Tumgik
#atatürk ve aile
baybaykus · 10 months
Text
ARTIK ACI GERÇEĞİ GÖRELİM Mİ?
Zahide Uçar
Seçimler bitti. Millet ittifakı kaybetti. Nedenleri çok konuşuldu. Hala konuşuluyor. Belli toplamalardan çıkarımlar yapılıyor. Bunlarla kafanızı yormayacağım. Zaten yeterince dinlediniz, dinliyorsunuz.
İlk düğme yanlış iliklendi, hem de muhalif (!) dediğiniz particikler sayesinde… Dolayısı ile artık doğru bir sonuç beklemeyin. 2017 yılında rejim değişikliği için referandum yapıldı. Cumhuriyeti el birliği ile yıkıp, monarşiyi getirdiler. Monarşilerde gerçek bir seçim olmaz.
-Atatürk, AKP’nin bir benzeri olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattırmıştır. Atatürk ile röportaj yapan Amerikalı bir gazeteci Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın neden kapatıldığını sorduğunda Atatürk şu kısa yanıtı verir:
‘Bu fırkayı kuran kişilerde Cumhuriyetçi bir kişilik yoktu ve Cumhuriyetin varlığını halk oylamasına götürebileceklerini zannettiler. Cumhuriyetin varlığı oylanamaz.’
T.C. Devletiyle sorunlu ailelerin çocukları parti başkanı, vekil, bürokrat, gazeteci, yazar, akademisyen kimliği ile bir araya gelip T.C. Devleti ve kurucu unsur olan Türklere savaş açtı. Milli bayramlarımız bile yasaklandı. Bir ülkenin milli bayramlarını ancak işgal güçleri yasaklar. Önce bu gerçeği idrak edeceğiz. Tabii, onurumuzla özgürce yaşayacağımız bir vatan derdimiz varsa…
2017 yılında T.C. Devletinin rejimini değiştirdiler. Hem de el birliği ile… Kılıçdaroğlu; “ Ben Dersimli Kemal” dediği gün aslında devletle sorunlu bir ailenin çocuğu olduğunu da açıklamış oldu. Sonra, “iktidar olunca Dersim arşivlerini açacağım” dedi. Ne gariptir ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan’da Türk Milletini; “ben de Dersim arşivlerini açarsam” diye tehdit etmiştir. Bu tehdidin arkasından Avrupa Parlamentosu’nda Dersim soykırım dosyası açılmıştır. Bir iftira daha…
Düşman mı arıyorsunuz? Buyurun size düşmanlık!.. Türkiye Cumhuriyeti Devletini yargılatmak için Avrupa Parlamentosu’nda bir dosya açılmasını sağladılar…
T.C. Devleti hem içeriden, hem dışarıdan kuşatılıyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının 100 yıl önce bozduğu oyun yeniden sahneye kondu: “Anadolu’da Türk varlığına son verme projesi bütün uyanışları sönümleyecek bir algı operasyonuyla” Türkleri sarıp kuşatıyor.
Tuzağı görmeyelim diye de yandaş kanallarda Türklerin kahramanlık dizileri oynatılıyor. Türkler devleti koruyan aksakallılar diye (hiç olmayan) bir yapıya inandırılıyor. İnansınlar ki, devleti koruyan arka yüz bir derin devlet var deyip rehavete kapılsınlar. Türkiye’de derin devlet yoktur. Türkiye’de ABD’nin kullandığı çakal sürüsü devletin derin gücü diye pazarlanıyor. O güç 1980 öncesi aynı silahla sağcı-solcu gençliği birbirine kırdırdı. Vatan diyen gençliği kırdırıp, seccademi serdiğim yer vatanımdır diyen vatansızlara bir yol değil, bir otoban verdi.
Günümüze gelirsek;
Türk Ordusu ne durumda, gücü nedir bilmiyoruz. İnsan insana istihbaratı çok iyi olan Jandarma ABD’nin de isteği ile Ordudan kopartılıp kır polisi yapıldı. Jandarma, Ordunun kulağıdır, bacaklarıdır. Ordunun insan insana istihbaratına darbe vuruldu. Bacakları kesildi, İçişleri Bakanlığına takma ayak yapıldı. Okulları kapatıldı. Hastaneleri kapatıldı. Artık dünyada hastanesi olmayan tek ordu bizim ordumuzdur. Kendi ordusunun hastanesini kapatan güdümlü akıl, deprem bölgesine AB-D ordusunun askeri sahra hastanelerini davet etti. Kimse güvenlik sorunu da doğuracak bu rezil durumdan utanmadı.
Üniversiteden asker yetişmez! Subay adayları liseden itibaren askerlik eğitimi alırken aynı zamanda birbirlerini tanıyor, kocaman bir aile oluyorlardı. Bu aileyi parçaladılar.
Afganistan’dan sayısını bile bilmediğimiz Amerikan askerleri hazır kıta olarak ülkemize sokuldu. ABD Suriye’de PYD/PKK devletini ilan edecek. Türk Devleti karşı çıkarsa bu lejyoner ABD askerleri harekete geçirilecek. Türkiye Şeyh Sait isyanında olduğu gibi iç karışıklıkla uğraşırken PYD/PKK devleti ilan edilerek, oldubittiye getirilecek. ABD Dedeağaç’a yığınak yaptı. Hem de silahlandırılması yasak olan bir yere, sınırımıza. AKP’nin sesi çıkmadığı gibi, muhalefetin de sesi çıkmadı. Amerikan savaş gemisi Bizans Bayrağı takarak Ege Denizinden geçti. Hamdolsun, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden kimse görmedi (!).. İşgal edilen Ege Adalarımıza sadece Yunan Ordusu değil, ABD askerleri de yerleşti. Bizim kurmalı hükümet görmedi. Kurmalı muhalefet görmedi. Ne yazık ki Ordu mensupları da görmedi. Karadeniz’den gaz çıkarttık diyen AKP, Ege’de Türk Kıta sahanlığı içinde bulunan bölgeden Amerikan ortaklı Yunan Şirketinin petrol çıkarmasına, yani petrolümüzü çalmalarına göz yumdu. Emekli Albay Ümit Yalım sayesinde bu işgal ve peşkeşi öğreniyoruz.
On milyondan fazla geçici sığınmacı Suriyeli ülkemizin her tarafına dağıtıldı. Suriyeli geçici sığınmacılara akıl almaz imkanlar sağlanıyor. İşledikleri suçların kayda alınmadığı iddiası var. Birlikte karakola düşerseniz, her durumda Suriyeli kayrılıyor. Belli ki emniyetin kulağı bükülmüş. İş yeri açtıklarında vergi alınmıyor. Vergi veren Türk vatandaşı esnaf bu haksız rekabet karşısında ayakta kalamıyor. Yavuz sonrası devşirme devletine dönüşen Osmanlı’nın Türklere yaptığı zulmün bir benzerini devşirmelerin varisi olan Yeni Osmanlıcılar yapıyor. Zaten Atatürk düşmanlığının asıl nedeni Türk Düşmanlığıdır. Çünkü son Türk Kağanı olan Atatürk bir Türk Devleti kurmuştur.
T.C. Devletinin bütün varlıkları yağmalandı. Küresel şirketlere peşkeş çekildi. Türk Milleti Osmanlı’da olduğu gibi fakirleştirildi. Cumhuriyet ayağı çıplak çocukları alıp okuttu. Doktor, avukat, öğretmen, müzisyen, ressam, bilim adamı yaptı. Artık fakirleşen Türklerin çocuklarını okutabilmesi mümkün değildir. Türk Çocukları küresel ve yandaş şirketlere boğaz tokluğuna marabalık yapacak duruma düşürüldü.
Köyler çeşitli hileli yasalarla boşaltılıyor. İnsanlar köylerinde kendi arazisine ev yapamıyor. Ev yapabilmesi için arazinin yanından kayıtlı yol geçmesi gerekiyor.. Boncuk misali evler yola dizilecek!? Komedi gibi. Kaç arazinin yola kıyısı olabilir ki? Köyler boşalmalı ki, vatan kavramı da toprakla birlikte yok olsun. Ortada küresel sisteme uyumlu, vatansız şebekler kalsın.
Bir makaleye sığdıramayacağım kadar ihanet el ele işleniyor. Türklerin ölçüsü alındı, tabut hazırlanıyor. İç Anadolu Türkleri (Haham Başının ben kurdum dediği) tarikatlarda vatansızlaşıyor, mankurtlaşıyor. Ve benim güzel (!) insanım;
YCHP’nin seçimi nasıl kaybettiğini tartışıyor.
2. Cumhuriyetçilerin ele geçirdiği YCHP, referanduma katılarak meşrulaştırdığı, TEK ADAM rejimine yol verdiği gün bütün seçimleri kaybetmiştir. Millet İttifakı aldığı oyların %50’sini de KERHEN verilen oylardan aldı. Kurulan tahterevalli oyununda iki ittifaktan birine oy vermeye zorlanan, hatta mecbur bırakılan seçmen, AKP’den kurtulmak için oyunu kerhen Millet İttifakına verdi. Konuştuğum birçok eğitimli insan şunu söyledi;
“Önce bu yağmacı, karanlık yapıyı gönderelim. Millet İttifakı kazanınca yargı bağımsız olursa, bunlarla mücadele etmek çok daha kolay olur.”
Yani Millet İttifakına oy verenlerin önemli bir kesimi Millet İttifakına bağımsız yargı için oy verirken, Millet İttifakı gayri milli uygulamaya giderse mücadele etmek, karşısında durmak için oy verdi.
Bu günkü meclis aritmetiğine bakarsak, YCHP ve İYİP’in de katkıları Cumhuriyet, Atatürk ve Türk düşmanı gericilerin sayı üstünlüğünü ele geçirdiğini görürüz. Bu durum da göz ardı edilmesin! TBMM Meclis-i Mebusan’a dönüşmüştür. Meclis-i Mebusan’ın vekillerini artık okuyanlar araştırsın.
***
Sevgili Türkler, uzaktan kumandalı, içerideki öncü işgal güçlerinin yataklık ettiği, iç savaşa ve dolayısı ile NATO’nun müdahalesine imkan verecek bir bombanın üzerine oturtulduk. Partiler bizleri oyalıyor. Gerçekleri görmemizi engelliyor. Seçmenini kontrol altında tutuyor.
Ermenistan sınırından başlayarak sınırlarımızdaki mayınlar temizlendi. Ülkemiz her türlü girişe açık hale getirildi. 21. Yüzyılın savaş yöntemi, hedef ülkelere taşımalı teröristleri sokarak iç savaş çıkartmaktır. Libya, Suriye gibi ülkeleri bu yöntemle karıştırıp parçaladıklarını unutmayalım.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk T.C. Devletini dönme-devşirme meclisi olan Meclis-i Mebusan ile kurtarıp kurmadı. Türk Milleti ile birlikte kurdu. Bütün vatanseverler bir araya gelmezsek, ülkemize sokulan katiller, hilafet isteyen yerli misyonerler, İŞİD kalıntıları ayaklanıp (ki, hepsi silahlandı), bir kıyıma başlayabilir. HÜDAPAR yeşillik olsun diye meclise sokulmadı.
İzmir ve Eskişehir gibi Cumhuriyet rejimini benimsemiş insanların çoğunluk olduğu illerde ilk ve orta eğitim okullarına imamların, Kur’an Kursu hocalarının görevlendirilmesi Rehber İmamlık rejiminin ön denemesidir. Pedagoji eğitimi almayan, dünyayı tek renkle okuyan bu insanların görevlendirilmesi İzmir ve Eskişehirli veliler tarafından reddedilmelidir.
Türk Milleti partiler üstü bir birliktelik sağlayıp, vatanına, devletine, şerefine, namusuna sahip çıkmalıdır. Bu birliktelik bölen görevi yapan, cambaza bak oyunuyla halkı kontrol eden partilerin güdümünden çıkmadan BA-ŞA-RI-LA-MAZ!
Azim ve Karar, 13.06. 2023
13 notes · View notes
emrecik · 9 days
Note
Çoğu erkeğin tek derdi cinselliktir
Bu oldukça genelleyici bir ifade ve her erkeğin tek derdinin cinsellik olduğunu söylemek doğru olmaz. İnsanların ilgi alanları, öncelikleri ve motivasyonları oldukça çeşitlidir ve kişisel, kültürel, sosyal ve psikolojik faktörlere göre değişir. Bazı erkekler için cinsellik önemli olabilirken, diğerleri için Atatürk, Trabzonspor, Aile,kişisel gelişim ve diğer konular daha ön planda olabilir. Her bireyi kendi bağlamında ve kişisel özellikleriyle değerlendirmek daha sağlıklı bir yaklaşımdır.
3 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 2 years
Text
Can Yücel / Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir
Tumblr media
"Bir kez gözaltındayken 'Hayatını anlat' dediler, bir başladım, nasıl susturacaklarını bilemediler, sonunda ...tir ol git deyip kovdular." Yaşamını 'en güzel şiiri' olarak niteleyen Can Yücel, yaşadıklarını, düşündüklerini yine kendi üslûbuyla anlatıyor.
İlkokul üçteyim. Küçücük çocuk. Boğaziçi okulunda okurdum. Evden yolladılar. Leyli yollandım. Hem aynı şehirde oturacaksın hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Evde, ikiz kardeşimle kavga ediyorum diye yollandım. Benimsemedim. Her şeyi benimsemediğim gibi... Futbol vardı, futbol oynuyordum... İyi bir futbolcu olacaktım. Nasıl gol atacağım hâlâ rüyama girer... Zaten şiirde de hep nasıl gol atacağımın peşindeyim ya! Ankara'da Taşmektep. Ahır gibi. Bombok bir yer. Futbol da yok. Üstelik vekil oğlusun. Bombok bir durum. Hiç sevmedim... Ortaokul bitti. Atatürk Lisesi. Aynı numara, orayı da sevmedim. Klasik şube harikaydı. Harika kadro, Nurullah Ataç, Cevdet Kudret ders veriyor. Nâzım okuyoruz. Dünya edebiyatını tanıyoruz. Latince öğreniyoruz. Sekiz öğrenciyiz. Gazi Yaşargil de orada. Gazi çok çalışkan, bize karışmaz. Orada komün kurduk. Harçlıklarımızı komüne verip para biriktiriyoruz. Dışarı gitmek için. Sonra tüm topladığımızı Gaziciğimize verdik, onu dışarı yolladık.
Hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir
Ben babama hep posta koyuyorum. Tek parti numarası vardı ya. Utanıyorum senden derdim. O da niye utanıyorsun diye çıldırıyordu. Arabasına binmezdim. Öyle bir gerginlik işte. Sonunda beni Cambridge'e postaladılar. Bu da çılgınlık. Ben Dil Tarih Fakültesi'nde Almanca öğrenmiştim, Alman edebiyatını biliyorum. İngilizce bilmiyorum. Niye yolluyorsunuz beni Cambridge'e! Çılgınlık işte! Züppelik işte! Cambridge'de Allah muhafaza kuş gibiyim. Ben de hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir. Bütün Katolik papaz çocukları benim Latincenin on mislini biliyor. Ben de kafayı modern tarihe taktım. Bertrand Russel derse gelir... Ama hem kuş gibiliğe hem ukala İngiliz numaralarına yokum... Ayrıldım Linkfield'e gittim. Bülent, Rahşan orada. Ali Neyzi, Yavuz Bayraktar orada. Havuzlu, tenis kortlu, lüks evlerde oturuyorlar, ama yemek yiyecek paramız yok. Babam geldi ziyarete. Mezarlıktan ebegümeci toplayıp ikram ediyoruz.. Londra'da resim tarihi öğrenmek için 'Court of Institute of Art'a gidiyorum. Orada bizim ressamları buldum. Avni, Bedri Rahmi'ler, Selim, Şadi Çalık, İlhan Koman. Orada hem eğlendik hem öğrendik... Arada şişeye giriyoruz...
Şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın
İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasındaydım. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm. Arkasından şiir yazdım. Ben mümkün olduğu kadar aile içinde yaşadım. Bütün serseriliğime rağmen aile köklerimi kaybetmedim. Aile değil sade, arkadaşlarım için de böyledir. Öldükleri zaman şiir yazarım. Şiire, babamın yardımı çok oldu. Hep şiir çevresindeydim. Babam okur, babaannem okur... Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana... İngiltere dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım. Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi seçtim. Cahit'le, Orhan'la... Bu arada insan şiiri kaybedebilir de. Ama temelde şiir güdüsü yatıyordu. Dili iyi biliyorsan, şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın. Elbette hümanizma beni etkilemiştir. Böyle yetiştim ben. Baba Mevlevihane'de doğmuş, yetişmişti. Babam her ne kadar Batıcı, Atatürkçü, Batılılaşma hareketinin bir yiğini olarak yaşamışsa da Şark edebiyatı, mistisizm, Divan edebiyatı ve bizim temel gökkubbemiz musikisini de birleştirmişti. Ama ben o kadar şanslı değilim.
Aşk, kendine mahsus bir boğa güreşidir
Hayatımda, karım hariç, iki şey sevdim: Şiir ve politika. Şiir nedir, diye sorarlar. "Şiir göklerde uçan nazenin bir balon' değil; o balon çoktan patladı. Benim için şiir akıl ve heyecan meselesidir. İnsan beyninin yalnız yüzde onu bilinir, gerisi meçhul kıta. Şiir, beynin işlemeyen yüzde doksanını harekete geçirmektir. Şiir bir terlemedir. Güneş güneş sözlerle... ve böyle böyle eriyip gider. Dünya gibi tıpkı; döndükçe terleye terleye... Benim gördüğüm, aşk, sevmekten başlayan azgınlıktır. O kadar çok sevmek ve azmak lâzımdır ki aşk için, hiçbir boğa seni tutamasın, hiçbir toreador sana kırmızı şal göstermesin... Evet, aşk kendine mahsus bir boğa güreşidir. Picasso dahi bunu çok iyi bilir.
Diyalektik, şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor
Oktay Rifat'ın söylediği gibi: Kelimeler, günlük konuşma ve iletişimde yıpranırlar. Oysa kelimeler bütünselliğin parçalarıdır. Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir. Bu arada kurulan güzellikler, bütünlükler büyük bir 'happening' olur. Şiir, yaşamı çekip çeviren bir ilke. Diyalektik, şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor. Bu sevgi ve öfkenin diyalektiği eytişimdir. Bu nedenle sevgi ve öfkenin bir bileşimi olarak ortaya çıkar sanat. Olanı kabul yerine olanı değiştirme yolunda bir çabadır, bundan dolayı verimlidir ve önemlidir. Bundan dolayı insan beyninin ince noktalarına kadar giren, süreklilik kazanan bir eylemdir. Şiir, gürültüden müziğe geçmektir. Şiir, evrenin içinde büyük seslerin molekül ve atomlardan başlayan bütünlüğü, bu bütünlüğün müziğidir. Şairin görevi bu musikiyi kurmaktır. Kozmosdan aşağı şiir yazılmaz. Üst tarafı minördür... Harika o ki, insanlar kendi adlarına değil, kâinat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bütündür. Şiir bu bütünden çıkan büyük çılgınlıktır. Çok ağır geçen hayatımızın içinde ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır. Bence kahkaha çiçekleri yaratmak Baudelaire'in 'Şer Çiçekleri'nden daha iyidir. Hiç olmazsa, kahkaha çiçeklerinden LSD yapılır.
Ben ihtiyarım, ilhamım genç
Hayatımda şiirden başka, çeviriyle uğraştım, onun dışında bir iki kısa memuriyetin dışında hiçbir iş tutmadım. Eskiden babaanneme anlatırdım: Bak şimdi, şu yazıdan elli lira kazanacağım, ötekinden şu kadar... diye. Kadıncağız kahkahalarla gülerdi. Hiçbiri doğru çıkmazdı. Para kazanmak için birtakım işler yaptım, tercümeler, fıkra yazarlığı. Ama aldığın para para değil, ekmek parası bile değil. Peki nasıl geçiniyorum? Ankara ve Dragos'daki baba evlerini sattık, Kuzguncuk'ta ev aldım. Artık babam sayesinde parasızlıktan şikâyetim yok. Şiir benim için meslektir. Düne ve geleceğe bakışımla birlikte yürüyen özgür bir meslektir. Son zamanlarda kitaplarımdan gelen parayla yaşamımı sürdürüyorum. Bu benim için çok önemli bir şey. Şiir yazmada intizamım var. Hep şiir düşünüyorum... Ben ki, büyük planlarda, İşçi Partisi döneminde on yıl şiir yazmadım... Şimdi ciddi olarak çalışma olanağım var. Rahatım yerinde. W. B. Yeats'in dediği gibi: Ben gençken ilhamım ihtiyardı. Şimdi ben ihtiyarım, ilhamım genç...
Bazı şeyler ancak çocukça anlatılabilir
Ben hep iki tür düş görüyorum. Ya futbol düşleri ya da erotik düşler. Erotik düşler, eski hikâyelerle. Kadınları çok seviyorum. Kadın erkek çelişkisi çok önemli. Çok yakın bu iki cinsin, bu çelişkiyi, gerilim içinde yaşaması bir mucize. Erotizm, bu gerginliği yaşama. Hayatın temelindeki erotizm bu. En güzel yanı insanları ayakta tutması. Yabancı bir televizyon görüncesinde bitkilerin nasıl çiftleştiğini seyrederken ağlıyorum... Derken, aklıma geliyor Güler'le ilk seviştiğimiz. Orada da ağladığını gülerek hatırlıyorum. Ben yedi yaşında, yetmiş yaşında gibi hissettim kendimi. Yetmiş yaşında da kendimi yedi yaşında gibi hissediyorum. Bundan dolayı iş karışık... Belli bir yaştan sonra insanda çocuklaşma demeyeyim de, dünyaya çocuk açısından, çocuk gibi bakma ihtiyacı doğuyor. Zaten bazı şeyler de ancak çocukça anlatılabilir geliyor bana.
Amerikalı general yüzünden mahkûm olduk
Şiirden değil, çeviriden yattım. Che Guevara'nın 'İnsan ve Sosyalizm'i ile Che, Mao ve bir Amerikalı generalin yazdığı 'Gerilla Harbi' kitaplarını çevirmiştim. Amerikalı general kontrgerillayı anlatıyor. Dava dört yıl sürdü. Amerikalı general yüzünden mahkûm olduk. Şairlerin hepsi hapisane kuşudur. Kendi kendilerine acımaktadırlar ki, insanın en büyük kabahati kendine acımasıdır. Ondan dolayı çok güç çıkıyor şiir, daha doğrusu şair çıkmıyor da şiir çıkıyor ara sıra. Cumhuriyet şiiri, bütün tek parti devrindeki gayretlere rağmen -Hececiler, şunlar bunlar- resmi şiir tutmadı. Şiir resmi kanalın dışında, siyasi olarak da onun dışında duranların inhisarında gelişti. Bu nedenle de menfi bir şey olarak bakılmıştır şiire Türkiye'de. Şimdi otel yaptılar ya, Sultanahmet Cezaevi'nden geçmemiş şair yoktur o devirde.
1980'den sonra şiir ve şair kendine acır hale geldi
Menfiden kasıt öfkeyse sevgiyle beraber olmalı bu. Nâzım'da da böyledir. Ama baskıdan ciddi zarar görmüştür şiir. Gençlere seslenme bakımından ayağı bağlanmıştır, kösteklenmiştir. Kitleye intikali güçleşmiştir. Ondan dolayı da kendi içine kapanmıştır. Hele 1980'den sonra şiir ve şair kendine acır hale geldi. Bir insan için kendine acımaktan daha kötü bir şey yoktur. Benim şiirimde de, siyasetimde de hâkim iki unsur var. Bu iki unsurun çelişkisi ve sentezi, bana yaşama gücü veriyor. Olupbitene ve olupbitenin sorumlularına karşı öfke; olması gerekene, olabileceğe ve onu getirecek olan büyük emekçi ve aydın kitlelerine sevgi... Öfke ile sevgi arasında çırpınan bir çelişkinin içinde yaşıyorum ben. Şiirlerimle de, siyasamla da, bana enerji, akıl ve yaşama sevinci veren şey, öfkeyle sevincin çelişkisi.
Kala kala küfretme özgürlüğü kalacak
Küfrü ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey de halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre, elbette bu küfür işi de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır. Türkiye'de de kala kala küfretme özgürlüğü kalacak. O özgürlüğü de elden bırakmak istemiyorum. Hırgür sevmeyen bir insanımdır. Ama hırgürsüz yaşanmıyor bu ülkede. İkincisi mahcubumdur, fakat artık yırtık olmadan yaşanmıyor. Mümkün olduğu kadar asude, kendini dinleyeek yaşamayı seviyorum, fakat çok patırtılı bir ülke. Bundan dolayı insanın mizaç doğrultuları, bu yaşam içinde kendi sonuçlarına varamıyor.
Aslında bir kül tabağıdır dünya
Hiçbir zaman umudumu kaybetmedim. İnsanlıktan umut kesmem. İnsan, zaman zaman iyimserlik ya da karamsarlık duyabilir. Fakat, insanla ilgili aşağı yukarı bütün gerçekler içinde bir tansık, bir mucize vardır. Bu mucize, umudu getiriyor. Ama umut durduğu yerde olmaz. Kazanarak, çalışarak, savaşarak edinilir. Umudun olmadığı yerde insan 'Herkes koyun gibi kendi bacağından asılır' diyerek, enayi gibi kendini, yaşamayı askıya alır, geberip gider. Aslında bir kül tabağıdır dünya. İçine bir güneş bastırılmış. Amma da izmarit ha!.. Ölmekten değil, ölümün acısı olmasından, işkenceden korkuyorum. Ölüm içimizdedir hep, her doğan çocuğun içinde. Ölüm bütünselliktir. Bu bütünselliği bozacak, beni parçalayacak acıdan korkuyorum. İnsanı ezici, bütünselliği bozucu her şeyden nefret ediyorum. (Cumhuriyet gazetesi / 15 Ağustos 1999)
4 notes · View notes
tferyal · 1 year
Photo
Tumblr media
Atatürk’ün aile ve manevi hayatıyla ilgili araştırmalarda bulunan Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Ali Güler, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Manevi Dünyası” başlıklı bir çalışmaya imza atmış.Bazı başlıklar:
Yasin okurum
Yrd. Doç. Güler’in çalışmasında Atatürk’ün dikkatini en fazla çeken surelerin başında, Yasin Suresi geldiği, 22 Mayıs 1926’da Bursa Türk Ocağı’nı ziyaret eden Atatürk’ün ağzından şöyle aktarılıyor: "Kur’an’da çok büyük hikmetler ve düsturlar vardır. Hele Yasin Suresi ne şahane yazılmıştır. Ben Kur’an okumak istediğimde çok defa Yasin Suresi’ni okurum."
Kızına ezan okuttu
Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda manevi kızlarında Nebile’ye Sabah ezanı okutması Mithat Cemal Kuntay’ın anılarından şöyle aktarılıyor: Güneş doğarken çok müstesna bir Hadise oldu. Gazi’nin manevi kızlarından Nebile Hanım, Gazi’nin işaretiyle sandalyenin üstüne çıktı. Sabah ezanı okumaya başladı.
Bir aralık baktım Nebile Hanım’ın ses damlalarına yaş damlaları karışıyordu. Gazi ağlıyordu! O’nun İslâm geleneğinin aksine, bir kadına ezan okutması, bu konuda cinsiyet ayırımı yapmaması, Atatürk’ün alışılmışın dışında bir din yorumuna sahip olduğunun tipik işaretlerinden biriydi...
Şarkı değil ki seçesin
Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yaşanan ve Mahmut Baler’in ilginç anılardan biri ise şöyle: “Atatürk, güzel sesle okunan Kur’an dinlemeyi çok severdi. Hafız’dan Uşak makamında Kur’an okumasını istedi. Hafız Yaşar: ‘Hangi sureyi emredersiniz?’ diye sordu. ‘Ne istersen onu oku’ dedi. 
Hafız okumaya başladı. Atatürk, ‘Dur, Hicaz makamına geç’ dedi. Hafız birden bire hicaz makamına geçemedi. ‘Hıı...hıı’ diye makamı biraz aradıktan sonra buldu ve okumaya devam etti.
Sonra Atatürk bana: ‘Kur’an okur musun? diye sordu. Okurum dedim. ‘Buyurun, okuyun.’ Hafızamda olan bir sureyi okumaya başladım. Biraz sonra bana da: ‘Hicaz makamına geçin’ dedi. Musikiye olan alâkama dayanarak hiç duraklamadan hicaz makamına geçtim. 
Atatürk Hafıza dönerek: ‘Bak buraya! İşte zeka ile aptallığın mukayesesi! Sana Kur’an oku dedim. Hangi sureyi istersiniz, diye sordun. Bu şarkı değil ki, beğendiğimizi okuyalım; Allah’ın kelamı...dedi.”
Ramazan’da saz yasağı
Dikkat çeken konulardan biri de Hafız Yaşar Okur’un Atatürk’ün Ramazan aylarındaki davranışlarıyla ilgili anıları: “..Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez, ince saz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil Geceleri saz çaldırmazdı. Sadece beni huzuruna çağırır, Kur’an-ı Kerim’den bazı Sureler okuturdu.
Cebinde mercekli Kuran taşırdı
Yrd. Doç Güler, Atatürk’ün cebinde taşıdığı mercekli Kur’an-ı Kerim’in detayları hakkında şu bilgileri veriyor: Atatürk’ün üzerinde, göğsünün üzerindeki cebinde küçük bir Kur’anı Kerim taşıdığını biliyoruz.Daha sonra Manevi Kızı Rukiye Erkin’e hediye ettiği bu Kur’anı Kerim; 1980 yılında Rukiye Erkin tarafından Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne bağışlanmıştır.
Ön tarafında bir mercek bulunan gümüş mahfaza içindeki Küçük Kur’anı Kerim, 3.5 cm. uzunluğunda, 2.8 cm. genişliğinde, 1 cm. yüksekliğindedir. Kur’an’ın kapağı yaldız süslüdür.Gümüşten yapılmış mahfazası üzerinde bezemeler vardır. Gümüş kutunun içindeyken bile hangi sayfası açıksa gümüş kapaktaki mercek yardımıyla rahatlıkla okunabilmektedir.
2 notes · View notes
aykutiltertr · 13 days
Video
youtube
TEST 1 1.Hafta 1 ESKİ TÜRK MEDENİYETLERİNDE GRAFİK TASARIM  Sorularla Öğrenelim Türk Grafik Tasarım Tarihi 1. ESKİ TÜRK MEDENİYETLERİNDE GRAFİK TASARIM Soru 1: Dil, inanç, örf-adet ve gelenekler, zanaat ve güzel sanatlarla ilgili faaliyetler içeren kavram aşağıdakilerden hangisidir? (Çoktan Seçmeli) ✔ Kültür Sanat Kimlik Bilim Tarih Cevap : Kültür Soru 2: Türk kültürünü belgeleyen ve Türklere ait ilk örnekler olarak kabul edilen eserler nerede bulunmuştur ? (Çoktan Seçmeli) Şanlıurfa, Göbeklitepe ✔ Altay Dağları, Pazırık bölgesi Çorum, Çatalhöyük Çanakkale, Truva Antik Kenti Adıyaman, Nemrut Cevap : Altay Dağları, Pazırık bölgesi Soru 3: Gelenekler, öğretiler, anlatılar, eserler, resimler, biçimler, desenler gibi birçok bileşeni içeren ve aynı zamanda tasarımın bir parçası olan unsur nedir? (Çoktan Seçmeli) İnfografik İdeogram Amblem ✔ Sembol Pikdogram Cevap : Sembol Soru 4: Atatürk tarafından ulusal sembol ilan edilen, tarih boyunca birçok Türk devleti tarafından kullanılan sembol aşağıdakilerden hangisidir? (Çoktan Seçmeli) Geyik At Kartal Hayat Ağacı ✔ Kurt Cevap : Kurt Soru 5: Anadolu da ve dünyanın birçok bölgesinde karşılaşılan bir figür olmakla birlikte, özellikle Selçuklu Döneminde üretilen birçok eser üzerinde yer alan sembol hangisidir? (Çoktan Seçmeli) Kartal Bozkurt ✔ Çift Başlı Kartal Ejder Koçbaşı Cevap : Çift Başlı Kartal Soru 6: Günümüzdeki “marka” kavramı, eski Türk kültüründeki hangi geleneksel uygulamanın karşılığıdır. (Çoktan Seçmeli) Sembol ✔ Tamga Tasarım Simge Motif Cevap : Tamga Soru 7: Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada kullanıldığı görülen tamga aşağıdakilerden hangisidir? (Çoktan Seçmeli) ✔ Kün-Ay Yıldız Güneş Koçbaşı Dragon Cevap : Kün-Ay Soru 8: 1989 yılında Grafik Tasarım Sanatçısı Mengü Ertel tarafından hazırlanan bakanlık logosu için kullanılan, hayatı ve var oluşu betimleyen, bolluk, bereket, ölümsüzlük, sağlık vb. anlamları taşıyan motif hangisidir. (Çoktan Seçmeli) Ay yıldız Eli Belinde ✔ Hayat Ağacı Koçbaşı Selçuklu Yıldızı Cevap : Hayat Ağacı Soru 9: Eski Türk topluluklarının hayvancılıkla uğraşması, özellikle küçükbaş hayvancılığın yaygın olması sonucunda ortaya çıkan sembol nedir? (Çoktan Seçmeli) At Ok-Yay Muska Geyik ✔ Koçbaşı Cevap : Koçbaşı Soru 10: Her aile için ayrı bir simgesi olan, boyları, aileyi ifade eden aidiyet kavramına vurgu yapan işaretler nelerdir? (Çoktan Seçmeli) Sembol Marka İmge ✔ Tamga Logo Cevap : Tamga Eski Türk Kültüründe Tasarım Tarih boyunca insan, öncelikle hayatta kalabilmek için icatlarda bulunmuş, sonra bunları iletişim ihtiyacını karşılamak amacıyla değerlendirmiş ve en nihayetinde estetik özellikler katarak yaşamını renklendirmiştir. Bu gayretler bir yandan yaşama değerler katarken, diğer yandan toplum bilincini oluşturmuş, aynı zamanda nesilden nesile aktarılarak kültürel miras kavramını ortaya çıkarmıştır. İnsanlar topluluklar halinde yaşamaya başlayarak üretim ve paylaşımlarını arttırmış, bunların sonucunda ortak değerler geliştirerek bir yaşam kültürü oluşturmuştur. Birlikte yaşamanın gereği olarak ortak değerler geliştirilir, geçmişten gelen, yeni olanaklarla harmanlanarak güncellenir, kullanılır, yaşanır ve sonraya aktarılır. Aktarılan her şey ihtiyaca, sosyalleşmeye ve toplum olma bilincine yöneliktir. Bu anlamda ortaya çıkan tüm değerler kültürü oluşturur. Kültür kavramı çok geniş bir içeriğe sahip olmakla birlikte, ait olduğu toplumda yaşanan olaylar, dil, inanç, örf-adet ve gelenekler, zanaat ve güzel sanatlarla ilgili faaliyetler gibi konular kültürün içeriğinde yer alır. Sosyal bilimcilerce çok sayıda tarifi yapılan kültür, en yalın ifadeyle; bir grup insanın ortak hayat tarzı olarak tanımlanabilir (Tümertekin ve Özgüç, 1997). Türk Dil Kurumunca “bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü” olarak özetlenerek; “tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” biçiminde tanımlanmıştır (TDK, 2021). Turan’a göre “kültür, bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil, duygu, düşünce, inanç, sanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür” (Turan, 1990). Bozkurt Güvenç, kültürü dört temel kavramda tasnif etmiştir. Sorularla Öğrenelim,Türk Grafik Tasarım Tarihi,ESKİ TÜRK MEDENİYETLERİNDE GRAFİK TASARIM,örf-adet ve gelenekler,zanaat ve güzel sanatlarla ilgili faaliyetler içeren kavram,Kültür,eserler nerede bulunmuştur,Altay Dağları,Pazırık bölgesi,tasarımın bir parçası olan unsur nedir,Sembol,Atatürk tarafından ulusal sembol ilan edilen,Kurt,Selçuklu Döneminde,Çift Başlı Kartal,Günümüzdeki “marka” kavramı,Tamga,tamga,Kün-Ay,Mengü Ertel,Hayat Ağacı,Koçbaşı,bakanlık logosu (TEMEL TASARI...
0 notes
karaca2508-blog · 3 months
Text
Zonguldak'ta maden ocağında elektrik çarpması sonucu 25 yaşındaki işçi yaşamını yitirdi.
Tumblr media
Zonguldak'ta özel maden ocağında elektrik çarpması sonucu yaşamını yitiren işçi, toprağa verildi. Dilaver Mahallesi Karamanya Sokak'ta özel maden ocağında çalışan Soner Korkut (25), elektrik akımına kapıldı. Yaralanan madenci, mesai arkadaşları tarafından ocaktan çıkarıldı. Êlektrik çarpması sonucu 25 yaşındaki işçi yaşamını yitirdi İhbar üzerine olay yerine sağlık ve polis ekipleri sevk edildi. Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Korkut, müdahaleye rağmen kurtarılamadı. Bu arada Cumhuriyet Savcısı Halil İbrahim Adam ve Türkiye Taşkömürü Kurumu sözleşmeli sahalar başmühendisliği ekibi ile savcılık tarafından oluşturulan elektrik, maden mühendisi ve iş güvenliği uzmanının bulunduğu ekip, olay yerinde incelemelerde bulundu. Savcı Adam, işçi tulumu ve çizme giyip baret takarak teknik ekiple maden ocağına indi. Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi morgundan yakınları tarafından alınan işçinin cenazesi, Çaycuma ilçesine bağlı Dağüstü köyündeki baba evine getirildi. Korkut için burada helallik alındı, Kur'an-ı Kerim okundu ve dua edildi. Cenaze, Hatipler Camisi'nde kılınan namazın ardından köy mezarlığında toprağa verildi. Törene Korkut'un aile ve yakınlarının yanı sıra Çaycuma Kaymakamı Mehmet Göze, Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Mehmet Türkmen Köse ve Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Genel Teşkilatlandırma ve Eğitim Sekreteri Tayfun Demir ile madenciler ve vatandaşlar katıldı. Zonguldak'ta yaşanan iş kazaları ve meslek hastalıkları Zonguldak ve çevresinde resmi kayıtlara göre 2013’den bu yana 52.118 iş kazası meydana gelmiş, 152 iş cinayeti yaşanmış, 514 kişiye meslek hastalığı tanısı konmuştur. 2022 yılında iş kazası geçiren kişi sayısı 7.795 olmuş, kayıp gün sayısı ise 105.286 olarak kayıtlara girmiştir. Bununla birlikte 2022 yılında 14 kişi iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirmiştir. Yine 2022 yılında 38 kişiye meslek hastalığı tanısı konmuştur. Zonguldak iş güvenliği analizi Read the full article
0 notes
gundemarsivi · 3 months
Text
Tumblr media
“Ego”nun Sosyal Medya İzdüşümü (1)
✍🏻 Ali Kurt, 18 Ocak 2019
https://www.gundemarsivi.com/egonun-sosyal-medya-izdusumu-1/
“Yazdığımı sakın kopyalamayın! Paylaşın, RT yapın, Kalp yapın, Tık yapın… Lütfen yapın! Hemen yapın! Herkes bunu duysun… Canlarım benim, beni göklere çıkarın! Kimsenin bilmediği cümlelerle yazdım ben! Ben ender bulunan biriyim!”
Ego’nun yüz yıl önceki tarifini ben de yaparım, Freud gelsin de bu dönemde yapsın aynı tarifi de, görelim!…
Evet hepimiz Twitkolik, Facekolik olduk! Olmayanlar da kendini dışlanmış olarak görüyor. Sanal dünya içinde herkes birden çok kişilik yaşıyor. Çok insanın bir tane gerçek hesabı var; buradan ağır insan edasıyla paylaşım yapıyor, bir de sahte hesabı var ki of of! Bu sahte hesabın insanlığa faydası tartışılamaz ama insana faydasını ciddi ciddi araştırmak lazım!…
Yıllar önce, anlı şanlı bir işadamına muhabir soruyor:
“Efendim, onlarca şirketiniz var, bu seviyeye nasıl geldiniz?”
İşadamı kasılarak cevap veriyor:
“Ben Mahmutpaşa’da tezgâhtarlık yaparak bu işe başladım, şükürler olsun şimdi bu kadar şirketin sahibiyim, anlatabiliyor muyum? Bu iş o kadar kolay değil, dişimden tırnağımdan artırarak…”
Muhabir susuyor.
Şu an bu olay olsa ve aynı işadamı bu demeci sosyal medyadan verse, sahte hesap açan o korkusuzlar ne der:
“Aklınca büyük başarı elde ettiğini söylüyorsun! Oysa, bir tezgâhtarın hırsızlık, yolsuzluk, şiddet, çalma, çırpma, ihale, düzenbazlık yapmadan bu seviyeye gelmesi çok zor ağa! Sen kıt aklınla bunları yapamazsın…” derdi.
İşte sahte hesabın bir faydası!.. Muhabirin söyleyemediğini şak diye ünlü işadamının yüzüne yüzüne söyleyiveriyor.
Peki, neden sahte resim kullanılır?
Birine özenme, biri gibi olma, birinin yaşadığı ile kendine ortak yan bulma, biri gibi seçkin olma…
Ünlü bilim insanların, yazarların resimleri görünüş sayfasına konunca, o kişi hakkında izleyici de buna benzer düşünüyor; elbette Aziz Nesin resmi kullanan Aziz Nesin değil! Ama onun hayal ettiği dünyanın temsilcisi olduğunu ima ediyor.
Peki, bu kişi Aziz Nesin’in yaşadığı hayatı yaşamaya cesaret edebilir mi? Bence edemez ve hatta etmez! Çünkü, görünüş sayfasına Sokrates resmi koyan baldıran zehrini mi içer? Veya, Kibele resmi koyan, Kibele’nin güzelliğini mi, herkesle yatmasını mı kendine uygular? Atatürk resmi kullan Atatürk’e ne kadar yakın? Hz. Ali resmi kullanan topluca öldürülmeyi mi istiyor?
Veya, görünüş sayfasına Hitler resmi koyup da son derece demokratik düşünceli paylaşımlar yapan kişi nasıl bir dünyanın içinde?
Gerçek hesabı ile yazılamayanı sahte hesapta yazanın çoklu kişiliği vardır. Bastırılmış, ötelenmiş, belki de susturulmuş olan insan, dışa vuramadığı ve kendince dert ettiği bu duygularını sahte görünüş sayfasında şak diye yazıyor; rahatlıyor ve belki de baskı uygulayandan öç alıyor.
Bu durumu en çok din ve örtünme konusunda görüyoruz. Türbanlı olanın bir de türbansız hesabı var. Dindar olanın bir de dinsizliği anlatan hesabı var. Hatta aile baskısıyla sağcı olanın bir de solcu paylaşım yapan hesabı var… Cinsiyet tercihiyle ikinci hesabı açan da çok fazla…
Bütün bunlar; insanın, iç dünyasındaki gerçek haliyle bu toplumda yaşamasının ne kadar zor olduğu bize gösteriyor.
0 notes
imarpanosu · 3 months
Link
#KoruFloryaAVM #AydınlıGrup #EstonYapı ve #ValueSolutionPartners ev sahipliğinde gerçekleşen lansman ile görücüye çıktı... #Detay #haber için tıklayın...
0 notes
evrenselbilgi · 6 months
Link
0 notes
haytaogluyunus · 6 months
Text
Tumblr media
ANMA:
31 ARALIK (1988) GÜNÜ;
TÜRK MİLLİYETÇİSİ, TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜNÜN YILMAZ SAVUNUCUSU, BANİSİ
S. AHMET ARVASİ'NİN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ.
RAHMET VE SAYGIYLA ANIYOR, DUALARIMI GÖNDERİYORUM.
S. AHMET ARVASİ
Seyyid Ahmet Arvasi
Doğum 15 Şubat 1932
Ağrı, Doğubeyazıt
Ölüm 31 Aralık 1988
İstanbul, Erenköy
Meslek Sosyolog, Pedagog, Yazar
Ahmet Arvasî (d. 15 Şubat 1932 - ö. 31 Aralık 1988) toplumbilimci, pedagog, yazar. Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesinde doğmuştur. Seyyid'tir. 56 yaşındayken, İstanbul'un Erenköy ilçesindeki evinde 31 Aralık 1988 - Saat: 11:00'da, daktilosu başında vefat etmiştir.
Arvaslar neslindendir. Atalarının Anadolu'ya gelişini kendisi şöyle anlatmaktadır:
« ...Ailem "Arvasî" adı ile bilinir. 650 yıldan beri Anadolu'da yaşar. Orhan Gazi ile tanışan ceddim Hacı Kasım-ı Bağdadi adında bir zattır. Onun oğullarından biri Van Gölü'nün güneyine (Arvas Köyüne) yerleşmiştir. Biz ondan türemiş ve çoğalmışız... »
"Arvasîler" olarak bilinen aile, Soyadı Kanunu'nun çıkmasıyla, "Arvasi" soyadını almıştır. Babası, Abdülhakim Arvasî'dir. Fakat, Necip Fazıl Kısakürek'in manevî hocası olarak bilinen Abdülhakim Arvasî ile aynı kişi değildir. Ahmet Arvasî'nin babası olan Abdülhakim Arvasi bu isim benzerliğini 18 Nisan 1980'de, Mehmet İlhan Bey'e yazmış olduğu bir mektupta şöyle anlatmaktadır:
« Şu an Ankara'nın Bağlum nahiyesinde yatan S. Abdülhakim Arvasî hazretleri ile aynı ailedeniz. Kendileri aynı zamanda babamın da isim babalarıdır. Babama kendi adlarını vermişlerdir. »
Hayatı
Ailenin altı çocuğundan birincisi olan S.Ahmed Arvasî, ilköğretime Van'da başlayıp Doğubayazıt'ta tamamlamladı. Ortaokulu Erzurum'da okudu ve sonrasında Erzurum Erkek Öğretmen Okulu'nu bitirdi. 1952 yılında Konya'nın Doğanbeyli nahiyesinde ilkokul öğretmeni olarak göreve başlayan Arvasi, yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptı. Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü - Pedagoji Bölümü'ne başladı ve buradan da 1958 yılında mezun oldu. Balıkesir, Bursa ve İstanbul'daki eğitim enstitülerinde hocalık yaptı. 1978 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'nden 24 arkadaşıyla birlikte siyasî amaçlar için sürgün edilen Arvasî, 1979 yılında emekli olmak zorunda kaldı.
« Hayretle gördüm ki, bu ülkede Türk kelimesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki, bu ülkede İslam kelimesinden ürkenler var. Ve yine ürpererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslam kelimelerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve çevreler var. »
(Seyyid Ahmet Arvasî)
Emekli olduğu yıl, Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi'nde "Genel İdare Kurulu Üyesi" sıfatıyla aktif siyasete atıldı. Diğer yandan çeşitli gazete ve dergilerde yazdı. Hergün Gazetesi'nde, "Türk-İslam Ülküsü" başlığı ile günlük makaleleri yayımlandı. 12 Eylül 1980 darbesine kadar partideki görevini ve yazılarını sürdürdü. Darbenin ardından Mamak Cezaevi'ne hapsedildi. Burada işkencelere maruz kaldı ve ilk kalp krizini burada geçirdi. Tahliye olduktan sonra ülkücü gazete ve dergilerde yazdı. Türkiye Gazetesi'nde Hasbihal başlığı ile makaleleri yayımlandı.
Arvasî'nin Mamak'ta geçirdiği kalp krizini Alpaslan Türkeş şöyle anlatıyordu:
« Tutukevinde geçirdiği kalp rahatsızlığı dolayısıyla Ankara mevki hastanesi'ne kaldırıldı. O gün, daha dün gibi hatırımdadır. Görevliler kendisini hastaneye gitmesi için aşağıya indirdiler. Biz, yukarıda kalmıştık. Odamın penceresinden dış kapının açıldığı merdivenleri görebiliyordum. Arvasî hocamızı hastaneye götürecek cankurtaran henüz gelmemişti. Ayakta bekleyecek hali yoktu, bitkin bir vaziyette taş merdivenlere oturarak cankurtaranın gelmesini bekledi. Yukarıdan askerlere seslendim. Bir binbaşı çıktı. Kendisine Arvasî Bey'in rahatsız olduğunu, bir sandalye getirilmesi için emir buyurulmasını rica ettim. Bu ricamdan sonra bir sandalye getirdiler. Daha sonra cankurtaran geldi ve uzaktan birbirimize el sallayarak ayrıldık, vedâlaştık. »
Eserleri
Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz
Doğu Anadolu Gerçeği
Eğitim Sosyolojisi
Hasbihal (6 cilt)
(Hasbihal, daha sonra konularına göre şu isimlerde yayınlanmıştır:)
Emperyalizmin Oyunları
Devletin Dini Olur mu
Kadın Erkek Üzerine
İnsanın Yalnızlığı.
İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri
İnsan ve İnsan Ötesi
Kendini Arayan İnsan
Şiirlerim
Türk-İslâm Ülküsü (3 Cilt)
1 note · View note
gundembuca · 6 months
Text
İBB başkanı Tunç Soyer Buca ’daYıl Kitap Kafe veKütüphanesi açtı
Tumblr media
İzmir Büyükşehir Belediyesi, gençlerden gelen talepler doğrultusunda Kitap Kafelerin sayısını artırıyor. Başkan Tunç Soyer, Buca’da 7 gün 24 saat açık olacak 100. Yıl Kitap Kafe ve Kütüphane’nin açılışını yaptı. Törende konuşan Başkan Soyer, “Gençler hiç kuşkunuz olmasın, sizin yüzünüzün gülmesi için canla başla çalışmaya devam edeceğim. Sizin daha çok kültürle, sanatla, müzik ve edebiyatla buluşmanızı sağlamak bizim görevimiz. Bu toprakların sizlere ihtiyacı var. Biz de üzerimize düşen görevi yerine getirmeye devam edeceğiz” dedi. İzmir Büyükşehir Belediyesi ders çalışmak, kitap okumak ve araştırma yapmak isteyenlere konforlu bir ortam sağlayan Kitap Kafelerin sayısını artırıyor. Büyükşehir Belediyesi son olarak Buca’da 7. Kitap Kafeyi hizmete açtı. Hem kitap kafe hem de kütüphane olarak hizmet verecek 100. Yıl Kitap Kafe ve Kütüphane binasının açılışını İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer yaptı. Açılış törenine İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Ertuğrul Tugay, İZELMAN Yönetim Kurulu Başkanı ve ESHOT Genel Müdürü Erhan Bey, İZELMAN Genel Müdürü Burak Alp Ersen, İzBB Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Raşit Çavaş ile belediye bürokratları, üniversite öğrencileri katıldı. Gençler bahçe bölümünde ve zemin katta İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları ağırlıklı kitaplarla tanışıp kahvelerini yudumlarken, 1. katta kütüphanenin zengin kitap koleksiyonundan faydalanabilecek. 
Tumblr media
Sıkıntılardan kurtuluş reçetesi gençlik Gençlerin yüzünün hep gülmesi gerektiğini ve bunun için İzmir’de pek çok yatırım yaptıklarını ifade eden İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Her buluşmamızda şunu hatırlıyorum. Ne kadar çok şey var yapılacak. Hiç kuşkunuz olmasın sizin yüzünüzün gülmesi için canla başla çalışmaya devam edeceğim. Çünkü çok zor zamanlardan geçiyoruz. Ekonomik kriz, yüksek enflasyon, ilkim krizi bunların her biriyle her gün yüzleşiyoruz. Bu sıkıntılardan kurtuluşun tek bir çaresi var. Gençlik. Sizin daha çok kültürle, sanatla, müzik ve edebiyatla buluşmanızı sağlamak da bizim görevimiz. Yaptıklarımızın en kıymetlileri sizlere yaptığımız yatırımlar” dedi. Bu millet Ata’sına sahip çıkmaya sonsuza dek devam edecek Kentteki 24 saat açık tek kütüphanenin Buca’da açtıkları 100. Yıl Kütüphanesi olduğunu ifade eden Başkan Tunç Soyer, “Size bu süreler yetmesin, daha çok okumaya anlamaya vakit yaratın. Hem kendi geleceğiniz hem de memleketin geleceği için daha çok okuyun. Her birinizin idealleri gerçekleşsin. Yıllardır Orta Doğu kaynıyor. Peki, biz 100 yıldır neden Orta Doğu’da olmamıza rağmen barış içerisindeyiz? Tek bir sebep var. Mustafa Kemal Atatürk. Onun yarattığı Cumhuriyet, barış, laiklik. Atatürk Cumhuriyetini gelecek yüz yıllara taşımak, sahiplenmek ve korumak bu ülkeye borcumuz. Atamızın ölümünün üzerinden 85 yıl geçiyor ve Anıtkabir’e bir günde 1 milyon 200 bin kişi gidiyor. Bu millet Ata’sına sahip çıkmaya sonsuza dek devam edecek. Bunun en büyük teminatı size emanet ettiği vatana sahip çıkmanızdır. Bu toprakların sizlere ihtiyacı var. Biz de üzerimize düşen görevi yerine getirmeye devam edeceğiz” diye konuştu. Hem kitap kafe hem de kütüphane  Ekonomik fiyatları, konforlu ortamı, ücretsiz sınırsız interneti ve aile ortamı ile gençlerin kişisel gelişimlerine, sosyalleşmelerine, kitaba kolay ulaşmalarına imkan sağlayan Kitap Kafeler kent genelinde yaygınlaştırılıyor. APİKAM, Konak Metro, Mustafa Necati Kültür Merkezi, Seferihisar, Kültürpark İsmet İnönü Sanat Merkezi, Alsancak Tam Otomatik Otoparkı Kitap Kafeleri ile birlikte Buca’da 7. şube olarak açılan 100. Yıl Kitap Kafe ve Kütüphane, bahçeli iki katlı binadan oluşuyor. Zemin kat ve bahçe bölümü kafe, 1. katı ise kütüphane olarak hizmet verecek bina aynı zamanda 7 gün 24 saat açık olacak.  Kitap Kafe toplam 120 kişi kapasitesine sahip. Aynı zamanda 2. katta yaklaşık 150 metrekarelik kütüphane alanı bulunuyor. Read the full article
0 notes
ozgulturan · 8 months
Text
KADINLARIN SORUMLULUKLARI VE VERİLMEYEN KADIN HAKLARI
Dünyada akıllı yaşam başladığından itibaren kadınlar 2. veya 3. Sınıf insan ilan edilmişlerdir. Tarihte ve günümüzde bunu dinlerin çoğu, kadınların çoğu, erkeklerin çoğu desteklemişlerdir. Kadınlar günahkâr ilan edilmiştir ve dinlerin çoğunda cehennemliklerin büyük kısmını kadınların oluşturduğundan bahsedilmiştir.
      Dünyada kadın hakları yaklaşık 116 yıldır resmi olarak verilmeye başlanmıştır. Dünyada kadın haklarını resmi olarak ilk verenlerden biri Mustafa Kemal Atatürk’tür ve onun sayesinde bu hakları Japonya, Kanada, İsviçre, Belçika, Fransa gibi ülkelerden önce elde etmişizdir. Bu nedenle Türkiye’de yaşayan kadınlar olarak ona minnettarız. Haklar bedel ödenmeden direniş yapmadan alınmaz ama Mustafa Kemal Atatürk bu hakları bize hiçbir bedel ödememize gerek kalmadan hazır paket olarak vermiştir. Bu da onun dehasından,  ileri görüşlülüğünden, bilgi birikiminden, dünyayı takip etmesinden ve binlerce kitap okumasından kaynaklanmaktadır. Öyle bir insan kurtuluş savaşında bizim liderimiz olduğu için binlerce kez şanlıyız. Bazı insanlar bunları türkü dinler gibi dinlemektedir ve çok kolay sanmaktadır. Arabistan’da kadınlar 2015 de oy kullanmaya başlamıştır. Arabistan’da kadınlara 2018 yılında ehliyet alma hakkı verilmiştir (Bir aktivist kadının direnişiyle göz altına alınmasıyla ve mücadelesiyle elde etmişlerdir.). Verilen bu hak sonucu Arabistan’da tüm kadınların 2018 yılında araba kullanmaya başladığı anlamına gelmiyor. Arabistan kültüründe kadınların araba kullanımının kabul görmesi 50 yılı bile bulabilir. Bugün Afganistan’da kadınların parklara, spor salonlarına, yüzme havuzlarına, güzellik salonlarına girmesi yasak.
      Türkiye’de çeşitli sporlarda kadınlar Avrupa şampiyonu ve Dünya şampiyonu olmaktadır. Bu şampiyonluklar benim için çok ayrı kıymetlidir çünkü  Türkiye’de hâlâ her aile kızının sporcu olmasına izin vermiyor. Nice voleybol, basketbol gibi sporları yapmak isteyen kızlar eline top dahi alamadan yaşayıp ölüyor. Biz bu yeteneklerin isimlerini bilmiyoruz. Buna yasal engel yok, kültürel engel var. Avrupa’da ise isteyen her kadın sporcu olabilir. Aile engeli, toplumsal engel, dini engel yoktur. Bu konuda ülkemizi Avrupa ile kıyaslamamın nedeni sporda genellikle Avrupa ile müsabaka yaptığımız için ve bizde müsabakaya katılan kadın sporcular bu ülkelere kıyasla bir avuç azınlıktan seçildiği içindir. Bu izin verilme durumu ülkemizde erkekler için de benzerdir. Erkeklerin aileleri zaman zaman izin vermemektedir ama bu oran kadınlara göre oldukça düşüktür. Birçok ailede voleybol oynamak isteyen kız ve erkek çocuk olursa erkeğe izin verilir kıza izin verilmez. Bu ve buna benzer nedenlerle Türkiye’de yaşayan kız çocuklarının tamamına yakını ailelerinin ve toplumun vermediği haklardan dolayı ‘’Keşke erkek doğsaydım.’’ demiştir.
      Günümüzde hâlâ toplum tarafından kadınların tek başına araba kullanıp, tek başına başka bir şehre gitmesine ‘’Başına felaket gelir, sıkıntı olur.’’ düşüncesiyle önyargı ile yaklaşılmakta.  Bir kadının evde de, sokakta da, kocasının yanında da başına felaket gelebilir. Kadınların  yaralanma ve ölüm nedenlerinin bir kısmını ev kazaları oluşturuyor. Bu kazalardan dolayı kadınlar ev işi yapmasın denmiyor. Kadınlar cam silerken düşüp ölüyorlar. Perde takarken düşüp kol bacak kırıyorlar. Fayans yıkarken kayıp beyin kanaması geçiriyorlar. Çamaşır suyundan akciğerleri yanıyor ve ölüyorlar. Düdüklü tencere patladığı için ölüyorlar.  Kaynar sudan ve sütten yanıyorlar ölüyorlar ama hiç kimse ‘’Artık kadınlar ev işi yapmasın falanca kadın ev işi yaparken sakatlanmış veya ölmüş demiyor.’’ ama rahatlıkla tek başına yola çıkmasın başına felaket gelebilir diyorlar. Bu açık ve net kolaya kaçmaktır. Açık ve net bir sömürüdür. Özgürlüğünü kısıtlamak ve elinden almaktır.
     Benim şahsım adına kadınlarda görmeyi arzu ettiğim bazı özellikler var. Genel kültürü yüksek, üretim yapan ve çalışkan kadın görmek istiyorum. Kadınlar mesleği ne olursa olsun kültürlü ve üretken olmalılar. Başka kadınların dedikodusundan ve eleştirisinden uzak durmalılar. Kadın çalışmıyor olabilir, eşinin imkânları çok iyi olabilir, çok sayıda yardımcısı olabilir. Ben bu kadınların tatil ve eğlence odaklı yaşamasından değil bu imkânlardan yararlanıp kültür düzeyini arttıracak etkinlikler yapıp üretime katılmasını istiyorum. Kadın çiftçi aynı zamanda ev hanımı ve anne olabilir. Bu kadınların da kültür düzeyini yüksek tutması gerektiğini düşünüyorum.
      ‘’ Başı kapalı bir kadına bu hareket yakışmaz, başı açık bir kadının namazı kabul olmaz, açıksın bari biraz kapalı giy, kapalısın biraz dikkat et, bu nasıl bir kapalı,  bu nasıl açık?’’ evet değerli kardeşim, o da öyle bir kapalı o da öyle bir açık. Herkes kadınlara alışacak. Herkes kadınların giyimine ve yaşam tarzına saygı duymayı öğrenecek. Herkes kendi işleriyle meşgul olmayı öğrenecek, dedikodu yapmamayı, bu bizden değilmiş dememeyi öğrenecek. Dünyada ve ülkemizde çözülmeyi bekleyen bunca problem varken kadınların giydiğini puanlamak yerine, vatana ve millete faydalı olacak icraatlar yapılmalı, insan beyni ve enerjisi ülkedeki ve dünyadaki sorunları çözmeye ve üretim yapmaya harcanmalı.
       Bu ülkede kadınların açık giyinmesinden veya kadınların rahat yaşamından şikâyet edenler,  Avrupa’da yaşamayı hedefliyor. Ben bu kişilerin, kadınları yasalarla kapatan, kadınların özgürlüklerini yasalarla kısıtlayan ve refah seviyesi yüksek ülkelerde yaşamasını uygun buluyorum. Bu ülkede kıyafet yasağı yoktur ve kadınlar yasalarla kısıtlanmamıştır. Hiç kimse yasal olarak bulunmayan bir durumu kültüre empoze etmeye çalışamaz ama kendi tarzında bir ülkede yaşamayı seçip kadınları rahat bırakabilir.
         Erkek kol gücü şehirlerin alt yapısını ayakta tutan güçtür. Bu dünyada lağımlarda, yüksek kulelerde, yüksek gerilim hatlarında, erkekler çalışmaktadır. Erkek kol gücü dünya için inkâr edilemez bir güçtür ama erkeklerin kol gücünden dolayı dünyanın yarı nüfusunu çöpe atmamız, günahkâr ilan etmemiz, onlardan korkmamız, onların başarısına engel olmamız, özgürlüklerini elinden almamız, ‘’Kadınlar şeytandır, falanca dinde de kadınların şerrinden bahsedilir.’’ dememiz dünya medeniyetinin ilerlemesini durdurmak  ve bu yarı nüfusa denk gelen insan potansiyelini de kullanmamaktır.
     Kadınlarla erkekleri yasalar önünde eşitleyen Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle bitirmek istiyorum. 
‘’İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin. Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin.’’
1 note · View note
aykutiltertr · 2 months
Video
youtube
Akasyalar Açarken - Muazzez Ersoy ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Hüzza...  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) ✩ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. ✩ https://youtu.be/K-tn6iKWDPU Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Akasyalar Açarken - Muazzez Ersoy ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Hüzzam Düyek TSM KORO) Şarkı Sözleri Yar yolunu kolladım Ipek mendil salladım Yar yolunu kolladım Ipek mendil salladım Ona çiçek yolladım Akasyalar açarken Ona çiçek yolladım Akasyalar açarken Yarim gelir yanıma Kanı kaynar kanıma Yarim gelir yanıma Kanı kaynar kanıma Neşe katar kanıma Akasyalar açarken Neşe katar kanıma Akasyalar açarken Yarimle biz biz bize Otururuz diz dize Yarimle biz biz bize Otururuz diz dize Sevişiriz göz göze Akasyalar açarken Sevişiriz göz göze Akasyalar açarken Besteciler: Ahmet Ozden / Yesari Mustafa Asim Arsoy Yesari Asım Arsoy Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi 26 Aralık 1933 tarihli Vakit gazetesinde Yesari Asım Bey. Mustafa Yesâri Âsım Arsoy (6 Ağustos 1896, Drama – 18 Ocak 1992, İstanbul), Cumhuriyet dönemi Klasik Türk müziği bestekârı, söz yazarı ve yorumcu.[1] Yaşamı Konya'dan göç edip Drama'ya yerleşen bir ailenin çocuğu olarak orada doğdu. Babası Bergofçalı Ömer Lütfi Efendi ve annesi Zübeyde Hanım'ın sekiz çocuğundan altıncısıdır. Ağabeylerinden Remzi Arsoy'un oğlu sinema oyuncusu Göksel Arsoy'dur. Babasının dedesi Şeyh Ömer Efendi sol eli ile yazan tanınmış bir hattat idi. Asım ve ablası da sol ellerini kullandıkları için Yesari (solak) adını aldılar. Yesari Asım orta öğrenimini tamamladıktan sonra aile İstanbul'a göç etmiş, 1917 yılında ise Adapazarı’na yerleşmiştir. İlk müzik derslerini Adapazarı'nda aldı. Önce bağlama, sonra ud çalıştı; okuldaki hocalarından ve komşu müzisyenlerden eski eserleri öğrenerek kendini geliştirdi. Dindar babanın baskılarına rağmen hafız olmak istemedi, ancak zaman zaman camilerde ezan okudu. Mustafa Yesâri Âsım Ersoy'un Karacaahmet Mezarlığı'ndaki kabri 1920'de Antalya'daki bir gemi acentesinde çalışmaya başlayarak iş hayatına atıldı, daha sonra İstanbul ve İzmit'te değişik işlerde çalıştı. İzmit'te yaşarken, Fehmi Tokay ve Zeki Arif Ataergin'den yardımlar gördü, müzik çevrelerine girerek çok sayıda müzisyenle tanışma ve çalışma fırsatı buldu. 1930'larda beste yapmaya başlayan Arsoy, güftelerini de genellikle kendi yazdı. 1954 yılında kısa süre İstanbul Radyosu’nda da çalışmaya başlayan bestecinin günümüze ulaşan eserleri, yaklaşık 250 adettir. 1992 yılında hayata veda eden bestekârın, unutulan ya da gün ışığına çıkmayan çok sayıda eserinin olduğu tahmin edilmektedir. Karacaahmet Mezarlığı'a defnedildi. Bestelerinden örnekler Not: Eserlerin güfteleri, aksi belirtilmedikçe Yesârî Asım Arsoy'a aittir.[2] Hicaz makamı Adalardan bir yar gelir bizlere Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde Yar saçların lüle lüle Hüzzâm makamı Dün gece bir şûhun bezmine gittim Kalbimi yıllarca sevdâya bağladım Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır (Güftekâr: Fitnat Sağlık) Sen olmasaydın eğer aşka inanmazdım Ümitlerim hep kırıldı yârim artık gelmeyecek Yar yolunu kolladım (Akasyalar açarken) Yine kalbim coşar ağlar bu gece Zamanla belki geçer bu aşk da hicran da (Güftekâr: Nâhit Hilmi Özeren) Nihâvend makamı Sahilde o hoş buseleri aldığım akşam Rast makamı Perişan saçların aşkımın ağıdır Sultanîyegâh makamı Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık Biz Çamlıca'nın üç gülüyüz Sûznak makamı Ayrı düştüm sevgilimden dünyâ bana dar oldu Uşşâk makamı Bir çapkın elinde oyuncak oldum Bir ince fidansın eğilirsin bükülürsün (Güftekâr: Gıyas Akdeniz) Bu yaz geçen günlerimiz hatırımdan çıkmasın Menekşe gözler hülyalı Ödüller 1991: Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanı Kaynakça ^ "Mustafa Yesârî Âsım Arsoy (1896-1992)". Atatürk Ansiklopedisi. 9 Haziran 2021. 28 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Şubat 2024. ^ "TRT Klasik Türk müziği veritabanı". 18 Şubat 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Nisan 2013. gtd Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı devlet sanatçıları gtd Klasik Türk müziği bestecileri gtd Klasik Türk müziği şarkıcıları Kategori: 1896 doğumlular1992 yılında ölenlerDrama doğumlularKlasik Türk müziği bestecileriKlasik Türk müziği şarkıcılarıDevlet sanatçılarıFantezi müzikKaracaahmet Mezarlığı'na defnedilenler Sayfa en son 11.13, 6 Mart 2024 tarihinde değiştirildi. Muazzez Ersoy Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi Muazzez Ersoy Doğum adı Hatice Yıldız Levent Doğum 9 Ağustos 1958 (65 yaşında) Uzunköprü, Edirne, Türkiye Başladığı yer  Türkiye Tarzlar Klasik Türk müziği, Fantezi, Arabesk Çalgılar Vokal Etkin yıllar 1982-günümüz Müzik şirketi Elenor Müzik (1991-1992) Raks (1993) Levent Müzik Yapım (1994-2000) DMC (2002, 2013-günümüz) Avrupa (2004-2006) Öncü Müzik (2007-2010)
0 notes
morkedisblog · 11 months
Text
Aile geçmişim hep derim ya Brezilya tele novellaları ve Usa soap operalarına benzer hem kahramanlara hem hain ve katillere bazen de çok ünlü kişilere rastlanır onca zart zurt nasıl bir araya gelmişler yolları bende nasıl kesişmiş(gayri meşru veya yasal yoldan)şaşırırım bu geçmiş bana ve aileme korku yaşatmıştır ama ATATÜRK hayranlığımın bu korku ve çekinceyle ilgisi yoktur 2 yaşımdan beri ben bu adama aşığım💘Dedem ve ailemin bazı üyelerin İstiklâl /Çanakkale vs savaşlarında ATATÜRKÜ yakından görme şansları olmuştu onlardan dinlerken hayran oldum değerini bilmeyenler utansınlar!
instagram
0 notes
sektorellfirmalar · 11 months
Link
0 notes
mansetmalatya · 1 year
Text
Vali Boztepe: “Sağlam ve Güvenli Evler Yapılsın” 
Tumblr media
Vali Hulusi Şahin, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla makamını Şehit Kenan Çetin İmam Hatip Orta Okulu 5. sınıf öğrencisi Tarık Boztepe’ye devretti. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve TBMM'nin kuruluşunun 103. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde Şehit Kenan Çetin İmam Hatip Orta Okulu Müdürü Elif İlaslan, Öğretmen İsmail Altun ile birlikte Valilik Makamına gelerek Makam Koltuğuna oturan Vali Tarık Boztepe’nin ilk talimatı “Sağlam ve güvenli evler yapılsın” oldu. Valilik Özel Kalem Müdürünü de yanına çağıran küçük Vali Boztepe, verdiği talimatla da bundan sonra daha sağlam zeminlere binaların yapılmasını ve inşatlarında çok demir kullanılmasını istedi. Ayrıca depremzedeler için nakit yardım ve barınma sorununun giderilmesi talimatını da iletti.
Tumblr media
Temsili valilik makamına oturan Boztepe’ye teşekkür eden Vali Hulusi Şahin ise kentteki son enkaz kaldırma faaliyetleri ile ilgili son durumu paylaştı. Genç ve dinamik bir valinin görevi devralmasının memnuniyet verdiğini ifade eden Vali Şahin, “Ama bu makamlara gelmen için bayağı zamanın var. İnşallah ileride buralara gelirsin. Asaleten valilik görevine geldiğin günlerde artık Malatya ve Türkiye’nin yapı stoku son derece güçlü olur ve depremlerden etkilenmeyen, yıkılmayan binaların olduğu şehirlerde yöneticilik yaparsın, buna inanıyorum. Bizler de şu andaki yöneticiler olarak sizlerin zamanı gelinceye kadar sizlere daha güvenli şehirler oluşturmak için çalışacağız” şeklinde konuştu. Malatya’da deprem sonrası yıkılan ve acil yıkılacak binaların enkazının kaldırılmasında yüzde 98’lik bir oranın tamamlandığını ifade eden Vali Şahin, ağır hasarlı binaların ise askı sürecinin tamamlanması ile buraların da hızla yıkılacağını söyledi. Kentte deprem nedeniyle 7 okulun yıkıldığını ve bunların yerine de yeni okulların yapılacağını ifade eden Vali Şahin, ağır hasarlı okullarda ise prefabrik dersliklerde eğitimin sürdüğünü belirtti. Vali Şahin, 2 Mayıs itibarıyla da şu anda 3’te 1’lik doluluk oranına sahip okullarda, öğretmen ve öğrencilerin de gelmesi ile doluluğun artacağını söyledi.
Tumblr media
Program sonunda Vali Hulusi Şahin, görevini temsili olarak devralan Tarık Boztepe ve öğretmeni İsmail Altun ile okul müdürü Elif İlaslan'a hediye takdim etti. Makamdaki ziyaretin ardından konteyner kentte kurulan çadırdaki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama programına katılan Vali Hulusi Şahin, programın bitimiyle konteyner kentte kalan çocuklara oyuncaklar dağıttı. İl Milli Eğitim Müdürü Hatice Özdemir’in konuşmasıyla başlayan programda Selçuklu Eğitim Kampüsü öğrencisi Merve Azra Can “Bugün” isimli şiiri, 8. Sınıf öğrencisi Ecrin Civelek “23 Nisan Çocuk Bayramı” isimli şiiri okuyup gönüllü öğretmen Songül Kumsal yönetiminde Atatürk Çocukları Korosu sunumu yapıldı. Teknopark Eğitim Kampüsü Ana Sınıfı öğrencileri 23 Nisan gösterisi düzenledi.
Tumblr media
Doğanşehir Ertuğrul Gazi İlkokulu 4. Sınıf öğrencisi Betül Ece Ayaz türkü dinletisi ve Teknopark Bilsem öğrencisi Ceren Doğan piyano dinletisi gerçekleştirdi. Son olarak İl Milli Eğitim Müzik öğretmenleri Mustafa Volkan Gürer, Hamit Aydeniz, Doruk Kılıç ve Fatih Samet Umut tarafından yapılan müzik dinletisi ile program sona erdi.
Tumblr media
Teknopark Koyteyner Kentteki çadırda gerçekleştirilen programa Vali Hulusi Şahin, Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, 2. Ordu Kurmay Başkanı ve Garnizon Komutanı Tümgeneral Tuncay Altuğ, Turgut Özal Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Recep Bentli, Kale Kaymakamı Mustafa Aksoy, İl Milli Eğitim Müdürü Hatice Özdemir, il müdürleri, Konteyner kentte barınan aileler ve çocuklar katıldı. Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünün Teknokent Koyteyner Kentteki çocuklar için hazırlamış olduğu “23 Nisan Çocuk Bayramı” pastasını çocuklar ile kesen Vali Hulusi Şahin çocukların bayramını kutlayarak alandan ayrıldı.
Tumblr media
Read the full article
0 notes