Tumgik
#cumartesi ona da bakarım
defnekalbim96 · 4 months
Text
OF CUMARTESİ İCİN COK HEYECANLIYIM AAAAA
1 note · View note
ladysbooks · 7 years
Text
Kendime Mektuplar - 55
Ben gecenin sonsuz hakimi... Sevgim yüce ve kederim ona zincirlenmiş küçük bir cüce. Bir bakarım dünyanın her tarafında bulunan gökkuşaklarına... bazen duyarım saklanarak ağlayanları. Neden saklanır yürekler? Hangi umutsuzluk gizlenmelidir dünyadan? Oysa herkes ayrı zamanlarda aynı acıyı yaşamaz mı? Öyleyse nedir bu acının yükseltilmesi? Sen misin değer veren yüreğine öyleyse neden küçültürsün onu? Mutluluğun kadar büyük mü olmalıdır mutsuzluğun? Ben gece sade ve sade gece. Ruhunu almadan veremem ruhunu. Bilirim sende o yüzden istersin ruhumu. Bu mudur dünya savaşın? Daha ilerisi yok mu senin için? Omuzlarına düşen ağırlık mı oldu şimdi senin için gece? Bana sorarsın kaçıncı sanrınım diye peki ya sen kaçıncı çocuğun bilir misin? Kaç ölümün ardından baba oldun? Kaç düşünce düşüncenin geçmiş düşüncelerine temeldi? Büyüdükçe mi var oldun? Sorularım soğuk bir bilmece. Döner durur etrafında gözlerim yanar gizlice. Ağlarım derinlerde fakat saklanırım gökyüzünde. Ve sen bahtsız bedevi ruhun kaç yol vardır senin için iyi dediğin ne iyinin ne kötünün içinde. Bu gecede kalkarsın ayağa ben olmasam bile yarın gecede. İyi gece.                                           Bir cumartesi sabahında gemimde oğlumla ve onun bahtsız bedevi ruhuyla güzelliklerin dolu olduğu bir sandığa yelken açtık. Saçlarımız en çok baharda uçuştu. Kuşlar kahkaha atarak yazı getirdi fakat kış ve sonbahar bizi yorgun vücudumuzla işte bu sandığın önüne getirdi ve bu yolda atılmış her bir adım aslında yaşamın ta kendisiydi. Bazen ağlardı gökyüzü. Bilirdi çaresizliğini ruhlarımızın. Fakat en çok gece. Gece bilirdi tüm sırlarımızı. Yaşadık hepsini muhteşem çaresizliğimizde. Oğlum kimi zaman hiç yılmazdı kimi zaman hiç ayağa kalkmazdı. Ve her adımda bir bir sandığını anladı. Kelimeler türetti onlara ve yalnızca söyledi içinden. Şimdi Ey Gece Efendi; öğret bana ne sandığımı? Neden isterim gücenmek? Ve neden isterim aldatmak ruhumu? Kim vermiştir bu çaresiz ruhu bir bir çürümüş bedenime.
Ben gece hangi zalimliğimdir sana bunları söyleten? Al işte sandığın. Aç içini, karıştır içini sanki yarattığın diğer dehlizlerden farklı gibi... Dön dur etrafında yeni yarattığın çemberlerin ve sonra tekrar dur orada iste ilgimi, dikkatimi. Bağır yüzüme çağır sanki çok eski bir dost gibi. Ve hatırla sözlerimi asla çıkarma aklından. Onlar senin için her seferinde yeni bir bilmece. İşte iste! Söyle! Sanmaktan vazgeçtim de. Peki söyle hiç düşünür müydün geceyi? Bilir misin ne gördüklerimi? Duyar mısın benimle şu koca evrenin yalnız ayak seslerini? Belki sonra bir taş düşer gökyüzünden ve sen belki son kez bakarsın bana. Ve ben sorarım sana gece sen bit deyince biter mi? Sadece sana mıdır çareleri? O da dönmez durmaz mı başkalarının etrafında? Yoksa sandığın sandığım mı sanmıştım? Ve gece o sessiz hiddetiyle kaldırır başını geceye. Bakar ona gizlice. Bu sefer yüzü sessizce güler gecenin geceye. Bir damla yaş düşer gözlerimden. Ve söyler son bir bilmece. Sonsuza kadar yaşarım seninle.
1 note · View note
bende-kalsin-blog · 5 years
Text
15/06/19 cumartesi 23:48 bugün keyifsiz başladık güne , dün geceden kalma biraz atıştık. sabah kahvaltı hazırladım benimle yapacak mısın dedim yapacağım ama sonra uyuyorum dedi. peki dedim ben yapıyorum o zaman.. sabah sütçü geldi süt kaynattım çay demledim kahvaltı derken saat 10 geçiyordu Alim de gece geç uyudu ağrı kesici verdim baya huysuzdu öyle solanda uykuya daldı sonra da yanımda uyudu, o da zaten gelmek istemiyordu salonda yattı neymiş ben şimdi havlu çıkardım 1 saat olmadı baktım onu kirliye atmış yenisini kullanıyor. ya çamaşırları yeni topladım onu da şimdi astım neymiş kirli gelmiş  e bi sor bu kirli mi diye ? gecen gün kendisi aynı havluyu çıkarmıştı sanıyor ki hala o..   bir kullansa mis kokulu tertemiz anlayacak ama neyse bende niye onu çıkardın dedim diye triplendi. çamaşır yıka yıka bitmiyor bana da yazık hemen ne diye sepete atıyorsun bir sor. sen önce kendi çamaşırlarını sepete atmayı öğren dolaptan portmantodan kapı arkasından tek tek topluyorum. bugün bir de ortodonti randevum var ali de uyandı hazırladım çocuğu o da sağolsun bir tost yaptı ben çamaşırları ayırıp makine atana kadar bende sofraya geçmeden dedim ki sen de Aliyle kahvaltını yap bi yandan ona yedir telefondan video aç o yer dedim ben işe gideceğim dedi :s bende bi kaldım doktora gideceğim bir yarım saat bak ne olacak bir yandan sen ye bi yandan da ona yedir dedim yok yemiyor diyor. e uğraş konuş anlat video aç bi şekilde yiyor dedim işe gideceğim ben dedi. bende ben doğurdum ben bakarım sen hiç üstüne alınma dedim . aldım oğlumu karınını doyurdum o da zaten hiç onla kalmak istemiyor.. kuru kuru özledim bilmem ne bunları geçeceksin, özlediysen çocuk sabahları kalkıyor kalk erken ilgilen onunla ay sinirim geliyor anlatırken bile. bir de kendi bakmaz bir yere gitsek düğün vs. yok halası var yok amcasına ver yok teyzesi baksın vs vs yav bu çocuk senin çocuğun başkası niye baksın sen bakacaksın . bakmıyorsan da ben peşinden koşturuyorum zaten laf etme yok eğilme yok oraya gitme ayy gereksiz boş kıskanç tripler ben gelemiyorum artık . zaten bunlardan dolayı çok tartışmışlığımız var.  neyse yazsam daha çok şeyler var da bende kalsın. hakkını yememek lazım eskiden biraz da olsa yardım ediyordu bana şimdi yardımın ysini görmüyorum. tırnağım var başımı kendim kaşıyorum misali..
dişçi çıkışı anneme gittim Ali yi oraya bıraktım kayınbabama pijama takımı aldım yarın babalar günü bir tek ona hediye aldım yarın da kendi babama bir seyler yaparım. alimi geri almaya gittim bir güzel kıymalı kabak yemeği de yedi oğlum oynata oynata yediriyorum videolarla falan. sonra babaanneye gittik o da kedni üst katta fadime halaya çıkmış orada oturduk sonra aşağı eve indik. leyla hasta olmuş tansiyonu yükselmiş o da orada uzanıyordu biraz meyve soydum biraz yedi iyi geldi , yeşil mercimek yemeği ve salata yaptım yedik hep birlikte. kaynanam çok seviyor benim yemeklerimi ohh mis gibi çok güzel olmuş dedi hepsi 2 şer tabak yediler. gerçekten de elimin bir lezzeti vardır ve herkes çok beğeniyor yemeklerimi. misafirim eksik olmaz benim :)
akşam çıkarken annemlerin oraya uğradık kaynanamla ali mercimek yemek istemedi kapıda başkalarına laf ata ata yok o kızıyor yok bu kızıyor diyerek bir tabak yemek daha yedi. çay getirdim bende kapıya birer bardak içtik ve parka gittik sonra kızlar ve fatma teyze de geldi onlar spor yapıyordu biz artık gittik çünkü  alimin uykusu çok vardı el ayak yüz yıkandıktan sonra hemen uyudu paşam bir de dün bana seni çok seviyorum annecim dünyalar kadar çok seviyorum dedi. kurban olurum sana bende senii çok çok kocaman seviyorum canımın içi.. poştek :D bir poştek kelimesi tutturmuşuz ki sormayın :D 
oğlum benimle dişçiye geldi ve o kadar akıllı durdu ki yanımda korkmadı cesurdu ve her ortama alışıyordu. iyi ki varsın yüzümü güldürenim iyi ki varsın en iyi arkadaşım seni ölesiye çok seviyorum..
az önce benimki aradı daha doğrusu siparişi için ben aradım teşekkür etmek istedim kapatırken iyi akşamlar seni seviyorum dedi iyi akşamlar kolay gelsin dedim bu kadar mı diyor e daha ne diyeyim ne bekliyorsun içimden gelmeyince olmuyor söylemek istemiyorum bir şey. 
iyi geceler :)
0 notes
albertine111 · 4 years
Text
çocukluğumdan beri koltuklara mürekkep bulaştırmam, evdeki tek mikrop özelliğimdir hala. tabi bunun kökü 7 yaşıma dayanıyor biraz da.
bi' cumartesi akşamı teyzemlerin yazlığa, terkos'a, gitmek için yola koyulmuştuk. mr. president-coco jambo'yla da o yolda tanışmıştım hatta. babam, annemle tanışma anını da o an açmıştı bana. sanki tanışma anlarını bi' anı olarak değil de, her şey o an gözümün önünde gerçekleşiyormuş gibi anlatıp duruyordu ki bi bakış gözümü kesmişti. annemin babama karşı o bakışına, gözüm gibi bakarım hala daha. gökyüzünün kaderine yazılmış o yıldız gibi muazzam bi' imzaydı onun bakışı da. evet, genelde ay;beni, ben de yıldızları takip ederdim yolda ve yolculuk yapmak da benim için bi' coşkuydu o yaşlarda. çünkü vardığımız yerden daha canlı hissediyordum kendimi yolda. işte gökyüzündeki yıldız da annemin bi kumaşıydı aslında. durur muyum hiç, benim de bi nakış atmam gerekiyordu o akışa. annemin saçlarını okşamaya başlamıştım sonra ama yine de ona karşı içimdeki o müthiş sevgiyi nereye konduracağımı hiç bir türlü bilememiştim asla. ta ki yolun sonunda, yine o yıldız askıdaydı orda. arabadan iner inmez bana: kızım bak bu sevgiyi ben yokken bile sen hep gör diye o yıldızın yanına asıyorum şimdi ama eve döndüğümüzde de o yeşil şemsiyenin yamacındaki montunun yanına asarız, dediğini hiç unutmam. unutamam da.
eve döndükten 1 gün sonra, bizimkiler işteyken ben de çıktım sokağa, tanıdığım tanımadığım kim varsa, güzel bir yıldız çizebilir misin anneme hediye edeceğim sonra, diye herkesle bi anlığına beklentilerimin heyecanını da paylaşmıştım orda. içeri girer girmez hepsini duvara asmıştım ama elimdeki kalemle, benim de hislerimi paylaşmam gerekirmişçesine, o duvarın yetişebildiğim her noktasına gökyüzünü yaratmak için yıldız çizmeye devam etmiştim sonra.
eh, hikayenin sonunda babam badana yapmak zorunda kaldı tabi. bu yüzden ona kızdığım için de işten gelirken çikolata yerine bana yıldız almasını istemiştim hatta. hah, daldan koparılan çiçek sanki. bunu da unutamıyorum çünkü onun ordaki gülümseyişi de hep açılmış bi çiçeği hatırlatır bana.
e şimdilerde de kitap veya dergiyi masa başında okumaktan haz etmediğim için, ben de koltukta okuyorum ve hani böyle gece, rengini almak için yola koyuldukça aynı zamanda yıldızların da teker teker sahneye çıkış anı vardır ya. işte bunun gibi, koltuk örtülerinin de okuduklarımın hemen arasından, cevap hakkı doğuveriyor bi anda. bizimkiler de ne zaman bunu görse çocuksun hala derler bana.
e haliyle. yaz, çiz, sil, boya. ama rengarenk mi, bilemem; değişiyor dünya.
0 notes
krufk · 7 years
Text
drama mahpusu
Cumartesi sabahı uyandığımda sinirliydim. Uyanmak zorundaydım çünkü, yine nöbetçiydim, önceki gece yine çok içmiştim, geleceğimle ilgili düşünmem gerektiğini söyleyen ses kabarıp durmaktaydı, rahatsız bir hal almıştı artık, 8 aydır ağrıdaydım, ailemden, çevremden ve sevdiğim onlarca insandan ayrıydım ve hayatım, ay ay hızla geçerken kendime dair neredeyse hiç bir şey yapmadığımı iyice fark etmeye başlamıştım, aylar geçiyor ve sen ha şöyle ha böyle diye diye, her akşam bir iki tek ata ata kendinle ilgili ufak düşüncelere kapılırken aslında resmin diğer tarafında koca bir biçerdöver senle ilgili her şeyi acımasızca öğütüyordu. Zaman diyorduk buna. İnsan yaptığı şeyleri bile unutuyordu zamanla. Aylardır elime gitar alıp bir şarkı bile çalmamıştım...
Sabah kalktıktan sonra annem aradı. Nöbetçiydim, kahvaltı yapmak için biyer arıyordum. Bir yandan da hastalar için arıyorlardı. Açtım ama görev beklemiyordu. İki günde bir nöbet tutuyordum hastanede. Üzüldü yine hastanede olduğum için. Anne, E siz söylediniz doktor ol doktor ol diye işte, siz söylediniz dedim, ne bekliyorsunuz ki? İçi parçalandı. İnsanın en acımasız olduğu biri varsa o da annesi babası. En acı yere batırır çocuk dediğin. Bebeklikteki açgözlülüğümüzden kalan bir pis acımasızlık işte... Çok üzüldü buna, yüreğine indi. 
Hastaneye girdim ve akşama kadar hastanede çalıştım. Acil hastaların incelemelerini raporluyordum. Cumartesiydi. Bir de mamografiler kalmıştı, onları yazıyordum kenardan. 31 yaşında yalnız doktor. Odasında yalnız başına rapor okuyan adam. Aylardır yaptığı gibi. Bitmiyordu hastalar. Senden istifade ediyorlardı iş yerinde, amaçları buydu zaten. Gece 12′ye kadar ortamı hafifletebilirsem eve giderim diye düşünüyordum. Gece bir buçuk oldu. En son bi tane daha acil hasta geldi ona baktım. Saat iki oldu. Eve döndüm. 
Boş sokaklarda zifiri karanlıkta eve dönüyordum. Çantamda plasik mermi atan bir tabanca taşıyordum gece rahat dönebilmek için. Kafaya takılan bi fenerim vardı, sokak zifiri karanlık oluyordu. Köpekler oluyordu evin çevresinde akşamları, 7-8 tane ayı yavrusu adeta, çöpleri karıştırıyorlardı, ortam çok karanlıktı, korkuyordu insan. 
Eve geldiğim ve, girdiğim gibi aradılar. Bi çocuk göndermişlerdi ilçeden. Travma hastasıydı, karaciğerinde hasar olmasından şüpheleniyorlardı, hasta yanında tomografisiyle gelmişti. Konuştuğum doktor ayda otuz gün, otuz gün acile bakıyordu, çiğdem, tamam dedim bakarım tomografisine. Hastane veritabanına internetten bağlanıp görüntüleri incelemeye başladım. Bakana kadar saat iki buçuk oldu. Baturalpin ertesi günkü bir günlük haftasonu tatilinden yemeye başlamıştık artık. Görüntülere baktım. Karaciğer normaldi, güzel... Alt tarafta lenf nodları gördüm, fazla büyüktüler, kanser olabileceğini düşündürüyordu, boyutlarını ölçtüm lenf nodlarının, bir çocuğa göre fazla büyüktüler, büyük ihtimalle lenfoma. Travma hastasında kanser çıkmıştı. Sonra notunu yazmaya giriştim bilgisayara ama bi sıkıntı dikkatimi çekti orda. Hastanın adı farklıydı.
Acildekileri aradım, bir yaşında bir çocuktu travma hastası. Ben 12 yaşında bir kız çocuğuna bakmıştım.  Yanlış hastanın tomografisini göndermişlerdi ilçeden.
Bir daha aradılar. Çocuğun incelemesi yanında olmayınca, acildeki doktor ultrasonla bakmamı istedi bebeğin karaciğerine, travmayı kaçırmak istemiyordu. Tamam dedim gönderin.  Fark etmez. Hastaneye geri döneceğim anlamına geliyordu bütün bunlar. Tekrar, aynı yollar. Pijamalarımın üstüne çizmeyi giydim, çamura dönüş başlamıştı. Acildeki doktora mesaj gönderdim, ilçeyi arayın, benim baktığım tomografi, ilayda diye genç bir kız var, pelvik lenf nodları çok büyük lenfoma olabilir, araştırsınlar. 
Dışarı çıktım. Çok karanlıktı dışarısı. Kafama fener takmıştım. Yürürken havlama gibi bir ses geldi apartmanın önündeyken. Panikledim bir anda. Ulan, beş aydır sakin sakin eve dönerken, şimdi mi köpeklere denk geldik, şimdi miydi zamanı. Elim ayağıma dolanıyordu korkudan, her yerde olabilirler gibi geliyordu köpekler, sağa sola bakındım, iki tane göz vardı arabaların arasında, uzaktaydı ama bana bakıyordu. Hareket etmeden birbirimize baktık bi süre. Bi taneydi bereket. Kovmaya çalıştım, ses çıkardım ama sessiz sessiz beni izliyordu. Taş aradım, bulamadım yerde. Tabancayı çıkardım. Yüzüne ateş etmek istemiyordum. Kaldırdım sıktım artık kıçına doğru. eyk diye bi ses çıkarıp kaçtı, vurduğumu ordan anladım zaten, ben de heyecanla aksi yöne kaçtım. On adım kaçıp dönüp bana baktı. Kesinlikle ne olduğunu o da anlamamıştı. Zifiri karanlıkta koşar adım kaçıp durmadan arkama bakıyordum, o da uzaklaştıkça bana dönüp bakıyordu. Kafamı döndürdüğümde iki tane parlak göz görüyordum sürekli karanlıkta, göz bebekleri fenerin ışığından parlıyorlardı. 
Ana yola vardım bi şekilde. Sakinlemiştim. Hastaneye gittim. Yolda yürürken acımaya başladım köpeğe. Beş tane olsalar büyük ihtimalle her şey farklı olurdu ama, yalnız gezen, yalnız zavallı bi köpekti, lan bunun için mi aldın plastik tabancanı oğlum diyordum kendi kendime. Sana hiç bir şey yapmayan, saf saf bakan bir köpeğe ateş etmek için mi… Hastaneye vardığımda koridorda karşılaştık hastayla. Annesinin kuçağında uyuyan bir çocuk çıktmıştı karşıma. İnek kokuyorlardı yine. Zavallı köylüler. Kokunun kimden geldiğini anlamıyordun. Konuşmaktan bile aciz, etraflarında dönen 21 yüzyılı anlayamayan, şaşkın, inek besleyen, inek kokan zavallı insanlar. Çocuğu  uyandırmadan ultrason yapmaya çalıştım, jeli önce karnının alt kısmıda sürersin, orada ısınır jel, soğukluğu  gider ki karaciğere bakarken yukarda soğukluktan uyanmaz çocuk. Uyanmadı da. Bir şeyi yoktu çocuğun. Alnında bi çizik vardı. Merdivenden düşmüştü. Önceki gün sabahın sekizinden beri hastanelerde sürünüyorlardı. Babanın gözleri endişeyle bakıyordu, her zamanki gibi. Bir şey yok merak etmeyin diyip, sakinleştirip geri yolladım.
Hastanenin çıkışında bi sigara yaktım eve dönerken. Dönerken yoldan iki taş buldum elime. Aynı karanlığa gidiyordum. Diğer elime de tabancayı aldım. Köpek çıkmadı, yine de apartmana girene kadar elimde tuttum o taşları, yine ellerim garip hareket etmeye başlamıştı korkudan… Eve girdim. Çocuğa mesaj attım bi daha. Diğer kız için, lenefoma şüphesi olan kıza haber verdiğini duymak istiyordum adamdan. Abi güldürdün beni saolasın diye mesaj attı. Diğer acili, aramamıştı. 
-abi hiç o kafada değilim şu an 12′de mesaim bitti hala çıkamadım hastaneden. En son senin hastanı bıraktım ultrasona. 
Bir şey demedim çocuğa. Belki kendi içinde haklıydı. Böyle 6-7 hastayı aramıştım kariyerimde. Gerçekten birilerini kurtardığını hissederdim evlerini arayıp “hastaneye gelmeniz lazım” derken. Çünkü sen aramazsan evrende onları arayacak başkası yoktur. Gerçekten ağırlaşıp hastaneye tekrar gelene kadar kendi hallerine bırakılır böyle hastalar. Ben de yapmıştım, belki 2-3 tanesini, kesinlikle unuttuğumu söylemeden, bir iki gün içinde arayacağımı tembihleyerek kendime, bir bir sonraya bırakarak, birkaç hafta içinde usulca zamana  teslim etmiştim. Oluyordu böyle şeyler… 
Yarın, yarın ilçeyi aramam için bir sebebim vardı artık. Saat üç buçuğu gösteriyordu. Drama mahpusunda bir gün daha bitiyordu. 8 aydır geçen, çoğunu hatırlayamadığım uykusuz, yorgun günlerin bir diğeri. Bir kadeh şarap koydum kendime. Nöbet akşamları içerdim bir iki tane ama sonraları içmemeye karar vermiştim, zaman kaybı gibi gelmeye başlamıştı. Umursamadım artık. Koyu renkli köpeğe üzüldüm otururken. Öyle bir niyetim yoktu aslında. Bana havlamamıştı bile zavallı. Öyle mal mal bakıyordu sadece. Durduk yere götünden vurmaya gerek yoktu…
0 notes