Tumgik
#erş
Photo
Tumblr media
4+1 her odada dus w.c var , yuzme havuzu. #Brüt 200m2 #nlym12,5t #yatırım #çelikkanlı #neo #meltem #erş #villa #realtor #broker #dolartl #euro #antalyavilla (at Nebiler Koyu) https://www.instagram.com/p/CgUC831qdP9/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
hattabi · 4 months
Note
Selamün aleykum. Enes Bin Nadr hakkında bir bilginiz var mı acaba? Sahih kaynaklardan?
Alekykum esselam. Enes b. Nadr, Enes b. Malik'in amcasıdır, Medineli ensar'dandır. Onun hakkında biri ayet diğer hadis olmak üzere iki nas bırakmak yeterli olacağını düşünüyorum;
İmam Buhârî Sahih'inde "Müminlerden öyle yiğitler vardır ki; Allah’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir." [Ahzab 23] ayeti olarak bâb açmış ve bu ayetin Enes b. Nadr hakkında indiği rivayetine yer vermiştir.
Enes b. Malik dedi ki: Amcam Enes b. Nadr Bedir savaşında bulunmamıştı. "Ey Allah'ın Resulü! Müşriklerle savaştığın ilk savaşta bulunamadım. Allah benim müşriklerle bir savaşta karşılaşmamı nasip ederse yapacağım işleri elbette görecektir" dedi. Uhud savaşı yapılıp da Müslümanlar dağılınca "Allahım! Bunların (Müslümanları kastediyor) yaptığından dolayı senden özür diliyorum. Öbürlerinin (yani müşriklerin) yaptığından da sana sığınıyorum" dedi. Sonra ilerledi. Yolda Sa'd b. Muaz ile karşılaştı. "Sa'd!" dedi, "Nadr'ın Rabbine andolsun ki, cennet! Ben Uhud'un ötesinden cennetin kokusunu alıyorum" dedi. Sa'd (Hz. Nebi'e olayı anlatırken) "Ey Allah'ın Resulü! Ben onun yaptığına cesaret edemedim" demişti. Enes diyor ki: O gün amcamda seksen küsür kılıç, mızrak ve ok yarası bulduk. Öldürülmüş ve müşrikler onun burnunu kulağını kesmişlerdir. Onu yalnızca kız kardeşi, parmak uçlarından tanıyabildi. Enes diyor ki: Biz biliyoruz -veya zannediyoruz- ki bu ayet o ve onun gibiler hakkında indi.
| Sahîh el-Buhârî, 2805.
İmam Taberi'de tefsirinde "Müminlerden öyle yiğitler vardır ki; Allah’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir." ayetini tefsir ederken bu ayetin Enes b. Nadr hakkında nazil olduğunu Enes b. Malik'ten rivayet etmiştir.
Onun hakkında Allah Rasûlü'nün sözü ise şu rivayette yer alır:
Enes b. Malik dedi ki: Amcam Enes b. Nadr'ın kız kardeşi Rubeyyi' bir kadının dişini kırmıştı. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem kısas uygulanmasına karar verdi. Enes b. Nadr: "Ey Allah'ın Resûlü! Seni hak Nebî olarak gönderene andolsun ki bunun dişi kırılmaz" dedi. (Diğer rivayette Nebî: "Enes! Allah'ın kitabı kısası emrediyor" dedi) Bunun üzerine kısas velileri organ diyetine (erş) razı olarak kısastan vazgeçtiler. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah'ın kul/arından öylesi var ki Allah adına yemin etse Allah onu yemininde yalancı çıkarmaz" buyurdu.
| Sahîh el-Buhârî, 2806.
Allah ondan, yiğeninden ve diğer sahabilerden razı olmuştur.
1 note · View note
andseen · 2 years
Text
Tumblr media
Christmas 🛗ing! Only took 1 thing from each store because I'm a baby lol
Šéph0ră- $20
Høț ť0p!c- $10.90
$pèñ(erş- 14.99
Ćláir3$: 9.99
Bāŕns&Ņ0bļe- 9.99
H0bbý Ĺ0bbý- 11.98
Bèď, Bā+h & B3ýoñd- 19.98
Àm3r!çàn 3āģlè- 7.95
Grand Total: $105.78 (wtf)
11 notes · View notes
mp3yukle · 4 years
Photo
Tumblr media
Irade Mehri - Gerek mp3 yükle
Gerek mahnı sözləri:
Daha bilinmir gecem de gündüzüm de,
Çekilib erşe hetta yuxu  gözümde.
Seni sevmekle men yandım bir ateş tek,
Sevmez idim gerek.
Gerek, gerek senin ile döyünmez idi gerek,
Gerek, külek gerek yere enmez idi gerek.
Dilim sevirem deyende, dinmez idi gerek,
Sevmez idim gerek.
Sen olmasan da, beslemişem men sevgini,
Sensiz ürek artıq istemir heç kimi.
Sınmış ümidlerim dağıldı külek tek,
Sevmez idim gerek.
Gerek, ürek senin ile döyünmez idi gerek,
Gerek, külek gerek yere enmez idi gerek.
Dilim sevirem deyende, dinmez idi gerek,
Sevmez idim gerek.
1 note · View note
esmarsener-blog · 4 years
Text
Tumblr media
Eseimle gurur duyuyorum köşedeki ERŞ ismimim kısaltılmışı artık heryerde onu görebilirsiniz
1 note · View note
tarihnotlari · 3 years
Text
17. yy duraklama dönemi siyasi olaylar
venedik
1- Girit adası kuşatıldı yirmi beş senede alındı
iran
1- Ferhat paşa ant ile doğuda en geniş sınırlar
2- kasrı şirin ant ile günümüz Türkiye sınırları
Lehistan
1- hotin seferi yeniçeriler yüzünden başarısız
2- bucaş ant ile batıda en geniş sınırlar
Avusturya
1- zikvatorok ant ile tekrar denklik geldi
2- merzifonlu Kara Mustafa viyanayı kuşattı
3- karlofça ant ile batıda ilk kez toprak kaybetti (ilk kez arabulucuyla müzakere yoluyla ant imzaladı)
isyanlar
yeniçeri isyanları (Ocak devlet içindir)
celali isyanları
eyalet isyanları
suhte ayaklanmaları
ISLAHATLAR (tokmak)
Tarhuncu Ahmet paşa (ekonomik)
genç osmanı biliyosun..
kuyucu Murat var ama önemsiz
4. murat
-> koçi bey ve katip çelebi risale sundu
-> İst yangını sonucu bi sürü yasak biliyosun
l. Ahmet
-> ekber ve erşed sistemi (son veraset değişimi)
not: sancağa çıkmayı lll. Mehmet kaldırdı kafes sistemini getirdi
köprüler dönemi
0 notes
musstuffsworld · 5 years
Text
Tumblr media
GELİN, DAMAT KAYNAMASıNA, KAYıNPEDERİNE BAKMAK ZORUNDAMIDIR? Anne baba yavrusunun yuvasını yıkan kişi olabilir mi? Aynı evde oturmaları konusunda hüküm nedir?
Toplumumuzda, evlendikten sonra erkek anne baba ile oturmak, gelinde onlara hizmet etmek zorundadır, düşüncesi var. Dinen evli bayan eşinin anne babasıyla aynı evde oturup onlara bakmak zorunda mı? Bayan ayrı evde oturma konusunda ısrar edip, kocası karşı çıksa durum ne olur?
CEVAP
Müslüman bir hanımın eşine iyi davranmasının bir diğer yönü de, eşinin anne ve babasına karşı iyi davranması, onlara hürmeti ve takdiri elden bırakmamasıdır. Kadın, kayınvalidesine yardımcı olarak kocasına ikram ve iyilikte bulunur. Dolayısı ile koca da bu durumu göz önünde bulundurarak hanımına ve onun annesine karşı iyi davranır. Kadın bunu yapmakla aslında kendine iyilik yapmış olur. Zira Allah Teâlâ buyuruyor:
"İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?” (Rahman, 55/60)
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem,
"İnsanların hayırlısı, başka insanlara faydalı olanıdır.” (Feyzu'l-Kadir, III/480)
buyuruyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetine öğrettiği merhamet, sadece yakınlarını değil bütün insanlığı kucaklamaktadır. Bir hadis-i şerifte şöyle ifade edilmiştir:
"İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.” (Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)
"Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin." (Tirmizî, Birr 16; Ebû Dâvûd, Edeb 58)
Merhamet bazı kimselerin sandığı gibi, sadece bir acıma duygusu değildir. Sevgiyle gelişen yardım ve fedakârlıkla büyüyen şümullü bir histir. Eğer bir kalpte merhamet duygusu yoksa o kalp hastadır.
Zamanımızda bazı kişiler "Kadın, erkeğinin çamaşırını yıkamak zorunda değildir, çocuğunu emzirmek mecburiyeti yoktur." diyerek, aile hayatının yaşanmaz hale gelmesine vesile oluyorlar. Her ne kadar kazaen mecbur değilse de işin bir de dinî yönü, insanî yönü, merhamet boyutu vardır. Memure kadın, alacağı para karşılığında tanıdığı, tanımadığı insanlara günlük en az sekiz saat hizmet ederken kocasına, çocuğuna, kocasının anne, babasına neden itaat etmesin. Bu garip düşünceler ve benzeri yanlışlar, nice ailelerin çözülmesine ve huzursuzluğa vesile oluyor. Aileler her şeyden fazla muhabbete muhtaçtırlar.
Ailelerin dünya ve ahiret saadeti için önce Allah ve Rasulü’ne itaat etmesi, birbirlerine meşrû zeminlerde itaatleri gerekir. Günahlarda ise hiç kimseye itaat gerekmez.
Saniyen herkesin birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri ailenin mutluluğunu sağlar. Aksi halde aile hayatı yaşanmaz hale gelir. Bir diğer yönü ise, hayat sadece bu dünya ile sınırlı değil, bir de asıl hayat olan ahiret hayatı vardır. Biz öyle bir aile ortamı oluşturalım ki haramlardan uzak, Kur’an ve sünnet ikliminde, cennetî bir hayat yaşanan akl-ı selim sahibi insanların hayatı olsun. Zira Allah Teala güzel davranışta bulunanları sever.
Kayınpeder ve Kayınvalideye Hizmet
Bu ve buna benzer hadiselere, İslam hukukundaki maslahat prensibi açısından bakarak bazı şeyler söylemeye çalışacağım. Nihai anlamda söyleyeceğim şeylerin “mutlaka uyulmalı” veya literatürdeki ifadesiyle “mucebince amel oluna” cinsinden bir fetva olmayacağını baştan ifade edeyim. Çünkü hem bu satırların yazarı kendisini içtihadi ahkam üretme konusunda ehliyetli görmemektedir, hem de -velev ki öyle bile olsa- içtihadi meselelerde nihai ve mutlak doğru yoktur. Metodolojisine uyularak ehil insanlar tarafindan yapılan içtihadlar, yeni hükümler birbirinden siyah-beyaz nisbetinde farklı olsa da doğru oldukları herkesin bildiği bir gerçektir. Daha gerçekci bir ifadeyle bunlar, “Eşbeh bi’l-hak” nazariyesine göre, şartlarına riayet edilerek ehilleri tarafından yapılan içtihatlar olduğu için doğruya en yakın olandır. Fıkhi mezhepler arasındaki görüş ayrılıkları, hem de aynı mesele üzerindeki farklı hükümlerin bulunması bunu açık ve net bir biçimde göstermektedir.
Bu hadise münasebetiyle bahsini ettiğimiz türden bir denemeye girmemizin sebebi ise, soruda bahsi geçen konu ile alakalı olarak Kur’an ve bağlayıcı sünnette aksine ihtimal vermeyecek ölçüde nihai hükmün bulunmamasıdır. Burada hemen akla anne-baba hakkında Kur’an’da “öff” bile demeyin ayeti gelebilir. Ama şu detay oldukça önemlidir ve gözden kaçırılmaması gerekir; bu ayetin her bir kişinin kendi anne ve babasını kasdettiği kesindir, fakat kayınvalide ve kayınpederi kapsadığı şüphelidir. Usul-u fıkıh ifadesiyle bu ayetin sübutu kat’idir, ama muhtevanın kayınvalide ve kayınpedere delaleti zannidir. Zaten bağlayıcı bir beyan olsaydi Ebu’s-Suud Efendinin fetvalarına benzer tek kelimelik “mecbursun” türü bir beyanla soruyu cevaplamış olurduk.
Sorudaki meselenin iki boyutunun olduğunu baştan kabullenmek gerek; bir; evli bayanın anne-babasını veya anne-babasının kızını ziyaret etme hakları. İki; karı-kocanın aile saadeti, evliliklerinin huzur ve mutluluk içinde devamı ki benim maslahat prensibi açısından deneme yapacağım alan da burası. Hadisenin birinci boyutu ile alakalı olarak, evli bir bayanın anne-babasını veya anne-babasının kızlarını ziyareti tartışma götürmez bir haktır. Ama bunun zamanlaması tamamı ile örf ve adete ya da eşlerin pozisyonlarına göre karşılıklı anlaşmalarına bırakılmıştır. Yüz hanelik bir köyde evli olan bayanın anne-babasını ziyaret sıklığı ile örneğin başka bir şehirde veya yurt dışında hayatını sürdüren bir bayanın anne-babasını ziyaret sıklığı bir olmayacaktır.
İkinci hususa gelince; önce kayınpeder ve kayınvalidenin veya kayınbirader ve baldızların damad ile olan irtibatını açık ve net bir biçimde ortaya koyalım; akraba. İslam hukunda akrabalar asabe (kan bağı), zevi’l-erham (evlilik) ve vela (köle azadı) vesilesi ile olmak üzere üç ayrı grupta ele alınır. Gerek miras, gerek diyet, erş gibi tazminat ve gerekse ihtiyaç hasıl olduğunda vasi tayini gibi hususlarda bu sıralamaya riayet edilir. Kayınpeder ve kayınvalide başta kayınbirader ve baldızlar bu kategori içinde ikinci sırada yer alır. Bunlara yapılacak maddi destekler de üçüncü şahıslara nisbetle daha çok sevaptır. Bu görüşü şu hadisle temellendirebiliriz. Allah Rasulü (sav) sadaka mahallerini beyan eden hadislerinde akrabaya yapılan yardımlar için buyururlar ki; mealen:
“ Onlara verilen sadakadan hem sadaka hem de sıla-yı rahim sevabı alınır.”
Kaldı ki bu vesile ile hadis kitaplarında akraba bağlarının gözetilmesi ile alakalı müstakil babların ve yüzlerce hadisin bulunduğunu da hatırlatmak isterim.
Bunu öncelikle belirtmemin sebebi, Kur’an ve sünnette kayınpeder ve kayınvalideyi görüp gözetme, koruyup kollama hususunda net bir beyan yoktur, itiraz veya düşüncelerinin önünü kesmek içindir. Hayır, Kur’an ve sünnette kayınpeder ve kayınvalideyi direkt veya dolaylı olarak ele alan beyanlar vardır. Yukarıda sunduğumuz akraba kategorileri buna bir örnek olduğu gibi, Kur’an’da (Nisa, 4/23) kendisi ile evlenilmesi haram insanlar sınıfında açıkca kayınvalidelerin zikredilmesi de ayrı bir örnektir.
Bir başka açıdan; diyelim ki Kur’ani ve Peygamberi beyanlarda bu çizgide bir açıklama, emir veya yasak yok. Bu takdirde ne yapılacak; işte maslahat prensibinin işletileceği nokta burasıdır. Maslahat İslam hukukuna göre hükmü bilinmeyen meselelerde kullanılan bir metodolojidir. Genel tarife göre maslahat; hükmün kendisine bağlanması ve üzerine hüküm bina edilmesi insanlara bir fayda sağlayan veya onlardan bir zararı gideren ve bunun geçersiz sayıldığına dair şer'i bir delil olmayan manalara denir. Maslahat Allah'ın muteber sayıp-saymamasına göre üçe ayrılır. Mutlak anlamda dikkate alınması gerektiğine dair şer'i delil olan maslahatlara maslahat-i mutebere (mesalih-i mutebere) denir. Allah tarafindan geçerli veya geçersiz sayıldığına dair delil bulunmayan maslahatlara -ki içtihada bırakılmış meselelerdir bunlar- maslahat-i mürsele (mesalih-i mürsele), şer'i delilin muteber sayılmayacağını gösterdiği maslahatlara ise maslahat-i mülğa ( mesalih-i mülğa) denir.
Bir başka açıdan maslahata dayalı olarak hüküm verebilmek için maslahat denilen, maslahat olarak görülen mananın Ramazan el-Buti’nin tesbitlerine göre;
1. Allah’ın hedeflediği gayelere uygunluk içinde olması,
2. Kur’an ile çelişmemesi,
3. Sünnet ile celişmemesi,
4. Kıyasa aykırı olmaması,
5. Kendinden daha önemli veya eşit bir maslahatı ortadan kaldırmaması gerekmektedir.
Şimdi bu aşamada şunu söyleyebiliriz; kayınvalide ve kayınpederin ya da eşinin kardeşlerinin damadın yardımına muhtaç olduğu durumlarda, damadın imkanları ölçüsünde maddi yardımda bulunması bir maslahattır. Maslahattır; çünkü dinin temel değerleri ile çatışması bir tarafa örtüşmektedir. Hatta mesalih-i mürsele değil, mutebere sınıfındandır. Ve Ramazan Buti’nin tesbitleri içinde yer alan hiç bir maddeye de aykırı değildir.
Bu hususa bir başka açıdan yaklaşarak farklı bir açılım kazandırmak istiyorum; usul-u fıkıhçılara göre maslahat zaruri, külli ve kat’i olmalıdır. Zaruri demek, usul-u hamse adı verilen ferdi ya da içtimai olarak el ele vererek korunması gerekli olan beş temel unsurun bu maslahatla korunmus olması demektir. Onlar da herkesin bildiği gibi, din, nesil, mal, ırz ve hayattır. Külli demek, maslahatın sadece şahsa özgü değil, bütün ümmete şamil olmasıdır. Kat’i ise maslahattan elde edilecek şeyin kesin olması demektir. Şimdi damadın kayınpeder ve kayınvalidesine bahsi geçen çizgide yardımı, sahiplenmesi şahsi kanaatıma göre bu üç unsuru da içinde barındıran bir maslahattır.
Pekala bu maslahata bağlı olarak elde edilen sonuç bağlayıcı bir değere sahip midir, denilecek olursa, yine bir usul kaidesi ile bu soruya cevap bulabiliriz; “Yasaklar mefsedete, emirler ise maslahatlar üzerine kuruludur.” Burada maslahat zaruri, külli ve kat'i olduğuna göre elbette farz, vacib mesabesinde olmayan bir yükümlülük söz konusu olabilir. Yalnız bu yükümlülük hukuki değil ahlaki düzeydedir. Hukuki olabilmesi için mahkeme kararı olması gerekmektedir.
Ayrıca Arap örf ve adeti ile bizim bugün içinde yaşadığımız toplumda damad ile kayınpeder-kayınvalide münasebetleri farklı bir seyir izleyebilir. Bu farklılık erken dönem İslami hayata ve hükümlere o toplumda kabullenilen şekliyle yansımasına sebep olmuştur. Bu durum aynı zamanda fıkıh kitaplarında bahsi geçen çizgide net görüşlerin yer almamasının da bir izahıdır.
Buraya kadar damad-kayınpeder, kayınvalide diyerek ele aldığımız her şey gelin-kayınpeder, kayınvalide münasebeti için de geçerlidir. Maddi açıdan, yani gelinin madden eşinin anne babasını desteklemesi, yardımda bulunması –istisnalar hariç- olmasa bile, onlara hizmet noktasında çok yoğun tartışmaların yaşandığı bir alandır. Bir başka ifadeyle gelin-kaynana geçimsizliği. "Kadının eşinin kayınpeder ve kayınvalidesine bakma yükümlülüğü var mıdır?" ile başlayan sorular kümesini kasdediyorum daha açıkcası. Bence bu ve benzeri istikametteki sorulara da yukarıda izahını yapmaya çalıştığımız maslahat açısından bakmalı ve cevabı gerek maslahatın mutebere oluşu ve gerekse zaruri, külli ve kat’i oluşu noktalarında aramalıdır.
Dini açıdan anne babaya bakmak zorunda olan kimdir?
Anne baba bakıma muhtaçlarsa, evladın onların bakımıyla ilgilenmesi dinimizin emridir. Bu bakımdan evlat ya bizzat kendisi bu vazifeyi ifa edecek veya bir hizmetçi tutup onların hizmetlerini gördürmesi gerekir.
Kayınpeder kadın için babası hükmündedir; bu bakımdan kendisine namahrem değildir.
İslam’ın hakkıyla yaşanmadığı yerlerde veya şahıslarda, ister istemez bazı sıkıntılar yaşanacaktır. Bu sıkıntıları da İslam ve Kur’an ilacı ve reçetesi ile tedavi etmek durumundayız.
İslam hukuku olayları değerlendirirken öncelikle farz ve haram noktasından ele alır. Yani bu işi yapmak farzdır veya değildir, haramdır veya değildir, şeklinde bir hüküm açısından konuyu açıklar.
Bu nedenle, bir şeyin farz olmaması hiçbir şey yapması gerekmez anlamına gelmemelidir. Örneğin Hanefi mezhebine göre Fatiha suresi okunmadan kılınan namaz caizdir. Ancak Fatiha okumak vaciptir. Vacibin terkiyle namaz bozulmaz, demektir. Yoksa Fatiha okusan da olur okumasan da, demek değildir. Okumak vaciptir ve bilerek terk eden sorumlu olur, ancak namazın farzları yerine getirildiği için de namaz geçerli olur.
"Eşlerin kayınpederine bakma yükümlülüğü var mıdır?" konusunda İslam alimleri şunları söylemektedirler. “Bir gelin kendi kocası ve hatta çocuğuna bile bakma zorunluluğu yoktur. Dolayısıyla bir kayınpedere bakma sorumluluğu da yoktur." İşte bu hüküm farziyet noktasından değerlendirilerek verilmiştir. Yani bir gelin kayınvalidesine bakmamakla haram işlemiş olmaz. Ancak birçok sünneti terk etmiş veya bazı mekruhlara girmiş olabilir.
Şimdi karşımıza bir gelin hanımı alarak sohbetimizi devam ettirelim:
Kayınpederiniz, beyinizin babasıdır. Siz ayrılsanız veya kocanız vefat etse dahi, akrabalığınız en azından çocuklarınız aracılığıyla devam ediyor demektir. Aile içinde şu veya bu şekilde, az veya çok, görüşmelerinizin sıklığı ve sâkinliği nisbetinde hak-hukuk mutlaka olacaktır ve zaten vardır. Bu gibi konularda hürmet ve saygı başta olmak üzere, dinî ölçüleri zorlamamak kaydıyla anlayış ve hoşgörü ortamı içinde münasebetleri sürdürürsünüz. Kendinizi dinen ve vicdanen rahat hissediyorsanız mesele yok, ancak kayınpeder olup olmaması bir tarafa, insan olarak kalbini kırma, gıybetini yapma, soğuk davranma, meşru istek ve arzularını yerine getirmeme gibi hallerde bulununca mutlaka hak geçer. Bunun için özür dileme, helâllik isteme gibi telâfi yollarını tercih etmelidir.
Demek ki bir evlat anne ve babasına bakmakla yükümlüdür. Bu vazifesini yapmadığı takdirde günaha girmiş olur. Gelin ise kayınvalide ve kayınpederini br yabancı olarak değil de anne ve babası gibi görmeli ve onlara hizmette kusur etmemelidir.
Gelin kayınvalidesi ile aynı evde yaşamak zorunda mıdır?
Gelin kocasının ana babasıyla aynı yerde kalmaya, onlara bakmaya (hukuken) mecbur değildir. Ama (diyaneten) hizmet etmesi tavsiye edilir. Beyinin imkanı elverdiği nispette ayrı ev, yoksa ayrı oda dahi isteyip ayrı yerde kalabilir, hizmet etmeye zorlanamaz. Ancak beyinin mutluluk ve huzuru hanımın da mutluluk ve huzuru olacağından, bir hanımefendi mümkün olduğu kadarıyla beyinin ana babasına hizmette kusur etmemeye gayret gösterir, böylece ailenin mutluluğunu, huzurunu sağlamaya katkıda bulunmuş olur. Çünkü hiçbir evlad ana babasını ihmal etmez, muhtaç oldukları zaman onların hizmetine koşmaktan geri durmaz. Mutlaka ana babasına hizmet edecek, onların mutluluğuyla mutlu, mutsuzluğuyla da mutsuz olacaktır.
Hanım hukuki hakkını kullanıp da kayınvalide ve kayınpederine hizmetten uzak kalması, beyinin mutsuzluğuna sebep olup sevgi azalmasına vesile teşkil edecektir. Bir hanım da, bunu istemez elbette. Kaldı ki bugünün gelinleri yarınların da kayınvalideleridirler. Onlar bugün kayın validelerini ihmal edince yarın kendilerinin de ihmal edilmeye müstehak olacakları aşikardır.
Öyle ise hukuken olmasa da diyaneten istenen bu hizmet işlerini, gelinler ihmal etmemeli, bir gün kendilerinin de aynı şekilde hizmete, hürmete muhtaç hale geleceklerini unutmamalılar. Ayrıca bu gibi iyilikler karşılıklıdır. Bugün kendisi beyinin ana babasına hizmet eder, yarın da beyi kendisinin ana babasına hizmet eder. Hiç belli olmaz; kim kime ne zaman ne şekilde muhtaç hale gelecektir. Asıl vefa ve sadakat da böyle günlerde belli olur zaten. Kaldı ki bu hizmetler de yabancıya değil; ana baba makamına kaim olan kayınvalide ile kayınbabaya yapılmaktadır. Öz ana baba olmasa da ana baba yerine geçenlerdir bunlar.
Anne-baba, yavrusunun yuvasını yıkan kişi olabilir mi?
Bir baba ve ana yavrusunun yuvasını bozabilir mi; aile ocağını söndürmeye yönelik tutum ve tavır içinde olabilir mi?
İlk bakışta insan buna ihtimal veremiyor, hatta hemen cevap da vermek istiyor:
– Hayır bir baba, ya da ana ne oğlunun, ne de kızının yuvasını yıkmak isteyemez, aile saadetini bozmaya yönelik telkinde bulunamaz.
Ne yazık ki beklenen bu olmasına rağmen, olan bu değildir. Kızının yuvasını, oğlunun ocağını bozacak tutum ve tavır içinde olan baba da vardır, ana da...
Niçin mi böyle?
Sebepleri çok ama, ne olursa olsun bazı babalar, analar beklenmeyen yanlışa sebep olabiliyorlar. Şayet gelin kendilerine hoş görünmemişse, isteklerine uygun hareket etmemişse (ki, istenen, uyum sağlamasıdır) bu defa veryansın ediyorlar gelin aleyhine. Bir de bakıyorsunuz ki evlad, hanımı ile ana babası arasında sıkışıp kalmış, kime göre hareket edeceğini bilemez hale gelmiş. Ya ana babanın telkinine uyacak, yuvasını bozmaya yönelecek; yahut da ısrarlı şekilde gelen telkinin altında ezilmeye devam edecektir.
– Sen bu kadını bırak, sana biz daha iyisini buluruz!..
Bir defa ana babalar bilmeliler ki, evlenen oğul artık elleri altında emir eri gibi tuttukları bekar çocukları değildir, evlenmiştir. Yani artık kendi başına yaşayacak hale gelmiştir. Onun da bir ailesi, onun da bir müstakil hayatı olacaktır. Siz onu süt çocuğu gibi görmeye, hayatına müdahale etmeye devam edemezsiniz.
Çoğuğunuz bırakın yakasını, yaşasın müstakil hayatını... Hanımı size hizmet eder, saygıda bulunursa takdir ve tebrike şayan bir tutumdadır. Ama bunu siz beklemeyin, o göstersin, o duysun bu saygı ve hürmeti.
Şayet dini ölçülerle zorlayacak olursanız karşınıza şu gerçekler çıkar:
* Gelin, sizinle birlikte yaşamaya mecbur değildir. Ayrı ev isteyebilir. Beyinin gücü yetmiyorsa aynı evde ayrı yaşayacağı oda bile isteyebilir. Bu odanın müstakil ev gibi özelliği de olacaktır...
* Gelin, beyinin babasına, anasına hizmete etmeye, arzularına uymaya mecbur değildir. Ancak uyum göstermesi, anlayışlı davranması elbette idealdir. Bu da zorla olmaz. Öyle ise artık elinizin altında bulundurmaya alıştığınız oğlunuzu, gelininizi birazcık bırakın, hayatlarını yaşasınlar. Bir gölge gibi takip ederek kendinize isyan ettirmeyin, hürmeti kendiliklerinden duymalarını bekleyin, zorla duyurmaya çalışmayın.
Şu satırların yazılmasına sebep olan bir konuşmanın özetini arz edeyim, sizler de ibretle bakın olaya. Kızcağız bakın neleri nasıl anlatıyor:
– Hocam, babam evimize geldi, beyimle tartıştı. Ondan sonra elimden tutup beni evine götürdü. Beyime, "Sana kız filan yok, bekle, gör." dedi. İki tane oğlum, şu anda beyimin yanında, ben babamın bedduasından korktuğum için babamın evinde beklemekteyim. Ne olacak benim halim? Bir tarafta beyim, bir tarafta babam. Babamın bu tavrı doğru mu?..
Siz böyle baba gördünüz mü hiç? Damadı ile bir konuda tartışacak, kızınca da kızının elinden tutup tekrar geriye döndürecek. İki tane de torun geride anasını bekleyecek...
Bir de şu ananın telkinine bakın:
– Oğlum, ben bu gelini beğenmiyorum. Hep kendi başına hareket ediyor, beni dinlemiyor. Sen bunu götür, babasının evine bırak, sana dünya güzelini bulurum ben...
Bunlar kızının, oğlunun yuvasını yıkmaya yönelik yanlışlar... Hem de ana babadan beklenmeyen yanlışlar. Evlatlar, böylesine haksız istekte bulunan ana babanın sözlerine uymaya mecbur değiller. Kurulmuş yuva yıkılmamalı, ama ana baba da kırılmamalı, bir münasip dille kendileri aydınlatılma ciheti tercih edilmelidir.
Ana babanın istekleri haklı olursa uyulur, olmazsa uyma mecburiyeti söz konusu olmaz. Bu konudaki bedduaları da tutmaz. Çünkü haklı değiller. Haklı olmayan beddualar etkili olmaz.
MUTLU BİR AİLEYE DÖRT MEKTUP
A.Sevgili Gelin Hanıma Mektup
1. Beyine hoşlanacağı isim ve sıfatlarla hitap et.
2. Onun sevdiği yemekleri güzel yap ki evini özlesin.
3. Beyin evden çıkarken onu uğurla; akşam döndüğünde güler yüzle karşıla.
4. En çok güzel görünmen gereken kişinin beyin olduğunu bil.
5. İffetini ve hayanı muhafaza et. En güzel elbisenin takva elbisesi olduğunu unutma; her işimizi murakabe eden Allah (c.c)'ı düşün.
6. Sevgini beyinle ve çocuklarınla paylaş. Evinin direği ol. Beyin evde olmadığı zaman gözü arkada kalmasın.
7. Beyine her fırsatta teşekkür etmeyi unutma. Gücü yetmeyeceği külfetin altına sokma, başkalarına da şikayet etme.
8. Beyinin işlerini, makam ve mevkisini bil. Sevincini ve üzüntüsünü paylaş.
9. Beyinin izni olmadan ve onun müsaade etmeyeceği yerlere gitme.
10. Tutumlu ol. Müsrif olma. Zor zamanlarda isyan etme.
11. Temiz ve tertipli ol. Beyinin elbiseleri de temiz ve ütülü olsun.
12. Beyinin akrabalarına ve onun sevdiklerine yedirip içirmekten kaçınma. Onlara güzel davran.
13. Kaynananı tecrübeli bir anne olarak sev ve say ki beyin üzülmesin.
14. Annenin evine gereksiz ve aşırı gitme ki evdeki işlerin aksamasın.
15. Çocuklarını hayırlı bir evlat olarak yetiştirmeye gayret et ki millette sizi hayırla yad etsin.
B. Sevgili Damat Beye Mektup
1. Evinden çıkarken hanımına "Allah'a ısmarladık!.." diyerek çık. Onun gönlünü hoş tut.
2. Pencerelerden yolunu gözletme, vakitlice evine gel.
3. Dışarıda yediğinden içtiğinden evine de getir.
4. Hanımının kusurlarını başkalarına anlatma, güzelliklerini an.
5. Evini harçlıksız bırakma, onları kimseye muhtaç etme.
6. İş hayatının sıkıntılarını eve yansıtma. Evde sevinç olsun.
7. Düğüne ya da gezmeye gittiğinde, mümkünse hanımını da götür.
8. Evine geldiğinde selamla ve güleryüzle gir ki, ev halkı da senin geldiğine sevinsin.
9. Evini Kur'an'sız, kitapsız, namazsız bırakma. Sabah namazına kalktığında ev halkını da kaldır ki, rahmet ve bereket gün boyu sizinle olsun.
10. Gayretli ol, kıskanç ol. Ancak tecessüs etme. Suizan ile hareket etme. Ayıp ve kusur araştırmakla meşgul olma.
11. İnsaflı ol. Hanımının gücünün yetmeyeceği işleri ondan bekleme. Gerekirse ona yardım et.
12. Kararlarında hanımınla da istişare etmeyi unutma.
13. Beklenmedik anlarda sürpriz hediyelerle gönül almasını bil.
14. Dünya evine girmek dünyaya dalmak olmamalı, ahiretini unutma. Din vatan ve insanlık için çalışmayı terk etme.
15. Şunu bil ki, az olan helal kazanç çok olan haram kazançtan hayırlıdır. Haram lokma yeme, hanımına ve çocuklarına da yedirme.
C. Değerli Kayınvalideye (Gelin Hanımın Annesine) Mektup
1. Kızını savunma, o şikayete geldiği zaman ona yüz verme. Damadının iyiliklerini başkalarına da anlat.
2. Kızının evine çok gitme ki saygınlığın artsın. Ancak torunların olduğunda yardımını da esirgeme.
3. Kızında ve torunlarında, damadının anne ve babasının hakları olduğunu unutma.
4. Hısımlarını akbalarını bil. Onların hatırını üstün tut.
5. Damadını oğlun bil. Onu da zaman zaman ara, gönlünü hoş tut.
D. Değerli Kayınvalideye (Damat Beyin Annesine) Mektup
1. Gelinini kızın gibi bil. El kızı gelip oğlumu aldı deme.
2. Gelinine annelik yap, kusur bulmak için çalışma. Çokta nasihat etme; kendini sevdir gerisi gelir.
3. Başkalarının, gelinin hakkındaki dedikodularına hemen inanma.
4. Yapabileceğin basit işleri kendin yap, gelininden bekleme. Kendi zamanınla kıyaslama.
5. Gelininden gizli oğlunla konuşma ki, gelinin senden endişe etmesin. Sana güvensin
0 notes
Photo
Tumblr media
4+1 her odada dus w.c var ozel gırıs kendıne aıt yuzme havuzu € 650 000 bın Euro #altınkale #döşemealtı #antalyasatılıkvilla #satılıkvilla #villadom #meltem #erş #neo #mim #hızır #çelik (at Hilmi Beken Restaurant) https://www.instagram.com/p/CgUGKH3qULu/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
radyobalfm · 5 years
Photo
Tumblr media
Mersin’de korkunç olay! Olay, Tarsus ilçesine bağlı Egemen Mahallesi'nde meydana geldi. Mahalle içinden geçen Berdan Irmağı'na serinlemek için girdiği iddia edilen tarım Mahmut Erşe suda kayboldu. İhbar üzerine gelen polis ve jandarma ekipleri arama çalışması başlattı. Erşe'yi arama çalışmaları sürüyor.  Kaynak :
0 notes
Video
youtube
Hicri 15. Asrın Müceddidi Hindistan-Hayderabad el-Mahadü’l-âli İslami Üniversitesi ve Marifet Derneği tarafından İstanbul WOW otelde düzenlenen ve 2 gün süren Uluslararası İnsanlığa Hizmet Sempozyumu, Mahmud USTAOSMANOĞLU Efendi Hazretlerine “İslam’a Üstün Hizmet Ödülü” verilmesi ile sona erdi. 42 ülkeden ve tamamı Ehli sünnet olan 350 alim ve 6 bin kişinin iştirakiyle gerçekleştirilen sempozyum, büyük ilgi gördü. Muhammed Avvame, Yusuf El-Kardavi (Video kaydıyla) ve Faruk Hamade gibi seçkin alimler konuşma yaptı. Ödül töreni ise meşhur kurra Abdussamed Abdülbasit`in oğlu Yasir Abdüssamed`in Kur`an-i Kerim tilavetiyle başladı.Ardından ödül komitesi başkanı Halid Seyfullah Rahmani, Şeyh Erşed Medeni, Cübbeli Ahmet Hoca, Şeyh Üsâme Rifai ve Muhittin Muhammed Avvame birer konuşma yaptılar. 42 ülkeden yaklaşık 350 alimin hazır bulunduğu merasimde Lübnan-Akkar müftüsü büyük alim Usame Er-Rifai hazretleri yaptığı duygulu konuşmasının sonunda; “Allah-u Te’âlâ ilmi ve dini âlimler vasıtasıyla devam ettirmektedir.Rasûlüllâh (Sallallahu Aleyhi ve Selem): ‘Allâh-u Te’âlâ her yüz senenin başında bu ümmet için din işini yenileyecek birisini gönderecektir.’ (Herhangi bir tarihte dine hizmet eden bir kişiye müceddid ünvânı verilemez.Ancak bu vasıf yüzyılın başında hayatta ve hizmette bulunan birine nasib olur.) Şu anda biz hicri takvime göre 15.asrın, miladi takvime göre de 21.asrın başında bulunmaktayız. İşte bu münasebetle hüsnü zan, bilakis araştırma neticesinde ve gerçeğe uygun olarak ifade ediyorum ki: Üstadımız Hazrat-ü Mevlânâ eş-Şeyh Mahmud en-Nakşibendî el Müceddidî el-Halidî Efendi Hazretlerin de: “Ümmetin diriliş ve tecdid yani yenileme vasıflarının toplandığını görüyorum”.Hal ile kal yani söyledikleriyle yaşadıkları arasını cem etme münasebetiyle ki, “O”gerçekten böyledir.15.asrın başında bu ümmetin dinini yenilen şahsiyet bu zat olmalıdır.” diyerek: Mahmud Efendi Hazretlerini Hicri 15.Asrın Müceddidi ilan etti. Müceddid kimdir? Peygamber Efendimiz[sav] Hatem-ül Enbiya olarak gelmiş ve bir rivayete göre 124 bin peygamberin son halkası olarak zinciri noktalamıştır.O’ndan sonra başka bir peygamber gelmeyecektir. Ama islamiyete daima dışarıdan eklemeler yapılmaya çalışılmıştır. İşte İsa Aleyisselamın veya Musa Aleyisselamın tahrif edilmiş dinleri. Hz.Muhammed [sav]efendimiz kendisine verilen görevle Bu ululazim İslam Peygamberlerinin dinlerini müslümanlıkla hem hitama erdirmiş noktalamış hemde mükemmelleştirmiştir.Kendisine vahyedilen Kitapta tüm ilahi vahiylerin yerine muhkem kitap olarak gönderilmiştir. Efendimiz[sav]ile noktalanan peygamberlik görevinden sonra görev müceddidlerindir.Yani ilmiyle amel edilebilen peşinden gittiğinizde sizin doğru yola devamınıza vesile olan. Bunlar devrin veya asrın müceddidleriyle bin yılın müceddidleridir. Dört mezheb imamımız bu müceddidlerdendir. Onlardan sonra yine yoldan sapmalar başladı. ve işte o zamanların müceddidleri İmam-ı Maturidi[Rha]İmam-ı Eş’ari durumu toparladılar bi’datları biiznillah ayıkladılar itikad imamlarımız oldular. Ama Eski sapık inançlarından kurtulamayan kavimler ve Müslümanlığın gelişiyle hükmü kalmayan dinlerin mensubları tekrar müslümanlığı dejenere etmeye çalıştılar. Bu sırada kilometre taşı müceddid-i Elfi sani İmam-ı Rabbani[ks]dir Bin yılda bir gelecek müceddidlerin ilkidir. Daha sonra asrın müceddidleri gelmeye devam etmiştir.Aynı asırda birkaç müceddid de gelebilir.Ama aslolan Edile-i şeriyeden sonra geçerli olan İmam-ı Rabbani[ksa]hazretlerinin mektubatı ve eserleridir onlar kaynak gösterilebilir. Hacı Mahmut Ustaosmanoğlu [ks]Ehli sünnet alimlerinin fikir birliğiyle asrın müceddidi seçilmiştir.350 alimin katıldığı bir törenle bu ünvanı alimlerce kabul görmüştür. Asrın müceddidinin bizlerden biri olması dikkat çekicidir. Müceddid yenileyici demektir. Bununla her yüz senede bir, dini yenilemekle manen vazifelendirilen büyük İslam alimleri kasd edilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde, “Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek hir müceddid gönderecektir” buyurmuştur. (Ebu Davud, Melahim, 1) Büyük İslam alimlerinden İmam Celaleddin Suyutî, müceddidlik hakkında bir eser yazmış ve zamanına (miladi 1400’lü yıllara) kadar geçen müceddidleri kendi kanaatine göre şöyle sıralamıştır: Ömer b. Abdulaziz İmam Şâfiî İmam Ebu’l-Hasan el-Eş’arî İmam İsferainî İmam Gazalî Fahruddîn Razî Takyuddin İbnu Dakîki’l-Iyd İmam Bulkînî İmam Suyutî, dokuzuncu müceddidin kendisi olduğunu ümit ettiğini söyler. Bunların çoğu hakkında farklı görüşler vardır. Suyuti’den sonraki asırlarda müceddid olarak meşhur olan isimler ise şunlardır: İmam-ı Rabbanî Şah Veliyyullah Dehlevî Mevlana Halid-i Bağdadî Kısaca Müceddidler İslâm dînini kuvvetlendiren, bid’atleri yâni İslâm dinine sokulmak istenen hurâfeleri söküp atan ve sünnetleri ortaya çıkaran âlimlerdir. Sünen-i Ebî Dâvûd’da zikredilen bir hadîs-i şerîfte; “Her yüz senede bir müceddid zâhir olur (ortaya çıkar). Ümmetimin işlerini yeniler.” buyrulmuştur. İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî’nin beyânına göre; “Bu ümmet, ümmetlerin en iyisi olduğu ve bu ümmetin Peygamberi, peygamberlerin sonuncusu olduğu için, bunların âlimlerine, İsrâiloğullarının peygamberlerinin mertebesi verilmiştir. Peygamberlerin vazîfeleri, bu âlimlere yaptırılmaktadır. Bunun için, her yüz sene başında, bu ümmetin âlimleri arasından bir müceddîd seçilir. Hele bin sene geçince, geçmiş ümmetlerde bir Ulül-azm Nebi (veya resûl) gönderildiği ve onun işi bir nebîye (her yüz senede bir gönderilen peygambere) bırakılmadığı gibi, bu ümmette de, tam bilgili bir âlim seçilir. Bu zât, geçmiş ümmetlerdeki ülül-azm Resullerin işini yapar.” Müceddîd-i elf-i sânî, hicrî ikinci bin yılın yenileyicisi İmâm-ı Rabbânî hazretleri için kullanılan bir tâbirdir. Muhammed Hâşim-i Keşmî’nin ifâde ettiğine göre, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine ilk defâ, müceddîd-i elf-i sânî ismini veren, zamânının en büyük âlimlerinden Abdülhakîm-i Siyâlkûtî’dir. Abdullah-ı Dehlevî demiştir ki: “Sultanlar içinde Ömer bin Abdülazîz, din bilgilerinde İmâm-ı Şâfiî, tasavvufta Mârûf-i Kerhî, esrâr (sırlar, gizli şeyler) bilgilerinde İmâm Gazâlî, feyz vermekte ve kerâmetler göstermekte Abdülkâdir-i Geylânî, hadîs ilminde Celâlüddîn-i Süyûtî, tarîkat, hakîkat ve akâid inceliklerini açıklamakta ve kalplere akıtmakta İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendî, müceddîd idiler.”
18 notes · View notes
ghafahey · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
           osman & meleksima in every episode:   1x25   ‘ ekber and erşed (succession) ‘ :   “ i thought i would never smile again, but when you held my hand --- my pain and mourning              passed while i was with you. now allow me to hold your hand and be with you. “
38 notes · View notes
bilgipera-blog · 6 years
Text
11.Sınıf Tarih Dersi-Değişim Çağında Avrupa ve Osmanlı Konu Tarama Testi- 3
11.Sınıf Tarih Dersi-Değişim Çağında Avrupa ve Osmanlı Konu Tarama Testi- 3
11.Sınıf Tarih Dersi-Değişim Çağında Avrupa ve Osmanlı Konu Tarama Testi- 3 1. Osmanlı Devleti I. Ahmet zamanında “Ekber ve Erşed Sistemi’’ ile hanedanın yaşça en büyük ve olgun üyesinin hükümdar olmasını benimsemiştir. Buna göre Osmanlı Devleti’nde aşağıdaki alanlardan hangisinde değişiklik yapıldığı söylenebilir? A) Veraset Sistemi B) Sancak Sistemi C) Tımar Sistemi D) Devşirme Sistemi E)…
View On WordPress
0 notes
bilmisler · 6 years
Text
Osmanlı Hanedanı
https://bilmisler.com/osmanli-hanedani/
Osmanlı Hanedanı
Tumblr media
Osman Gazi’den Yavuz Sultan Selimce kadar saltanatın babadan oğula geçmesi (Evlâ- diye) yöntemi On altıncı yüzyıl sonlarına kadar bazı şehzadelerin babalarına ya da kardeşleri­ne karşı ayaklanarak taht kavgasına girişmelerine yol açtı. Yavuz Sultan Selim’den sonra Sultan I. Ahmed’e (1617) kadar Osmanlı tahtının verâsetinde “ekber evlâd” (en büyük erkek evlâd) yöntemi ve daha sonra ise hanedanın en yaşlı erkek üyesi (ekber ü erşed) kuralı uygulandı.
Böylece On yedinci yüzyıl ortalarından itibaren  şehzadelerin katledilmeleri önlenmiş, an­cak şehzadeler Topkapı Sarayında “Kafes” tabir edilen “Şimşirlik Kasrı”nda oturtulmuşlardır.
Padişahların toplam sayısı 36 ‘dır. Ancak, Sultan II. Murad , Fatih Sultan Mehmed ve Sultan I. Mustafa ikişer kez tahta çıkmışlardır. Padişahlardan 15’i birbirinin kardeşi ve amca- oğlu’dur. Dolayısıyla (1299) Osman Gazi’den saltanatın kaldırılması (1922) tarihine kadar ge­çen 623 yıllık süre içinde Padişahların batın sayısı 21’dir.
Hanedan şeceresinde toplam 13 farklı padişah adı bulunur: “Orhan, İbrahim, Abdül- mecid ve Abdülaziz” isimleri “l’er”, “Bayezid, Süleyman, Mahmud” 2’şer ; “Osman, Selim, Ahmed” 3’er; “Mustafa” 4 ; “Murad” 5 ; “Mehmed” 6 kere kullanılmıştır.
Diğer taraftan padişahlar arasında isimleri kadar lâkab’ları da ünlü olanlar şunlardır:
Osman ile Orhan (Gazi); I. Murad (Hüdavendiga»); I. Bayezid (Yıldırım); I. Mehmed (Çelebi);
Mehmed (Fâtih); II. Bayezid (Velî); Selim (Yavuz); I. Süleyman (Kanunî); II. Selim (Sarı), III. Mehmed (Eğri Fatihi); I. Mustafa (Divâne), II. Osman (Genç); III. Osman (Nurî), IV. Murad (Bağdad Fatihi); İbrahim (Deli), IV.Mehmed (Avcı); III. Selim (Halim); II. Mahmud (Adlî);
Osmanlı padişahları şiir’le de uğraşmışlardır. Padişahların şiirlerinde kullandıkları mah­laslar da şöyledir: Murad II (Muradî), Fatih (Avnî), Bayezid II (Adlî), Yavuz (Selimî), Kanunî (Muhibbi), Selim II (Selimî), Murad III (Muradî), Mehmed III (Adlî), Ahmed 1 (Bahtî), Genç Os­man (Farisî), Murad IV (Muradî), Mustafa II (İkbali), Ahmed III (Necibi), Mahmud 1 (Sebkatî), Mustafa III (Cihangir), Selim III (İlhamî) ve Mahmud II (Adlî).
Aralarında Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim (Farsça), Kanunî Sultan Süley­man, Sultan III. Murad (2 Türkçe, 1 Arapça, 1 Farsça olmak üzere 4 adet), Sultan III. Selim de “divan” sahibi olan padişahlardır.
İlk altı hükümdar Bursa’ da, daha sonrakiler de İstanbul’da gömülüdür.
Gülüş yaşı açısından en genci 7 yaşında Padişah olan Sultan IV. Mehmed’dir. Osmanlı padişahlarının ortalama “Gülüş yaşı” 32, “saltanat süresi sonundaki” yaş ortalaması 50, orta­lama saltanat süresi 17 ve vefat ettikleri yaş ortalaması da 51’dir.
Hanedan’da 15 taht’tan indirme olayı yaşanmış, Sultan I. Mustafa ise iki kez tahttan indirilmiştir. İki padişah da kendi istekleriyle saltanattan feragat etmişlerdir. En uzun salta­nat süresi 45 yıl, 11 ay, 7 gün ile (1520-1566) Kanunî dönemi’dir.
Osman Gazi’den Kanunî Sultan Süleyman’a kadar gelen 10 padişah bütün seferlere ka­tılmışlardır. Kanunî’nin oğlu Sultan II. (Sarı) Selim sonra gelen 21 padişah içinden de yalnız­ca 5’i seferlere katıldılar.
Ancak savaş stratejilerinin değişmiş olmasının da bunda katkısı olduğu düşünülmelidir. Nitekim fiilen savaşa katılmamış olmalarına rağmen 5 Padişah da fet­vayla itibarî olarak “Gazi” unvanı almışlardır.
0 notes
horozmehmetemin · 4 years
Text
Tumblr media
PROF. İLBER ORTAYLI’DAN A’DAN Z’YE CUMHURİYET
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Cumhuriyet’i ilan etmesinin bugün 94’üncü yıldönümü. Modern Türkiye’nin kurulduğu 29 Ekim 1923’e giden yolda neler yaşandı. Cumhuriyet’in ilanından sonra hangi alanda nasıl bir ilerleme kaydettik, bugün ne durumdayız? Gazetemizin yazarı Prof. Dr. İlber Ortaylı anlatıyor.
A-ANKARA
Milli Mücadele döneminde Ankara’nın tarifi herkesi yanıltıyor. Başkentimiz, geçen asırda Anadolu’nun en Avrupai şehriydi. 19 ve 20’nci asırlarda ticari bakımdan pek çok Anadolu şehrine göre dış dünyayla çok daha fazla teması vardı. Avrupalı doktorlar, konsolosluklar, yabancı okullar, Ermeni ve Katolik cemaatiyle zengin tiftik tüccarları buradaydı. Şehir, iş ve girişim kabiliyeti olan insanlarla doluydu. Bu şehir, bu özellikleri nedeniyle İstiklal Harbi’nin direniş merkezi olmaya kendi aday oldu. Diğer şehirlere gelince... Erzurum Kongresi, bizim bildiğimizden daha az delegeyle toplandı, Sivas’ta da çok kalabalık yoktu. Orada Mustafa Kemal Paşa’yı sıcak karşıladılar ama Sivas uzaktı, bir merkez olamazdı. Mustafa Kemal Paşa’yı, en büyük destekle karşılayanlar Ankaralılardı. Üstelik bu şehir, demiryolu bağlantısıyla da Anadolu’ya hâkim bir noktadaydı. Nitekim, Meclis Hükümeti burada kuruldu ve İstiklal Harbi’nin merkezi oldu.
B-BAĞIMSIZLIK
Cumhuriyet’e giden yolda Gelibolu, Sarıkamış ve Halep’te yaşananlar ve nihayet İstiklal Harbi, vatan savunmasını bilen nadir milletlerden olduğumuzu göstermiştir. Büyük komutanlarımız ve büyük devlet adamlarımız her defasında ortaya çıkabilmişse, işgalcilere kafa tutup bağımsızlığı başarabildiysek, bunun bu topraklarda bir geleneği var demektir.
C-CUMHURİYET
Birinci Cihan Harbi’ndeki mağlubiyetten sonra Cumhuriyet’i kuran hareket bir direniş gösterdi ve konumunu hak etti. Oysa mağlup olan devletlerden hiçbiri böyle bir direniş gösterememişti. O ülkeler, galiplerin dayattığı anlaşmaları kabul etti ama Türkiye direndi. Bu memleket kendi isteklerinde diretti ve o direnişi örgütleyip komutayı elinde tutanlar da Cumhuriyet rejimine geçti. Cumhuriyet bugün oturmuş bir rejim ama bugün itibariyle onun mahiyetine karşı olanlar var. Üstelik içeride birtakım gruplar ve dışarıda da herkes Türkiye’nin dostu değil; onlar Türkiye’nin huzurunu bozuyor. Türkiye bunun üstesinden gelecektir. Bununla beraber, her türlü cumhuriyet fikri var olabilir. Muhafazakâr bir cumhuriyet de, çok ilerici bir cumhuriyet de; ikisinin arasında gidip gelen de... Rejim, ideoloji demek değildir. Asıl mesele ideolojidir. Yani sekülarizm, hukuk ve Batı’dır.
Ç- ÇANAKKALE
Her milletin tarihinde Çanakkale Zaferi gibi abideler görülmez. Bizde vardır ve bu bütün Doğu’da tektir. Çanakkale Zaferi, çok kolay organize olan, direnebilen, tahammül edebilen ve belirli bir hedef etrafında ısrar eden bir ordu, komuta heyeti ve toplum olduğumuzu gösterir. Cumhuriyet’i kuran maya budur.
D-DUMLUPINAR
1922’deki Dumlupınar Zaferi, Cumhuriyet yolunda Türklerin Küçük Asya’daki anavatanlarını savunmalarının zaferidir ve beklenen bir zaferdir. En başta başkumandanımız ve subaylarımız bunu bekliyordu. Ama Mussolini’ye karşı Yunanistan’ı savunan, Yunan ordusunun seçkin subaylarından ünlü komutan Ioannis Metaksas da “Oraya çıkmayın, iki günde Türk ordusu karşınıza çıkar, sizi mahveder” demişti. Dediği gibi oldu.
E- EKONOMİ
Osmanlı İmparatorluğu, 1875’te moratoryum ilan etti. Osmanlı-Rus Savaşı’nda beklediğimiz destekleri alamamıştık. Zaten borcunu ödemeyen birini kim destekler ki? 1881’de Düyun-u Umumiye kuruldu. Borç ödemelerini yapmaya başladık. Bu yüzden Cumhuriyet Türkiye’sinin durumu ekonomik açıdan iyi değildi, nasıl olsun? En büyük kaybı da nitelikli nüfustu. Ne var ki İkinci Harp’e girmeme akıllılığını gösterdik. Yatırımlar için bazı gerekli maddeleri kolaylıkla temin edemedik ama en azından ithalat çok kısıldı, ihracat arttı. Taş, toprak bile sattık da 1950’lerdeki kalkınmayı yapabildik.
F-FEVZİ ÇAKMAK
Fevzi Paşa, İstiklal Harbi’ne diğer büyük isimlere nazaran daha geç katıldı. İstiklal Harbi’ne katılım konusunda bayağı gecikmişti ama sonra, yaptığı işi, çok büyük sadakatle ve ciddiyetle yaptı. Onun dahli askeri açıdan Milli Mücadele’yi zenginleştirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci mareşalidir. Bu unvan kendisine, ‘Birinci Mareşal’ Mustafa Kemal tarafından Dumlupınar Zaferi sonrası verildi.
G-GELECEK
Türkiye’de, eğitim, tıp, mühendislik 19’uncu asra göre epey ilerledi. Ülke endüstrileşti; kırsal yapı değişti. Cumhuriyet gerekli kültürel dönüşümü, hukuk ve adalet devrimlerini tamamlayamadı ama gelecek için ümitliyim.
H- HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
1924 yılı mart ayında hilafet ilga edildi ve hanedan üyeleri yurtdışına çıkarıldı. Halifelik bugün olsa, o müessese yürümezdi, bu açık. Çünkü siyasi bir konuma çevrilirdi.
I-IŞIK
Genç Cumhuriyet ışık ve ümit vermese bazı şeyleri başaramazdık. Gelin bunu sağlık açısından ele alalım. Refik Saydam gibi seçkin bir sağlık bakanının arkasında yokluklar içinde kavrulan bir sıhhiye ordusu vardı ve beraber çok şey başardılar. Penisilin ve sülfamitlerin icadından evvel frengi, sıtma ve tüberküloz gibi salgın hastalıkları önlediler.
İ-İTTIHATÇILAR
Türkiye tarihinde bir atılımdır, Doğu dünyasında olmayan bir şeydir. İttihatçılar, yeni Türkiye’deki birtakım hastalıklara, totaliteryanizme itibar etmemeyi getirmiştir. Bununla beraber Cumhuriyet işe, İttihatçı kadroları eleyerek başladı. Yeni cumhuriyet kadrosunu İttihatçı olarak görmek bir tartışmanın konusudur.
J-JÖN TüRKLER
Fransa’nın İstanbul’a giren işgal komutanı Louis Franchet d’Espèrey, “Ne varsa bu Jön Türklerde var. Bunlara dikkat edin. Bütün dinamizm bunlardadır” demişti. Jön Türkler, imparatorluğun çökmek üzere olduğunu gördü. Bunu önlemek için de kanuni ve hukuki bir idare istediler. Türkiye’yi, o kadronun öğrencileri kurdu.
K- KADIN HAKLARI
Cumhuriyet’ten evvel, Türkiye’de kadın hareketlerinde, kadının aydınlanmasında bir atılım vardı. Ancak Cumhuriyet, bu hareketleri yönlendirmeyi, kanunlaştırmayı, sistemleştirmeyi başardı. Kadının toplum hayatındaki yerini, üstelik birçok Batı toplumundan önce kadınlara seçme-seçilme hakkı vererek sağlamlaştırmış olması, Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından biridir.
L-LOZAN
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk işlerinden biri, on ay boyunca büyük diplomatik çekişmelerle süren, ancak 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nı meclis olarak tasdik etmekti. Bize Lozan’da hiçbir şey verilmedi, biz kendimiz aldık. Lozan’a bugün ‘zafer’ diyen de var, ‘hezimet’ diyen de… Harpten yeni çıkmış bir millet olarak, çok korkunç olan eski antlaşmayı, Sevr’i kabul etmedik. Lozan, bir uzlaşmadır.
M-MİSAK-I MİLLİ
Sınırları 1912’den beri tam belli değil. Kısmen Halep’ten, hakikaten Musul’dan geçiyor. Mütareke anında ordumuz oradaydı. Oradan itilmemiz sonradan mütareke ahkâmının ihlaline dayanır. Hukuki değil ama mütareke şartlarında galipler böyle değişiklikler yapabiliyor. Halep ve Musul işte böyle
birdenbire gitmiştir.
N-NESİL
Cumhuriyet’i kuran nesil, yani Mustafa Kemal’in nesli, 19’uncu asrın sonunda reformlar geçiren bir ülkenin insanıdır. Doğu’da ilk defa Müslüman bir ülke kendini, ordusunu ve teknolojisini değiştirdi. Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ve Enver Paşa bu zümredendir. Bu insanlar bu dünyayı 30 yaşında öğrendi. Suriye’de, Arabistan’da askerlik yaptılar, oradan da Balkanlar’a gittiler. Osmanlı İmparatorluğu, çökme döneminde olsa da değişiyordu. O ortamda büyük kumandanların çıkmaması mümkün değildi. Bugün Türkiye’de her nesil olumlu veya olumsuz manada eskisinden çok farklı oluyor. Türkiye kalkınıyor, sanayileşiyor ama kültürel bir dünya inşasında eski nesle göre farklılıklar var. Yapılan işte eski neslin renkliliği ve sağlamlığı kalmıyor. Daha yüzeysel bir gelişme söz konusu.
O-OKUL
Türkiye kapalı köylerde yaşayan bir ülkeyken, İkinci Cihan Harbi’nden sonra dünyaya entegre olup bir birikim sağlayabildi. Peki bu başarıyı sağlayan elemanlar nereden çıktı? Okullar, imparatorluktan kalmaydı; Cumhuriyet, üstüne çok iyilerini ilave etti. Mesela Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ziraat Enstitüsü... Buralardan yeni entelektüeller çıktı. Onun için Cumhuriyet bir seferberliktir.
Ö-ÖĞRETMEN
Bu toplum, öğretmenlere çok saygı gösterdi. Cumhuriyet dönemindeki öğretmenler çok seçkindi, en tahsilli olan onlardı. Bu kadar büyük hocaların talebesi oldum, bu kadar büyük üniversitelerde okudum, hayatımdaki en iyi öğretmeni sorsanız, size ortaokuldaki öğretmenimi söylerim çünkü o, Eğitim Enstitülüydü. Cumhuriyet kurulduktan sonra, Mustafa Kemal Paşa, ordunun masraflarını kıstı, Milli Eğitim’e iyice yoğunlaştı. Bu, yüzde 90’ı okuma yazma bilmeyen bir toplum için büyük bir adımdır.
P-PADIŞAH
1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi, saltanatı ilga etti ve son padişah Vahdeddin’e şunu tebliğ etti: “Bundan sonra erşed ve eslah, ilmen ve ahlaken en önce gelen hanedan üyesi halife seçilecek ama bu halife, Türkiye Devleti’ne istinat edecek.” Bu, ‘hanedandan biri halifedir ama iktidar devletin elindedir’ demek. Yine de saltanat ilga edildikten sonra Vahdeddin, İstanbul’da hanedanın en ahlaklı ve ilmi en derin adamı olarak kendisinin seçilmesini beklememiştir. Hazineden hiçbir şey almadan Avrupa’ya sığınmak durumunda kaldı. Bazen “Atatürk istese padişah olmak ister miydi” diye soruluyor. O, padişah olmak istemedi, neden istesin ki? İran’da Rıza Şah’ı önce cumhurreisi yapmaya kalktılar, o da kabul etti. Derken vazgeçti, şah oldu çünkü şartlar onu gerektiriyordu. Cumhurbaşkanlığını krallığa çevirdi. Atatürk bu meseleden dolayı onu sevmezdi.
R-REJİM
Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları Cumhuriyet’i ilan ederek rejimin adını koydu. Ancak bu o kadar da kolay değildi. Çünkü mebuslar (milletvekilleri) içinde hâlâ halifeyi ve padişahı isteyenler vardı. İkincisi, daha Cumhuriyet kurulmadan da önce, İstiklal Harbi’nin birçok komutanı bile İstanbul’a girmek, onu geri alabilmek ümidinde değildi. Anadolu’nun bir kısmını kurtarmak onlara göre o an için yeterliydi. Halbuki Atatürk bir dâhi olduğu için karşı tarafın açığını görmüş ve “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” demişti. Cumhuriyet’in ilanı da böyle bir uzak görüşlülüğün eseridir.
S-SAMSUN
Samsun, Anadolu’ya çıkış noktasıydı. 19 Mayıs’ta Bandırma Vapuru’ndan inen Mustafa Kemal, ordu müfettişi orada karşılandı. Bu tarihimizin en önemli dönüm noktalarından biridir. Atatürk de zaten Nutuk’u bu tarihten başlatır.
Ş- ŞAPKA DEVRİMİ
Atatürk sokakta milletin ayrılmasını, kafa yapısının anlaşılmasını istemiyordu. Yani ‘Şapka Devrimi’ bir şekil devrimi değildi. Birdenbire kasabanın ortasında şapkalı adamlar belirdi. Bunlar kıyafettir. İnsana temel bir şey gibi görünmez ama zihni meşgul eden unsurlardır. Şapkaya karşı bir direniş vardı. Mesela senin kızını, bir oğlan istiyor. Oğlan için “Nasıl biri” diye sorduklarında, “Şapkalının biri” diyorlar. Bu çok önemli. “Şapkalının biri” demek, “Dini, imanı, ananeyi, sana saygıyı unut” demekti. Neticede bugün kimse şapka takmıyor.
T-TREN
Demiryolları, son devir Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in tarihidir. Anadolu çok büyük, çok kurak, ulaşım yollarına kapalı bir yerdi; dünyayla ulaşım Karadeniz üzerinden sağlıklı bir şekilde sağlanamayacağı için bizi Akdeniz’e işte bu demiryolları bağladı. Demiryollarının fonksiyonu İkinci Cihan Harbi’nin sonrasına kadar devam etti. Bana sorarsanız, tekrar büyütmemiz gereken bir sistemdir.
U-ULUS
‘Ulus’ demek, ‘millet’ demektir. Bu kavram Fransız İhtilali’nden sonra çıktı. Ulus-devlet tam olarak nerede kuruldu, o tartışılır ama ‘ulus-devlet’ demek, aristokratik veya dini değerler değil, vatandaşlık, ırk ve kan bağı değerleridir. Halbuki şu açık ki, Türkiye’de bir ırk birliği yok. O zamanlar bu, vatandaşlık şeklinde telaffuz edildi, bunun oturtulması lazım diye düşünüldü.
Ü-ÜLKÜ
Ülkü, ideal, vatan yolunda ölmek ama aynı zamanda onun için var olmak demektir. Atatürk’ün “Milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirle besleyerek geliştirmek milli ülkümüzdür” sözü her şeyi açıklıyor.
VATAN
Cihan Harbi’nde biz bir vatan ve millet olduğumuzu ispat ettik. Vatan için savaşan, millet için ölen insanlar, başka yerde yoktur. Gençlerimiz şehit oldu. Zanaatkârlar, çiftçiler, eli ayağı tutan herkes… Dört yıllık bu savaş, bize milli bir bilinç kazandırdı. Cumhuriyet’i bu bilinçle kurduk.
YENİLİK
1923 yılında gelen yenilik Meclis’ten ibaret değildir, rejim değişti. Saltanat bitti, Cumhuriyet geldi. Devlet ortadan kalkmadı, bir devamlılık içinde sadece rejim değişti. Başkaları bize ‘Türkiye’ diyordu; ilk defa biz de kendimize Türkiye dedik. Ama 1923 sonrası yaşananlar 1923 kadar önemlidir. Mustafa Kemal Paşa, Medeni Kanun’u getirdi, hukukun romanizasyon sürecini tamamladı. O dönemde iktisadi sistemin ıslahına geçildi ve köyden aşar kaldırıldı. Eğitim ve sağlıkta da ciddi reformlar yapıldı. Her toplumun yenilenmesi gerekir. Yenilenme olmadan hiçbir kurumu yaşatamazsınız. Türkiye Cumhuriyet’le değişti. İkinci Cihan Harbi’ne girmedik, birikim yaptık. O birikimle yeni endüstriye girdik. İki asırdır Batı orduları karşısında savaşabilmek ve direnebilmek için yeni ilimleri, teknikleri öğrenmek zorundaydık. Öğrendik, onları geliştirdik. Batılılaşmak için Batılılaşmadık, ayakta kalmak için Batı’nın kurumlarını aldık ve devam ediyoruz. Bugün de bu kurala uymak, Batı-Doğu kavgasından kaçınmak zorundayız.,
ZAFER
Vatan için çarpıştık ve kazandık. 1922’de padişah gitti, monarşi lağvedildi. Biz, Cumhuriyet’i kurarken daha çok Lozan’ın havasındaydık. Lozan’dan sonra Cumhuriyet ilan edildi ama o ara, ‘Meclis hükümeti’ dönemidir. 23 Nisan 1920’yle Temmuz 1923 arası, Türkiye, ‘Meclis hükümeti’ olarak devam etti. Çünkü daha cumhuriyet ilan edilmemişti. Bu çok önemli. Bu bir bağımsızlık savaşı, işgalcilere karşı bir direnişti. Bizim zaferimizdi. Zafer denince, “Hükümdarı kovduk, cumhuriyet olduk” diye düşünülmesin. Üç senelik ‘Meclis hükümeti’ dönemi zaferin yapıtaşıdır.
0 notes