerini en az bilen ve anlayanlar sonuncular, yani bu kıtaların asıl sahipleri olmuştur. Her tarafı top arabası ile geziyor ve hırsız memur kafasının tası içinden seyrediyorduk." / "Filistin için tehcir (göç ettirme), Suriye için tethiş (zor kullanma) ve Hicaz için ordu kullandık. Yafa kıyılarında Balfur'un beyannamesini bekleşen hesaplı Yahudiler, bu uğurda kafa değil, bir portakal bile feda etmediler. Hicaz ayaklandı; Suriye ise sustu."
"Mukaddes cihad, Osmanlı İmparatorluğu, Allah ve Peygamber: Hepsi birbirine karışıyor. Gülmek istiyorum. (...) Yarın, öbür gün, Arap çeteleri ile sarılacaksınız, Peygamberin torunları, Ravza'nın yeşil kubbesine kurşun atacaklar. İstanbul elden gidiyormuş gibi telaşlanarak, size Anadolu'nun bağrından Türk yavruları göndereceğiz. Siz, Peygamber torunlarının ateş ve açlık çemberi içinde, bir hurma kurusu bulamayıp deriniz iskeletinize yapışmış ölürken, Anadolu çocukları iskorpitten çürüyüp düşen ağızlarının yaraları içide kavrulmuş çekirge çiğnemeye çalışarak, Fatma'nın, Ebubekir'in, Ömer'in ve Muhammed'in sandukalarını savunacaklar. Ta, Şam'a kadar üç gün üç gece süren demiryolunun iki tarafını Anadolu Türkleriyle kuşatacağız. Arap kesesine Anadolu altını ve Arap kursağına Anadolu'nun rızkını akıtacağız. Şaka değil, İslam emperyalizmi yapıyoruz. Arap cenbiyeleriyle (hançer) bağırsakları deşilerek, etleri çöl güneşinden kavrulmuş olanlar! Sizler, ey Sarıkamış'ın buz dağı üstünde donmuş olanların kardeşleri, siz hep, pomadlı bir yüz derisinin kapladığı boş bir kafanın içindeki bomboş bir hayalin kurbanları değil misiniz?"
-falih rıfkı atay, 1932
2 notes · View notes
dehrizen · 1 year
Note
sence neden erkek gururu diye bir kavram oluşmuş
“orta osmanlı türkü, erkeklik gururu ve zorbalık duygusu ile, kadını aşağı bir yaratık, ahlak ve onurdan yoksun dişi bir hayvan gibi görür, zayıf içgüdüsü nedeniyle erkek tarafından korunması gerektiğine inanırdı.”
lord kinross, atatürk
4 notes · View notes
cagdasyatirim · 2 years
Text
"..Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu. AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette. İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur. Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu. Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı. Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez. Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur. Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor. Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık. Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok. Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek. Zülfü Livaneli
3 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
Bugün Avukatlar Günü
Hukuk sistemimizin hakkaniyetle işlemesi için insanüstü çaba gösteren, adalet duygusunu vicdan terazisiyle dengede tutan, mesleğini insan onuruna ve huzuruna adayan tüm avukatlarımıza minnet ve saygılarımızla. Kutlu olsun gününüz.
Geçmişten bugüne adaletin ve hukukun önemine vurgu yapan devlet adamları, düşünürler, yazar ve şairlerden sözlerle; adaletin güçlüden yana değil haklının tarafında olması umudumuzla…
Sevginin kurduğu devleti adalet devam ettirir. – Farabi
Adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur.- Montaigne
Kılıcın yapamadığını adalet yapar. -Kanuni Sultan Süleyman
”İnsan dünyada bir Hak’tan, bir de haksız olmaktan korkmalıdır.” -A. Hamdi Tanpınar
Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir. -Blaise Pascal
Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun çevresinde döner. -Konfüçyüs
Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz. –
Mustafa Kemal Atatürk
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar; kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
-Yusuf Has Hacip
Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler bize, çatışmalar bize, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.- Şeyh Edebali
“Eğer bir ülkede adalet yozlaşırsa, o memleketin dibi oyulmuş demektir. Adaleti çökmüş bir milleti yok olmaktan hiçbir güç kurtaramaz.” Yaşar Kemal
5 notes · View notes
pazaryerigundem · 4 months
Text
Mehmet Akalın: “Siyasi ahlak yasası hayata geçirilmeli”
https://pazaryerigundem.com/haber/174830/mehmet-akalin-siyasi-ahlak-yasasi-hayata-gecirilmeli/
Mehmet Akalın: “Siyasi ahlak yasası hayata geçirilmeli”
Tumblr media
İYİ Parti Edirne Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Akalın, ülkemizin demokratik yapısının güçlenmesi ve kamu hizmetlerinin etkin ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi için Siyasi Ahlak Yasası’nın hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Meclis’te yaptığı konuşmada Akalın, bu önemli yasa tasarısının eksikliğinin ve iktidar döneminde şeffaflık ile hesap verebilirliğin yetersizliğinin çeşitli alanlarda yozlaşmaya yol açtığını belirtti.
Erdoğan DEMİR / EDİRNE (İGFA) – İYİ Parti Edirne Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Akalın, ülkemizin demokratik yapısının güçlenmesi ve kamu hizmetlerinin etkin ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi için Siyasi Ahlak Yasası’nın hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Meclis’te yaptığı konuşmada Akalın, bu önemli yasa tasarısının eksikliğinin ve iktidar döneminde şeffaflık ile hesap verebilirliğin yetersizliğinin çeşitli alanlarda yozlaşmaya yol açtığını belirtti.
Akalın dünya ülkelerinden örnek göstererek Türkiye’de de siyasi ahlak yasasının acilen uygulanması gerektiğini söyledi. Akalın mecliste yaptığı konuşmada şunları söyledi:“Bu parlamento çatısı altında Siyasi Ahlak Yasası’nın olmamasının ve bunun etkilerini tartışmanın ne kadar acı olduğunu görüyoruz. Şeffaflık ve hesap verebilirliğin olmaması sonucu birçok alanda yozlaşmalar yaşanıyor” dedi
.
“HESAP VERİLEBİLİRLİK ARTACAK”
Mehmet Akalın, yasa tasarısının tüm siyasetçilerin ve kamu görevlilerinin görevlerini kötüye kullanmalarını, yolsuzluk yapmalarını ve çıkar çatışmalarına girmelerini önleyecek düzenlemeler içermesi gerektiğini belirtti. “Mal varlığı beyanı, hediye kabul etme kuralları ve çıkar çatışmalarını önlemeye yönelik tedbirler, kamu görevlilerinin ve siyasetçilerin hesap verebilirliğini artıracak ve kamu kaynaklarının etkin kullanımını sağlayacaktır” diye ekledi.
“TOPLUMSAL GÜVEN GELECEK”
Akalın, Siyasi Ahlak Yasası’nın kamu görevlilerinin şeffaf bir şekilde çalışmasını zorunlu kılarak halkın devlete olan güvenini yeniden tesis edeceğine dikkat çekti. “Bu yasa, toplumda etik ve ahlaki kuralların güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Bu da güveni artıracaktır” dedi.
“CAYDIRICI ROL OYNAYACAK”
“Yolsuzluk sadece kamu kaynaklarının israf edilmesine neden olmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal adaleti zedeler ve ekonomik kalkınmayı engeller. Kurumları çürütür ve devletleri zayıflatır” diyen Akalın, yasanın yolsuzlukla mücadelede caydırıcı bir rol oynayacağını ve kamu görevlilerinin dürüstlükle görev yapmalarını teşvik edeceğini vurguladı.
“ULUSLARARASI STANDARTLARA UYUM SAĞLAMAK GEREK”
Akalın, birçok gelişmiş ülkenin kamu görevlilerinin etik ve ahlaki standartlara uygun davranmasını sağlamak için benzer yasalar çıkardığını belirtti. “Bizim de uluslararası alanda saygın bir konumda olabilmemiz için bu standartlara uyum sağlamamız gerekmektedir” dedi.
Sözlerini, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk ne güzel söylemiş; ‘Bir milletin ahlak değeri o milletin yükselmesini sağlar. Bir milletin gücü zengin olmaktan çok, ahlaki değeriyle ölçülür’” diyerek bitiren Akalın, Siyasi Ahlak Yasası’nın çıkarılmasının ülkemizin demokratik yapısının güçlenmesi, yolsuzlukla mücadele edilmesi, toplumsal güvenin artması ve uluslararası standartlara uyum sağlaması açısından büyük önem taşıdığını belirtti.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
elazigsurmanset · 10 months
Text
İnce: “Seçmenlerin incelenmesi ve sandık güvenliği için iş birliğine varız”
Tumblr media
Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimi üzerinden muhalefeti eleştirdi. İnce, 31 Mart’ta yapılacak olan yerel seçimler için muhalefete çağrıda bulundu. “Yapılacak iş; bütün muhaliflerin bir araya gelerek seçmenleri incelemesi ve sandığa sahip çıkmasıdır. Bu konuda biz Muharrem İnce olarak, Memleket Partisi olarak iş birliğine hazırız.” diyen İnce, şunalrı söyledi: "Yaklaşık altı ay önce bir Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi yaşadık. Başta muhalefet medyası olmak üzere tüm muhalif çevreler “Yüzde 60 ile kazanıyoruz, bu son seçim. Cumhuriyet biter yoksa. Çekilin, herkes uzaklaşsın.” dedi. Yani FETÖ’cülere Çankaya seçmeni oy verdi. Atatürk düşmanlarına İzmir seçmeni oy verdi. Böyle bir kampanya yaşadık. Türkiye kandırıldı. Yüzde 60’la, 70’le kazanılan bir seçim var. İtiraz edenler hainlikle suçlandı. Başta ben (Muharrem İnce) ve Memleket Partisi olmak üzere. Peki ne oldu? Yine kayıp. Yirmi yıl sonra yine kayıp." Bütün muhaliflerin bir araya gelerek seçmenleri incelemesi ve sandığa sahip çıkması gerektiğini vurgulayan Muharrem İnce, "Bu konuda biz Muharrem İnce olarak, Memleket Partisi olarak iş birliğine hazırız. Aklı başında politika yapmaya davet ediyorum bütün muhalif çevreleri. Bütün muhalefetten istediğim şudur; hamaset değil, akıl adalet, ahlak. Bunu öneriyoruz hepinize. Sandıklara sahip çıkabilen bir muhalefetin başarısız olma gibi bir ihtimali yoktur. Kaldı 125 gün. Hepimiz buradan başlamalıyız. Geç kalıyor bütün muhalefet diyorum." dedi. Kaynak: HİBYA Read the full article
0 notes
onderkaracay · 4 months
Text
🎯 AHLAK VE İNSANLIĞIN SON DURAĞI MUSTAFA KEMAL ATATÜRK FİKRİDİR 🎯
2 notes · View notes
hetesiya · 1 year
Text
Etik yozlaşma veya burjuva siyasetinin sefaleti!
Tumblr media
Fikret Başkaya
Etik, ‘sorumluluk, dayanışma, sınır demektir’. Potansiyel olarak yapılabilir olandan sakınmaktır. Etikten farklı olarak ‘ahlak’, iyiyle kötünün ayrımını yapar… … Kapitalizm etik değerlere yabancılaşmış bir sistemdir. Her şeyi metalaştırıyor, nesneleştiriyor, şeyleştiriyor, soysuzlaştırıyor, canlı olan ne varsa ölü metalara dönüştürüyor. Bu yüzden boşuna kapitalizme kadavra medeniyeti demiyorum… Oysa, etik değerlere yabancılaşmış bir toplumsal yaşam, sürdürülebilir değildir
Marx, Felsefenin Sefaleti adlı ünlü eserinde şöyle yazmıştı: “En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alış -veriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çattı. Bu, o zamana kadar el değiştiren fakat ticaret konusu olmayan, erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zamandır. Tek kelimeyle her şey ticaret konusu oldu. Bu genel kokuşma ve evrensel ölçekli alış – veriş dönemidir. Eğer ekonomik terimlerle ifade etmek gerekirse, bu, maddi olsun manevi olsun, her şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bir zamandır.” Bu satırların yazıldığı 1847 yılından bu yana 176 yıl geride kalmışken, metalaşma, şeyleşme, yozlaşma, soysuzlaşma da artık insan havsalasını zorlayacak boyutlara ulaşmış bulunuyor… Siyaset de etik değerlere külliyen yabancılaştı…
AKP iktidarında sömürü, yağma ve talan artık hiçbir sınır tanımıyor… Bu kör gidiş vakitlice durdurulamazsa, geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayacak… Esasen Türkiye’de siyaset oldum-olası bütçenin, hazinenin ve müştereklerin (herkesin olanın) yağma ve talanıyla yol alıyor ama 21 yıllık AKP iktidarı bütün rekorları kırdı… Elbette önceki dönemde de doğa yağması yapılıyordu ama belirli sınırları pek geçmiyordu…
AKP döneminde doğa yağması, ekolojik yıkım neden derinleşti? Sorunun cevabı kapitalizmin içinde bulunduğu konjonktürle doğrudan ilgili… Artık neoliberal küreselleşme çağında kapitalizm yeteri kadar artı-değer, fazla değer, yeni değer yaratmakta zorlanıyor… Sermaye ‘yeteri kadar’ değerlenemiyor, ekolojik yıkımı azdırma pahasına çözümü doğa yağma ve talanında buluyor…
Türkiye’de siyaset münhasıran bir sömürü, yağma ve talan aracı… Profesyonel politikacılar için de bir zenginleşme aracı… Tevatür edildiği gibi, kamu yararı amacıyla yapılmıyor… Mülk sahibi sınıflar için de bir zenginleşme aracı… Etik kaygılara külliyen yabancılaşmış durumda…
Cunta anayasasının 81’inci and içme maddesi şöyle: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.” Aslında. 1924 ve 1961 anayasalarında da az-çok aynı yemin yer alıyordu…
Yeminde kayıtsız şartsız millet egemenliğinden, hukukun üstünlüğünden, demokrasiden, laiklikten, insan haklarından söz ediliyor…Gerçek yaşamda bunların reel bir karşılığı var mı? Hiç oldu mu? Bir kere ‘halk egemenliği’ sayısız kayda ve şarta bağlanmış durumda… Laiklik söyleminin içi boş…İnsan hakları yerlerde sürünüyor, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü de ayaklar altına alınmış durumda…
Aslında AKP iktidarıyla Meclis (parlamento) diye bir şey kalmadı… Milletin vekili denilenler ettikleri yeminin gereğini yapabilirler mi? Daha doğrusu çoğunluğun öyle bir niyeti ve kaygısı var mı? Uzağa gitmeye gerek yok…. Hatay milletvekili seçilen Can Atalay mazbatasını aldığı halde neden hala hapishanede? Kendi üyesine bile sahip çıkmayan bir parlamento ne demektir? Demokrasi adına sefil bir oyun oynanıyor… Ve o sefil oyunun da maalesef ‘sayın seyircileri’ az değil…
Seçimler, seyirciyi oyalama, aldatma aracı, ‘seçilmişlerin’ de bir kıymet-i harbiyesi yok! Seçilenler seçenleri temsil etmiyor… Arada bir temsiliyet ilişkisi yok! Daha önce yazdığım gibi, seçimler, parti başkanının atadığını halka onaylatmaktan ibaret…
Genel durum öyle olsa da AKP kendinden önceki dönemin siyasi partilerinden farklı… Asıl amacı ve varlık nedeni Türkiye’deki rejimi bir İslam Emirliği’ne, İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürmek ki, bu alanda hayli yol aldığı da bir gerçek… Siz ekonomik büyüme mavalına inanmayın… Ekonomik büyümeyle toplumsal refah arasında ekseri doğru yönde bir ilişki yoktur… Ekonomik büyümeye işsizlik, yoksulluk, sefalet artışı eşlik edebilir ve ediyor… Neyin, nasıl, ne pahasına büyüdüğü de önemsiz değildir…
Para her el değiştirdiğinde GSYH (milli gelir) denilen büyümüş sayılır… Türkiye o kadar zamandır büyüyor ve işler sarpa sarmaya devam ediyor… İşsizlik, yoksulluk, sefalet artıyor, doğal çevre tahribatı, ekolojik yıkım derinleşiyor, ülke giderek yaşanamaz bir yer haline geliyor… Burjuva iktisatçıları ve burjuva siyasetçileri de bu durumu bir başarı olarak sunuyor…
AKP’nin açlık, işsizlik, yoksulluk diye bir derdi yok… Onun biricik kaygısı ülke kaynaklarını yağmalamak, yağmalatmak…Doğrusu o işi de gayet iyi yapıyor… Zaten Politik (siyasal) İslam’ın, bir toplum projesi yoktur. Bir Fransız gazeteci Taliban Afganistanı’na gidiyor, gözlemler yapıyor, bir de bir Molla’yla (Emir-ül Müminin) görüşmek istiyor… Zar zor bir randevu almayı başarıyor… Emir-ul Mümünin’e “Ülkeniz tam bir yıkıntı manzarası arz ediyor, açlıkla, işsizlikle, yoksullukla, eğitimsizlikle… nasıl başa çıkmayı düşünüyorsunuz, planınız-programınız nedir? diyor… Molla: “Biz insanları öteki dünyaya hazırlıyoruz” diyor…
Aslında Türkiye’de bu sefil tırmanışı durduracak potansiyel dün vardı, bugün de var… Bütün mesele potansiyeli harekete geçirip-geçirememekle ilgili… Muhalefetin silkinip-kendine gelmesi, sefil demokrasi oyununu teşhir ederek işe koyulması gerekiyor… Artık çözümü tümüyle işlevsizleşmiş burjuva parlamentosundan bekleme aymazlığından kurtulma zamanı gelmiş olmalıdır…
O halde iki şey: Birincisi muhalefetin kapitalizmden çıkma perspektifine sahip olması gerekiyor, zira kapitalizm dahilinde bir gelecek yok ve ikincisi: Mevcut, bürokratik yozlaşmayla malûl örgütlerle ‘yeni bir şey yapmak, çöküş tablosundan çıkmak’ mümkün değil… Yeni bir perspektife, demokrasiyi içselleştirmiş örgütlere ihtiyaç var… Velhasıl paradigmayı değiştirmeden şeylerin seyrini değiştirmek mümkün olmayacak…
0 notes
ayhanozturk · 1 year
Text
Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu. AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette. İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur. Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu. Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı. Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez. Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur. Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor. Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık. Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok. Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek.
Zülfü Livaneli
0 notes
baybaykus · 1 year
Text
Zülfü Livaneli diyor ki;
Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu. AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette. İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur. Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiirn geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu. Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı. Bunun adına ‘’muhafazakarlık" denilebilir mi? Elbette denilemez. Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur. Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor. Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık. Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok. Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek.
Zülfü Livaneli
0 notes
golge-gezgin · 3 years
Photo
Tumblr media
https://golgegezgin.blogspot.com/2015/03/golge-gezgin.html
Spor, yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlak da bu işe yardım eder. Zeka ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zeka kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim. ( Mustafa Kemal Atatürk )
.
.
.
.
.
[ Çanakkale, Gelibolu, Kalealtı, 10.03.2019 ]
56 notes · View notes