Tumgik
#ferit edgü
mdnbsrn · 4 months
Text
Ey çaresiz
Neyin çaresini arıyorsun
Neyin çaresi var, neyin yok
....
İnsanlar ölmesin demiyorum
İstediğim ölümsüzlük değil
Ne kendim ne başkaları için
İstediğim, çocuklar ölmesin...
11 notes · View notes
aglayankahkahaa · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media
“Sokaklarda dolaşıyorum. Bir yığın insan. Bir yığın görüntü.Gelip geçiyorlar. Aralarında ben bomboş.Aralarında ben: Hiphiç.”
17 notes · View notes
bohemkokusu · 6 months
Text
Tumblr media
Minimal öykü denince Ferit Edgü'nün adı öne çıkar.
15 notes · View notes
huzursuzlugun-blogu · 2 years
Text
tezer özlü’nün ferit edgü’ye yazdığı bir mektuptan: “ben en çok seni kavrayabiliyorum. nasıl anlatayım. senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum.”
***
leylâ erbil’e mektuplarında da
"Sen bilmezsin, bilme de zaten ama ben her anımı seninle bölüşüyor, içimden sana anlatıyorum." demesi..
31 notes · View notes
alasestrellas · 2 years
Text
"İnandırıcı olmak gerekmiyor mu?
Yazarken mi?
Evet. Özellikle yazarken.
Özellikle yazarken, hiçbir şey gerekmiyor.
İnandırıcı olmak ise, özellikle gerekmiyor.
Peki ne gerekiyor?
Sözcüklerin sesini dinlemek. Kalemin sesini dinlemek.
Ve (tabii) kendi iç sesini dinlemek.
Tümü bu kadar mı?
Hayır. Ama bu kadarı da yeter."
19 notes · View notes
Text
Tumblr media
“Yeni bir yol ara kendine.” diyor Ferit Edgü. Valla biz katılıyoruz Ferit beye. Hiçbir şey yitirdiğimiz haliyle kalmıyor ve zaten yitirdiysek bir defa o yolu, öyle olması gerektiği içindir diye düşünüyoruz. Sürmesi gereken her şey bir şekilde akıp yatağını buluyor ve su yolunda kırılmış bir testiyle cebelleşmek kadar lüzumsuz görüyoruz geçmişe dönme çabasını. Hadi diyelim döndük o yola ve en başından birleştirmeye çalıştık testinin her bir parçasını. Kırılmadan önceki haliyle kalmadığını göreceğiz. Çünkü her şey yalnızca değişimle koruyabiliyor özünü. Bu yüzden ne yitirdiğin o yol senin yolun ne sen artık o yolu yürüyen kişisin. Sen artık yeni yolculuklara yelken açacak ve değişip geliştiğin sürece özünle beraber var olmanın keyfine varacaksın. Ha, ille de o yola döneceğim diyorsan da geç olmadan onu yitireceğin bir sona sürüklememe gayretini göster diyebiliriz. Yoksa önünde kat etmen gereken yollar varken geri geri koşman seni sadece oyalayıp yoracak. Sonra bir bakmışız asıl yolun sonundayız. İşte o zaman dönme şansımız hiç kalmayacak. Tamam, tamam o kadar da karamsar olmayalım. Ama yeni yolculuklara da bu kadar çekimser yaklaşmayalım efendim. Yitenin ardından vakit kaybetmek yerine yeni yolculuklara çevirelim dümeni. Yeni bir yol demek yeni bir sen demek çünkü
14 notes · View notes
coldcoffeontable · 7 months
Text
O günlerde sürekli izleniyordum. Bıktım. Ben de beni izleyenleri izlemeye başladım. Böylece onlarla aramda bir eşitlik doğdu, onlar da ben de hem izleyen hem izlenen olduk.
2 notes · View notes
llucaasblog · 1 year
Text
"Dudaklarına değen dudaklarım. Dilini bulan dilim. Gözlerimin kapanması. Gözlerimin kapanmasıyla birlikte patlayan binlerce havai fişek. Sonra çöken karanlık. Karanlığın içinde parlayan, düşen… düşen, yüzlerce, binlerce yıldız. Bağırmak, parçalamak, parçalanmak isteği. Sonra unutuş. Olduğun yeri. Nereden geldiğini. Nereye gittiğini. Ne zaman geldiğini. Ne zaman gideceğini. (Çünkü zaman çoktan silindi. Çünkü zaman çoktan yok oldu. Ne mutluluk!) Yıldız yağmuru, içimi binlerce ışığa boğan yıldızyağmuru sürüp giderken, bir parçamın, isteğin ve ateşin ve patlamanın ve yok olmanın yoğunlaştığı, hem benim olan, hem de olmayan (ikinci bir varlık?) bir parçamın o ıslak, yaş, dar kapıyı zorlayışı, Aç, aç, aç, aç, aç… öleceğim, öleceğim.
Ve ölüşüm.
Sanırım, ilk kez, o gün, orda öldüm.
Ölüm de, mutlu ölüm de böyle olmalı. Boşlukta kayış. Zamansızlık. Her şeyin biçimini yitirip, gitgide silinmesi, sonra tümden yok oluşu. Duymuyordum bedenimi. Yalnızca bir devinim kendi kendini yok etmeye çalışan. Bir enerjiye dönüşmüştü bedenim. Ve yok oldum. Öylesine bir düşüştü ki bedenimin her hücresi ayrı bir ipek paraşüte bağlı ve her biri beni ansıyan, yani her biri, bir bedenin, bir insanın parçası olduğunu unutmamış, her biri o yok oluşla var oluşun aynı anlama geldiğini, o betimlenemez süreyi yaşamış ve yaşamakta, paraşütleri açılmış, hafiften esen yelle ordan oraya uçuşarak iniyorlardı yeryüzüne doğru.
Yeryüzü üstünde bir noktaya: bir çöle.
Sırtüstü uzanmış buldum kendimi toprakta.
İlk sorum:
-Yaşıyor muyum? Oldu.
Karşılık gelmedi.
Ne zaman soru sordumsa, gerçek, inandırıcı bir karşılık isteyen bir soru sordumsa, hiçbir zaman gelmedi karşılık. Bugünmüş gibi ansıyorum, o gün de gelmedi karşılık.
Onun yerine, nice sonra, yeryüzüne indiğimin bilincine varıp, dizlerimin üstünde sürüne sürüne denize ilerlerken, bana ulaşan bir soruydu gelen:
-Neden?
Hayır, sorumun karşılığına bir başka soru geldiği için, gelen soru bir neden bulmam için kafamı zorlamamı gerektirdiği için ve bulacağım cevabın yetersiz, gereksiz, inandırıcı olmaktan çok uzak olacağını bildiğim için, giderek bu sorunun (dolayısıyla gelecek cevabın da) anlamsızlığını gördüğüm için (artık ayaklarım- denizde de olsam- yerdeydi ve kafam çalışmaya başlamıştı) yıkılmadım, eziklik duymadım; ne de başkaldırmak isteği. Tam tersine, denizin içinde doğruldum. Suyun içinde büyük bir coşkuyla zıplamaya ve bağırmaya başladım.
-Çünkü… çünkü… çünkü… yaşamı yeniden buldum. Çünkü binlerce parçaya bölünüp yeniden birleşmek, böylece kendi kendimi doğurmak ve doğumuma tanıklık etmek, hayır doğumumu yaşamak istedim ve seninle birleşirken birleşme süreci içinde, anlıyor musun Gün, çiftleşmeden değil tekleşmeden söz ediyorum, o süreç içinde, duyuyor musun Gün, ağlamayı bırak, beni dinle, o neyin süreci olduğunu bilmediğim süreci yaşarken binbir parçaya, milyonlarca parçaya dağıldım, ama benden ayrılan her bir parça o süreci yaşıyordu, yükselirken milyonlarca ben olarak yükseldim, düşerken, milyonlarca ben düştük… yoksa, yoksa sen bunu yaşamadın mı Gün?
Böyle mi dedim, yoksa bu duyguları dile getiremedim de, anlamsız birkaç sözcüğü mü bağırdım Gün’e, denize, ulu atkestanesine bilmiyorum. Ama çılgınca bir devinimin içinde olduğumu, deli yunuslar gibi denize bir dalıp bir çıktığımı ansıyorum. Sonra, soluk soluğa Gün’e doğru koşuşumu. Onu elinden tutup kaldırışımı. Bacağının kıyıcığından akan ipincecik kanı dilimle yaladığımı. Ve durmadan, “söyle bana, yaşadığımı söyle, yeniden doğduğumu söyle” diye mırıldandığımı.
Sanırım, onu içinde bulunduğu devinimsizlikten ve gözyaşlarından, dudaklarımı bacaklarında duyar duymaz uyandırdım.
O da devinim içine girdi.
Kalktık.
Elinden tuttum.”
2 notes · View notes
denizkabuguincisi · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bir aydan beri yazıcam bu yazıları. Yaz mevsimi beni böyle yapıyor ama sonbahara ve kışa hazırım bence. Evet hayatımda yerine oturan bazı şeyler var. Biliyorum ve öyle yol almak bana güç veriyor. Ancak belirsizliklerden yol çıkarmaya çalışmak da bir o kadar yorucu. Ayarını tutturucaz. Aylardır bitiremediğim kitabı bir kenara bırakarak son bitirdiğim üç kitabın gevezeliğini yapmaya geldim.
Ferit Edgü hayatıma yeni girdi. Vesile olanı sevmemden ötürü zaten olumlu yaklaşıyordum. Okuduğum her satırında ayrı bi edebi lezzet alınca sanırım bir süre kitaplarını bırakmayacağım. Okuduğum ilk kitabı İşte Deniz, Maria’dan sonra roman türünde yazdığı Hakkari’de Bir Mevsim kitabı biraz serin geldi açıkçası bana. Öyküleri severim, öykücüleri severim. Ancak öykücü romancılar bana bir türlü yeterli güveni veremiyor gibiler. Öykülerin ağızda bıraktığı o yoğun tat roman gibi uzun soluklu bir anlatıda boğucu geliyor. Yani bitter gibi aslında. Yoğunluğu arttıkça tadı acılaşıyor. Bu kitapta da yer yer hissettim onu. Şiirsellik var bi yandan bi olay anlatılıyor. Hazmedilmesi lazım bu kitabın diyerek okudum. Kitabı güzel ve başarılı yapan tarafı Ferit Edgü bu denklemden çok iyi şekilde çıkmış. Hakkari’ye giden bir köy okulu öğretmeninin kendini arayışı / bulamayışı, yalnızlığı, coğrafyanın kuraklığıyla beraber hissedilebiliyor. Bu kitap özelinde güzel bir sohbete dahil olduğumdan daha uzatasım yok konusuyla, temasıyla, tahlilleriyle. Bir sonraki Edgü kitabında buralarda buluşuruz yine.
Genç Bir Şaire Mektuplar kitabını, annem önermişti. İncecik bir saatlik bir kitap aslında kendileri. Rilke’ye hayatımın bir döneminde biraz daha yer ayırmak istiyorum. Bu kitap başlangıcı oldu mu bilemem ama bir fikir verdi bence. Aforizmaları fazla olan bu kitap o süslü cümleleri göze sokmadan kulağınıza küpe edecek hale getiriyor. Hem edebiyata yeni başlayanlara tavsiyeler hem de hayata devam ederken minik ipuçları tadında bir kitaptı. Okundu ve bitti.
Sait Faik’le ilgili şimdiye kadar biraz biraz incelemeler, yorumlar okudum. Sait Faik’in Dünyası da bu kategoride bir kitaptı. Denizden gelen rüzgarın masa örtüsünü dalgalandırdığı o öyküleri bu kadar irdelemek zaman zaman bana acımasız geliyor. Eski çağlarda tıp öğrenmek adına kadavraları deşmek gibi bir şey. Yine de karşılaştığım incelemeler bana bir katkı sağlıyor, bakış açısı kazandırıyor en basitinden. Bu kitap bu noktada pek başarılı değildi. Sait Faik’in öykülerinden alınmış kesitlerde anlatılmak istenen fazla bölünmüştü. Üstelik zaten mükemmel bir anlatım varken, Sait Faik de bunu anlatmaya çalışıyor aslında diyerek yazı denemesi yapılması de meh dedirtmişti. Hem kitabı okurken hem de bu yazıyı yazarken öykülerini çok özlediğimi hatırladım. Rastgele bi kitabından bi öyküsünü fal tutup okumalı şimdi.
5 notes · View notes
zaaflardaolurmus · 2 years
Text
Eksik bir şey var. O akşam da eksik bir şey vardı. Tüm yaşamım boyu eksik bir şey vardı. Hiçbir zaman bulup çıkaramadım.
6 notes · View notes
mdnbsrn · 4 months
Text
Kitaplarını da dostlarını seçer gibi seçmeli kişi, öyle değil mi?
Hakkari'de bir mevsim /Ferit Edgü
12 notes · View notes
roughghosts · 2 months
Text
“Here, on this mountain, there’s the living and the dead.” The Wounded Age and Eastern Tales by Ferit Edgü
Years later, as I leaf through the notebooks, I see that these people and I, who didn’t speak each other’s languages, had understood one another. I don’t know what language we had I common, nor do I want to know. Our common language didn’t change them but it changed me. I’m sure of it. Every passing day returns to me the traces of our shared life in that mountain village; I see them. I live…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bohemkokusu · 4 months
Text
"Öyle anların var ki, sanki dünyada hiçbir şey yok. Sanki kendin bile yoksun."
4 notes · View notes
Text
Tumblr media
0 notes
alasestrellas · 2 years
Text
"Kime soracağımı bilmiyordum.
Bu nedenle, yolda karşıma ilk çıkan adama sordum.
O da bilmiyormuş. Bana, köşedeki bakkalı öğütledi.
Bakkala sordum.
O da bilmiyormuş. Bana, çarşıdaki fırını öğütledi.
Fırıncıya sordum.
O da bilmiyormuş. Bana, muhtarı öğütledi .
Muhtara sordum.
O da bilmiyormuş. Bana, karakolu öğütledi .
Oraya gidip soracak kadar aklımı peynir ekmekle yemiş değilim elbet.
Elimdeki zarfın üstüne "KAYIP" damgasını vurdum, bitti."
8 notes · View notes
pinkdaisworld · 4 months
Text
"İnsanlar ikiye ayrılabilir mi:
Körler ve görenler.
Kuşkusuz, evet.
Ama bu durumda
bakanlarla görenleri
İşitenlerle duyanları
okuyanlarla anlayanları
ayırmak gerekmez mi?
Sağırlık, körlük birer sakatlık.
Ya öbürleri?"
0 notes