Hep gözlerinin içine bakardım. Gülümserken toparlanan yanakları ve iyice kısılan gözleri vardı. Belki birileri için sıradan bir çift gözdü onunki ama ben yüzyıllarca bir deniz kabuğunun içinde kalmış siyah inci taneleri bulmuş gibi heycanlanırdim her baktığında. "Sevgi böyle bir şey mi acaba?" Diye sorup durdum kendime. Oysa henüz bir kivilcimmış bu hissettiğim ve her kıvılcımın sonu yanginmiş meğer.. Gülüşünü sevdim, bakışını, ses tonunu.. İnsan canının bir parçasına gönlünü verince dünyanın en çirkin insanı da olsa güzel görürmüş. Çünkü can gönülden bakabilmekmiş sevdiğine. Ben tüm dünyaya gözlerimi kapatıp ona yüreğimi açtim. Ona çiçekler büyüttüm pencerelerimde, ona umutlar besledim, dualar ettim... Ben hayatım boyunca bir tek ona teslim oldum böyle, bir tek ona direnmedim, bir tek onun karşısında silahsızdım... Öyle çok sevdim ki onu.. Bu yüzden her yanım kırik-dökük... İşte bu yüzden en derin yaralarımda onun parmak izleri var.😥😥😥😥
Hayatımın dizginlerini ellerimde tutamıyorum. Dikişlerini açmak için sızlanan bir hastadan farkım yok. İlgi istiyor, acı istiyor, yaptıklarım yüzünden kendimi cezalandırmak için yanıp tutuşuyorum. Geceler boyu ağlıyor, gündüzleri gün en güzel bana ayıyormuşçasına hareket etmekten başka hiçbir şey yapmıyorum lakin bu süreçte her yanım ağrıyor. Öyle ağrıyor ki iliklerime, kemiklerime dek, kaldırmakta zorlanıyorum.
eğri çizgiler dalgın, iki kaşım üzerinde. iki kaşım üzerinde bir ağrı. gözlerim yanıyor günlerdir, gözlerimde bir yangın. bir yanım gündelik şeyler. evdir, ekmektir, yaşadığım kaskatı; bir yanım olmadık türküler söyler. yoldur, özlemdir. benim en güzel düşlerim, içimde kaldı. bir yerlerim eksiliyor günlerdir. bir yerlerim eriyor. günlerdir başımda bir esrik bulut. ben süt mavilerde umarken günü aykırı sularda akşam oluyor.
Bilmeceyle kendimizi keşfediyoruzda bugün: ben terlemekten utanıyormuşum.
Ay durun durun gitmeyin hemen bu iyice delirdi diye, anlatıyorum: ben çok terleyen bir insanım. Oldum olası öyleydim ve bunu söylerken yalnızca egzersizden spordan bahsetmiyorum. Sıcak bir günde azıcık tempolu yürüyeyim, esinti olmayan bir toplu taşımada beş dakika oturayım anında şakaklarımdan, boynumdan süzülen damlaları, dudak üstümde boncuk boncuk terleri görürsünüz. E dümdüz yaşadığımda hal böyleyken spor yaptığımda siz hayal edin! Domatese dönen bir surat, tuttuğum, oturduğum, temas ettiğim her yer ıslak.. anladınız durumu.
Ben bu durumdan hep çok rahatsız olur(d)um ve mütemadiyen kendi kendime “ıyy ter içinde kaldım yine” derdim. Herkesin böyle olmadığını da biliyor ve sarf ettiği efora rağmen terlemeyen insanları düpedüz kıskanıyordum.
Bugün dolmuşta yüzümden süzülen ter damlalarını hissedip kendi kendime gıcık olurken ilk defa şunu sordum: ben bundan niye bu kadar rahatsız oluyorum? Tabiki anlıyorum hoşlanılacak bir durum değil bunda hemfikiriz ama bu kadar kurulmanın alemi var mı? Sonuçta insan bedeninin yaptığı bir şey bu, bir çok insan yaşıyor, deodorantını kullanıyorsun kimseye bir zararın yok, ortamın değiştiğinde beş on dakika içinde değişecek bir hal, neden kabullenmek yerine bu gıcık olma hali?
Biraz deşince beni de hayrete düşüren cevaplar çıktı içimden. Öncelikli ve en belirgin olanı şu: zihnimdeki kodlara göre görülür biçimde terlemek kadınsılığa ve zerafete ters düşen bir durum (elbet spor dışı hallerden bahsediyorum). Zarif bir kadın olarak tanımlar mıyım kendimi bilmem ama anlaşılan bir yanım öyle görünmek istiyor. Bunu düşünür düşünmez aklıma magazinlerin çeşit çeşit ünlü kadının koltukaltındaki ter izlerinin fotoğrafını paylaşarak kadınları ayıpladığı kareler üşüştü. Ben kendi kendime uydurmamışım bunu, tamam.
Bununla beraber gelen başka bir olgu ise çabasızlık (effortless) kavramı oldu. Sanıyorum bu da zerafetten tamamen bağımsız değil gerçi. İnsan (ben) bir şekilde çabasızlığı çekici, büyüleyici buluyor. Burada bahsettiğim şey emek sarf etmemekten ziyade bir şeyleri rahatlıkla yapabiliyor olmak ya da öyle görünmek. Aslında farklı farklı alanlarda hepimiz kendimizi öyle göstermeye çalışıyoruz. Yılların emeği, öğrenmesi sonucu kolayca yaptığımız bir iş övüldüğünde “bu benim için çocuk işi” demek, belki de saatlerce düşündüğümüz kombinimiz beğenildiğinde “ay öylece uyduruverdim” demek buna örnek. Elbet bunlar başka boyutlarla da açıklanır fakat çok çabalamamış izlenimi vererek güzel, becerikli, başarılı, güçlü görünmek ortak bir arzumuz sanırım.
E bunun terlemeyle alakası ne derseniz de hemen söylüyorum çünkü bende ter=çaba. Yokuş çıkan iki kişiyi düşünün: biri yukarı vardığında başladığı haliyle aynı gözüküyor diğeri ise kan ter içinde. Elbette kan ter içinde olan kişi aynı yokuşu çıkmak için daha çok çaba sarf etmiş diye düşüneceksiniz. “Tamam düşünelim ne var, sonuçta ikisi de varmış yukarı ayrıca terleyen daha çok zorlanmasına rağmen yapmış bu tebrik edilesi değil mi?” de denebilir. Bu senaryoyu kafamdan geçirdiğimde ise aklıma gelen kelimeler zayıflık ve kontrol oluyor. Bir şeyin seni ne kadar zorladığını gizleyemiyor olmak bir zayıflık göstergesi diye düşünüyor ve dışarıya ne kadar bilgi verdiğimle ilgili kontrolün elimde olmasını istiyor bir yanım. Tabiki daha makul yanım çabanın kıymetini, zorlandığını gösterebiliyor olmanın erdemini biliyor ama çelişkilerle doluyuz azizim.
Buna girmedim ama belki beden algımla da alakası var bu yüksek dozda rahatsız olmamın, olabilir, olsun. Her ne ise sebebi ben artık utanmayacağım. Hem huysuz ve tatlı kadın oluyorsa terli ve zarif kadın da olur bence asdfjslfşj (asla ciddiyetle yazı tamamlayamıyordu).
Geçmeyen sanrılar, geçmeyen geçmiş. Öyle bir geçmişin özlemindeyim ki , bir daha yaşanması mümkün dahi olmayan. Lakin öyle de istiyorum mümküniyetini; her zerremle baştan aşağı. Kısaca bir yanım umut ediyor diğer yanım o umudu kırmak için direniyor ; yorgunum.
En büyük cehennem ümittir. Ama katlanabilenlerin sonu cennet bahçesidir muhakkak. Bilmiyorum neyi arzuluyorsunuz geçmişiniz de kalan, fakat bir şeye böyle derin tutku duyuyorsanız emin, cesur ve kararlı olmanız gerekir. Hayat hicbir şeyi bir sabah alıp önümüze koymaz. O yüzden aksiyona geçin rica ederim. Ne gurur ne imkansizlik gerçekten istediğinizde bir şeyi sizi durdurabilecek bir etken değildir. O yüzden karar verin gerçekten istiyor musunuz acaba? İstiyorsaniz da sonunu düşünmeyin çunkü bir gün silinip gideceğiz bu dünyadan. Ve keşke demek, denememek bu ömrü boşa yaşamaktır. Sonuna kadar savaşıp olmadığını görürseniz en azından erkenden yeni bir bahçe ararsınız tutunacak. Ne kadar geç aksiyona geçerseniz o kadar uzatırsınız ızdırabınızı, yaşanacak güzel günlere geç kalmış olursunuz boş yere. Fakat hakikaten imkansızsa bir şey bilakis eminim aslında sizi mutlu etmeyecektir. Kaderimiz bazen bizi mutluluk sandığımız felaketimizden korur :) o vakitte lütfen bitmeyen ümidinizi yaşamak ve mutlu olacak yeni şeyler bulmak için kullanın.
Satırlarıma başlamak için İl sınırlarından tamamen çıkmayı bekledim. Normalde izlemeyi sevmiyorum ama şehirden çıkana kadar son kez taşını toprağını izledim ve bende bıraktığı kötü izlerin hepsini bir kere daha yaşamak istedim. 'Sikilmiş tüm hayatım burada' diyor şu an tam olarak Alba. Neyse girmicem buraya.
Göğü izliyorum ve kendimi o gri bulutlar gibi hissediyorum. Bir yanım beyaz, bir yanım turkuaza çalan bir mavi ama ben o grilik içinde sıkışıp kalmışım. Ne beyaz ne de maviyim ama işin kötüsü bunlardan biri olamamak değil, hep gri olmak. Ya siyahsındır ya da beyaz. Ben ya siyahım ya da gri. Beyaz olduğum zamanlarda yaşadığım her hangi minik bir şey beyazımı biraz karartıyor. Tam karartsa hiçbir sorun olmayacak bu belirsizlik ve arada kalmışlık işkence.
Özellikle son zamanlarda daha hassaslaştım ve daha fazla tahammülsüzleştim. İnan bana sen kötüsün diyenlerin hiçbiri sikimde değil. Ben kendimi biliyorsam başkasına gerek yok. He bir de şey, BEN DAHA DEĞERLİYİM.
Toygar ışıklı ben kötü biri değilim şarkısında 'ben kötü biri değilim, sadece sessizliği bilirim' diyor. Sokrat ST proletarya şarkısında 'RUHUM içinde kaybolan çocuğun merakında' diyor. Ya da Lia Shine Affetmem şarkısında 'şehrin en orta yerinde kaybolmuş bi' ruh var ' diyor. İnan bunlar her hangi bir şeyin arkasına sığınmak ya da bahane üretmek değil, durum tespiti. Bu bir gerçek. Hatta en gerçek.
Bu hayatta hiçbir zaman vazgeçemediğim şeyler şarkılarım. Şarkılarımın minik bebeğimden hiçbir farkı yok. En büyük tabirim bu. Öylesinelik yok demiştim ya, bu da böyle aslında. Dinlediğim ve bildiğim her bir şarkıda vardır bir anım o yüzden konuşurken/yazarken şarkılarım ön planda oluyor. Şu an ise kendimi en çok içinde bulduğum şarkı sözü Stabil'in mesele2 şarkısındaki 'HEM KORKAK HEM DE BİRAZ CESUR KAHVE GÖZLERİM' sözü. Beni herkes cesur, korkusuz ve net kişiliğimle bilir ama sanırım ilk defa ruhumdan biraz da olsa korkmaya başladım. Çünkü artık güzel olan şeyleri bile umursamamaya başladım, kaybedeceğim tek şey bu canım. Bu fazlasıyla korkunç. Çağrı Sinci Göğe Bakmak için şarkısının nakarat kısmında 'KADAVRALAR SAKİN, CANLILAR BELALI, TABUTLAR BEDAVA, UMUTLAR FİRARİ' diyor. Sanırım bundan...
Tezi submit edince bir yerlere gitmek istiyorum. Thailand hep favori ülkem olarak kalacak ve tekrar ziyaret etmeyi çok isterim. Geçen defa Bangkok, Pattaya ve Chiang Mai I gezmiştim. Şimdi puket e baktım. Direkt havalani varmış, çok iyi. Cinden aktarma yapacakmisiz, baktım transit vize istemiyor. Cin, Asya ülkeleri arasında en sevmediklerim arasında ama birkaç saat havalaninda takılmak hoş olabilir.
Üç haftalik planladım, uçak ve kalacak yer bin pound un altına geliyor. 42bin tl filan. Antalya'da bir haftalık otelden daha ucuz. Kitabımı orada yazmak istiyorum. Gerçi tezi bitirip yeni bir yazma işin başlayabilir miyim bilmiyorum.
Otel yerine Airbnb düşünüyorum ki yeme içme sıkıntı olmasın. Thailandda geçen defa en zorlandığım şey her şeyi vegeterian yemek ve kahvaltida onların yerel kahvaltılarını yemekti. Böyle şeyler ilk bir hafta güzel oluyor ama insan bir yerden sonra kendi pişirip yemek istiyor.
Geçen defa çok sıcaktı ve sinek vardı çok fazla. Bir de kertenkele lol. Artık idare edeceğiz birkaç hafta. İngilterede sürekli yağmurun yağdığı bir ayda gitmek baya çekici geliyor şu anda.
Singapura çok yakın. Orda arkadaşım var. Zaten hep çok gitmek istediğim bir yerdi. Birkaç gün oraya da kaçarım. Civarda başka Endonezya ve Malezya var. Oralara gitmistim. Philipinleri düşünebilirim ama o kadar yakın değil, hem ordaki yakın arkadaşım o dönem uk de olcak. Belki Vietnam ya da Cambodia da olabilir ama koştur koştur bir seyahat olsun istemiyorum. Hem oralar da tek uçuş değil.
İşimi ordan da online yapabilirim diye düşünüyorum. Hem saat farkından dolayı ikindine kadar istediğimi yaparım, sonra toplantı filan hallederim. Ama teaching verirlerse o biraz zor. Vivam ne zaman olur acaba. Direk tezden üç hafta sonra olmaz diye düşünüyorum. O yüzden hemen gitmek istiyorum. Bu günlerde sürekli ders çalıştığım için biraz uzaklaşmaya ihtiyacım var.
Bir yanım simdiden her şeyi book et diyor. Ama tezi teslim edip viva için hocayla konuşmadan ve teaching belli olmadan yapmak herhalde çok mantıkli olmaz. Bir de geçenlerde aldığım bir proje vardı, onun da teslimi kasim gibi filan ama, artık uzaktan çalışacağız ona da.
İnsanlar kitapların onsoz yazarken yazdıkları şehri de sonuna ekliyorlar ya, bir hayalim de o. Kitabı taylanddan yazacak olmanın hayali bile heyecanlandıriyor. Üç haftada ne kadar yazabilirim bilmiyorum. Şu anda biraz yazdım ama daha yazmam gerekecek. Bir kitap ne kadar olmalı onu da bilmiyorum.
Hep gözlerinin içine bakardım. Gülümserken toparlanan yanakları ve iyice kısılan gözleri vardı. Belki birileri için sıradan bir çift gözdü onunki ama ben yüzyıllarca bir deniz kabuğunun içinde kalmış siyah inci taneleri bulmuş gibi heycanlanırdim her baktığında. "Sevgi böyle bir şey mi acaba?" Diye sorup durdum kendime. Oysa henüz bir kivilcimmış bu hissettiğim ve her kıvılcımın sonu yanginmiş meğer.. Gülüşünü sevdim, bakışını, ses tonunu.. İnsan canının bir parçasına gönlünü verince dünyanın en çirkin insanı da olsa güzel görürmüş. Çünkü can gönülden bakabilmekmiş sevdiğine. Ben tüm dünyaya gözlerimi kapatıp ona yüreğimi açtim. Ona çiçekler büyüttüm pencerelerimde, ona umutlar besledim, dualar ettim... Ben hayatım boyunca bir tek ona teslim oldum böyle, bir tek ona direnmedim, bir tek onun karşısında silahsızdım... Öyle çok sevdim ki onu.. Bu yüzden her yanım kırik-dökük... İşte bu yüzden en derin yaralarımda onun parmak izleri var.
Merhaba ben Kardelen insan kalbinden geçenleri yazarken yalan yazamazmış kalemi hiç kaldırmadan yazıyorsa gerçekten içinden geçenleri yazıyor demekmiş bende yeni öğrendim. Bu aralar içim bomboş mutlu olma yetimi ve duygumu kaybettim sanırım ne olursa olsun tam olamıyorum hep bir yanım eksik kalıyor. Yeni ve mesleğim olan bir işe girdim 1 martta iş başı yapacağım bunda bile tam mutlu olamıyorum birşeyler eksik ruhumda tamamlayamadığım Barışın yokluğu mu yoksa gerçekten yapayalnız oluşum mu geçen sene bu zamanlarda uyuşturucu ile boğuşuyordum şükretmem gerekir halime biliyorum Allah'a şükür 10 aydır temizim ama daha öncede 10 ay temizdim ve 12 ayda yani 1 yıl temizdim ve yine başlamıştım. Korkuyorum yine öyle olmaktan kaybederim yeni gireceğim işi ve asla iş bulamam bundan sonra yaş olmuş 15 gün sonra 42 olacağım ve artık bu işide kaybedersem hayatımı toparlayamam ne olur bana yardım et Allah'ım beni koru uyuşturucudan sen bana uzak durmak için sonsuz güçlü bir irade ver Rabbim. Yeni yepyeni bir defter yeni sayfalar bu sayfaları güzellikler huzurlu mutlu duygularla doldurmamı nasip et Allah'ım.... Belki uğurlu gelir uğur getirir bu tarih bana babamın doğum günüydü bugün ve bugünün bitmesine son 3 dakika babacım doğum günün kutlu olsun seni çok seviyorum nice güzel huzurlu sağlıklı nice doğum günlerini kutlamak dualarımla..... İyisi varsın kötü olan herşeyi varlığınla desteğinle aştığım canın babam umarım benimle kıvanacağın günler yaşatırım sana en büyük dileğimdir bu.....
Tiktokta sık sık karşıma manifest nasıl yapılır temalı videolar çıkıyor ve temel bir söylem istediğiniz şeyin “nasıl” olacağıyla ilgilenmemeniz gerektiği.
Bu tarz şeylere inanan biri değilim ama adının ne olduğundan bağımsız olarak oturup hayatta neler istediğini düşünme, bunların olduğunu hayal etme fikri güzel geliyor.
Nasılıyla ilgilenmemek sadece bu yeni çağ “manifest” muhabbetine özgü değil, çok haşır neşir olmasam da yaradandan bir şey istemek de böyle ilerliyor. Dua ediyorsun, sen oldur rabbim diyorsun, en iyisini sen bilirsin diyorsun ve allaha havale ediyorsun.
Ben bunu uzun yıllardır beceremiyordum, her düşüncemde mantığım ve belki de bir miktar mental sıkıntılarım devreye giriyor ve en ufak bir düşe “bak şimdi şu şu şu nedenlerden olmaz!” diye itiraz ediyordu. Akışta olmanın bir parçası olarak sanırım biraz törpülendi bu yanlarım, hoşuma gitti bu halim. Hayal kurmak için, bir şeyler istemek için bir ön şart yok. Bütün adımları bilmek, istediklerimi gerçekçilik düzlemine sağlamca oturtmak zorunda değilim.
Bütün bu düşüncelerin nereden geldiğini de söyleyeyim de gülün biraz: işe gelirken bir vitrinde çok hoşuma giden siyah straplez bir elbise gördüm. Şık ve günlük giyemeyeceğim bir model. İçimden acaba denesem mi bir ara diye geçirirken, argüman sever yanım bam diye “ne diye deneyeceksin?? Giyecek yerin mi var sanki!” diye çemkirdi. Şu an olmayabilir giyecek yerim, bu olmayacağı anlamına gelmez, deneyeceğim. Oh olsun.
Her gün 60 km yol gidip geliyorum, yollar insana bir şeyler katar mı? Bana çok şey kattı, şarkıların dillerini çözdüm mesela, kendimi fark ettim, unuttuğum şeyleri hatırladım. 60 km yol ne katabilir demeyin çok şey katıyor.
Bazen nefes alamıyorum, mecazi anlamda. İnsan nefes almayı unutur mu? Ben unutuyorum.
Lisedeyim, ilk yıllarım. Aşkı tattığım yıl, üst kata çıkıcaktım öğretmenler odasına merdivenleri dönerken biriyle çarpıştım, çarpan benim o pardon dedi, kem küm ettim hızlı hızlı merdivenleri çıktım. Yeşilli ama,üstünde yeşil bir ceketi vardı. Arkadaşlara rezilliğimi anlattım seninki demeye başladılar, ortada bir şey yokken hoşlantı tohumları kalbime ekildi. Gece gündüz yüzü aklımdan çıkmıyor, bir gün cesaretlendim yazdım uzun uzun.. 8 saat sonra gördü, tam 8 saat sonra, heyecanla beklediğim 8 saat..
Söveceğini falan bekliyordum o kadar uzun yazmıştım ki karakterini bilmiyorum tabi sadece yazmak istedim, içimdekileri bilsin istedim ve yazdım.
O kadar kibar bir şekilde reddetti ki ben daha çok hoşlandım, hayatında kimseyi istemiyormuş, yazdıkları hoşuna gitmemiş değil, hislerime karşılık vermek istermiş, kırmak istemezmiş, ama reddetmesi daha uygunmuş. Hak vermiyor değilim, şu an o kadar haklı ki, iyiki diyorum iyiki.. ama o an çok üzülmüştüm, okulda dönem boyunca umut verircesine baktı, gözleri kalbimi delip geçiyordu. Peşini bırakmadım yüzsüz gibi yazıp yazıp durdum, seviyordum ne yapayım. Kalbinin o kadar temiz olduğunu görünce sevmekten başka ne yapabilirdim ki. Çok sevdim, güzel sevdim. Taki talihsiz olaylara kadar, uzun zamandır görmedim onu ama kalbimde hala ona karşı bir sevgi var duruyor orada tam ortada, dayanamayıp yine yazdım. Konuştuk uzunca ertesi gün o yazdı, konuşmaya başladık bildiğiniz, o kadar güzeldi ki, o kadar huzurluydu ki. Bakın onu öpmedim, ona sarılmadım bile, kokusunu dahi bilmiyorum ama sözleri o kadar huzur veriyordu ki, mutluydum.. Ama ortada bir şey yoktu arkadaş desen arkadaş değiliz flört desen değiliz, sevgili desen değiliz. İyikide değilmişiz, biz iki yabancıydık öyle de kaldık. Ondan uzaklaşmam gerekti onun için zaten hep uzaktık birbirimize ondan kopmam gerekliydi, kendim içinde onun içinde. Sınav yılıydı ders çalışıyordu, onu rahatsız etmek istemedim. Düşünsenize bir kişi sizin aklınızı karıştırıyor ders çalışmanızı engelliyor bir şekilde gireceğiniz sınavda bir net fazla yapacağınıza düşük yapıyorsunuz ve demez misiniz o etkiledi, ondan dolayı oldu, diye.
Belki çok ince ve ayrıntılı düşünüyorumdur bilmiyorum ama bildiğim tek şey onun hayatını kötü etkilememek, ondan uzaklaştığımı fark etmemiştir bile belkide, ben ona hep kalbimden geçenleri söyledim, içimi döktüğüm zamanlar oldu, hep en güzel sözlerle teselli etti. Aşk değildi belkide aramızda olan çünkü o da demişti tek taraflı aşk olmaz diye ben çok sevdim güzel sevdim sadece, şimdide mutlu muyum bir yanım evet bir yanım hayır, onunla daha çok zaman geçirebilirdim ama o kalbini bırak kapılarını açmadı bana, ama hayatına giripte onun bu iyi kişiliğini mahvetmedimde, geleceğini kötü etkilemedim de, sadece sevdim..
Güzel sevdim..
Ona armağan etmiştim bu şarkıyı
Kör kuyum..
Ne desem bilemedim ama sana şunu söyleyeyim. Böyle kalması en iyisi olmuş çünkü karşı tarafın haberi olmadan başkayan hoşlantı, sempati, aşk, sevgi adına ne denirse, o kişi sana karşılık verseydi uzun sürmeyecekti. Uzun soluklu bir ilişki olmayacaktı ve emin ol sen bitirecektin ilişkiyi. Çünkü karşılıksız başlayan ve arzulanan her kişi veya his karşılık almaya başladığın an artık eski önemini kaybeder. Bunu deneyimledim ve çok uzun sürmeden yarı yolda bırakıldım lsmgkslls. Oysa ki arzulayan, peşimden koşan da oydu. Demek ki karşılık bulunca hisler anlamını yitiriyormuş. Senin sevgini özel kılan şey de bu. Ulaşamamak, karşılık bulamamak. Allah karşına kalbin gibi temiz insanlar çıkarsın. (Şarjım 8 uzun uzun yazardım aslında ama vaktim yok.)