Tumgik
#tarih henüz bitti
defnekalbim96 · 4 months
Text
OF CUMARTESİ İCİN COK HEYECANLIYIM AAAAA
1 note · View note
karincakarakedi · 1 year
Text
Neler olacağını bilmediğim bir belirsizlik~
Evet..
Bugünleri özetlemem gerekirse sanırım böyle derim. Geçtiğimiz üç ayı oturup düşündüğümde, o üç ay öncesindeki her şeyi düşündüğümde..
Tuhaf hissediyorum. Rüya mı gördüm acaba?
Elbette şu an mutsuz olduğumu iddia etmiyorum, öyle olsa benden mutsuz olanlar bana kızmakta haklı olurlardı. Kendim için gösterdiğim o tüm çaba şu an beni ayakta tutan şey.
Ama her şeyden önce en yakınım dediğim insanın da içinde olduğu o zor süreci unutmak istemediğimi bu günlüğe yazmak istiyorum. Bu blog benim günlüğüm, anılarım, mutlu anlarım ve mutsuz anlarım. Elbette mutlu anları ve çabayı, motivasyonu burada daha çok görmek temennim.
Deprem bu ülkede yaşandı. Benim gibi uzağında olanlar içinde değildi ama yaşandı. Henüz bitmedi. Depremin ardından aylar geçse de bugün hâlâ zorluk çeken insanlar olduğu sürece bunu bitmiş sayabileceğimi sanmıyorum.
Elbette ki aynı acıyı hissedemeyiz ya da kendimize psikolojik olarak zarar verecek düşüncelere yönelemeyiz. Amacım sadece bunu unutmamayı hatırlamak.
Çünkü toplum günlük hayata döndüğü zaman önemli olayları unutur. Unutmamak acıyı unutmamak ya da sürekli acı çekmek değildir. Unutmamak sizin için önemli olanı bilmektir. Orada hâlâ zorluk çeken insanlar olduğunu bilmektir. Elinizden geleni yapmaktır. Kendiniz için de elinizden geleni yapmaktır.
Tabii ki bir kişinin tek başına yapabileceği şeyler sınırlı ancak bu konuyu burada uzun uzun dile getirmeyeceğim~ Sadece benim için ömrümün "iyi ki"si dediğim dostumun da acı çektiği, üzüldüğü, korktuğu, yalnız hissettiği, ailesinden insanları kaybettiği bu olayı unutmamayı tercih ediyorum. Bana gelirsek..
Uzun zamandır bu blogda yazamıyorum çünkü aylardır sürekli hastaneye gitmek zorunda kalıyorum. Başta basit bir bilek yaralanması geçirdiğimi düşünmüştüm. Sonunda yürüyemediğim haftalarım oldu. (Çok şükür şu an biraz daha iyiyim~) 8 kez doktor yüzü gördüm.. En son fizik tedaviye gitmemi söylediler ama şahsen sorun ne ben bile bilmiyorum. Bildiğim tek şey kas ağrılarının sinir bozucu olduğu ve normal ritmimi çok özlediğim.
Ama bu süreçte öğrendiğim şeyler de oldu.
Mesela yanımda olduğuna inandığım bazı insanların umurunda bile olmadığımı öğrendim ama bir o kadar da hiç beni umursamadığına inandığım kişilerin gerçekten de "arkadaşı" olduğumu öğrendim.
Stresimi azaltmak için bol bol çizim yaptım. (Çizen Anka çizimlerini her şeyden ayrı tutuyor ve paylaşıyor, anime tarzı çizimler seviyorsanız bir uğrayın derim, kendimi geliştirmeye çalışıyorum: Tık)
Danstan kopmamak için zihnimde bol bol dans tekrarı yaptım, çok bir şey yapamasam da derslere katılmaya çalıştım. Göz yaşı döktüğüm ağrı çektiğim ve umutsuzluğa kapıldığım günler yok muydu? Elbette var.
O kadar hastaneye gidip de doktorunuzun size "Bilmiyorum başka bir doktora gitmelisin" deyip durduğunu düşünün. Bir noktadan sonra incinmemek elde değil.
Ayrıca bu süreçte dil çalışmalarım azalsa da geçtiğimiz yılın sonunda ufak ufak başladığım tarih çalışmamın yarısını bitirmiş bulunmaktayım. Tarih Celal Hoca'nın sayesinde o kadar eğlenceli ve katkı dolu ki.. Eski Türk Tarihi ve Osmanlı Tarihi ne ara bitti anlayamadım bile. Şu an Cumhuriyet Tarihi'ndeyim. Bakalım neler öğreneceğim. Neden tarih çalıştığımı mutlaka bu günlüğe iliştirmişimdir ama tekrar iliştireyim. Çünkü içimde kaldı. En büyük sebebi bu.
Lise yıllarımda kötü olmayan tarih dersleri alsam da (hocam cidden iyiydi).. İlk öğretim ve orta öğretimde pek alamadım. Lise yıllarında ise dürüst olalım ilgim çoğu zaman ders çıkışı gittiğim yazarlık eğitiminde ya da satranç takımında idi. Eheh~
Ayrıca o yıllarda ders çalışmayı ve kendimi geliştirmeyi şimdiki kadar sevmiyordum, bana bu sevgi on sekizimden sonra üniversite yıllarımda geldi. O yıllarda kendimi tanıma fırsatı yakaladım~ İçimde kalan pişmanlık değil ama eksik olan geç kalınsa da yapmak istediğim şeyleri şu boşta kaldığım süreçte yapmaya çalışıyorum. Bilek ağrısı çekerken başta kolay değildi ama ilaçlarla hafifleyen ağrılar ve zamanla biraz kendimi toparlamış olmam hızımı almamı sağladı.
Tumblr media Tumblr media
Not: Bu defterleri zamanında uygun fiyatlı iken almıştım, tarih çalışmalarım için kullanırken bazen gülümsemiyor değilim. Hafif esprili bir yanı var.
En azından bu zorlu süreçte edindiğim bazı bilgileri arkadaşlarımla paylaştığım o anlar, yeniden yazmaya döndüğüm bu günler, üzülüp ağladığım anların yanında beni gülümsetiyor da.
Maalesef bu yazım da motivasyon ve mutluluk dolu değil. Bolca çaba, bolca pes etme, bolca yeniden başlamayla dolu. Belirsizlikle dolu. Ama bazen böyle olur.
Umut etmeyi nasıl hatırlarım ben de bilmiyorum şahsen ama hâlâ yapmak istediklerim var. Bu sebeple sıkıca çabalıyor, bu çabalarımı bu günlüğe iliştiriyorum.
Son günlerde bu melodinin verdiği hissiyat beni yazmaya daha da itiyor.. Yazdıkça yazımın, yazı dilimin ne kadar değiştiğini fark ediyorum. Büyü gibi hissettiriyor, hoşuma gidiyor. Gerçi.. 10 yıl sonra bugün yazdıklarımı okursam yastık ısırarak utanacağıma eminim ama neyse xD Yazmayı kalbiyle seven pek-çok yazar böyle hissediyordur sanırım.
Kendimizi çok eleştirip durduğumuz için asla yazdıklarımıza "mükemmel" diyemiyoruz. Bu özgüvensizlik değil, en iyimizi görmek istememizden ötürü~ Akıl sağlığına zararlı hâle getirilmediği sürece bunun yazmakta da, çizimde de, dansta da iyi bir getiri olduğuna inanıyorum~
youtube
Belirsiz, zorlu günlerde elinden geleni yapan herkesin emeklerine sağlık~ ~Anka
6 notes · View notes
restoranci · 5 days
Text
Restoran, Restorancı ve Restorancılık
Sıcak bir Temmuz sonu, İstanbul'da bir kitapçıda aşık oldum, kitapçının en ücra yerinde, küçük bir köşede, en az kitap bulunan terkedilmiş bir rafta, gri kapaklı bir kitaba. Aşk yaşadık resmen bir hafta boyunca. Kitap aşkı bitmeyen aşklardan olduğundan dolayı, bir hafta seviştik sonra bitti diye birşey olamıyor. canınız istediği zaman, tekrar tekrar sevişebiliyorsunuz, kitaplığınıza uzanıp, kolayca. Aslında ne kadar az şey biliyormuşuz meğer, bir o kadar da eksik bilgilerle yaşıyormuşuz.
Tumblr media
Bu kitaptan alıntılarla ilk yazımı birleştirmek istedim.
İyi okumalar...
Hepimize yemek yaptırdı pandemi ve birçoğumuz da sevdik bu işi. Evde saatlerce uğraşıp dostlarla yemek pişirmek kadar keyifli birşey yoktur bence. Tabi eğer herkes elbirliği çerçevesinde çalışacak ki o bulaşıklar dağ gibi evsahibine bırakılmasın. Tabi pandemi öncesi neredeyse haftada 2-3 kez dışarıda aynı yemeği bir restoranda 20-30 dk içinde masamıza alabiliyorduk ve bu yemeği beklerken sosyalleşebiliyorduki hem de bulaşığı kim yıkayacak derdi olmadan. Aşçcılar, garsonlar ve bulaşıkçılar sayesinde, restoran rahatlığında.
Yemeği içmeyi bu kadar fazla seven bir kültür olarak hiç merak ettik mi mesela restorancılık fikri ilk kimin aklına geldi, kimin fikriydi, nasıl gelişti ve ilk hangi ülkede açıldı diye.
Dünyanın ilk restoranı ve restoran kelimesinin ne zaman kullandıldığı birçok kişi tarafından bilinmeyen veya akla gelmeyen bir soru. Ancak, restoran kelimesinin kökenine bakınca anlamı ile yemek yapma sanatının benzerlikleri ön plana çıkıyor...
1970 ler Fransasında Paris'te bir restorancı ilk restoran tanımını yapar. Kendisi bir restorancı olarak Pariste çorba / kemik suyu yapan iyi bir aşçı. O günlerde, restoran tanımı henüz yapılmadan, bu tip yerler sadece zenginlere hizmet eden bir sektördü. Aslında şu an sürüklendiğimiz yol, tam da yaşadığımız şey bir yandan da. Ekonomik koşullar sayesinde sadece zenginlerin gidip yemek yeyebileceği mekanlara dönüşüyor yavaş yavaş restoranlar.
Bolanger sağlığa iyi geldiğini düşünerek çorbalarını restoran konsepti adı altına satmaya başlar. Ancak, bu gelişme herkes tarafından kabul görülmez. Fırıncılar loncası ve aşçılar loncası gibi tüm yemek grupları bu duruma karşı çıkarak uygun görmediklerini açıkça belli ederler.
Boulanger ise işini yasallaştırarak devam ettirir ve bugün her yerde gördüğümüz restoranın ilk temelini atar.
Ancak bazı kaynaklara göre ise, ilk restoranın Çin'de açıldığı ve Marco Polo Çin'de bulunan restoranların tıpkı bugünkü gibi o zaman da menülü ve garsonlu olduğunu söyler. Ancak, başka bir kaynağa göre ise ilk restoranın kurulmasını sağlayan kişi olarak Mathurin Roze de Chantoiseau gösterilir.
Fakat Chantoiseau ile Boulanger'in birbirlerine karşı çıktığı da iddialar arasında bulunmaktadır. Chantoiseau yine 1766' da besleyici bir reçete ile Paris'te bir restoran açar, ancak tarih kitaplarında Boulenger' a değinilir. Tıpkı Edison ve Tesla' da olduğu gibi.
Tam da bizim yapmaya çalıştığımız gibi, babamızın ilaç kullanmadan restoranımız için yetiştirdiği ürünlerin, farklı farklı yörelerden, kooperatiflerden aldığımız organik, adil ticaret yöntemleri sonunda, tarladan tabağa kadar olan süreç esnasında harmanlayarak önünüze gelen sağlık, vitamin, ilaç yani, iyileştirici bir restorancılık.
Türkçede kullanılan lokanta sözcüğü ise lokal ile aynı kökten gelir. Türk yemeklerinde Osmanlı döneminde günlük hayatta geleneksel yemek aşçıları, esnafı, kebapçıları ve köftecileri bulunurdu.
Türkiye'de bilinen ilk rostoran ise 1888' de İstanbul'da Galata' da hizmet veren Viktorya' dır. Daha sonra adı Abdullah Efendi olarak değiştirilen hani. Restoranda birçok yemek aynı anda satılır, kadınlara ayrı oturma yeri, devlet büyüklerini ağırlama yeri ve içki satışı da bulunuyordu. Bugünkü adı ise Hacı Abdullah olarak değiştirildi ve daha çok Osmanlı yemekleri yapılıyor.
Tumblr media
Bu bilgilere nereden nasıl ulaşabileceğimi bilemediğimden dolayı, Kıbrıs' a dair böyle bir bilgi paylaşımı yapamıyorum malesef. Turizm Adası dediğimiz bu coğrafya da, bunu merak eden çalışan birileri olmamış belli ki.
Belki kazıya kazıya birşeyler bulurum, bulduğum zaman bir yazımız da Kıbrıs' a dair olur.
Bu kitabı okurken aklımdan geçenler, beni götürdüğü yerleri, kabaran duygular, travmalar ve yaşadığım tüm yas süreçlerini tetiklediği tüm duyguları buraya sığdıramam mümkün olamayacağı için kısa bir toparlama yapıp yazımı bu defalık sonlandırmak istiyorum.
Girne-Taşucu-Ankara-İstanbul-İzmir-Bayındır-Köyceğiz-Karaman-Taşucu-Girne yollarında dostlarımızla, Dr. Hami' nin 13 at emektar Toyota Probox'u ile, 1 hafta da 4500km yaptığımız, kooperatifler, permakültür, işlevsel ormanlar, organik tarım, adil ticaret tartışmaları yaptığımız süre içinde;
KIBTEK bütün bu yolculuğumuz boyunca restoranımızın elektriğini 8 defa kesmiş bulundu. Çöpe atılan gıdalar, zarar ziyan falan. Kontür yükleyemedik ya, yollarda bayırlardayız ya, internet, hatta telefon hattı bile yok ya, hani anavatan, ama roaming var ya.
Kontürlü restoran sayacım var, evet.
Ada da bir ilk bence.
Sadece bize özel.
Hizmet vermeden / veremeden haraç kesen bir kurum var bu coğrafyada, "cennet vatan, yavru vatan, hatta ve hatta yemyeşil" yarım adamızda.
Beni bu yarım ada, pandemi sürecindeki yarım ada ve pandemi sonrası yarım ada yaşlandırmıştı, çökmüştüm resmen! Ama silkindim bir, dostlar da silkindi! Şu anda gençleşiyoruz yeniden, hep birlikte, iktidarların en büyük korkusu oluyoruz yeniden.
Dip Not: Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) yaşlılığın tanımını yaptı.
UNESCO yaşlılığı sadece kronolojik ve biyolojik yaşla sınıflandırmak yerine daha geniş bir açısıyla konuya ele aldı.
Bunlar sizde varsa UNESCO’nun tanımına göre yaşlı sayılıyorsunuz:
Konfor alanının dışına çıkamamak
Yeni şeyler öğrenmemek, şaşırmamak ve çoğu şeyi bildiğini düşünmek
Merak etmemek, keşfetmemek
Geçmişte, anılarında yaşamak ve sürekli eskiyi tekrar etmek
0 notes
galaksininsesii · 3 months
Text
Aşk mı Yoksa takıntı mı?
Geçen gün eski bir arkadaşımla konuşurken konu 'ona' geldi ve hâlâ ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı, ona hâlâ âşık olup olmadığımı sordu ve ben bir şey diyemedim ama bu konu bir türlü aklımdan çıkmadı
Sahiden gerçekten âşık mıyım yoksa geçmişimden gelen bir takıntı mıydı benim için?
Onunla ilk karşılaştığımızda henüz ortaokuldaydım. 7. sınıf bitmiş,8. sınıfa geçeceğim o yaz...Ailemle beraber, yaşadığım ilin tepelerine, anneannemin evindeydik o yaz. Babam o gün bizi denize götürmüştü. Eve geldiğimizde amcamı, kuzenimi ve onu gördüm. İlk başlarda onu fındık için gelen mevsimlik işçilerden biri sanmış ve kendi kendime 'Köye ne zamandır bu kadar yakışıklı işçiler geliyor?' demek oldu. Daha sonra öğrendim ki kendisi amcamların mahallesinde oturuyormuş ve kuzenimin çok yakın arkadaşıymış. Amcamlara fındık için yardıma gelmiş. O yüzden onu işçi sanmıştım. İçeri girip hızlıca duş aldıktan sonra üstümü değiştirip hızlıca bahçeye yanlarına çıktım. İlk kez o an... O an onun kahvelerinde kayboldum. Belki saliselik bir bakışmaydı ama o bakışma yıllarca beni kendisine esir etti.
O günden sonra onu görebileceğimi pek sanmıyordum ama o bir anda benim hiç beklemediğim bir yerden çıktı. Teyzemin düğününe gelmişti. Evet teyzemin düğününe...
Kuzenim canı sıkılmasın diye onu da düğüne çağırmıştı. Üzerinde simsiyah bir gömlek ve simsiyah kot pantalon. Yeni tıraş olduğu belliydi. Saçlarında berberlerdeki o ağır parfüm vardı. Normalde beni rahatsız ettiren o koku,onun vücudunda sanki huzurun kokusu gibiydi.
Yıllar geçti. Araya korona girdi ve ben onu çok uzun süre görmedim. Korona bitti. Şehrimizde konser vardı. Ekin Uzunlar konseri. Ailemle ona gittiğimde birden kuzenimi ve onu gördüm. Boyu en son gördüğüme göre daha uzundu, sakalları uzamıştı. O gün onunla ayak üstü hızlıca sohbet ettik ve o gitti...
3 ay sonra... Tam üç ay sonra tekrar gördüm. Tarih 22 Temmuz 2023.
Onunla Eypio konseri öncesinde denk geldik. Akçakocada sahil kenarındaki dükkanların oradaydık. Yanında mahallleden bir arkadaşı vardı. Benim yanımda ise amcamın kızı ve yine bir akrabamız vardı. Biraz sohbet ettikten sonra siz ikiniz içmeye gittiniz. Birkaç saat sonra konser alanının yanındaki heykelin orada bizi buldunuz. İlk başta biraz korkmuştum,sonuçta bize içmeye gidiyoruz demiştiniz ama sonra "Konser var diye tüm dükkanlar kapalı." diyince rahatladım. DJ bir şeyler çalmaya başladı ve birden "Eller havaya" dediğinde ben kaldırmayınca o elimi tuttu kaldırıp bana göz kırptı. Sonra ben ufaktan yaklaştım ve elimdeki yüzükler düşüp kaybolmasın diye cüzdanıma koyarken cüzdandaki paraları görüp kulağıma eğildi ve şakasına "Ooo zenginiz he?" diyip güldü. Sonra sigara yaktı, dumandan kaçtığımın görünce yine kulağıma eğidi ve içip içmediğimi sordu. Bende oma diş telimden dollayı içemediğimi belirtince sigarasını tuhaf bir şekilde yuttu ve o şekide içmemi önerdi. Bende hayır anlamında kafamı sallayıp güldüğümde gülüşüme karşılık verdi ve bir süre sonra yanımızdan ayrıldı. O akşam ona instagramdan istek attığımda anında kabul edip geri takip yaptı. İnanın çok mutlu olmuştum,bütün akşam sosyal medyasını inceledim ve bazı fotoğrafların ekran görüntüsünü aldım (Evet böyle bir şey yaptım. Normalde utanmam lazım değil mi ama utanmıyorum. Şuan o fotoğtaflar sayesinde aylardır hasret olduğum o yüzü görüyorum)
O yaz onunla çok güzel şeyler yaşadık. Birlikte gezdik, tozduk, eğlendik, hatta beraber denize ve havuza bile girdik
(Tabii ki bunları baş başa yapmadık. Amcamın oğlu ve kızı da bizimleydi ama olsun. Yıllardır onunla yan yana gelmeyi hayal eden ben onunla tatil yaptım sayılır.)
Aylar geçti...Doğum günü geldi. O gece yarısı ona doğum günü mesajını attıktan sonra storylerine baktığımda sevgilisi olduğunu düşündüğüm kızla çok samimi bir resmini gördüm. Birlikte kutlamışar ve kutlar kutlamaz instagrama atmışlardı. Elbette çok üzüldüm,çok yıkıldım ama beni asıl üzen şey o günden sonra beni tüm sosyal medya hesaplarından çıkartması oldu...
Bunu ona sorduğumda sevgilsinin yaptığının söyledi ve bir şey diyemedim. Daha sonra ayrıldıklarını öğrendim ve bir kaç hafta sonra ona istek attım ama kabul etmedi.
Onu daha sonra kuzenin asker eğlencesinde ve askerden dönüşü için yapılan kutlamada gördüm. Evet koskoca 6 ay onu ne sesini duydum ne de yüzünü gördüm...
Bu onun hakkındaki kısımdı ama şimdi size bir kaç itirafta bulunacağım:
Onsuz geçirdiğim o yıllarda benim iki sevgilim oldu ve ikisi de beni aldattı.(Bu konuyu boş verin önemsiz detay) Tüm bu süreçte yanımda olan arkadaşım ise bana; "onu" takıntı haline getirdiğimi, eğer gerçekten ona aşık olsaydım başkalarıyla sevgili olamazsın dedi.
Bir diğer arkadaşım ise; Ona gerçekten aşık olduğumu ve başkalarında sevgi aramamın sebebini onu unutturacak birini bulma çabasında olduğumu ama bulamayacağımı bildiğimi ve olma ihtimalimiz imkansız olsa da ona gerçekten aşık olduğum için onu unutamadığımı savunuyor.
Sizce de öyle mi? Benim ki aşk mı yoksa sadece takıntı mı?
1 note · View note
keemlenyekun · 3 years
Text
bu yaşa erdirdin beni gençtim almadın canımı
“Ölmedim genç olarak.”
Evet çok ama çok uzun zaman oldu buraya yazmayalı. Omuzlarımdaki yükten kurtulmadıkça yazmam demiştim. En son 2018 ocaktı. 
Zaman uzun olunca yazacak o kadar çok şey oluyor ki. 
“Gençtim işte. Şehrin o yatık raksından incinen yine bendim.” 
Ee bir yerden başlamak gerekiyor. En güzel başlangıçlar hep şiirle olur. Gençliğimde her anıma uygun şiirler bulmak sevdiğim işlerdendi. Misal. Yaşım henüz daha küçükken Zarifoğlu’nun ikinci aynasında bulurdum kendimi. Bu biraz umutsuz şiir aslında bütün umutlarımı da içeriyordu. 
Bir çocuk havliyle geçmek isterdim tüm ıssızları. Bu böyle kolay olacak gibi de değildi. Öyle de oldu. 
Ben sercan. Mutlu bir hayatım da vardı. Her şey yolundaydı. Maddi ve manevi olarak. Ama asıl sıkıntı da buydu. Bir sorunun olmaması. Garip değil mi? Ama gerçek bu. 26 yaşındaki sercan çocuktu. 3 senelik hakimdi. Takıntılıydı. Mükemmeliyetçi pisliğin teki. “gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda.” Gerçekten böyleydim. Egosundan duvarlar arasında bir çocuk. 
“Gençtim ya, ne fark eder deyip geçerdim nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem ne fark eder demişim bilmeden farkı istemişim.”
Sonra ülkem gibi ben de kırıldım. Kaderin kırılmaları bir şekilde daima bulurdu ya bizi. Hiç bir şey yapmadığım o gece hain oldum, mahkeme kapısından arkamda polisle çıkartılacak kadar azılı bir hain. Dünyanın en kötü insanı bendim. Soru çalmışım. ÖSSde yaptığım türkiye derecesi, Ankara hukuku bitirişim hepsi kopya ileydi. Dünyanın en kötü insanı olarak girdim Çağlayan adliyesinin eksi 7.katına. Tarih 11 ağustos 2016 idi. 
Sonrası gözyaşıydı. Başlarda öyleydi. Silivri’nin demir parmaklarında ölmeyi diledim kaç defa. Annem karşımda her ağladığında, babam her elimi tuttuğunda sesindeki kırılmasıyla “sen doğru yoldasın şaşma” dediğinde yok olmayı diledim. Ucu kesik meyve bıçaklarıyla uzun uzun bakıştım geceler boyunca. Suçsuz olduğumu bilmeme rağmen birileri yüzüne bakıp bakıp onca sevdiğin ülkene hainlik yaptı derken kaldıramıyordum. Bitmek bilmeyen geceler vardı. Bitmek bilmeyen kalp ağrısı vardı. Aklımda büyüyen tüm ağrıların yolları ölüme çıkıyordu.
Sonra dördüncü ayımda gözyaşım bitti. O gün bugün hiç ağlayamadım. 2017 olmuştu. Akmayan gözyaşım kalbime birikti. Her an ölecekmiş gibiydim. Bir gün annem görüşe on dakika geç çıktım diye karşımda öyle bir ağladı ki. O gündü: karar verdim. Neden öleyim? Ben bir şey yapmadım. Ben belki kötü bir insanım ama bu kalabalığın iddia ettiği kötü insan ben değilim. Ben değilim. 
9 ayın sonunda bir akşam hiç de beklemezken çıkarttılar. Tarih 2 mayıs 2017. Elimde poşetler esenlerde otobüs bekleyen sercan o eski çocuk değildi artık. Aileme haber vermeden samsuna tek başıma geldim. Kapıda beni gören ablam, annem babam şok geçirdiklerinde onlara şaka yapıyordum: “size unutamayacağınız bir sürpriz bile yaptım”
O dokuz aydaki kalp ağrısının sebebi tek kelime etmeden çekip gitti. Silivride takılan kelepçeden daha ağır gelmişti bu. Umutsuzca sahilde dalgalara karşı yürüyüp durdum bir kaç ay. Şuradan karadeniz dalgalarına atayım kendimi  dedim iskelenin ucuna her gittiğimde. 
Sonra mı? 
Her karanlık sabahın güneşi olmaz mı? 
Bir güneş doğdu hayatıma. Bu kadar karanlık bir kuyuda olan sercanı balonlara bağladı, hem de kendisi düşmekten korkmadan. Kuyumdan çıkardı beni. Çabuk da olmadı bu. Y��llar aldı. Yavaş yavaş. Tanıya tanıya. Seve seve. Ve nihayetinde aşık ola ola. Balonlar sevgiydi, aşk oldu. Hayat oldu. Nefret ettiğim İstanbulu sevdirdi bana. Üsküdarda, çengelköyde, adalarda güzel anılar biriktirdi. 
Yaşayacaksın dedi bana bu kız. Ölümle yatıp kalkan sercana hayatın elini tutturdu. Evinde odasında karanlık kalan sercan o duvarları yıktı. İkna edilmişti.  Gitti esnaf oldu. Hiç bilmediği bir yerde nevresim, masa örtüsü sattı. Hiç bilmediği dilde konuştu. (Gürcü kardeşlerime buradan tekrar teşekkür ederim.) 
Yetmedi işsiz kaldığımda evlendi benimle. Yetmedi çok sevdiği istanbul ve ailesini bırakıp yanıma geldi. Tüm bunları terör örgütü üyeliği ile yargılandığım dava sürerken yaptı üstelik. 
2016da başlayan davam 18 kasım 2021de son buldu. Beraat ettim. 
Beş buçuk yılın ardında ne kaldı peki? Hayat. Hayat ve kader. Değiştim. Hiç tahmin etmediğim kadar çok değiştim. 
2016 ocak ayında gittiğim Kabenin dibinde dua eden sercan yok artık. Allaha iman ediyorum. Ona küsemiyorum. Kalbime benden daha yakın olan Allah bilmeyecek mi bu gerçeği. Elbette biliyor. Bir sabah silivrinin keskin sarı ışıkları yatağıma düştüğünde kalbimi rahatlatsın diye dua ederken bir gerçekliğin farkına varmıştım: Allah bize dünyada adaleti sağlayacağına dair bir söz vermemişti! Ve ben adaletsizliğin sebeplerinden biri değildim. Adaletsizliğin mağdur ettiklerindendim. Bunu muktedirler hiç bir zaman anlamayacak. Ben karar verici de oldum, karar verenler karşısında ayakta bekleyenlerden de oldum. Ayakta bekleyenlerden olduğuma şükrediyorum. 
Değiştim. İyi bir değişim olduğunu da söylemiyorum bunun. Kendime olan güvenim yerle yeksan oldu. Yaşadığım 27 yılı yok etmek istedim. Hiç arkadaşım kalmadı. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Yok olsun istiyordum. İyi ya da kötü tüm anılarım boşlukta yok olsun istedim. 
Değiştim. Ağlayamıyorum. Eskiden her şeye ağlayabilen adam mezarlıkta bile ağlayamaz oldu. 
Değiştim. Çok değiştim. 
İsmet özele bırakayım yazının sonunu. 
Vesselam. 
“Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan artık bu yaşa erdirdin beni, anladım gençken almadın canımı, bilmedim demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi taşınacak suyu göster, kırılacak odunu kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin tütmesi gereken ocak nerde?”
11 notes · View notes
etaali · 3 years
Text
Tumblr media
Acı yok; intizâr yok; eskide kaldı hasret
Devrini tamamladı endişe, korku, hayret
Buz ve köz tarih oldu; bitti zaman ve mekân
Zaman biziz, mekân biz; imkânsıza yok imkân
Ömrün ne sonundayız, ne de henüz başında
Otuz üç yaşındayız, hep otuz üç yaşında
İçim sensin bu ilde; dışım sensin Rüveyda
Rüveyda,
Ben sendeyim; sen bendesin Rüveyda..
4 notes · View notes
burayanasiilgeldik · 4 years
Text
yirmi yediyim’ ama tarihe geçmedi hiçbir dediğim hey*
Sanırım yazasım var ve bu heves kaçmadan birkaç not düşmek istiyorum. geri dönüp okuması keyifli oluyor, bunun yeri burası mı emin değilim ama whatever. zaten 27 yaşında da değilim. 
Ramazan geliyor diye aklımda birkaç şeyin çetelesini tutmak var. Klasik denebilecek belki de çoğu insanın zaten hayatlarında olan birkaç rutin. zaten amaç tazelenmek, bu ayın bizde bir şeyleri değiştirmesini sağlamak, farkındalığı arttırmak bana kalırsa. ha bu planlara uyulur uyulmaz bilemem ama böyle bir fırsatı -uzun zamandır ilk defa ramazanda evdeyim ve yine böyle extrem bir şey olmadıkça daha uzun zaman evde olmayacağım- değerlendirmek istiyorum. bu konuda bazı kişilerden ilham alırken bazı kişiler bana yetersiz hissettiriyor. sebebini henüz çözemedim yani neye özeniyorum bilmiyorum. zarif fikirler en başında gelse de genel bir durum var mı bu konuda emin değilim. the paragraph about Ramadan is ended here.
Online ders sistemi beni zorlamıyor. çünkü zaten 2 dersim vardı ve onlara da yetişebiliyorum. beni endişelendiren şey henüz kpss için çok geride olmam ve yüksek lisans başvurularının başlayacak olması. hadi ertelendi diyelim 2-3 ay ama yine de aynı süreçleri ertelense de yaşayacağız. işte efendim niyet mektubu, referans falan filan. hoş, aklımda bir şeyler netletmiş sayılmaz ama Allaha bırakmayı tercih ediyorum- etmeye çalışıyorum. bir şekilde hallolur ama niyetimi ortaya net koyma ihtiyacı hissediyorum. sanki bu bir şeyleri daha iyi eder. 
Ev hayatına alıştım. birkaç kere markete vs çıktım onun dışında da evde kalabalık olmanın getirdiği şeylere bazen sinirlensem de durumu kabullendim denebilir. öyle büyük stres topu halinde değildim ya zaten, yine de rahatladım denebilir. elimden geleni yapmaya çalıştığım bir zaman dilimi oluyor. bu süreç bittikten sonra her şey çok hızlı başlayacak ve bu duruma şimdiden kendimi alıştırmaya çalışıyorum. inşallah almamız gereken dersleri alırız derken bile bu derslerin neler olduğunu sorgularken buluyorum kendimi. yahu ne farkeder.
bitti. yazmayı özledim. buranın canlılığını özledim. kalp.
7 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing - 74. Bölüm
Mega // MangaTr
Merhabalar! Yarın kuzenimle birlikte tatile çıkıyorum, ne zaman döneceğim belli değil ama max 1 hafta sürer diye düşünüyorum. Yine de oturup bir sürü bölüm çevirdim ne olur ne olmaz diye paylaşayım dedim. Gecenin ilerleyen saatlerinde başka bölümler de çevirirsem onları da paylaşacağım. Malesef net bir tarih veremiyorum ama aşağı yukarı 12 Haziran’a dek yeni bölüm gelmeyebilir, belki de gelir. Belli olmaz.
Bölüm 74: Yağmur İçin Yalvarmak, Yağmur Ustası Yağmur Şapkasını Ödünç Veriyor
Küçük çocuk tümüyle ve tamamen hayrete düşmüştü.
Bu sırada Feng Xin ve Mu Qing ise Xie Lian’ı zapt edebilmek için birkaç kol ve bacaklarının daha çıkmasını diliyorlardı, müthiş bir güçlükle en sonunda onu aşağıya çektiler. Ancak Xie Lian çabasız bir şekilde onları itti. “Pekala! Bitti! Kuralları ihlal ettiğimi biliyorum ama sadece hiçbir şey duymamışsınız gibi davranın ve her şey yoluna girer. Siz bir şey söylemediğiniz sürece kimse bilmez. Sadece bu seferlik. Hiçbir şey söylemeyin, beni duydunuz mu?”
Mu Qing sanki zorla çorap yedirilmiş gibi görünüyordu ve başını iki yana sallayarak mırıldandı. “Size inanamıyorum… bu kadar kendinden emin bir şekilde ‘benim için yaşa’ gibi bir şey söylemek, sahiden…”
Xie Lian söylediklerinin fazla bir şey olduğunu düşünmemişti, ama Mu Qing’i duyunca, sahiden de kulağa nasıl geldiğini fark etti ve parlak kırmızı bir şekilde kızardı. Feng Xin hemen kaşlarını çattı. “Yeter. Ekselansları bu konudan bahsetmeyin dedi, neden hala konuşuyorsun?” Ama dudaklarının kenarı titredi. Xie Lian daha fazla dayanamıyordu ve kendini savundu. “Ne, ne. Söylediğim işe yaradı! Bakın!”
Genç çocuk bir süre daha sersemlemiş bir şekilde oturmuştu ama Xie Lian’ın sesi daha fazla duyulmayınca sertçe yüzünü silmiş, sunaktaki adak tabağına uzanıp kollarına almış ve kuru meyveleri, tatlıları kemirmeye başlamıştı. Kuvvetli bir şekilde çiğneyip duruyordu, hem kötü hem zavallı küçük bir yaratık gibiydi. Xie Lian onu izlemek için eğildi, yüzünde bir gülümseme belirirken diğer ikisine döndü. “Gördünüz mü? İşe yaradı. Öncesinde yemek yemeyi reddediyordu, ama şimdi yiyor.”
Mu Qing. “Tabi, tamam. İşe yaradı. Çünkü bir tanrısınız.”
Feng Xin de. “Evet, evet. İşe yaradı. Çünkü bir tanrısınız.”
“…”
Xie Lian doğruldu ve bir kez daha ciddileşti. “Evet, ben bir tanrıyım. İkinizi buraya bir karara vardığım için çağırdım.”
Bir anda ortamdaki rahatlık tekrar kayboldu. “Ne yapmamızı istiyorsun?” Feng Xin sordu, bu sırada Mu Qing sorguladı. “Hala bu meseleyle ilgileniyor muyuz?”
“Evet. Çözüm basit.” Xie Lian. “Xian Le Krallığında yeterince su yok, bu yüzden biz de Xian Le’nin dışındaki krallıklara gideceğiz.”
“Diğer krallıklara mı?” Mu Qing tereddütlüydü. “Fazla olmaz mı? Bir tür su tanrısından su yaratan ruhani bir şeyler ödünç almamız ve diğer cennet mensuplarının bölgesini kullanmamız gerek. İzin vereceklerini sanmıyorum.
Elbette Xie Lian da bunları göz önünde bulundurmuştu. “Deneyeceğim. Hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Siz kalın ve Yong An’a göz kulak olmaya devam edin. En kötü durumdaki bölgelere yardım edin. Ben Cennete dönüyorum. Problem var mı?”
Feng Xin. “Yok. Arkanda biz varız.”
Mu Qing düşündü ve sorguladı. “Peki ya Veliaht Prens Tapınaklarından gelen onca dua ne olacak, Ekselansları?”
“Ben de oraya geliyordum.” Xie Lian cevapladı. “En önemli olanları seçin ve benim yerime meseleyle ilgilenin. Vahim olmayanlar bekleyebilir.”
Mu Qing iyimser görünmüyordu ama yine de onayladı. “Siz veliaht prenssiniz, sizi dinleyeceğiz. Ama onları uzun süre bekletmemenizi tavsiye ederim.”
Xie Lian omuzlarına vurdu. Feng Xin ve Mu Qing eğildikten sonra yola koyuldular, küçük mabette geride sadece Xie Lian ve çocuk kalmıştı. Xie Lian mabetten çıktı, geriye bir bakış attıysa da daha fazla kalmadı ve doğrudan çabucak Cennete gitti.
İlk olarak suyu kontrol eden cennet mensuplarına uğrayacaktı, ama tuhaf bir şekilde, neredeyse tümü Üst Cennetten uzaktaydılar ve geriye sadece Yağmur Ustası, normalde cennette ikamet etmeyen Yağmur Ustası, kalmıştı. Xie Lian aceleyle koştururken kolları bir sürü parşömenle dolu siyah cübbeli bir kadın mensuba çarptı. Kadın gülümsedi. “Ekselansları en sonunda dönmüş.”
Xie Lian hemen sordu. “Nan Gong, tam zamanında geldin. Yağmur Ustasının yaşadığı yer neresi biliyor musun?” *ÇN: Unutanlar ve emin olamayanlar için; Ling Wen.
Siyah cübbeli kadının adı Nan Gong Jie’ydi, Orta Cennetten düşük seviyeli bir literatür mensubu. Xie Lian yükseldikten sonra bir sürü angarya ve ayak işiyle o ilgilenmişti. Bu kişi olaylar hakkında epeyce bilgiliydi ve işleri çok iyi yönetiyordu, bu yüzden Xie Lian onun hakkında çok iyi şeyler düşünüyordu.
“Yağmur Ustası’nın yeni sarayının yapımı henüz tamamlanmadı, bu yüzden geçici olarak Güneydeki Yushi Krallığında ikamet ediyor.” Nan Gong Jie ona Yağmur Ustasının yaşadığı yerin adresini verdikten sonra ekledi. “Neden Yağmur Ustasını arıyorsun?”
“Acil bir mesele var. Yardımın için teşekkürler.” Xie Lian sözlerini bitirdi ve gitmek üzereydi, ama geri döndü ve boğazını temizledi, utanmış görünüyordu. “Nan Gong, Yüksek Cennetteki mensuplarla sen daha samimisin. Acaba bana, Yağmur Ustasının… sevdiği bir şey falan varsa söyleyebilir misin?”
Normalde, yeni atanan bir cennet mensubu yükseldiğinde, akıllı olanlar her mensubun tüm saraylarına uğrar ve onları bir selamlama olarak hediyelerle karşılarlardı. Bu neredeyse konuşulmayan bir kuraldı, ama Xie Lian çok ani yükselmişti ve geldiği zaman kimse ona bir şey söylememişti. Ancak sonrasında Baş Rahip hatırlatmıştı ama artık çok geçti ve işler tuhaf bir hal almıştı. Aynı zamanda böyle bir şey gizliden rüşvet vermeye fazlasıyla benziyordu ve veliaht prens olarak, Xie Lian bu uygulamayı doğru bulmuyordu, bu yüzden işleri oluruna bırakmaya karar vererek, diğer cennet mensuplarıyla daha gerçek bir ilişki kurmak için bir fırsatı olmasını ummuştu.
Hayran olunacak bir hareketti ama şimdi sözünden geri dönmüştü ve temkinli bir şekilde bir başkasına bir cennet mensubunun neden hoşlandığını soruyordu, birisine rüşvet vermek üzere olduğu çok açıktı. Ancak başka şansı yoktu. Yüksek Cennette yaşayan diğer tanrılar en azından ruhani iletişim rünüyle iletişim kurarlardı ve bu müzakere etmeyi kolay hale getiriyordu. Yağmur Ustası böyle etkileşimlerde bulunmuyordu, bu yüzden ilk ziyaret için, Xie Lian insanların yok yere ruhani eşyalar ödünç aldığını düşünmesini istemiyordu.
Nan Gong Jie hemen anlamıştı. “Ne yazık ki, korkarım bu konuda Ekselanslarına yardım edemem. Rüzgar Ustası oldukça gösterişten uzak birisi ve sadece ben değil, tüm cennet diyarında kendisinin kişisel ilgi alanlarını bilen muhtemelen tek bir kişi bile yoktur. Üzgünüm.”
Xie Lian kızardı. “Önemli değil, endişelenme. Teşekkür ederim.”
Nan Gong Jie ekledi. “Ama eğer lordum bir şey soracaksa, doğrudan ziyaret etmesinin bir zararı olmayacaktır. Yağmur Ustasının mizacı düşünülürse, yüksek ihtimalle yine de kabul edilirsiniz.”
Xie Lian ona tekrar teşekkür etti ve güney yönüne doğru ilerleyerek Yağmur Ustasının geçici meskenine geldi.
Küçük bir kasabaydı, dağları yeşil ve suları berraktı, elle çizilmişçesine güzel bir manzaraydı ama Xie Lian takdir edecek bir havada değildi. Tarla sınırlarından geçti ve en sonunda üzerine ‘Yağmur’ işlenmiş bir kayrak taşı gördü. Bunun anlamı kayrak taşını geçtikten sonra Yağmur Ustasının geçici sahasına gireceği ve orada çalışan herkesin Yağmur Ustasının astları olacağıydı. Ama Xie Lian yürürken sadece etrafında yemyeşil alanlar gördü. Tarlalarda öküzler böğürüyor, değirmenler dönüyor, gayretli çiftçiler pirinç ekiyor ve tarlaların yanında küçük, eğri sazdan bir kulübe görünüyordu. İlahilikten ne bir iz ne bir im vardı ve Xie Lian yanlış gelip gelmediğini merak etmeye başladı. Burası sadece yoksul, küçük bir tarım köyü değil miydi?
O kendinden şüphelenirken, uzak bir tarladaki siyah bir öküz aniden iki kez möö’ledi, arka ayakları üzerinde doğrulurken ön ayakları gerildi ve sırtındaki sabanı kendi kendine çıkarttı. O güçlü ve sağlam beden daraldı, uzun öküz büzüldü ve göz açıp kapatıncaya dek iri bir siyah öküzden, eğersiz bir çiftçiye dönüştü.
Çiftçi uzun ve güçlüydü, kasları belirgin, ifadesi inatçıydı ve burnunda öküzlerde olan demirden bir burun halkası vardı, dudaklarından uzun bir ot sarkıyordu. Diğer çiftçiler de bu sıradışı dönüşümü izlediler ama sanki hiçbir şey olmamış gibi işlerine devam ettiler. Bu yüzden Xie Lian buradaki kimsenin ölümlü olmadığına kanaat getirdi ve yaklaştı, ellerini uzattı ve nazik bir yumruk haline getirdi. “Dost efsuncu, burasının Yağmur Ustasının geçici meskeni olup olmadığını öğrenebilir miyim?”
Siyah öküz çiftçi karşıdaki bir tarlayı işaret ederek cevapladı. “Evet. Yağmur Ustası orada yaşıyor.”
“…”
Xie Lian birkaç kez etrafına baktıktan sonra gösterdiği yönü doğruladı, sahiden orada sadece o en ufak bir rüzgarda bile devrilecekmiş gibi görünen ve yağmurlu günlerde kesinlikle sızdıran sazdan kulübe vardı.
Kendisinin en sefil, eski mabetleri bile bu küçük kulübeden çok daha sağlam görünüyordu. Xie Lian merakla dolmuştu. Yağmur Ustasının Yushi Krallığından yükselen, kendisi gibi bir soylu olduğu söyleniyordu ve tam da bu yüzden hediye olarak yanında hiçbir değerli taş veya ender hazineler getirmemişti, Yağmur ustasının da bu tür şeyler hakkında aynı şeyi düşündüğünü sanmıştı, ki bu da küçümsemeydi. Neden yükseldikten sonra böyle bir mahrumiyet çekiyordu? Belki de başka bir tür Yol’du.
Terbiyeyi elden bırakmadan, Xie Lian çiftçiye teşekkür etti ve küçük kulübeye yaklaştı, yüksek ve net bir şekilde seslendi. “Yağmur Ustası, lütfen Xian Le Prensini önceden haber vermeden ziyarete geldiği için bağışla.”
Kulübeden yanıt gelmedi ve o çiftçi öne çıktı, saban sürüyordu. “Aa? Sen on yedi yaşında yükselen veliaht prens misin?”
Xie Lian. “Ne yazık ki.”
Çiftçi. “Pişman olunacak bir şey yok. Bu gerçek. Ama Yağmur Ustası insanlarla görüşmeyi sevmez üstelik yakın zamanda yaralandı, bu yüzden korkarım seni bugün karşılayamaz.”
Bunu duyunca Xie Lian hayal kırıklığına uğradı ama yine de denemeye devam etti. “O zaman benim adıma bir mesaj iletmeni isteyebilir miyim? Acil bir istek. Ancak eğer Yağmur Ustasına yük olaraksa o zaman ısrar etmemeliyim.”
Çiftçi kıkırdadı. “İletmeye gerek yok, hepimiz neden burada olduğunu biliyoruz. Kötü bir his değil mi? Xian Le de su olmaması.”
Xie Lian geriledi. “Xian Le’de olanları biliyor musun?”
Çiftçi. “Elbette biliyorum. Bu bayağı dağ geçidinde sadece ikimiz yokuz, şu anda, senin Xian Le Krallığına bir yıkım gelmekte olduğunu kim bilmez? Sen kendi meselenin ne olduğunu bilmiyorsun ama diğer herkes yakından izliyor ve neler olduğunu senden daha iyi anlıyor, ve muhtemelen gösterinin tadını da çıkartıyorlar, haha. Felaketi önlemek için Yağmur Ustasının ruhani eşyasını ödünç almak istiyorsun değil mi?”
Aydınlatıcı sözlerdi. Ancak o zaman Xie Lian fark etti; Yüksek Cennetteki tüm cennet mensupları aynı anda dışarı gitmemişlerdi, hepsi onun amacını biliyorlardı ve bilerek kapılarını kapatmış veya onu görmezden gelmek için uzun zaman önce gitmişlerdi, onun meselesine çekilmek istemiyorlardı. İç çekti ve içinden, Sahiden başlangıçta herkesin sarayına uğramalıydım belki de, o zaman iş birliği yapacak insanlar bulmak daha kolay olurdu, diye geçirdi.
Moral bozucu bir düşünceydi. Kısık bir sesle karşılık verdi. “Öyle. Eğer Yağmur Ustasına yük olacaksa, rahatsızlık vermeyeceğim.”
Ancak çiftçi farklı bir cevap verdi. “Neden rahatsızlık veresin? Utanç verici bir şey mi? Senin kendi krallığının hayatta kalmasıyla ilgili bu mesele, sorun çıkartman ve bizi ölümüne gıcık etmen gerekmez mi? Kendini bir parça alçaltman bu kadar mı zor? Genç insanların cesareti bu kadar kolay kırılmamalı. Sana hoş olmayan bir şey söylememe izin ver: Yağmur Ustası nezaket gereği yardım etmeli, eğer bundan değilse, görev gereği yapmalı. Eşyasını ödünç verip vermemesi ruh haline bağlıdır, eğer vermezse, sonrasında şikayet de edemezsin.”
Xie Lian söylediklerinde haklılık payı olduğunu biliyordu, ancak böyle bir ölüm kalım meselesinde, dostça olmayan ses tonu da eklenince, bir öfke dalgası düğümlendi ve başını yukarı kaldırdı, sesi mezar gibiydi. “Söylediğin her şeyi anlıyorum ve ben asla kimsenin arkasından şikayet etmem, peki neden sen kim olduğuma önyargıyla karar veriyorsun? Rahatsızlık vermeyeceğimi söylememin nedeni, işe yaramayacak bir şeyle uğraşmak ve aynı zamanda Yağmur Ustasına sorun çıkartmak istememem. Ama eğer Yağmur Ustası problem olmadığını düşünürse ve ruhani eşyayı rahatsızlık verecek kadar uzun bir süre ödünç alabilirsem, o zaman sekiz bin tapınağımım tamamını ona sunmak ve yüz kez secde etmek benim için hiçbir şey.”
Çiftçi bir kahkaha attı. “Kızdın mı? Bir çocuğun mizacı. Yakala!”
Bir şey fırlattı; Xie Lian elini kaldırdı ve yeşil bir bambu şapka yakaladı, bu çiftçinin sırtına astığı şapkaydı.
Xie Lian sordu. “Bu nedir?”
Çiftçi. “Ödünç almak istediğin şey. Sen daha gelmeden önce Yağmur Ustası benden sana bunu vermemi istedi. Dikkatli bir şekilde kullan. Eğer bir zarar verirsen seni affetmeyiz.”
Xie Lian’ın gözleri irileşti. “Neden?”
Çiftçi. “Nedenini söylemedim mi? Ödünç vermesi ruh haline bağlıdır. Diğer cennet mensupları sana yardım etmeyecek, bu yüzden Yağmur Ustası sana yardım etmek zorunda. Yağmur Ustasının yapmak istediği şey yapılır.”
Xie Lian haykırdı. “ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM! ÇOK TEŞEKKÜRLER!!”
Çiftçi ekledi. “Bu kadar çabuk sevinme Ekselansları. Yağmur Ustası senden önce yükselmiş olabilir ama çok fazla tapınanı yok, bu yüzden de senin kadar güçlü değil ve şu anda yaralı durumda. Sana bunu ödünç vermesi dışında, geri kalan her şey sana bağlı. Uzak sular yakındaki susuzlukları gidermez; Yağmur Ustasının Şapkası sadece yağmuru taşıyabilir ama su yaratamaz. Senin Xian Le’nde yeterince su yok, bu yüzden diğer krallıklardan ödünç almak zorundasın ve muhtemelen razı gelmeyeceklerdir. Sadece Yushi Krallığının yıllar boyunca biriken bol bir kaynağı var ve nispeten bu yönden zengin.”
Xie Lian bir başkasına kendi ruhani eşyanı vermenin ne kadar zor bir şey olduğunun net bir şekilde farkındaydı. Sazdan kulübeye doğru yerlere kadar eğildi. “Yağmur Ustası yardım eli uzattığı için, son derece minnettarım. Bu iyiliği unutmayacağım; eğer gelecekte yardım edebileceğim herhangi bir şey olursa, umarım Yağmur Ustası ilk bana gelmekte tereddüt etmez. Elveda!!”
Elinde ruhani eşyayla, Xie Lian anında güneyde bir göl buldu, gölün büyük bir kısmını Yağmur Ustasının Şapkasına aldı, binlerce kilometre yol kat etti ve Xian Le’deki Yong An’a geri döndü. En kötü durumdaki köyü buldu, Lang Er Koyunu, ve şapkayı bulutların üzerinde ters çevirdi.
Kısa bir süre sonra göklerden küçük bir miktar yağmur yağdı. Xie Lian bulutlardan atladı, iki ayağı üzerinde yere vardı. Yarı ölü köylüler gözlerine inanamıyorlardı; bazıları yağmura sevinmek için kapılarından dışarıya fırladı, bazıları yağmur toplamak için aceleyle farklı boyutlardaki kovaları getirdiler.
Bunu görünce Xie Lian rahat bir nefes aldı ve en sonunda gülümsedi. Tam bu sırada uzaklardan birisinin seslendiğini duydu. “Ekselansları!”
Başını çevirdiğinde Mu Qing’in bir ağacın arkasında belirdiğini gördü, yüzü karanlıktı. Onun kasvetli ifadesini görünce Xie Lian bir şeylerin yolunda olmadığını anladı. “Ne var? Bir şey mi oldu?”
 Çevirmen: Nynaeve
112 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 5 years
Text
gün’lük niyetine.
içine doğdukları, anne-babalarının konuştukları, düşünmeyi öğrendikleri, ilk yazılarını yazdıkları dilleri değiştiren, anadillerinden başka bir dilde yazan yazarlar, sonrasında, rüyalarını hangi dilde görüyorlar?
 r. “-beyin düşünmeyi kolay bulduğu dilde düşünür, hayal kurar, rüya görür” diyor. [beethoven hayatının sonunda almanca konuşulan rüyalar mı görüyordu, beyin düşünmeyi kolay bulduğu dilde düşünüyorsa, notalar kendi başlarına harfler sayılabilir mi. sağır-dilsizlerin rüyaları sessiz mi peki?] şu çalıyor:  divine comedy, geronimo - 
neil hannon’ın çok iyi bir hikaye anlatıcısı olduğu konusunda hemfikiriz. tarih öncesi zamanlarda yaşıyor olsaydık bay neil hannon gitara benzeyen kendi yapımı çalgısıyla geceleri ateş başında şarkı söyler, biz acaba içinde iyi ruhlar ve kötü ruhlar savaşa mı tutuşuyor anlayamaz ama hep onu dinlerdik diyorum. muhtemelen yapacak daha da iyi bir şey bulamazdık diyor r.
leonard cohen’in ölümünden sonra yayınlanacak albümünün ismi “thanks for the dance” miş. okuyunca nasıl da cohen dedim. bunu söylediğimde s. “nasıl da cohen!” dedi. dans için teşekkürler! dedim, nasıl da cohen. çünkü cesaretinizi topladınız ve gece boyu bakıştığınız kızı dansa davet ettiniz, ufak bir reverans ile karşılık aldınız, kız gülümsedi, hiç bitmesin istediğiniz bir şarkıyla dans ettiniz, söyleyecek pek bir şey bulamadınız, aptalca bir şeyler söylemektense susmak daha iyi dediniz, şarkı bitti, karşılıklı ayakta duruyorsunuz, kız sandalyesine geri dönmek niyetinde, ama mutlusunuz da, kendinizden emin, annenizin en sevdiği gülümsemeniz ile şöyle diyorsunuz -dans için teşekkürler! bu cümle şu anlama geliyor: şimdiye kadar her şey çok güzeldi, sonrasında ne olacağını henüz bilmiyoruz, - işte, bunlar bildiğimiz cohen diyorum. z. ise şöyle diyor, ‘dance me to the end of love’ diye bir şarkı yapmış adamın son albümünün isminin böyle olması çok doğal. nasıl da isabetli bir yorum diyorum, ben bunu böyle düşünmemiştim... şimdiye kadar her şey çok güzeldi, sonrasında ne olacağından hiç emin değiliz, şimdi ateşin başına gidilebilir-
30 notes · View notes
azsosyalist · 4 years
Text
AYASOFYA, AYASOFYAMIZ..
Derler ki Peygamber Efendimizin (S.A.V.) müezzini Hz. Bilal-i Habeşî peygamber vefat edince onun yokluğuna dayanamaz ve Medine'den ayrılır. Yıllar sonra bir gece rüyasında Peygamberimizi gören Bilal O'nun "Bunca ayrılık yetmedi mi ya Bilal? Hâlâ kabrimi ziyaret etmeyecek misin?" sözüne dayanamaz ve devesi ile uzun yıllar ayrı kaldığı Medine'ye doğru yola çıkar. Yolda onu gören herkes sevgi ve hürmette bulunur. Medine'ye vardığında bu durum artarak devam eder. Medine'de onu karşılayanlar arasında peygamberimizin torunları da vardır. Hz. Bilal onların ısrarlarına dayanamaz ve son kez ezan okumaya karar verir. O günün sabah namazı vakti Mescid-i Nebevi'ye gelir ve o bülbül sesi ile tıpkı peygamber zamanındaki gibi sabah ezanını okumaya başlar. Onun o muhteşem sesini duyan Medine halkı "Peygamberimiz yaşıyor, o geri geldi." naralarıyla mescide koşarlar. Herkeste bir hüzün vardır. Kimse gözyaşlarını tutamaz.
Bu hikayenin bir de yıllar sonrası var. 1934'te Türkiye'de ezan Türkçe okunsun kararı alınır ve tam 18 yıl bu karara uyulur. Ta ki 1950'li yıllara gelene kadar. O dönem ülkenin yönetimine gelenlerin aldığı ilk kararlardan biri de ezanın esas formatında okunmasını serbest bırakmak olur. Karar alındıktan sonra ülkenin dört bir yanında ezan esas haliyle okunur. Diyarbakır da o şehirlerden biridir. Dönem şartları itibarıyla Ankara'dan alınan kararın halka ulaşması bayağı zaman almaktadır. Bu yüzden Diyarbakır halkının ezan ile ilgili bu karardan henüz haberi yoktur. O günün ikindi vakti ezan Diyarbakır semalarında esas haliyle yankılanır. Bu sesi duyan Diyarbakır halkı tıpkı yıllar önce Bilal'in sesini duyan Medine halkı gibi sokağa fırlar ve "Peygamber mi dirildi? Zulüm mü bitti?" derler. Gözyaşları yine sel olup akar.
Ve bugün... Tarihe düşülesi bir not olarak, 10 Temmuz 2020. Sene başladığından beri yaşamadığımız felaket kalmadı desek yeridir. Ama hepsi bir yana, hatta tüm yaşamım bile bir yana bugün ben de tıpkı Bilal'in sesini duymuş Medine halkı gibi, yıllar sonra ezanı esas haliyle dinleyebilmiş Diyarbakır halkı gibi mesudum. ALLAH'A ŞÜKÜRLER OLSUN Kİ BUGÜNÜ YAŞAYABİLENLERDEN OLDUM. Yıllardır boynu bükük, mahzun Ayasofya'mız bugün ezana kavuştu. 86 yıldır susan minareleri sanki sağırlaşmış kulaklarımızın sese ilk kavuşması gibi içimizdeki yangını söndürdü bizi serinletti.
Ben bugün yaşadığımı hissettim. Doğduğum andan bu zamana ilk defa nefes aldığımı hissettim. Emeği geçenlerden Allah razı olsun.
Eyvallah...
1 note · View note
suanneokuyoruz · 5 years
Text
Tumblr media
Aylar sonra...
Aylar sonra, bir kitap yorumu yapıyorum. Biraz hastane, biraz tatil derken kitap yorumlarını iyice boşlamıştım. Tabi bu durumda, daha önce de belirttiğim gibi mektup arkadaşımın artık okuduğum kitapların fotoğraflarını çekmemesinin de payı büyük 😌 (Oh iyi ettim, ispiyonladım yine seni tarihe😄).
Direkt kitabın yorumuna gitmek isteyenler lütfen kırmızı başlıklı "kitap yorumu" kısmına l👇
Biz kişisel tarihe not düşmeye devam edelim 😊... Uzunca, farklı, ilk kez birlikte bu kadar vakit gecirmeli tatilimin sonuna geldim işte. Esas büyük haberse şimdi geliyor... 5 yıldır görev yaptığım 65 km uzaklıktaki okulumdan, eş durumu ile oturduğumuz ilçeye tayin oldum 😊🕺 Gerçi, ilk görev yerimden ayrılmanın hüznü boğazımın bir yerlerinde takılıyor olmalı ki, dalıp dalıp gidiyorum maziye... İlk dersimi de orada verdim, ilk mezun öğrencilerimi de. Yılların emeğinin karşılığını ilk kez orada almıştım👨🏼‍🏫... Fakat bir de yollarda harcanan vakit, enerji ve para var ki, tayin olduğumu hatirladikça sevindirik oluyorum🕺🕺🕺😊 2007 yılında üniversiteye başladığımdan beri neredeyse her gün ortalama 3 saatim yolda geçiyordu. Peşine görev yerim de uzak olunca tam tamına 12 yıl sonra; artık sabah 6'larda kalkmak, yok. Servise yetişme telaşı, yok. Okulda işin bitti; servisi beklemek, yok...😊 Şimdilik okulumun belli olmaması, ilçe milli eğitim müdürlüğünün emrine verilmem, bir belirsizlik yaratıyor ama nasılsa hallolur artık o da☺️
Kitap Yorumu
Son paylaşımımdan sonra ilk okuduğum kitap değilse de onca zaman sonra tekrar yazmamın şerefine uygun bir seri olan, "İnce Memed" efsanesinin sonuna geliyorum. Serinin ilk kitabını okul kütüphanesinden aldığımda, henüz okullar açıktı ve kısa denebilecek bir sürede bitirip çok beğenmiştim. Sonrasında yaz tatilini de fırsat bilerek serinin diğer 3 kitabını da okul kütüphanesinden ödünç alarak yaz tatiline başladım 🌅 aralara başka kitapları sıkıştırmak istesem de birkaç kitaptan gayrısına sabır gösteremedim ve kısa aralardan hemen sonra kendimi, tekrar efsanenin içinde buldum. (Kitapların önemli bir kısmını da romanın geçtiği yer olan, Çukurova'da okuduğumun notunu da buraya düşeyim😊) Son kitabaysa, iki gün önce eş durumu tayininin açıklanacağı gün (eğer tayin gerçekleşirse kitapları pazartesi günü teslim etmem gerekeceği için) başladım ve tayinin gerçekleşmesi üzerine kendime koyduğum, "Günde 200 sayfa" hedefimle devam ediyorum 🤓
Kitap kesinlikle ününü ve Türk edebiyatındaki yerini hak ediyor. Belki küçük bir eleştirim olabilir, o da; karakterlerin ruh hallerinde çok hızlı ve sert geçişler oluyor zaman zaman, bu da gerçeklik hissini yer yer azaltıyor ama bu durum yaklaşık 2100 sayfalık şeride birkaç sefer olan bir durum...
Tumblr media
24 notes · View notes
derdiderun · 5 years
Note
Abi vahhabi ve selefi nedir
Bir hoca şöyle demişti; Vehhabi Selefi'lik, İngiliz'in istediği İslam. Bunu sen istedin anonim sordun sonuna kadar oku inşeAllah...
....
Vehhabilik, bozuk ve sapık bir fırkadır. On sekizinci yüzyıl ortalarında, Arabistan yarımadasında, Necd bölgesinde ortaya çıkmış, Muhammed bin Abdülvehhab tarafından kurulmuştur. Bu şahıs, İbni Teymiyyeye sahip çıkmış, onun bozuk fikir ve görüşlerinin yayılmasında, baş rol oynamıştır. Bu fırkaya baglı olanlara, Vehhabiler adı verilir. Vehhabilerin Ehl-i Sünnete Karşı Oldugu Belli Başlı Yerler:
1- Sözlerine inandırabilmek icin, Selef-i Salihinin yani Salih olan selefin (Ashab-ı Kiram ve Tabiinin) yolunda olduklarını söyleyerek, kendilerine “Selefiler ve Ehl-i Sünnet” adını verirler.
2- Itikatta Selefi, amelde Hanbeli olduklarını savunurlar.
3- Dört şeri delilden, icma ve kıyası kabul etmezler.
4- Dört hak mezhebi tanımazlar. Bunlardan birine bağlanmayı reddederler.
5- Peygamberimizin, hırka ve mübarek sakalının ziyaret edilmesini şirk sayarlar.
6- Müteşabih Ayet-i Kerime ve Hadis-i Serifleri zahiri (görünen) manasıyla yorumlarlar. Bu yüzden, yüce Allahı yarattıklarına benzetir ve bir cisim olarak görürler.
7- Yüce Allahın cisim oldugunu söyler, gökte olduguna arşın üzerinde oturduguna inanırlar.
8- Namazı kılmayan bir Müslümanın Dinden çıktıgını, kafir oldugunu söylerler.
9- Peygamberler ve Salihler vesile edilmez, (kişi dua ederken Peygamberler ve salihler hürmetine diyemez) derler.
10- Tasavvuf ve tarikatın bidat ve sapıklık oldugu inancını yayarlar.
11- Kendilerinin dogru yolda, gerçek Ehl-i Sünnet olan Maturidilerle Eşarilerin ise sapıklık içinde ve batıl yolda olduklarını iddia ederler.
Bir başka açıdan… Kendilerine selefi derler. Ancak mantık olarak selefi olmaları mümkün değildir. Zira Selefi sahabeye ve sahabeyi gören nesle denir. Dolayısıyla zamanımızda selefi olmak mümkün değildir.
Kendilerine referans aldıkları kişilerden biri İbni Teymiye dir. Vehhabilği Suudi Arabistan’da Osmanlı’ya isyan edip İngilizlerin menfaatine çalışan ibni Abdülvehhab adında sapkın bir kişi kurmuştur. kendilerinin hanbeli mezhebine bağlı olduğunu idda ederler ancak 200 den fazla sapkın inanışları vardır.
Vehhabilerin 3 temel inancı; 1-”Amel imandan parçadır, namaz kılmayan kafir olur” derler. 2-”Peygamberlerin ve velilerin ruhlarından yardım istemek küfürdür, bir peygamberin ya da velinin kabrini ziyaret edip onun vesilesiyle Allah’tan istemek şirktir,insani kafir yapar” derler 3-Türbe yapmayı, türbede dua etmeyi, ölüler için sadaka vermeyi şirk sayarlar. Bu şekilde inananları öldürmeyi, malarını yağmalamayı mübah sayarlar.(Bakınız; El Kaide ve Üsama b. Ladin…)
Diğer yanlış inançlarından.. — Bir mezhebe uymayı kabul etmezler —Türbeleri puthaneyle bir tutarlar —Şefaate inanmazlar —Keramete inanmazlar —Tasavvufu inkar ederler —Allah için adak kesip etlerini dağıtıp sevabını peygamber ve velilere, geçmişlere bağışlamak şirktir derler —Ölüler söylenenleri duymaz derler. —Mescidi Nebeviyi ve Peygamberimizin kabrini ziyaretetmek için uzak yoldan gitmek yasaktır derler. —Kaside ve Naatları sevmezler İB—Allah arşın üzerinde oturur derler. —Sebeplere yapışmaya ve vesileye şirk derler. —VAHHABİ OLMAYANI KAFİR SAYARLAR.
Tasavvuf Düşmanlıkları
“İSLAM’da tasavvuf yoktur, tasavvuf şirk, küfür ve dalâlettir” gibi sözler Ehl-i Sünnet ve Cemaat ulemasına ait değil; Vehhabîlere aittir. Binaenaleyh bu gibi aşırı görüşler biz Sünnî Müslümanları bağlamaz ve bunlara asla itibar etmeyiz. Gerçek İslâm tasavvufunun Hind’ten, Kadim Yunan’dan, şuradan buradan geldiğini iddia edenler de yalan söylüyor.
Tasavvuf İslâm’ın ahlâk, zühd, bâtın boyutudur. Gerçek tasavvuf yüzde yüz Kitab’a, Sünnete, Şeriata uygundur.
İmamı Gazalî hazretlerinin, el-Munkizu min ed-dalâl kitabında buyurduğu gibi İslâm’ı en iyi anlayanlar, en iyi yaşayanlar, en takvalı ve kâmil Müslümanlar sûfîlerdir.
Evliyaurrahman’ın çoğu sûfîler içinden çıkmıştır. Gerçek sûfîler her asırda yeryüzünde Allah’ın şâhidleri olmuşlardır.
Gerçek sûfîler Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam Efendimizin vekilleri, varisleri, halifeleri olmuşlar ve onun sünnetini yaşamış ve yaşatmışlardır.
Gerçek sûfîler kuru lâfla değil, hâl ile İslâm’ı tebliğ etmişler ve nice insanın hidâyetine vesile olmuşlardır.
Gerçek sûfîlere bakan onlarda İslâm’ı görür.
Gerçek sûfîler insanın en büyük düşmanı olan nefs-i emmâre ile büyük cihad yapmışlardır.
Gerçek sûfîler yalancı, aldatıcı, azdırıcı dünya tuzaklarına düşmemişler ve Müslümanları da bundan korumak için çalışmışlardır.
Gerçek sûfîler emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmışlardır.
Gerçek sûfîler İslâm’ın baş emri olan beş vakit namazı dosdoğru kılmışlardır.
Gerçek sûfîler Kur’ân’ın ve Sünnet’in askerleri olmuşlardır.
İhlâs, sıdk, vefa, seha, mürüvvet, fütüvvet gerçek sûfîlerin hasletleridir.
Tasavvuf düşmanları bazı meczubîn’in şatahatını ön plana çıkararak saldırıyor. Şathiyat örnek olmaz. Tasavvuf şathiyat değildir.
Cihan tarihinin gördüğü en büyük ve doğru devlet olan (Kuruluş ve yükseliş devrini kasd ediyorum) Osmanlı’ya bakalım. Sultan Osman Gazi Han’dan, Son Padişah Vahidüddin Han’a kadar bütün Selâtin-i Osmaniye (nevverallahu merakidehum) tasavvuf ve tarikat mensubu idiler, bir veya birkaç şeyhe intisabları vardı. Tasavvuf ve tarikat olmasaydı Devlet-i Aliyye 600 sene değil, 60 sene pâyidar olamazdı.
Osmanlı sultanları dünya sultanı olarak mâneviyat sultanlarına tâbi olmuşlardır. Onların büyüklükleri ve sultanlıkları buradadır.
Selâtin-i Osmaniye’nin çoğu büyük velidir. Bu velayete tasavvuf ve tarikat sayesinde nâil olmuşlardır.
Osmanlı devleti sadece ordularıyla değil şeyhleri ve dervişleriyle de fütuhat yapmıştır.
Gazi Sultan MehmedHan-ı Sâni efendimiz henüz 21 yaşında iken İstanbul’u, biiznillahi teala, şeyhi ve mürşidi Akşemseddin hazretlerinin dua ve himmeti ile almıştır.
Asıl bid’at, Vehhabîlerin ve diğer bazı ehl-i bid’atin tasavvufu ve tarikati inkar etmeleri, bid’at saymaları, sûfileri müşrik ve kâfir ilan etmeleridir.
Tasavvufu kaldırın, Osmanlı’dan ne kalır?
Vehhâbîlik hareketi Osmanlı İslâm devletine ve Hilafet-i İslâmiyeye karşı tuğyan ve isyandır.
Vehhâbîlerin Osmanlılar gibi fütuhatı var mıdır?
Vehhâbîler, baştan beri İngiliz ve düvel-i muazzama-i Salîbiyye tarafından desteklenmiştir ve el’an desteklenmektedir.
Bugün ABD ayakta duruyorsa Vehhâbîlerin ABD bankalarında sakladıkları bir trilyon dolarla durmaktadır.
Tarih boyunca Fahr-i Kâinat Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize en büyük saygıyı Osmanlı sultanları, Osmanlı devlet ricali, Osmanlı Müslümanları göstermiştir.
Resûlullah’ın kubbesini yıkacağız, nâşını kabrinden alıp başka yere gömeceğiz, toprağını da düzleyeceğiz diyen Vehhâbîlerde Peygamber-i zîşan efendimize hürmet var mıdır?
Tarih boyunca Hulefa-i Râşidin (radiyallahu aleyhim ecmain) devrinden sonra Tevhid bayrağını en fazla yüceltmiş, en fazla fütuhat ve i’lâ-i kelimetullah yapmış devlet ve topluluk Osmanlı’dır.
Osmanlı atalarımız Din-i Mübin-i İslâm, Kur’ân, Sünnet ve Şeriat-ı garra-i Ahmediyye yolunda milyonlarca şehid vermiştir.
Bunca mü’mine, şehid, gaziye, fâtihe, din hizmetkârına, ulemaya, meşayihe, mürşitlere, evliyaullaha; müşrik, kâfir ve sapık diyenler ne kadar hayâsız ve insafsız kişilerdir.
Selefiye ismi…
Selefiyye ismi, bu asırda Vehhabilik akımının örtündüğü bir isim olmuştur. Halbuki Selef-i salihin, ashabı kiramın devamı olan tabiin ve peşlerinden gelenlerdir. Dört mezheb imamı da selefi salihdirler. Bu zaman selefiyyesinin en bariz hususiyyetleri tasavvufu inkar, kabir ziyaretini men etmek, şefaati yok etmek, Allah dostlarına ve keramete asla değer vermemek, istediği mezhebten alıp uygulamayı kendinin yapabilmesi, Allahın Arş’a oturduğu itikadı, Arş’ın kadim olduğu iddiası, tevhid inancı diyerek herkesi tekfir gibi pek çok marazları vardır.
Bu fikirlerin reddiyesi için yazılan eserler pek çoktur. Biz ana hatlarıyla kısa ve aklınızda kalacak cevaplar verelim:
1-Tasavvuf yani tarikat, Resulullah s.a.v den itibaren Ebu Bekir Sıddık r.aın kalbine akıtılan manevi kuvvetti. “İkinin ikincisi idi. O vakiite ikisi mağarada idiler. Arkadaşına diyordu: Üzülme, ALlah bizimle beraberdir. Allah sekinesini -kuvve-i maneviyyesini- indirdi…”
Tevbe suresindeki bu ayetin ifadesiyle kalbine akıtılan manevi kuvvetle Ebu Bekir Sıddık’tan r.a. her türlü korku ve endişe gitmiş yok olmuştur. İşte bu manevi akımın kalbe inmesiyle iman en zirveye ulaşır. Şimdi kişi bana böyle bir meneviyat lazım değil diyebilir mi? Bu halin devamı için Allah dostlarının yaptığı düzenlemeye tarika ismi verildi, yeni bir şey icat edilmedi.
2-Kabir ziyareti: Efendimiz s.a.v. “Bundan evvel size kabir ziyaretini yasaklamıştım, artık kabirleri ziyaret ediniz…” buyurmakla bu izni vermiştir. Cahillerin aşırı davranışları yüzünden bizim usulüne göre ziyaret edip ölüler için Kur’an okumamızın ne sakıncası var? Üstelik “Ölülerinize yasini okuyun” diye emir de var.
3-Şefaat: Resulullah s.a.v. buyurdu: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” Bu hadisi şerif, Ravzayı Mutahhara önünde ecdadımız tarafından yazılmış levha olarak işlenmiştir. İnkarcılar kafalarını kadırsınlar da oraya baksınlar.
4 – Kerametler haktır ve meydana gelmiştir. Bütün savaşlarda islam askerlerinin kendileri de eskiden ölmüş şehitler veya veliller de savaşlarda harikulade başarılar sergilemiştir. Ayrıca ashabı kiram ve peşlerinden gelen salih kimselerden pek çok keramet nakledilmiştir. İnkar eden bereketinden mahrum olur. Zaten ehli sünnet olmayanlar veli olamadığı gibi keramet ehli de olamazlar, zira velilik ve keramet Efendimiz s.a.v. den akıp gelen hallerdir. Vehhabi kafalılar, zaten peygamber öldü işi bitti diyerek alakayı kesmişler.
5- mezhebleri birleştirmek: Kişi kendine göre uygun gördüğü bir fetvayı dilediği mezhebten alıp uygularsa ortaya yeni bir mezheb çıkar. Böylece işin sonu felakete gider. Fetva ve içtihad ehli olmayanlar taklit ehli olan cahillerdir. Bunların yapacağı iş, kabullendiği bir müçtehidi taklit etmektir. mesela: Hanefiye göre abdest alıp namaza başlasa, namazda iken elinden kan aksa, hemen şafiiye göre niyet ettim diyerek namaza devam etse bu caiz olmaz. Zira başlangıçta olan mezhebi itibar edilir. He işte durum böyledir. Bu kargaşalığı önlemek için alimler asırlarca mezheb fetvalarını beyan etiler.
Onlardan petro-dolarlar alıp mü’min, muvahhid, muhlis ecdadını sövenlere yazıklar olsun.
Bunlardan herkesi haberdar ederek EHL-İ SÜNNET VEL CAMAAT inancına sahip çıkalım…
Rabbim Hz.Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin yolundan ayırmasın…AMİN !
Kaynak: Ehli Sünnet - Ehli Tasavvuf
27 notes · View notes
baybaykus · 5 years
Text
HÜSNÜ MAHALLİ !!
15 Şubat 1999’de Rahmetli Ecevit basın toplantısı düzenleyip ‘Öcalan elimizde’ dediğinde ben BBC’nin muhabirliğini yapıyordum.
Canlı yayında ‘Bundan sonra ne olur’ diye sorduklarında ‘Sonu ya Çakal Carlos gibi olur silinir gider ya da Mandela gibi 26 yıl içerde kalır ama PKK bitmez’ demiştim.
‘Neden’ diye sorduklarında uzun uzun Türkiye ve bölge gerçeklerini anlatıp Batılı ülkelerin olası tezgahlarını anlatmıştım.
Öcalan 20 yıldır içerde, Suriye ve Irak dağıtıldı, YPG olarak PKK’nın 70-80 bin militanı var ve arkasında müttefikimiz ABD, Fransa, İngiltere ve İtalya var.
Afganistan ve Irak işgalinden sonra Haziran 2004’te BOP zirvesi toplanıp Türkiye; İtalya ve Yemen ile birlikte Demokrasi Komitesi Eş-Başkanlığı’na seçildiğinde bu işte bir bit yeniği var dedim, yazdım ve olası riskleri anlattım.
2010 sonunda Tun peşinden Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn ve son olarak Suriye’de olaylar başladığında Batı buna ‘Arap Baharı’ adını koydu ben ise ‘Kanlı Bahar’ dedim ve Türkiye dahil bölgede yaşanabilecek olası tehlikeleri yazdım ve anlattım.
Sekiz yıl sonra benim sekiz yıl önce söylediğim her şey doğru çıktı.
Peki ben müneccim miyim?
Elbette hayır ama ben her olaya Türkiye içinden ve dışından bakmaya çalışıyorum.
Yani tüm detaylarıyla bölgesel ve uluslararası süreçleri gözeterek.
Biraz da sezilerime güvenerek.
Şimdi gelelim Sayın Başkan’a.
Ekrem İmamoğlu.
YSK bundan böyle nasıl bir karar alır bilemem ama içerde ve dışarda birçok kişi İmamoğlu’na geleceğin Başkanı olarak bakmaya başladı bile.
Daha erkene alınmazsa Haziran 2023’te Erdoğan’ın rakibi İmamoğlu olacak.
Elbette büyük hatalar yapmaz kendisinden beklenen performansı gösterirse.
Önümüzdeki süreçte içerde ve dışarda neler yaşanır bilinmez ama bugünün havasıyla İmamoğlu Cumhuriyet’in 100. Yılını kutlar ve bitti bitecek denilen Atatürk Cumhuriyeti’nin gücünü herkese kanıtlar.
Hikayeler çok karmaşık ama mücadele böyle bir şey.
AKP çok yanlış yaptı.
Erdoğan kendi ideolojisine uygun bir Türkiye yaratmak için plan yaptı, gereken her şeyi yaptı, sistemi değiştirip Başkan oldu, tek başına ülkeyi yönetti ve tam başarmak üzereyken işler karıştı.
Umut asla yok olmaz mucize olur yeniden doğar.
Hem de çok kolay.
Akşener’le birlikte Kılıçdaroğlu bu kez başardı.
Kutlamak gerek.
İstanbul ve diğer kentler için doğru aday bulup çıkardılar.
İnsanlara kaybettirdikleri umudu yeniden aşıladılar ve örgütlerle birlikte sandıklara sahip çıktılar.
Çok daha önemlisi toplumun geniş kesimlerini bir araya getirebildiler.
Türkleri, Kürtleri, Arapları, sağcıları, solcuları, milliyetçileri, Alevileri, Sünnileri, Hıristiyanları ve herkesi bir araya getirerek Erdoğan’ı yendiler.
‘Erdoğan’ diyorum çünkü seçim kampanyasını tümüyle AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı olarak tek başına o yürüttü.
Hem de bildiğiniz o çok sert ve gergin söylemleriyle.
Gerek yoktu nitekim işe yaramadı.
AKP kaybetti ama Türkiye olduğu yerde duruyor.
PKK ülkeyi ele geçirmedi, terör hortlamadı, ezan susmadı, camiler yıkılmadı, Haçlılar gelip ülkemizi işgal etmedi, hiç kimse ülkesine ihanet etmedi ve zombiler her yeri basmadı…
Bu yenilgiden sonra AKP’nin işi zor.
Moralleri çöken yandaşlar her an dağılabilir.
Bunu söylemek için henüz erken ama AKP yokuş aşağı freni bozuk kamyon misali.
AKP artık 2011 öncesindeki AKP değil ve olmayacak.
AKP içerde ve dışarda çok hata yaptı.
Tarih ve diyalektik gerçekler AKP’nin önünü tıkayacaktır.
İçerde ve dışarda.
Alternatifsiz bir Türkiye’de herkes Erdoğan’a yöneliyordu.
Artık farklı bir Türkiye var.
Herkes bu yeni Türkiye’ye hazırlıklı olsun.
Anahtar sözcük:
Umutlu olmak, mücadele etmek ve başarmak.
Hiç hata yapmadan.
Yalnızca İstanbul’da değil CHP’nin kazandığı tüm yerlerde.
Dış nedenlerle olağanüstü bir gelişme yaşanmazsa bu yolun geri dönüşü olmayacak ve 29 Ekim 2023 çok farklı bir gün olacak.
Kesin öyle olacak.
Yazın bir kenara bu coğrafyada yepyeni bir Türkiye doğacak.
Her şeyiyle yeni.
Göreceksiniz.🍀🙏🙏💝
12 notes · View notes
amokgunlukleri · 5 years
Text
Tumblr media
O M A Y R A
Bundan çok uzun zaman önce, atlasını sırtında taşıyan çalınmış bir zamanda, denizlerle çevrili soğuk bir ülkede Omayra adlı bir kadın yaşarmış. O, ismiyle asaleti ve gururu yaşayan bir veliaht, ailesini ve ülkesini reddetmiş bir hain ya da hayalgücü sınırsız bir deliymiş.
Omayra'nın soğuk ülkesinden çok uzaklarda yaşayan kendisine mahkum bir şair gizemli bir gündüşünde Omayra’yı görmüş, genç kadın onu çağırıyormuş, belki de asırlardır onu bekliyormuş; kendinden olanı, dengini ve deliliğini.
Sezgilerine ve duygularına etine ve kemiğine güvendiği kadar güvenen şair ertesi sabah yola koyulmuş; bilmediği, belki de hiç varolmayan bir aleme doğru, belki bir ayda belki on yılda tamamlanacak bir següzeşte gözlerini kırpmadan atılmış. Ne kadar sürmüş bilinmez ancak puslu bir sabah aradığı karaya ayak basmış. Binbir zorluklarla geldiği bu soğuk ama engin ve dingin adaya adım atar atmaz vardığı ülkeye de aşık olmuş. Zamanla Omayra'nın hapisanesi olan ada, Şair'in cennetine dönüşmüş. Şair kendisini oraya çeken kadını, Omayra'yı, bu coğrafyaya ulaşması için düşlediğine yormuş. Omayra’yı hemen unutmuş, zaten bir adı yokmuş o zamanlar.
Bu arada Omayra göğsünde eski bir tılsımdan kalma yara izi, boynunda ucu kraliyet armalı bir gümüş zincirden başka, eski sevgilisi Ogmerlo’nun kilitleriyle sımsıkı mühürlenmiş halde ya bir kalenin en gizemli kapısının ardında ya da açılması en riskli kapının ardındaki o korkulan kalede yaşarmış. Aslında Ogmerlo onu terkedeli çok olduğu halde, Omayra kilitlere yıllarca itaat etmiş. Altın anahtarları beyaz ellerinde bir gün geri geleceğini ümit ederek, gelenin o olmayacağını, zaten Ogmerlo'nun hiç bir zaman "O" olmadığını bilerek beklemiş. Omayra boyun eğmiş, boyun eğerek en kutsal gerçekliğin ötesine geçmiş.
Şairle Omayra birbirlerini nasıl bulmuş bu bir sır. Ama şairi Omayra’nın ülkesine kadar çeken efsun, Omayra’ yı bulmasına da yardım etmiştir. Şair Omayrayı karanlıklar içinde, kadifeler içinde, bordolar içinde bulmuş. Omayra’yı bulduğunda onun henüz bir adı yokmuş. Aslında Omayra'yı bulması bu masalın sonu demek. Çünkü aşk, herkesin bildiği gibi, aşık olunan bulunduğunda biter. Omayra da herkes gibi bunu bildiğinden şairi ilk ve son kez titreyerek ama son bir cesaretle ince dudaklarıyla öpmüş. Adını bile bahşetmeden, şairi kendi ölüsüyle başbaşa bırakmış. Her şey bittikten sonra, o ağır perdelerin gölgesinde şair fısıldamış “Omayra”.
Cevabı ömür süren bir soru bıraktım sana
Mendili kan kokan sevgili arkadaşım
Usta bakışların keşfettiği rahatlıkla arkama yaslandım
elimde şah mat yüzüğümde tek taş siyanür
adınla bulanan bir aşkın, bir maceranın
macerasında
yolun sonunu söylüyordu
günahkâr iki melek olan sağdıçlarım
Al birkaç bulutlu sözcük
atlasını sırtında taşıyan çalınmış bir zaman
mekik, taflan, kar kesatı bir iklim
aşk mı, macera mı dersin bu uzun seferberlik
bu ilişkinin topografyasını
mezhepler tarihinden bulup çıkardım
adanan boynunda o gümüş zincir
bilmiyorsun arması sallanıyor ucunda
işte yazgının kara zırhlısı!
Kork! kutsal kitaplardaki kadar kork!
Çünkü hiçtir bütün duygular
Korkunun verimi yanında
Benim ruhum nehirler kadar derin!
Kızıl kısraklar gibi üstümden geçeceksin!
Arı bir sessizlik duruyor
şiddetimizin armaları arasındaki uzaklıkta
gövdenin demir çekirdeği
kalkan teninin altında
sana okunaksız bana saydam giz
içindeki uğultunun izini sürüyorum
bir açıklığa taşıyorum ele vermez yerlerini
harabeler diriliyor
heykeller tamamlanıyor
kendi kehanetinden büyülenmiş gözlerimin önünde
başka çağlara gidip geliyoruz
aşk tanrısı için
seviştiğimiz ve uyuduğumuz sahillerde
aşkın kaplan ve yılan düğümüyle
Öpüyorum seni boynundaki yaradan
iniyorum kaynağına
aydınlanmamış yanların ışığa çıkıyor
dokunuşlarımın parıltısında
düğümlü mendilin, gümüş zincirin
sımsıkı mühürlendiğin bütün kilitler
çözülüyor avuçlarımda
Tılsım tamamlanıyor
ortaçağ kentlerinden geçiyoruz dönüşte
indiğim kaynakların mezhep değiştiriyor
zamanın ve uzamın kilitlendiği kara kutuda benim kelimelerim
tılsım tamamlanıyor
dudaklarımdan sızan erkek sütünün kara büyüsüyle
sevgilim oluyorsun
uyuyor ve yıkanıyoruz ay ışığında
bakıyorum güneş iniyor yüzünün alacakaranlığına
Adın yoktu tanıştığımızda
eksiğini de duymadık
bazen bir rüzgârı, bazen birkaç zeytini
adının yerine kullandık
Adın yoktu tanıştığımızda
sonra da olmadı
çünkü başka biri oldun zamanla
Şimdi adın var
şimdi ruhumun sislere sarılı derinlikleri
yükseliyor ve tehdit ediyor
kıstırılmış varlığımın bütün cephelerini
yüzümün pususunda geziyor
sularda bilenmiş bıçaklar
uyandırılmış acılarım, bulanmış sarnıcım
etimle ruhum arasında çelişen ilke
geri döndü bana
kendi ellerimle kurduğum kara büyüden
içimdeki tarih bitti
siliyorum bir aşkı var eden her ayrıntıdaki parmak izlerini
ve şimdi adın var
ve şimdi
ikimizin vaktinde
intikam saati geldi
Omayra, bu adı verdim sana
ve mevsimleri bütün anlamlarıyla
iki çakılına bir deniz vereyim
hayallerine mavi buğday
dokuz yaşamın olsun tek tek öldüreyim
esmer ve çırılçıplak bir gecede
bütün düşmanların gelecek
koynumdaki cenazene
Seni saran efsane çürüyüp toprağa karışırken
kucağımda başın
gümüş bir tarakla tarayacağım saçlarını
kendi enkazımın üstünde
kurtlar, çakallar gibi uluyarak ağlayacağım acıdan
öldürerek yaşatacağım seni kendimde
Ocağın parıltısıyla aydınlanan yüzün
gücünden habersiz sakin gülüşün
kamçılıyor içimdeki bütün köleleri
ben ki hileli bir oyun,
birkaç kırık zar
ve kara muskalı tılsımlarla
almışken seni kaderinden, kıyasıya bağlamışken kendime
asıl sen tutsak etmişsin beni
dünyaya kapalı kapıların ardındaki
içi boş sessizliğine
sığlığın, sevgisizliğin
o sonsuz kendiliğindenliğin
dünyanın sana değmeyen yerleri
nasıl da çekici yapıyor seni
o kadar bağlandım ki
tutkusuz bedenine
ya öldüreceğim seni
ya tunç çağından heykeller indireceğim dökümüne
Sayıklayan bir ağaç gibiyim Omayra
uğultusu geliyor ta derinden
gövdemin geçtiği masalların
içimdeki deprem ayakta tutuyor beni
geri dönüp vuruyor çalınmış zaman
bak sana korkaklığımı veriyorum
var olmanın bütün varoşlarından
ben yenildim, işte silahlarım
tılsım tamamlandı
sonuna geldim çizgilerini sildiğim
bir büyük haritanın
aşkım ölümün sınırında Omayra
olduğun yerde kal kımıldama!
Murathan MUNGAN
12 notes · View notes
damiilla · 5 years
Note
Henüz yemedim heh ezan bitti açıyım da lost in japan dinliyim sonra annem KIZIM SESİNİ KISS desin ben bağıra bağıra söyleyeyim sonra herkesin kulağı kanasın hehehe
Mdsmshsşödşleğwmshşs ben de anca tarih ödevine geçiş yapayım ağa beee
1 note · View note
birgarib · 6 years
Text
İyi akşamlar dostlar ben geldim^^
❗Uzun bir iç dökme postudur sonra vay ben ne okudum böyle olmasın, kaydırıp geçebilirsiniz efendim❗
>Yaz bittiği için çok mutluyum ama bu geçtiğimiz yazın kötü geçtiği anlamına gelmiyor. Hatta başını saymazsam son birkaç yılın en güzel yazıydı benim için.
>Mezun oldum. Ama kesinlikle çok kötü bir dönemdi. Her anlamda çöküş yaşadım. Geleceğe dair yapmak istediğim hiçbir şey yoktu. Mutsuzdum. Kararsızdım. İsteksizdim.Psikiyatride tabir olarak okuyup geçtiğim anhedoni ne demekmiş iliklerime kadar yaşadım.
> Sonra birkaç ay hiçbir şey yapmamaya ve hiçbir şey düşünmemeye karar verdim. Zaten istesem de birşey yapamazdım ama düşünmek beni bitiriyordu.
>Köye gittim ve güzel günler öyle başladı. Hem mekan değişikliği hem de kalabalığın etkisi oldu tabi. Teyzemler ve ananemlerle dört aile bir arada günler nasıl geçti anlamadım bile. Her soframız iftar yemeği gibi bahçenin bir ucundan diğerine uzanıyordu. Akşamları televizyon açmak aklımızın ucundan geçmiyordu. İnternet zaten yok. Sohbetler çoğu zaman geç saatlere kadar sürüyordu. Hatta birinde kuzenlerle 1000 parçalık yapboz üzerine iddiaya girdik. Gariplerim hırs yapmış sabahlayıp yapbozu bitirdiler. Bize de paşa paşa iskenderimizi ısmarlamak düştü. Ananemler ertesi gün yapbozu çerçeveletip salona astılar. Arkasında imzalar, tarih ve isimlerle birlikte. Bir başka gün akşam dondurma yemeğe karar verdik, evden çıkmadan iki dakika bekleyin diye abdest almaya girdim . Dışarı çıktım bomboş sokak. Her yere iki-üç arabayla gidildiği için hepsi beni diğer arabada sanmış ben, evde tek başına kevin misali dönmelerini bekledim. Neyse bu hoş bir anı değildi ya bunu geçelim.
>Demem o ki bunaldığınızda mekan değişikliği ve etrafınızda sevdiğiniz insanların olması kesinlikle işe yarıyor. Denendi.
>Ağustos'ta tusa girdim ama sırf ne haldeyim görmek için. Yoksa kitap açmayalı aylar olmuş. Neyse gittik Ankara'ya. Sınavdan çok @sutlukahvetadinda yla buluşacağım düşüncesiyle gittim tabi. Biraz benim sınav öncesi garip hallerimden🙈 ve başka olaylardan istediğimiz kadar vakit geçirmedik ama o kısacık zaman bile çok iyi geldi. Henüz almaya başlamadığı ilk maaşıyla yemek ısmarladı.😍 Tumblrı açtığımda yüzyüze biriyle görüşeceğime ihtimal vermezdim ama burda o kadar güzel insanlar tanıdım ki. Sırf o yüzden kapatamadım zaten bloğu.
>Velhasıl yaz bitti, eve döndüm . Ruhsal olarak çok çok daha iyiydim ama hâlâ ne yapacağımı bilmiyordum. Sonra ne oldu bilmiyorum ama asla yapmam dediğim bir başka şeyi yaptım ve mustafi kalıp tus için hazırlanmaya karar verdim. Hoş göreve gitmeye karar verseymişim de gidemezmişim. Aylardır bekle bekle hâlâ tebligatları yayınlanmayan doktorlardanım. Göreve başlayacaklar için çok yıpratıcı bir süreç. Yıllarca uğraş, çabala, mezun ol, atan. Ama ne süreçte olduğunu bilmediğin, bilgilendirme bile yapmadıkları bir güvenlik soruşturmasını bekle dur. Hayır göreve başlayınca zaten yeterince yıpranacağız bir de öncesinde bu kadar yıpranmak ne bileyim yani.
>Psikolojik boyutu açmayalım şimdi de en iyi ihtimalle canın sağ olarak emekli olursun. Olmadı canı sıkılan, yöntemini beğenmeyen biri çıkar vurur. Mis gibi alırsın emeklerinin karşılığını. Kimsenin de umurunda olmazsın çünkü haketmişsindir. Gözünü sevdiğimin ülkesinde herkes mükemmeldir bir sen haketmişsindir. Anlatamıyorum ama içim yanıyor.
> Konu nerelere geldi. Ben başka şeyler anlatacaktım. Yine yeni yeniden kendimi bir amaçla ders çalışmaya ikna ettiğimi ve bundan sonra studyblr olarak... Yok yok benden studyblr olmaz, hem burayı bu haliyle seviyorum. Sadece buralara geri geldim diyecektim.
> Ve bir de;
"'Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım."
14 notes · View notes