Tumgik
#gergin sözler
amezhu · 4 months
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
200. BÖLÜM - Cennete ve Dünya'ya hükmetmek; Ocaktan bir şeyler çıkıyor - 2
Tam o sırada, ikisi de aynı anda aniden bir sarsıntı dalgası hissetti, gülümsemeleri soldu, bu durum karşısında ikisi de gerildi ve dikkatle etraflarına baktılar. Xie Lian biraz gergin bir şekilde sordu, "Neler oluyor? Sarsılan bu ilahi heykel mi? Yıkılmayacak, değil mi?"
Belki de yıkılabilirdi. Ne de olsa ocağın üstü kötülükle dolu milyonlarca tonluk kayalarla kaplıydı. Eğer Hua Cheng’in yaptığı bu güzel devasa taş heykel girişi kırdığı için parçalanacaksa, o zaman kendini çok kötü hissedecekti.
Hua Cheng, "Merak etme, sorun yok. Sarsılan dağ." dedi.
Altlarında ağır bir kar tabakası sel gibi çökmüş ve bazı bölgelerde dağın gövdesi açığa çıkmıştı. Görünüşe göre, bir şey ocaktan çıkmak üzereydi.
Hua Cheng Xie Lian'ın önüne geçerek ona kalkan oldu, Xie Lian parmağıyla işaret etti, "Bu, yüzü olmayan beyaz”.
Elbette bu devasa ilahi heykelin atacağı bir yumruğun yüzü olmayan beyazı kolayca öldürebileceğine inanmıyordu, en fazla yaratığın bir anlığına bocalamasına neden olabilirdi, bu yüzden Xie Lian hala tetikteydi.
Ancak, bir an bile geçmeden, her ikisi de yüzlerine kavurucu sıcak havanın üflendiğini hissetti.
Yanardağın ağzından dibi görülemeyen kaynar bir hava püskürüyordu ve buram buram kükürt kokusu vardı. Xie Lian içgüdüsel olarak tehlikenin yaklaştığını hissetmişti. Hua Cheng de öyle, karanlık bir sesle bağırdı "Gege, kaç!"
Xie Lian bir el mührü oluşturdu ve hemen ardından Hua Cheng'i de yanına alarak devasa ilahi heykelin bileğine atladılar ve kolundan yukarı doğru koşarak omzunda durdular.
Bu ilahi heykel onun emrine itaat etti, geniş ve dev adımlarla, yuvarlanan kar akıntısına uyarak havalandı. Bir kayış birkaç kilometreyi buluyordu ve kar dalgaları vücudunun etrafına çarpıyordu. Her iki kolu da açık olduğu için, bir milyon tonluk bir beden olmasına rağmen dengesini iyi koruyordu. Henüz dağın yarısına kadar kaymışlardı ancak tüm dağ daha da sert bir şekilde sarsılmaya başlamıştı. İlahi heykel de sarsıntılardan dolayı sendeliyor gibi görünüyordu. Xie Lian ve Hua Cheng yukarı baktılar ve devasa bir gümbürtü duydular. Ocağın tepesinden simsiyah bir duman sütunu çıkmıştı!
Bu devasa ses gökleri ve yeri sarstı, ayrıca o kapkara duman sütunu Xie Lian'ı tamamen şaşkına çevirdi. Tüm gökyüzünün kalın siyah bir duman bulutu tarafından sarılması sadece bir an sürdü. Güneşi gizleyen bu siyah bulutların içinde sayısız insan yüzü, kol, bacak ve diğer uzuvlar takla atıyor ve birbirine dolanıyordu, son derece korkunçtu.
Xie Lian böyle bir sahneye sadece yüzlerce yıl önce tanık olmuştu ve şimdi tekrar görüyordu! "Bu?.. Xie Lian ağzı açık kaldı.
Hua Cheng ciddiyetle cevap verdi: "WuYong Krallığı'ndan ölülerin ruhları." Görünüşe göre WuYong'da volkanik patlamayla canlı canlı gömülen herkes oradaydı.
Hua Cheng aniden, "Gege, aşağıda, yaklaşık on metre ötede!" diye uyardı.
Sözler Xie Lian’ın dudaklarından ayrıldığında dev taş heykelinin sağ elini parçalamak için yönlendirmişti
Karda yaklaşık on metre aşağıda, o karla kaplı alanda, beyaz giymiş bir adam figürü duruyordu. Yüzü olmayan beyazdı. Karla bir olmuş gibi görünse de onların gözlerini aldatamadı. Ağır, kalın kar katmanları, bu yarmadan dev bir beyaz tsunami gibi patlasa da hedefini vuramadı.
Muhtemelen bu hareket için karanlığa atlamış olduğundan yüzü olmayan beyaz zaten hamlesine hazır gibiydi. Beyaz figür bir anda parladı ve bir sonraki saniyede o dev ilahi heykelin dizinde belirdi. Bunun üzerine dev taş heykel diz kapağını parçalamak için bir saniye bile tereddüt etmedi. Ancak tokat hâlâ yarı yoldayken Xie Lian hemen harekete geçti ve eli zorla geri çekti, resmen dişlerini gıcırdatacak kadar zorlanmıştı "Wuh! Çok yakındı!"
O ocağın kapalı üst kısmı bu dev taş heykel tarafından zorla kırıldığından eğer diz kapağına vursaydı gücünü kontrol edemez ve bir uzvunu kaybedebilirdi. Belki de yüzü olmayan beyazın amacı zaten buydu.
Xie Lian olduğu tarafı aniden durdurdu, diğer taraftan Hua Cheng baygınca uzun, gümüş palasını çekerken yüzü olmayan beyaza sesleniyordu “Cehennemin dibine gir!”
Yüzü olmayan beyaz yukarıya onlara doğru baktı. Hua Cheng soğuk bir şekilde konuştu: “bu ilahi heykel senin lekelemen için var olmuş değil!”
Aniden Xie Lian haykırdı “SAN LANG!!!”
Ocağın zirvesinin yukarısını işaret etti. Siyah duman sütununun arkasında da üflenen bir şey vardı. Kızıl ve altın renginde bir şey akıyor ve parlıyordu.
Lav!
Kızıl ve altın renkli lav yuvarlandı ve siyah dumanla karıştı. Gökleri ve yeri kaplıyor ve ocağın ağzından aşağı doğru akıyordu. Yüzü olmayan beyaz bu şansı kullanarak aniden sıçradı ve karda kayboldu. Xie Lian o an onu yakalamayı umursamadı ve bağırdı “KAÇ!”
İlahi devasa heykel emri duydu ve geniş adımını havaya kaldırdı. DONG! DONG! DONG! Ocaktan kükreyerek aşağı atlarken gümbürdeyerek dağın eteğine dümdüz indi. Yer yerinden oynadı ve dağ yerinde sallandı.
Hızlı olsa da lav ve kara dumanın hızı da yavaş değildi, neredeyse bir kuyruk gibi takip ediyordu. İnişten sonra Xie Lian oraya öylece kalmaya cesaret edemedi. Xie Lian ilahi heykelin derhal ayağa kalmasını ve onları taşırken koşmaya devam etmesini emretti. Onlar koşarken nedense Xie Lian hızlarının yavaşladığını düşünmüştü, hızla etrafına bakındı. Dehşet ve şaşkınlık hissederken, Xie Lian sadece hayal mi gördüğünü merak ediyordu. Aniden vücudunun durduğunu hissetti ve ardından ilahi heykelle birlikte aşağıya doğru dalmaya başladı. Bir hızla ilahi heykele emir vermişti, ilahi heykel onun emrine uyarak bir dizinin üzerine çömelerek durdu.
Diz üstüne çöktükten sonra bedeni de sanki fiziksel olarak bitkin düşmüş ve bayılmak üzereymişçesine yavaşça öne doğru düşüyordu. Xie Lian’in kalbi yerinden çıkmak üzereydi.
“EYVAH! YERE YIĞILACAK”
Ateşli siyah duman akıntısı onları yakalayacaktı.
Tam o sırada Xie Lian aniden belinin etrafında bir şeyin onu sıkıca sardığını hissetti. Basit bir hareketle Hua Cheng onu kendine çekti, soğuk dudaklarını Xie Lian’in dudakları ile birleştirmeden önce bir elini onun beline koydu, diğer eli ile de çenesini kaldırdı.
“…”
Xie Lian'ın gözleri açıldı, serin ve tazeleyici hava anında ciğerlerini doldurdu, tüm uzuvlarından aktı, sanki tüm benliği yeniden canlanmış gibi. Kısa bir öpücüktü ama onu sanki tekrar hayata döndürmüştü, Hua Cheng dudaklarını ayırdı “Gege, tekrar ayağa kalkmaya çalış!”
Xie Lian aniden kendine geldi, el mühürlerini yeniden şekillendirdi, taş heykel tam önünde yüzüstü yere düşmek üzereydi, kolları güçlü bir şekilde uzandı ve yerden kendini destekledi.
İlahi heykel çok geçmeden tekrar ayağa kalktı. Görünüşe göre bu dev taş heykel artık fiziksel olarak bitkin görünmüyordu, gerçekten de fiziksel olarak tamamen tükenmişti. Böyle devasa bir ilahi heykeli kontrol edebilmek için gereken ruhsal güç de deliceydi ve Hua Cheng'in ona daha önce ödünç verdiği ruhsal gücün bir kısmı çoktan tükenmişti. Yani yavaşlamış ve sanki çökecekmiş gibi sallanması çok doğaldı. Artık yeni ruhsal güçler ona geçtiğine göre, yeniden 'canlı' hale geldi ve bu sefer öncekinden daha hızlı koştu, hareketleri de daha çevikti. Hua Cheng: “Gege, daha hızlı koş!”
Xie Lian da hızlı koşmak istiyordu ama aynı zamanda bu kontrol büyüsünün çok fazla ruhsal gücü tüketmesinden de korkuyordu, kararsız bir şekilde şöyle dedi: "Eğer daha hızlı gidersek dayanabilecek miyiz? Peki ya ruhsal güçler tükenirse?”
Ancak Hua Cheng kulağının eğildi ve seslendi ve kesin bir şekilde "Tükenmeyecek, sen sadece odaklan. Koşmaya devam et ! ‌Asla korkma, ben burada, yanındayım!”
Hua Cheng nazikçe Xie Lian’in arkasında durdu ve elleriyle onun belini sıkıca sararak destekledi. Xie Lian, sadece onunla sanki tüm dünya onun arkasındaymış gibi hissediyordu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Hua Cheng’e güvenerek, "Pekala."
Daha sonra kollarını öne doğru uzattı ve tüm ruhsal güçlerini serbest bırakarak el mühürlerinin en güçlüsünü sunarak bağırdı. “---KOOOŞŞŞ!”
GÜMBÜR! GÜMBÜR! GÜMBÜR!
Dev ilahi heykel vahşice koşmaya başladı. Her adımı ile birkaç kilometre gidiyor, kanalların üstünden geçiyordu, başka bir adımıyla tepelerin üzerinden uçuyordu. Bu hızla tabii ki lavı ve siyah dumanı arkalarında bırakmışlardı.
Görmezden gelinemeyecek kadar devasa bir şeydi, her adımda kayalar düşüyor, yuvarlanıyor, güçlü sarsıntılar sebebiyle heyecan verici dalgalar oluşuyordu.
Sayısız canavar ve iblis TongLu Dağı'nın her yerine dağılmıştı, hepsi yerin delicesine sallandığını hissetmiş ve dehşete düşmüştü.
Yukarı baktıklarında çoğunluğu kara bulutun gökyüzünde dört döndüğünü ve yayıldığını görebiliyordu. Biraz hayrete düşmüş olsalar da aslında bunu umursamadılar. Sonuçta TongLu Dağındaydılar, yani ortaya çıkan tuhaf manzaralar nadir bir şey değildi. Zaten kara bulutların içindeki o kederli ruhlar değil miydi? Onlar da kederli ruhlara benzeyen yaratıklardı ve bunu her gün görüyorlardı. Korkacak bir şey mi vardı yani? Ancak, o devasa ilahi savaş tanrısının heykelinin hızla geçip gittiğini gördüklerinde, hepsi adeta donakalmıştı---
“O ŞEY DE NE ÖYLE BEE!!!”
Anında her taraftan ulumalar ve feryatlar duyulmaya başladı.
“DEVASA BİR ADAM! AAAAAAHHHHHHHHHHHH!”
Bugüne kadar asla bu kadar devasa bir heykel görmemişlerdi. Gerçekten de çok ürkütücüydü.
Xie Lian ilk başta WuYong'un kraliyet başkenti çevresinden dolaşmak istemişti çünkü onun ilahi heykeli, tarihin iki bin yıllık o eski evlerini ayaklar altına alıyor yıkıcı bir enkaz yaratıyordu. Ama aniden bir şeyi hatırladı ve sordu, “San ‌Lang, General Pei, Yağmur Ustası ve diğerleri buraya yakın mı?”
“Evet.” Cevapladı Hua Cheng.
Xie Lian hızlıca ve yüksek sesle bağırdı, “Geri dön, geri dön! Geride bir şey kaldı, onları da alıp götürelim!”
Böylece hedefin yanından koşarak geçen o dev taş heykel birkaç adım geri çekildi.‌ Tam geri dönmek üzereyken Xie Lian aniden vücudunun titrediğini hissetti. ‌Ayakları yerden kesildi ve tüm vücudu havaya fırladı.
Az önce ne olduğunu ancak havadayken fark edebilmişti.
İlahi heykel takılıp ve düşmüştü!
Xie Lian ve Hua Cheng ilahi heykelin göğsüne düzgün bir şekilde indiler ve Xie Lian, heykeli ayağa kaldırmaya çalışırken aynı zamanda heykele doğru bakıyordu. Bu dev ilahi heykeli gezdiren o değil, başka bir şeydi.
Görkemli bir dağ.
Elbette bu büyük dağ ocağın büyüklüğü kadar değildi. Ama bu devasa heykele göre yine de büyüktü. Xie Lian ilk geldiklerinde böyle bir dağın yanından hiç geçmediklerini açıkça hatırlıyordu. Böylece gözü bu dağı aşıp, onun arkasında olana baktı.
Elbette, arkasında benzer büyüklükte iki büyük dağ daha duruyordu. Bu devasa taş ilahi heykel önündeki üç büyük dağ tarafında engellenmiş durumdaydı.
Hua Cheng konuştu, “Gege, dikkatli ol. Onlar TongLu Dağı’nın muhafızları. “yaşlılık”, “hastalık”, “ölüm.”
17 notes · View notes
Text
1-2saat önce kendimi çok kötü hissettim.Buna şaşırmıyorum oluyo arada ama saşırdığım nokta şu ki hayatımda kimse kalmamış lan HSJXIXHXJXIXHXUXJDJDJJDD.Durun tamam Berke var.Hiç dersem ona haksızlık etmiş olurum.Canım arkadaşım yaaa o da olmasa yapayalnızım gerçekten.Geçen sene birlikte sınava hazırlanmıştık.Bu sene de birlikte hazırlanıcaz.Kendisi yaklaşik 2 haftadır beni ders çalışmam için motive edici videolar atıp,motive edici sözler söylüyor.Ama bilin bakalım dershane açılıcağı için ve etrafında çok fazla insan bulunacağı için çok gergin olan kim?BEN TABİİ Kİİİİ.Neyse sakinim.Gidip fizik çalışıcam.Hayırlı geceler dilerim efenimm.
8 notes · View notes
Sayfalarca okudu ,satırlarca yazdı, düşündü, anlamlandıramadı. Düşündü düşündü ama bir çözüm bulamadı. Olmadı. İnsan oğlu kendini anlamaz hesabı,kendini düşünüp sevemez herhalde. Eğer aksi olsa ben çözüm bulamaz mıydım kendime? Eğer insan oğlu kendiyle arkadaş olabilseydi ben şimdiye kadar kendime edindiğim kendim olan dostlarımın birinde ruhumu şad edemez miydim? Söylenmeyen sözler ve sırların eşiği gibi yabancı bir fısıltı gibi kalır mıydım kendime? Bağırdım. Çağırdım. Olmadı. Kendime dost oldum, kendime kafka oldum kendime zweig oldum, kendime orwell oldum. Kendime neşeli oldum,kendime çocuk oldum, kendime olgun oldum. Kendim olmak haricinde kendimin her şeyi olmayı denedim. Elinde bir kaç adet şizofreni düşünce haricinde hiçbir şey kalmadı. Elimde yırtık mektuplar,kirli düşünceler ve sulu boyayla boyanmış zihnimden askerler kaldı. Hepsinin gerisinde askerlerin düşlerini çaldığı çocuk oldum. Ben bu hayatta kendim hariç herşey oldum. Kendim olamadım ya da kendimin olamadım. Sulu boyayla boyanmış mutlu üzgün gergin insanlar yarattım ey Rab. Bana beni geri verecek beni bulmak için. Bulamadım.
9 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
eğilip yüreğine,
yüreğini dinlerdi hep
çok söz içerlerdi
çok görüntü yıkardı gözlerini
çok gürültü tıkardı sözlerini
o kalabalıkken,o ne kadar da yalnızdı
bir depremden çıktı
içine çekildi
çekildikce gönlüne
güçlendi yeniden
onarmaya başladı kırıklarını
yakıp gereksiz kinini
eritti hüzün buzullarını
sel sel oldu kurak topraklar
sahte gülücükler, yapmacık göz kırpmalar
anlamadan geçenlerden,
aldanmadan geçti
güneş doğmuyordu bir süredir
bir ışık çekti kirpiklerinden
aydınlık bir bakış
bulutlardı üstünde duran
şu yağan aşk
damla damla düşen bedene
soğuk bir rüzgarla esip göğsünden
şu yağan aşkla
açtı kollarını göğü kucaklayıp
esir miydi, neydi tüm sözler?
gergin dilleri tutan yürekler miydi?
yoksa inatlar mı?
şimdi ağır ağır terkediyordu
o kenti...
belki de artık
her kent yalnızdı
şimdi agır ağır tekliyordu mutluluk
nemli akşamlar kalabalık
ve su tutmazdı sokaklar
hafif hafif çiseliyordu,
kaldırımlarda insanlık
fakat nasıl ilerleyecekti
ayrılığın yolundan
eksilecekti sesler,zarif haller
ve yol işareti gibi cilveli edalar
nasıl bulacaktı yerini gözler
bir denizden cıkıp
bir havuza girmek
belki de ummadığı bir kapıda
amansız bir hastalıkla inlemek
bir çekirdek düşmüştü cennetten avcuna
gömmek şimdi yüreğe
ya çürütmek ya büyütmek için
ve bu şiir bitmeliydi
ve bu şiirden gitmeliydi artık
son bir kez tekrar dönüp baktı
kapısına bir papatya bıraktı
ve son sözü,
kendine iyi bak'tı...
Rüzgar
7 notes · View notes
operasyon · 3 months
Text
Üniversite yıllarında birinci sınıfın ilk bir kaç ayında çok samimi olduğum bir hatun vardı. Bir kaç ay benle takıldı. Her sabah karşılaştığımızda gelir son derece samimi bütün vücuduyla sarılır öper filan. Sevgilim olsa ondan bile bu samimiyeti beklemem yani o derece sevgi dolu bir insan. Ben de seviyorum doğal olarak. Ama arkadaş. Aramızda duygusal bi şey yok.
İlk yarı yıl bitmişti. Tatile gitti geldi ama baktım değişmiş. Benden uzak duruyor. Benden kaçıyor. Konuştuğumuzda eski samimiyet yok. Resmi bir hale döndü.
Yine de süpriz saymadım. Kendi durumumu biliyorum. O'na özel de değil. O günnlerde birlikte görülmenin konuşurken görülmenin bile tehlike yaratacağı adamım. İnsanlar korkuyor ve uzak duruyor.
Bir gün anlayabileceğim biçimde dedi ki " Politik ortam son derece kötü, tehlikelere atılmak istemiyorum, sende poltik bir kişisin, senden zorunlu uzaklaşmam gerekiyor". Anlayabileceğim makul bir gerekçe. Tabii ki, bunu doğal sayıyorum. Herkesin kendi tericihi olması gereken bir konu. Sorun etmedim. Ben de hak verdim. Benim yüzümden başı belaya girsin istemem. Ona kısa bir süre kızdığımı sonra hak verdiğimi yüzüne söyledim. Ama o günlere ait bir mani uydurmuştum onu da söyledim yine
"Seni bir yolculuğa gönderdim
Gittin de geri gelmedin.
Gelmiş dediler varıp baktım
Geleni hiç bir şeye benzetemedim"
---
Belki bir yıl geçmiştir olayın üstünden. Artık poltik ortamda da gergin değildi. O gergin günleri başıma bir badire gelmeden atlatabildim. Bu hatunun ev arkadaşı mı gitmiş kendisi yurttan mı atılmış tam aklımda değil olay ama bir nedenle evsiz kalmış.
Bana geldi. "Bu gece bile kalacak yerim yok" dedi.
Bir düşündüm. "Bizde kalabilirsin. Belki alıştığın konforlar olmaz ama sokakta kalmana gönlüm razı değil" dedim. Geçmişte de kalsa eski arkadaş.
"Siz de nasıl kalacam?" dedi
"Büyük bir evimiz yok.. sana ayrı bir oda veremem de ben kendi odamı veririm... ben de salonda yatarım. Bu evsizlik durumu da sonsuz değildir, zamanla başka çözümler bulursun ama bir süreliğine bizde kalman mümkün olur" dedim.
Kendimce fedakarlık ediyorum. O saniye de evden gelecek saçma sorulara, salonda yatarken bölünecek uykulara, sonra oluşacak kızgınlıklara, ben yavan ekmek yiyorsam da onu misafir sayıp hiç olmazsa standart yemekler hazırlamak için düşülecek sıkıntılara kadar her şey aklımdan geçerken ne dese!
" Tabii bu arada sana bedeva karılıkta yapmış olurum değil mi?"
Belki o bu sözü dalga geçerek espri olarak söylese kızmazdım ama büyük bir ciddiyetle söylüyor.
Bu sözü duyan 100 erkekten kaç tanesi ne anlar ne tepki verir, işin doğrusu bir fikrim yok.
Benim o günkü durumumda bana edilen ağır bir hakaret gibi geldi. Ne demek ya bu? Ben evsiz yurtsuz kalmış kızlardan yararlanacak bir alçak mıyım? Beni nasıl böyle aşağılar hem de ben onun için bunca fedekarlığa hazırken?
Kimbilir belki o çok ciddiydi. Sözü belki bir alay bir aşağılama içermiyordu ama benim algılayışım anlattığım gibi oldu. Sözü bana iğrenç gelince bende tamamen çakal moduna geçtim.
" E tabii canım...İyi tarafından bak daha ne istiyorsun ki.. işte seni de seks dahil her anlamda doyuracam. Salonda yatmaktan da vazgeçtim. Birlikte aynı odada yatabiliriz" dedim.
Son derece masum, son derece iyi niyetli biçimde ben onun için bin tane sıkıntıya hazırken o bana bunu derse bu iğrenç tepkiyi haydi haydi hakketti ama şimdi çok kızacak diye bekliyorum.
" Biraz düşünüyüm. Daha sormadığım bir kaç arkadaş var. Duruma göre sana haber veririm, sağol" dedi
Allahallah....O güne kadar oluşan ahlakımı anlayışımı kültürümü aşan bir tepki.
Arkadaşımken ondan ne böyle sözler beklerdim ne böyle davranışlar.
Artık bu kişiye nasıl saygı duyuyum diye düşündüm. İmkanı yok. Hem beni aşağıladı hem kendisini diye düşünüyorum.
Ben de tepki olarak gördüğüm yerde aşağılıyorum. Kimseye yapmadığım ağır alaylar dalga geçmeler falan filan filan..tabii hoş olmuyor. Bir gün özel olarak konuştu. Rol gereği o konuşmaya ciddiyet havası veriyor. Kızgınlığıma neden olarak politik konuları bulmuş, politik konularda davranışları, o eski uzaklaşmaları beni kırmışsa özür diliyormuş vs...
Gerçek konuyu, beni asıl neyle kızdırdığını yeniden açmadım bile. Artık onla uğraşmamaya karar verdim ve konu kapandı gitti.
Kimbilir bir iki yıl geçmiştir. Büyük bir guruptayım.. Ortalama dışı büyük bir gurup.. belki yirmi kişiyle sohbet ediyoruz. Hepsi arkadaşlarım. Tam ben konuşurken bu hatun geldi. Yılların intikamını orda alacağını düşündü herhalde: "Sen son derece kötü, son derece şeytani birisin ama bu kadar iyi insanı başına nasıl topluyorsun?" diye sordu.
Kalabalığı pohpohlayıp beni yalnızlaştıracak.
Hiç mütevazi olmadım. "Ben bu hayatta göreceğin belki de en iyi adamdım. Beni sana kötü davranmaya sen kendin zorladın" dedim.
Sadece milleti gülümsettik bu saçma son tartışmayla.
--
Biliyorum ki anlamamıştır bile. Beni kıran kızdıran, ona duydfuğum saygıyı yok eden şeyin o evsiz kaldığı gün söylediği söz olduğu aklına bile gelmez.
Hatta belki o günün hatırlasa o sözleri hatırlasa iyilik edecek olanın ben değil de kendisi olduğunu bile ileri sürebilir. Ne de olsa "bedava karım" olacaktı.
----
Şimdi böyle anlatıyorum ya... anlattığım bu hatunda bu toplumun vasatı değil yine de eliti bile sayılır. Bir kere insan ilişkilerinde sıcak. Şu toplumun sahte ahlaklı insanları gibi vara yoğa amanın tacize uğradım vs demez. Belki benden çok kitap okumuştur. Sevgiye inanır. Açık yüreklidir sinsilik filan yapmaz. Ailesi öğretmendir kültürel bir ortamda büyümüştür. Neşelidir vs...
Ama işte bir yer var ki her insan kendi başına bir dünya. Bir insanla ilişki kurmak iki dünyanın karşılaşması gibi bir sonuç doğuruyor bazen . Kimsenin kötü olmasına gerek olmuyor.
Sembolik olarak şimdi uzayın boşluğundan dünyamızla kesişen bir yörüngede yeni çok güzel bir dünya çıkıp gelmiş olsa...
Hatta o bizim dünyamızdan daha güzel olsun. Onda da elfler ve diğer fantastik canlılar - minatorlar, boynuzlu atlar, ejderhalar, dinozorlar -yaşıyor olsun. Bu iki dünya çarpışsa ikisi de yanar tuz buz olur.
Bunlardan hangisi kötü? diye bir soru olmaz. Bir suç yoktur. Bir kötü niyet yoktur. Sadece başka başka dünyalar olmaları her şeyin kötüye gitmesine yetebilir.
---
Bu uzun hikayeyi neden anlattım?
Buralarda da bu arkadaşıma benzeyen ama ayrı dünyaların insanı olduğumuz insanlar yok mudur?
Bence vardır.
0 notes
korkutkalkan · 1 year
Link
CHP'de önümüzdeki ay yapılacak kurultay öncesinde pazar günü İstanbul İl Kongresi yapıldı. CHP'nin yeni İstanbul İl Başkanı, 342 delegenin oyunu alan Bahçelievler İlçe Başkanı Özgür Çelik oldu.  Bir anlamda genel merkez ile değişimciler rekabetine sahne olan kongreye, Cemal Canpolat'ın iddiaları damga vurdu. CANPOLAT'TAN SERT SÖZLER Kongrede konuşan Cemal Canpolat, "Belediye başkanı olduktan sonra CHP örgütünü dışarıda bırakmayı kabul edemiyorum. CHP'lilerin başka partiler üzerinden işe girmesini içime sindiremiyorum. CHP'den istifa edip İYİ Parti üzerinden işe girme dönemi pazar gününden itibaren bitecektir. Sağ siyasetle belediyecilik olmaz. AKP'nin devşirme kadrolarıyla belediyecilik yapamazsınız. İYİ Parti kadrolarıyla solcu belediyecilik yapamazsınız" demişti. Canpolat, İmamoğlu'nu listesine koymadığı yönündeki eleştiri üzerine de, "Hiçbir belediye başkanı benim listemde yok. Ben örgütü listeye koydum" ifadesini kullanmıştı. Canpolat, "Pazartesiden itibaren her belediye başkanı kendi alanında olacak. Her belediye başkanı kendi alanında mücadele edecek. Biz de belediye başkanlarımıza sahip çıkacağız, baş tacı yapacağız. Örgüt işlerini ayıracağız. Örgüt işlerinde taraf olursanız, bir tarafı karşınızda bulursunuz… CHP örgütünü baskı altına alarak, dizayn etmeye kalkarak, kendi ilçe başkanını milletvekili yapıyorsunuz, gençlik kolu başkanı yapıyorsunuz. Kendinize il başkanı seçmiyorsunuz, özel kalem müdürü seçiyorsunuz. Cumhuriyet Halk Partisi özel kalem müdürleriyle yönetilemez" diye konuşmuştu. Canpolat'ın konuşmasının ardından Ekrem İmamoğlu salondan ayrılmıştı. "YALANLARINDA BOĞULSUNLAR" Oy kullanmak için tekrar Haliç Kongre Merkezi'ne gelen İmamoğlu, partililerle konuşurken, "Çok çirkinleştirdiler, çok yalan konuştular. O yalanlarında boğulsunlar ama biz tertemiz yürüyeceğiz" demişti. NEVŞİN MENGÜ: İMAMOĞLU, SALICI'YA DÖNÜP 'BU SİZİN ESERİNİZ' DEMİŞ Canpolat'ın açıklamaları parti içinde tartışılmaya devam ederken; son olarak gazeteci Nevşin Meng��'den konuya ilişkin bir iddia geldi. Kendi YouTube kanalında konuşan Mengü, "Ekrem İmamoğlu, Canpolat'ın iftiraları sonrası Oğuz Kaan Salıcı'ya dönerek 'bu sizin eseriniz' demiş" sözlerini kullandı.
0 notes
Text
Tumblr media
Canım benim,
Saçlarına aklar düşmüş,
Gözlerine yaşlar dolmuş.
Bunca şeye kim,
Neden göz yummuş?
Canım benim,
Henüz çok gençsin.
Sözler her zamankinden daha keskin.
Darağacına asılı ip,
Bir önceki günden daha gergin.
1 note · View note
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 189. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 189: Soğuk Beyaz Hayalet, Veliaht Prensi Şaşırtan Sıcak Sözler
“Çekil.” Dedi Xie Lian soğuk bir sesle.
Hayalet alevi çekilmedi.
“Neden yolumu kapatıyorsun?” Diye sordu Xie Lian.
Hayalet alevi cevap vermedi, ve diğer küçük hayalet alevleri sadece ‘oraya gitme’ demeye hiç durmadan devam ettiler. Xie Lian artık onlarla uğraşmak istemiyordu ve elini savurdu.
Ruhları parçalamamıştı; eli sadece hayalet alevlerinin yolunu kapatan düzenini bozmak içindi, bir grup ateşböceği veya balık sürüsünü dağıtır gibiydi.
Xie Lian hızla aradan geçti, kurumuş dallar ve ölü yapraklar ayaklarının altında eziliyordu. Ancak geriye baktığı zaman, hayalet alevlerinin hızla ona yetiştiğini gördü, bir diğer duvar oluşturmaya hazır görünüyorlardı.
Xie Lian uyardı. “Beni takip etme.”
En parlak ve sıcak hayalet alevi en önde geliyordu, sözlerine hiç kulak asmamıştı ve Xie Lian elini kaldırarak tekrar saldırmaya hazırlandı.
Kızgın bir şekilde uyardı. “Eğer beni takip etmeye devam edersen ruhlarınızı parçalayabilirim!”
Böyle bir tehdidin ardından pek çok hayalet alevi korktu, çırpınarak ve titreyerek geriye çekiliyorlardı. Ancak başı çeken hayalet alevi havada sadece bir anlığına durduktan sonra peşinden gelmeye devam etmişti, beş adım kadar arkasında mesafesini koruyordu. Bu hali Xie Lian’a sanki ‘beni yok etsen de umurumda değil’ der gibiydi, veya Xie Lian’ın sahiden ona vurmayacağının farkındaydı.
Ani, anlaşılmaz bir öfke Xie Lian’ı sardı. Eskiden o bağırdığı zaman hangi küçük yaratık karşı gelmeye cüret edebilirdi? Kuyrukları bacaklarının arasında, bir anda yok olurlardı. Şimdi sırf insanlar onu canları istediği gibi ezmekle kalmıyorlardı, bu küçük hayalet alevi topu bile ona itaat etmiyor, tehdidini hiçe sayıyordu.
Xie Lian’ın gözleri öfkeyle kızardı ve mırıldandı. “…Senin gibi küçük bir hayalet bile böyle yapıyor… hepiniz böyle yapıyorsunuz… herkes!”
Bu kadar küçük bir mesele yüzünden bu kadar sinirlenmesi biraz komikti, ama şu anda Xie Lian öfkeli bir nefretle içten dışa sarılmış bir haldeydi. Beklenmedik bir şekilde, bu kelimeleri mırıldandıktan sonra, hayalet alevi onun hem sinirli hem de üzgün olduğunu anlamış gibi havada asılı durdu, artık hareket etmiyordu. Yüzlerce küçük hayalet alevine de önderlik etti ve yavaşça geriye çekildiler. Kısa bir süre sonra ise gecede tümüyle kayboldular.
Xie Lian bir nefes verdi ve dönerek yola devam etti.
Yedi belki sekiz yüz adım kadar sonra, saklayan sislerin arasından silik bir şekilde çatı saçakları belirdi, sanki dağın derinliklerindeki eski bir tapınakdı. Xie Lian yaklaşık yakından baktığı zaman ise, gözleri ardına dek açıldı.
Bu… bir Veliaht Prens tapınağıydı.
Elbette, yıkılmış bir Veliaht Prensin Tapınağıydı. Haydutlar tarafından yağmalanmış, tabelası yere düşmüş, ikiye bölünmüştü. Xie Lian bir anlığına tapınağın girişinde durdu, ardından ayağını kaldırdı ve kırılmış levhanın üzerinden atlayarak tapınağa girdi. Büyük salondaki ilahi heykel uzun zaman önce yitmişti, belki parçalanmış belki yanmış, belki de denize atılmıştı. Sunak boş ve terk edilmişti, geriye sadece heykelin yanık tabanı kalmıştı. İki taraftaki ‘Beden Cehennemde, Kalp Cennette’ yazıları otuz kez kesilmişti, tıpkı yüzü bıçakla kesilmiş güzel bir kadın gibiydi; artık güzel değildi, sadece ürpertici bir şekilde vahşiydi.
Xie Lian sakin kaldı ve büyük salonda yere oturdu, Yüzü Olmayan Beyaz’ın belirmesini bekliyordu. Yaklaşık beş dakika kadar sonra bir şekil sahiden tapınağın dışındaki bulanık sislerin arasında belirdi.
Ancak şekli doğru değildi; Yüzü Olmayan Beyaz kadar rahat değildi ve ayak sesleri de yanlıştı, çok daha aceleciydi, Yüzü Olmayan Beyaz’ın sessiz sürünmelerine hiç benzemiyordu. Bu nedenle de gelen kişi Yüzü Olmayan Beyaz olamazdı, veya tanıdığı herhangi bir kişi.
Öyleyse kimdi?
Xie Lian gergin ve tetikteydi, ve en sonunda adam ta-ta-ta-layarak Veliaht Prensin Tapınağına girdiği zaman net bir şekilde gördü. Ne yazık ki gelen kişi hiçbir tahminine uymamıştı – ne kadar incelerse incelesin, hiçbir kusuru bulunmayan bir yolcuydu sadece.
Ama Xie Lian hemen rahatlamadı; bunun Yüzü Olmayan Beyaz’ın bir numarası olup olmadığını kim bilebilirdi?
Yabani, ıssız bir dağdaki yıkık bir tapınakta, aniden birisiyle karşılaşınca Xie Lian ona karşı tetikte bekliyordu, ve adam da Xie Lian’a karşı.
Kısa bir an sonra, adam en sonunda sordu. “Siz… Daozhang? Burasının ne olduğunu biliyor musunuz?”
Xie Lian hafifçe kaşlarını çattı ve başını kaldırdı. “Burayı bilmiyor musun? O zaman burada ne işin var?”
“Kayboldum!” Dedi adam. “Etrafta dolaşıp durdum, ama bir türlü buradan uzaklaşamadım!”
Xie Lian bunun kaybolmak olmadığını biliyordu. Eğer bu adam Yüzü Olmayan Beyaz’ın kılıklarından birisi değilse, o zaman muhtemelen bir şey onu buraya çekmişti.
“Artık yürümene gerek yok, çıkamayacaksın.” Dedi Xie Lian.
“Ne? Ne diyorsun?”
Ancak Xie Lian daha fazla cevap vermedi ve meditasyon yapmaya devam etti. Eğer Yüzü Olmayan Beyaz tarafından buraya çekildiyse, o zaman paniklemek faydasız olacaktı. Eğer kimsenin gitmesine izin vermiyorsa da, o zaman kaçmaya çalışmanın da bir anlamı yoktu, bu yüzden de en iyisi ne yapmayı planladığını görmek için Xie Lian’ın sessizce beklemesiydi.
Adam da koşturup durmaktan yorulmuştu, bu nedenle dinlenmek için oturdu, ikisi de huzurluydu. Sislerin içinden bir diğer figürün daha belirmesi uzun sürmemişti, tapınağa girdi, ve elbette o da şaşkın bir yolcuydu. Tapınağın içinde insanlar olduğunu görünce hızla yaklaşmıştı.
“Hey dostlar! Burasının neresi olduğunu sorabilir miyim?”
İki yolcu sohbet etmeye başladı ve Xie Lian’ın içinde kötü bir his filizlenmeye başladı.
Sahiden de Veliaht Prensin Tapınağının ondan fazla insanla dolması iki saat bile sürmemişti, biri ardına diğeri gelmişti. Erkeği, kadını, yaşlısı, genci, hepsi; kimisi tek başına gelmişti, kimisi üç dört kişilik gruplar halinde, kimisi ailecek, ve neredeyse hepsi kaybolduğu için oradaydı. Kaybolma nedenleri de çeşitli ve absürttü; şehrin sokaklarında kayarken kaybolup buraya gelenler bile vardı, inanılacak gibi değildi. Tapınağın içinde Xie Lian taş kırma yarışması sırasında karşı karşıya geldiği inatçı sokak sanatçısını bile gördü. Hiç iyi görünmüyordu; görünüşe göre bir önceki yarışmaları onu sahiden yaralamıştı. Birbirlerini fark etmişlerdi ama tek kelime etmediler, ve sadece başlarını salladılar.
Hepsinin sıradan insanlar olduklarını fark etmek kolaydı ve hepsi dağın derinliklerine Yüzü Olmayan Beyaz tarafından çekilmişlerdi!
Xie Lian’ın zihnindeki tehlike çanları gittikçe yükseliyordu, ama yine de kımıldamadı. Soğuk bir çörek çıkarttı ve dikkatle ısırdı, güçlükle çiğnedi, ardından güçlükle yuttu. Geleceği kesin olan büyük savaşla yüzleşmek için tüm gücünü saklaması gerekiyordu.
Dört saat sonra, Veliaht Prensin Tapınağı ‘kayıp’ insanlarla dolup taşıyordu. Xie Lian sessizce saydı, yaklaşık yüz kişiydiler. Bir tanesi bile ormandan çıkamıyordu.
Kalabalığın olduğu yerde, gürültü de olurdu ve herkes sohbet ediyordu.
“Sen de mi sebepsiz yere buraya geldin? Burnuma kötü kokular geliyor!”
Birisi önerdi. “Neden çıkıp tekrar başka bir yol aramıyoruz?”
Birisi hemen hemfikir oldu. “Hadi, gidelim, bunca kişi bir araya gelip de tek birimizin bile dışarıya çıkamamasına inanmayı reddediyorum!”
Ancak köşede oturmakta olan Xie Lian bir anda başını kaldırdı. “Ne kadar yürürseniz yürüyün fark etmeyecek. Çıkış yok.”
Kalabalık öne döndü. “Neden?”
Xie Lian acı bir şekilde konuştu. “Çünkü hepiniz buraya bir canavar tarafından yönlendirildiniz. Hepiniz onun oyuncaklarısınız, neden bir anda sizi serbest bıraksın?”
“…”
Kalabalığın içinde, bazıları onun abarttığını düşünüyordu, bazıları deli olduğunu ve bazıları ise onun hafife alınmaması gerektiğini.
Birisi doğruldu. “Sen kimsin? Böyle bir şeyi neye dayanarak söylüyorsun?”
“İlk gelen oydu muhtemelen. Ben geldiğimde çoktan buradaydı.”
“Tuhaf…”
“Evet ve yüzü de kapalı.”
“Kanıtın var mı?”
Xie Lian sessizce konuştu. “Kanıtım yok. Bana ister inanın ister inanmayın. O yaratığın sizi buraya yemeğe davet etmek için toplamadığı belli. Size daha dikkatli olmanız gerektiğini söylememe gerek yok sanırım.”
Tam sözleri sonlanmışken, daha hiç kimse cevap veremeden, uzaklardan telaşlı ayak sesleri yükseldi. Herkes başını kaldırdı.
“Birisi daha geliyor!”
Hemen dışarıya çıkıp kontrol etmek isteyenler belirmişti, ama daha tapınağın eşiğini geçtikleri gibi aceleyle geri içeriye koştular. Sonuçta, koşma seslerine eşlik eden delirmiş çığlıklar da yükselmeye başlamıştı.
Çığlık sesleri hiçte bir insana aitmiş gibi değildi ve herkesin yüzü düştü, tapınağa geri çekildiler.
“Bu ne, nasıl olur? Bir tür yaratık değil dimi o??”
Şekil aldatıcı sislerin arasından hızla yaklaşırken, Xie Lian gözlerini kıstı. “Hayır, o bir insan!”
Sadece, onlara doğru koşmakta olan ve yenik bir şekilde çığlık atan bu kişi, elleriyle yüzünü kapatmıştı. Neredeyse tapınağa girmekte olduğunu görünce, Xie Lian kalabalığın arasından sızdı ve neler olup bittiğini görmek için en öne geçti. Ancak sanki adam gözleri yokmuş gibi doğrudan Veliaht Prens tapınağının girişindeki ağaca çarpmıştı. BAM! ve uzunca bir mesafe geri savrulmuştu, ardından yere düşmüş ve bayılmıştı.
Kalabalık sarsılmıştı ve hepsi sıyrılmaya, başlarını uzatarak görmeye çalışıyorlardı, merak etmişlerdi. “…Ne… O adamın nesi ar?”
Kimisi daha cesurdu, sokak sanatçısı da onlardan biriydi, çıkıp adamı inceleyeceklerdi.
Xie Lian hemen seslendi. “Ona yaklaşmayın!”
İnsanlar onun sert ses tonuyla sıçramışlardı ve sordular. “Ne yapacağız o zaman? Öylece yatmasına izin mi vereceğiz?”
“Ben gidip bakacağım.” Dedi Xie Lian.
“O zaman dikkatli olacaksın, değil mi?” Dedi kalabalık.
Xie Lian başını salladı ve yavaşça ağaca yaklaştı, çömeldi. Adamın yüzünü örten eli çekmek üzereydi ki adam aniden sıçradı ve iki kulak tırmalayıcı çığlık attı.
Evet, iki kulak tırmalayıcı çığlık. Ve her iki ses de aynı anda yükselmişti. Birisi ağzından çıkmıştı, diğer ise yüzünden gelmişti – adamın yüzünde bir yüz daha vardı!
İnsan Yüzü Hastalığı!
Xie Lian’ın tüm tüyleri diken diken oldu, gözbebekleri kasıldı ve tapınaktaki kalabalık da bu sahne nedeniyle donakalmıştı. Adam sıçradıktan sonra ellerini indirmiş ve insanların olduğu yöne doğru koşmaya hazırlanmıştı, ama neyse ki Xie Lian hızlıydı ve saldırmıştı. İnsan Yüzü Hastalığı kurbanı onun vuruşuyla metrelerce geriye uçmuştu. Xie Lian ardından hızla tapınağın girişini korumak için geriledi, bu esnada arkasındaki kalabalık ise panik ve şok içinde haykırıyordu.
“O hastalık sadece kraliyet başkentinde çıktı sanıyordum? Başkentte binlercesi öldü, hastalık bitmemiş miydi??”
“Gerçek değil, gerçek olamaz? Sahiden yüzünde yüz mü vardı??”
Daha da korkunç olan şey, bir an sonra her taraftan haykırışlar yükselmiş ve ondan fazla sarsakça yürüyen şekil tapınağın etrafında toplanmaya başlamıştı.
Hepsinin İnsan Yüzü Hastalığı kurbanı olduğunu anlamak için artık bakmaya gerek yoktu!
Birisi bağırdı. “HERKES KAÇSIN! DAĞILIN! YAKLAŞMALARINA İZİN VERMEYİN!!!”
Ancak Xie Lian da sesini yükseltti. “DAĞILMAYIN! ORMANIN İÇİNDE ONLARDAN KAÇ TANE DAHA VAR BİLMİYORUZ!! EĞER BAŞKALARI DA VARSA İŞİNİZ BİTER!”
“O zaman ne yapacağız??”
“Hedef tahtası gibi bekleyemeyiz!”
“Durduğumuz yerde ölümü mü bekleyelim??”
Xie Lian’ın yolda kopardığı dal belinde duruyordu, ve onu çekti, bir kılıç gibi tutuyordu. “Endişelenmeyin, buraya gelemezler. Elbette yaklaşıp yaklaşamayacaklarına ben karar vereceğim!”
Burası onun bölgesiydi, Veliaht Prensin Salonu!
“Sen…”
Kimsenin soru sormasını beklemeden Xie Lian dışarıya atladı. Dal parçası savruldu ve bir anda İnsan Yüzü Hastalığı kurbanları yere düştü. Xie Lian için bu hiçte zor değildi, sözlerini hareketleriyle kanıtlamış ve delilerden hiçbirinin yaklaşamayacağından emin oluyordu. Tapınaktaki kalabalık nefesini tutmuş izliyordu, dövüş devam ederken sarsılmışlardı, ve Xie Lian’ın kazandığını görünce hepsi tezahürat ettiler, cennete teşekkürlerini sunuyorlardı.
Bu esnada, ormandaki gece havasından bir sürü hayalet alevi süzülerek, her yerde dans etmeye başladılar. Xie Lian İnsan Yüzü Hastalığı kurbanlarını uzaklaştırmasına yardım mı ediyorlardı bilmiyordu ama her şekilde kendisine engel olmayacaklarını hissediyordu.
İşi bittikten sonra Xie Lian alışkanlık gereği kılıcını kınına sokmaya çalıştı. Ancak kın boş kaldığı zaman Xie Lian elinde tuttuğu şeyin bir kılıç değil de dal parçası olduğunu fark etti ve bir anlığına tuhaf hissetti. Bir an sonra, çok uzakta olmayan bir yerde beyaz cübbeli bir şeklin süzüldüğünü, eliyle onu çağırdığını gördü. Daha yeni savaştan çıkan Xie Lian’ın hala kanı kaynıyordu ve hemen peşine düştü.
“KAÇMAYI DÜŞÜNME BİLE!”
Hayalet alevi kümesi de üzerinden uçarak onunla beraber öne atıldılar, sanki yolunu aydınlatmak ister gibiydiler. Doğal olarak Yüzü Olmayan Beyaz kaçmıyor ve yavaşça yürüyordu, adımları tembeldi, ama her zaman yedi yüz adım kadar önünde kalıyordu. Xie Lian bir süre takip etti ama aniden aydınlandı ve hemen geri döndü. Onun peşinden gelmediğini görünce Yüzü Olmayan Beyaz durdu.
“Neden gelmiyorsun?”
Xie Lian arkasına baktı. “Bir kez daha İnsan Yüzü Salgını yaymak için beni uzaklaştırmak istiyorsun sadece, neden canının istediğini yap diye seni takip edeyim ki?”
Ancak Yüzü Olmayan Beyaz sadece güldü. “Hayır, yanılıyorsun. Hedefim seni yanlış yönlendirmek değil. Hedefim sadece sensin.”
Her ne kadar ağlayan-gülen maskeyle yüz ifadesi gizlenmiş olsa da, bir nedenle Xie Lian onun gülümsediğini hissedebiliyordu.
Onu yoldan çekmek istemesinin sahiden hiçbir anlamı yoktu. Eğer Yüzü Olmayan Beyaz tekrar İnsan Yüzü Salgınını yaymak istese, dünyanın herhangi bir yerinde bunu yapabilirdi ve Xie Lian onu durduramazdı. Neden bu dağın tepesini seçmişti ki?
Xie Lian durdu. “O zaman planın ne?”
Sayısız kez aynı soruyu sormuştu ve artık sabrını kaybediyordu.
Yüzü Olmayan Beyaz cevapladı. “Sana çoktan söyledim. Yanıma gelmeni istiyorum.”
Xie Lian ağaç dalını çıkarttı ve ona doğrulttu, her ne kadar hiç tehdit edici olmasa da, hatta biraz komik olsa da, yine de elindeki tek silahtı sonuçta. Şükürler olsun ki, özellikle parlak olan bir hayalet alevi dalın ucuna inmiş ve biraz savaş halesi katmasına yardımcı olmuştu.
Xie Lian sertçe buyurdu. “Senin yanında olmamı mı istiyorsun? Hayatını almam için mi?”
Yüzü Olmayan Beyaz sadece yumuşak bir şekilde kıkırdadı ve sıcak bir sesle konuştu. “Ekselansları, güzel bir yeşim parçasısın. Seni yönlendirip eğitmeme izin ver.”
“…”
Xie Lian hem şüpheci hem öfkeli hissediyordu, ve cıklamaktan kendisini alamadı. “Ve kendini beni eğitmeye layık mı görüyorsun? Benim ustam Xian Le’nin Başrahibi, sen kim oluyorsun?? Nereden geldin, seni canavar!”
Yüzü Olmayan Beyaz bir parmağını uzattı ve salladı. “Yine yanılıyorsun. Ekselansları, muhtemelen sana bu dünyada seni eğitmeye layık olan tek kişinin ben olduğumu söylemem gerek. Ustan mı? Xian Le’nin Başrahibi olan?” Sesi kibirli ve horgörü doluydu. “Benim önümde, onun adı bahsedilmeye değmez. Aksine, benim sana öğrettiğim şeyleri içten içe benimsiyorsun.”
Xie Lian öfkeyle bağırdı. “Bana ne öğrettin? Sen ne saçmalıyorsun? Tek kelimesi bile anlam ifade etmiyor!”
Yüzü Olmayan Beyaz dalga geçer gibi homurdandı. “Sana öğrettiğim ilk şey şuydu: bu dünyadaki pek çok şeye karşı güçsüzsün.”
Bunu duyunca sayısız kaotik görüntü ve ses Xie Lian’ın aklına doluştu. En sonunda dişlerini sıktı ve ‘kılıcını’ savurdu, ama Yüzü Olmayan Beyaz kolaylıkla kaçındı.
“İkincisi –”
Xie Lian’ı tuttu, dengesini kaybetmesine neden olmuştu ve neredeyse düşüyordu. Xie Lian başının üzerinde bir el hissetti.
“Sıradan insanları kurtarmak istiyorsun değil mi? Sıradan insanların senin tarafından kurtarılmaya ihtiyacı yok. Buna değmezler.”
Xie Lian’ın hareketleri bir anlığına bocaladı ve ele vurdu, etrafında dönerek bir kez daha dalı sapladı. PA! Yüzü Olmayan Beyaz eliyle dalı bölmüş ve onun arkasına geçmişti, iki buz kadar soğuk parmak çoktan başının arkasındaki hayati yerlere oturmuştu!
Bu iki teşvik eden parmakla beraber, Xie Lian her an beyninin delinebileceğini hissediyordu ve dondu.
Arkasından bir ses yükseldi. “Eğer benim yanıma gelmezsen, asla bana karşı kazanamayacağını bil ve her daim benim tarafından mağlup edileceğini.”
Xie Lian nefes nefeseydi ve karanlık bir sesle konuştu. “…Dilediğin zaman gel!”
Bir an duraksadıktan sonra, yavaşça her kelimeyi vurguladı. “Sadece şu anda kazanamıyorum. Beni sayısız kez yenebilirsin, ama beni öldüremezsin. Beni öldüremediğin sürece de, bir gün, seni kesinlikle yeneceğim!”
Hayalet alevi onun sözlerini duyduğu zaman, daha da vahşi bir şekilde yanmaya başladı, sanki tüm gece göğünü aydınlatmak ister gibiydi. Arkasında, Yüzü Olmayan Beyaz bir süre sessiz kaldı.
Ardından sordu. “Seni öldüremez miyim?”
Xie Lian nefesini tuttu ve konuşmadı.
Aslında, Jun Wu’nun ona verdiği bu ölümsüz bedenin ne kadar dayanıklı olduğunu kendisi de bilmiyordu. Eğer Yüzü Olmayan Beyaz sahiden bir anlık öfkeyle kafatasını parçalarsa, yine de hayatta kalabilir miydi?
Tam bu sırada Yüzü Olmayan Beyaz sessizce konuştu. “Sahiden, seni öldüremem. Ama seni öldürmeyeceğim de. Sadece, bu kadar kendine güvenme. Umarım sonrasında bu söylediklerinden pişman olmazsın.”
Pişmanlık mı? Neden pişman olsundu ki?
Xie Lian daha anlayamamıştı ki, bir el vahşice boynuna vurdu ve bir anda karanlığa gömüldü.
Karanlığın içinde çok uzaklardan bir ışık ve sıcaklık geliyor gibiydi. Xie Lian ışığa doğru gitti, ve biraz biraz kendine gelmeye başladı.
Yavaşça gözlerini açtı, ve ilk gördüğü şey yukarıdaki hayalet aleviydi. Görünüşe göre bilinçsizken hissettiği ışık ve sıcaklık ondan geliyordu.
Onun uyandığını görünce, hayalet alevi hemen yaklaştı, ama sanki ona yaklaşmanın kabul edilemez olduğunu düşünür gibi hafifçe tekrar uzaklaşmıştı. Xie Lian bu hayalet alevi topunun özellikle dikkate değer olduğunu hissediyordu sürekli. Eğer doğru hatırlıyorsa, ona engel olmak için örülen duvardan da o sorumluydu. Uzanıp ona dokunmak istedi, ama beklenmedik bir şekilde elini hareket ettiremedi.
Xie Lian donakalmıştı ve hemen kendine geldi. Bakmak için başını eğdi ve ancak o zaman neden ellerini hareket ettiremediğini anladı. Kolları ve bacakları bağlanmıştı.
Sıkı bir şekilde bir sunağa bağlanmıştı, bedenin altında yıkık heykelin tabanı vardı. Sunağın altında ise itiş tıkış bir sürü insan vardı ve birbiri ardına dizilmiş kırpılmayan gözlerle onu izliyorlardı.
 Çevirmen: Nynaeve
140 notes · View notes
saintedennise · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media
yeni dövme sorunsalları, alışma süreci vesaire
Yeni dövmem hakkında biraz boşlukta olduguma karar verdim.
Halbuki bu üçüncü dövmem ve karar sürecim de çok bilinçliydi.
Yaptırma sürecim de acayip keyifliydi.
Biblo gibi, orman içinde bi stüdyoda, tatlı bir dövmeciyle, arkadaşımın eline tutuşturduğum uyduruk analog makinemle beni çekmesi ve güzel müzikler açması ile nefis bir seanstı.
Ayrıca acıya dayanıklılık şovu yapmamdan dolayı 1 saat molasız devam edip bitirdik, pişman değilim:)
Bu cesaretimi daha büyük dövmelerde görebilecek miyiz acaba, bakalım:)
Sanırım bu kafa karışıklığım şeyden dolayı oldu, dövmem yapıldıktan hemen sonra sevgilim aradı, ateşi çıkmıştı. Covid mi diye korktuk tabii.
Takip eden günlerde de ev halkı olarak karantinaya girdik, açıkçası dövmeye sevinecek halim falan kalmadı, negatif çıktı sonunda ama o süreç bayağı gergin geçti.
Stüdyodan dönüş yolunda otobüs gelmemesi ve kış ortasında Almanya'nın köylerinden eve dönmeye çalışma çabası da sevgilimin hastalık haberinin tam üstüne denk geldi.
Gerçi şu an düşününce bayağı eğlenceli bir yol bulma çabasıydı:) Ama ya eve dönemezsem stresi insanın kafasını meşgul ediyor tabii.
Anneme söyleme konusu beni geriyordu, bir kaç gün içinde foto atıp söyledim, güzel de tepki verdi. Ama bu konu da dövmeme alışmakla geçireceğim günlerde aklımı meşgul etti.
Herhalde bütün bunlar yüzünden bu alışma sürecini atladım, yok saydım.
Şu an dövmeme karşı nötr hissediyorum sadece.
Buna bastırılmış duyguların yol açtığına eminim, çünkü çok severek yaptırdım dövmemi. Bayağı da güzel bi şey oldu, kutlanmayı hak ediyor❤
Bu alışma ve kutlama sürecini başlatmak adına dövmemle ilgili sevdiğim ve özel ayrıntıları yazmak istedim❤ Hadi bakalım:
Bir numarada tabii ki David Bowie geliyor. Seedy Young Knights, Bowie'nin Candidate isimli şarkısında geçen bir tamlama.
Anlam olarak tekinsiz/dağınık genç şövalyeler diyebilirim sanki🤔 (Pek tabii ki beni anlattığını düşünüyorum:)
Candidate şarkısını da David Bowie'yi de Hakan Günday'ın 15 yaşında okuduğum Kinyas ve Kayra isimli romanından öğrendim.
Şimdilerde pek aklıma gelmese de 15'lik dünyamın altını üstüne getirmiş ve kişiliğimin kilometre taşlarından biri olan bir kitaptır kendileri.
Candidate'ten sözler içeren paragrafı da paylaşayım:
"We will buy some drugs and watch a band. Then jump in a river, holding hands"
David Bowie söyledi. Ben inandım. Kimse artık Bowie dinlemiyor herhalde, diye düşündüm. Kimse artık delirmiyor. İntiharın modası geçmiş olmalı."
Bir sebep daha, Candidate de Bowie de öyle beni ben yapan şeyler ki, Londra'ya gittiğimizde ilk iş manitayla Bowie duvarına gidip notumuzu bıraktık.
Tabii ki:
"We will buy some drugs and watch a band. Then jump in a river, holding hands"
Resmini de ekleyeyim bu posta❤
Şimdiki blogumun başlığı da olan Seedy Young Knight, ergenliğimin derin sırlarını ve edebi denemelerimi paylaştığım ilk Tumblr blogumun ismiydi:)
O zamandan özdeşleştirmiştim bu tamlamayla kendimi. Bence çok sanatsal, punk ve nonbinary bir tamlama.
Neyse, o blogun üzerinden neredeyse 10 sene geçmiş, zamanında silmiştim fakat benim için anlamı büyük bir mecraydı.
Bi şeyler yazabildiğimi, kendimi anlatabildiğimi ve bunu hiç de fena yapmadığımı keşfettiğim ve benim gibi başka bunalımlı sanatçı ergenlerin de var olduğunu fark etmek çölde vaha bulmak gibiydi:)
Font, kuzenimin el yazısı.
Bugün kendisi abim gibidir ve yıllarca birbirinden haberi olmadan çok benzer hayatlara ve ruhlara sahip olmuş iki kardeş olarak bence biz ailemizin Seedy Young Knight'larıyız😊
Bütün bunlardan da anlayabileceğiniz gibi, Seedy Young Knight benim için o hep köşeye ittiğim, unutmaya çalıştığım ama bir yandan içinde büyük hazineler barındırdığını bildiğim o ergen kızı anlatıyor.
O ergen kız benim, ondan büyük fırtınalarla kopmam gerekti ve bana onu hatırlatan her şeyi unutmaya çalıştım. Ama Seedy Young Knight unutulabilecek bir şey değil, bastırılırsa bir yolunu bulup başka bir yerden taşacak bir ırmak, varoluşumun kaynağı, özümdeki cilalanmamış pırlanta.
Belki de dövmemi yok saymamın hiç fark etmediğim ilk sebebi, Seedy Young Knight olduğumu hatırlamaktan hala biraz çekiniyor olmamdır.
Halbuki ne iyi gelicek❤ Geldi bile❤
Teşekkür ederim iyi ki okudun😊 İyi geceler🌙
38 notes · View notes
ll-argo · 3 years
Text
Percy'nin kumsalda durduğunu ve birinin onu tetikleyen bir şey söylediğini hayal edin. Sözler kulağına ulaştığı anda içindeki her şey kükrer, ancak vücudu o kadar hareketsiz kalır ki, onu bir heykel sanırsınız. Gerilim çenesinin kenarları boyunca ıslık çalıyor ve boynundaki kaslarda toplanıyor. Kollarındaki damarlarda hızla aşağı iniyor ve sıkılı yumruklarında birikiyor. Gözleri kararıyor, maviyi gölgeleyen bir karanlık. Ancak tüm bunlara rağmen en ürkütücü yanı okyanusun durması oluyor. Su dalganın ortasında donuyor. Yukarıdaki deniz martıları, aşağıdaki gerginliğin farkında gibi susuyor, Rüzgâr bile esmeye cesaret edemiyor. Ve dalganın gölgesinin altında duran, birçok güçlü düşmanla savaşan, cehennemin çukurlarına göğüs geren ve okyanusa hakim olan Percy. Şimdi, bir zamanlar kurtardığı dünyayı boğmak istiyormuş gibi görünüyor. Aniden bir kadın beliriyor. Toplanmış altın gibi saçları ve gözleri adamınkine benzer bir karanlığa sahip. Elini nazikçe sevgilisinin gergin omzuna koyuyor ve "Percy" diye fısıldıyor. Duran dalga, sonunda ikisini de ıslatmadan nazikçe üzerlerine çöküyor. Yumrukları gevşiyor ve vücudundaki gerilim azalıyor. Her şeyi anlayan ve onu hala seven tek kişiyi görmek için döndüğünde gözlerine küçük bir parıltı beliriyor. Onunkine benzer bir karanlığı var, ama bir şekilde, imkansız bir şekilde, karanlıkları bir aradayken ışığa dönüşüyor. Onun fırtınalı gri gözlerine bakıyor. Sen buradasın, ben buradayım ve iyi olacağız diyen gözler...
Orijinal by @astrababyy
1 note · View note
aynurant · 4 years
Text
Tumblr media
eğilip yüreğine,
yüreğini dinlerdi hep
çok söz içerlerdi
çok görüntü yıkardı gözlerini
çok gürültü tıkardı sözlerini
o kalabalıkken,o ne kadar da yalnızdı
bir depremden çıktı
içine çekildi
çekildikce gönlüne
güçlendi yeniden
onarmaya başladı kırıklarını
yakıp gereksiz kinini
eritti hüzün buzullarını
sel sel oldu kurak topraklar
sahte gülücükler, yapmacık göz kırpmalar
anlamadan geçenlerden,
aldanmadan geçti
güneş doğmuyordu bir süredir
bir ışık çekti kirpiklerinden
aydınlık bir bakış
bulutlardı üstünde duran
şu yağan aşk
damla damla düşen bedene
soğuk bir rüzgarla esip göğsünden
şu yağan aşkla
açtı kollarını göğü kucaklayıp
esir miydi, neydi tüm sözler?
gergin dilleri tutan yürekler miydi?
yoksa inatlar mı?
şimdi ağır ağır terkediyordu
o kenti...
belki de artık
her kent yalnızdı
şimdi agır ağır tekliyordu mutluluk
nemli akşamlar kalabalık
ve su tutmazdı sokaklar
hafif hafif çiseliyordu,
kaldırımlarda insanlık
fakat nasıl ilerleyecekti
ayrılığın yolundan
eksilecekti sesler,zarif haller
ve yol işareti gibi cilveli edalar
nasıl bulacaktı yerini gözler
bir denizden cıkıp
bir havuza girmek
belki de ummadığı bir kapıda
amansız bir hastalıkla inlemek
bir çekirdek düşmüştü cennetten avcuna
gömmek şimdi yüreğe
ya çürütmek ya büyütmek için
ve bu şiir bitmeliydi
ve bu şiirden gitmeliydi artık
son bir kez tekrar dönüp baktı
kapısına bir papatya bıraktı
ve son sözü,
kendine iyi bak'tı...
Rüzgar
9 notes · View notes
guzelhbr-blog · 5 years
Text
Zorla güzellik salonu
KAAN SEZYUM
Zorla müzik dinlettiler bana geçen gün…
Aslında çok uzun süredir zorla birtakım müzikler dinliyorum. Sarı öfkeye binmeme sebebim oldu zorla dinlediğim müzikler. Sarı öfke başka bir öfke. Beyaz öfkeye benzemez. ‘Sesi kısar mısınız?’ derseniz, ses toptan gider… Gelmek bilmez. Bilse de gelmez.
Tumblr media
Aslında o zorla dinletilen müzikler de bir yandan da sebebim oldu, gurbetlerden geri dönüşlerim oldu. Gurbetlere beyin göçlerim oldu.
O güzel beyinler, güzel kafataslarının içinde uzak ülkelere gittiler… Beyin dendiği zaman aklıma nedense hep beyin dostu zombiler gelir. Zombi ne yer, ne içer? Tabii ki beyin yer. Beyinsiz olmasına rağmen beyinsiz yaşayamaz zombiler…
Haiti’den çıkma bir laf zombi. Allemle kullemle öldükten sonra tekrar hayata döndürülen bireyler bu zombiler. Hani seçim günü ölmüş akrabalarınız oy kullanır ya, işte onun gibi ama daha aktif olanı gibi de…
Bakın zombilik zor. Bu zombiler yeniden hayata gelmiş ölüler aslında biliyorsunuzdur. Dirilmiş de dirileşmiş bu zombiler. Sinemada Corc Romero’nun ‘Yaşayan Ölülerin Gecesi’ filminde arzı endam ederler ilk olarak.
Zombili evin, bilirsiniz, aidatı az olur. Isınma problemi olamaz.
Sinemada ilk çıktıklarında tüketim toplumuna bir eleştiri olarak geldiler. Tüketen, üretmeyen, emizleyen bireyleri temsil ettiler. Bir yandan da zombi kavramı sinemada çok sevildi. Düşünsenize, ölmeyen bir birey var. Kafa çalışmıyor ama yaşıyor. Tabii buna yaşamak denirse…
Neyse bana zorla müzik dinlettiler geçende yine. Nasıl bozuldum. Ya bir de çalan şeyden bir şey anlamıyorum. Füzyon caz dinlettiler. Çik Koreya var, Deyv Vekıl var… Vekıl olmuş ama insan olamamış bir çok vekıl gibi o da insanlık dışı hareketler yapıyordu müziğin içinde. Çalınamayacak şeyler çaldılar, hem de kulaklarımın gözü önünde. Zorla müzik dinletildiğinde kendimi kirletilmiş, bir nevi beyinsel tacize uğramış hissettim. #metoo
Böyle acayip geç saatte birilerinin evine gidersiniz, ya da size saçma sapan birileri misafirliğe gelmiştir de gereksiz yüksek sesle sevmediğiniz müzikleri açarlar evin içinde. Siz kısmaya çalışırsınız, onlar açar. Siz kısmaya çalışırsınız, onlar kısmayı yasaklar. Siz kızarsınız, kızmak da yasaklanır. Hatta gün gelir ‘Kızmak’ kelime anlamı değişir ülkenizin en bilinen sözlüğünde. Kelimeler yetersiz, sözler sessiz kalır.
Bana sevmediğim müzikler dinlettiler. Sokakta yürürken sevmediğim parçalar çaldılar kulaklarıma. Madende çalışırken birden müziği kestiler. 1800’de de müzik kesilirdi, bunlar normal dediler bir de… Sokakta durdum, durdum diye müzik dinlettiler. Sokakta yürüdüm, yürüdüm diye de bir sürü son kullanma tarihi geçmiş müzik dinledim. İnternete gireyim evimden bari dedim, internete de giremediğim sayfalar oldu, hepsinin yerine istemediğim parçalar çaldı. Zorla güzellik salonu gibi bir yere dönüştü burası. Zorlanıyorum ister istemez. Yine bir yerden saçma sapan bir parça çalıyor. Vokalistin sesi de kötü. Vokalist sinirli, vokalist gergin, vokalist kötü müzik dinlediğinin farkında ama iyi müziği de anlayamadığı için sinir yapmış. Oysa müziğe bıraksa kendini. Her sokakta farklı bir şarkı, her evde farklı bir müzik çalsa, çeşitlensek. Müzik hayatın gıdasıdır.
Sizleri sayın arkadaşım Orhan’ın bir şiiriyle uğurluyor, ellerinizden ve gözlerinizden öpüyorum. Sanki pişmiş bir kellesiniz ve gözlerinizden öpüyorum gibi düşünün. Gözlerinizi kapatın sonra.
Eskiler alıyorum Çalıp yıldız yapıyorum Musiki ruhun gıdasıdır Musikiye bayılıyorum Şiir yazıyorum Şiir yazıp eskiler alıyorum Eskiler verip musikiler alıyorum. Bir de ayran şişesinde yoğurt olsam
10 notes · View notes
cocukpsikiyatristi · 5 years
Text
Tumblr media
Yıkıcı Duygudurum Düzenleyememe Bozukluğu Nedir?
Yıkıcı duygudurum düzenleyememe bozukluğu (YDDB) yeni bir tanıdır. Depresyon bozuklukları grubunda yer alır. Yeni bir tanı olması nedeniyle YDDB konusunda yapılan bilimsel araştırma sayısı diğer ruhsal bozukluklara nazaran azdır.
Ne kadar yaygın olduğu tam bilinmemekle birlikte, bu bozukluğa çocuk psikiyatri poliklinik başvurularında sıkça karşılaşıldığı söylenebilir. YDDB’ye sebep olan ya da ortaya çıkmasını kolaylaştıran durumlar araştırılmaya devam ediyor.
Belirtileri
Bu tanıya sahip çocuk ve gençlerde orantısız, yineleyen, sözel ve/veya davranışsal öfke nöbetleri görülür. Çocuklar, içinde bulundukları; hoşlarına gitmeyen, istemedikleri, rahatsız oldukları durum ve olaylara karşı öfkeli tepkiler verebilir.
YDDB tanısındaki öfke nöbeti ile normal değerlendirilebilecek öfkeli tepkileri ayırmak gerekir. Ayrım açısından öfke nöbetlerinin sık yinelenmesi, süre ve şiddet açısından içinde bulunulan duruma orantısız olması YDDB lehine bir bulgudur. Günlük yaşamda tetikleyici olay ve durumlar sonrasında ortaya çıkan öfke nöbetlerinde çocuk belli bir süre sonra yatışır. Bu sakinlik bir sonraki öfkelenmeye kadar devam eder. YDDB tanısı olan çocuklar ise öfke nöbetleri arasında da gergin, sinirli ve huzursuz görünür.
YDDB tanısı koyabilmek için 12 ay süresince sorunun devam etmesi, haftada en az üç kez öfke nöbeti yaşanması ve sürekliliğin bulunması gerekir.
YDDB’de görülen öfke nöbetlerinde; sözel saldırı, uygun olmayan sözler kullanma, çevresindeki kişilere ve eşyalara zarar verme davranışları sergilenir. Öfke nöbetlerinin en az iki farklı ortamda (ev, okul, yaşıtları ile birlikteyken) görülmesi gerekir. Örneğin; okulda ve yaşıtları ile birlikteyken öfke nöbeti olmayan, sadece ev içinde görülen nöbetlerde ailenin çocuğa karşı tutumlarına odaklanmak gerekir.
Öfke patlamalarını YDDB’nin belirtisi olarak kabul edebilmek için bu öfke patlamalarının çocuk ve ergenlerin gelişim düzeyi ve dönemleriyle uyumsuz olması gerekir. Ergenlik ve 6 yaş öncesi dönemde sık görülen öfke tepkileri ile ayrımının iyi yapılması gerekir. Bu yüzden, YDDB tanısı koyabilmek için belirtilerin 10 yaşından önce başlamış olması ve çocuğun 6 yaşından büyük olması şartı vardır.
Etkileri
YDDB, çocukların yaşam kalitesini ve okul performans��nı olumsuz etkiler. Öfke patlamaları yaşayan çocukların ailesi, öğretmenleri ve yaşıtlarıyla ilişkileri bozulur. YDDB tanılı bir çocuğa sahip olmak ebeveynler için zor bir durumdur. Ebeveynlerde; kendilerini suçlama, başkalarınca suçlanma, eş sorunları, boşanma, toplumdan dışlanma ve farklı ruhsal bozuklukların ortaya çıkması gibi durumlara yol açabilir.
Yıkıcı duygudurum düzenleyememe bozukluğu tanısı olan çocuklarda başka ruhsal bozukluklar da (dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, depresyon vb.) eşlik edebilir. Ayrıca, öfke nöbetleri birçok ruhsal ve bedensel hastalıkta görülebildiği için YDDB tanısının başka bozukluklardan ayırt edilmesi gerekir. Hem yanlış tanı konmaması hem de beraber görülen ruhsal bozuklukların atlanmaması için çocuk psikiyatristi tarafından değerlendirme yapılması uygun olacaktır.
Tedavisi
YDDB yeni bir tanı olduğu için tedaviye yönelik deneyim ve bilgiler kısıtlıdır. Bu nedenle, öfke ve öfke patlamalarının görüldüğü bazı ruhsal bozukluklarda (DEHB, inatlaşma bozukluğu, depresyon gibi.) işe yaradığı görülmüş uygulamalardan yararlanılır. YDDB tanısı olan çocuk ve gençlerin tedavisinde; davranışçı terapi, ailenin hastalık konusunda bilgilendirilmesi, aile terapisi ve ilaç tedavisi gibi uygulamalar önerilmektedir.
Sonuç olarak; YDDB çocukları, aileleri ve çevredeki insanların yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Farklı tedavi seçenekleri olan, tedavi edilebilir bir bozukluktur. Çocuğunda YDDB tanısı olduğunu düşünen aileler ruhsal destek almalıdır.
Derleyenler
1- Uzm. Dr. Ali Korkmaz, Çocuk ve Ergen Psikiyatristi
2- Melike Ulu, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Psikoloji Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi
Kaynaklar
https://www.nimh.nih.gov
https://www.aacap.org/
DSM-5 Tanı Ölçütleri Başvuru El Kitabı, Ertuğrul Köroğlu, HYB Yayıncılık
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Ve Hastalıkları, Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği
1 note · View note
olumsuzsozler · 6 years
Photo
Tumblr media
Birisinin hatasına öfkelendiğinde derhal kendine bak ve kendinin de nasıl hata yaptığını düşün; örneğin iyinin paraya ya da hazza ya da bir parça şöhrete eşdeğer olduğunu düşünmen gibi.. Bunun bilincine vardığında, özellikle de seni öfkelendiren kişinin gergin olduğunu ve yapabileceği pek başka bir şey olmadığını ayrımsadığında öfkeni hemen unutursun. Ve eğer bir yolunu bulabilirsen, karşındaki insanın gerginliğini gidermelisin. 
  Marcus Aurelius
Tumblr media
╚►Sözler Gif:
Tumblr media
Marcus Aurelius Sözleri: (MS.121- MS.180) Hayatımız düşüncelerimizin eseridir.   Marcus Aurelius Doğaya uygun olan hiçbir şey kötü değildir. Marcus Aurelius Akıl başkaları için duyulan sevginin zeminidir.  Marcus Aurelius Kendi mutluluğunuz sadece kendinize bağlıdır.  Marcus Aurelius İnsanın başına kaldıramayacağı hiçbir şey gelmez.  Marcus Aurelius Tek bir dünya, tek bir gerçek, tek bir kanun vardır.   Marcus Aurelius Dimdik durmalısın, başkaları seni ayakta tutmasın.  Marcus Aurelius Öfkenin sonuçları nedenlerinden çok daha üzücüdür.   Marcus Aurelius Ölümden değil, bir türlü hayata başlayamamaktan kork.  Marcus Aurelius İnsanlar sizi, sadece aynı yerden canları yandıklarında anlar.  Marcus Aurelius Yakında her şeyi unutacaksın; yakında herkes seni unutacak. Marcus Aurelius Kendisiyle uyum içinde yaşayan, evrenle uyum içinde yaşar.  Marcus Aurelius Tüm zaferlerin sırrı bariz olmayan şeyleri düzenlemede yatar.   Marcus Aurelius Herkes, yalnızca yüreğini verdiği şeylerin değeri kadar değerlidir.  Marcus Aurelius İyi insanın nasıl olması gerektiğini anlatmayı bırak; anlattığın insan ol. Marcus Aurelius Sana ait olmayanın peşinden koştuğunda, gerçekten sana ait olanı yitirirsin.  Marcus Aurelius Yıldızların yer değiştirisini görmek mi istiyorsun, onlarla birlikte dönmen gerek.   Marcus Aurelius Biraz zaman geçsin, her şeyi unutursun. Biraz zaman geçsin, her şey seni unutur.  Marcus Aurelius İçini kaz, içinde iyilik pınarı var. Sen sonsuza dek kazarsan, o da sonsuza dek akacaktır.  Marcus Aurelius Havaya atılan bir taş için ne yeniden yere düşmek kötü bir şeydir, ne de yükselmek iyi bir şey.. Marcus Aurelius Dünyadaki hiçbir çıkar, verdiğiniz sözü tutmamaya veya kendinize olan saygınızı kaybetmeye değmez.   Marcus Aurelius Bir çok insan bulamadığı için değil, zevk almak için durmadığından dolayı, mutluluktan payına düşeni alamaz.  Marcus Aurelius Olaylara, sana düşüncelerini kabul ettirmek isteyen insanın baktıkları açıdan değil, kendi gördüğün açıdan bak.   Marcus Aurelius Evren değişiyor; Hayatımız, düşüncelerimize göre şekilleniyor. Yaşamdaki mutluluk da düşüncelerimizin kalitesine bağlıdır…   Marcus Aurelius Sabah uyandığınızda yaşamanın, nefes almanın, düşünmenin, keyif almanın ve sevmenin ne kadar kıymetli bir ayrıcalık olduğunu düşünün.  Marcus Aurelius Başkalarının ne dediğine, ne yaptığına, ne düşündüğüne aldırış etmeyen, sadece kendi işini adaletle ve iyilikle yapmaya çalışan ne çok zaman kazanır!  Marcus Aurelius Eğer bir dış etken seni üzerse, duyduğun acı o şeyin kendisinden değil, senin ona verdiğin değerden geliyordur. Onu da her an ortadan kaldırma gücün vardır. Marcus Aurelius Eğer birisi yanlış yapıyorsa, ona nazikçe yol göster ve nerede yanlış yaptığını anlat. Eğer bu da onu düzeltmiyorsa kabahati kendinde ara, hatta daha iyisi hiç kimsede arama.  Marcus Aurelius Hayatının mutluluğu düşüncelerinin niteliğine bağlıdır. Onun için buna dikkat et, fazilete ve eşyanın tabiatına uymayan hiçbir düşüncenin kafanı işgal etmesine müsaade etme!    Marcus Aurelius Şunu asla aklından çıkarma, ister üç bin yıl yasa, ister otuz bin yıl, şu anda sahip olduğundan başka bir yaşamı yitiremezsin ve mevcut yaşamın sona erdikten sonra yeni bir yaşama da sahip olamazsın. Marcus Aurelius Eğer gerçekten sahip olduğumuz biricik şey içinde bulunduğumuz an ise ve sahip olmadığımız bir şeyi yitirmemiz de mümkün olmadığına göre, birisinin elimizden alabileceği tek şey yaşadığımız andır.    Marcus Aurelius Bir şeyi yapmak yalnızca sana zor geliyor diye bunun bir insan için olanaksız olduğunu düşünme. Eğer bir şey insan için olanaklıysa ve insan doğasına uygunsa, senin tarafından da yapılabileceğine inan.   Marcus Aurelius Birisine bir iyilik yaptığında ne bekliyorsun? Doğru şeyi yaptığından ötürü hoşnut olman ve bu iyiliğin karşılığını beklememen gerekmez mi? İnsanlar birbirleri için yaratılmıştır. Ya onlara doğru yolu göster ya da onlara karşı anlayışlı ol.   Marcus Aurelius Şunu unutma ki, düşünceni değiştirmek ve senin yanlışlarını düzelten birisinin söylediklerine uymak özgürlüğünden ödün vermek anlamına gelmez. Çünkü bu değişiklik, senin iradenle olmuştur, kendi arzuna, değerlendirmene ve anlayışına uygun olarak yapılmıştır.   Marcus Aurelius Çok defa kötülüklerle karşılaşırsın. Unutmaman gereken şey karşılaştığın her olayın aslında daha önceden de gerçekleştiğidir. Hep aynı şey, hangi zamanın tarihinden söz etsek aynı şeylerle karşılaşırız. Yeni olan hiçbir şey yok. Her şey kendini tekrarlıyor ve şimdiki zaman çabucak geçiveriyor.   Marcus Aurelius Başkaları ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, ben kendi adıma iyi bir insan olmalıyım. Tıpkı zümrüt ya da altın yahut erguvan. Kendi kendine durmadan şöyle diyormuş gibi: başkaları ne yaparsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, kendi adıma ben zümrüt olarak kalacağım, rengimi koruyacağım.    Marcus Aurelius Sabahın alacakaranlığında uyanmak sana zor geliyorsa, şu düşünceye başvur: İnsanca bir yaşam için uyanıyorum. Eğer, doğuşumun nedenini ve evrene getirilişimdeki amacı yerine getireceksem yine de somurtkan olabilir miyim? Yoksa yatmak ve örtüler altında kendimi sıcak tutmak için mi meydana getirildim?    Marcus Aurelius Birisinin hatasına öfkelendiğinde derhal kendine bak ve kendinin de nasıl hata yaptığını düşün; örneğin iyinin paraya ya da hazza ya da bir parça şöhrete eşdeğer olduğunu düşünmen gibi.. Bunun bilincine vardığında, özellikle de seni öfkelendiren kişinin gergin olduğunu ve yapabileceği pek başka bir şey olmadığını ayrımsadığında öfkeni hemen unutursun. Ve eğer bir yolunu bulabilirsen, karşındaki insanın gerginliğini gidermelisin.    Marcus Aurelius
youtube
............................................... ╚►Facebook: https://www.facebook.com/Pusulasoz ╚►Tumblr: http://pusulasozler.tumblr.com/ ╚►Twitter: https://twitter.com/pusula1sozler ╚►Pinterest: https://tr.pinterest.com/szler/ ╚►Site arşiv: https://pusulasozler.tr.gg/ ╚►Sözler Gif:  https://i.ibb.co/z70WZG9/Marcus-Aurelius-S-zleri.gif ..............................................
8 notes · View notes
falcibaba · 2 years
Text
Eşe Düşkünlük Büyüsü Nedir? 2022
Tumblr media
Eşe düşkünlük büyüsü Bağlama büyüleri arasında yer alan ve çiftlerin arasındaki muhabbeti güçlendirmek için kullanılan bir büyüdür. Zaman zaman eşler arasında belli sıkıntılar yaşanabilir. Elbette ki öncelik çözülemeyecek sorunlar için evlilik terapistlerinden destek almaktır. Ancak durum işin içinden çıkılamayacak kadar kötüyse ve taraflardan biri evliliğin sürmesi konusunda ısrarcıysa son çare olarak en etkili eşe düşkünlük büyüsü devreye girer. Büyüyü kendi başınıza yapma şansınız kesinlikle yoktur. Büyü yapılırken öteki alemden varlıklarla iletişime geçilmesi gerekecektir. Bu nedenle ilmi kuvvetli bir hocayla çalışılmalı; işleme başlatmadan güvenilirliği noktasından emin olunmalıdır. Aksi taktirde zamanınız da harcadığınız para da boşa gidebilir.  
Bu Büyü Nasıl Yapılır?
Çok etkili eşe düşkünlük büyüsü yapılışı diğer bağlama büyüleri ile benzerlik gösterir. Kadın ya da erkeğin yaptırabileceği büyünün yapılışını kısaca anlatalım: - Çiftin mümkünse beraber çekilmiş bir fotoğrafı gerekir. Okunacak dualar, çizilecek semboller için bu faktör önemlidir. - Büyü yapılacak kişinin saçı, tırnağı gibi malzemelerin yanında kişisel eşyaları da gerekir. Büyü tutma ve etkinin güçlü olmasında özellikle kişisel eşya büyük rol oynar. - Hoca büyüyü yaparken karanlık bir ortamdan yararlanır. Öteki alemdeki varlıklar karanlık ortamlara geldiğinden bu mecburidir. - Ortamı uygun hale getirmek için aynalar ve mumlardan yararlanılır. Bunun yanında büyüde kullanılacak uygulamaya göre kâğıda, yere ya da kişisel eşyaya semboller çizilebilir. - İlim sahibi hoca bazı durumlarda okumaları sadece kendisi yaparken bazı durumlarda büyü yaptıran kişiye de dualar ya da tılsımlı sözcükler verebilir. Verilen dua ya da sözler harf hatası yapılmadan verilen sıraya uygun olarak okunmalıdır. - İşleme başlamadan medyuma olay örgüsü atlanmadan anlatılmalıdır. Bu durum büyünün tutma sürecinden tutun etkisine kadar farklılık yaşanmasını sağlar.
Bu Büyünün Belirtileri
Çok etkili eşe düşkünlük büyüsü belirtileri yine bağlama büyüsüne yakın belirtiler görmek mümkündür. Yine de sevgili ile eş arasında belli farklar olacaktır. - Büyü etkisindeki eş kendini karı/kocasına daha yakın hissetmeye başlar. Tartışmalar azalır. Evdeki gergin ortam büyü tutmaya başladığı andan itibaren yavaş yavaş kaybolur. - Büyü etkisindeki kişinin eşine olan sevgisi eskiye oranla çok daha fazladır. Onun üzülmemesi, incinmemesi için her yolu dener. - Eş evde fazla durmuyorsa büyü etkisindeyken sürekli olarak karşı tarafın yanında olmak isteyeceğinden dışarı çıkmak istemez. Çıkacaksa eşi olmadan dışarda kalmaktan sıkılacağı için beraber farklı aktiviteler oluşturmaya çalışır. - Ufak çaplı halsizlik ve baş ağrıları görülebilir. Ancak korkulacak kadar ciddi yan etkileri yoktur. - Eşin hayatında biri varsa büyü sonrası tamamen aradan çekilmek zorunda kalır.
Tumblr media
Eşe Düşkünlük Büyüsü Eşe Düşkünlük Büyüsü Ne Kadar Sürede Tutar? Eşe düşkünlük büyüsü ne kadar sürede tutar sorusunun cevabı için öncelikle hangi uygulamanın yapılacağına bakmak gerekir. Her uygulamadaki tutma süreci birbirinden farklıdır. Tabi olay örgüsü de tutma sürecini etkiler. Eğer çalıştığınız hoca işinde gerçekten iyi ve yeterli ilmi bilgiye sahipse size aşağı yukarı bir süre verecektir. Yapılan çalışma sonunda büyü onun verdiği süre içerisinde etki etmeye başlar. Bu aşamada tek yapılması gereken sabırla beklemektir. Bu Büyüyü Yaptırmak Günah mı? Elbette her büyü olduğu gibi eşe düşkünlük büyüsü de günahtır. Zaten bu nedenle her şey denenmeli; en son çare olarak büyü tercih edilmelidir. Büyü tercih eden kişi günahını bilerek bu işe girmek zorundadır. Eşe Düşkünlük Büyüsü Nasıl Bozulur? Eşe düşkünlük büyüsü bozumu için hoca desteği alınmalıdır. Eğer bazı eşler bu büyüyü eşini zor durumda bırakmak; ailesinden ayırmak için de yaptırabilir. Büyü etkisindeki kişi karşı tarafa hayır diyemeyeceğinden bozulması gereken durumlarda zaman kaybedilmemelidir. Ancak bunu yaptırmak tahmin edeceğiniz gibi çok zor bir süreç gerektirir. Büyünün etkisindeki eş etkili eşe düşkünlük büyüsü konusunda rahatsızlık duymaz. Öyle ki bu durum onu memnun bile edecektir. Bu nedenle de yaşadığı huzurdan vazgeçmemek için ne gerekiyorsa yapar. Büyüyü bozdurma çalışmalarına başlayana kadar zorlansanız da büyüyü bozdurmaya ikna ettiğiniz andan itibaren süreç çok daha kolaydır. Eşe düşkünlük, bağlama, aşık etme gibi pek çok büyüde ilmi bilgisi yüksek; yaptığı büyülerde yüzde yüz garanti veren Yasin hocamıza başvurabilirsiniz. Sizin derdinizi en az sizin kadar önemseyen güvenilir medyum hocamız sorununuza en kısa sürede çözüm bulmak için elinden geleni yapacaktır. Kendisiyle ilgili daha detaylı bilgi için internet sitesinden yararlanabilirsiniz. Read the full article
0 notes
operasyon · 2 years
Text
Hayat neşeli insanlarla daha kolay geçer. Herkesin derdi kendine çok zaten. İşte bu durumda kimisi sorunlara karamsarca bakmayı seçiyor, kimisi gülmeyi.
Ben soğuk bir tipim herhalde. Yirmili yaşlarımda kendime biçtiğim görevlerden dolayı daha da bir ağır abiydim. 
----
Askerliğin ilk günü sayılabilir. Etimesgutta zırhlı birliklerde sınava gireceğiz. Kim asteğmen olacak kim kısa dönem olacak orda belli olacak. O dönemde zaten geriginim, bir de askerliğin gerginliği. Başıma neler gelebileceğine dair hiç bir fikrim yok. En kötü ihtimalle ölürsün ulan diye gittim. Binlerce asker adayı güneş altında bir avluda bekleşiyoruz. O anda rütbesini bile iblmediğim bir kaç komutan çıktı bir kaç kişiye küfretti filan.. benim moralim daha da kötü oldu. Nereye düştük lan böyle.. biri bana söverse rütbesine bakmam bende söverim diye düşünüyorum falan.
Yanımda nasıl peydah olduysa bir çocuk. Bekleşen binlerce kişiden biri de o. Kimseyle tanışacak moralim bile yok o benle tanışmıştır. Çocuk nasıl bir makine....bir ömür yaşadım daha benzerini görmedim. Her olaydan her sözden bir espri yaratıyor ve hiç bir yapaylık yok. Son derece doğal. Beni gülme krizine soktu ve ardı arkası yok. Komutan birine de sövse biz gülmekten kırılıyoruz. ilk gün diye tolere ediyorlardır yoksa biz de yeriz küfrü. 
En sonunda çocuğa dedim ki “ dur kardeşim yav, yeter artık, beni gülmekten öldüreksin burda yada daha ilk günden başımıza bir iş açılacak. O da zor durdu. “Yahu sen gelmeden önce burda gergin gergin, aklımda binbir soruyla kaygıyla bekleyenlerdendim. Allah mı gönderdi, kutsal biri misin? Bi geldin ortalık panayıra döndü.Yorulmadın da yahu, seninle askerlik ne kolay geçer.. inşallah aynı yere düşeriz” dedim.
Çocukta benim yanımda huzur bulduğunu, çok mutlu olduğunu söyledi garip biçimde.Gerçekten kendisi de güldü benimle birlikte.
O da açıklamaların üstüne “ Ben de senin gibiyim, aklımda kaygılar var, nereye düşeceğiz, hangi ile gideceğiz, nerde yatıp kalkacağız, başımıza neler gelecek gibi soruları bende düşünüyorum. Burdaki herkeste aynı kaygıları taşıyor. Bak yüzlerine dedi.
Biliyorum zaten dedim.
İşte biz binlerce kişiden farklı olduk. Seni güldürürken kendi dertlerimi de unuttum. İkimiz de güzel eğlendik. Burda korkuyla bekleşsek elimize ne geçecekti dedi.
Sınava filan girdik çıktık. İnşallah aynı yere düşeriz temennileriyle ayrıldık. Ertesi gün gittim baktım herkesin ismini listelere asmışlar. Erzuruma düşmüş, ben erizncana. Onu bir daha göremedim o günden sonra. Şimdi adı bile aklımda kalmadı ama tavrı aklımda. Hayat karşısında pozitif tavır budur. 
----
Bide bunnu tam tersi var. Yine askerlikten örnek. Bölükten bir askerin cezası netleşmiş, cezaevine girecek ama komutanlar işlemi bilerek geciktiriyorlar. Çünkü askerin korktuğunu, korkusunu her yere yaydığını hissetmişler.  Başçavuş herkesin içinde, tüm bölüğün karşısında diyor ki “ Oğlum bu gün seni götürecektim ama bu günde çok işim var, cezaevi çantanı yarın için hazırla” 
Her gün sabah buna benzer sözler diyor. Korkak asker de, yok coplarla dans yok bilmem ne işkence hayalleri görerek daha cezaevine girmeden kendine işkence ediyor. Herkesin içinde bunlardan bahsedip herkesin de moralini bozuyor. En sonunda akıllı bir asker küfrü bastı. “ Sikerim lan, ne milletin moralini bozuyorsun her sabah, korktuğunu anlamışlar seni geciktirip duruyorlar daha çok kork diye, ateşe de atıyorlarsa dayan on beş gün çek gel aslan gibi. Bir daha bu konuda ağzını aç, ben kıracam ağzını senin” dedi.
Gerçekten bir daha muhabbet olmadı. O asker de cezası olan 15 günü yatıp geldi. Hatta cezaevinden ben aldım.
O kadar lafı geçti sordum doğal olarak seni çok dövdüler mi diye. 
Yok yav bir tokat bile yemedim, bir hoşgeldin dayağı olur, onu bile yemedim, başgardiyan hemşerim çıktı dedi.
Bu da sorunlar karşısında negatif tavır.
----
Ben kendmi enerji kaynağı, her yere ışıltılar saçan bir insan saymıyorum ama örneklerde de görüldüğü gibi pozitif olmak iyidir. Moral gücünüz varsa sorunlara teslim olmayın. Gülücüğünüz yüzünüzden eksik olmasın.
0 notes