Tumgik
#dengelenmek
ugurkilicofficial · 2 years
Photo
Tumblr media
Merhaba 🤗 Dengenin En Özeli Dengeli Olmaktır. -Uğur Kılıç- #ugurkilic #uğurkılıç #denge #dengeli #dengeliolma #dengeleme #dengelenme #dengelenmek #kişiselgelişim #gelişim #psikoloji #insan #psikoloji #lifecoach #yaşamkoçu #yasamkocu #istanbul🇹🇷 https://www.instagram.com/p/CoC36vKoDE7/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
dolunay-surat · 4 months
Text
“Kimse ölmek istemiyor ama herkes cenneti istiyor,” dedi balık tutan üçlü amca grubundan biri. Uzaktan mehter sesleri geliyor, yamacımda bir karga zıplaya zıplaya mehtere eşlik ediyor adeta. Küçük motorlu bir tekne dalgalar oluşturarak hızla varacağı noktaya ilerliyor. Sağımda orta yaşlı bir adam telefonuna dalmış, karşımda bir bisikletli mini molasında, ileride iki arkadaş derin bir sohbetin içerisinde.
Tumblr media
İki günlük aldığım hastalık iznimin ikinci gününde suyumu, mendilimi, pastilimi ve kitabımı alıp sahile attım kendimi. Biraz hava almak, demlenmek, sakinlemek ve dengelenmek için. Sanki bu molaya ihtiyacım olduğunu anlamış gibi son günlerde hastalığım epey arttı. geceleri uyutmayan öksürük, geniz akıntısı, baş ağrısı beni bilimum ilaçlara, bol suya, dinlenmeye teşvik etti. Bu mola kendimle kalmam, ruhumu dinlendirmem ve tekrar terazimi dengeye oturtabilmem için de iyi denk geldi. son haftaların karmaşası, zihin yorgunluğu biraz olsun dindi. biraz olsun odağım tekrar içimden dışıma, benden ona, zihinsel mücadeleden ağaca, taşa, kedi köpeklere, yeni tariflere, kitaplara ve gündelik rutinlerime dönmeye başladı.
bu süreç bana koşulsuz şartsız kendim olabilmenin önemini tekrar hatırlattı. sevilmek için hep artı bir şey yapmak zorunda olmadığımı, yüzlerce tecrübem olsa da yine de hata yapabileceğimi, insanlar hakkında yanılabileceğimi ama her şeyin geçtiğini ve aslında “hiçbir şeyde bir şey olmadığını” tekrar görmemi sağladı. ve az ve özle yetinmenin önemini. elindekilerin değerini bilmeyi ve onlara özenmeyi. belirsiz bir boşluktan gelecek birileriyle değil; çevrende seni seven ve sana değer veren insanlara gerçekten özen göstermenin önemini.
günler gelir, günler geçer. hiçbir şeyin çok büyük bir anlamı yoktur. soğuk bir bardak su, lezzetli bir yemek pişirmek, güzel bir kitaba başlama heyecanı, sürükleyici bir dizi, sevdiklerin için bir şeyler yapmak, kedi köpek beslemek, denize bakmak, doğada vakit geçirmek, en önemlisi elindekilerle yetinmeyi bilmenin insanı çok mutlu değil ama memnun edeceğini anladım, anlıyorum.
hayat her zaman kolay günler vadetmiyor bize. bazen taşlı, dikenli, çamurlu yollardan geçmek gerekiyor. ama hepsi, hepsi günün sonunda -eğer ders çıkarmayı bilirsek- bizi bir nokta daha ileri götürüyor. ve bu tecrübelerin verdiği açıklık yolumuzu bir nebze olsun aydınlatıyor. hiçbir şeyde çok büyük bir şey olmadığını ama hayatın ve yaşamdan aldığımız keyfin de bu küçük anlarda saklı olduğunu belli belirsiz mırıldanıyor.
2 notes · View notes
fatovski · 1 year
Text
Artık bir şeyler netleşti zihnimde geriye kalan uygulamak belki de böyle olması gerekiyormuş. Bu sürecin bu kadar sancılı olması gerekiyormuş. Tek istediğim dengelenmek. Pişmanlık duymadan ilerlemek.
15 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
İnsanın temel gücü akıl, bedensel yani ona âraz olanlar ise arzu ve öfke gücüdür. Temele aklı koymanın sebebi; sonraki iki gücü itidâle ancak aklın itidâli ile getirebilmesidir. Çok zeki olmak veya zekâ yoksunluğu da itidâl kabul edilmez. İtidâl ortaya yakın, ideale uygun, dengelenmek demektir. Her üçünün itidâle gelmesi “adalet” adaleti yakalayanın da bir nevi özgür olması demektir. Çünkü adalet, eşitlik değil, hak edenin hak ettiği kadar yani arzusunu ve öfkesini aklı ile ideale getirebildiği kadar özgürleşmesidir. Vasat olarak görünen her itidâl değersiz bir erdem olmayabilir.
Tumblr media
7 notes · View notes
salyangozyazar · 1 year
Text
26.09.23 01:13
Dengelenmek çok zor ama iyileşeceğim~
0 notes
birmeneksecom · 2 years
Link
0 notes
zasgeblog · 4 years
Photo
Tumblr media
Yaratıcı Kaynak'ın sevgi, güven ve desteğiyle yeni OL'ANdan beslenmek .... 2018 Nisan ayında başlayan dönüşüm süreçleri 2020 Ocak ayı ile birlikte hız kazandı. Hayatlarımız neredeyse baş aşağı düştü. Her an toplumun tamamını etkileyen yeni bir zorluk süreci başlıyor ve zaten sürmekte olan diğer zor süreçlere ekleniyor. Şükür ki daha çok açık alanlar ve okyanus merkezli depremler, günlerce süren ve ne yazık ki çok doğa varlığı canını alan orman yangınları, ekonomide sıkışıklık derken bir de pandemimiz oldu. Dünya Ana adeta “bu zamana kadar istediğiniz oyunu oynadınız, şimdi sıra bende, verdiklerimi geri alacağım” diyor. Anlaşılan odur ki, bütün insanlık için büyük dönüşüm zamanı olan 2020 hepimize ortak veya bireysel büyük zorluklar getiriyor. Dönüşüm gereğini görüp kabul edenlerin, kendi varlıklarını sürdürürken sosyal sorumluluk gereği diğerlerine de katkı sağlayanlar bu süreçleri daha kolay deneyimlerden, dirençli veya kontrol bende aklıyla devam edenler süreçlerde sürekli tökezleyerek yolculuk ediyorlar. Zaman hızlanıp yaşam döngüleri farklı bir şeye evrilirken ortaya çıkan karmaşa ve toz bulutunun içinde kendi öz ışığımızı yakarak, parlatarak özkaynaklarımızla yol bulup hatta yaratıp ilerlemeye ihtiyacımız var. #devamıiçin #yorumlar 👇🏻 #zasge #kolayaizinliyim #ruhşarkısı #chanting #venüsretrosu #venüs #merkürretrosu #merkür #aytutulması #tutulma #güneştutulması #tutulmalar #uyum #uyumlanmakiçin #potansiyelinikeşfet #potansiyel #dengelenmek #denge #dengelenme #dengekurmak (Bodrum, Mugla) https://www.instagram.com/p/CAaLCVigBtC/?igshid=1dgf2sdtb5ee5
0 notes
hariomyogamerkezi · 5 years
Text
GÜVERCİN / ERGİN ÖZLER
Yogada uzmanlaşma programı için bir makale yazmamız gerektiğini öğrenince bir hayli endişelendim. Makale, orijinal bir fikir içeren bir çalışma demekti ve benim ne bir akademik deneyimim ne de orijinal bir fikrim vardı. Hocamızın beklentisinin kişisel yaklaşım içeren bir çalışma olduğunu öğrendiğimde kısmen rahatladım.
Tumblr media
Ne var ki, konu ararken fark ettim ki öznel bir şey yazmak daha da zordu. Bir gece konu bulamıyorum diye sızlanırken eşim bana beni en çok etkileyen yoga pozunu sordu. Benim için en etkileyici asana kesinlikle güvercindi. Asanaları, dönüştürdüğü bedensel alan ve onun metafizik izdüşümleriyle yani çakralarla ilişkilendirerek söylenebilecek çoğu şey bugüne kadar söylendi. Bu yüzden poza ismini veren mitolojik varlığı Hint düşüncesi içinde araştırmaya ve benim için ne ifade ediyor olabileceğini yorumlamaya karar verdim.
 Güvercinle ilgili karşıma ilk çıkan Mahabharata’da ve Budist Cataka hikayelerindeki Kral Sibi’nin hikayesi oldu. Birkaç değişik versiyonu bulunan hikaye özetle şöyle: Kral Sibi Ay Hanedanından Kral Ushinara’nın oğlu ve halefidir. Adil ve hayırsever kralın ününü duyan İndra ve Agni onu sınamaya karar verirler. Agni bir güvercine dönüşerek sarayının avlusunda oturan Kralın kucağına iner ve kendisini bir şahinin takip ettiğini söyleyerek kraldan himaye ister. Kral yorgun kuşa “hayatını kurtulmuş bil,” diyerek güvence verir ve onu koruması altına alır. Hemen ardından şahin görünümündeki İndra avluya iner ve Sibi’den hakkı olan avını kendisine teslim etmesini ister. Kral sığınma bahşettiği birine ihanet edemeyeceğini, bunun tanrıları kızdıracağını, hatta kendinden sonraki nesilleri bile tehlikeye atacağını söyleyerek şahinin arzusunu reddeder ama onun talebindeki haklılığı da görerek mutfağından ne isterse yiyebileceğini, açlığını dindirebileceğini söyler. Şahin kralın mutfağındaki yemekleri istemediğini, Tanrı’nın ona bahşettiği avın hakkı olduğunu söyler ve  güvercini bırakması için krala ısrar eder. Kral, kendisine sığınan birine ihanet etmeyeceğini tekrar ederek şahinden ona bir başka seçenek sunmasını ister. Bunun üzerine şahin avından vazgeçmeyi kabul eder ancak bir şartı vardır: Kral güvercinin ağırlığı kadar kendi etinden vermelidir. Güvercinin fazla ağır olmayacağını düşünen Kral Sibi sevinerek şahinin şartını kabul eder. Hemen bir bıçak ve terazi getirtir, baldırından bir et parçası keserek bir kefesinde güvercinin durduğu terazinin diğer kefesine koyar. Terazi dengelenmek şöyle dursun kıpırdamaz dahi. Bunun üzerine Sibi bedeninin değişik yerlerinden kestiği parçaları teraziye koymaya devam eder ancak çabaları beyhudedir. Terazinin kefesi bir türlü oynamaz. Kesecek uzvu kalmayan Kral Sibi nihayet sürünerek tartının kefesine çıkınca terazi dengelenir. Agni ve Indra gerçekte kim olduklarını açıklar ve Sibi’nin yaralarını iyileştirerek onu eski haline getirirler.
 Hikâye bir fazilet hikâyesidir, fakat aynı zamanda Hint maneviyatında sık karşılaşılan mistik bir soruya yanıt arayan bir metafordur: Gerçek benliğe (Atman) insanın özündeki ölümsüz öğeye nasıl ulaşılır?
 Zengin simgesel anlamlarla yüklü hikâyenin kahramanı Kral Sibi Budist geleneğe göre Buda olacak kişinin geçmişteki tecessümlerinden biridir. Zaten Cakata hikâyeleri Siddhartha Gautama’nın geçmiş hayatlarını anlatır. Bu hikâyede Kral Sibi, bizzat tanrılardan aydınlanma (Samadhi/Nirvana) yolunda önemli bir ders alır. Gerçeğin gizlenmesi teması hikâyenin esasını oluşturur. Hakikat, olay örgüsünün sonuna, Kral Sibi nihai fedakarlığı yapana kadar ortaya çıkmayacaktır. Burada söz konusu olan, Hint düşüncesinin önemli öğelerinden biri olan maya kavramıdır. Algılanan gerçeklik bir yanılsamadır; karmanın (evrensel nedensellik yasası) yani zamansal koşulların ve mekânsal sınırların ürünüdür. Gelip geçicidir. Mircea Eliade Yoga kitabının önsözünde maya kavramını şöyle açıklar: “Bu terim haklı olarak “yanılsama, kozmik yanılsama, serap, büyü, teşekkül, gerçek dışılık vs.” olarak çevrilmiştir, ama yakından incelendiğinde mayanın Varlığın bir parçası olmadığı, ‘teşekkül’ ve ‘zamansallık’ içerdiği için bir ‘illüzyon’ olduğu fark edilir.”[1] Mayanın ötesinde tüm koşullandırmalardan bağımsız bir mutlak hakikat, bir değişmeyen vardır. Yoga işte bu yanılsama perdesinin aralanmasını sağlayacak teknolojinin üretilmesinden başka bir şey değildir. Hint tinselliğinde hakikatin idraki kendini tanıma yoluyla elde edilen metafizik bir hakikatin keşfidir. Metafizik işlevi olmayan bilgi sadece değersiz değil kozmik yanılsama ile olan bağı güçlendirdiği için zararlıdır da. Yogayı oluşturan sekiz uzvun ikincisi Niyama’ların (disiplin) son öğesinde bu işlev net biçimde ortaya konur: “Yoga metafiziğini öğrenmek ve Tanrı’yı (İşvara) her eylemin gerekçesi haline getirmek.”[2] Kendini tanıma çabasını değerli kılan şey, ruhun kurtuluşunu sağlayacak pragmatik fonksiyonudur. Ancak kendini tanıma yolu zorluklarla dolu bir yoldur. Çünkü koşullanmalar insandan gizlidir. Samskara (bilinçdışı izler) ve vasana’lar (gizli eğilimler) insan edimini ve dolayısıyla karmayı belirler. Yaptığımız her eylem, başımıza gelen her olay, içine düştüğümüz her durum bir samskara “içe işleme, iz bırakma” ile sonuçlanır. Tıpkı doğumun engellenemez ve ölümün kaçınılmaz olması gibi  bilinçdışı bu kalıntılar ve izler insanın gelecek eylemlerini kaçınılmaz kılar. Kurtuluşa ulaşma sadece bu kalıntıların ve eğilimlerin izini sürmek, onları saptamak ve nihayet onların üzerimizdeki hakimiyetine son vermekle mümkündür. Elbette bu psişik yapılar aynı zamanda insanın kişiliğini oluşturur. Bireyin bu izlerin boyunduruğundan kurtulması demek kişiliğinden vazgeçmesi, tanıdığı bildiği haliyle kendini yok etmesi yani yaşarken ölmesi demektir. İnsanın vuslat için kişiliğini külliyen yok etmesi gerekir. Kral Sibi’nin hikayesinde de yanılsamanın son bulması, hakikatin ortaya çıkması ancak Sibi’nin varlığını feda etmesiyle gerçekleşir. Kral Sibi’yi kendisi yapan, onun kişiliğini oluşturan şey onun tarihselliği, kişisel hikâyesidir, Atman’a ulaşmak için vazgeçmesi gerekenler de bizzat bunlardır.
 Elbette Yogin bu keşif seyahatine kendisini hazırlamalıdır. Patancali’nin tanımladığı Yoganın sekiz uzvundan ilk ikisinin yani Yama (sakınma) ve Niyama’ların (disiplin) Yoga teknikleriyle ilgisi yoktur, hemen her dini ahlaki düşünsel sistemde karşılaşabileceğimiz genel fazilet ve ahlak kurallarından oluşur. Asıl işlevleri yeni maya tohumları ekilmesinin olabildiğince önüne geçmektir. Yogin bu kurallara riayet ederek, önündeki engelleri yenilerini oluşturmadan aşmayı hedefler. Nitekim faziletiyle ünlü Sibi bu yolculuğa çıkmaya hazırdır. Kendini tanıma yolculuğu zahmetlerinin yanı sıra acı vericidir de. Nitekim Sibi kendini parça parça İndra’ya kurban ederken büyük ızdıraplara göğüs germek zorunda kalır; her bir samskara ile yüzleşme, fiziksel olarak “etinden et koparmaya” tekabül edecek şiddetli kederlere yol açacaktır. Yoga yolu çile yoludur, çünkü acıyı sona erdirmek onu derinlere gömmekle değil ancak çekmekle mümkündür. Yogin yaşayacağı acılara rağmen benliğiyle yüzleşmek zorundadır, kurtuluşun tek yolu budur.
 Peki Kral Sibi’nin uğrunda bu denli büyük fedakarlık yaptığı hakikat nedir?  Samkhya ve Yoga felsefeleri düalist bir gerçeklik anlayışı tasvir eder. Vakıa ikiliği oluşturan öğeler Prusha (Ruh) ve Prakrti (Töz) birbirine bağlıdır, çünkü Purusha’nın bilinmesi Prakrti’nin bir hâli, hatta en saf hali olan (buddhi) akıl/idrak vasıtasıyla mümkün olur. Burada bahsedilen elbette metafizik idraktir. Yani tözün işlevi en saf haline ulaşarak Ruhu (Purusha) yansıtmaktır. Bu ikili gerçeklik anlayışı içsel ve dışsal olarak da nitelendirilebilir. Töz içine hapsolmuş varoluşu aşmanın anahtarı onun en katışıksız hâline (saf akıl) ulaşmaktır. Samkhya felsefesi maddi, zihinsel ve aynı zamanda psişik evreni oluşturan praktri’nin üç formunu tanımlar. Bunlar sattva (aydınlık), racas (devinim) ve tamas’dır (karanlık).[3] Bu üç guna maddi ve manevi varoluşun her bir parçasını oluşturur. Kozmostaki her şey üç guna’dan oluşmuştur, bunların oranı varlığın kendine özgü yapısını belirler. Bu üçleme Vedik ilâhların en eskisi Agni’de yansıma bulur. Agni’nin kendisi de bir üçlemedir: Sudan doğan Agni, bir yıla kalmadan boynuzlarını bileyen boğaya dönüşen bir buzağıdır; iki çubuktan (yani ateşten) doğan Agni ateş dilli bir oburdur; göklerin en yüksek katından doğan Agni bir kartaldır. Ayrıca Vedik ilâhilerde göklerin taşıyıcısı, evini ölümlülerin arasında kurmuş, her şeyi gören ve bilen bir ölümsüz olarak kutlanır. [4] Maddi üç elementi suyu, ateşi ve havayı barındıran Agni yerle gök, ölümlüyle ölümsüz arasındaki bağlantıdır. Üç guna'yı dolayısıyla praktri’yi bünyesinde toplamıştır. Sattva ve tamas aynı madalyonun iki yüzüdür. Agni’yi ateş dilli bir doymak bilmez olarak tasvir etmek bu ikilemi simge durumuna taşır. Agni bir yandan varoluşu aydınlatırken diğer yandan önüne çıkan her şeyi yutarak karanlığa gömer. Sudan doğan ve vakit kaybetmeden bir boğaya yani güç, cinsellik ve üreme sembolüne dönüşen Agni yaşamın ta kendisidir, harekettir, devinimdir yani racas’tır. Üçlemenin son parçasını oluşturan göklerin zirvesinden doğan kartal Agni ilahi bakış açısının temsilidir, her şeyi görür, her şeye hakimdir. O, arı akıl yani buddhi’dir. Vedaların ateş tanrısı, gökyüzünde güneşin, yeryüzünde ateşin temsilcisi, yaradılışı ve hayatı simgeleyen Agni’nin Kral Sibi’nin öyküsünde avcısından kaçan savunmasız bir güvercine dönüşmesi manidardır çünkü yaşam, bu muazzam güç, aynı zamanda kırılgan ve savunmasızdır. Kral Sibi’nin güvercin formunda betimlenen yaşam için kendi hayatını feda etme motifi ilk bakışta çelişkili görünse de Yoga felsefesinde merkezi bir yer tutar zira ölümsüzlük ancak yaşarken ölmekle mümkündür.
 Terazi de Kral Sibi’nin öyküsünü bir vahdeti vücut anlatısı olarak anlamlı kılan evrensel imgelerden biridir (İslam düşüncesinde de Hak(k) hem yaratan hem de adalet anlamı taşır). İnsanlık bilincinde adalet sembolü olarak yer eden bu imge öyküde benzer bir kavrama işaret eder: birlik. Tüm hayat birdir ve her canlının özü aynıdır. Kral Sibi verdiği sözü tutmak için tek bir şansı olduğunun farkına vararak kefeye tırmandığında terazi dengelenir. Kral için karar anı tanrısal özünün farkına vardığı aydınlanma anıdır. Sibi’nin Agni ile eşit ağırlıkta olduğunu kavrarız, aksi de zaten mümkün değildir. Çünkü farkında olmasa da o ve Agni birdir, aynı ölümsüz varlıktır, yaşamın kendisidir. Kral Sibi’yi farkındalıktan mahrum bırakan şeyler ise birer yanılsamadır. Birliğe ulaşmak için hakikati, yani kendi özünü kavramalı yanılsamanın ötesine geçmelidir.
 Hikâyede bir şahine dönüşen İndra, Yunan ilahı Zeus veya pagan ilahı Thor ile kıyaslanabilir; savaşın, yağmurun ve nehirlerin tanrısıdır, kötücül yılan Vritra’yı silahı yıldırımla öldürerek suların serbest kalmasını sağlamıştır. Kaos karşısında düzeni, kötülük karşısında erdemi simgeler. Kral Sibi’nin hikayesi Mahabharata’nın orman kitabında (3. Kitap) geçer. Ayrıca, İndra en tanınmış dini Hint metni Bhagavadgita’nın kahramanı Arjuna’nın babasıdır Bhagavadgita, Mahabharata’nın 6. kitabının bir bölümünü oluşturur ve üvey kardeşi Karna ile savaşmak zorunda kalınca ahlaki bir ikilem içine düşen Arjuna’nın öyküsünü anlatır. İndra Bhagavadgita’da da kılık değiştirir. Bu sefer bir şahin değildir, Karna’nın huzuruna fakir bir Brahmin kılığında çıkar ve ondan, onu yenilmez kılan zırhını ve küpelerini ister. Babası Surya tarafından uyarılmış olan Karna huzuruna gelenin İndra olduğunu bilir ama yine de yardım isteyen birini (özellikle de tanrıların kralını) geri çevirmez; Arjuna ile gireceği büyük muharebenin arifesinde savunmasız kalmak pahasına zırhını ve küpelerini İndra’ya verir. Annesinin hatasıyla varoluşa hazırlıksız yakalanan Karna, bu kez kendi arzusuyla yok oluşa hazırlıksız yakalanacaktır.
Hindolog Kevin McGrath’ın bahsettiği ve Vedik mitolojiyi dolduran sembolizm yüklü İndra (yağmur) – Surya (güneş) çatışmasına [5] ek olarak İndra, hem Kral Sibi’nin öyküsünde hem de Bhagavadgita’da kritik bir rol oynar: Kılık değiştirerek huzuruna çıktığı kahramanları doğru olanı yapmaya zorlar. Nitekim, Kral Sibi’nin öyküsünde Sibi’den yerine getirilmesi neredeyse imkânsız şeyler ister. Söz konusu talepler, her ne kadar acımasız da görünse, Sibi’yi yeniden doğuşa ulaştırır. Burada karşımıza çıkan Yoganın ayırt edici bir diğer özelliği, hem ritüel hem de yalın anlamıyla yetiştirici, donatıcı, erginleyici[6] yapısıdır. Sibi’nin hikâyesinde İndra’nın manevi rehber (guru) işlevi açıktır. Gerçekten, “Yoga tek başına öğrenilemez, bir manevi rehberin yol göstericiliği şarttır.”[7] Hikâyede İndra’nın taviz vermeyen tavrı, ya-hep-ya-hiç dışında seçenek bırakmayarak öğrencisini yönlendiren bir hocanın tavrını andırır. Yogin, gurusunun rehberliğinde aydınlanma yolundaki engelleri aşmaya çalışacaktır. Yoginin içsel yolculuğunun hedefi moksha’dır, ama bu seyahat amacına ulaşmasa da yogin yolculuğu boyunca varoluşun çeşitli güçleriyle ve bilincin farklı katmanlarıyla karşılaşacaktır.
[1] Eliade Mircea, Yoga: Ölümsüzlük ve Özgürlük, Alfa Yayınları 2017 çev. Ali Berktay, s.13
[2] Eliade, Yoga ve Ölümsüzlük
[3] Eliade Mircea, Yoga: Ölümsüzlük ve Özgürlük, Alfa Yayınları 2017 çev. Ali Berktay, s.30
[4] Graves Robert,  The White Godess, Noonday 1948, New York, s.302
[5] https://en.wikipedia.org/wiki/Karna
[6] İng. sıfat initiative, Eliade Mircea Yoga ve Ölümsüzlük s.19
[7] Eliade Mircea, Yoga ve Ölümsüzlük s.19
4 notes · View notes
kadoocam · 3 years
Photo
Tumblr media
GÜNEŞ TUTULDU ÇAKRALAR DENGELENDİ 0 ZAMAN GÜN AYSIN NAMASTE🙏 🌞☝️ #namaste #namastê #gunaydin #günaydınmesajları #güneştutulması #çakrakolye #dengelenmek #kadocam #camkolye (Mevlana müzesi) https://www.instagram.com/p/CP99KsqNKDJ/?utm_medium=tumblr
1 note · View note
bhedana · 5 years
Text
Beden aracılığıyla geçici bir zevk alınabilir fakat alınan zevk aynı miktarda acı ile dengelenmek zorundadır. İşte evrensel denge bundan ibarettir. Gündüz geceyle, zevk acıyla, mutluluk ise mutsuzlukla dengelenmek zorundadır. Bu evren ikilikler veya zıtlıklar diyarıdır. Beden zıtlıklar dünyasında yaşadığı için zıtlıklara maruz kalmak zorundadır.
Her zevkin rahminde acı vardır ve her zevk acı tarafından takip edilir. O yüzden eğer zevk almaya çalışırsan acı çekmeye de hazır ol. Fakat uyuyan insan zevk alıp sonra da acı çekmek istemez. Zevk alıp acıdan kaçmak ister. Uyuyan insan bir uyurgezer gibi dünyevi zevklerin peşinden koşar, acılar da onun peşinden koşar. Bu tür insan acılardan kaçarak zevklere doğru koşar ama zevk aldıktan sonra yine acı çeker ve mutsuz olur. Uyuyan insan bu kısırdöngüden çıkamaz çünkü evrensel yasa budur! Gündüzü gece, sıcağı soğuk, doğumu ölüm takip eder. Tıpkı bunun gibi tokluk açlıkla, zevk acıyla, dünyevi mutluluk ise mutsuzlukla takip edilecektir.
Mutluluk Nedir ve Nasıl Mutlu Olunur Kitabından
Büyük Üstad Akif Manaf
6 notes · View notes
fillerinzamani · 7 years
Text
Gece Yatağımda
Gece yatağında yatarken sadece ayak parmakları dans edenlerdenim Kafamın içinde bin bir kelime, bin bir renk, bin bir his ve arşa yükseliyor; Ben yani ruhum! Ölen yıldızlara dokunuyor özümün parçacıkları Her biri ayrı yöne bakıyor, ayrı sorular soruyor, içlerinde birlik olamamanın verdiği sancı Silinmenin korkusu sarmış uzayın karanlığında Yastığım hep rahatsız, kendimi gerçekleştirmekten uzak olduğumu boynuma vurur gibi Gece yatağında yatarken ara sıra cenin şeklini alanlardanım Dengelenmek buysa eğer, bırak fevri ateşlerin yanıklarıyla debeleneyim Benliğimin deliklerinden geçerken ağlayan ellerim; Kenetlenin avuçlara doğru, şaşmayın çizgilerin çokluğuna Bırakın açılsın çiçek misali okşanırsa çeperlerin Gece yatağında yatarken orada olduğundan şüphe duyanlardanım Sen de burada, yanımda mısın?
2 notes · View notes
yaziyorsonhavadis · 4 years
Text
Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı
Dünya Sağlık Örgütü’nün (World Health Organisation-WHO) küresel virüs tehdidi karşısında önlemlerin ulusal ölçekte alınacağını ilan etmesi, bu önlemlerin devletlerin karakteristik özelliklerine göre şekilleneceğinin de işaretiydi. Böylece bir süredir “şirket gibi” yönetilen Türkiye kendi tarzını yaşamaya başladı. Yurttaşların gönüllü karantinaya davet edilmesini hükümet tarafından şirketlerin sosyal sorumluluk (Corporate Social responsibility-CSR) projelerini andıran bir bağış kampanyasının başlatılması izledi. Bu kampanya ile emekçiler birer ihtiyaç sahibi haline getirilirken vaadedilen ödemelerin yapılacağı adresleri ne zaman ve nasıl bulacağı ise meçhul.
Lakin salgının  durdurulması için işe fiilen gitmesi gereken ve/veya iş arayışı içinde olan dolaşımdaki milyonlarca insanın geçim derdine ivedilikle çare bulunarak ülke çapındaki karantina sürecine dahil edilmesi gerekiyor. Durumdan vazife çıkaran sivil toplumun temsilcileri, sendikalar, meslek odaları dolaşımdaki bu nüfusun temel ihtiyaçların karşılanarak genel karantinanın ilan edilmesi için hükümetin atması gereken adımları açıklayarak bir imza kampanyası  başlattı ; Sosyal Bilimciler de kamuculuk, planlama ve toplumsal dayanışma zemini oluşturmaya dönük  22 maddelik bir çağrı metni yayımladı. Ne var ki, siyasi iktidar sivil toplumdan gelen bu uyarı ve talepleri dikkate almayarak süreci krize çevirdiği gibi bugüne dek T.C. Devleti kimliğiyle imzalanmış olan Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labor Organization-ILO)  sözleşmelerini de ihlal etti.
Herhangi bir ülkenin, emeğin insani koşullarını benimsememesi, kendi ülkelerindeki durumu iyileştirme isteğinde olan diğer ülkeler için bir engel teşkil edecektir.” ILO
Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı karışıklık ortamında, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve sosyal adaletin sağlanması adına Birleşmiş Milletler tarafından üst düzenleyici örgüt olarak kurulan ILO’nun 1932 yılından beri üyesi olan Türkiye, 55’i yürürlükte olan 59 sözleşme imzalamıştır. Bu bilgileri edinebileceğiniz ILO Ankara temsilciliğinin web sitesine girdiğinizde karşınıza ilk olarak dünya genelinde tüm insanların aynı gemide olduğunu hatırlatan ILO’ya ait şu söz çıkar: “Herhangi bir ülkenin, emeğin insani koşullarını benimsememesi, kendi ülkelerindeki durumu iyileştirme isteğinde olan diğer ülkeler için bir engel teşkil edecektir.”
Tabii, korona günlerinde sözün önemini daha iyi idrak ederken aklınıza küresel salgın ortamında çalışma yaşamının nasıl düzenleneceğine dair küresel mücadelenin ipuçlarını aramak gelmiş olabilir. İşverenlere ve çalışanlara düşen görev ve sorumluluklar minvalinde mesajların ağırlık kazandığı Türkçe sayfada aradığınızı bulamadığınız için benim yaptığım gibi ILO’nun kendi sayfasına yönelme ihtiyacı da duyabilirsiniz. İşte,Türkçe sayfada göremediğiniz İngilizce ILO Standartlarına dair Covid 19 raporu karşınızda!
Sözleşmeler imzalanıyor ama…
23 Mart 2020 tarihli ILO Standartları ve Covid 19 adlı raporun en önemli özelliği içeriğin üye ülkeler (Türkiye dahil toplam 187 ülke) tarafından yürürlüğe konmuş ya da meclisten onay bekleyen standartlara dayanıyor olması. Zira bu tür sözleşmelerin işlevselliği meclisteki siyasi partilerden sendikalara, basına kadar tüm baskı grupları tarafından tartışılmayı hak etmesiyle yakından ilgili. Nitekim ILO’nun önemini özellikle yaşanmış olan iş kazalarından sonra atılan adımlar gösterir. Hatırlarsanız, 2014 yılında 301 madenciyi yitirdiğimiz Soma maden kazasının ardından madenlerde “yaşam odalarının” kurulmasını şart koşan sözleşmenin imzalanmamış olduğu anlaşılınca baskı grupları devreye girmesinin de etkisiyle  2006 tarih ve 187 sayılı İş Güvenliğini ve Sağlığını Geliştirme Çerçeve Sözleşmesi kabul edilmişti. Benzer şekilde madencilik ve inşaat sektörlerinde meydana gelen kazalar sonrasında da işverenlerin önlemleri almada kusurlu olduğu anlaşılınca 1988 tarih ve 167 sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi ile 1995 tarih ve 176 sayılı Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi 23 Mart 2015 tarihinde kabul edilmişti. Şimdi bu durumu tersten yani yürürlükte olan sözleşmelerin etkinleştirilmesi gereği üzerinden düşünelim.
ILO’nun Covid 19 salgını ile mücadeleye yönelik yayımladığı bu raporun amacı genel hatlarıyla işsizlik sorunlarının giderilmesi ve geçim kaynaklarının, gelirin dengelenmek suretiyle ekonominin düzene sokulması… Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için ise iş sürekliliğinin korunarak iktisadi ve finansal politikaların devreye sokulması, Türkiye tarafından 13 Aralık 1977’de yürürlüğe konmuş olan 122 sayılı İstihdam Politikası Sözleşmesi gereğince öneriliyor. Yine; tam ya da kısmi gelir kaybının oluşmasına karşılık hükümetlerin ücret ödemelerinin devam ettirilmesi, iş sözleşmesinin feshi halinde işçinin alacak ve haklarının tazmininin sağlanması Türkiye’de 29 Mart 1961’den beri yürürlükte olan 95 sayılı Ücretlerin Korunması Sözleşmesine dayandırılarak tavsiye ediliyor.
Bununla birlikte hükümetlere işverenlerin işin ifası nedeniyle ve iş süresince çalışanlarının risklere maruz bırakmaması için işçilere her türlü koruyucu ekipman ve malzemeyi ücretsiz şekilde temin etmekle yükümlü olduğu Türkiye’nin 1981 yılında imzalayarak 22 Nisan 2005’te yürürlüğe koyduğu 155 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği ile Çalışma Ortamına İlişkin Sözleşme gereğince öneriliyor. İlaveten Türkiye açısından yürürlükteki sözleşmelerin referansıyla atılması mümkün adımlardan bir diğeri de Covid 19 krizi ortamında işçinin iş akdinin işin niteliği, işçinin eylemleri ya da  operasyonel gerekçelerle fesh edilemeyeceği; işçinin hastalık ya da ailevi nedenlerle geçici devamsızlık göstermesi halinde de iş akdinin fesh edilmeyeceği… Ki Türkiye de bu tavsiyeye dayanak oluşturan 158 sayılı Hizmet İlişkisine Son Verilmesine ilişkin Sözleşme’yi 4 Ocak 1995’te yürürlüğe koymuş bulunuyor.
Baskı yapma görevi
ILO bu raporla Covid 19 ile mücadele sürecinde işverenlerin ekonomik, sağlık ya da sosyal nedenlerle iş akdi feshedilen ya da ücreti düşürülenlere işsiz bırakılmalarından doğan tüm haklarının ödenmesi gerektiğini de hükümetlere hatırlatıyor. Ne var ki bu önerinin dayandırıldığı 168 sayılı İstihdamı Geliştirme ve İşsizliğe Karşı Koruma Sözleşmesi’ni Türkiye imzalamışsa da mecliste onaylatmadığı için sözleşme yürürlükte değil. Eğer Türkiye bu sözleşmeyi imzalamış olsaydı misal geçenlerde medyada yer alan koronavirüse yakalandığı için sağlık personelinin ücretinin yarıya indirilmesi gibi durumlarda bu tavsiye kararına uyulması için hükümete 122, 95, 155 ve 158 Sayılı sözleşmelere uyulması yönünde hatırlatmalar yapılabilir, sözleşme bir baskı aracı olarak kullanılabilirdi.
Bugün karşımızda TÜİK’in 2020 verilerine göre toplam 83 Milyon nüfus içinde ücretli ya da yevmiyeli işçi konumundaki 19 Milyon 216 bin işçinin hastalanmayı göze alarak işe gittiği gibi bir gerçek var. Salgına %13 seviyelerindeki işsizlik ve %50’lere varan yüksek enflasyon ortamında yakalanan Türkiye’de kapanan işyerleri nedeniyle işsizliğin daha da artarak geçim şartlarının zorlaşacağı da malum.
Ne var ki nüfus içi dolaşım sürdükçe salgın durmayacağı için bildiğimiz neoliberal umursamazlığın işçiyi, emekçiyi hor görmeye devam etmesi artık mümkün değil. Bu nedenle gönüllü karantinasını yaşayan bizlerin emekçinin salgın ortamında çalışmama hakkına, ücretli izin hakkına; işsizin, yoksulun, mültecinin barınma ve diğer temel ihtiyaçlarının giderilerek sağlıklı yaşam hakkına kavuşması için daha talepkar ve ısrarcı olması gerekiyor. Zira öyle bir radde ki bu, 2020 yılı için mega projelere 18,8 Milyar TL garanti ödemesi bulunan siyasi iktidarın önceliklerinde değişikliklik yapması elzem!
(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)
  The post Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı appeared first on Yeşil Gazete – ekolojik, politik, katılımcı, şenlikli….
Gönüllü karantinasını yaşayan bizlerin emekçinin çalışmama ve ücretli izin hakkına; işsizin, yoksulun, mültecinin  barınma ve diğer temel haklarına kavuşması için daha talepkar ve ısrarcı olması gerekiyor.
The post Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı appeared first on Yeşil Gazete – ekolojik, politik, katılımcı, şenlikli….
Pınar Demircan
Dünya Sağlık Örgütü’nün (World Health Organisation-WHO) küresel virüs tehdidi karşısında önlemlerin ulusal ölçekte alınacağını ilan etmesi, bu önlemlerin devletlerin karakteristik özelliklerine göre şekilleneceğinin de işaretiydi. Böylece bir süredir “şirket gibi” yönetilen Türkiye kendi tarzını yaşamaya başladı. Yurttaşların gönüllü karantinaya davet edilmesini hükümet tarafından şirketlerin sosyal sorumluluk (Corporate Social responsibility-CSR) projelerini andıran bir bağış kampanyasının başlatılması izledi. Bu kampanya ile emekçiler birer ihtiyaç sahibi haline getirilirken vaadedilen ödemelerin yapılacağı adresleri ne zaman ve nasıl bulacağı ise meçhul.
Lakin salgının  durdurulması için işe fiilen gitmesi gereken ve/veya iş arayışı içinde olan dolaşımdaki milyonlarca insanın geçim derdine ivedilikle çare bulunarak ülke çapındaki karantina sürecine dahil edilmesi gerekiyor. Durumdan vazife çıkaran sivil toplumun temsilcileri, sendikalar, meslek odaları dolaşımdaki bu nüfusun temel ihtiyaçların karşılanarak genel karantinanın ilan edilmesi için hükümetin atması gereken adımları açıklayarak bir imza kampanyası  başlattı ; Sosyal Bilimciler de kamuculuk, planlama ve toplumsal dayanışma zemini oluşturmaya dönük  22 maddelik bir çağrı metni yayımladı. Ne var ki, siyasi iktidar sivil toplumdan gelen bu uyarı ve talepleri dikkate almayarak süreci krize çevirdiği gibi bugüne dek T.C. Devleti kimliğiyle imzalanmış olan Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labor Organization-ILO)  sözleşmelerini de ihlal etti.
Herhangi bir ülkenin, emeğin insani koşullarını benimsememesi, kendi ülkelerindeki durumu iyileştirme isteğinde olan diğer ülkeler için bir engel teşkil edecektir.” ILO
Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı karışıklık ortamında, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve sosyal adaletin sağlanması adına Birleşmiş Milletler tarafından üst düzenleyici örgüt olarak kurulan ILO’nun 1932 yılından beri üyesi olan Türkiye, 55’i yürürlükte olan 59 sözleşme imzalamıştır. Bu bilgileri edinebileceğiniz ILO Ankara temsilciliğinin web sitesine girdiğinizde karşınıza ilk olarak dünya genelinde tüm insanların aynı gemide olduğunu hatırlatan ILO’ya ait şu söz çıkar: “Herhangi bir ülkenin, emeğin insani koşullarını benimsememesi, kendi ülkelerindeki durumu iyileştirme isteğinde olan diğer ülkeler için bir engel teşkil edecektir.”
Tabii, korona günlerinde sözün önemini daha iyi idrak ederken aklınıza küresel salgın ortamında çalışma yaşamının nasıl düzenleneceğine dair küresel mücadelenin ipuçlarını aramak gelmiş olabilir. İşverenlere ve çalışanlara düşen görev ve sorumluluklar minvalinde mesajların ağırlık kazandığı Türkçe sayfada aradığınızı bulamadığınız için benim yaptığım gibi ILO’nun kendi sayfasına yönelme ihtiyacı da duyabilirsiniz. İşte,Türkçe sayfada göremediğiniz İngilizce ILO Standartlarına dair Covid 19 raporu karşınızda!
Sözleşmeler imzalanıyor ama…
23 Mart 2020 tarihli ILO Standartları ve Covid 19 adlı raporun en önemli özelliği içeriğin üye ülkeler (Türkiye dahil toplam 187 ülke) tarafından yürürlüğe konmuş ya da meclisten onay bekleyen standartlara dayanıyor olması. Zira bu tür sözleşmelerin işlevselliği meclisteki siyasi partilerden sendikalara, basına kadar tüm baskı grupları tarafından tartışılmayı hak etmesiyle yakından ilgili. Nitekim ILO’nun önemini özellikle yaşanmış olan iş kazalarından sonra atılan adımlar gösterir. Hatırlarsanız, 2014 yılında 301 madenciyi yitirdiğimiz Soma maden kazasının ardından madenlerde “yaşam odalarının” kurulmasını şart koşan sözleşmenin imzalanmamış olduğu anlaşılınca baskı grupları devreye girmesinin de etkisiyle  2006 tarih ve 187 sayılı İş Güvenliğini ve Sağlığını Geliştirme Çerçeve Sözleşmesi kabul edilmişti. Benzer şekilde madencilik ve inşaat sektörlerinde meydana gelen kazalar sonrasında da işverenlerin önlemleri almada kusurlu olduğu anlaşılınca 1988 tarih ve 167 sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi ile 1995 tarih ve 176 sayılı Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi 23 Mart 2015 tarihinde kabul edilmişti. Şimdi bu durumu tersten yani yürürlükte olan sözleşmelerin etkinleştirilmesi gereği üzerinden düşünelim.
ILO’nun Covid 19 salgını ile mücadeleye yönelik yayımladığı bu raporun amacı genel hatlarıyla işsizlik sorunlarının giderilmesi ve geçim kaynaklarının, gelirin dengelenmek suretiyle ekonominin düzene sokulması… Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için ise iş sürekliliğinin korunarak iktisadi ve finansal politikaların devreye sokulması, Türkiye tarafından 13 Aralık 1977’de yürürlüğe konmuş olan 122 sayılı İstihdam Politikası Sözleşmesi gereğince öneriliyor. Yine; tam ya da kısmi gelir kaybının oluşmasına karşılık hükümetlerin ücret ödemelerinin devam ettirilmesi, iş sözleşmesinin feshi halinde işçinin alacak ve haklarının tazmininin sağlanması Türkiye’de 29 Mart 1961’den beri yürürlükte olan 95 sayılı Ücretlerin Korunması Sözleşmesine dayandırılarak tavsiye ediliyor.
Bununla birlikte hükümetlere işverenlerin işin ifası nedeniyle ve iş süresince çalışanlarının risklere maruz bırakmaması için işçilere her türlü koruyucu ekipman ve malzemeyi ücretsiz şekilde temin etmekle yükümlü olduğu Türkiye’nin 1981 yılında imzalayarak 22 Nisan 2005’te yürürlüğe koyduğu 155 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği ile Çalışma Ortamına İlişkin Sözleşme gereğince öneriliyor. İlaveten Türkiye açısından yürürlükteki sözleşmelerin referansıyla atılması mümkün adımlardan bir diğeri de Covid 19 krizi ortamında işçinin iş akdinin işin niteliği, işçinin eylemleri ya da  operasyonel gerekçelerle fesh edilemeyeceği; işçinin hastalık ya da ailevi nedenlerle geçici devamsızlık göstermesi halinde de iş akdinin fesh edilmeyeceği… Ki Türkiye de bu tavsiyeye dayanak oluşturan 158 sayılı Hizmet İlişkisine Son Verilmesine ilişkin Sözleşme’yi 4 Ocak 1995’te yürürlüğe koymuş bulunuyor.
Baskı yapma görevi
ILO bu raporla Covid 19 ile mücadele sürecinde işverenlerin ekonomik, sağlık ya da sosyal nedenlerle iş akdi feshedilen ya da ücreti düşürülenlere işsiz bırakılmalarından doğan tüm haklarının ödenmesi gerektiğini de hükümetlere hatırlatıyor. Ne var ki bu önerinin dayandırıldığı 168 sayılı İstihdamı Geliştirme ve İşsizliğe Karşı Koruma Sözleşmesi’ni Türkiye imzalamışsa da mecliste onaylatmadığı için sözleşme yürürlükte değil. Eğer Türkiye bu sözleşmeyi imzalamış olsaydı misal geçenlerde medyada yer alan koronavirüse yakalandığı için sağlık personelinin ücretinin yarıya indirilmesi gibi durumlarda bu tavsiye kararına uyulması için hükümete 122, 95, 155 ve 158 Say��lı sözleşmelere uyulması yönünde hatırlatmalar yapılabilir, sözleşme bir baskı aracı olarak kullanılabilirdi.
Bugün karşımızda TÜİK’in 2020 verilerine göre toplam 83 Milyon nüfus içinde ücretli ya da yevmiyeli işçi konumundaki 19 Milyon 216 bin işçinin hastalanmayı göze alarak işe gittiği gibi bir gerçek var. Salgına %13 seviyelerindeki işsizlik ve %50’lere varan yüksek enflasyon ortamında yakalanan Türkiye’de kapanan işyerleri nedeniyle işsizliğin daha da artarak geçim şartlarının zorlaşacağı da malum.
Ne var ki nüfus içi dolaşım sürdükçe salgın durmayacağı için bildiğimiz neoliberal umursamazlığın işçiyi, emekçiyi hor görmeye devam etmesi artık mümkün değil. Bu nedenle gönüllü karantinasını yaşayan bizlerin emekçinin salgın ortamında çalışmama hakkına, ücretli izin hakkına; işsizin, yoksulun, mültecinin barınma ve diğer temel ihtiyaçlarının giderilerek sağlıklı yaşam hakkına kavuşması için daha talepkar ve ısrarcı olması gerekiyor. Zira öyle bir radde ki bu, 2020 yılı için mega projelere 18,8 Milyar TL garanti ödemesi bulunan siyasi iktidarın önceliklerinde değişikliklik yapması elzem!
(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)
  The post Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı appeared first on Yeşil Gazete – ekolojik, politik, katılımcı, şenlikli….
Münasıran Yeşil Gazete – ekolojik, politik, katılımcı, şenlikli… Otomatik Alınan Haber Kaynak linki Tıklayın Haber Kaynağına gidin
var reklamstore_region_id = 540842;
Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı Dünya Sağlık Örgütü’nün (World Health Organisation-WHO) küresel virüs tehdidi karşısında önlemlerin ulusal ölçekte alınacağını ilan etmesi, bu önlemlerin devletlerin karakteristik özelliklerine göre şekilleneceğinin de işaretiydi.
0 notes
hmustak · 7 years
Text
Koşmak ya da koşmamak, işte bütün mesele bu
Bu konu beni sabah yaptığım uzun koşumda epeyce düşündürdü… Çokça aldığım sorular;  “nasıl bu kadar uzun koşuyorsun, nasıl koşuyorsun, neden koşuyorsun, amacın nedir, ne oluyor ki koştuğunda, koşmazsan ne olur”? Ve genel olarak bu sorulara benzer birçok soru daha. Bu yazı gerçekten sadece koşmak üzerine tavsiyeler içermeyecek, “koşarken neler oluyor”u da kişisel bir bakış açısıyla sizinle paylaşacağım.
Belki bunu okuduktan sonra eğer koşamıyorsanız “bana faydası yokmuş zaten” diye düşünebilirsiniz ama içinizde küçücük bir cesaret varsa veya içinizden azıcık da olsa ben yavaş yavaş başladım nasıl ilerlerim diye geçiyorsa (ben bu ikinci bölümden olduğunuza inanıyorum kalpten) bu yazımda size o işte “aradığınız” basamak olabilmeyi isterim. Sizi ayakkabılarınızı giyip sokağa çıkmaya “kalbinizi çarptıracak” olan o muhteşem gerekçe burada okuduklarınız olsun isterim…
Hepimiz sıklıkla duymaktayız; meditasyon… Evet ne ilişkisi var demeyin, koşuyorum çünkü o an sadece o anda kalabileceğiniz çok çok değerli iki saat benim için… Örneğin gelecek saatlerde gireceğim toplantıları düşünmüyorum çünkü sürekli nefesimi ayarlamam, yorgunluk seviyemi değerlendirmem, parkuru gözetlemem ve önümdeki örneğin gelecek 20 kilometrelik yolu da düşünerek gücümü ekonomik şekilde kullanmayı planlamam gerekiyor…
Bunca farklı şey aynı anda gerçekleşirken siz sadece yanınızdan koşarak geçen bir kadın görmektesiniz… Aynı anda müzik dinliyorum. Yani düşüncelerimi, ayak ritmimi ve nefesimi uyumlandırmak için bir değişken daha bana eşlik ediyor. Böylece aynı anda “birden çok sese” odaklanabiliyorum…
Günlük hayatta bu meditatif hali sağlayamıyoruz çünkü masa başında çalışıyorsak, örneğin hesaplama yaparken ekrana bakıyoruz evet müzik dinliyor olabiliriz ama ne dinlediğimiz çoğu zaman fark etmiyor, ona odaklanmıyoruz. Kokulara örneğin bir orman parkurunda duyduğumuz muhteşem yağmur kokusuna, çim kokusuna, yaprak kokusuna veya ormanın o olağanüstü büyülü kokusuna odaklanmıyoruz…
İşte bu meditatif hal, aslında her gün kendimizi odaklamak, dengelenmek ve tüm diğer işlerimizi de gerçekleştirirken muhteşem bir “odak” halinde olmayı sağlıyor. Ben koştuktan sonra örneğin olağanüstü bir ilham ile yükleniyorum (itiraf edeyim bu satırlar 18 kilometrelik bir sabah koşusu ertesinde yazılıyor)… Öyle ki kelimeler beynimde adeta kaynamaya başlıyor, eğer yazmayacak olursam bir tencereden taşacak süt gibi çokça ısınıp farklı şekillerde ortaya çıkmaya çalışıyorlar…
Peki neden koşarız?
Koşmak kendi bedenimize “odaklanmamız” günlük hayatımızda hiç dinlemediğimiz bedenimizi dinlememizi sağlar. Ayaklarınızı hissedersiniz, bacaklarınızı hissedersiniz, kollarınızı, sonra akan terinizden yüzünüzü ve vücudunuzun her bir parçasını olduğu gibi tek tek aynı anda hisseder hale gelirsiniz. Düşünün bir toplantıda bir sunum dinliyorsunuz bu esnada değerli ayaklarınıza teşekkür edebilir misiniz, güçlü bacak kaslarınıza teşekkür edebilir misiniz, güzel kollarınıza iyi ki varsınız diyebilir misiniz veya koştukça daha da güzelleşen can-ım karın kaslarınıza sizi bir ömür boyu bir arada taşımakta ve tutmakta oldukları için size minnettarım diyebilir misiniz? İşte koşmak tüm bunları gerçekleştirmeniz ve “kendinizi” yani vücudunuzu, fiziksel bütünlüğünüzü ve bedeninizin tüm ayrıntılarını da hissedebilmeniz için bir fırsattır…
Tabii ki en önemlisi “kendiniz ile baş başa kalmak”… İşte bu hepimizin çokça kaçındığı (diğer bir anlatımla adeta kaçtığı) bir başka durum. Neden korkarız sizce bir başımıza kalmaktan, düşünceler üşüşür değil mi? Yapamadın, başaramadın belki seni terk etti, başka birini tercih etti, ne olacak sen berbat ettin, sen kaybettin veya gelecek hafta bu tatilin bütçesini nasıl ödeyeceksin, haksızlığa uğradın, ne güzel kız ama sana yüz vermiyor ve benzeri binlerce düşünce… İşte siz koşarsınız onlar gelir ve geçer… Sonunda öyle bir düzlüğe erişirsiniz ki şunu anlarsınız “başka an” yoktur. Olan olacak olan olması gereken tek “bulunduğunuz” andır. Geçmişten gelen pişmanlıklar geçer gider, bugünkü endişeler silinir ve siz sadece kendinizle o anda olmak “zevkini” paylaşıyor olursunuz. Koştuğunuzda kendinizin en iyi arkadaşı olmayı öğrenirsiniz…
Bu kadarla bitmiyor, evet koşarsınız çünkü aradığınız tüm sorunlar koşmak anında sonuca varır. Siz koşarsınız kendinizle olan muhakemenizde tekrar tekrar sorarsınız, nerede hata yaptım, nasıl devam etmeliyim, nasıl başedebilirim? Yani aslında koşmak hali sizin hayat ile olan mücadelerinizi veya hayata bakış açınızı da yansıtır… Bilirsiniz sabırlı mısınız sabırsız mısınız, bunu günlük hayatınızda kullanabilirsiniz. Veya vazgeçiyor musunuz yorulsanız da devam etmek için direnmeye devam ediyor musunuz? Yani günlük hayatınızda hedeflerinize her ne olursa olsun savaşarak ilerleyebiliyor musunuz? Her adımınızda ne zaman bitireceğim diye endişe mi duymaktasınız yoksa sadece “o anın” tadını mı çıkartıyorsunuz? İşte günlük hayatınız da böyledir, gelecek endişelerinizi tanımanıza yardımcı olur… Etrafı gözlemlemek hoşunuza gidiyor mu yoksa tek noktaya odaklanmaktan kendinizi alamıyor musunuz?
Belki de günlük hayatınızda yanınızdan öylece gelip geçen insanlara, olasılıklara veya fırsatlara daha fazla odaklanmanız gerekmektedir… Koşarken nefesiniz kesildiğinde ne yapmaktasınız panik ile koşunuzdan çıkıyor musunuz yoksa kendinizi telkin edebiliyor musunuz? Aynı günlük hayatımızda olduğumuz gibi ne olursa olsun kendi kendimizi sakinleştirmeyi bilerek yürümeye devam etmek tarzınız mıdır yoksa bir tehlike anında abartarak hemen “başarmak” üzere olduğunuzdan vaz mı geçersiniz?
İşte koşmak yada koşmamak bu kadar ince bir ayrıntıdır… Eğer bu yazımı okuyorsanız, önemli bir sağlık sorununuz bulunmuyorsa ve gerçekten denemek istiyorsanız evet; koşmaya yavaş yavaş başlayabilirsiniz. Koşmak, size katacağı bedensel faydaların yanı sıra, burada belki belirtmediğim diğer tüm faydaları ile sadece bir çift ayakkabı kadar uzak bir aktivite…
Koşmak ya da koşmamak; işte bütün mesele bu…
0 notes
Text
Yanlızlık
Yanlızlık üzerine çok şey yazıldı söylendi sanırım. Nedir yanlızlık ?
 Fiziksel olarak yalnız olmakmı ? Yoksa binlerce insanın içerisinde olduğunda da ruhen yalnız hissetmekmi ? Yada her ikisidemi? Sanırım bunu tarif edebilmek veya empati kurabilmek için önce deneyimlemek ve yaşamak lazım.
Uzun yıllar her ikisinide farklı varyasyonlarda deneyimleyen bireylerden biri olarak diyebilirimki ağır bir his. Peki bunu değiştirmek mümkünmü ? Yaşamda kuantum fiziğine göre her şeyi değiştirmek ve yeniden yaratabilmek ve farklı gerçeklik içerisinde yaşamak mümkün. Birey bu senaryoyu niye deneyimler diye sorarsanız bir çok sebebi olabilir. Karma teorisine göre, daha önce başka birine yaşattığını kendide yaşayarak anlamak ruhsal olarak eşitlenmek dengelenmek. Çekim yasasına göre yanlızlık korkusu taşınıyorsa korku gerçekliği fizikselde de yarattığı için korkunun yansımasını yaşamak. Belkide kendi gücüne sahip çıkmayı öğrenmek yoktan var etmeyi deneyimlemek ve kibir, gurur, sertlik gibi pek çok egoyu törpülemek için deneyimlemek, ve birlikteliğin, paylaşımın değerini kavrayabilmek için içinde kalmak, acı çektikçe yaradana daha çok yaklaşabilmek için.
Her ne şekilde olursa olsun, seçilen zor bir deneyim. Hele hele yılların geçip gittiğini ve hala aynı deneyimin içinde çırpındığını farkedip yaşıyorsan.
 Gerçek özgürlük, tüm korkulardan, sınırlamalardan ve hatta egonun yarattığı ilizyonlardan özgürleşildiğinde gerçek olur. Ve ancak o zaman fizikselde değişim gerçekleşir.
23.04.2017 - Pazar
0 notes
sosyalmedyablog · 8 years
Text
New Post has been published on Sevgili Bebeğim
New Post has been published on http://sevgilibebegim.com/cocuklarin-dondurma-tuketiminde-dikkat-edilmesi-gerekenler/
Çocukların dondurma tüketiminde dikkat edilmesi gerekenler
Yaz aylarının vazgeçilmez lezzetlerinden biri olan dondurma, özellikle çocukların tatlı rüyasıdır. Dondurma, besleyici bir beslenme olduğu değin sütlü tatlılar kategorisinde de dürüst bir seçimdir. Günlük beslenme düzeni içinde diğer gıdalarla birlikte alınabilir. Oysa pozitif tüketilmesi kilo alımını hızlandıracağından somut aktivite ile dengelenmek gerekir. Central Hospital’dan Beslenme ve Perhiz Uzmanı Dyt. Selma Turan, çocuklar için keyif verici olan dondurmanın tüketimi hakkında bilgiler verdi.
İşte teferruat…
Çocuklar için çok iyi bir beslenme kaynağı
Protein ve karbonhidrat yönünden zengin olan dondurma; A, B, C, D ve E vitaminleri, kalsiyum, potasyum, fosfor, magnezyum, demir ve çinko gibi mineralleri de içerir. Bilhassa süt içmeyen, yoğurt ve peynir tüketmeyen çocuklar için mükemmel bir gıda kaynağıdır. Dondurmanın çiğ maddesinin süt olduğu düşünülürse, bazı durumlarda çocuğun protein ve kalsiyum ihtiyacı dondurmayla da tamamlanabilir. Oysa dondurma bir süt ürünü olmasına karşın, çocuk beslenmesinde ve kalsiyum gereksiniminin karşılanmasında ilk sıralarda bulunan bir beslenme değildir. Dondurma yerine süt ve yoğurdun tüketilmesi daha doğrudur. Yaz aylarında sütü çok tüketmeyen çocuklarda katkı amaçlı verilebilir. Bunların yanı sıra iştahı olmayan, güçsüz ve bedensel aktivite yapan çocuklar için keyif verici ve dinç bir gıdadır.
Konut yapımı 5 dondurma tarifi
Dondurma 4 mevsim tüketilebilir
Dondurma, sanılanın aksine sadece yaz aylarında yok, 4 mevsim rahatlıkla tüketilebilecek bir sütlü tatlıdır ve haftada 2-3 kez yenilebilir. Boğaz ağrısına ve soğuk algınlığına da neden olmaz. Ancak astım, alerjik rinit ve kronik problemleri olan çocuklarda alev ve boğaz enfeksiyonlarına yol açabileceğinden tüketirken aşırıya kaçılmamalıdır. Hem aşırı tüketimi ishale neden olabileceği için dikkat edilmelidir. Dondurma üstüne eklenen fındık, fıstık ve soslar kalorisini arttıracağından kilolu şahısların eksik tüketmesi gerekir.
Çocuklar dondurmayı ağzında tutarak ve eriterek yemeli
Çocuklar, dondurmayı ağzında tutarak ve eriterek yemelidir. Hatta dondurmanın yanına veya sonrasında mutlaka su içilmelidir. Böylece mümkün hastalıkların da önüne geçilmiş olunur. Çok sık hastalanan ve kronik alerji yaşayan çocuklar ise mümkünse enfeksiyon dönemi geçtikten daha sonra dondurma tüketmelidir.
Bademciği dargın çocuklar da yiyebilir
Bademcik ameliyatı olmuş çocuklar da dondurma yiyebilir. Hatta ameliyat sonrası çocuğa bahşedilen birincil gıda dondurmadır. Burada dikkat edilmesi gereken konu, hazır dondurmaların güvenilir markalar arasından seçilmesi, açık dondurmaların ise hijyenik yerlerden alınması gerektiğidir. Huysuz takdirde çocuklarda gıda zehirlenmesi yaşanabilir. Hijyenik ortamda üretilen dondurmanın, bademcik enfeksiyonu arttırıcı bir etkisi yoktur.
Çocuklar için sağlıklı dondurma tarifleri
Yemek öncesi ve geç saatlerde tüketilmemeli
Dondurma; çocukların sağlıklı çoğaltma ve gelişimi açısında önemli bir beslenme kaynağıdır. Keza kemik erimesi sorunu olan yetişkinler için de oldukça faydalıdır. Yemek Yemek öncesi yenildiğinde iştahı kapatabildiği gibi, geç saatlerde tüketildiğinde ise kilo alımına niçin olabilir. Bu sebeple tüketimi en doğru olan zaman ara öğünlerdir.
2 yaş altındaki çocuklara uyarı
Dondurma, çocuklara 2-3 yaşından itibaren verilebilir. Oysa 2 yaşın altındaki çocuklara dondurma yedirirken içeriğine ve çeşidine uyarı edilmelidir. İnek veya keçi sütü ile yapılan dondurmaları bitiren 2 yaş altı çocuklarda bir takım hastalıklara yakalanma riski olabilir. İnek sütü ile beslenen çocuklarda demir eksikliği, kansızlık ve kuytu kanamalar görülebilir. İnek sütü ayrıca bağırsaklarda tahrişe de sebep olabilir.
2 yaş altındaki çocukların böbrekleri hemen şimdi olgunlaşmadığı için inek sütü çocuğun böbreklerine aşırı baskı yapabilir. Keçi sütü ile yapılmış dondurmalar ise bebeğin sinir sistemini olumsuz etkileyebilir. Bu sebeple inek ve keçi sütüyle yapılmış dondurmalar bebeklere verilmemelidir.
Dondurmanın tüketilmesi ve saklanması nasıl olmalı?
– Dondurma, güvenilir ve tanıdık marketlerden ya da satış noktalarından alınmalıdır.
– Herhangi bir dondurma son kullanma günü geçmiş ve düşük kalite ise muhakkak tüketilmemelidir.
– Dondurma satın alındıktan daha sonra derhal tüketilemeyecekse dondurucuda muhafaza * edilmelidir.
– Yumuşak açık dondurma bekletilmeden yenmelidir.
– Gevşemiş dondurma yeniden dondurulmamalıdır.
– Kapalı kutular içerisindeki dondurmalarda da şekil bozukluklarının bulunmamasına uyarı edilmelidir.
0 notes
yaziyorsonhavadis · 4 years
Text
Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı
Dünya Sağlık Örgütü’nün (World Health Organisation-WHO) küresel virüs tehdidi karşısında önlemlerin ulusal ölçekte alınacağını ilan etmesi, bu önlemlerin devletlerin karakteristik özelliklerine göre şekilleneceğinin de işaretiydi. Böylece bir süredir “şirket gibi” yönetilen Türkiye kendi tarzını yaşamaya başladı. Yurttaşların gönüllü karantinaya davet edilmesini hükümet tarafından şirketlerin sosyal sorumluluk (Corporate Social responsibility-CSR) projelerini andıran bir bağış kampanyasının başlatılması izledi. Bu kampanya ile emekçiler birer ihtiyaç sahibi haline getirilirken vaadedilen ödemelerin yapılacağı adresleri ne zaman ve nasıl bulacağı ise meçhul.
Lakin salgının  durdurulması için işe fiilen gitmesi gereken ve/veya iş arayışı içinde olan dolaşımdaki milyonlarca insanın geçim derdine ivedilikle çare bulunarak ülke çapındaki karantina sürecine dahil edilmesi gerekiyor. Durumdan vazife çıkaran sivil toplumun temsilcileri, sendikalar, meslek odaları dolaşımdaki bu nüfusun temel ihtiyaçların karşılanarak genel karantinanın ilan edilmesi için hükümetin atması gereken adımları açıklayarak bir imza kampanyası  başlattı ; Sosyal Bilimciler de kamuculuk, planlama ve toplumsal dayanışma zemini oluşturmaya dönük  22 maddelik bir çağrı metni yayımladı. Ne var ki, siyasi iktidar sivil toplumdan gelen bu uyarı ve talepleri dikkate almayarak süreci krize çevirdiği gibi bugüne dek T.C. Devleti kimliğiyle imzalanmış olan Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labor Organization-ILO)  sözleşmelerini de ihlal etti.
Herhangi bir ülkenin, emeğin insani koşullarını benimsememesi, kendi ülkelerindeki durumu iyileştirme isteğinde olan diğer ülkeler için bir engel teşkil edecektir.” ILO
Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı karışıklık ortamında, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve sosyal adaletin sağlanması adına Birleşmiş Milletler tarafından üst düzenleyici örgüt olarak kurulan ILO’nun 1932 yılından beri üyesi olan Türkiye, 55’i yürürlükte olan 59 sözleşme imzalamıştır. Bu bilgileri edinebileceğiniz ILO Ankara temsilciliğinin web sitesine girdiğinizde karşınıza ilk olarak dünya genelinde tüm insanların aynı gemide olduğunu hatırlatan ILO’ya ait şu söz çıkar: “Herhangi bir ülkenin, emeğin insani koşullarını benimsememesi, kendi ülkelerindeki durumu iyileştirme isteğinde olan diğer ülkeler için bir engel teşkil edecektir.”
Tabii, korona günlerinde sözün önemini daha iyi idrak ederken aklınıza küresel salgın ortamında çalışma yaşamının nasıl düzenleneceğine dair küresel mücadelenin ipuçlarını aramak gelmiş olabilir. İşverenlere ve çalışanlara düşen görev ve sorumluluklar minvalinde mesajların ağırlık kazandığı Türkçe sayfada aradığınızı bulamadığınız için benim yaptığım gibi ILO’nun kendi sayfasına yönelme ihtiyacı da duyabilirsiniz. İşte,Türkçe sayfada göremediğiniz İngilizce ILO Standartlarına dair Covid 19 raporu karşınızda!
Sözleşmeler imzalanıyor ama…
23 Mart 2020 tarihli ILO Standartları ve Covid 19 adlı raporun en önemli özelliği içeriğin üye ülkeler (Türkiye dahil toplam 187 ülke) tarafından yürürlüğe konmuş ya da meclisten onay bekleyen standartlara dayanıyor olması. Zira bu tür sözleşmelerin işlevselliği meclisteki siyasi partilerden sendikalara, basına kadar tüm baskı grupları tarafından tartışılmayı hak etmesiyle yakından ilgili. Nitekim ILO’nun önemini özellikle yaşanmış olan iş kazalarından sonra atılan adımlar gösterir. Hatırlarsanız, 2014 yılında 301 madenciyi yitirdiğimiz Soma maden kazasının ardından madenlerde “yaşam odalarının” kurulmasını şart koşan sözleşmenin imzalanmamış olduğu anlaşılınca baskı grupları devreye girmesinin de etkisiyle  2006 tarih ve 187 sayılı İş Güvenliğini ve Sağlığını Geliştirme Çerçeve Sözleşmesi kabul edilmişti. Benzer şekilde madencilik ve inşaat sektörlerinde meydana gelen kazalar sonrasında da işverenlerin önlemleri almada kusurlu olduğu anlaşılınca 1988 tarih ve 167 sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi ile 1995 tarih ve 176 sayılı Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi 23 Mart 2015 tarihinde kabul edilmişti. Şimdi bu durumu tersten yani yürürlükte olan sözleşmelerin etkinleştirilmesi gereği üzerinden düşünelim.
ILO’nun Covid 19 salgını ile mücadeleye yönelik yayımladığı bu raporun amacı genel hatlarıyla işsizlik sorunlarının giderilmesi ve geçim kaynaklarının, gelirin dengelenmek suretiyle ekonominin düzene sokulması… Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için ise iş sürekliliğinin korunarak iktisadi ve finansal politikaların devreye sokulması, Türkiye tarafından 13 Aralık 1977’de yürürlüğe konmuş olan 122 sayılı İstihdam Politikası Sözleşmesi gereğince öneriliyor. Yine; tam ya da kısmi gelir kaybının oluşmasına karşılık hükümetlerin ücret ödemelerinin devam ettirilmesi, iş sözleşmesinin feshi halinde işçinin alacak ve haklarının tazmininin sağlanması Türkiye’de 29 Mart 1961’den beri yürürlükte olan 95 sayılı Ücretlerin Korunması Sözleşmesine dayandırılarak tavsiye ediliyor.
Bununla birlikte hükümetlere işverenlerin işin ifası nedeniyle ve iş süresince çalışanlarının risklere maruz bırakmaması için işçilere her türlü koruyucu ekipman ve malzemeyi ücretsiz şekilde temin etmekle yükümlü olduğu Türkiye’nin 1981 yılında imzalayarak 22 Nisan 2005’te yürürlüğe koyduğu 155 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği ile Çalışma Ortamına İlişkin Sözleşme gereğince öneriliyor. İlaveten Türkiye açısından yürürlükteki sözleşmelerin referansıyla atılması mümkün adımlardan bir diğeri de Covid 19 krizi ortamında işçinin iş akdinin işin niteliği, işçinin eylemleri ya da  operasyonel gerekçelerle fesh edilemeyeceği; işçinin hastalık ya da ailevi nedenlerle geçici devamsızlık göstermesi halinde de iş akdinin fesh edilmeyeceği… Ki Türkiye de bu tavsiyeye dayanak oluşturan 158 sayılı Hizmet İlişkisine Son Verilmesine ilişkin Sözleşme’yi 4 Ocak 1995’te yürürlüğe koymuş bulunuyor.
Baskı yapma görevi
ILO bu raporla Covid 19 ile mücadele sürecinde işverenlerin ekonomik, sağlık ya da sosyal nedenlerle iş akdi feshedilen ya da ücreti düşürülenlere işsiz bırakılmalarından doğan tüm haklarının ödenmesi gerektiğini de hükümetlere hatırlatıyor. Ne var ki bu önerinin dayandırıldığı 168 sayılı İstihdamı Geliştirme ve İşsizliğe Karşı Koruma Sözleşmesi’ni Türkiye imzalamışsa da mecliste onaylatmadığı için sözleşme yürürlükte değil. Eğer Türkiye bu sözleşmeyi imzalamış olsaydı misal geçenlerde medyada yer alan koronavirüse yakalandığı için sağlık personelinin ücretinin yarıya indirilmesi gibi durumlarda bu tavsiye kararına uyulması için hükümete 122, 95, 155 ve 158 Sayılı sözleşmelere uyulması yönünde hatırlatmalar yapılabilir, sözleşme bir baskı aracı olarak kullanılabilirdi.
Bugün karşımızda TÜİK’in 2020 verilerine göre toplam 83 Milyon nüfus içinde ücretli ya da yevmiyeli işçi konumundaki 19 Milyon 216 bin işçinin hastalanmayı göze alarak işe gittiği gibi bir gerçek var. Salgına %13 seviyelerindeki işsizlik ve %50’lere varan yüksek enflasyon ortamında yakalanan Türkiye’de kapanan işyerleri nedeniyle işsizliğin daha da artarak geçim şartlarının zorlaşacağı da malum.
Ne var ki nüfus içi dolaşım sürdükçe salgın durmayacağı için bildiğimiz neoliberal umursamazlığın işçiyi, emekçiyi hor görmeye devam etmesi artık mümkün değil. Bu nedenle gönüllü karantinasını yaşayan bizlerin emekçinin salgın ortamında çalışmama hakkına, ücretli izin hakkına; işsizin, yoksulun, mültecinin barınma ve diğer temel ihtiyaçlarının giderilerek sağlıklı yaşam hakkına kavuşması için daha talepkar ve ısrarcı olması gerekiyor. Zira öyle bir radde ki bu, 2020 yılı için mega projelere 18,8 Milyar TL garanti ödemesi bulunan siyasi iktidarın önceliklerinde değişikliklik yapması elzem!
(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)
  The post Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı appeared first on Yeşil Gazete – ekolojik, politik, katılımcı, şenlikli….
Gönüllü karantinasını yaşayan bizlerin emekçinin çalışmama ve ücretli izin hakkına; işsizin, yoksulun, mültecinin  barınma ve diğer temel haklarına kavuşması için daha talepkar ve ısrarcı olması gerekiyor.
The post Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı appeared first on Yeşil Gazete – ekolojik, politik, katılımcı, şenlikli….
Pınar Demircan
Dünya Sağlık Örgütü’nün (World Health Organisation-WHO) küresel virüs tehdidi karşısında önlemlerin ulusal ölçekte alınacağını ilan etmesi, bu önlemlerin devletlerin karakteristik özelliklerine göre şekilleneceğinin de işaretiydi. Böylece bir süredir “şirket gibi” yönetilen Türkiye kendi tarzını yaşamaya başladı. Yurttaşların gönüllü karantinaya davet edilmesini hükümet tarafından şirketlerin sosyal sorumluluk (Corporate Social responsibility-CSR) projelerini andıran bir bağış kampanyasının başlatılması izledi. Bu kampanya ile emekçiler birer ihtiyaç sahibi haline getirilirken vaadedilen ödemelerin yapılacağı adresleri ne zaman ve nasıl bulacağı ise meçhul.
Lakin salgının  durdurulması için işe fiilen gitmesi gereken ve/veya iş arayışı içinde olan dolaşımdaki milyonlarca insanın geçim derdine ivedilikle çare bulunarak ülke çapındaki karantina sürecine dahil edilmesi gerekiyor. Durumdan vazife çıkaran sivil toplumun temsilcileri, sendikalar, meslek odaları dolaşımdaki bu nüfusun temel ihtiyaçların karşılanarak genel karantinanın ilan edilmesi için hükümetin atması gereken adımları açıklayarak bir imza kampanyası  başlattı ; Sosyal Bilimciler de kamuculuk, planlama ve toplumsal dayanışma zemini oluşturmaya dönük  22 maddelik bir çağrı metni yayımladı. Ne var ki, siyasi iktidar sivil toplumdan gelen bu uyarı ve talepleri dikkate almayarak süreci krize çevirdiği gibi bugüne dek T.C. Devleti kimliğiyle imzalanmış olan Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labor Organization-ILO)  sözleşmelerini de ihlal etti.
Herhangi bir ülkenin, emeğin insani koşullarını benimsememesi, kendi ülkelerindeki durumu iyileştirme isteğinde olan diğer ülkeler için bir engel teşkil edecektir.” ILO
Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı karışıklık ortamında, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve sosyal adaletin sağlanması adına Birleşmiş Milletler tarafından üst düzenleyici örgüt olarak kurulan ILO’nun 1932 yılından beri üyesi olan Türkiye, 55’i yürürlükte olan 59 sözleşme imzalamıştır. Bu bilgileri edinebileceğiniz ILO Ankara temsilciliğinin web sitesine girdiğinizde karşınıza ilk olarak dünya genelinde tüm insanların aynı gemide olduğunu hatırlatan ILO’ya ait şu söz çıkar: “Herhangi bir ülkenin, emeğin insani koşullarını benimsememesi, kendi ülkelerindeki durumu iyileştirme isteğinde olan diğer ülkeler için bir engel teşkil edecektir.”
Tabii, korona günlerinde sözün önemini daha iyi idrak ederken aklınıza küresel salgın ortamında çalışma yaşamının nasıl düzenleneceğine dair küresel mücadelenin ipuçlarını aramak gelmiş olabilir. İşverenlere ve çalışanlara düşen görev ve sorumluluklar minvalinde mesajların ağırlık kazandığı Türkçe sayfada aradığınızı bulamadığınız için benim yaptığım gibi ILO’nun kendi sayfasına yönelme ihtiyacı da duyabilirsiniz. İşte,Türkçe sayfada göremediğiniz İngilizce ILO Standartlarına dair Covid 19 raporu karşınızda!
Sözleşmeler imzalanıyor ama…
23 Mart 2020 tarihli ILO Standartları ve Covid 19 adlı raporun en önemli özelliği içeriğin üye ülkeler (Türkiye dahil toplam 187 ülke) tarafından yürürlüğe konmuş ya da meclisten onay bekleyen standartlara dayanıyor olması. Zira bu tür sözleşmelerin işlevselliği meclisteki siyasi partilerden sendikalara, basına kadar tüm baskı grupları tarafından tartışılmayı hak etmesiyle yakından ilgili. Nitekim ILO’nun önemini özellikle yaşanmış olan iş kazalarından sonra atılan adımlar gösterir. Hatırlarsanız, 2014 yılında 301 madenciyi yitirdiğimiz Soma maden kazasının ardından madenlerde “yaşam odalarının” kurulmasını şart koşan sözleşmenin imzalanmamış olduğu anlaşılınca baskı grupları devreye girmesinin de etkisiyle  2006 tarih ve 187 sayılı İş Güvenliğini ve Sağlığını Geliştirme Çerçeve Sözleşmesi kabul edilmişti. Benzer şekilde madencilik ve inşaat sektörlerinde meydana gelen kazalar sonrasında da işverenlerin önlemleri almada kusurlu olduğu anlaşılınca 1988 tarih ve 167 sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi ile 1995 tarih ve 176 sayılı Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi 23 Mart 2015 tarihinde kabul edilmişti. Şimdi bu durumu tersten yani yürürlükte olan sözleşmelerin etkinleştirilmesi gereği üzerinden düşünelim.
ILO’nun Covid 19 salgını ile mücadeleye yönelik yayımladığı bu raporun amacı genel hatlarıyla işsizlik sorunlarının giderilmesi ve geçim kaynaklarının, gelirin dengelenmek suretiyle ekonominin düzene sokulması… Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için ise iş sürekliliğinin korunarak iktisadi ve finansal politikaların devreye sokulması, Türkiye tarafından 13 Aralık 1977’de yürürlüğe konmuş olan 122 sayılı İstihdam Politikası Sözleşmesi gereğince öneriliyor. Yine; tam ya da kısmi gelir kaybının oluşmasına karşılık hükümetlerin ücret ödemelerinin devam ettirilmesi, iş sözleşmesinin feshi halinde işçinin alacak ve haklarının tazmininin sağlanması Türkiye’de 29 Mart 1961’den beri yürürlükte olan 95 sayılı Ücretlerin Korunması Sözleşmesine dayandırılarak tavsiye ediliyor.
Bununla birlikte hükümetlere işverenlerin işin ifası nedeniyle ve iş süresince çalışanlarının risklere maruz bırakmaması için işçilere her türlü koruyucu ekipman ve malzemeyi ücretsiz şekilde temin etmekle yükümlü olduğu Türkiye’nin 1981 yılında imzalayarak 22 Nisan 2005’te yürürlüğe koyduğu 155 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği ile Çalışma Ortamına İlişkin Sözleşme gereğince öneriliyor. İlaveten Türkiye açısından yürürlükteki sözleşmelerin referansıyla atılması mümkün adımlardan bir diğeri de Covid 19 krizi ortamında işçinin iş akdinin işin niteliği, işçinin eylemleri ya da  operasyonel gerekçelerle fesh edilemeyeceği; işçinin hastalık ya da ailevi nedenlerle geçici devamsızlık göstermesi halinde de iş akdinin fesh edilmeyeceği… Ki Türkiye de bu tavsiyeye dayanak oluşturan 158 sayılı Hizmet İlişkisine Son Verilmesine ilişkin Sözleşme’yi 4 Ocak 1995’te yürürlüğe koymuş bulunuyor.
Baskı yapma görevi
ILO bu raporla Covid 19 ile mücadele sürecinde işverenlerin ekonomik, sağlık ya da sosyal nedenlerle iş akdi feshedilen ya da ücreti düşürülenlere işsiz bırakılmalarından doğan tüm haklarının ödenmesi gerektiğini de hükümetlere hatırlatıyor. Ne var ki bu önerinin dayandırıldığı 168 sayılı İstihdamı Geliştirme ve İşsizliğe Karşı Koruma Sözleşmesi’ni Türkiye imzalamışsa da mecliste onaylatmadığı için sözleşme yürürlükte değil. Eğer Türkiye bu sözleşmeyi imzalamış olsaydı misal geçenlerde medyada yer alan koronavirüse yakalandığı için sağlık personelinin ücretinin yarıya indirilmesi gibi durumlarda bu tavsiye kararına uyulması için hükümete 122, 95, 155 ve 158 Sayılı sözleşmelere uyulması yönünde hatırlatmalar yapılabilir, sözleşme bir baskı aracı olarak kullanılabilirdi.
Bugün karşımızda TÜİK’in 2020 verilerine göre toplam 83 Milyon nüfus içinde ücretli ya da yevmiyeli işçi konumundaki 19 Milyon 216 bin işçinin hastalanmayı göze alarak işe gittiği gibi bir gerçek var. Salgına %13 seviyelerindeki işsizlik ve %50’lere varan yüksek enflasyon ortamında yakalanan Türkiye’de kapanan işyerleri nedeniyle işsizliğin daha da artarak geçim şartlarının zorlaşacağı da malum.
Ne var ki nüfus içi dolaşım sürdükçe salgın durmayacağı için bildiğimiz neoliberal umursamazlığın işçiyi, emekçiyi hor görmeye devam etmesi artık mümkün değil. Bu nedenle gönüllü karantinasını yaşayan bizlerin emekçinin salgın ortamında çalışmama hakkına, ücretli izin hakkına; işsizin, yoksulun, mültecinin barınma ve diğer temel ihtiyaçlarının giderilerek sağlıklı yaşam hakkına kavuşması için daha talepkar ve ısrarcı olması gerekiyor. Zira öyle bir radde ki bu, 2020 yılı için mega projelere 18,8 Milyar TL garanti ödemesi bulunan siyasi iktidarın önceliklerinde değişikliklik yapması elzem!
(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)
  The post Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı appeared first on Yeşil Gazete – ekolojik, politik, katılımcı, şenlikli….
Münasıran Yeşil Gazete – ekolojik, politik, katılımcı, şenlikli… Otomatik Alınan Haber Kaynak linki Tıklayın Haber Kaynağına gidin
var reklamstore_region_id = 540842;
Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı Korona günlerinde İLO standartlarını hatırlamanın tam zamanı Dünya Sağlık Örgütü’nün (World Health Organisation-WHO) küresel virüs tehdidi karşısında önlemlerin ulusal ölçekte alınacağını ilan etmesi, bu önlemlerin devletlerin karakteristik özelliklerine göre şekilleneceğinin de işaretiydi.
0 notes