Tumgik
#düşler masalı
ahmetcumhur-blog · 1 year
Text
Düşler
üzülme diyorum kuşlar bir gün dönecek
bir gün umutla rüzgarı alıp terkilerine
dönecek kuşlar,
sen de bana döneceksin.
bakacaksın pencerende bir ay çöreği
geceden birikmiş avuçlarında kokusu
özlediğin çiçeklerin, sen de bana döneceksin.
bir gün umutla kuşların terkilerinde
gurbetini getirip bırakacaksın öyle
gözlerimin rıhtımına… demirleyecek takalar;
ele avuca sığmayan sözcüklerim,
yelken açan pupa yelken umuda işte
onlar canımı acıtan yalnızlıklarım,
kalbimin yılkıya bıraktığı aşklar.
dün kumrular sokağından geçtim yine
kuşlar yoktu, ben kuşları hiç unutmadım
sen de arada bir anımsasan diyorum iyi olur.
iyi olur, kuşlar gitgide azaldı çünkü.
ağaçlar sağır, dal yaprak kör.
behçet’in kuşlara yazdığı şiirleri bir anımsa,
kuşları çok severdi behçet… unutma.
orhan gürayman’da severdi yaşarken.
belki bir gün behçet de döner bakarsın
gençliğimizin masalı, bir parmak gökyüzü
sızıyor alnından, boş çerçevenin asılı
olduğu eski bir duvarda oldukça kirli.
resim nerde? …bizim koğuşta çektirdiğimiz,
nerde hüzne açılan avlusu kalbimizin?
üzülme kuşlar bir gün dönecek, sen de
bana döneceksin, sırt çantanda yağmurlar.
sabrın kestiği ırmak patlamaz kardeş,
denize hasret geçen bir ömür… dahası
yaprağı dalına hasret kalmış bir güz
olmaz asla senin hayatın, senin hayatın…
çocukların içtiği bir pınar gibi…
güz’ü severim bilirsin sapsarı
bir pencerede oturup akşamı beklemek,
takaları… onlar yoktular ancak
bir şiir biliyordum adı “takalar” olan.
herkes bir şeyleri bekler nedense kimi
yitirdiklerini bekler ha babam kimi
deltası olmayı bir ırmağın yaşamınca
düşler yalancıdır oysa düşler… düşler;
kalbimin yılkıya bıraktığı aşklar.
Koray Feyiz
15 notes · View notes
f90x · 5 days
Text
Eskiden evim neresi diye Çok düşünürdüm. Ne Turkiye'yi ne de Amerika'yı evim gibi hissedemezsin. Ta ki evlenene kadar. Hayat meğer evlendikten sonra başlıyormuş.
Asla evliliğin pembe düşler, ya da peri masalı falan olduğunu söylemeyeceğim.
Evlilik gerçekten zor. Çok fazla iyi yani olduğu için insanlar iyi yanlarına tutunuyor bence :) Buna ben de dahilim. 😅
Neyse; asıl söylemek istediğim şey; şu anda Hindistan'dayız kayınvalidemlerin evinde kalıyoruz. 20 Mart 2024'te geldik ve 25 Nisan 2024'te döneceğiz. Yani 2 gün sonra.
Sadece evimi çok özledim demek istemiştim...
0 notes
masal-oyku · 11 months
Text
Sihirli Düşlerin Masalı
Bir zamanlar sıcak bir ülkede Sihirli Düşler adında büyülü bir ülke varmış. Bu ülkedeki herkes, hayalleri gerçekleştiren sihirli bir tozdan oluşan bir uyku iksiri içerdiğinde, güzel rüyalar görürmüş. Bu ülkede yaşayan çocuklar, büyücülerin Sihirli Düşler’in tüm ekonomik sistemi üzerindeki kontrolünden endişe duyarlardı. Ama ne yazık ki çoğu çocuk tutuklandı, hapsedildi ya da tükendiler. Ancak,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
huseyinerol3453 · 1 year
Photo
Tumblr media
Değerli dostlar, Basta Doğu Türkistan , Suriye,Mısır; Yemen, Irak , Filistin, Arakan,Afganistan, Hindistan, Hepsi de müslüman, Kana boyanmış ah binlerce insan, Nerede merhamet nerede vicdan, Aç artık gözünü aç artık dünya. Acısız yarasız geçmiyor günler , Bitmiyor ne zulüm nede ölümler, Terörü yapan kim? katiller kimler ? Seç artık doğruyu seç artık dünya. Sözde hak ,hukukmuş sözde barışmış, Sözde medeniyet, çok şeyi aşmış, Caninin kanına şeytan karışmış , Geç artık masalı geç artık dünya. Bunları yapamaz, insan insana , Hatta İnsana değil hiç bir canlıya , Dayanır mı bir can böyle acıya ? Ver artık hükmünü ver artık dünya . Bebekler ezildi taşlar altında, Pis pis sırıtıldı yaşlar altında, Kıyametler koptu düşler altında , Aç bu zulme savaş aç artık dünya. . Dilerim her sey düzelir. Tüm zülümler sona erer. Dünyadaki her sey gönlümüzce ,kardesçe, Hakça, sevgi, huzur , merhamet, hakkaniyet ve hosgörü anlayısı doğrultusunda olur. Amin insaAllah. En içten dileklerimle selam 👋, sevgi, saygı ve dua ile 👐 https://www.instagram.com/p/CqTiegSI4XH/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
sukulentt · 3 years
Text
Eğer bir eski zaman masalı varsa, Ve o masalın içinde periler... Düşler görüyorlarsa eğer, Senin yüzün olmalı onların düşleri.
36 notes · View notes
Text
Rüyalara tutunan bir masalı bırakıyorum avuçlarına,
Yazgısını yitirmiş
Talihsiz düşler ülkesinde biriken keşkeleri savururken gece
Saklı bir sırrı işliyor iliklerine
Tütsülenmiş izler taşar omuzlarından
Hatırlıyorum,
Yaşamayı dileyen bir  kelebeği incitmişlerdi en son
O ki ne çok severdi;
Çiçekleri, gökyüzünü ve kendisini
En sona bırakmıştı kendisini sevmeyi,
Serperken sevgisini başa kalbin ortasına
Kendisinin ücrasında bir haberken kanatlarından
İzler birikiyor, taşıyor  benliğinden
Ne vakit tutunmaya yeltense gökkuşağına,
İçinden sızan yağmurlara güneş dilerken, bir umutla
Karanlık bir gök bıraktılar payına
3 notes · View notes
belkidebirharfimben · 4 years
Text
Paralel evrene gidip dönen mi var?
Okuyanlar hemen anımsayacaklar: Bediüzzaman Hazretleri Lemeat isimli eserinde 'zihindeki meratip' diye birşeyden bahseder. Peki nedir zihindeki meratip? Efendim, izahı uzundur, kısaltmak da zordur. Fakat şöyle bir yerden belki bir parça kolaylanır: Zihindeki meratip birşeyin/fikrin insanda kesin inanış haline gelmesi sürecini açıklar. Yani denilebilir ki: Kanaatler dünyamızda önce 'hayal' olarak varolurlar. Sonra o hayaller kalıba bürünüp 'tasavvur'lara dönüşürler. Sonra o tasavvurlar da bir parça ukalalaşıp 'taakkul' evresine taşınırlar. Sonra o taakkullar da kablarına sığmayarak 'tasdik' mertebesine erişirler. Sonra o tasdikler yolculuklarına devam ederlerse bir taraftarlık edinip iz'an'a kavuşurlar. İz'anın ardından 'iltizam' devresi gelir. İltizamlar da inanışlarımızın ellerini tutup 'itikada' götürürler. Bu süreçle dünyamız şekillenir. Sağlıklı işlemesiyle sağlıklı şekillenir. Yoksa kimi arızalar oluşur. (Aynı eserde oluşabilecek arızalara dair izahlar da vardır.) Neyse. Uzatmayacağım. Hemence mürşidimin bir başka metninde 'peygamber mucizeleri' ile 'medeniyet harikaları' arasında kurduğu ilgiye koşacağım. Evet. Bence bu ilgi de bir parça Lemeat'taki mezkûr bahse dokanır. Nasıl? Belki biraz şöyle: Ancak nebilerle gelen mucizeler sayesinde insanlık böylesi hayaller kurmayı öğrenebilmiştir. Herbir peygamberin beraberinde getirdiği delil, bize bir bilimdalında ulaşılacak zirvenin fotoğrafını çeker, yani birnevi beşerin aklına karpuz kabuğu düşürür. Bu sayede varmayı arzuladığımız düşlerimiz olur. 'Olabilirler'imiz olur. Bu düşler/olabilir de zamanla müteşebbis âkillerin mesaileriyle gelişerek günyüzüne çıkarlar. Yani mucizelerimiz bizim tahayyül öğretmenlerimizdir. Fakat bugünlerde hayallerimizin başka öğretmenleri de var. Mesela: Marvel. Evet. Marvel'ın bilimkurgu sosu dökülmüş harikalar diyarı yeni bir zihin dünyasını şekillendiriyor bugünlerde. Sözgelimi: Oralarda uçmak Süleyman aleyhisselama ikram edilmiyor. Donunu taytının içine giymeyi bile yeni akıl eden bir soytarı başarıyor semada dolaşmayı. Hem de kimin yardımıyla? Güneşin. Yani tabiatın. Yani sebeplerin. Biraz da uzaylılığın yardımı oluyor tabii. Ancak, kudsî metinlerden farklı olarak, Allah'ın hiçbir faydası dokunmuyor. Çünkü Marvel'ın kahramanları Allah'ı bilmiyor. Herşey doğanın güçleriyle(!) hallediliyor. Bu da yeni nesil bir mistizm aslında. Yeni nesil bir kutsal metin. Materyalizmin kıssaları. Sahi, Kur'an kıssalarına pek gücenik dolaşan ahirzaman zıpçıktıları, Marvel'ın sürekli güncellenen ahidleri hakkında ne düşünüyorlar acaba? Umursamıyorlar mı? Öyledir. Hatta bir de eğleniyorlardır. Neden eğlenmesinler? Kendi inanışlarının tahayyülü inşa edilirken eğlenmelerine kim engel olabilir? Varsın şimdiye kadar hiçbir insan örümcek sokmakla duvarlara tırmanmamış olsun. Bir kere hayali görülmeye başlanmıştır ya. Artık bu çocuklara/gençlere canlılığın bir tesadüf sonucu meydana geldiği kolaylıkla kabul ettirilebilir. Tesadüfle neler neler olmuştur şimdiye kadar filmlerde. Azıcık gama ışını Bruce Banner abimize neler yaptırmıştır. Hulk olup da pantolonunu yırtmadan nelere saldırmıştır. Gerçekte yok mu? Yahu çocuklar filmlerle gerçeği birbirinden nasıl ayırsın? Marvel'ın İncil'i de çizgiroman çizgiroman yazılsın. Animasyon animasyon yapılsın. Film film aktarılsın. Tesadüfün yükü ağırdır. Şimdi bir de paralel evren mevzuu çıktı. Her yeni versiyonunda karakterler geçmişlerini yalanlamaya başlayınca oraya götürdük işi. "Herbir karakter farklı bir evrenin süperkahramanı. O nedenle örümcek adamlar birbirlerini tutmuyor. Başka başka kurgularla karşımıza çıkıyorlar." Bu da yaptığının sorumluluğunu almamakta yeni bir bahane oldu. Nerede birazcık sıkıştırsa mantık tutarsızlıkları, hop, yaşasın paralel evrenin kurtarıcılığı. Zaten var ya bu zıttırıpırtpırt mevzu da 'irade'nin yükünden kurtulmak için ortaya atıldı. İnan olsun öyle. Varlıkta öyle bir 'özellikle seçilmişlik' var ki, bu seçilmişliği bir irade sahibine, yani Allah'a, götürmeden halledebilmenin yolu 'bütün ihtimallerin varolduğuna' sapmakla mümkün olabilirdi. Herşey varsa seçim yoktur. Onlar da Allah dememek için buraya saptılar. Bir paralel evrenler masalı uydurdular. Oh, ne âlâ, ne kolay. Hani ahiretten bahsedince bize diyorlar: Gidip de dönen mi var? İşte şimdi intikam almanın zamanı geldi. Şimdi onların gidip dönmüşlerini sormaya başlayalım. Mikro evrim mevzu da aynı şey. Vallahi aynı şey. Yani aynı kazmalığın türevi. Nasıl varlıktaki 'özellikle seçilmişlik' durumundan "Bütün ihtimaller var zaten!" sanrısıyla kaçmaya çalışıyorlar, aynen öyle de, türler arasındaki mesafeyi aşmak için de mikro evrim yalanına tutunuyorlar. Öyle ya, maymundan insana atlamak şıp diye olacak iş değil, arada doldurulacak çok uçurum var. Ne yapmalı peki? 'Mış gibi' yapmalı. Ne 'mış' gibi? Sanki, o boşluklar milyonlarca yıl boyunca farklı farklı canlı türleriyle dolmuş da dolmuş, sonra hiçbirisi kalmamış gibi. Uçurum hayalmiş gibi. Yahut sonradan açılmış gibi. "Aradaki türler tükenince bu uçurumları görür olduk biz. Yoksa hiç öyle uçurumlar olur mu akıllım?" Peki ne kadar canlı lazım bu araya? "Belki yüzbinlerce tür." Nerede onlar? "Şey, kem-küm, buluyoruz işte canım. Bulmasak da mecburuz bulacağımıza inanmaya. Bulamasak da varolduklarını savunmaya. Çünkü Allah dememeyi kafamıza koyduk biz. Dikeyden açıklamaları 'bilimsel değiller deyu' boşladık. Yataydan bir izah yapacağız. Yatayda ne kolaysa onunla yoracağız. Cehennemse bile sonuna kadar gideceğiz. Kastımız gökte hilali görmek. Beyaz bir kirpik takavvüs etmiş ne ehemmiyeti var. Bize gösterdi ya görmek istediğimizi. Bitti-gitti. Fazlasına gerek yok. Fazlası inanmayana lazım. Biz evrimin inançlı mü'minleriyiz. Marvel kıssaları da ibretlerle doludur. Eskiden minarelerden çığrılırdı: Tanrı uludur. Tanrı uludur. Şimdi işler değişti. Ulular tanrıdır. İnsanlık Marvel'ın kuludur.
4 notes · View notes
Quote
düşler uydurduğumuz öykülerdir
kış masalı, shakespeare
2 notes · View notes
asairofpoem · 4 years
Text
Girdin öylece gönlüme ne selam verdin ne sabah,
Meğersem ummadığım sakin rüzgarlarmış beni kıran!?
Ay saldı üstüme hırçınlığını gün karanlık,gece zifir
Aklımda sözlerin,bakışların desen kalbimde bir kir...
Sevgili nedir şu karamsarlık dur daha bu üçüncü akşam
Yüreğimdekileri silmek için nice gece benliğimle kalsam
Öğretti böylece yaşam,değil peri masalı gibi hayat!
Ama belki vardır bir umut, bilirim arş dahi yedi kat...
Anılara küskün gözlerimde yaşarmış halbuki düşler.
Vücut saçma, dil çırpınır, el tek seni yazmak ister.
Hayat kötü sanki, sisler aklımı darma duman eder.
Akla gelir o an yoktur yanında ömürlük seveceğim diyenler...
0 notes
vurguni · 4 years
Photo
Tumblr media
Yaşamak. Günün ağardığı yerde Beni sana çekiyor Çocukluğumun masalı Düş bozumu anılar Canlanır dudaklarında.. Geç kalmış gençliğim Yaşlanmış anılarımı tazeler yarınlara Sokaklardan El değmemiş duygular İnivermiş boğazdaki sulara.. Çocuksu düşler dolanır Yüreğimin kıyılarında Saçları yanık parmaklarına düşmüş gezi parkında! Yüzüne Biber gazı değmiş Şakağına tazikli su, Ne zaman ki Özgürlüğün ilk harfi Seslenir dilinde! Kalbi düşer usulca ayak uçlarına... Gayrı hangi yolda yürüsem çıkmazım sensin. Adın bir bıçak gibi Bilenmiş dilim de, İçime batıyor. Uğruna bu kaçıncı sınanmam ölümle bilmem! Şarkılar şimdi bana, Yalnız seni çalıyor taksimde, Hangi yolda yürüsem, Her yol sana çıkıyor Ey özgürlük… Abdullah Oral https://www.instagram.com/p/B4Mi8TUg30a/?igshid=nbns47uti4ns
0 notes
2019bestdiyideas · 5 years
Text
Gül Perisi Masalı - Andersen
Tumblr media
Bir bahçenin ortasında üstü baştanbaşa güllerle dolu bir gül fidanı büyüyordu. Bu güllerin en güzeli içinde de bir peri oturuyordu. O kadar küçük, minnacık bir şeydi ki bu peri, hiçbir insan gözü onu fark edemezdi… Her gül yaprağının ardında bir odası vardı onun. O kadar okumuş, o kadar güzeldi ki, hani bir insan çocuğu da o kadar olabilirdi. Omuzlarından yerlere kadar kanattı baştanbaşa…
Odası öyle hoş bir koku ile dolu, duvarları o kadar güzel, o kadar aydınlıktı ki… Çünkü hepsi incecik, soluk pembe gül yapraklarından yapılmıştı.
Bütün gün sıcak güneş ışıkları içinde çiçekten çiçeğe uçar, havada süzülen kelebeklerin kanatları üstünde dans eder, bir tek söğüt yaprağı üstünde bulunan irili ufaklı bütün yolları aşmak için atmak zorunda kaldığı adımları sayardı. Bizim yapraklarda damar dediğimiz şeyler, onun gözünde yollardı, büyük kır yollarıydı. Hatta ucu bucağı olmayan yollardı bunlar onun gözünde, çünkü varmak istediği yere ulaşmadan güneş batardı. Gezintisine çok geç başlamış olurdu.
Nihayet soğuklar başlamıştı. Geceleri çiğ düşüyor, havalar da rüzgârlıydı. Yapılacak en iyi şey de eve dönmekti. Elinden geldiği kadar acele ediyordu peri. Ama gül, yapraklarını kapadığı için içeri giremiyordu. Güller arasında bir tek açık gül de kalmamıştı. Zavallı küçük peri dehşetli korktu. Daha önce gecelememişti dışarıda hiç, her zaman sıcacık gül yaprakları arasında uyumuştu o! Ölüm demekti bu onun için!
Bahçenin öbür ucunda, en güzel keçi boynuzu fidanlarından bir orman bulunduğunu bilirdi. Bunların çiçekleri uzun, renkli boynuzlara benzer. Şimdi bunlardan birisinin içine sokulup sabaha kadar orada uyumak istiyordu.
Uçtu oraya doğru. Dikkat! İki insan vardı ağaçların arasında, birisi genç, güzel bir delikanlı, öteki de resim kadar güzel bir kızdı. Yan yana oturmuşlar, bütün ömürlerince böyle, bir arada kalmak istiyorlardı. Çok seviyorlardı birbirlerini, en iyi çocukların analarını, babalarını sevdiklerinden daha çok seviyorlardı.
“Ama gene de ayrılmak zorundayız, dedi delikanlı. Ağabeyin kin besliyor bize. Onun için beni dağlar, denizler aşırı bir yere, vazife ile gönderiyor. Allahaısmarladık, benim tatlı sevgilim, çünkü sen benimsin, her zaman benim!” Bunları söyledikten sonra öpüştüler. Genç kız ağlayarak delikanlıya bir gül verdi. Ama gülü ona uzatmadan evvel, üstüne bir öpücük kondurdu. Çiçeği öyle içten, öyle candan öpmüştü ki gül açıldı. Bunun üzerine küçük peri hemen çiçeğin içine uçtu ve küçücük başını ince, kokulu duvarlara dayadı. Kendini fark ettirmeden en sıcak ayrılışlardan birine şahit olmuştu. Şimdi gülün, delikanlının göğsünde yerini aldığını his ediyordu. O! Bu gülün altındaki kalp nasıl çarpıyordu! Hatta küçük peri onun çarpıntısından uyuyamıyordu.
Bununla beraber gül, delikanlının göğsünde fazla kalmadı. Delikanlı çiçeği aldı, tek başına karanlık ormanın içinden yürürken onu öpüyordu. Ama gülü öyle bastırarak, o kadar çok öptü ki, küçük peri ezilmek tehlikeleri geçiriyordu. Delikanlının dudaklarının nasıl yandığını yaprağın altından duyuyordu. Gül de bu yüzden en şiddetli öğle güneşinde kalmış gibi açılmıştı.
Bu sırada bir adam daha geldi. Yüzü karanlık, öfkeliydi. Güzel kızın kötü ahlâklı erkek kardeşiydi bu. Uzun, keskin bıçağını çekti. Delikanlı gülü öperken, hemen saplayıp öldürdü onu, başını gövdesinden kesip ayırdı; hepsini söğüt ağacının altındaki yumuşak toprağa gömdü.
Kötü adam kendi kendine, artık yok oldu o, unutuldu, diye düşünüyor, bir daha hiçbir zaman geri dönmeyeceğini söylüyordu. Dağlar, denizler aşarak uzun bir yolculuk yapmaya mecburdu, onun için kolaylıkla bir kazaya kurban gidebilirdi. İşte gitmişti de. Bir daha geri dönmeyecek, kız kardeşim de onu benden soramaz, buna asla izinli değildir!
Adam bunu söyleyerek toprak tümseği kuru yapraklarla örttü, arkasından ayağıyla da çiğnedi. Sonra gece karanlığında eve döndü.
Ama yolda zannettiği gibi yalnız değildi, küçük peri de onunla beraber geliyordu. Kurumuş, kendi üstüne kıvrılmış bir söğüt yaprağının içindeydi, bu da kötü adam mezarı açarken ağaçtan saçları arasına düşmüştü. Adam şapkasını giyince, altı öyle karanlık olmuştu ki! Peri adamın yaptığı bu kötü işten çok korkmuş, öfkeden ürpermiş, titriyordu.
Kötü adam ancak ertesi sabah eve dönebildi. Başından şapkasını çıkardı, kız kardeşinin yatak odasına girdi. İçerde çiçeklere benzeyen o güzel kız uyuyor, düşünde de o kadar sevdiği, şimdi de dağlar aşarak, ormanlar geçerek yol aldığını sandığı sevgilisini görüyordu. Kötü kardeş kızın üstüne eğildi. Hain hain güldü ona. Ancak bir şeytan da böyle gülebilir. Bu sırada solmuş yaprak saçlarından kızın yatak örtüsüne düşmüştü. Adam bunun farkına varmadan dışarı çıktı, sabah saatlerinde biraz uyumak için odasına gitti. Ama peri de yapraktan dışarıya süzülmüştü. Uyuyan kızın kulağına yapışarak ona, bir düşte duyuyormuş gibi, korkunç cinayeti anlatmaya başladı. Kardeşinin onu öldürüp gömdüğü yeri, mezarın hemen yanında çiçek açmış söğüt ağacını bir bir anlattıktan sonra: “Benim sana bu anlattıklarıma inanmaz da düş görmüş olduğunu sanırsan, yatağında bulacağın solmuş yaprak sana gerçeği bildirsin.” dedi. Kız da uyanınca yaprağı buldu.
O! Nasıl ağlıyordu şimdi kız, ne acı gözyaşları döküyordu! Ama güvenip derdini kimseye söyleyemezdi Pencere bütün gün açık kaldığı için küçük peri bahçeye çıkıp oradaki güllere, bütün öteki çiçeklere gidebilirdi. Ama kederli kızı yalnız bırakmayı içi götürmedi.
Birinci pencerede yedi veren cinsinden bir gül vardı. Peri açan güllerden biri üstüne oturmuş, zavallı kızı oradan seyretmeye başlamıştı. Ara sıra kardeşi içeriye, ona geliyordu. Kimi neşeli, kimi neşesizdi. Ama kız ona kalbindeki derde dair bir kelime söylemeye cesaret edemiyordu.
Gece olur olmaz evden dışarı sıvıştı, ormana gitti, çiçek açmış söğüt ağacının bulunduğu yeri buldu. Yerdeki yaprakları açtı, toprağı kazdı ve orada öldürülen sevgilisini buldu. Şimdi acı acı ağlıyor, aziz Tanrıdan hemen kendisini de onun yanına alması için yalvarıyordu.
Ölüyü seve seve eve götürecekti, ama imkân yoktu buna. Onun için yalnız rengi solmuş gözleri kapanmış, kesik başı aldı, soğuk dudaklarından öptü, güzel saçlarındaki toprakları silkti. “Bu benim olacak artık!” dedi. Geriye kalan ölü vücudunu yeniden toprakla, yapraklarla örttükten sonra, kesik başı aldı, ormanda sevgilisinin öldürüldüğü yerde çiçeklenen küçük bir yasemin dalını kopardı, eve döndü.
Odasına girince saksılar arasından en büyüğünü ayırdı, ölünün başım bunun içine koydu. Üstünü toprakla doldurduktan sonra yasemin dalını saksıya dikti.
“Hoşça kal, hoşça kal!” diye fısıldadı peri. Bu kederli manzaraya daha fazla dayanamamıştı. Onun için bahçedeki gülüne doğru uçtu. Ama bu gül de solmuştu. Yalnız yeşil yaban gülünde birkaç sararmış yaprak sallanıyordu.
“Bütün iyilerin, güzellerin ömrü ne kadar kısa!” diyerek içini çekti peri. Nihayet kendine ev olarak seçebileceği bir gül buldu, artık onun ince, kokulu yaprakları ardında oturacaktı. Her sabah zavallı kızın penceresine uçuyor, kızı da her zaman saksının başında ağlar buluyordu. Döktüğü acı gözyaşları yasemin dalının üstüne düşüyor, kızın rengi ne kadar solarsa, dal da o kadar tazeleşiyor, yeşeriyordu. Sürgünler birbirini kovalamakta, küçük, beyaz tomurcuklar açılmakta, kız da bunları öpücüklerine boğuyordu. Ama kötü kardeş de kızı azarlıyor, ondan delirip delirmediğini soruyordu. Artık tahammülü kalmamıştı, kızın durmadan saksının başında ağlamasını da anlamıyordu. Çünkü o saksının içinde hangi gözlerin kapanmış, hangi kırmızı dudakların göçüp gitmiş olduğunu bilmiyordu.
Bir gün kız başını saksının üstüne eğmiş, küçük peri de gülün üstünden onun öylece uyuduğunu görmüştü. Hemen kulağının içine sokuldu; kıza ormanda geçirdikleri akşamdan, gül kokularından, perilerin aşklarından bahsetmeye başladı. Kız öyle tatlı düşler görüyordu ki, bunlar sürüp giderken sanı da uçup gidiverdi. Tatlı bir ölümle ölmüştü, şimdi cennette, sevgilisinin yanındaydı. Yasemin çiçekleri, iri beyaz çanlarını açtılar. Çok tatlı kokuyorlardı. Güzel kızın ölümüne başka türlü ağlayamazlardı.
Ama bu çiçeklenen güzel fidan kötü kardeşin hoşuna gitmişti. Onu kardeşinden miras diye alıp yatak odasına götürdü, yatağının başucuna koydu. Çünkü güzel duruyordu. Kokusu da tatlıydı, hoştu. Küçük gül perisi onu takip ediyor, ayrıca çiçekten çiçeğe uçuyordu. Çünkü her çiçeğin içinde bir ruh oturuyordu. Peri bunların hepsine genç adamın öldürülüşünü, kafatasının şimdi toprak içinde toprak olduğunu, o kötü kardeşi ve kötü kardeşin kız kardeşini anlatıyordu.
“Biz biliyoruz bunları, diyordu her çiçeğin ruhu biliyoruz hepsini! Biz öldürülenin gözlerinden, dudaklarından meydana gelmedik mi?” Bunu söyleyerek başlarını tuhaf tuhaf sallıyorlardı. Gül perisi bunların dıştan bu kadar sakin görünmelerini anlayamıyordu. Onun için dışarıya uçtu, bal toplayan arılara giderek onlara kötü kardeşin hikâyesini anlattı. Arılar da durumu kraliçelerine bildirdiler. O zaman kraliçe, ertesi sabah hepsi birlikte gidip katili öldürmelerini emretti.
Ama bir akşam önce, yani kızın ölümünden sonraki ilk akşam, kötü kardeş kokular saçan yasemin fidanının yanında, yatağında uyurken, çiçeklerin hepsi birden açılmıştı. İçlerindeki ruhlar gözle görülmeyen zehirli kargılarıyla dışarıya fırladılar. Önce adamın kulağına oturdular ve adama kötü düşler anlattılar. Arkasından dudaklarının üstüne uçtular ve zehirli kargılarını oya oya adamın diline batırmaya başladılar.
“Artık ölünün öcünü aldık!” diyorlardı. Bunu söyleyerek tekrar yasemin çanlarının içine döndüler.
Sabah olup da yatak odasının penceresi ansızın açılınca gül perisi, arıların kraliçesi, bütün arı okulu ile birlikte adamı öldürmek için içeriye girmişlerdi.
Ama o artık ölmüştü. Yatağının etrafına insanlar toplanmış, onu yasemin kokularının öldürdüğünü söylüyorlardı.
Gül perisi, çiçeklerin öç aldıklarını anlayınca arıların kraliçesine durumu anlattı. Kraliçe şimdi yanındaki bütün kafile ile birlikte saksının etrafında vızıldıyordu. Adamlar arıları bir türlü dışarı kovamıyorlardı. Bunun üzerine içlerinden biri çiçek saksısını yerinden kaldırdı. Ama bu sırada bir arı, adamın elini sokuvermiş, saksı da yere düşüp parçalanmıştı.
Oradakiler yerde yüzü solmuş ölü kafasını görünce, yatakta yatan ölünün onun katili olduğunu anladılar.
Arılar kraliçesi havada vızıldıyor, çiçeklerin, gül perisinin öcünü şakıyor, en küçük yaprağın arkasında bile, yapılan bir kötülüğü haber verecek, onun öcünü alacak birisinin oturduğunu anlatıyordu.
Gül Perisi Masalı - Andersen
0 notes
huseyinerol3453 · 3 years
Photo
Tumblr media
Değerli dostlar, Basta Doğu Türkistan , Suriye,Mısır; Yemen, Irak , Filistin, Arakan,Afganistan, Hindistan, Hepsi de müslüman, Kana boyanmış ah binlerce insan, Nerede merhamet nerede vicdan, Aç artık gözünü aç artık dünya. Acısız yarasız geçmiyor günler , Bitmiyor ne zulüm nede ölümler, Terörü yapan kim? katiller kimler ? Seç artık doğruyu seç artık dünya. Sözde hak ,hukukmuş sözde barışmış, Sözde medeniyet, çok şeyi aşmış, Caninin kanına şeytan karışmış , Geç artık masalı geç artık dünya. Bunları yapamaz, insan insana , Hatta İnsana değil hiç bir canlıya , Dayanır mı bir can böyle acıya ? Ver artık hükmünü ver artık dünya . Bebekler ezildi taşlar altında, Pis pis sırıtıldı yaşlar altında, Kıyametler koptu düşler altında , Aç bu zulme savaş aç artık dünya. . Dilerim her sey düzelir. Tüm zülümler sona erer. Dünyadaki her sey gönlümüzce ,kardesçe, Hakça, sevgi, huzur , merhamet, hakkaniyet ve hosgörü anlayısı doğrultusunda olur. Amin insaAllah. En içten dileklerimle selam 👋ve dua ile 👐 https://www.instagram.com/p/CM77l3isEap/?igshid=3mix3hwxf1rt
0 notes
yunuscetiner · 7 years
Video
Biz birbirimize benzediğimiz için kaybettik Hasretimiz bu yüzden ayakta dimdik Bu yüzden galip Gurur hiç olmadığı kadar acımasız Gurur leş kargaları gibi sevdamıza talip Göz göze geçirdiğimiz geceler falan Ne bileyim kurduğumuz düşler garip Oysa ikimizde yalnızlığı severdik İkimizde bağır çağır suskunluğa hapis Ne ben kaçabildim ne beraber gizlendik Yaralarımız bulaştı yarınlarımıza Ben iskemleye çıktım Sen kendini astın Bu masalı da böyle bitirdik Kaç rüyaya ecel oldu birbirimizden gidişimiz Kaç yastığı sırdaş bilip sırılsıklam dertleştik Belki de birimiz af dilemeliydi gelip Ama dedim ya Biz birbirimize benzediğimiz için kaybettik. . #yunusçetiner #seslişiir#şiir#instagram#istanbul#edebiyat#instabook#mavininkülleri (Istanbul, Turkey)
4 notes · View notes
lastromantik-blog · 5 years
Text
Güneşin ilk yağmuru buğuya yazılan sözlerin izi gibiydi.
İzi yok ama anılarım kazınmış camlarda.
Camların buğusunda asılı kaldı yüreğim.
Ve isyan etti yüreğim.
Bir çığlık ki kulakları sağır edici.
Bir çığlık ki kimsenin duymadığı
Yıllardır aynı masalı anlattı dilim
Uyudu yüreğim.
Kaç sevişler eskittim bedenimde.
Neler neler uğruna kaç defalar ve
kaçıncı uçurum çiçekleri
Yüreğimde soldurduğum sonbahar.
Gözlerimden döküldü yapraklar
Yüreğim yangın yeri, yetim eli, mermi sesi
Yüreğim ananın ağıt nefesi
Kaç yazlar gördüm 
Güneş inmeden gülüşlerime
Kar kapattı düşlerimi
Kaç çıkmaz sokakta can verdi düşlerim
Sen bilsen ne bilmesen ne
Bu yürek yangın yeri
Kaç insan gördüm yüreği ellerinde
Akrep misali kaç ateş çemberi
Kaç akrep leşine tanık oldu yüreğim,sustu gözlerim
Ayaz yemiş gecelerde kayıp gençliğim
ve şimdi
Umutlarıma salıncak kurup yarınlarıma uzanıyorum
Yüreğinin en yüksek yerinde
Düşler sokağınını daha düşü görülmemiş
Mor bulutların ak vadilerinden uzanan bir kuş sesinde
Bir kar tanesi temizliğinde,kalem inceliğinde
Kitap efendiliğinde
Yaşamın kendisiyim; Geçmişin,geleceğinim
Ben sevgi,ben keder
Hüzün,hasretim
Hadi yaşa beni. . .
0 notes
Text
On Bir Dakika
On Bir Dakika On Bir Dakika, dünyanın en eski mesleği fonunda yaşanan bir aşk masalı. Paulo Coelho’nun kahramanı güzeller güzeli Maria, iyi bir eş, sakin bir yuva değil, serüvenler, aşklar, zenginlikler hayal etmektedir. Bu hayallerin peşine takılıp ülkesinden çok uzaklara, İsviçre’ye sürüklenir. Dilini bile bilmediği bu yabancı dünyada, hayallerini gerçekleştirmek uğruna garip serüvenlere karışan genç kadının cesareti yanında ilkeleri de sınanır. Maria, birçok kadının ömür boyu adım atmaya cesaret edemediği bir eşikten geçmektedir: kendini, bedenini, ruhunu ve cinselliğini tanıma. Aşk ve cinsel özgürlük, zenginlik ve yoksulluk, utanç ve cesaret, çıkar ve özveri, söz simyacısı Paulo Coelho’nun Maria için katı gerçeklerle dokudğu düşler dünyasının çelişkileri… Maria’nın serüveni nasıl biterse bitsin, her şeye rağmen “Dünya, yalnızca on bir dakika süren bir şeyin çevresinde dönüyor.”
On Bir Dakika
0 notes