Tumgik
#en kesin para
zamanigelmeyensaman · 7 months
Text
Seçim yaklaşıyor her yer ilan, bayrak, afiş ve bunlara giden onca para. Çevre kirliliği de cabası. Sen dükkanın için ufacık bi afiş yaptırsan en az 200 300 lira isterler ama bu seçim afişleri kocaman ve yüzlerce. Hayır için yapılmıyor heralde halkın parasıyla yapılıyor. O halk ki çöpten ekmek toplayanlarında hakkı ve 12 saat ayakta çalışıp 2 saat otobüsle evine gitmeye çalışanında. Benim çok zoruma gidiyor insanların bu kadar cahil olması. Kaldırım bile olmayan yerlere yüzme havuzu yaptık diye övünen insanları gördükçe insanlığımdan utanıyorum. Sokak köpekleri birine saldırınca kesin bi şey yapmıştır diye köpeği savunup onların sokakta yaşamasını isteyenlerin o köpekler açlıktan birbirini boğarken kör numarası yapması içimi acıtıyor. Daha çok şey var da neyse
32 notes · View notes
1sairbisikletle · 4 months
Text
Meursault'la Konuşmalar 45
Bonjour Meursault, comment vas-tu?
Bu yazıyı kırık bir kol, kırık ayak parmağı, sayısız morluk ve yüzleşme korkusuyla yazıyorum. Geçen perşembe tiyatroya gitmek üzere evden çıkmıştım, çok ilerleyemeden araba çarptı. Sol kolumun parmaklarını yeni yeni kullanabiliyorum, belki de kullanmamam gerek çünkü acıyor. Tek elle yaşamaya çalışmak çok zor. Kitap bile okuyamıyorum. Bu yüzden beş gündür sadece dizi izliyorum. Bu vesileyle birçok şeye ilgimi kaybettiğimi fark ettim. Konusu ilgi çekici geldiği için açıyorum, sonra bakıyorum aslında izlemek istemiyorum. Böyle böyle bir sürü dizi eledim listemden. Halbuki aylardır gördükçe "boş kalınca izlerim" dediğim diziler vardı. Eski ben olsa büyük bir zevkle izlerdi, yeni benin tahammülü yok. Tabii bazı şeylere hala ilgim var, yemek filmleri/dizileri mesela. Julia da uzun süredir yeni sekmede açık duranlardan biri. Birkaç gündür sekmeyi açıyor, sonra "belki mutfağa döndüğüm biraz daha iyi olduğum zaman izlerim" deyip es geçiyordum. Az önce birinci bölüme tıkladıktan sonra fark ettim ki o günlerin gelmeme ihtimalinden ölümüne korkuyorum.
İşler inanılmaz yığılmış durumda ve aylardır yığılmış durumdaydılar zaten. ama hiçbirini yapamıyorum. Ya da yapmıyorum. İki öğrencim tezini savundu, biri bitirmek üzere. Benim tezim tozlanıyor. Hesapta haziran sonuna bitmiş olacaktı. Az evvel bir dizinin finalini izledim. Bir anne çocuklarının eski eşinin sevgilisiyle daha mutlu olduğunu fark ediyor son sahnede. Tersini düşünüyorum sık sık kendi üzerimden. Ben olmasam ailem daha mı mutlu olurdu. Ablam bunu sık sık yüzüme söylüyor zaten. Alıştım mı? Hayır. Bu alışılacak bir şey değil.
Dün yeni telefon aldım. Bir indirim denk geldi. Babamla uzun süre tartıştık apple olmasına karşı çıktığı için. Benim için tartışmaya kapalı bir durumdu oysa. Sonunda orta noktada buluştuk ben de istediğimi aldım ama kendi kazandığımın yetmiyor oluşu yeniden gündeme geldi haliyle. Annem ablamın yeni telefon almasına karışmadığını çünkü onun kendi parası olduğunu söyledi. Ablamın telefonu çalışıyor bu arada ve benimkinden yüksek bir model. Zamanında benimkinden daha yüksek olmasını istediği için fazla para ödemek pahasına öyle almıştı babamlar. Her yeni telefonda biz aynı muhabbeti yaşarız. İlk kameralı telefonum olacağında babama istediğim telefon için "ne gerek var son modeline sahip olmasına" demişti. Sonra benim istediğim telefondan daha iyisi ona alındı, ben ses çıkarmadım. En son telefon aldığımızda da benimki iPhone iken onunki değildi. Sırf bunu değiştirmek için telefonu çalışır durumdayken iphone aldırdı. Şimdi yine aynı şeyi yaşayacağız kesin. Ben telefon aldım bu da demek ki yakında o da alacak ve daha üst modelini alacak. Sadece tıpkı bilgisayarda olduğu gibi bunda da daha yüksek bir modele sahip olursa mutlu olacağını sanıyor. Sorarsanız hayatından memnun ve benim sahip olduklarımla bir derdi yok. Neyse.
Sorunluluklarımın farkındayım, her gün yeni bir gün olması umuduyla uyanıyor ve dünün aynısını bitirmiş olarak uyuyorum. Rutinlerimin tamamı sekteye uğradı kaza geçirince. Seansa da gidemedim topalladığım için. Her şey harika gidiyor. Bayram için Kepsut'a gideceğiz, normalde bu benim için güzel bir şey ama kaza yüzünden fiziksel şartlar zorlayacak. Bu da bir başka challenge olarak önümde duruyor.
Bir an önce bayramdan sonraya ışınlanmak istiyorum. Bayram geçsin, eve döneyim, alçım çıksın ve rutinlere döneyim. Çok yoruldum kendimden.
15 notes · View notes
ata-1966 · 2 months
Text
M.Ö. 600'lü yıllarda Çin'de şöyle bir şey yaşanmıştı..
Lao Tzu çok ünlü ve bilge bir adam haline gelmişti ve hiç şüphe yok ki gelmiş geçmiş en bilge olanlardan biriydi.
Çin imparatoru ona gayet alçakgönüllü bir şekilde yüksek mahkemenin başkanı olmasını önerdi çünkü ülkenin kanunlarına onun yapabileceğinden daha iyi bir şekilde hiç kimse rehberlik edemezdi.
İmparatoru, "Ben doğru kişi değilim" diye ikna etmeye çalıştı fakat imparator çok ısrarcıydı.
Lao Tzu, "Eğer beni dinlemezseniz... sadece mahkemede bir gün yeter ve benim doğru insan olmadığıma ikna olacaksınız çünkü sistem yanlış. Alçakgönüllülük nedeni ile size hakikati söylemiyordum. Ya ben var olurum ya da sizin kanununuz ve sizin hükümdarlığınız ve sizin toplumunuz var olabilir. O nedenle... bunu bir deneyelim," dedi.
İlk gün başkentin en zengin adamının neredeyse tüm hazinesinin yarısını çalmış olan bir adam getirildi. Lao Tzu olayı dinledi ve sonrasında hırsızın ve en zengin adamın her ikisinin de altı aylığına hapse gitmeleri gerektiğini söyledi.
Zengin adam, "Siz ne diyorsunuz? Soyguna uğrayan, hırsızlık yapılan kişi benim; bu nasıl adalettir ki hırsızla aynı süreliğine beni hapse gönderiyorsunuz?" dedi.
Lao Tzu, "Şurası kesin ki ben hırsıza haksızlık ediyorum. Senin hapiste olman gereken süre çok daha büyüktür çünkü sen çok fazla parayı kendin için topladın, pek çok insanı paradan mahrum ettin... Binlerce insan haksızlığa uğramıştır ve sen para toplayıp, para toplayıp duruyordun. Ne için? Senin açgözlülüğünün kendisi bu hırsızları yaratıyor. Sorumlu sensin. İlk suç sana ait," dedi.
Lao Tzu'nun mantığı tamamıyla nettir. Eğer çok fazla fakir insan ve sadece birkaç tane zengin insan olacaksa hırsızlığı durduramazsın, çalmayı durduramazsın. Bunu durdurmanın tek yolu herkesin ihtiyaçlarını giderebileceği kadar şeye sahip olması ve hiç kimsenin aç gözlülük yüzünden gereksiz birikimlere sahip olmamasıdır.
Zengin adam, "Beni hapse göndermeden önce imparatoru görmek istiyorum çünkü bu anayasaya aykırıdır; bu ülkenin kanunlarına göre değildir," dedi.
Lao Tzu ," Bu ülkenin kanunlarının ve bu ülkenin anayasasının yanlışıdır. Bunun sorumlusu ben değilim git ve imparatoru gör,"dedi.
Zengin adam imparatora dedi ki: "Dinleyin, bu adam hemen görevinden uzaklaştırılmalıdır; o tehlikeli. Bugün ben hapse gidiyorum, yarın siz hapiste olacaksınız. Eğer kendinizi kurtarmak istiyorsanız bu adam kovulmalı, o kesinlikle çok tehlikeli. Ve o çok mantıklı da. Söylediği şeyde haklı bunu anlayabiliyorum. Ama o bizi mahvedecek."
İmparator bunu çok iyi anladı, "Eğer bu zengin adam bir suçlu ise o zaman ben ülkedeki en büyük suçlu oluyorum. Lao Tzu beni hapse göndermekten kaçınmayacaktır."
Lao Tzu görevinden alındı. "Size bunu daha önceden söylemeye çalıştım; gereksiz yere benim zamanımı harcıyorsunuz. Size doğru adam olmadığımı söylemiştim. Gerçek şu ki sizin toplumunuz, sizin yasanız ve sizin anayasanız doğru değildir. Bu tamamıyla yanlış olan sistemi yürütmek için yanlış insanlara ihtiyaç var," dedi.
OSHO
11 notes · View notes
nesrin-c · 1 year
Text
AŞKİTOLAR ZAMANI
Kimi zaman dost meclislerinde ve kalabalık ortamlarda, saatlerce, dip dibe oturan, birbirinin elini bırakmayan ve ille de her fırsatta birbirlerine “aşkım”, “bitanem”, “aşkitom” diyen çiftler görüyorum.
O anda ilk düşündüğüm şey, o ilişkide ciddi sıkıntıların olma ihtimalidir ve aynı durum sosyal medya için de geçerlidir.
Hiç bizi bulaştırmadan, içindeki duyguları, söylemek istediklerini, yanı başındaki insana söyleme durumu mevcutken, sosyal medya üzerinden gönderilen çiçekli böcekli “Seni çok seviyorum evimin erkeği” ya da “Hayatımın kadınısın.” paylaşımları, bana hep itici gelmiştir.
Hatta dostlarım arasından da bana “Hocam hayırdır, eşinizden ayrı mısınız? Hiç ona dair aşklı maşklı paylaşımlar göremiyoruz." diyenler oluyor.
Onlara verdiğim cevap standarttır.
“Genellikle eşime söylemek istediklerimi direkt iletmeyi tercih ediyorum.”
Biriyle beraber olmuşum.
Birinden ayrılmışım.
Biriyle küsmüşün.
Ya da
Biriyle barışmışım.
Kime ne!
***
Geçenlerde inanılmaz bir paylaşıma denk geldim.
Listemden biri, etine batan ayak baş parmağı tırnağını çekmiş koparmış ve kanlı fotoğrafını da “Nihayet kurtuldum.” üst yazısıyla paylaşmıştı.
Bundan bir süre önce de, bir ablanın, ameliyat sonrası, safra kesesi taşını paylaştığına şahit olmuştum.
Aynı şekilde, bu kanlı parmak operasyonu fotoğrafı gördüğümde de, midem bulandı.
Kanlı bir ayak baş parmağı ve yanında koparılmış bir adet kuru tırnak!
Sonra kalkıp bir sigara yakıp balkona geçtim.
Derin derin düşündüm.
Bir insan neden böyle bir paylaşıma gerek duyar?
Altında yatan şey kesinlikle “ilgi açlığı”dır.
Özellikle pandemi dönemiyle birlikte, insanlar iyice yalnızlaşmaya başladı.
Kimsenin gelip gideni, arayanı soranı yok.
Durumumuz berbattı. Şimdi tamamen boktan oldu.
Hepimizin ilgiye, alakaya, sevgiye ihtiyacı var.
Birileri bizi görsün istiyoruz.
Birileri bizi görsün, önemsesin, yaşadığımızı farkına varsın, bizi insan yerine koysun istiyoruz.
İşte o aşkitom’ların ve kanlı parmak ve safra kesesi taşı fotoğraflarının tek mesajı var.
“Beni görün.”
Bir kıçı kırık “geçmiş olsun”a hasret kalan insanlar bir yandan,
Kötü giden ilişkilerini, süsleyip püsleyip, sosyal medya üzerinden bizimle paylaşanlar diğer yandan.
***
Hatta ezikler var mesela.
Hayatları hep yenilgilerle geçmiş.
Ne bir baltaya sap, ne de bir sapa balta olabilmişler.
Tumblr media
Kulaklarında kıllar ağarmış ama elde avuçta bir bok yok.
Aile yok.
Para yok.
İş yok.
Meslek yok.
Seven yok.
Saygı duyan yok.
Geçmiş yok.
Gelecek yok.
Yok baba yok!
Bunların işleri güçleri yok. Gidip gelip bize sarıyorlar.
Böylelikle bizden ilgi alaka bekliyor.
Hatta küfür etsek, "Amca beni sevdi" diyerek mutlu oluyorlar.
***
Sizler de yaşamışsınızdır.
Bir mekâna girdiğinizde, bazen karşılanma biçiminiz sizi huzursuz eder.
Çünkü o karşılama, o kadar abartılıdır ki, ister istemez rahatsızlık hissedersiniz.
Ben de öyleyim.
“Vayyy abim benimmmm….Kralsın sen krallll….Seni sevmeyen ölsün…Yer açın abimeeee….Kalkın kalkın ayağa kalkın….” naralarıyla karşılaştığım anda, içimden, anından oradan kaçıp gitmek isterim.
Neden insanlar biz geldik diye ayaklansınlar, neden bize yer versinler, neden biz özel olalım?
Hayat kafama vura vura bana şunu öğretti.
“Bir yerde abartı varsa, orada kesin sıkıntı vardır.”
Bu yüzden, mümkün olduğu kadar ilişkilerimi “düz” yaşamaya gayret ediyorum.
Sulandırmadan, çürütmeden, çirkinleştirmeden ve bokunu çıkartmadan!
***
İki gün önce TVde tanınmış bir manken ablanın haberi vardı.
Abla sevgilisinden ayrılmış. İkisi basın açıklaması yapıyorlardı.
Açıklamanın özü anlaşarak ayrıldıkları ve bundan böyle dost kalacakları üzerineydi. Hatta basın açıklaması bittiğinde de dudak dudağa öpüştüler falan.
Tamam da ablacım, şimdi siz zaten dost olabilseydiniz ayrılmazdınız ki. Bu bir.
İkincisi, siz beraberliğe karar verdiğiniz zaman bize açıklama yapmadınız ki. Neden ayrılırken böyle bir şeye gerek duydunuz? Sanki biz size “ayrılmayın n’olur.” desek, ayrılmayacak mısınız?
Üçüncüsü ve en önemlisi, ikiniz arasında yaşananlar, sizin özeliniz değil mi? Bize ne!
Şairin şiiriyle, ressamın resmiyle, mankenin işiyle ilgilenelim.
Bizim sizin yatak odanızda ne işimiz var?
***
Bir de listemde Almanya'dan bir abla var, sabah akşam paso kek, pasta, börek, kısır, altın günlerini ve basenli teyzeler falan paylaşıyor.
Bugün de tutmuş duvarında ''Arkadaşlar dikkat edelim, Türkiye'ye girişlerde cep telefonlarına bakılıyormuş. gözaltına alınabiliriz.'' diye yazmış.
Ah güzel ablam benim, iyi hoş da, sen neden tırsıyorsun ki?
Kısırın mı devrimci, böreğin mi yasadışı yoksa basenler mi baş kaldırdı, nedir yani.
***
Kimi zaman dost meclislerinde ve kalabalık ortamlarda, saatlerce, dip dibe oturan, birbirinin elini bırakmayan ve ille de her fırsatta birbirlerine “aşkım”, “bitanem”, “aşkitom” diyen çiftler görüyorum.
O anda ilk düşündüğüm şey, o ilişkide ciddi sıkıntıların olma ihtimalidir.
Doğal köy yumurtası yemeye özen gösterenler, biraz da “doğal” sevmeye özen gösterseler, ne güzel olur!
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun
108 notes · View notes
by-hulusi · 7 months
Text
Bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil, yapamadıkların için üzüleceksin. Dolayısıyla halatları çöz. Güvenli limandan uzaklara yelken aç. Rüzgârı yakala, araştır, düşle, keşfet.
Düşün; onları seyredecek birileri olmasaydı, kaç kişi Mercedes otomobil alırdı.
Bilimde ve güzel sanatlarda en üstün başarılar, tek başlarına çalışan kişiler tarafından elde edilmiştir. Hiçbir parkta, bir kurul için dikilmiş bir anıt yoktur.
Yapabileceğin kadar söz ver. Sonra söz verdiğinden daha fazlasını yap.
Oturarak başarıya ulaşan tek yaratık bir tavuktur.
Dertlerini gözyaşlarında boğmak isteyenlere dertlerin yüzme bildiğini söyle.
Dalın ucuna gitmekten korkma. Meyve oradadır.
Büyük adam büyüklüğünü, küçük adama davranışıyla gösterir.
Şans bukalemun gibidir. Biraz zaman tanı, mutlaka değişecektir.
"Tarihte en etkili 100 kişi" adlı kitabı okudum. Onların hepsiyle ortak olduğumuz tek şeyin, zaman olduğunu hayretle gördüm.
Günün sonunda kendini bir sokak köpeği kadar yorgun hissediyorsan, bu belki bütün gün hırladığın içindir.
Başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin. Şimdi başla! Şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla.
Gülümsediğinde güzelleşmeyen bir yüz hiç görmedim.
Kimi zaman, içindeki o sessiz sese, uzmanlardan daha fazla güven.
Aerodinamik yasalarına göre o tombul ve tüylü arının hiç uçmaması gerekiyordu. Herhalde bunu ona hiç kimse söylemedi ki, uçuyor. Diğer insanların kötü düşüncesine pek aldırmayın.
Zamanlarının büyük bir kısmını para kazanmak ve saklamakla geçiren insanlar, sonunda, en çok istediklerinin, satın alınamayacak şeyler olduğunu anlarlar.
Öteki insanlardan daha akıllı ol. Yalnız bunu onlara söyleme!
Mutlu olmanın en garantili yolu, bir başkasını mutlu etmektir.
İyi çalışan, sık gülen ve çok seven başarıyı elde eder.
İnsanın tüm evrende, kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: Kendisi.
Ve bu hayatta, ya tozu dumana katarsın, ya da tozu dumanı yutarsın.
• Aldous Huxley
10 notes · View notes
cesitkenar · 7 months
Text
bu sabah simit alacaktım seyyar simitçiden (??) önüne gelip cüzdanımı açtım ve nakit para sadece 5 liram olduğunu gördüm cüzdanımda (simit 10 lira) kesin bozuk param vardır diye bozuk paralarıma bakmaya başladım çünkü istemediğim zamanlarda kilolarca bozuk param olur resmen. ama sayarken paramın yetmeyeceği gerginliği ve cüzdanımın bozuk para yerinde paradan çok küpe olmasının siniriyle birleşti ve elim ayağıma dolandı dakikalarca para saydım. simitçi adam en sonunda ver abla ne varsa önemli değil dedi,, yok hayır diyip saymaya devam ettim ama paramın yetmediğini fark ettim,, simitçi adam abla sonra ödersin aşk olsun veriyorum simit falan dedi ve ben de hayır valla alamam lütfen ısrar etmeyin diye olayı aşırı dramatize ettim,, simitçi adam da arkamdan ablam ne inat ettin ya dedi
10 notes · View notes
kadifecicegigibi · 9 months
Text
günlerce kafamı toparlamak için bir şeylerle meşgul oldum, düşünmemek için en sevdiğim türkü listemi açıp en sevdiğim hangisi acaba diye hepsini defalarca dinledim, yine acem kızı çıktı, yine severek defalarca dinledim, sabahları erken kalkmayı erteledim, bıraktım bir süre alarm kurmayı, ajandama yazdığım ne plan varsa erteledim, severek izlediğim diziyi yarım bıraktım, her gün elli sayfa okuma yapmadım ama yine de okumamazlık yapamadım, çay sayısını azaltmıştım, kansızlık yapıyormuş ya hani, boş verdim; gün boyu çay içtim, sıkılmadım, her gün gün batımının fotoğrafını çekmeyi bıraktım, gün batımlarının da bir özgürlüğe ihtiyacı var diye düşündüm, her gün aradığım insanları aramadım, her gün arayanları cevaplamadım, inanır mısınız depresyondayım dedim diye arkadaşlar gül alıp göndermişler, kim kalbini bu kadar kırdı senin diyorlar, kendim diyemedim, her gün masamı temizleyip stres atmadım, bütün bulaşıkları ben tek başıma yıkamak istiyorum diye diretmedim, devamsızlığı dert etmeyi bırakıp çarşıya indim, ilk gittiğim yer sahaf oldu, para harcamayıp çıktım, geri döndüm biraz daha bakındım, gözüme bir kitap takılsa alacaktım güya, elim hiçbir rafa uzanamadı, nedenini bilmiyorum, gün boyu gezdim sokak aralarında, baktım defalarca baktığım binalara, bazıları hâlâ gözüme yabancı geliyor, sanki oraya ait değil, yolumu kaybettim bir ara, kayboldum şu küçücük şehirde, hani desen girişi ve çıkışı bir, ben bir türlü bulamadım yolu, baktım olmayacak mecbur kaldım bir arkadaşı aradım, yol tarifi aldım sadece, geri döndüm, meğer iki sokak daha gitsem bulacakmışım kedili sokağı, geçen kadriye hoca ... burçlarının yön bulmakta iyi olmadığını söylemişti derste, doğru bilgi olduğuna kesin olarak inandım, sokakta her zaman sinirli bakan o tombik kediyi gördüm yine, bana o sinirli bakışlarından bahşetti, önceden onu sevmek için çabalardım, önceden, şimdi sadece uzaktan bakıyorum, o da bence uzaktan bakınca anlaşılıyor, gözlerindeki kızgınlık o sokağın bu kadar işlek olup onun rahatını bozması, ben buna sebep veriyorum, yersiz kalabalık beni de rahatsız ediyor, geçen gün bir söz okudum, tam olarak hatırlamıyorum ama o an okuduğumda benim için söylenmiş benim için yazılmıştı sanki, sözü hatırlamıyorum ama kimsenin senin varlığını rahatsız etmeye hakkı yok dedim kediye, bana baktı, hiçbir şey anlamadığı belliydi, sokaktan kütüphaneye uğradım, bakındım, benimle aynı havayı soluyan bir kitap aradım, bulamadım, normal ben bile anlamıyorum kendimi, gerçi bazen anlatmaya çalışıyorum, anlaşılıyor muyum, orası muamma, artık geç oldu dönüyorum, otobüste kulaklık takmadım, bu sefer dünyayı dinlemek istedim, herkes suskun ama, sanki inadına, ben de bir oyun indirdim, 2048, onu oynadım yol boyunca, uzun zamandır sosyal medyaya uğramıyorum, umursamıyorum da, annemle konuşuyorum geceleri ama o an 2048 oynuyorum, tâ ki yurdun önüne gelene kadar, odaya varınca yine mahpusa dönmüş gibi oldum, dayanamadım, aldım kupayı çay yaptım, sonra ödevin başına oturdum, derlediğim her şeyi yazdım, o hırsla bir oturuşta ödevi bitirdim ama bundan kimsenin haberi yok, söylemek istemedim, bir şey anladım, o günden beri böyleyim, o günden beri kendime herkesten daha çok değer vermeye başladım, kendimle baş başa kaldım, kendimi dinledim, beni unutmayan insanlarla konuştum, kitaplar okudum, ağladım, ben ağlarım, bana göre en iyi tedavi yöntemi ağlamak, gönlümü daraltan tüm sıkıntıdan arındım, kendimi bir balkonda gibi hissediyorum, öyle ferahladı ki yüreğim, sanırım bir nasihat bin musibetten daha iyiymiş, kendimi anladım ve beni anlamayanlar umurumda olmadı, kalktım bir çay daha yaptım, her şeyi kendime saklamayı da bıraktım, her şeyi anlattım, ne varsa bu süreçte yaşadığım anlattım ve kurtuldum bu yükten, şimdi daha iyiyim demiştim, şimdi kuş tüyü gibi hafifledim, gereğinden çok düşünmeden sadece anlık yaşamak, yarın ölürsem bu derde üzüldüğüm için mutsuz mu gideceğim öbür dünyaya diye düşünürken, bu kadar basit değil, bunu sana yapan insanlar değil bu tavizi veren sensin düşüncesinden kurtularak, geri döndüm, sanırım rahat bir nefes alarak temizlik yapabilirim,
17 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
7 MİLYAR AĞAÇ DİKTİK
12 yılda 7 milyar ağaç... yılda 583 milyon... günde 1,6 milyon... saatte 67 bin... dakikada 1.110... saniyede 18 ediyor.
bir adam tutsanız, günde 8 saat çalışacak. en iyi ihtimalle ortalaması 10 dakikada bir fidan, günde 48 ağaç dikecektir. günde 1,6 milyon fidan dikilebilmesi için bu adamdan 34 bin tane lazım. bunun haftasonunu, yıllık iznini, levazım personelini, alımını, satımını, kaynak yaratılmasını, bulunmasını, naklini, kararını, idaresini geçiyorum. 
bu ülkede 34 bin kişi 12 yıldır tam zamanlı ağaç dikiyor olabilir mi?
İşsizlik berileri hatalı o zaman …
Bşrde nereye diktiler acaba Amazon’da okadar ağaç yok …
her fidanın büyüyüp ağaç olacağını hesaplayıp, aralarında 3 metre boşluk olduğunu düşünelim.. bu düzenle 1km2'lik alana;
333*333 = 110 bin ağaç. yuvarlak hesap, kilometre kareye 100 bin ağaç sığar diyelim.
7 milyarı bi 100 bin'e bölelim bakalım, bize ne kadar alan lazım;
70 bin km2'lik bir arazi lazım. neredeyse 2 tane konya ili büyüklüğünde bir alan bu. Çok ütopik türkiye'nin ( siyasi) yeşil alan haritasını açıp bir zahmet inceleyin ( siyasi dedim zira ihale açık DEĞİL - al bu senin şeklinde)
paradan 6 sıfır atılalı yollatmışsın ancak bazı vatandaş hala eski para ile yenisini karıştırır bini milyon milyonu milyar eder acaba böyle bşr şey mi oldu?
Bahse konu ağaç “incir ağacı” ise 7 milyar olmasa da 85 milyon kesin vardır
11 notes · View notes
ecefromeden · 5 months
Text
Bundan sonra yeminlen orosbi olucam namus bize ne kazadirdiki
YA MADEM TIPIMI BEGENIYON MADEM AÇTIĞIM SARKIYI BEGENIYON MADEM BAKIYON NE RED EDIYON YARRAM HOSLANDIGIM BIRI VARMIŞ E SIKTIR GIT ONA BAK YARRAM SG ONUN ESPİRİSİNE GUL A AAA
neyse çocuk çokta umut vermedi daha 1 hafta oldu begeneli en azından ağda bandı gibi çabuk söktüm ama bütün lise hayatım boyunca tek beğendiğim kişidende arabulucu yoluyla siktir yemekte biraz koymadı değil, zaten kesin hoşlandığı biride yok sadece nazikçe red etti tipi olmadığım için, herkesin kendince bir zevki var sonuçta (zevksiz)
Neyse ama işte konu bu çocukta değil zaten konu benim rahibelerden daha namuslu olmam onlar bile en azından yokluktan birbirine sürtünmüştür ben hâlâ yapayalnız kuruyup geberiyom YA SADECE ADALARDA BİSİKLET TURU YAPİP BENİ KÖPEK GİBİ SAPİKLARDAN KORUYCAK Bİ ERKEK İSTİYOMCOKMU İSTİYORUM AMİNAKOYİYİM ÇİRKİN DEGİLİM MAL DEGİLİM OROSBU DEGİLİM NEYİM EKSİK AMİNAKOYİYİM YA AL ÇABADA GOSTERDİK YİNE OLMADİ KURSAGİMİZDA KALDİ SİKECEM BÖYLE İŞİ
Sonuç olarak artık Anadolu'nun kapıları açıldı bugünde 5 tanemi ne yakışıklı çocuğa istek attım kesin onlardanda siktir yiyicem bu bahtla, daha kabul etmediler isteğimi etmiyceklerde dünyadaki bütün erkekler aralarında beni üzmek ve geri çevirmek için anlaşmışlar of Allah'ım of
Artık yolluyum ya valla yolluyum nerede para nerede alkol nerede erko orda ben herkes yapıyo sıra bende, bi kere ya bi kere sevgilim olsun valla rahatliycam
He bu arada artık bu çocuğun ve bütün sınıfın ondan hoşlandığımı bilmesi zerre yarragimda değil benim utanicak hicbirseyim yok utanilacak bi insan değilim zaten birini beğenip çabalamak eziklik yada boynumun bükülecegi bişey değil kendimi milli cesaretimden dolayı tebrik ediyorum en azından mal gibi 1 ay bakisip işleri uzatmadim 1 haftada oldu bitti gitti alın azıcık sevinin size ismimi sayiklatip bok kokulu agzinizi temizliycek konular verdiğim için
Bana avratmı yok
2 notes · View notes
birguzelllincirkini · 7 months
Text
Dün partimizin milletvekili ile seçim stratejisi ve çalışmaları hakında planlama toplantisi yaptık.
Mecliste ki diğer partiler hakkında bolca giybet yaptik.
CHP mecliste üçe bölünmüş.
Meclis sıralarında en önde oturanlar özgürcü,ortada oturanlar Ekremci,en arkada oturanlar Kiliçdaroğlu'cuymuş.
Üç gurup bir birine selam bile vermiyormuş çoğu zaman.
Seçimi kaybedecekleri neredeyse kesin olan CHP'nin Kılıçdaroğlu kanadı kaybedilmesi halinde delegelerden çok kolay imza toplayacakları için partiyi olağan üstü kongreye götüreceklermiş..
İyi parti zaten momilere gelmiş oğlunun zimmete para geçirdiğini söyleyen ve aynı zamanda Meral Akşenirin halasının oğlu olan Dikbayırın seçimden sonra momiyi istifaya zorlayacağı konuşuluyor.
AKP seçimden sonra MHP'nin iç işlerinde,yargi,asker ve polis içinde ki kadrolaşmalarından rahatsız.Bütün kaymakamlar neredeyse MHP'li yargıtay MHP'li devlet hastahaneleri ve adliyelerin ekserisinde kadrolaşmışlar kelin döneminde.
Reyis köpürüyormuş bu yüzden el altından Dem parti ile görüşüyorlarmış.
AKP ve DEM parti itifakı olması neredeyse zorunlu gibi.
Aksi taktirde demokratikleşmediği gerekçesi ile kimse tr para vermiyormuş 😂
4 notes · View notes
umuttherzamanvar · 2 years
Photo
Tumblr media
ÖLMEYECEK İNSAN VAR MI? Behlül Dâna Hazretleri içerisinde bir miktar para bulunan kesesinin çalındığından bahsedince arkadaşları: -“Arayalım o zaman.” derler. Behlül Dânâ: -“Hayır! ben nerede bulacağımı biliyorum.” der. Çalınan keseyi hiç aramaz, arattırmaz, doğruca mezarlığın giriş kapısının önüne gider oturur ve beklemeye başlar. Onu gören arkadaşları: -“Behlül! Ne yapıyorsun, böyle? Senin para dolu kesen çalındı, sen ise mezarlığın kapısında oturuyorsun!” diyerek serzenişte bulununca: Behlül Dâna Hazretleri onlara hikmet dolu şu cevabı verir: - “Para kesemi çalan nasıl olsa bir gün mutlaka buraya gelecek. Onun gelmesinin en kesin ve garantili olduğu yerde onu bekliyorum.” Ben şunu anlamıyorum bir insan dünyada hak alsa vermemek için türlü hile ve düzen kuruyor oysa şimdi binlerce insanın hakkını sırf malmülk ve hırs yüzünden çalan kişinin hesabı çok ama çok çetin geçecek O yüzden hesaba çekilmeden önce insan kendini hesaba çekmeli Yüce Rabbimiz mübarek aylar hürmetine, zerre miktarı iyiliğin ve kötülüğün karşılığını eksiksiz vereceği âhirette, kaybetmemize sebep olacak, hesâbını veremeyeceğimiz yaşantıdan, paradan, mevkîden, arkadaştan, lüzumsuz ve faydasız iş ve sözlerden, yaratılmışların hakkına tecâvüz etmekten, mazlumun âhını almaktan, bizleri ve sevdiklerimizi muhafaza eylesin. Âmin âmin âmin https://www.instagram.com/p/Cpuya5hDscw/?igshid=NGJjMDIxMWI=
8 notes · View notes
1sairbisikletle · 6 months
Text
Meursault’la Konuşmalar 26
Dün yeni aldığım peelingin kargosu geldi eve. Bir infunun sayfasında markanın başka ürününü görmüştüm onu incelerken baktım peeling var, içerik fena değil (detaylı bakmadım -ki hiç huyum değildir dıdısına kadar bakıp temiz içerik olduğuna emin olmadan kozmetik almam- boşvermiş bir moddaydım), ilginç bir etken madde de var e hadi alayım oldum. Yanına bir de diş macunu ekledim markadan. Sonra düşündüm, diş macununa nasıl bu kadar para verdim nasıl bir storyden etkilenip ürün aldım diye. Ardından o akşamki boşvermişliğimi hatırladım. Az önce birden onu hatırladım paketi açtım ve denedim. Yüzüm silgi gibi soyuldu, dedim işte bu. Ne zamandır aradığım şey buydu. Silgi gibi derken çok ince bir katman tabii ki ama yüzüm aydınlandı yani. Sonra temizledim odama geldim üşenmeden kremimi de sürdüm. Tebrikler canım kendim.
Biri ısrarla harika diye bir ayak kremi tavsiye etmişti, topuklar için. İçeriği çok temiz değil diye direttim önce sonra ısrar üzerine aldım. Zerre kadar iş görmedi. Sonra baktım infular da öve öve bitiremiyor. Allah’ın cezaları ya, para geldiği sürece her şeyi övebilirler. Neyse bitsin diye kullanıyorum, onu da sürdüm. En son Loccitane’dan aldığım ve minicik haline dünya para verdiğim tırnak bakım kremini sürdüm. Kadın bunu manikürden sonra düzenli kullanın altı ay manikür aramazsınız demişti ama maniküre gittiğim kız berbat ötesi bir iş yaptığı için öyle bir etki göremedim. Ona da canım sıkkın. Ne güzel dertlerim var değil mi? Değil. Bunlar dertlerimin üstüne örttüğüm gereksiz takılmalarım, hani insan derdini unutmak için tutunacak bir şey arar küçücük, bunlar işte benim o tutunacağım şeyleri engelliyorlar. Misal aldığım bakım yapı işe yarasa ya da kız manikürümü düzgün yapmış olsa ben arada ellerime bakınca mutlu olacağım ama yok.
Bugün E. Yengemlere iftara davetliydik. Yenge diyorum ama akrabamız değil. Anneannemlerin karşı çarprazındaki evde oturan ailenin gelini. Çok yakın olduğumuz için komşunun oğlunu annemler abi bellemiş, yenge diyoruz. Neyse. Pek keyif almadım. Bir an önce eve dönmek istedim. Halbuki severim kendisini, çocuklarıyla bebeklikten arkadaşız birlikte büyüdük. Kızı da vardı ama canım arkadaşım çocuklarını uyuturken gece oldu iki kelam edemedik. Allahtan iftar sofrasında beraberdik. Artık buna da şükür. Büyümek zor, yediğin içtiğin ayrı gitmezken görüşemez hale geliyorsun. Giderken çiçek aldım, iki haftadır aynı tezgahtan sümbül alıyorum çöp gibi oluyor çiçekleri. Bugün aldıklarım nasıl güzeldi. Nasip başka bir şey.
Tumblr media
Saat bir buçuk olmuş. Her gece sahurdan sonra yatmamak için kendime söz veriyorum ama gece yemeği yer yemez yatakta buluyorum kendimi. İnsan tekrar kalkıp namaz kılmaya üşenir, yatmaz, namaz vaktini beklerken günlük cüzünü okur değil mi? Yok. Eskiden ne güzel öyle yapıyordum, yediklerimi de biraz sindirmiş oluyordum. Şimdi dolu mideyle yatıyorum gitsin. E böyle nasıl zayıflayacağım? Bugün bari yatmayayım diyordum ama saat inanılmaz ilerlemiş, kesin çat diye giderim sahurdan sonra. Amaaan ya sanki başka derdim yok.
Dün sevdiğim biri misafirimizdi. Gece yarısına kadar oturduk. Yine geç yattım hatta yatmadan da sonradan kalan sarmaları yedim. Resmen kendime düşmanım. Dürtüsel yediğimi bile bile yememe kaç puan Meursault?
5 notes · View notes
keemlenyekun · 1 year
Text
Barokart
Az önce mesaj geldi: "Sayın Serco bey, Barokartınız TBB tarafından Baronuza Kurye/kargo ile bugün gönderilmiştir."
Basit bir bilgilendirme değil mi? Kesinlikle öyle. Barokart yani ruhsat alıyorum haftaya. Avukat olmanın sayıyı da düşünürsek pek de avantajı olmayabilir. Hayatımda kesin bir değişiklik de olmayacak.
Amaaaa..
Ben bu vesileyle aşkımı elimden tutanı anlatmak istedim. Bunu başarabilirsem dünyamın en anlamlı mesajının bu kısa mesaj olduğunu ancak anlatabilirim sayın defter.
Bu bizim iki üç şarkımızdan birisiydi.
youtube
Aslında çoktaaan önem atfetmeyi bıraktım şarkılara. Büyümek emaresi diyelim. Bu farklı, çok farklı.
Ben intiharın köşesinde kıvranan biçare serco. O nasıl bir yıldı aman allahım. Lanet yıl: 2017. Her yaram kanıyordu. İhraç olmuşum, herkes vatan haini yaftası yapıştırmış, köpek gibi çalışarak kazandığım sınava soruyu çaldınız tabi diyenler, soru çalmışlar da ben mi çalmışım cevabını bile vermeyen sessizliğinde boğulan ben. Yıkılmış, mahvolmuş serco, lan oğlum kaç kere niyetlendin intihara da yapamadın. Ağlayamadın da. Bu çok ağır bir bedeldi. Yazarken kalbim ağrıyor. Kaç kere be oğlum serco? Kaç kere?
Birtanecik yeğenim olmasa, anneme acımasam yapardım belki de? Susmak gerek bu konuda.
Kuyu. Kuyudaydım. Ah ulan kuyu. Kuyular hep aynı da biz yusuf değiliz.
Biri geldi.
Kuyuma gelme dedim. Burası karanlık, ölüm dolu. Yapma etme. Ama inattı işte.
Yavaş yavaş aşık olmak dünyanın en güzel hissi. Sayın defter unut tüm şiirleri, filmleri, şarkıları.
Başta direndim. Olmazdı öyle şey. Gelemezdi. İnemezdi. Ama karşı konulamaz bir şey değil mi aşk.
Geldi. Elimden tuttu. Benimle aşka yürüdü. Anılar biriktirdi. Mahkeme kapısında sıkıntıdan uçuk çıkartıp bekledi benimle, beraat kararını ağlayarak duydu. Ülkenin istanbula en uzak yeri olan Artvine geldi, hayır gelmem demedi, ev kurdu. Orada işi batırdım gelmem demedi. Yaşamadığım evi samsuna taşıdık, geldi burada çalıştı hayır demedi. Bu nasıl bir aşk be kadın bana karşı. Utanıyorum bu aşka layık olamamaktan. Tek maaşla yardımla geçinmeye çalıştık. Çıt demedi. Aşkla yürüdü ateşe.
Yüreğimden tutup beni kuyudan çıkardı bu güzellik.
Avukat olmam bir iş sahibi olmaktan öte benim için. Ben nevresim havlu sattım, takı yaptım, ki iri eller olan bana hiç yakışmıyor kardeşim, çeyizlik seccadeye aplik yapıştırdım, hiç gocunmadım. Ama ben hukukçuyum sayın defter. Hukuku öyle çok seviyorum. Canımı yakan bu cehennemi seviyorum. Çünkü inancım hiç eksilmedi: cehennemi cennete çevirecek olan yegane şey de hukuk çünkü. Ve avukat olmamıza bile izin vermeyen sistemde nihayet tam yedi sene sonra avukat olabiliyorum, hukukla işim olduğu için uğraşacağım artık. Para kazanamasak da. ahahah.
İşte bu mesaj var ya, bana aşkın ne kadar değerli olduğunu, eşimin, evimin bereketinin, elimi tutanın, gün doğumundaki ilk ışığımın ne kadar kıymetli ve vazgeçilmez olduğunu hatırlattı.
Tumblr media
Evlenince aşk falan bitiyor diyorlar bir de. Kim diyor ulan? ahahaha. Büyükadadaki o günden daha fazla aşığım. Daha ne kadar haykırayım aşığım diye. Ama kilo aldırıyor bu kesin.
Avukat serco p. Vay anasını sayın defter. Para kazanamam ben. Ama olsun mesleğim itibariyle de artık hukukçuyum. Haftaya samsun barosu neferi olarak görevimizin başında oluruz sanırım.
Bu ara ne kadar çok yazdım yahu.
Vesselam.
6 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
~ÖZEL DERS~
Bağış yaptığı okulun konferans salonunda ilk sırayı tamamen akrabalarına ayırmıştı zengin adam. Oluk gibi para akıtmıştı oğlunun eğitimi için. Şimdi ise başarı bekliyordu.Gururlanacaktı başarısıyla. Ve tüm akrabaları önünde göğsü biraz daha kabaracaktı. Adı gibi emindi dereceye gireceğinden. Oldum olası oğluyla aralarındaki bağda işlerinin yoğunluğu nedeniyle kopukluklar olduğu için gözgöze dahi gelmemişti o günde...Bunun hiçbir önemi yoktu gözünde.
Okul müdürü yurt genelinde yapılan sınavda büyük bir başarı gösteren öğrenciyi sahneye çağırdı o an. Önlüğünün rengi öyle solgundu ki öğrencinin.Belki birkaç yerindede yaması vardı. Başarı plaketini alıp sahneden inerken giydiği kara lastikler" gacır, gucur"diye sesler çıkarıyordu. Civarın en zengin adamı pek bir sinirlenmişti bu duruma. Aynı okulda okuyan oğlu barajı dahi geçememişti.Sınavda birinci olan fakir öğrenciyi sahneden inerken kolundan yakaladı. Ve nasıl bu başarıyı yakaladığını sordu.Her akşam köşkünün önündeki çöpten artık sebze meyveleri toplayan adamın oğlunu tanımıştı o an...
Çocuk,
-"Özel ders alıyorum-" deyince, zengin adam bir kahkaha patlatmıştı.
-"Daha karnınızı doyuracak paranız yok. Nasıl özel okula gönderebilirki baban seni?Kesin bir hile yapmışsınızdır. Her akşam üzeri baban benim köşkün önüne gelir seyyar arabasıyla. Çürük çarık meyveleri toplayıp gider. Yanında çok defa seni bile gördüm-" deyince. Kendisini az ileride ışıl ışıl gözleriyle bekleyen babasına baktı çocuk.
Ve şöyle dedi:
-" Babam verir özel derslerimi.Hayat yarışında beni okutmaya çalışırken hayat bilgisi, Sırf beni okutabilmek için hesap yapıp kılı kırk yararken matematik, ne kadar yorgun olursa olsun masallar anlatırken başucumda Türkçe, en ufak derdimle dahi ilgilenirlen seçmeli dersler, ailemiz için koca istanbulu yürüyerek dolaşırken coğrafyayı öğretir sanki bana.Babamın bana karşı verdiği bu dersleri boşa çıkarmamak için çok çalıştım bu sınava.Evet doğru dediniz. Bana sizin evinizin artıklarıyla koca bir hayat kurar babam... Bakın. Babam bana bakarken nasılda gözleri parlıyor.Siz ve oğlunuz ise yanyana dururken bile mutlu değilsiniz sanki. Siz oğlunuzu en pahalı özel okullara göndereyim derken ikiniz birden sınıfta kalmışsınız...Demekki sadece parayla tutulan öğretmenlerle alınmıyor özel dersler.Sevgi dolu bağlardan ne dersler alınıp ne hayatlar kuruluyor bu dünyada"-
Başarı eğitimden geldiği kadar, sevgiden, ilgiden de gelir. Sevgiyle ilgiyle büyüyen çocuklar gerçek başarıyı yakalamış demektir.
Yazar Suat Özge
3 notes · View notes
nillintheblanks · 2 years
Text
Dük De L’Omelette - Edgar Allan Poe
                  “Ve hemen daha serin bir diyara adım attı” COWPER
Keats bir eleştiri yüzünden can verdi. “The Andromache” (1) yüzünden ölen kimdi? Aşağılık ruhlar! De L’Omelette bir ortolan (2) yüzünden öldü. L’historie en est brève. (Bunun öyküsü kısadır.) Yardım et bana, Apicius’un ruhu!
Küçük kanatlı gezgin Peru’daki evinden Chausèe D’Antin’e aşık, gevşemiş, üşengeç bir halde, altın bir kafesle taşındı. Sahibi Kraliçe La Bellissima tarafından gönderilen o talihli kuşu Dük De L’Omelette’e imparatorluğun altı baronu götürdü.
Dük o gece yemeğini tek başına yiyecekti. Dairesinin mahremiyeti içinde, uğrunda açık arttırmada kralından fazla para vererek sadakatini feda ettiği o kanepenin -o kötü şöhretli Cadêt kanepenin üstüne yavaşça uzandı.
Yüzünü yastığına gömüyor. Saat çalıyor! Duygularına hakim olamayan Dük bir zeytin tanesi yutuyor. Tam bu anda hafif bir müzik sesi ile birlikte kapı usulca açılıyor ve birden! Kuşların en güzeli erkeklerin en aşağının önünde duruyor! Ama Dük’ün yüzü şimdi hangi tarifsiz dehşetli allak bullak oldu? –“Horreur! – Chien! – Baptiste! – L’oiseau! Ah, bon dieu! Cet oiseau modeste que tu as dèshabillè de ses plumes. Et que tu as servi sans papier!” (Korkunç! Köpek! Baptist! Kuş! Ah, ulu Tanrım! Bu basit kuşun kanatlarını yolup kağıt süslemeler olmadan servis yapmışsın!) Daha fazlasını söylemek gereksiz: -Dük ani ve şiddetli bir tiksinti kriziyle son nefesini verdi.
“Ha! Ha! Ha!” dedi Dük, ölümünden sonraki üçüncü günde.
“He! He! He!” diye yanıtladı Şeytan hafifçe, bir hauteur (3) havasıyla doğrularak.
“Ama ciddi olamazsınız,” diye karşılık verdi De L’Omelette. “Günah işledim –c’est vrai (Bu doğru)– ama, saygıdeğer bayım, lütfen bir düşünün! Böylesine – böylesine barbarca tehditleri eyleme geçirmek gibi bir niyetiniz yok herhalde.”
“Böylesine neyi?” dedi Majesteleri – “Haydi bayım, soyunun!”
“Soyunun ha! –Aman ne güzel! Hayır efendim, soyunmayacağım. Söyler misiniz, siz kim oluyorsunuz da ben, Dük De L’Omelette, Foie Gras’ın (4) yeni reşit olmuş prensi, “Mazurkiad’ın yazarı ve Akademi Üyesi, Bourdon tarafından yapılmış en güzel pantolonu, Rombêrt’in diktiği en zarif robe-de-chambre’ı emriniz üzerine çıkaracağım –saçlarımı bozacağım- eldivenlerimi çıkarmak için zahmet de cabası!?”
“Ben kim mi oluyorum? Ah evet! Ben Baal-Zebub’ım (5), Sineklerin Prensi. Seni şimdi içi fildişi kaplı, gül ağacından bir tabuttan çıkardım. Tuhaf bir kokun vardı ve irsaliye üstüne iliştirilmişti. Seni Belial gönderdi, Mezarlıklar Müfettişim. Bourdon tarafından yapıldığını söylediğin pantolonun mükemmel bir keten don, robe-de-chambre’ın ise geniş bir kefen.”
“Bayım!” diye yanıtladı Dük. “Hakaretinizi karşılıksız bırakamam! Bayım! Bu hakaretin intikamını sizden ilk fırsatta alacağım! Bayım! Yine görüşeceğiz! Şimdilik au revoir!” ve Dük eğilerek Şeytan’ın huzurundan çekiliyordu ki, beklemekte olan bir beyefendi tarafından durdurulup geri getirildi. Bunun üzerine Dük Hazretleri gözlerini ovuşturdu, esnedi, omuz silkti, düşündü. Kimliği konusunda tatmin olduktan sonra etrafını kuşbakışı bir incelemeye tabi tutttu.
Daire muhteşemdi. De L’Omelette bile orayı bien comme il faut (olması gerektiği gibi) ilan etti. Şaşırtıcı olan uzunluğu ya da genişliği değil –ah, yüksekliğiydi! Tavan yoktu, onun yerinde yoğun bir ateş renkli bulutlar girdabı vardı. Yukarı bakınca Dük’ün başı döndü. Tepeden kan renginde, bilinmeyen bir metalden yapılma bir zincir sarkıyordu –üst ucu görünmüyordu, tıpkı Boston şehri gibi, parmi les nues (bulutların arasında) idi. Alt ucunda büyük bir fener sallanmaktaydı. Dük bunun yakuttan yapılma olduğunu biliyordu; ama öyle yoğun, öyle dingin, öyle korkunç bir ışık yayıyordu ki, İran böylesine asla tapmamıştı. Gheber böylesini asla hayal etmemişti. Mussulman afyonun etkisi altındayken, sırtı çiçeklere, yüzü Tanrı Apollo’ya dönük halde bir haşhaş tarlasında sendeleyerek yürürken böylesini asla düşlememişti. Dük hafif, kesin olarak tasvipkar bir küfür mırıldandı.
Odanın köşelerinde yuvarlak oyuklar vardı. Bunların üçünde dev heykeller duruyordu. Güzellikleri Yunan, biçimsizlikleri Mısır, tout ensembleleri (yarattığı tüm etki) Fransız tarzında idi. Dördüncü oyuktaki heykelin üstü örtülüydü; devasa da değildi. Ama ince bir ayak bileği, sandaletli bir ayak görünüyordu. De L’Omelette elini kalbine bastırdı, gözlerini kapadı, yukarı kaldırdı ve Majesteleri Şeytanı görerek kızardı.
Ama tablolar! Kupris! Astarte! Astoreth! Bin bir tane! Ve Rafaelle onları görmüş! Evet, Rafaelle buraya gelmiş; ne de olsa o _______’yi çizmedi mi? Ve bu yüzden de lanetlenmedi mi? Tablolar! Tablolar! Ah lüks! Ah aşk! Bu yasak güzellikleri gören kim, sümbül rengi ve somaki duvarlarda yıldızlar gibi parıldayan altın çerçevelerin zarafetine bakar ki?
Ama Dük kendini kaybediyor. Ancak sandığınız gibi görkemden başı dönmüş ya da o sayısız tütsünün muhteşem kokularıyla sarhoş olmuş değil. C’est vrai que de toutes ces choses il a pensè beaucoup mais! (Böyle şeyler üstüne epey kafa yorduğu doğru ama!) Dük De L’Omelette dehşete kapılmış durumda çünkü tek bir perdesiz pencerenin sergilediği kurşuni manzarada ateşlerin en korkuncu parıldıyor!
Le pauvre Duc! (Zavallı Dük!) O salonu dolduran yüce, haz verici, bitimsiz melodilerin büyülü pencere camlarının simyasından geçerken süzülen ve dönüşüme uğratılan, umutsuzların ve lanetlilerin inlemeleri ve ulumaları olduğunu düşünmeden edemiyor! Ve oradaki! Oradaki! O kanepenin üstündeki! Kim olabilir? Petit-mâitre (züppe) -hayır Tanrı- olabilir mi, soluk çehresiyle, si amèrement, et qui sourit (öylesine haşince gülümseyerek), mermerden yapılmışçasına oturan?
Mais il faut agir (Ama harekete geçmeli), yani bir Fransız asla ulu orta bayılmaz. Hem Dük Hazretleri olay çıkarmaktan nefret ederdi. De L’Omelette kendine geldi. Masada kartlar vardı, puan fişleri de. Dük, B_____’nin öğrencisiydi; il avait tuè ses six hommes (altı kişi öldürmüştü). Öyleyse, il peut s’èchapper (öyleyse kurtulabilir). İki fişi eline alıyor ve taklit edilemez bir zarafetle Majestelerine seçimi sunuyor. Horreur! Majesteleri hamle yapmıyor!
Mais il joue! (Ama kumar oynuyor!) Ne mutluluk verici bir düşünce! Ama Dük’ün hep kusursuz bir hafızası olmuştu. Abbè Gualtier’in Diable’ını gözden geçirmişti. Orada “que le Diable n’ose pas refuser un jeu d’ècarte” (şeytanın bir el kumar oynamaya hayır diyemeyeceği) deniyordu.
Ama ihtimaller –ihtimaller! Evet –umutsuzdu ama Dük’ün kendisinden daha umutsuz olamazlardı. Hem o işin sırrını bilmiyor muydu? Père Le Brun’u üstünkörü okumamış mıydı? Vingtun Kulübü’nün bir üyesi değil miydi? “Si je perds,” dedi, “je serai deux fois perdu –eğer kaybedersem iki kez lanetleneceğim- voilà tout (hepsi bu)!” Burada Dük Hazretleri omuz silkti. “Si je gagne, je reviendrai à mes ortolans –que les cartes soient prèparèes! (Kazanırsam ortolanlarıma geri döneceğim, kağıtlar hazırlansın!)”
Dük dikkat kesilmişti, Majsteleri özgüvenle doluydu. Bir izleyicinin aklına Francis ve Charles gelirdi. Dük Hazretleri oyununu düşündü. Majesteleri düşünmedi; kartları karıştırdı. Dük kesti.
Kartlar dağıtıldı. Koz belli oldu –koz –koz –papaz! Hayır –kızdı. Majesteleri kızın üstündeki erkeksi giysilere küfretti. De L’Omelette elini kalbinin üstüne koydu.
Oynuyorlar. Dük sayıyor. El dağıtılıyor. Majesteleri de ağır ağır sayıyor, gülümsüyor, şarap içiyor. Dük bir kart veriyor.
“C’est à vous à faire! (Sıra sende!)” dedi Majesteleri keserken. Dük Hazretleri başını eğerek selam verdi, sağıttı ve masadan kalktı, en prèsentant le Roi (papazı gösterirken).
Majesteleri hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu.
İskender İskender olmasa Diyojen olurdu ve Dük çıkıp giderken hasmını şu konuda temin etti: “que s’il n’eut pas ètè De L’Omelette il n’aurait point d’objection d’ètre le Diable. (Eğer De L’Omelette olmasa Şeytan olmaya itiraz etmezdi).”
1836
(1) Montfleury. Parnasse Rèformè’nin yazarı onu Hades’te şöyle konuşturur: “L’homme donc qui voudrait savoir ce dont je suis mort, qu’il ne demande pas s’il fut de fièvre ou de pondagre ou d’autre chose, mais qu’il entende que ce ful de L’Andromaque.” 
(2) Tadı leziz bir tür Avrupa kuşu.
(3) Mağrurluk.
(4) Kaz ciğerinden yapılan ünlü bir Fransız yemeği.
(5) Şeytan.
6 notes · View notes
nnnebula · 12 days
Text
GÜZEL DÜŞÜN
*Dertlerini gözyaşlarında boğmak isteyenlere dertlerin yüzme bildiğini söyle.
* Dalın ucuna gitmekten korkma. Meyve oradadır.
* Şans bukalemun gibidir. Biraz zaman tanı, mutlaka değişecektir.
* Başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin. Şimdi başla! Şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla.
* Gülümsediğinde güzelleşmeyen bir yüz hiç görmedim.
* Kimi zaman içindeki o sessiz sese uzmanlardan daha fazla güven.
* Zamanlarının büyük bir kısmını para kazanmak ve saklamakla geçiren insanlar, sonunda, en çok istediklerinin satın alınamayacak şeyler olduğunu anlarlar.
* Öteki insanlardan daha akıllı ol. Yalnız bunu onlara söyleme!
* Mutlu olmanın en garantili yolu bir başkasını mutlu etmektir.
* Hayatta ya tozu dumana katarsın, ya da tozu dumanı yutarsın.
* İyi çalışan, sık gülen ve çok seven başarıyı elde eder.
İnsanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: KENDİSİ.
Alıntı
0 notes