Tumgik
#ebru ışık
kalpkatili · 3 months
Text
Tumblr media
Kalbe Saplanan Ok - Ebru Işık
0 notes
1hikaye-bahcesi · 25 days
Text
HAYATIMIN AŞKI EBRU (2)
Bodrum'un anıları, döndükten sonra günlerce aklımdan çıkmadı tabii. Her gece, orada olup bitenleri tekrar aklıma getiriyor ve acayip tahrik olarak Ebru'ya saldırıyordum. Sonra, olanları tekrar yaşamak fikri kafama gelip yerleşti. Aynı şeylerin tekrar tekrar olmasını, dayanılmaz bir şekilde istiyordum. Sonunda Ebru'ya, "hafta sonu için Antalya'ya gitmeyi" önerdim. 
Gözlerinin içi parladı karımın.
-"Ohhhh... Sen de istiyorsun değil mi sevgilim...?" dedi yalnızca.
Sesimi çıkarmadım. Üzerinde konuşmadan bu konuda anlaşıyor gibiydik karımla. İkimiz de, Antalya'ya gerçek gidiş nedenimizi biliyorduk. 
Bu sefer, turistlerin de bol olduğu, şehir dışındaki bir tesiste yer ayırtmıştım. Cuma akşamı uçağa binmek için hazırlanırken, karım elinde orta boy valizle geldi. Keyfi yerindeydi. Uçaktan inip otele gider gitmez de, valizini alıp banyoya girdi. 
Ben de üstümü değiştiriyordum bu arada. Hava gerçekten de çok sıcaktı. Terlemeden durabilmek için, mümkün olduğu kadar ince giysiler seçmem gerekiyordu. Kısa bir süre sonra, karımın sesiyle kendime geldim.
-"Nasıl olmuşum..?" diyordu. 
Dönüp ona baktım. Banyonun kapısında, bacakları aralık duruyordu. Üstüne beyaz, incecik ve daracık bir giysi geçirmişti. Eteği ancak kalçalarının biraz altına kadar örtebiliyordu. Memelerinin de yarısı meydandaydı. Ama giysinin en müthiş tarafı, kumaşının inceliğiydi. Böyle dururken banyodan gelen ışık arkasında kalmıştı ve bacaklarının kasıklarıyla birleştiği yerin siluetini olduğu gibi görebiliyordum. Manzara, sikimin bir anda kalkıp taş gibi olmasına yetmiş de artmıştı tabii. 
Ebru'nun yüzünde muzip bir ifade belirmişti. Üstümde yarattığı etkinin farkındaydı ve zaten amacının bu olduğunu ikimiz de biliyorduk. Heyecanım tepe noktaya çıkmıştı. Bodrum'dan döndüğümüzden beri aklımdan çıkmayan şeyleri yeniden yaşamaya hazırdık. Karımın elini tuttum ve birlikte odadan çıkıp aşağıya, otelin açık hava barına doğru yürümeye başladık. 
Cuma akşamı ve gecesiyle tüm Cumartesi'yi müthiş geçirdik. Öyle ki, Pazar sabahı gidip rezervasyonumuzu bir gün daha uzattım ve dönüş biletlerimizi de Pazartesi sabahı için değiştirdim. Bir gece daha geçirmek istiyordum orada. 
Doğruyu söylemek gerekirse, bu Antalya gezisi Bodrum'dan da güzel olmuştu. Bunun nedeni ise kaldığımız otelden neredeyse hiç ayrılmamış olmamızdı ilk başta. Otel doğal olarak turistlerle, yani yabancılarla doluydu. Bu da; Ebru'nun, sanki mümkünmüş gibi, daha da rahat hareket etmesine olanak vermişti. Her anı tepeden tırnağa sik kesilmiş bir halde yaşamıştım. Sonunda geceleri odamıza çıktığımızda da, neredeyse yatağa tutuşturacak bir hırsla sikişmiştik. Doymak bilmiyorduk ikimiz de. 
Antalya'dan ayrılmadan önce, bir sonraki hafta sonu için yeni bir rezervasyon yaptırmayı da ihmal etmemiştim bu arada. Ama bu sefer başka bir yerde. 
+++++++++++++ 
Bu seferki otel değil Belek'deki bir tatil köyüydü ve rezervasyon yaptırırken, orada geçireceğimiz bir kaç gecenin Ebru'yla benim açımdan bir devrim niteliğinde olacağını elbette ki bilmiyordum. Ama buranın ötekilerden farklı bir yer olduğunu daha check-in yaptırırken farkına varmıştım. 
Çoğu İsrailli'lerden oluşan kalabalık bir turist topluluğu lobiyi doldurmuştu ve işin ilginç yanı bunların çok büyük bir bölümü genç erkeklerdi. Resepsiyon memurundan bunların izin yapan İsrailli askerler olduğunu öğrendim. Sonra da, hazırlanmak için odamıza çıktık Ebru'yla. 
Yaklaşık bir saat sonra otelin bahçesindeki restorana girdiğimizde, tüm erkeklerin gözlerinin üzerimizde olduğunu farkettim. Tabii bunda şaşacak hiç bir taraf yoktu. Karım, yine kelimenin tam anlamıyla bir afet gibiydi. Üstelik bu sefer biraz daha da cüretliydi sanki. Siyah bir saten giysi seçmişti kendine. İncecik askıların tuttuğu giysi; kolları, omuzları ve sırtının önemli bir kısmıyla birlikte memelerinin yarısından fazlasını ortada bırakıyor, karnını ve kalçalarını sımsıkı sarıyor, eteği de yine kalçalarının hemen altında bitiyordu. Giysinin kumaşı o kadar inceydi ki; tüm hatlarıyla memeleri, birer düğme gibi kabarmış meme uçları ve hatta göbeğinin çukuru bile belli oluyordu. Ayaklarına geçirdiği yüksek topuklu, siyah dekolte ayakkabılar, bacaklarını daha da başdöndürücü bir hale getirmişti. Sadece bir kaç incecik banttan ibaret olan ayakkabılar, ayaklarını inanılmaz bir iç gıcıklıyıcılıkla sergiliyordu. 
Tam ortalarda bir masaya oturduk ve tüm İsrailli askerlerin gözü üstümüzde yemeğimizi yedik. Askerler ise yemeklerine ek olarak gözleriyle karımı yemişlerdi bu arada. 
Yemekten sonra, animasyonların yapıldığı cafe bara geçtik. Hemen yakınımızdaki masalar da, bir anda yalnızca gerç İsrailli askerlerden oluşan bir kalabalık tarafından dolduruldu tabii. Ebru öyle bir oturmuştu ki, neredeyse kıçı görünüyordu. Yaklaşık bir saat sonra da, yeni yeni dolmaya başlamış olan gece kulübüne geçtik. 
Karım, ısrarla barda, yüksek taburelerde oturmayı seçmişti. Böylece bacaklarını daha çok gösterme fırsatını bulduğunu biliyordum. Üstelik şimdi peş peşe yuvarladığı içkiler nedeniyle kafası da epeyce iyi olmuş ve daha da çok göstermeye başlamıştı. Durmadan bacak değiştiriyor ve bunu her yaptığında da, eteğinin biraz daha sıyrılmasına neden oluyordu. Arada bir de, dizleri hafif aralık oturuyordu ve o zaman da, dikkatli bir göz pırıl pırıl kılsız amını bile görebiliyordu. Özellikle de, hemen yanımızdaki masada oturan 5 İsrailli asker avantajlı durumduydı. Hem çok yakınımızdaydılar, hem de Ebru'nun aralanıp duran dizleri, onların tam baş hizasındaydı. Böylece doğrudan hedefe bakabiliyorlardı. 
Askerlerin aralarındaki hararetli konuşma konusunun da karım olduğuna emindim. Çünkü hem İbranice birşeyler konuşuyor, hem de gözlerini hemen önlerindeki acayip manzaradan ayırmıyordular. 
Yaklaşık bir saat kadar oturmuştuk ki, birden müthiş bir şey oldu. Hemen yanımızdaki masada oturan İsrailli askerlerden biri yerinden kalkarak bize doğru geldi ve karıma onunla dans edip etmeyeceğini sordu. Doğrusu ben böyle bir şey beklemiyordum. Ama anlaşıldığı kadarıyla Ebru hazırdı buna. Bana sormaya, hatta bakmaya bile gerek görmeden tabureden aşağı kaydı. Bunu yaparken eteği neredeyse beline kadar sıyrılmıştı tabii. Sonra da askerin önüne düşüp, kalçalarını çalkalaya çalkalaya piste doğru yürümeye başladı. 
O kadar heyecanlanmıştım ki, boğazım acıma derecesinde kurumuştu birden bire. Onların piste çıkıp karşılıklı dansetmeye başladıklarını gördükten sonra barmene seslenip, kendime yeni bir içki istedim. Sonra dönüp seyretmeye başladım. Müzik hızlıydı ve karşılıklı dansediyorlardı. Bu arada, pistin çevresinde oturan tüm erkekler de bayram ediyordu tabii. Tam bir afet gibiydi Ebru. Müziğin ritmiyle kıvrım kıvrım bükülüyordu vücudu. İnanılmaz sik kaldırıcıydı.
Sonra parça bitti ve birden inanılmaz yavaş bir müzik çalmaya başladı. İsrailli de, dünyanın en doğal işini yapıyormuşcasına, karımın beline sarılıp onu kendine doğru çekti ve hafif hafif sallanmaya başladılar. Vücutları birbirine iyice yapışmıştı. Gözlerimi onlardan ayırıp, başka bir tarafa bakamıyordum. 
Ebru'nun kendini iyice bırakmış olduğunu görüyordum. Böylesine yakın bir temastan rahatsız olmuş gibi görünmüyordu doğrusu. Nedenini tam anlayamadığım bir biçimde heyecanlandığımı hissediyordum. Daha da açık söylemek gerekirse, sikim bir anda kazık gibi olmuştu. 
Vücutları böyle aradan hava bile geçemeyecek biçimde yapıştığına göre, İsrailli Ebru'nun giysisinin altında hiç bir şey olmadığını çoktan anlamış olmalıydı. Onun da sikinin kalktığına ve karımın karnına dayandığına, adım gibi emindim. Ve bu beni çok heyecanlandırıyordu işte, 
İkinci slow parça çalarken, işi biraz daha ilerletmişlerdi. Artık adeta birbirlerine kenetlenmiş gibiydiler. Karımın iki eli birden İsrailli'nin boynundaydı. O da iki koluyla Ebru'nun beline sarılıp, alabildiğine kendine çekmişti. Karım başını hafifçe arkaya atmış, adamın gözlerinin içine bakıyordu. 
Ama dananın kuyruğu üçüncü parçada koptu. Çünkü artık yaptıkları dans olmaktan çıkmış gibiydi. Herif sanki karımı ayakta sikiyordu orada. Pistin ortasında ve herkesin gözünün önünde hem de. İşin ilginci, Ebru'nun halinden hiç şikayeti olmamasıydı bu arada. Şimdi daha da çok bırakmıştı kendini adamın kollarına. Yüzünü onun boynuna gömmüştü. Pist çok kalabalık olduğu için zorlukla g��rebiliyordum ama, kalçalarının hafif hafif büküldüğünü, hem sağa sola, hem öne arkaya kımıldadığın yine de farkedebiliyordum. İsrailli'nin elleri de hareketlenmişti artık. Sağ eli karımın vücudunun yan tarafında yukarı aşağı okşar gibi dolaşıyordu. Sol eli ise belinden aşağıya kaymış ve giysinin incecik kaygan kumaşı üstünden o başdundürücü kalçaları okşamaya başlamıştı.
Tanrım o kadar çok tahrik olmuştum ki, durumumu kendi kendime anlatabilecek sözcükler bile bulamıyordum. Tepeden tırnağa sik olmuştum. Gözlerimi bir saniye bile ayıramıyordum onlardan. 
Bu arada üçürcü parçanın da sonu yaklaşıyordu. Acaba disk-jockey bir tane daha slow çalar mıydı? Bunu hem delice istiyordum, hem de istemiyordum. Kararsızdım yani.
Ve o sırada müthiş bir şey oldu. Gözlerim karımın vücudunun hafif hafif sarsılmakta olduğunu yakaladı. Belki başkaları anlamazdı ne olduğunu ama, ben çok iyi biliyordum bunun nedenini. Belini getiriyordu Ebru. İnanılmaz bir şeydi bu. 
Hiç tanımadığı bir İsrailli ile dansederken belini getiriyordu. 
Tam duruluyordu ki, parça da bitti ve disk-jockey yaniden hızlıya döndü. Adeta istemeyerek birbirlerinden ayrıldıklarını gördüm. Pistten çıkarlarken İsrailli Eburu'yu kendi masanına götürmek istedi. Bunu hareketlerinden anlayordum. Ama buna uymadı karım. Adamdan ayrılıp bana doğru yürümeye başladı. Tanrım müthiş bir ifade vardı yüzünde. 
Gelip tam karşımda durdu. Gözlerimin içine bakıyordu. Uzanıp elimi tuttu. 
"Hadi sevgilim..." dedi sonra da, "Hemen odamıza çıkalım... Canım çok sikilmek istiyor şu anda..." 
Ben de ondan farklı bir durumda değildim Hemen hesabı ödedim ve kalktık. Elemi sıkı sıkı tutmuş neredeyse beni çekiyordu karım. Asansöre biner binmez sikime yapıştı.
"Ohhh ne güzel kalkmış sikin sevgilim..." dedi "Çok sikilmek istiyorum şu anda... Biliyorsun değil mi?"
Sesimi bile çıkarmadım. O anda benim en çok istediğim de karımı bir an önce sikmekti. Odaya zor attık kendimizi.
Ebru beni yatağın üstüne itti. İtiraz etmedim. O kadar azmıştı ki her şeyi ona bırakmak çok daha iyi olacak gibi görünüyordu. Ayaklarım yerde vücudumun geri kalan kısmı yatağın üstünde onu seyretmeye başladım. Giysisini bile çıkarmamıştı. Telaşlı parmaklarla pantolonumun fermuarını indirip sikimi dışarı çekti. Sonra da adeta bir kaplan gibi üstüme atlayıp ata biner gibi oturdu sikimin üstüne. 
Öylesine vıcık vıcıktı ki amı, bir anda köküne kadar girdi sikim. Ebru başını arkaya attı ve sarsıla sarsıla belini getiirmeye başladı. Yalnızca sikimin içine girmesi bile yetmişti karıma. Sonra göğsüme devrildi. Derin derin soluklanıyordu. 
Büyük bir güç harcayarak kendimi tutuyordum ben de bu arada. Karımın halinden sabaha kadar sürecek bir sikiş maratonu yaşıyacağımızı anlamıştım ve mümkün olduğu kadar geç getirmek istiyordum belimi. Nitekim biraz sonra doğruldu Ebru. Tekrar ata biner gibiydi şimdi üstümde. Gözlerimin tam içine bakıyordu.
"Dans pistinde olanları gördün değil mi sevgilim?" diye sordu birden.
Başımı sallayarak yanıtladım onu. Hala kendimi tutmaya uğraşıyordum çünkü. Her an fışkırtabilirdim karımın amına.
"Ohhhh gördün değil mi?" diye devam etti Ebru. "Gördün değil mi neler yaptı bana o İsrailli? Gördün değil mi karına neler yaptı?" 
Daha fazla tutamadım kendimi. Bir top gibi patladım adeta. Gözlerim kararıyordu. Ve bu Ebru'nun da bir kez daha belini getirmesi için yeterli olmuştu bile. Yine göğsüme devrildi. Ama bu sefer ikimiz de soluklanıyorduk. 
Ama çok sürmedi bu. Karım bir kere daha doğruldu. Sikim hiç inmemişti zaten. Tekrar dansetmeye başladı üstümde. Gözleri yarı kapayıldı. Kendini müthiş bir zevk seline kaptırmış olduğunu görebiliyordum.
"Anlatsana..." dedim alçak bir sesle.
"Neyi anlatmamı istiyorsun sevgilim?"
"Sana neler yaptığını anlat... Ben yalnızca uzaktan gördüm biliyorsun..."
"Ohhhhhhhhh..."
"Hadi anlat... Ne yaptı da seni böyle azdırdı..?"
"Ahhhh sevgilim..."
Hafif bir kararsızlık sezinliyordum Karımda. Sanki herşeyi anlatarak beni incitmekten korkuyor gibiydi. 
"Bebeğim..." dedim, "Benim halimi görmüyor musun? Olanların beni ne hale getirdiğini görmüyor musun?"
"Ohhhh evet sevgilim..."
"O zaman anlat hadi...."
"Önce normal dansediyorduk, farkındasın değil mi sevgilim? Herkesin yaptığı gibi gözleriyle her yerimi didik didik ediyordu yalnızca..."
"Evet bebeğim... Ama sonra müzik yavaşladı..."
"Ohhh evet sevgilim... O zaman sarıldı bana... Sımsıkı... Sikini dayadı karnıma... Offffff öyle bir kalkmıştı ki sevgilim... Bir bilsen... Taş gibiydi... Kocamandı... Alev alev yanıyordu sanki... Bir anda koptum..."
Anlattıklarından çok etkileniyordum ama, kendi benden de çok etkileniyor gibiydi. Birden anlatmanın onu müthiş tahrik etmekte olduğunu anlayarak, mümkünmüş gibi daha da çok tahrik oldum ben de. 
"Bıraktım kendimi sevgilim... İtiraf etmeliyim ki kanım tutuşmuştu sanki... Ben de ona sarıldım... Orada öylece sanki ayakta sikişiyormuşum gibiydi... Ahhhh sevgilim..."
Yine kıvranıyordu üstümde. Tanrım müthiş bir kadındı karım. Bir İsrailli'nin onu pistte nasıl kasnağa aldığını anlatmaktan acayip tahrik oluyordu. Boğuklaşmış bir sesle anlatmaya devam etti sonra.
"Giderek daha saldırgan oluyordu sevgilim... Belime yapışıp beni öyle bir çekmişti ki kendine, neredeyse siki karnıma girecekti... Arasıra sana bakıyordum bu arada... Öyle gözlerini dikmiştin üstümüze... Bu da bana çok zevk veriyordu biliyor musun sevgilim..? Bir İsrailli karını herkesin ortasında ayakta sikiyordu adeta ve sen hiç bir şeyi kaçırmamaya çalışarak izliyordun.... Yüzündeki ifade müthişti... Sonra tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de beni okşamaya başladı adam... Eleri her yerimde dolaşıyordu... Kalçalarımı avuçluyordu... O zaman başımı onun boynuna gömdüm... Beni istediği gibi ellemesine izin veriyordum artık.... Üstelik bir de konuşmaya başlamıştı, biliyor musun..? Offff neler söylüyordu bana bir bilsen sevgilim... Ne kadar sik kaldırıcı olduğumu söylüyordu... Beni nasıl sikmek istediğini söylüyordu..." 
Hareketleri giderek hızlanıyordu karımın. Kalçaları yukarı aşağı, öne arkaya, sağa sola çalkalanıyordu. Sikim içinde mahvoluyordu tabii. Giderek o kritik noktaya bir kez daha yaklaştığımı hissediyordum. 
"Çok kötü kaptırmıştım kendimi sevgilim... Ne olacağını bilmiyordum... Aldırmıyordum da buna... Çevremizdekilerin dikkati üstümüzdeydi... Nelere yaptığımızın farkındaydılar... Ohhhh bu da bana müthiş bir zevk veriyordu biliyor musun..? Öyle ayakta sikildiğimi seyretmelerinden inanılmaz büyük zevk alıyordum... Ohhhh çok güzeldi sevgilim..."
Birden doğruldu üstümde. Sikim çıkmıştı amından. Uzanıp sağ eliyle sikimi dibinden kavradı ve götüne dayayıp tekrar oturdu ondan sonra da. Hiç zorlanmadan, yağ gibi almıştı beni içine. Ve gözlerimin tam içine bakarak anlatmaya devam etti sonra da.
"Adam konuşmayı kesmemişti bu arada sevgilim... Konuştukça daha da azdırıyordu beni... Kıçımın ne kadar tahrik edici olduğunu anlatıyordu bana... Onu götümü verip vermeyeceğimi soruyordu bana... Ahhhh beynime giriyordu sanki sözleri... Sonra öyle bir şey yaptı ki, kopardı beni sevgilim... Kalçalarımı mıncıklayan ellerinden birini aşağı indirdi ve eteğimin altına soktu... Orta parmağı kalçalarımın arasına girmişti sevgilim... Uçuyordum... Ve birden götümü buldu parmağı... Hafif hafif bastırıyor, okşuyordu... İşte o zaman tam bittim.... Ohhhh belimi getirdim o zaman.... Tanrım herkesin içinde belimi getirdim... Gözlerim karardı sevgilim... Ahhhh belimi getirdim... Mmmmmnhhhhhh..."
Şimdi de geliyordu beli yire. Götü açılıp kapanıyor, sikimi adeta sağıyordu. Bir top gibi patladım yine. İkimiz de sarsılıyorduk. Bir zevk girdabının içinde kaybolmuş gibiydik. 
Bir süre ne kımıldayabildik ne de konuşabildik. Ama ben kendimi karımdan önce toplamayı başardım. 
"Sonra seni kendi masasına götürmek istedi ama sen gitmedin..." dedim Ebru'ya, "Neden..?"
"Gidemezdim sevgilim... Korktum açıkçası..."
"Neden korktun..?"
"Gidersem ne olacağını bilemiyordum..."
"Ne olabilirdi ki, orada herkesin içinde..?"
"Ohhhh sevgilim bilmiyorum... Pistte yaptıklarını da herkesin içinde yapmıştı, unutuyor musun..? Hem o masada başkaları da vardı... Arkadaşları..."
"Belki de hepsi mıncıklardı seni..."
Bu son söylediğim karımın vücudunun birden yeniden hareketlenmesine yolaçtı. Kalçaları hafif hafif kımıldanmaya, çalkalanmaya başladılar yine.
"Ohhhhhhhh..." diye inledi, "Mutlaka öyle olurdu sevgilim... Ohhhh mutlaka..."
"Görüyorum ki bunun fikri bile tahrik ediyor seni... O zaman neden korktuğunu anlayamıyorum sevgilim..."
Kendini yeniden sikişmeye kaptırmıştı karım. Gözleri yarı kapalı, sikimin üstünde yeni bir dansa girişmişti. Hala götündeydi sikim. O küçük delik kapanıp açılıyor, sikimi eziyordu. İki eliyle omuzlarımı tutmuş, ayak parmaklarının ucunda yükselmiş, yine dansediyordu üstümde. 
"Neyse..." dedim soluk soluğa, "Bir şeyi kaçırmış sayılmayız hala... Yarın akşam var önümüzde..."
Sözlerim, Ebru'nun üstünde müthiş bir etki yarattı. Tüm vücudu sarsıla sarsıla beli gelmeye başladı yeniden. Götü sikimi öyle bir sıkmıştı ki, ben de tutamadım kendimi. Tohumlarım karımın karnının derinliklerine bir kere daha fışkırmaya başladı.
Öylece yığılıp kaldık
36 notes · View notes
pazaryerigundem · 1 month
Text
BUFSAD Osman Önder Kupası sergisi açıldı
https://pazaryerigundem.com/haber/170690/bufsad-osman-onder-kupasi-sergisi-acildi/
BUFSAD Osman Önder Kupası sergisi açıldı
Tumblr media
‘Birinci BUFSAD Osman Önder Kupası’ sergi açılışı Nilüfer Belediyesi Dr .Ceyhun İrgil Sağlık Müzesi’nde sanatseverlerle buluştu
BURSA (İGFA) – BUFSAD Osman Önder Kupası sergi açılışına BUFSAD Başkanı Tarık Akkurt ve yönetim kurulu üyeleri, Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Nejla Aslan, Kemal Önder, Havva Önder, iktisatçı ekonomist Nejat Yahya ve eşi ve çok sayıda fotoğraf gönüllüsü katıldı.
Özellikle Bursa’da pek çok fotoğrafçının yetişmesine katkı koyan Osman Önder’in anısını yaşatmak ve yenilikçi fotoğraf çalışmalarını teşvik etmek amacıyla düzenlendiğine dikkait çekilen sergide, fotoğrafçıların, tekil fotoğraf çekmelerinden ziyade ‘proje’ temelli çalışmalara yönelik konu, teknik veya üslup yönünden bütünlük taşıyacak seri fotoğraflar üretmeleri amaçlandığı kayddedildi.
BUFSAD Başkanı Tarık Akkurt, sergi açılışı ve ödül töreninde yaptığı konuşmada; her daim gönüllerinde olan Osman Önder’i siz değerli ziyaretçilerimizle anmak Bufsad Yönetim Kurulu olarak kendileri için onur ve gurur kaynağı olduğunu belirterek, “Bufsad’da yönetici ve eğitmen olarak uzun dönem hizmet eden Osman Önder herkes için güzel bir okuldu.  Kendisi bugün bize ışık olmaya devam ediyor. Onun öğretilerini uygulamaya ve meşaleyi taşımaya devam ediyoruz. Bahsettiğimiz ışık bugün burada vücut buldu ve yarışma sonrası fotoğraflardan oluşan sergimizi sizlerle buluşturduk. Öncelikle tüm katılımcılara teşekkür ediyorum” dedi.
Tumblr media
İlk turda  jüri tarafından başarılı görülen fotoğrafçıların kazananları; ‘Ahmet Çetintaş, Alper Gülersönmez, Alper Eral, Berna İkiz, Ebru Sargın Koca, Erol Özer, Ersan Akarsu, Fatma Salt, Fikriye Er, Hülya Arıcı, Kubilay Karslı, Levent Karacaoğlu, Mehmet Kaynar, Metin Gönen, Nedim Yalçın Kiremitçi, Nesrin Kılıç, Salih Kuş, Şevki Karaca, Şeyda Turan, Tayfun Türker, Zühdü Bilgin’ oldu.
Sergi 31 Mayıs tarihine kadar Nilüfer Belediyesi Dr. Ceyhun İrgil Sağlık Müzesi’nde gösterime açık kalacağı öğrenildi..
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
sektorellfirmalar · 6 months
Link
0 notes
sonmuzik · 1 year
Text
Ebru Keskin'in Güçlü Yorumu İle "Gaye"
Tumblr media
Ebru Keskin'in Güçlü Yorumu İle "Gaye" Sözü Doğanay Karadeniz'e, müziği Doğanay Karadeniz ve Ebru Keskin'e ait olan ve aranjesi Moniac'a ait olan "Gaye", Ebru Keskin'in yorumu, Mahzen Media etiketi ve 4K klibi ile sizlerle. Keyifli izlemeler ve dinlemeler dileriz Kariyeri boyunca farklı sound ve akımlara kapısını her zaman açık tutan Ebru Keskin’in yeni teklisi "Gaye"nin güçlü sözleri günümüzde bir çok hit şarkıya imza atan Doğanay Karadeniz imzası taşıyor. Şarkıda ’Gayen ne olursa olsun dünya dönmeye devam ediyor’ mesajı ile herkesin kalbine dokunmayı başarıyor. Mehsem’den Yeni Pop Şarkı “Asalet” Çekimleri Karaköy sokaklarında gerçekleşen şarkının aranjesi başarılı aranjör Moniac tarafından yapıldı. Video klibinin görüntü yönetmenliğini ise Amirali Ghorbanzadeh üstlendi. Prodüktörlüğünü Tolga Aykut’un üstlendiği “Gaye” Mahzen etiketi ile tüm dijital platformlardaki yerini alıyor. Ebru Keskin'in Güçlü Yorumu İle "Gaye" "Gaye" şarkı sözleri Yanaklarımdan bi an Süzülür aşktan yana viran Suskunum ama kopar içimde figan Alev aldı sığındığım o liman Sarılısın içimde yaralar açık kalırsa sonumuz hep eyvah İçim içimi kemirir huzura kavuşmamız için epey var Seninle mutlu bi sonumuz olamadı sonum olur hep heyhat O tünelin sonunda ışık yok ama bulana kadar et seyran Dönsün dünya alem Zaten dolu hep geceler matem Varsın dünya alem Zaten dolu hep geceler matem Sevgisizlik değil ama gayem Sadece olma yine son çarem Dönsün dünyam Söz : Doğanay Karadeniz Müzik : Doğanay Karadeniz, Ebru Keskin Aranje : Moniac Mix & Mastering : Moniac Yönetmen : Amirali Ghorbanzadeh Görüntü Yönetmeni : Emin Şener Sanat Yönetmeni : Atefeh Pakdel Yönetmen Yardımcısı : Ahmet Besim Kizmaz Makyaj : Roya Sarvari Grip Ekip : Özkan Önder Prodüktör : Tolga AYKUT Read the full article
0 notes
millisura-blog · 4 years
Text
HDP'li Mensur Işık eşini darp etti' iddiası
YENİ HABER https://millisura.com/hdpli-mensur-isik-esini-darp-etti-iddiasi-4627/
HDP'li Mensur Işık eşini darp etti' iddiası
Tumblr media
Ankara’da HDP Muş Milletvekili Mensur Işık’ın, öğretmen eşi Ebru Işık’ı darp ettikten sonra hastaneye gitmesine engel olduğu iddia edildi. Daha sonra ağrılarının artması üzerine hastaneye giden Ebru Işık doktorlardan yardım istedi, ihbar üzerine hastaneye polis sevk edildi.
  Bir iddiaya göre dün gece saatlerinde HDP Muş Milletvekili Mensur Işık ile Ebru Işık çiftinin Çankaya ilçesindeki evinde meydana geldi. Mensur Işık ile Ebru Işık arasında henüz belirlenemeyen nedenle tartışma çıktı. Mensur Işık, Ebru Işık’ı yumruklayarak darp etti.
  Mensur Işık, hastaneye gitmek isteyen eşine engel olarak, cep telefonunu sakladı.
  HDP’li Işık, eşinin ağrılarının artması üzerine evine yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta bulunan Etimesgut ilçesindeki özel bir hastaneye götürdü. Burada tedavi olan Ebru Işık, doktorlarından yardım istedi.
  Doktorların ihbarı üzerine hastaneye polis ekibi sevk edildi. Ebru Işık’ın şikayeti üzerine olayla ilgili soruşturma başlatan polis ekipleri, Mensur Işık hakkında uzaklaştırma kararı aldı
0 notes
merimmerim · 2 years
Text
Sabahlar ışık saçmıyor...
8 notes · View notes
mustafasalihbozok · 4 years
Text
YouTube'da "Ebru Gündeş - Gidiniz (Lyric Video)" videosunu izleyin
youtube
GÖZLERİM GÖZLERİNDE
Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?
Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar?
Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var;
Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...
Bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında
Fırtınalardan geldim sende dinleniyorum.
Bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin diyorum;
En eşsiz dakikalar sürsün senin yanında...
En eşsiz dakikalar sürsün senin yanında...
Hiç yumma gözlerini, ışığın eksilmesin,
Gündüzüm aydınlığım, ipek böceğim benim!
Güz bahçemde açılmış o son çiçeğim benim!
Yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin;
Ayırma gözlerimden çocuksu gözlerini,
O sakin o yalansız, o kuytu gözlerini
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN🖌️🍁🍁🍁
18 notes · View notes
gulindede · 4 years
Link
PART1:
İlk bölümde son yıllarda Almanya’da devam ettirdiği tiyatro hayatını ve Avrupa’daki tiyatro hayatının Türkiye’ye yansımasını konuştuk. İkinci bölümde ise cinsiyet kimliklerinin tiyatrodaki yeri, LGBTİQ+ ve kadın oyunlarını masaya yatırdık.
Gülin: Yaklaşık üç-dört senedir Almanya ile ilişki içerisindesin. Birkaç oyunun da sahnelendi hatta…
Ebru: Evet, Türkiye’deki ‘Benimle Gelir misin?’ oyunu orada ‘Last Park Standing’ olarak sahneleniyor şu anda.
Gülin: Almanya’ya, Berlin’e geçiş sürecin nasıl oldu?
Ebru: Gorki Theatre’ın bir projesiydi aslında ilk dahil olduğum. Dünya çapında dört ayrı ülkeden, sonra şehir dediler ona, hatta o tartışmalar da enteresan bir şekilde ilerledi. Türkiye’den Ebru yerine İstanbul’dan Ebru, İsrail’den Sivan yerine Tel Aviv’den Sivan gibi...  O jargonların, tartışmaların içinde olmak da enteresan oluyor. Dolayısıyla dört oyun yazarı seçilmişti, Türkiye’den de beni davet etmişlerdi.  Normalde böyle projelere biraz mesafeli bakıyorum. Çünkü ‘proje proje’ olan işler senin özgünlüğünden ziyade senden talep ettikleri üzerinden gidiyor. Yani ben de ilk başta mesafeliydim. ‘Nedir, ne değildir?’ diye düşündüm. Fakat projeyi çok güzel bir şekilde çerçevelendirmişlerdi. ‘Parça Parça Savaş’tı projenin adı. Dediler ki; “Savaş senin için neyse sen tanımlayacaksın.” Bana çok iyi geldi.  Çünkü benim için savaş, o dönemde özellikle üzerine düşündüğüm şeylerden biri, bir bedenin nerede özgürce salınabildiği ve nerede özgürce salınamadığı üzerineydi. Ve benim için de şahsi savaşım, kendi bedenimin Türkiye’de nasıl bir mücadele içinde olduğunu düşünmek için iyi bir fırsat oldu. Hem bir kadın bedeni olarak hem de farklı bir cinsiyet kimliğine sahip biri olarak nasıl bakılıyor, o bakışlar nerede neye tekabül ediyor, günlük hayatta nasıl bir ‘savaş veriyorsun’, kendi kimliğini ortaya koyabilmek için… Bunun iyi bir fırsat olduğunu düşündüm. Öyle girdim projeye. Proje iki yıl sürdü. Belli aralıklarla Almanya’ya gidip bir araya geldik. Her seferinde oturup oyunu yazıyorduk.  Dört oyun yazarı birbirimizin oyununu okuyup değerlendiriyorduk. Sonuçta da ‘Benimle Gelir misin?’ çıktı ortaya. Türkiye’de de prodüksiyonu yapıldı. Hala Toy İstanbul’da oynuyor. İlk okuması Berlin Gorki Theatre’da yapıldı. Hatta ilk okuması şu anda prodüksiyonu yapan Stuttgart Şehir Tiyatrosu’nda olmuştu. Orada çok güzel bir karşılık buldu oyun. Hem eleştirmenlerden hem seyircilerden çok iyi dönüşler aldı.
Gülin: Alman oyuncular ve Alman bir yönetmenle mi çalışıldı orada?
Ebru: Alman ne kadar Alman... Orada artık Alman demiyorlar. Her iki oyunun da Gorki’deki ve şu anda Stuttgat’ta oynayan oyunun yönetmenleri aslında Türkiye kökenli. Berlin’deki Hakan Savaş Mican’dı. Stuttgart’taki de Nuran David Çalış. Ancak Nuran David Çalış ile Türkçeden çok İngilizce konuşuyoruz. Nuran’ın Türkiye ile neredeyse hiç bağlantısı yok. Ama annesiyle eski Türkçe konuşuyoruz. Annesi Türkiyeli bir Ermeni. Daha geç Almanya’ya gitmiş, Nuran orada doğmuş. Oyuncular ise ağırlıklı olarak Almanya’da doğmuş, yaşayan ve çalışan oyuncular her iki oyunda da. Sonra oyun çok ilgi görünce diğer oyunlarımı da merak ettiler ve Fischer Verlag, Almanya’nın en önemli yayınevlerinden biri, onların dikkatini çekti ve dediler ki, “Biz bu oyun da dahil olmak üzere senin bütün oyunlarının temsilciliğini almak istiyoruz.” Ben de kabul ettim. Şu anda bütün haklarım Almanca konuşulan ülkelerde onlarda. Dolayısıyla oradaki yolculuk devam diyor. Bu sene Berlin’de yeni bir ‘Benimle Gelir misin?’ prodüksiyonu olur mu olmaz mı diye konuşuyoruz. Dolayısıyla Almanya serüveni böyle başladı ve devam ediyor.
Gülin: Orada olmakla burada olmak... Aynı metni farklı iki ülkede sahneliyorsunuz. Metin özelinde de konuşabiliriz ama onun dışında iki ülke arasında tiyatroya dair kültür farkı, eğitim farkı var mı, yok mu? Bu açılardan da derinleştirebilir miyiz?
Ebru: Şöyle bir şey var tabii ki, ‘Benimle Gelir misin?’ Almanya’dan bir kadınla Türkiye’den bir kadının aşkı ve arka planda Türkiye’nin beş yıllık serüveni var. Bunun çerçevesinde bir oyun. Sorduğu soruları gitmek mi kalmak mı ya da aşkın devrimi üzerinden de şekillendirebiliriz. Veya arkadaşa sadakat mi yoksa davaya sadakat mi? Tabii burayla orası arasında en büyük fark şu; burada, buranın içerisinden çıkan bir oyun olduğu için seyircinin kurduğu mesafe ve alaka farklı. Almanya’da bu oyuna ve bu konulara duyulan ilgi, bağlam farklı. Dolayısıyla sorular ve oyunla ilişkilenme biçimi farklı oluyor. Bu bir yazar olarak beni çok güçlendiren bir şey her şeyden önce. Çünkü farklı farklı tepkileri alıyorum. Fakat insanların hikâyeye, herhangi bir hikâyeye karşı gösterdiği ilgi çok benzer. Kim bu insanlar, niye böyleler, soruları çok merkezde. Ama biz burada o beş yılı yaşadığımız ve tecrübe ettiğimiz için seyirci çok güçlü bir duygusal bağ kuruyor. Almanya’daysa daha dışarıdan, ne olup bittiğini anlamaya çalışan bir ilgi alaka kuruluyor. Yönetmenlerin ele alış biçimleri de farklı. Nuran David’in ele aldığı yer daha, dışarıdan bakıyor gibi ama aynı zamanda anlamak için çok arzuluydu ne olup bittiğini. Her fırsatı değerlendirdi. Oynayacak oyuncu daha önce hiç Türkiye’ye gelmemesine rağmen tiyatro onu Türkiye’ye gönderdi. Çok daha derinleştiler bu konu üzerine. En basitinden şöyle bir fark var. Ben her şeyi sayılarla konuşmayı seviyorum. Bir şeyi ortaya koymak açısından önemli oluyor. Bu oyunun Almanya’daki prodüksiyonunda çalışan oyuncu sayısı otuz yedi. Türkiye’de çalışan kişi sayısı on altı, on yediyi geçmez. Sürekli kadrosuna baktığımızda da o kadar bir fark olacaktır. Sürekli kadrodan kastım da ışık, müzik vs. Çünkü tasarımı yapanla uygulayıcısı farklı vs. Dolayısıyla insan gücü anlamında bir fark oluyor. Perspektif de farklı. Türkiye’den bir yönetmenin ele alış biçimi ile Almanya’dan birinin ele alış biçimi farklı. Sami (Berat Marçalı) biraz daha aşk üzerine gitmek istedi. Nuran ise daha politik kondisyonlar üzerine…
Gülin: Burada bazı şeylere biraz doymuş olabilir miyiz? Onun da etkisi olabilir mi?
Ebru: Bilemiyorum. Politikanın çok içindeydik ve herkesin kendi hikâyesi var bu beş yıla dair.
Gülin: Sahnede izlediğimiz, senin yazdığın hikâyen de aslında kendi hikâyemiz gibi ya da yanımızdaki birinin hikâyesi gibi.
Ebru: Evet, bir yerinden mutlaka değiyor. Almanya için aynı şeyi söylemek çok mümkün değil. Yönetmenler için de geçerli bu bağlamda. Ama ben iki prodüksiyonun da birbirinden farklı olarak farklı etki alanları yarattığını düşünüyorum. Burada sağaltma etkisi var. Bir araya gelip, “biz ne yaşadık ya” diyerek üzerinden geçmek… Çünkü yaşadığımız süreçlerin hiçbirinde ne mutluluğun ne de yasın kendi olağan sürecini yaşama şansımız olmadı. Birey olarak yaşamış olabiliriz. Mutluluk anlarımız, yaslarımız kursağımızda kaldı. Tabii ki ateş düştüğü yeri yakıyor. İnsanların yaşadığı acılardan bağımsız söylüyorum. Ama mesela burada sağaltma etkisi yaşarken Almanya’da daha çok belgesel izleyicisi gibi bakıyor seyirci. Yabancı değiller ama Türkiye’de olan bitene. Farklı açılardan onlar da Türkiye’de olan biteni takip ediyorlar. Sadece basından değil, Türkiye’den kitaplar çok çevriliyor.
Gülin: Orada ilişkilendikleri Türkiyeli insan sayısının artmış olmasının da bir payı vardır belki.
Ebru: Hem kişi sayısı arttı hem de çeşitlilik farklılaştı. Altmışlarda giden işçilerle bugün giden beyaz yakalılar, akademisyenler, sanatçılar da bir çeşitlilik katıyor olan bitene. Dolayısıyla Türkiye’ye dair farklı perspektiflerden tartışabiliyorlar. Hatta şöyle söyleyeyim, biz burada kendi halimizi bu kadar farklı perspektiflerden tartışabiliyor muyuz emin değilim. Almanya’da farklı perspektiflerden Türkiye’ye bakışı çok duyuyorum. Orada şöyle bir handikap oluyor, artık dışarı çıkmış olduğumuz için burada gerçekten ne olduğunu çok iyi bilebiliyor muyuz emin değilim. Yazar olarak da bir ikilem yaşıyor insan. Almanya’da olup Türkiye ile ilgili yazmaktansa Türkiye’de olup Türkiye ile ilgili yazmanın beni bir yazar olarak gerçeğe daha sadık tuttuğunu, kendi gerçeğime daha sadık tuttuğunu düşünüyorum. Öbürü, biraz daha mesafeden bakmak da başka bir şeyler getirecektir.
Gülin: Bunda senin toplumsal gerçekçi oyunlar yazıyor olmanın da etkisi olsa gerek.
Ebru: Büyük ihtimalle. Ben yabancısı olduğum ve uzaktan baktığım şeylerin çok fazla tasvirini yapmaktan hoşlanan biri değilim. Babam, “Kızım sana sobaya gitme elini yakar diyoruz, gidip elini sobaya değdirip yakıyor baba diyorsun”, derdi. Biraz öyle bir tavrım var. Deneyimleyip deneyim içinden yazmak bana daha çok uyuyor.
Gülin: En başta bir jargondan bahsettin. Türkiye’deki tiyatroya dair jargonlarını da merak ediyorum. Nasıl bakıyorlar buraya? Bunu bizden çok fazla giden olması konusuna da bağlayabiliriz. Türkiye’de el üstünde tuttuğumuz bağımsız tiyatroların orada da adının duyulduğunu biliyoruz. Tüm bunları harmanladığımızda o jargon evrildi mi?
Ebru: Benim deneyimim üzerinden söyleyebilirim. Ben Stuttgart Şehir Tiyatrosu ile yaşıyorum bu deneyimi çok yakın zamanda. Stuttgartlılarla daha çok iletişim halindeyim. Orada bir çeşit eyalet sistemi var. Berlin ve Stuttgart deneyimi birbirinden çok farklı. Hem oyun bağlamında hem de yazar bağlamında. Jargon bağlamında da çok farklı. Berlin deneyiminde Türkiye’den o kadar farklı ses ve iş görebiliyorsunuz ki. Dolayısıyla Guernica’nın tablosu gibi. Savaşa farklı perspektiflerden bakabiliyorsunuz. Ama Stuttgart için aynı şeyi söylemem çok mümkün değil. Belki ikinci bölümde yapacağımız konuşmaya bir çengel atıp şöyle diyebilirim, toplumsal cinsiyet eşitliği veya çeşitlilik dediğimiz konular bu anlamda da çok önemli oluyor. Stuttgart’ta ikili bir sistem üzerinden bakıldığı için siyah-beyaz, iyi-kötü karşıtlar vs. üçüncü bir dil kurmaya çalıştığınızda, herkes Türkiye’nin belli bir acısının tekrarını bekliyor sizden.  Çok acılar çektik, çok sıkıntılar yaşadık, şöyle şöyle şöyle...
Gülin: Acımak mı istiyorlar?
Ebru: Bize acımak istiyorlar vs... O acı hikâyesini devam ettiren yazarlardan biri olmanı bekliyorlar.  Alternatif bir hikâye ortaya konulduğunda, senin de içinde olduğun bir örnekten bahsedeyim mesela, Moda’nın ortasında bir grup aile ‘Başka Bir Okul Mümkün’ diyerek bir okul projesini hayata geçirme iradesini gösteriyorlar. Bu hikâyeyi anlattığın zaman alıcısı yok. Çok enteresan.
Gülin: Umut hikâyelerini sevmiyorlar mı buraya dair?
Ebru: Duymak istemiyorlar bunu. Çünkü bu aynı zamanda o perspektiften baktığınızda inanılmaz bir propaganda. Hepimiz propaganda mağduruyuz. Almanya’da iş yapmanın benim hayatıma kazandırdığı en önemli şeylerden biri bu. Ben de propaganda mağduruyum oradaki seyirci de... Kimin propagandası güçlüyse birazcık o alandan kendini sıyırmaya çalıştığın ilk anda hemen seni düşman addediyorlar. Çünkü şöyle bir şey demeye başlıyorsun, yanlış hatırlamıyorsam Descartes’in sözüydü; “Hiç tavuk görmemiş birine tavuk çizdiremezsin.” Benim yapmaya çalıştığım bu. ‘Benimle Gelir misin?’ oyununda da yapmaya çalıştığım buydu. ‘Benimle Gelir misin?’ Türkiye’nin yaşadığı beş yılı inkâr eden bir oyun değil. Ama onların alışık olduğu dilden anlatan bir oyun da değil. Orada Türkiye’den bir kadın var bütün bu mücadelenin içerisinde kalıp yoluna devam etmeyi seçen biri. Bir taraftan baktığımızda da onların hikâyesine gedik açıyor. Aslında onların hikâyesinde o kadının Almanya’ya gelmesi, ‘özgür Avrupa’da kendisini ifade etmesi gerekli. Bir mücadele dili yaratmaya çalışıyor. Dolayısıyla Türkiye’den geldin bize akıl mı veriyorsun gibi bir durum var. Ne Türkiye’den gelmiş olmak ne de akıl vermek gibi bir niyet yok. Ben kendi hikâyeme sadakat gösteriyorum dediğim zaman da bu hikâye anlatılan bir hikâye değil; çeşitlilik 101’e hoş geldiniz, ne kadar çok hikâye duyarsak Türkiye’ye Almanya’ya dair o kadar iyi. Ben yaptığım röportajlardan birinde Schindler’in Listesi filminin benim için ne kadar önemli olduğunu söylemiştim. Yayınlamadılar bunu. Artı değer yaratan bir yerden söylemiştim. Ben hep şunu sorguluyordum; 2. Dünya Savaşı yaşanırken insanlar hiç mi yardım etmediler Yahudilere? Bu benim zihnimi çok kurcalıyordu. Çünkü iyilik ve kötülük tartışması anlamında önemli bir nokta. Schindler’in Listesi filmi bu insanların da var olduğunu gösteren önemli bir doküman. Birazcık Schindler’in listelerine alan açmamız lazım. ‘Benimle Gelir misin?’ de bu alanı açmaya niyetli oyunlardan biri. Anlatılan iki ana hikâye var. Taraftarlar ve karşıtlar çoklar. Ben bunları reddetmiyorum ama siz de benim hikâyemi reddetmeyin. Çünkü üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı yollar da var. O yüzden biraz zorlanıyorum ama olsun.
Gülin: Türkiye’den, kendilerine sahneleme adına alan bulamadığı için Avrupa’ya gitmeye çalışan ya da gitmiş kişiler var. Bunu biliyoruz. Şunu sormak istiyorum. Oranın varlığı burayı etkiliyor mu?
Ebru: Pozitif değer katıyor bence. Şu yüzden katıyor; bu sınırları da kendi deneyimimde kaldırmaya çalışıyorum. Orası burası diye bir yer yok. Olmaması da gerekiyor. İçinde yaşadığımız dünyada Putin’in, Trump’ın olduğu dünyada ben kendimi Alexander Cortes’le yan yana hissediyorum. ABD’de bir vali ile yan yana hissediyorum. Greta ile aynı nazardan dünyaya bakıyorum. Dolayısıyla kendi yaptığım işe de burada ya da oraya yapıyorum gözüyle bakmıyorum, hele ki söz konusu tiyatroysa.
Gülin: Hoş bir hatırlatma olmayacak belki ama vize alamadığın için gidemediğin zamanların da oluyor. O zamanlarda sınır yüzüne sert bir şekilde çarpıyor muhtemelen. Umut ettiğimiz tabii ki başka, sınırsız bir dünya.
Ebru: Çok sert çarpıyor tabii ki. Ama şunu demek istiyorum. Zihinsel olarak o bariyeri kaldırmak lazım. Sanatını eğer orada yapabiliyorsan, şimdi orada yapıyorsun ve yarın başka yerde yapacaksın diyerek üretmeye devam etmek gerektiğini düşünüyorum. Kültürel birikim böyle olur. Almanya’nın kültürel birikiminin büyük bir kısmı 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın içerisinde üretilmedi sonuçta.
Gülin: Diğer ekiplerle de bir araya geliyor musunuz? Mirza Metin, Ufuk Tan Altunkaya ilk aklıma gelenler.
Ebru: Birtakım projelerde karşılaşıyoruz. En son Yeşim Özsoy da vardı hatta. Ceren Özcan’ın oyunu Nürnberg’de oynuyor. Arkadaşlarımın isimlerini ve yaptıkları işleri duyuyorum tabii ki. Beraber bir iş üretemedik henüz, aynı anda orada olamadık. Ama bizi aynı projelere koydukları oluyor. Yan yana gelip fikir alışverişinde bulunuyoruz.
Gülin: Burası ya da orası konusunu kafayı takmış genç oyuncular için belki ufuk açıcı bir konuşma olmuştur. Çok teşekkürler.
(İlk bölümün sonu)
1 note · View note
dontreaddostoyevsky · 4 years
Text
ama babam nefes almıyordu artık. başına gelen şey buydu, havayla ilişiği kesilmişti, hava artık onu herhangi bir nesneymiş gibi, bir kütük parçasını, bir benzin bidonunu, bir kanepeyi sardığı gibi sarıyordu. artık içine hava doldurması gerekmiyordu, çünkü insanın nefes alırken yaptığı budur, bağlanır insan, tekrar ve tekrar dünyaya bağlanır.
o dönemin markalarıyla şimdikiler arasında dağlar kadar fark vardı ve onları düşündüğüm zaman, yitirilen, artık olmayan her şeyde karşı konulmaz bir şekilde hep olduğu üzere o dönemin sesleri, tatları, kokuları yeniden canlanırdı. bir yaz günü öğleden sonra, antrenmandan sonrası bir futbol sahasına oturduğun anda duyulan yeni sulanmış ve kısa biçilmiş çim kokusu, kıpırtsız ağaçların uzun gölgeleri, yolun diğer tarafındaki gölde yüzen çocukların çığlıkları ve kahkahaları, enerji içeceği XL-1′in keskin ama yine de tatlı tadı. ya da denize daldığında ağzını sımsıkı kapamış olmana rağmen kaçınılmaz bir şekilde ağza dolan tuzlu su tadı, dipte akıntıların ve kabaran suların yarattığı kaos, ama aynı zamanda deniz yosunlarının ve deniz otlarının ve çıplak kayanın üstüne vuran ışık, midye kümeler ve yapışan kabuklu deniz canlılarından oluşmuş alanlar, tek bir bulutun bile olmadığı, güneşin masmavi ve engin gökyüzüyle denizde mutlak egemenlik sürdüğü bir yaz günü olmasından ötürü her şeyin kıpırtısız ve narin bir ışık yayışı. kayada bulduğun bir çıkıntıya tutunup kendini çeker çekmez bedeninden akan sular, sıcakta buharlaşmadan önce bir anlığına kürek kemiklerinde kalan damlalar, havluya sarınıp uzandıktan çok sonra bile mayondan sızan su. dalgalar üzerinde ilerleyen sürat teknesi, kesik kesik ve ritimsiz, teknenin başının havay dikelip tekrardan suya kavuşması, çıkan kısa ve tok gürültünün motorun uğultusuna karışması, bunun gerçekdışılığı, zira onu sarmalayan çevre, teknenin varlığının bir iz bırakamayacağı kadar büyük ve engindir.
ama tüm bunlar hâlâ vardı. deniz kenarındaki düz kayalıklar tıpatıp aynıydı, onları döven deniz bunu aynı şekilde yapıyordu, ayrıca küçük vadileri, girintileri, derin uçurumları, dik bayırları ve onların üzerlerini kaplayan deniz yıldızları, deniz kestaneleri, yengeçleri ve balıklarıyla denizin altındaki dünya aynıydı. slazenger marka tenis raketlerini, tretorn marka topları, rossingol marka kayakları, tyrolia marka kayak bağlarını ve koflach marka botları hâlâ satın alabilirdiniz. içlerinde yaşadığımız evler hâlâ sağlamdı. Tek fark —ki bir çocuğun gerçekliğiyle bir yetişkinin gerçekliği arasındaki farktır bu— artık bir anlam yüklü olmamalarıydı. bir çift le coq futbol ayakkabısı sadece bir çift futbol ayakkabısıydı. elimde bir çiftini tuttuğumda bir şey hissetseydim eğer, bu çocukluğumdan gelen bir kalıntı olurdu, başka bir şey değil, tek başına hiçbir şeydi. deniz için de aynı şey, kayalar için de, yaz günlerini doyuma ulaştıran tuzun tadı için de aynı şey geçerliydi, tuz artık sadece tuzdu, nokta. dünya aynı dünyaydı, ama yine de değildi, çünkü anlamı yer değiştirmişti, ve değiştirmeye de devam ediyordu, gitfide daha da yaklaşıyordu anlamsızlığa.
bezi sıktım, kovanın kenarına astım ve yaptığım işi inceledim. kimi bölgelerde hâlâ ahşaba işlemiş gibi duran kirli koyu lekeler kalmış olsa da, cilanın parlaklığı ortaya çıkmıştı. ikinci kata kadarki bölümü temizleyerek tırabzanların üçte birini temizlemiş olmalıydım. üçüncü katın tırabzanları da vardı.
[kavgam, karl ove knausgaard, çev. ebru tüzel, monokl, syf. 402-404]
1 note · View note
ataberkbey · 6 years
Note
Sanırım önce masalın kendisini onu sevmeyenlere sevdirmesi gerekiyor ki bu çok zor sevilcek bir yanı yok gerçi
Üzgünüm ama buna güldüm. Bir insan onu sevmeyenlere kendini sevdirmek zorunda değil. Ayşe onu sevmez Fatma sevmez Ebru sevmez. E sevmezse sevmez, konu Masala özgü değil. Bütün insanlara karşı aynı bir şey bu. İnsanlar bizi sevmek zorunda mı? Veya biz başkalarının ilgisine sevgisine muhtaç mıyız? Değiliz. Kesinlikle değiliz. Sevilecek yanının olması da gerekmiyor, ben onda bir ışık görmüşsem arkadaşlık kurarım, aramızı açan bir şeyler varsa ondan uzak dururum,  insanlar bizi sevmek zorunda değil ki. Biz de onları sevmek zorunda değiliz. Söylediğin çok saçma, bence konuşmadan önce 2 defa düşünmelisin, 2 yetmiyorsa 3. 
1 note · View note
ruyameselesi · 3 years
Text
Tekrarlayan rüyalar. Bugün ilk defa acaba bu bende bir takıntıya mı işaret ediyor dedim. Her defasında çok huzursuz her defasında yanlış bir şey var hissi. Sınıf, sınıfa büyük gelen ben, yerim burası değil tedirginliği.
Kübrayı gördüm kapıda, aaa senin burada ne işin var dedi, görüyorsun ya dedim şakaya vurmaya çalışarak, bir kere daha hazırlık okuyorum. Sonra lise, Selma hoca, konuşma yapıyor, emekli olacak.. Çok samimi. Eskilerden bahsediyor, bizden, gözleri parlıyor. Benim de. Tamamlanmış hissediyorum, yerli yerinde, bir küçük geri sarmışlık hissine rağmen işte şimdi buna değdi. Ömrümün son dersi, daha anlamlı bitemezdi. Yine de o sıralara o formalara sinmiş bir huzursuzluk, o sıra arası koridor boşluğu, kızlar, onlar hayal, geçici görüntüler, ben buradayım. Ama gidiyorum ben de, ihtişamlı bir kapanışla.
Bir diğer tekrar, kaybolduğum otobüsler. Meçhul bir şehirde, daha önceki rüyalarımda kurulmuş şehirlerin devamında, otobüsler güzergahları, inmek ve inmemek, inmek ve başka otobüsler geçecek mi bilmediğim tenha duraklarda yalnız kalmak, inmemek ve nereye gittiğim belirsiz daha da uzaklaşmak. Bazen ışık yanar gibi netleşen zihnim, nihayet birleşen ve eve bağlanan yollar, evet şöyle yaparsam gidebilirim, ama bu defa saat, zaman hesabı ve akşam olur, geceye uzanır, stresim büyür. Emine ileydik bu defa, dünkü doğum günü anışının hatrına, şehrin bir ucu, onların mahallesinin arka ön tarafında kalan bağlara uzanan boşluklarda, otobüste, yanımda, o da senin ne işin var burada diyor. Nasıl kurtarabiliriz beni. Anlatıyorum, ters yöne geldim diğer tarafa gidersem şu tepedeki durakta bizim otobüsü bulurum. Bana eşlik ediyor, yolda başkalarını buluyoruz hızlı mekansal geçişler, insan geçişleri, Ebru, Frida, Beyza, film kahramanları, filmin kendisi Ve olaylar arasında kayboluş.
0 notes
sektorellfirmalar · 6 months
Link
0 notes
millisura-blog · 4 years
Text
Seyircisiz Konserlere 30 Milyon TL Harcandı
YENİ HABER https://millisura.com/seyircisiz-konserlere-30-milyon-tl-harcandi-3299/
Seyircisiz Konserlere 30 Milyon TL Harcandı
Tumblr media
Koronavirüs salgını günlerinde “Biz bize yeteriz” sloganıyla vatandaşlardan bağış toplanmaya devam edilirken Cumhurbaşkanlığı, İstanbul Kuruçeşme’de Boğaz’a sıfır olan otoparka dev bir sahne ile ses ve ışık sistemleri kurdurarak seyircisiz konser çekimleri yaptı.
Konserlerde Ajda Pekkan’dan Alişan’a, Sibel Can’dan Muazzez Ersoy’a kadar onlarca isim sahne aldı. Şarkıcılara toplamda milyonlarca lira ödenen konserler Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın YouTube kanalında yayımlanacak.
  CUMHURBAŞKANI FORSU OLAN SAHNE YAPTIRILDI
Ortaköy ile Kuruçeşme arasında, İstanbul Boğazı’nın kıyısındaki köprü manzaralı otoparkta mayıs ayının ortasında hummalı bir çalışma başladı. İş makinelerinin birinin çıkıp diğerinin girdiği geniş otoparkta çok büyük bir sahne ile ses ve ışık sistemleri kuruldu.
  Ancak Cumhurbaşkanlığı forsu olan sahnenin karşısında seyirciler yoktu. Dışarıdan görünmemesi için de çevresi brandalar ile kapatılarak Cumhurbaşkanlığı tarafından “Evde Kal Konserleri” düzenlendi. Ajda Pekkan, Sinan Akçıl, Alişan, Hakan Peker, Funda Arar, Demet Akalın, Mustafa Ceceli, Sibel Can, Zerrin Özer, Muazzez Ersoy’un aralarında bulunduğu 60 isim seyircisiz konserler verdi ve kayıt yapıldı.
  Bu konserler Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın YouTube kanalında 8 Haziran’dan itibaren bir ay boyunca her akşam saat 21.00’de yayımlanacak. Organizasyonu düzenleyen Polat Yağcı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakınlığı ile biliniyor. Cumhurbaşkanlığı’nın tüm konser organizasyonlarını düzenleyen Polat Yağcı daha önce şarkıcıları defalarca Erdoğan’la buluşturmuştu. Sadece sahne için 1.5 milyon TL harcandığı iddia ediliyor.
  Organizasyonun toplam maliyetinin ise 30 milyon lirayı bulduğu öne sürülüyor. Konserlerin hazırlığı sürerken vatandaşların cep telefonlarına “Biz bize yeteriz” kampanyasına 10 lira destek talebiyle mesajlar gelmeye devam ediyor. Çekimlere katılan isimlerin geçmişte konser başına aldıkları ücretler 60 bin lira ile 250 bin lira arasında değişiyor.
KATILACAK ÜNLÜLER
Haziran’daki Ajda Pekkan konserinin ardından, takip eden günlerde sırasıyla, Sibel Can, Demet Akalın, Alişan, Funda Arar, Hakan Peker, Işın Karaca, Coşkun Sabah, Ümit Besen, Cengiz Kurtoğlu, Arif Susam, Serdar Ortaç, Sinan Akçıl, Muazzez Ersoy, Zekai Tunca, Özhan Eren, Orhan Hakalmaz, Ceyhun Çelikten, Ebru Yaşar ve Bülent Serttaş sahne alacak.
0 notes
egedensondakika · 4 years
Text
"Zindandaki Şair"
Tumblr media
Ödemiş Belediyesi kültür sanat etkinlikleri kapsamında Zindandaki Şair isimli oyun sahnelendi. Tek perdelik oyun Ödemişliler tarafından ilgiyle izlendi. Şükran Kurdakul’un 1990 yılında basılan ve Namık Kemal’in Magosa Zindanı’nda 38 ay süren sürgününü anlatan “Zindandaki Şair” isimli tek kişilik oyun, usta oyuncu Cihangir Turantaş tarafından Ödemiş Belediyesi Kültür Merkezi’nde sahnelendi. Yönetmenliğini Doğan Yağcı’nın yaptığı oyunun sahne tasarımı Ebru Çulpan’a, ışık tasarımı ise M.Kemal Gürgün’e ait.  
Tumblr media
Ödemiş Belediye Başkanı Mehmet Eriş oyun sonunda yaptığı konuşmada; “Vatan şairi Namık Kemal’in 1850’lerde Magosa zindanına sürgün edildiği günlerde, yaşama direnci ile hayatını ve yaşadığı dönemi sorgulamasını anlatan oyunu usta oyuncumuzun güzel performansıyla izledik. Bu bağlamda Vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal’i bir kez daha andık. Oyunda emeği geçenleri kutluyorum” dedi.   Read the full article
0 notes
themoiira · 5 years
Text
Bebek Uyku Zamanı Rutinler I Moiira
Kadın ve Yaşama Dair Her Şey https://moiira.com/bebek-uyku-zamani-rutinler/
Bebek Uyku Zamanı Rutinler
Tumblr media
Ilık bir banyo. Bebek Uyku Zamanı Rutinler . Bir gece gecesi hikayesi ve ışıklar sönmeden önce iki öpücük? Uyku rutininiz ne olursa olsun, her gece aynı olan sakinleştirici bir ritüel bebeğinizi hayal dünyasına göndermeye yardımcı olabilir. Burada bebeğinizin yatma saatini dört gözle beklemek için bir şeyler yapmak için şarkılar, hikayeler ve rutinler bulacaksınız. Haydi başlayalım Moiira Anneleri.
Bebeğinizle yatmadan önce rutin oluşturmak
BU MAKALEDE
Yatmadan önce yapılan rutinin faydaları nelerdir?
İyi bir yatma vakti rutini nasıl kurarız?
Rutinimize ne gibi şeyler dahil etmeliyiz?
Ebeveynlerin sesleri
Bebek Uyku Zamanı Rutinler Yatmadan önce yapılan rutinin faydaları nelerdir?
Bundan sonra ne olacağını bilen varsa bebeğiniz daha rahat olacaktır. Ne kadar rahat olursa, kolayca yatar ve çabuk uykuya dalar. Evdeyken bile en iyi şekilde rutininize uyun – bebeğinizin tanımadığınız bir ortamda oturmasını kolaylaştırabilir.
Bir yatma vakti rutini ne kadar erken kurarsan o kadar iyi. Bebeğiniz 6 ya da 8 hafta kadar küçükken, her gece belli bir deseni izlemeye başlayın. Tutarlılığı ve öngörülebilirliği takdir etmek için çabucak gelecek.
Yatma vakti töreni de ebeveynler için genellikle iyidir . Bebeğinizle birlikte geçirebileceğiniz, planlayabileceğiniz bir şey için ayrılan özel bir zaman.
Bebek Uyku Zamanı Rutinler İyi bir yatma vakti rutini nasıl kurarız?
Akşamları yeterince erken başlayın, böylece yatmadan önce dizilimden geçmek için zamanınız olacak. Özellikle küçük bebekler için kısa ve basit kalmanın en iyisi olduğunu bulabilirsiniz: bulaşık yıkamak, bebek bezi ve sıkışıklıklar ve sallanan sandalyede bir hikaye veya şarkı.
Ve ritüelinize kesinlikle banyoda veya oturma odasında başlatabilirsiniz, ancak bebeğinizin yatak odasında bitmeli. Bebeğinize, odasının yatmadan önce “kovulduğu” yer değil, olması gereken güzel bir yer olduğunu öğretmek önemlidir.
Rutinimize ne gibi şeyler dahil etmeliyiz?
Aşağıdaki yatmadan sonra rutin fikirler diğer BabyCenter üyeleri için işe yarayan fikirlerdir. Belki burada sizin için doğru olan bir şey bulursunuz.
Biraz buhar bırakın Bazen onu gece için sakinleştirmeye çalışmadan önce bebeğinizin sisteminden herhangi bir kıvrılmış enerji almasına yardımcı olur. Bu yüzden en sevdiği şarkıya eşlik etmek için dans etmekten çekinmeyin, ona “atlı” bir yolculuk yapın ya da havasındaysanız zıplayanda zıplamasını sağlayın. Sakin ve sessiz bir şeyle herhangi bir kabadayı takip ettiğiniz sürece – bir banyo ve yatma zamanı hikayesi gibi – uyumadan önce, yatma vakti için ilk adım olabilir. 
Ona bir ıslanma verin Birçok yatmadan kalma ritüelinin en popüler parçalarından biri  banyo. Sıcak suda oturmak sakinleştirici bir deneyim olabilir ve bebeğinizi sıcak, temiz ve kuru hale getirmek yatmadan önce rahatlatmak için harika bir yoldur. Banyo, eşiniz için özellikle bebek emziriyorsanız ve eşiniz öğünler kadar yardımcı olamıyorsa, bebekle özel bir zaman geçirmesi için harika bir yoldur. 
Bebeğiniz banyo sırasında heyecanlanırsa veya tadını çıkarmazsa, onları gece ritüelinden uzak tutmak daha iyi olur. Bebekler haftada bir veya iki defadan fazla banyoya ihtiyaç duymazlar, bu yüzden eğer ikiniz için bir zevk değilse, bunu yapmaktan çekinmeyin. 
İşe özen gösterin Bebeğinizin yatağa hazır hale gelme rutini yüzünü ve ellerini yıkamayı, diş etlerini silmeyi veya dişlerini fırçalamayı içerebilir , bezini değiştirip pijamalarına biniyor. Diş fırçalama alışkanlığını mümkün olduğunca erken başlatmak iyi bir fikirdir, böylece bebeğiniz buna alışabilir. 
Oyun oynama Oturma odasında ya da bebeğinizin yatak odasının zemininde sessiz bir oyunoynamak, yatmadan önce onunla biraz eğlenmek için harika bir yoldur. Oyununuz bir peekaboo turu kadar basit olabilir. Ne olursa olsun bebeğinizi aşırı heyecanlandırmadan eğlendiren şey iyidir. 
Başka bir eğlenceli fikir çocuğunuzun yatağına ya da yatağına koymadan önce bulması için bir şey saklamaktır – bir oyuncak, bir kartpostal, ilginç bir nesne – ve onunla konuşun. (Ayrılmadan önce nesneyi beşikten kaldırdığınızdan emin olun.) 
Sohbet edin Yatma zamanı, ebeveynlerin bebekleriyle konuşurken biraz zaman geçirmeleri için iyi bir fırsattır. Bebeğiniz size günün olaylarının bir anlatımını verecek kadar yaşlanana kadar beklemeniz gerekmez. Sadece onun için onun günü gözden geçirin. 
Louisiana’daki Lafayette’li Heidi Sheppard “Oğlumuz Jacob beşik içindeyken yanımızdaki beşik yanında beşik yanında sallanan bir sandalyeye oturduk ve onun gününden söz ediyoruz” diyor. “Onu rahatlatıyor.” 
“İyi geceler Ayım” deyin
Birçok bebek odanın içinde veya evinde taşınmaktan ve bebek tavşanının ve annesinin İyi geceler Ayım yaptığı gibi, en sevdiği oyuncaklar, insanlar ve diğer nesnelere iyi geceler demekten hoşlanır  . 
Vermont’taki Burlington’lı Kim Callahan, “En sevdiğimiz yatma ritüeli güneşe veda ediyor” diyor.
Banyoyu tüm zamanların en sevdiği gece ritüeli olarak görmek, yatmadan önce bir hikaye okuyor. 
Illinois’deki Vandalia’dan Kira Palmer şöyle diyor: “Oğlumuz Adam’ı sallıyoruz ve her gece onun için iki ila dört kitap okuyoruz. “8 haftalıktan beri okundu.” 
Bebeğiniz yalnızca yeni sözcükleri tanımayı öğrenmekle kalmaz, çalışmalar dil becerilerinin ve hatta zekanın bebeğin günlük olarak büyük bir kelimeye maruz kalmasına bağlı olabileceğini göstermiştir – aynı zamanda sizinle harcadığınız zamandan da faydalanacaktır. En sevdiğim uyku hikayeleri
listemize bakın  . Şarkı söyleme Ninni söylemek   , uykulu bir bebeğin sürüklenmesine yardımcı olmak için zamana göre test edilmiş bir yöntemdir. Bebeğiniz en sevdiği sesi – sesini – duymayı sever ve yumuşak, yatıştırıcı melodi onu sakinleştirir.
San Francisco’daki Susan Webb, “Her gece iki farklı şarkı seçip sonra ‘gece-gece’ şarkımızla kapanıyorum” diyor. “Çocuklar bunu son veda olarak tanımaya başladılar.” 
Kelimeleri hatırlayamıyorsanız veya en sevdiğiniz şarkıları dinleyemiyorsanız,  tazeleme kursu için ninni kütüphanemize dönün  . 
Biraz müzik çalın Bebeğinizi uyumaya bırakırken bir CD ya da ninniler, klasik müzik ya da diğer çocukların favorilerinin çalınması – ve gittikten sonra düşük ses seviyesinde bırakarak – uyanık olmaktan uykuya dalmaya geçişi kolaylaştırabilir . Bir ses makinesi de onu dışarıda susturmanın ek faydası ile yatıştırır.
Bebek Uyku Zamanı Rutinler Ebeveynlerin sesleri
“Ayrıntılı bir rutine sahip olmanın bir hata olduğunu düşünüyorum. Çok yorucu. Kısa, basit bir rutin de işe yarıyor ve sizin için çok sıkıntı verici değil. 5 aylık benim için karanlık bir odada bir şişeye ihtiyaç duyuyor , bir şarkı ve bir binkie. Alnını okşayarak da yardımcı olur. ”  –  Mutlu Annem
“Şimdi 9 aylık çocuğum için yatma zamanı rutini ayarlamak gerçekten harika bir fikirdi. Genellikle saat 8’de 15 dakikalık bir oyunla başlıyoruz. Sonra banyo için küvete giriyoruz. Ondan sonra bir yağ masajı ve şişe ve son olarak ‘lil linus’uma sevgili battaniyesini okşamaya ve paci’ye uyumasını emmesi için verdim. Her seferinde bir cazibe gibi çalışıyor. ”  – ilk  sabah
“Şimdi 3 1/2 ay olan oğlum geceleri oldukça düzenli uyuyor. Gece rutininiz 6: 30’da yürümek, 7’de banyo yapmak, sonra yemek yemekten ve sakince çalmaktan ve belirtileri göstermeye başladığında yorulduğumda (titreyen ve esneyen), onu tutuyorum ve kabarık bir topa hafifçe zıpladım ya da gözlerini tamamen açık tutamayana kadar salladım. ” 
–  Ayten
“Günün sonunda kızımla yatmayı seviyorum ve kucağımda uyuyakalmasına izin veriyorum. Bir ninni CD koyacağım ve o ve uyuyana kadar konuşacağım. O zaman ona bir şişe vereceğim ya da uykuya dalıncaya kadar emzik. Uykuya daldıktan sonra onu yatağına koydum ve gece boyunca uyudu, sadece akşamdan yaklaşık 15 dakika alır, ama buna değer ve zaman değerlidir. Bu yöntemle ancak evimizde çalışıyor. ”  –  Ayşe
1
“Kızım 3 aylık. Gece rutininiz, onu, üst katını yatağımızın olduğu odamıza götürmek ve küçük bir ışık dışındaki tüm ışıkları söndürmek ve beşikten sallanan sandalyeye oturtmak. Sonra onu PJ’lerine koydum. onu, sallanan sandalyeye dik tutun ve yumuşak bir şekilde konuşun, sonra bir emzikle yatağına koyun ve bir ninni söyleyin, sadece gözlerini kapatana kadar sadece elimi tutmasına izin verdi. “kendi başına uyumak için yeterli.”  –  Ebru
“Yatma ritüelimiz, sıcak bir banyoda oynamasına izin vermekten ibarettir. Sonra odasına gideriz ve ben de ona bebek lavanta yatmadan önce yaklaşık 15 dakika masaj yaparak masaj yaptırırım. onun dibi havaya bir süre maruz kalıyor, ona D vitamini veriyorum (emzirdiğimden beri), sonra diş etlerini fırçaladım. Işıkları söndürüyorum, klasik CD’sini çalıyorum ve ona bakıyorum ve genellikle Bu ritüel zaman alıcı ancak üç çocuğum var, bu yüzden onunla birer birer kaliteli zaman geçirmekten hoşlanıyorum ve onun da hoşuna gittiğini düşünüyorum. ”  –  Canan
“Oğlum ve ben birlikte banyo yaptık, PJ’lerini giydim ve ona bir hikaye okudum. Ayrıca çok fazla klasik müzik çalıyorum. Mümkünse her gün aynı saatte yapın ve daha iyi olacak. 1 yaşına girdi ve temelde gece boyunca uyudu. ”  –  Ahmet’in annesi
“Bebeğim şimdi 11 haftadır ve hastaneden 2 gün sonra eve geldiğinden beri yatma vakti için bir rutin belirledik. Saat 8: 00’in” banyo zamanı “olduğu kesin değil 9 ve onu yıkadıktan sonra yıkadıktan, kurutulduktan ve temiz sıkışıklıklar giydikten sonra, biraz sarılıyoruz, akşam 9 ile akşam 10 arasında, ona bir şişe ılık formül veriyoruz. genellikle sabah 6’ya kadar uyur Bir yatma zamanı rutini yaptığım gibi cankurtaran olabilir  gün boyunca davranışlarındaki farkı gör. ”  – Duygu
Kaynak: Moiira % Etiketler%
0 notes