Tumgik
#hüseyin cahit yalçın
egitimportali · 2 years
Text
Hüseyin Cahit Yalçın Kimdir?
Hüseyin Cahit Yalçın Kimdir?
Hüseyin Cahit Yalçın, bir devrin en önemli gazeteci, yazar ve siyasetçisi olarak bilinmektedir. Bu içerik Hüseyin Cahit Yalçın hakkında bilinmesi gereken tüm detaylara yer vereceğim. İyi okumalar. Hüseyin Cahit Yalçın Kimdir? Hüseyin Cahit Yalçın, 1875 yılında Balıkesir’de doğmuştur. Gazeteci ve yazar kimliğinin yanında siyasetçi kimliği de bulunmaktadır. Aynı zamanda çevirmenlik de yapmıştır.…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
enfarktuss · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media
"İttihat ve Terakki işte Türk'ün bu zor dakikalarda ruhundan kopan müdafaa-i nefs hamlesi idi. İttihat ve Terakki paylaşılmak üzere bulunan bir vatanı kurtarmak için milletin içinde vücut bulmuş bir isyan ve fedakarlık mahsulü idi. Kendisini kurtarmak isteyen Türk, İttihat ve Terakki bayrağı altında toplanıyor, mücadele ediyordu."
28 notes · View notes
sinigami · 3 years
Text
Uşaklıgil’in deyişiyle II. Abdülhamit, en küçük bir emareyi, aklın ölçüsüne sığamayacak kadar büyüten bir vehimle titreyen bir hükümdardır. Memleketin bütün nabızlarını türlü türlü gizli ipliklerle kendi özel dairesinin eşiğine bağlamış, vatanın bütün servet pınarlarını sarayının, çukuru asla doldurulamayan ağzına çevirmiştir. Hafiyelerini memleketin her köşesine dağıtmıştır. Bunların, sermaye bulamazlarsa, karanlıklarda yalan, iftira, hile üretmelerine fırsat verir. Bir yandan da avuç avuç para saçar. Rütbeler, nişanlar, imtiyazlar dağıtır. Hafiyelerin cirit attığı bu ortamda herkes birbirinden korkar. Babalar çocuklarından, kocalar karılarından saklanır. Hafiyelerin gölgeleri görününce bütün başlar omuzların arasına gömülür, duvar kenarlarına sinilir.
(...)
Hüseyin Cahit Yalçın şöyle yazar:
“İnsanlığını idrak etmiş, vatanını seven bir genç nazarında Saray ve mutlak hükümet taraftarı olmak bir namussuzluktu. Öyle bir adamdan uzak durmak, nefret etmek icap ederdi.”
“Saraya temas eden her şeyden nefret ederdik. En büyük ahlâksızlık Saraya jurnal vermek, Abdülhamid’in saltanatını kuvvetlendirmek, Saraya devam etmek, Saray adamı olmaktı. Jurnalcilik etmemek iyi adam olmak için kâfi bir meziyetti. Padişaha dalkavukluk, padişah dolayısıyla etrafındakilere ve onların da bendelerine tabasbus o kadar taammüm etmişti ki temiz gençlik bir veba mikrobu gibi bunlardan kaçardı. Fakat bu ‘temiz’lerin miktarı acaba ne kadardı? Ne ehemmiyeti var, bir tane olsa, kâfi!”
(...)
Sadri Sema’nın deyişiyle, İstibdat devrinde bir “dalkavuk edebiyatı” yeşermiştir. 
Dalkavuk edebiyatının haşmetli örnekleri veya şaheserleri, II. Abdülhamit’in doğum (vilâdet) ve tahta çıkış (cülus) günlerinde söylenen cülûsiyeler ve vilâdiyeler, yılbaşı kasideleri, manzum tebrikler, gazetelerde çıkan methiyelerdir. Bunları yazanların bir kısmı saray dalkavukları, hafiye kırıklarıdır. Bu grup, memleketi günden güne yok oluşa sürükleyen Abdülhamit’i göklerin üzerine çıkarır. Diğer bir kısmı ise, sefalet içinde olup belki padişahın gözüne girer de beş on kuruş alır diye yazanlardır. Bu tür yazıların hepsi masal, hepsi mavaldır. Tebrik veya methiye içeren gazete nüshalarından beş on tanesini ipekli kumaşlara basarak Yıldız Sarayı’nın eşiklerine asan gazeteciler de yok değildir. Bütün bu edebiyat, edebiyat âleminde, matbuat hayatında bir kara lekedir.
4 notes · View notes
semantin · 5 years
Text
Bir adrese bakıyordum sokağın ismi utanç: Hüseyin Cahit Yalçın sokağı diyor! Ne ara mütercim katillerin isimlerini aziz İstanbul'un sokağının ismi olmuş!
Allah'ım sen bizi affet!..
24 notes · View notes
ansiklomedia · 6 years
Text
Hüseyin Cahit Yalçın Hayatı
Hüseyin Cahit Yalçın Hayatı
yazardır (Balıkesir 1874-İstanbul 1957).
Mülkiye’yi (SBF) bitirdiği yıl (1896) Servetifünun topluluğu oluşum başlangıcındaydı; daha önce Ahmet Mithat hayranlığıyla edebiyata yönelip ilk romanını yazmış (Nadide, 1892) olduğu için bu birikime uzak kalamadı; Servetifünun dergisinde öyküler yayımlarken kendi edebiyat beğenilerini savunan, eski edebiyat yanlılarına kafa tutan eleştirel yazılar…
View On WordPress
0 notes
mustafakemalimcom · 7 years
Text
Falih Rıfkı'yla Pazar Sohbeti...
Falih Rıfkı’yla Pazar Sohbeti…
BEDİİ Faik’in anıla­rının, üçüncü cildi­ne “Falih Rıfkı Atay özel sayısı” da di­yebiliriz. Üstad anılarına şöyle başlıyor:
“Ben DÜNYA’ya gelinceye kadar, ça­lıştığım hiçbir gazete­de, kendimden önce, kendimden üstün bir kimsenin varlığını hissetmemiş, hatta kabul de etmemişimdir.”
“Tasvir”de Cihat Baban, “Vatan”da Ah­met Emin Yalman, geçin onları bir kalem, ama “Dünya”da Falih Rıfkı Atay, işte…
View On WordPress
0 notes
yusufserkan · 6 years
Text
Halife ve halife makamının dinen, siyaseten varlığının hiçbir mana ve hikmeti yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varlığını, istiklalini tehlikeye koyamaz.” (Atatürk, 22 Ocak 1924)
Geçtiğimiz hafta halifeliğin kaldırılmasının 95. yıldönümüydü. Laik Cumhuriyetin temelindeki devrimlerden biridir halifeliğin kaldırılması…
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen cumhuriyet rejiminin karakteri laiktir. Çünkü cumhuriyet, dinsel “sultan-halife egemenliği” yerine dünyevi “milli egemenliği” esas alan bir rejimdir. “Kendini Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanların ve halifelerin laik cumhuriyette hiçbir yeri yoktur. Bu nedenle Atatürk, cumhuriyeti ilan etmeden önce saltanatı, cumhuriyeti ilan ettikten sonra da halifeliği kaldırmıştır.
HALİFELİK NEDİR?
Öncelikle halifelik “dinsel” değil “siyasal” bir kurumdur. İslam'ın temel kaynağı Kuran'da peygamberin “halefi” veya “vekili” anlamında bir halifelik yoktur. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, “Peygamberlik bitmiştir. Biten, mühürlenen kurumda vekilden söz edilemez” diyor. (1)
Kuran'da “Allah'ın halifesi” anlamında bir halifelik de yoktur. Muammer Esen, “İnsanın Halifeliği Meselesi” adlı makalesinde “Allah'ın halifesi kavramının hiçbir şekilde Kuran'da geçmediğini” belirtiyor. (2)
Buna rağmen özellikle Emevi Halifesi Muaviye'den itibaren halifeler kendilerini “peygamberin halefi” olmanın ötesinde “Allah'ın halefi” olarak görmeye başlamışlar, bu görüş, halifelik kaldırılıncaya kadar devam etmiştir.
Örneğin, Osmanlı halife-padişahları kendilerini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” olarak adlandırmaktan çekinmemiştir. 1876 Anayasası'nda Osmanlı halife-padişahına verilen sıfatların birçoğu Kuran'da Allah'a verilen sıfatların aynısıdır: “Mukaddes padişah, kutsallar kutsalıdır, sorgulanamaz, sorumlu tutulamaz!” (3)
Son Halife Abdülmecit Efendi.
TARİHTE HALİFELİK
Halifelik ilk 4 halife döneminden itibaren siyasal çekişmelere ve kavgalara neden oldu. Öyle ki bir tür seçimle göreve gelen ilk 4 halifeden 3'ü öldürüldü. Emevi halifesi Muaviye, seçime son verip halifeliği “saltanata” dönüştürdü. Halifelik savaşları yaşandı. Hz. Hüseyin halifelik uğruna katledildi. Emevi halifeleri içinde bozuk ahlaklı, kan dökücü, her türlü kötülüğü yapan halifeler vardı. Abbasiler döneminde hareminde binlerce cariyesi olan halifelerden söz eden kaynaklar var.
Emevilerden itibaren İslam dünyasında gücü ele geçiren liderler kendilerini halife ilan ettiler. Örneğin, Mısır'da bir devlet kuran Fatimi Sultanı el-Mehdi kendini halife ilan etmişti. Böylece Mısır'da Şii Fatimi Halifeliği kurulmuştu. İspanya'da kurulan Endülüs Emevi Devleti'nin lideri III. Abdurrahman da -Abbasi halifesinin güçsüzlüğünü gerekçe göstererek- orada halifeliğini ilan etmişti. Böylece İslam dünyasında aynı anda 3 ayrı halife ortaya çıkmıştı.
Bu arada İspanya'da Kurtuba'da 1031'de halifeliğin kaldırılıp halifeliği elinde tutan sülalenin oradan sürülmesine karar verilmişti. (4)
1058'de Bağdat'a giren Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, halifenin siyasi yetkilerini elinden almış, halifeyi sadece dinsel işlerden sorumlu hale getirmişti. Tuğrul Bey böylece çok erken bir tarihte din ile siyaseti birbirinden ayırmıştı.
1258'de Irak'ı ele geçiren Moğal Sultanı Hülagü, Abbasileri yerle bir etmiş, son halifeyi de vahşice katletmişti. Kadere bakın ki Abbasilerin ilk halifesi Seffah da zamanında Emevileri kılıçtan geçirmişti.
1517'de Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sonunda halifeliğin Memlüklerden Osmanlılara geçtiği söylenir. Ancak bu söylenti sonradan uydurulmuştur. (5)
Osmanlı'da halifelik ilk kez resmi olarak Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan (1774) sonra Aynalıkavak Tenkihnamesi'nde (1779) yer aldı.
II. Abdülhamit'in, halifeliği “çok etkin bir silah” olarak kullanıp İslam dünyasını birleştirdiği iddiası ise yeterli dayanaktan yoksundur. Abdülhamit döneminde Osmanlı halifeliğini tanımayan veya Osmanlı'ya başkaldıran Müslüman toplumlar vardı.
Aslında Müslüman Araplar, başından beri, Osmanoğullarının halifeliğini reddediyordu. Öyle ki I. Dünya Savaşı öncesinde halifeliğin Osmanlı'dan alınarak bir Arap halifeliği yaratılması amacıyla Suriye'de bir dernek kurulmuştu. (6)
20. yüzyılın başında, ulus devletler çağında, aslında halifeliğin hiçbir anlamı kalmamıştı. I. Dünya Savaşı'nın başlarında Osmanlı Halifesi V. Mehmet Reşat'ın cihat fetvasının Arap-İslam dünyası üzerinde bir etkisi olmadı.
Halifelik neden kaldırıldı?
1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasından sonra “Halife Vahdettin” İngilizlere sığınıp kaçmış, bunun üzerine TBMM, Osmanlı soyundan Abdülmecit Efendi'yi 148 oyla halife seçmişti.
Saltanatın kaldırılmasından ve cumhuriyetin ilanından sonra eski düzenden yana olanlar halifenin etrafında toplanmaya başlamıştı.
İstanbul basını; Tanin, Tevhid-i Efkâr ve Vatan gazeteleri; bunların başyazarları Hüseyin Cahit Yalçın, Velid Ebüzziya ve Ahmet Emin Yalman halifeliğe sahip çıkıyordu. Örneğin Tanin Gazetesi'nde Lütfi Fikri Düşünsel, “Halifeye Açık Mektup” yazmıştı. Lütfi Fikri, mektubunda halifenin görevinden ayrılmaması gerektiğini belirtmişti. (7)
Bu arada Hint Müslümanlarının önderlerinden Ağa Han ve Emir Ali, halifeliğin kaldırılmaması için Başbakan İsmet İnönü'ye bir mektup yazmışlar, ama bu mektup, İnönü'nün eline geçmeden Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkâr'da yayımlanmıştı. (5-6 Aralık 1923) Fakat her iki Hintli de şaibeliydi. Öyle ki Şevket Süreyya Aydemir, Ağa Han'ı “kumarbaz, ayyaş bir İngiliz uşağı” diye adlandırıyor. (8)
‘Halifeye Açık Mektup' yazıp halifeliği savunan dönemin İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey.
Bu gelişmelerden sonra cumhuriyete karşı hilafet propagandası yapan bazı gazeteciler, İstanbul'a gönderilen bir İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmışlar ve beraat etmişlerdi. 5 yıl kürek cezasına çarptırılan İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey de affedilmişti. Daha sonra Atatürk, İstanbul gazetelerinin başyazarlarıyla İzmir'de görüşüp onları kazanmak istemişti.
Bu sırada Atatürk'ün silah arkadaşlarından Rauf Orbay, Kazım Karabekir ve Refet Bele de halifeye saygıda kusur etmemek için adeta birbiriyle yarışıyordu! İstanbul'da halifeyi ziyaret etmişler, hatta halifeye hediyeler vermişlerdi. Halifeyi ziyaret edip İstanbul basınına bazı demeçler veren Rauf Orbay, CHP Grubu'nda sorguya çekilmişti.
İşte o ortamda Halife Abdülmecit Efendi'nin ikinci bir devlet başkanı gibi davranmaya başlaması Atatürk'e beklediği fırsatı verecekti.
Halife Abdülmecit Efendi, 1924 bütçesinde kendisine ayrılan paranın yetersiz olduğunu belirterek zam istemişti. Bu arada İstanbul'daki yabancı ülke temsilcilikleriyle ilişki kurmaya çalışıyordu. “Halife-i Müslimin” sanıyla yetinmeyip buna bir de “Zıllullah” yani “Allah'ın gölgesi” sanını da eklemişti. Görkemli Cuma Selamlıkları düzenliyordu.
Halifenin bu davranışları Atatürk'ü harekete geçirdi. Atatürk, 1924 başında Harp Oyunları nedeniyle İzmir'deydi. Orada Başbakan İsmet İnönü, Meclis Başkanı Kazım Özalp ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile yaptığı toplantıda halifeliğin kaldırılmasına karar verildi.
Atatürk, 1 Mart 1924'te yaptığı meclisi açış konuşmasında bir an önce din ile siyasetin birbirinden ayrılması gerektiğini söyledi.
Bunun üzerine Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve arkadaşları, “Halifeliğin Kaldırılması ile Osmanoğulları'nın Soyundan Olanların Türkiye Dışına Çıkarılması” hakkında bir yasa önerisi hazırladılar. Bu yasa önerisi 53 milletvekili tarafından imzalandı. Yasanın gerekçesi, Türkiye'yi “iki başlılıktan” ve “hilafet elbisesi” altında “hanedan tehdidinden” kurtarmak olarak açıklandı.
Halifeliğin kaldırılması önerisi, 3 Mart 1924'te TBMM'de görüşülüp kabul edildi. Böylece halifelik kaldırıldı. Osmanoğulları sülalesinin bireyleri Türk vatandaşlığından çıkarılıp ülke dışına sürgün edildi.
Halifeliğin kaldırılmasıyla Cumhuriyet karşıtlarının en büyük dayanaklarından biri yıkıldı.
Halifelik nasıl kaldırıldı?
Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul basını ve bazı din adamları halifeye ve halifeliğe sahip çıkmaya başlamıştı.
O günlerde İskilipli Atıf Hoca “İslam Yolu”, Afyon Milletvekili Hoca Şükrü Efendi de “Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” adlı kitaplar yazmışlardı. İskilipli Atıf, “İslam Yolu”nda halifenin “peygamberin vekili ve halkın padişahı” olduğunu yazmıştı. Hoca Şükrü Efendi ise kitabında “Halife meclisin, meclis halifenindir” tezini işlemişti. Kısacası her iki hoca da “halifeyi” hâlâ devlet başkanı olarak görüyordu.
Atatürk, 14 Ocak 1923'te halkın nabzını tutmak için bir yurt gezisine çıktı. Eskişehir, İzmit, Bursa, İzmir ve Balıkesir'de halka konuştu. Halifelikle ilgili sorulara da çok açık ve net cevaplar verdi: “Milletçe kurulan yeni devletin kaderine ve bağımsızlığına –sanı ne olursa olsun- hiç kimsenin karışmasına izin verilmeyeceğini” söyledi. İzmit'te şöyle dedi: “Hilafet milletimize baş belasıdır. (…) Hilafet hiçbir şey kazandırmamıştır. Birçok musibetler getirmiştir.” (9)
Fakat 1920'lerin Türkiye'sinde halifeliğin “dinsel bir kurum” olduğu düşüncesi çok yaygındı. Halifeliğin kaldırılmasının “hükümetin dinsizliği” olarak yorumlanacağı belliydi.
İşte bu nedenle Atatürk, halifeliği kaldırırken her fırsatta halifeliğin “dinsel” değil “siyasal” bir kurum olduğunu vurgulamıştı. “Halife ‘hükümet' demektir. Şimdi TBMM'de milletin kurduğu bir hükümet olduğuna göre ayrıca bir halifeye ihtiyaç yoktur” tezini işlemişti. Nitekim halifeliğin kaldırılması için meclise verilen önerinin gerekçelerinden biri aynen böyleydi.
3 Mart 1924'te halifeliği kaldırmak için yapılan meclis görüşmelerinde Adalet Bakanı Seyit Bey, halifeliğin dinsel olmaktan çok dünyevi olduğunu belirterek, “Halifelik hükümet demektir” demişti.
3 Mart 1924'te yapılan meclis görüşmelerinde Şeyh Saffet Efendi, Dadaylı Halit Bey ve Tunalı Hilmi Bey, halkın 1300 yıllık bu kuruluşa bağlı olduğu, halifesiz Cuma namazı kılınamayacağını düşündüğü gerekçesiyle “Halifelik kaldırılmıştır” yerine “Halifelik, TBMM'nin manevi şahsında mündemiçtir (saklıdır)” demenin daha doğru olacağını tartışmışlardı.
Görüşmeler sonunda 3 Mart 1924 tarihli 13 maddelik, 431 numaralı kanunla halifelik kaldırıldı:
“Madde 1: Halife hal'edilmiştir. (görevden alınmıştır). Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan (var olduğundan/saklı olduğundan) hilafet makamı mülgadır (kaldırılmıştır).” (10)
Görüldüğü gibi “halifelik” gerçekten son derece ustaca kaldırılmıştır. Halifeliği kaldıranlar, şu formülü kullanmışlardır:
Halifelik “hükümet” demektir. Artık Türkiye'de yeni bir “hükümet” ve “cumhuriyet” vardır. Kanundaki ifadesiyle “Halifelik, hükümet ve cumhuriyet anlam ve kavramının içinde var olduğundan” ayrıca bir halifeliğe ihtiyaç yoktur mantığıyla halifelik kaldırılmıştır.
Bu kanun maddesine dayanarak “Halifeliğin aslında kaldırılmadığını!” iddia etmek doğru değildir. Halifelik, 431 numaralı devrim kanunuyla kaldırılmıştır. Kanun maddesinin sonunda açıkça “Hilafet makamı mülgadır (kaldırılmıştır)” denilmektedir.
Halifeliği kaldıran bu kanun maddesini çarpıtıp yeniden halifelik hayalleri görenlere duyurulur!
6 notes · View notes
aykutilter-blog · 2 years
Video
undefined
tumblr
Fulya Ortaklar caddesi haritası hangi cadde ve sokaklar ile kesişir işte Ortaklar caddesi
Fulya Ortaklar caddesi haritası hangi cadde ve sokaklar ile kesişir işte Ortaklar caddesiFulya mahallesi Ortaklar caddesi haritası hangi cadde ve sokaklar ile kesişir işte Ortaklar caddesi  FULYA MAHALLESİNDE YER ALAN SOKAK VE CADDELER https://www.youtube.com/playlist?list=PL05tq_SnKK63T7mxFHvG3cErvD9-ToV2AOrtaklar caddesi - Bahçeler sokak -  Çocuk parkı içi yolu sokak - Görüntü sokak - Mevlüt Pehlivan Sokak - Örmeci sokak - Emiroğlu sokak - Galipbey sokak - Butan Bütan sokak - Ünsal sokak - Ruhi Sarıalp sokak - Akıncı bayırı sokaktan bağlanan sokak - Sakız ağacı sokak.  Şişli bölgesindeki en çok ziyaret edilen yerlerden Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy adresine toplu taşıma ile nasıl gidilir burada bulabilirsiniz. Aşağıdaki toplu taşıma hatları Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy - yakınından geçiyor  Otobüs Otobüs:  251 ,  27T ,  30M ,  41AT ,  522 ,  522ST Metro Metro:  M2 Ortaklar Caddesi 41.063244 enlem ve 28.997328 boylamda yer almaktadır. Semt/Mahalle olarak Fulya Mh. ve Şişli ilçesine bağlıdır. Ortaklar Caddesi haritası Istanbul ili içinde nerede olduğu harita merkezinde gösterilmektedir. Ortaklar Caddesi posta kodu 34394. Ortaklar Caddesi GPS koordinatları 41° 3´ 47.6784" ve 28° 59´ 50.3808". Ortaklar Caddesi Yakınındakiler Ortaklar Caddesi haritasına mesafe olarak en yakın yerler:  Yer Adı Ortaklar Caddesi Mesafe Eser Sokak 421 Metre Pehlivan Sokak 381 Metre Eser Sokak 418 Metre Fulya Yeni Cami 432 Metre Yaşar Doğu Sokak (Güven Sokak.) 466 Metre 19 Mayıs Mahallesi 547 Metre Avrupa 2 Residence 314 Metre Fulya Çocuk Evi 435 Metre Şişli Belediyesi Fulya Semt Polikliniği 320 Metre Şişli Belediyesi Fulya Semt Polikliniği 320 Metre Şeker Sokak 534 Metre Fikri Öneş Sokak 586 Metre Öğretmen Nigar Hanım Sokak 383 Metre Simge Sokak 470 Metre Nur Sokak 453 Metre Hüseyin Cahit Yalçın Sokak 297 Metre Hüseyin Cahit Yalçın Sokak 297 Metre Aygören Sokak 320 Metre Saadet Hanım Sokak 511 Metre Saadet Hanım Sokak (Şeker Sokak.) 511 Metre Ortaklar Caddesi haritasına en yakın yer Hüseyin Cahit Yalçın Sokak ile arası 297 metre olarak hesaplanmıştır.  Ortaklar Caddesi Posta Kodu 34394 Ortaklar Caddesi ile aynı posta kodu olan yerler:  Yer Adı Semt Güngören Sokak  Avrupa Florence Nightingale Hastanesi Araştırma Ve Uygulama Merkezi Fulya Mh. Ressamlar Sokak  Batı Sokak Ortabayır Mh. Şenol Sokak  G-7. Sokak  Cihan Sokak Kuştepe Mh. Hukukçular Sitesi  Otluca Sokak Fulya Mh. İETT Fulya Mahallesi Durağı Fulya Mh. Emiroğlu Sokak Fulya Mh. Vefa Çıkmazı Fulya Mh. Metrocity Esentepe Mh. Garaj sokağı  Dergiler Sokak Esentepe Mh. Otello Kamil Sokak  İSO Vakfı İnşaat Anadolu TL İnşaat,Turizim ve Yapı ML Esentepe Mh. PTT-Mecidiyeköy Şubesi Mecidiyeköy Mh. Pelit Sokak  İett Mecidiyeköy Otobüs Durağı Şişli şehrinde Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy konumuna Toplu Taşıma Şişli, Türkiye'deki Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy adresine nasıl gidebileceğinizi mi merak ediyorsunuz? Moovit, en yakın toplu taşıma durağından adım adım yol tarifi ile Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy adresine ulaşmanın en iyi yolunu bulmanıza yardımcı olur.  Moovit, şehrinizde gezmenize yardımcı olacak ücretsiz haritalar ve canlı yol tarifleri sağlar. Saatleri, güzergahları, hareket saatlerini görüntüleyin ve gerçek zamanlı olarak Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy adresine ne kadar sürede ulaşabileceğinizi öğrenin.  Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy için en yakın durak veya istasyonu mu arıyorsunuz? Hedefinize en yakın durakların listesine göz atın: Mecidiyeköy; Ortaklar Caddesi; Konyalı Camii; Konyalı Camii / Mecidiyeköy Yönü; Mecidiyeköy Metrobüs; Mecidiyeköy Metrobüs / H2-78m-78be-146e-146 Yönü; Şişli Merkez / Mecidiyeköy Yönü; Şişli/Mecidiyeköy; Mecidiyeköy Mezarlık; Mecidiyeköy Viyadük / Çağlayan Yönü.  Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy adresine Otobüs, Minibüs / Dolmuş veya Metro ile ulaşabilirsiniz. Yakında duran hatlar - Otobüs: 251, 27T, 30M, 41AT, 522, 522ST Metro: M2 Sizi daha erken zamanda ulaştırabilecek başka güzergah olup olmadığını görmek ister misiniz? Moovit alternatif rotalar veya saatler bulmanıza yardımcı olur. Moovit Uygulamasından veya Web Sitesinden kolayca Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy için yol tarifi alın.  Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy adresine en kolay yoldan ulaşmanızı sağlıyoruz, bu nedenle Şişli konumundaki kullanıcılar dahil 930 milyondan fazla kullanıcı, toplu taşıma için en iyi uygulama olarak Moovit'e güveniyor. Ayrıca otobüs uygulaması veya tren uygulaması indirmenize gerek yoktur. Moovit, en doğru otobüsü veya metro saatlerini bulmanıza yardımcı olan tüm toplu taşıma araçlarının bir arada olduğu ulaşım uygulamanızdır.  Ortaklar Caddesi Mecidiyeköy için Otobüs, Minibüs / Dolmuş ve Metro fiyatları, ve tüm yolculuk ücreti hakkında bilgi için lütfen Moovit uygulamasını kontrol edin.ortaklar caddesi,fulya ortaklar caddesi,ortaklar caddesinde bulunan sokaklar,ortaklar caddesi nerede,ortaklar caddesinin haritası,ortaklar caddesi fiziki harita,ortaklar caddesi hangi cadde ve sokaklar ile kesişiyor,ortaklar caddesinin haritada görünüşü,fulya ortaklar caddesinin sokakları,ortaklar caddesi fulyada mı,mecidiyeköy ortaklar,ortaklar caddesine nasıl gidilir,ortaklar caddesinde hangi sokaklar var,ortaklar caddesi kuzeyden güneye,fulyanın tam ortasında
0 notes
ugisie77 · 3 years
Text
Şişli’de şüpheli ölüm
Şişli’de 5 katlı bir metruk binanın giriş katında 1 kişinin cesedi bulundu. Olay yerinde 1 adet kurşun ve bir çok kıyafet bulundu. Olay, dün saat 11.30 sıralarında Şişli Fulya Mahallesi Hüseyin Cahit Yalçın sokakta meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, metruk binanın önünde dolaşan bir vatandaş bir kişinin kımıldamadan yattığını gördü. Bunun üzerine durumu polis ekiplerin haber verdi. Polis…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yenikitapnet · 4 years
Text
Nuhun Gemisi - Yaşar Kemal
Tumblr media
Romanlarında Anadolu insanının gerçek dünyasını destansı boyutlara taşıyan, yaşanmış ve yaşanan gerçeği mitlerin, efsanelerin evreninde çoğaltan Yaşar Kemal, sadece bir romancı ve halkbilimci değil, gazetelerimizde modern röportaj yazarlığının da kurucusudur. Onun, her biri yayımlandığı dönemde olay yaratan röportajlarında gerçek, hayat buldu ve okuyucuyu sarstı. Bu Diyar Baştanbaşa dörtlüsünün ilk kitabı Nuhun Gemisi acıtıcı gerçeği şiirsel bir güzellikle okura sunarken, gerçeğin acısıyla edebiyatın hazzı aynı anda hissedilir. “İnsan birden irkiliveriyor. Atom bombası bu şehre düşmüş sanki. Yer yer taş yığınları, harabeler. Diyarbakır pas tutmuş. Diyarbakır, eski, çok eski bir demir kapı kadar paslı. (...) Bu şehir kılıf içinde.” Yaşar Kemal “Türk umumi efkârından ve memleketten neler saklandığını görmek, hakikatin ne olduğunu anlamak için Yaşar Kemal’in sade bir kalemle, yalnız realiteyi ifade azmiyle yazdıklarını okumalı.” Hüseyin Cahit Yalçın, "Ulus", 6 Eylül 1953 Read the full article
0 notes
edebiyatsoylesileri · 4 years
Text
Refik Halit Karay / Roman yazarken, pencereden halkın nasıl geçtiğini görmeliyim
Tumblr media
Refik Halid Karay'ın Anahtar adlı romanı, yazarın yedi yıllık suskunluk döneminin ardından 1947'de yayımlandı. Anahtar'ın yayımlanacağı gazete ilanlarında yer aldığında, Akşam gazetesi muhabiri Cemalettin Bildik, hemen yazarın kapısını çalmıştı.
Üstad Refik Halid Karay'ı, Akşam'da çıkan ilânlarından da anlaşılacağı veçhile, "Anahtar" romanı ile meşgul görüyoruz...
Okurlar, bir muharririn ne gibi şartlar altında roman yazdığını, kahramanlarını hayattan mı yoksa hayalden mi aldıklarını nasıl merak eder ve öğrenmeğe çalışırsa; bende de romancılık tarafını yedi sene müddetle frenleyen üstadı "Anahtar"ı başında görmek, imkân bulabilirsem enteresan taraflarını açıklatmak merakı uyandı.
Sefalet, yokluk, gurbet ve parasızlık psikolojisini tahlil eden "Sürgün"; dağlarda, ıssız hisar burçlarında geçen bir aşk hikâyesi "Çete"; bir milyoner kızını ele alarak sürükleyici uslûbu ile tatlı tatlı okuttuğu "Yezidin Kızı" romanlarından sonra okuyacağımız "Anahtar" nasıl bir romandır? Bu "Anahtar" kimlerin kapısını açacak ve hangi esrar perdelerini ortadan kaldıracaktır?
Gezine gezine yazarım
Bir taraftan okurların, diğer taraftan da kendi merakımı giderebilmek ümidi ile üstadın Bomonti'deki apartmanına gittim. "Apartmanına" dedim diye kendisini mal sahibi sanmayınız, birçoklarımız gibi o da bir katında kiracıdır.
58 yaşında olmasına ve küsurlu rakamlardan hoşlanmadığı için "60" yaşındayım" demesine rağmen zindeliği karşısında 45'den yukarıya çıkaramıyacağınız Refik Halid Karay'ı salonda bir aşağı bir yukarı gezinirken buldum. Bana yer gösterip:
- Hoş geldiiin, diyor. Hangi rüzgâr attı seni buraya...
İşaret ettiği mavi kadife koltuğa otururken soruyorum:
Fakat siz böyle ayakta mı kalacaksınız?
- Evet, diyor, ayakta... Çünkü oturmak hoşlanmadığım bir şey...
Yazılarınızı da böyle gezine gezine mi yazarsınız?
Tabiî, diyor, işte böyle gezine gezine... Yani yazar yazar gezinirim... Masa başında saatlerce oturmak pek sıkar beni... Yalnız yazıda değil, istirahat zamanımda da gezinirim. Hattâ misafiklikte bile yerimi değiştiririm...
Her anahtarın bir sırrı vardır, kilidini bulmadıkça o sırrı vermez
Konuşuyoruz amma, zihnimi meşgul eden yegâne şey, "Anahtar" romanıdır. Hep o mevzuya temas etmek fırsatını arıyor ve türlü sualler arasında; "Merak ettiğiniz şey 'Anahtar' mı? İşte..." dedirterek yazıyı tomarı ile uzatmasını temin etmeği düşünüyorum. 
Meselâ, soruyorum:
Romana "Anahtar" ismini vermeniz nereden aklınıza geldi?
- Ben, diyor, çocukluğumdan beri anahtara karşı son derece merak duyarım.
Bu merak, size bir anahtar koleksiyonu yaptırmış da olabilir!
İleri doğru yürüyerek bir vitrin önünde duruyor ve "Gel de bak", diyor, "yaptığım koleksiyona!..."
Boy boy anahtar göreceğimi düşünerek vitrine yaklaşıyorum:
A... Bunlar ne?...
- Ne olacak, diyor, kaşık işte... İnsan öyle her merak ettiği şeyin koleksiyonunu yapmağa kalksa bütçeyi kediye yükler...
Vitrin camını açarken ilâve ediyor:
- Hattâ o merak öyle bir hastalıktır ki insanda kediye bile yükleyecek bütçe bırakmaz...
Kaşık koleksiyonunu gözden geçiriyorum: Hindistancevizi kabuğundan, sedeften, deniz mahlûkları kabuklarından yapılmış, sapları mercan işlemeli boy boy hoşaf, muhallebi, pilâv, tatlı kaşıkları... Türk ince sanatının pek nefis numuneleri.
- Mademki, diyorum, anahtara karşı çocukluğunuzdan beri merak duyarsınız. Onu ihmal etmemeliydiniz!
- O merak başka merak! Koleksiyona gelmez... dedikten sonra ilâve ediyor: Asıl hoşuma giden anahtarlar babamın kasa anahtarlarıydı. Yani Maliye hazinesinde içleri altın dolu olan çelik kasaların anahtarları...
Acaba şimdiki "Anahtar"ınız da yine böyle içinde istif istif altın duran kasaları mı açacak?
- Yooo! diyor. Bak buna cevap veremem...
Meşhur sözdür: "Bir ipte iki cambaz oynamaz". Karşılıklı konuşmamızı buna benzetiyorum! Ben "Anahtar"ın mevzuu hakkında bir şeyler almağa çalışıyorum amma, üstad verecek gibilerden değil... Salonun bir başından öteki ucuna doğru yürürken birdenbire duruyor ve gülerek:
- Bütün mesele, diyor, tefrikada bir merak uyandırmaktır. Onu şimdi söyleyiversem ne işe yarar... Zaten anahtar, haddizatında gayet merak verici bir şeydir. Her anahtarın da kendisine mahsus sıkı sıkıya sakladığı bir sır vardır ve o sırrı, kilidini bulmadıkça vermez...
Kimyagere laboratuvar, romancıya şehir kalabalığı gerekir
Üstadın dili altında saklı duran sırrı öğrenebilmek için bir aralık mevzudan uzaklaşmanın faydalı olacağını düşünerek konuşmanın seyrini değiştiriyorum:
Okurlar, diyorum, muharrirlerin romanlarını nasıl yazdıklarını pek merak ederler. Meselâ siz, yazılarınızı açık havada, güzel manzaralı bir yerde veya bir çamlıkta falan mı yazmağı tercih edersiniz?
- Açık hava, güzel hava, manzara şu ve bu... Saçma şeyler bunlar. Fıkra ve makale gibi gündelik yazılar bir mecburiyet tahtında her yerde yazılan yazılardır. Fakat roman buna benzemez, dekordan ziyade zamana muhtaçtır. Meselâ yazdığım "Anahtar" iki seneden beri zihnimde yavaş yavaş canlanan bir romandır. Tipler bu zaman zarfında ağır ağır görüldü ve elle tutulur bir hale geldi. Nasıl başlayacağımı buldum ve başladım. Eser yarısına geldikten sonra da nasıl bitireceğim bir gün kendiliğinden doğdu. Roman yazarken öyle kıyı köşe tenha yerlere çekilemem. Şehir kalabalığı isterim. Penceremden baktım mı bir insan kalabalığını, halkın nasıl geçtiğini görmeliyim. Çünkü romanda insan yaşatılıyor. Bir kimyager için lâboratuvar ne kadar lüzumlu ise, bir romancı için de şehir kalabalığı o kadar lüzumludur. O şehir kalabalığı, o insan kaynaşması arasında romancı, başkasının hiç ehemmiyet vermediği bir tip bulabilir ve belki o tip de romanın kahramanı oluverir... Hattâ tip, muharrire bir hikâye de ilham eder...
Mevzudan uzaklaşmak için sözü tuzluğa getirdi
Konuşmamızın tam burasında yeleğinin cebinden çıkardığı saate bakan "Anahtar" muharriri Refik Halid Karay:
- Bizde, dedi, saat tam 13 oldu mu öğle yemeği yenir. Gitmeyin oturun da, Allah ne verdiyse yemeği de birlikte yiyelim...
"Anahtar"ın ne çeşit sır kapılarının kilitlerini açacağını yemekte sızdırabilir ümidi ile sofraya oturduk. Fakat mümkün mü? En dolambaçlı yollardan suali o noktaya getirdiğim zaman üstad öyle güzel bir manevra yapıp mevzudan uzaklaşıyor ki hayret... Meselâ sofradaki tuzluğu alarak:
- Bu tuzlukta, diyor, tuz ne kadar rutubetli yerde olursa olsun katiyen top top olmaz... Çünkü içinde değirmeni vardır. Şu ufacık sapı parmaklarınızın ucu ile usulcacık çeviriverirseniz toz gibi tuz akar...
Tekkeyi bekliyen derviş muradına erermiş... Nihayet bir hayli meraklı şeyler sızdırmağa, hatta üstadın mutfaktaki musluğun köselesini değiştirmeğe gitmesinden istifade ederek masası üstünde duran "Anahtar"dan epeycesini okumağa ve birçok yerlerini not etmeğe vakit bulabildim.
Yazısı son derece okunaklı
Üstad Refik Halid Karay'ın salonunda, duvardaki yağlı boya tablolardan ziyade, en göz alıcı eşya sobadır. Halep'ten buraya kadar yük edilip getirilmeğe değer bir soba doğrusu... Bir dolduruluşu 24 saat devam eden bu soba, kapağının geniş mikası arkasından gösterdiği ateşleriyle insana bir ocak başı zevkini tattırıyor. 
Musluk ve kilit tamirinden tutunuz da, boruları gayet muntazam surette takarak sobasını bile her kış kendi kendine kuran "Anahtar" muhariririnin lisan bahsinde ne kadar titiz olduğunu bilmeyen kalmamıştır. O mutfakta birdenbire boşanıveren musluğu tamir ededursun, biz masası üstünde duran yeni romanı "Anahtar" müsveddelerini karıştırmakta devam edelim:
Müsveddenin birinci kâğıdında bir apartman anahtarının resmi var. Eli her işe yatkın olduğuna göre, muhakkak ki bu resmi de kendisi yapmıştır.
Yazıları en güç okunan muharrirler
Muharrirlerden birçoklarının el yazılarını gördüm. Yazıları en güç okunan muharrirler; Hüseyin Cahit Yalçın, Hakkı Tarık Us, Ahmet Şükrü Esmer, Dr. Adnan ve Halide Edib Adıvar'la Falih Rıfkı Atay ve Mithat Cemal Kuntay'dır. Okuya okuya kendisini alıştıramayan mürettipler bu muharrirlerin yazılarını kolaylıkla söktüremezler...
En temiz müsvedde veren muharrirlerin başında Refik Halid Karay gelir. Bizim Cemal Refik de matbaaya temiz ve okunaklı müsvedde vermekte ikinciliği alır.
"Anahtar" nasıl başlıyor?
150 küsur eseri cedit kağıt üzerine yazılmış "Anahtar"ın şu satırlarla başladığını okuyoruz:
"Anahtarını kaybettiği günün akşamı apartmanının kapısını -ilk defa olarak- kendisi açamadı; asık suratla zile bastı."
Bu el çabukluğunu, roman muharriri Refik Halid Karay mutfaktan dönünceye kadar bitirmem lâzım geldiğinden sahifeleri süratle çeviriyor ve şu satırlar üzerinde duruyorum:
"... Lâmbanın yeşil atlas abajurla yumuşatılmış ışığı içinde karısının başını kaldırıp doğrulduğunu gördü, kendisi de öyle yaptı. Abajur, Perihan'ın gözlerini gölgesine almıştı. Lâmba, yüzünün ancak alt kısmını ve sedef imişçesine üzerinde pembeli, mavili ışık buğuları koşuşan çıplak omuzlarını aydınlatıyordu." 
Kendisinden müsaade almadan giriştiğim bu hareketimden dolayı en hafif bir ayak sesinin beni ürperttiğini kaydetmeme bilmem lüzum var mı?
Muharrirle karşı karşıya
Nihayet üstadın musluk tamirinden yazı masası başına dönerek ve beni "Anahtar" müsveddelerini gözden geçirir vaziyette görmesi işime yaradı.
- Hayrola? dedi. Romanın ilk okuyucusu mu olmak istiyorsunuz.?
Müsaade ederseniz?
- Evet müsaade edeyim, oku ve sonra da gidip nasıl bittiğini birkaç satırla yazıver...
Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmem. Merak ettiğim elbet şu... Yedi sene durduktan sonra bu defaki romanınızda nasıl bir lisan kullanmış olmanız. 
Oturduğu yerden kalkarak gene gezinmeğe başladı ve gezine gezine de:
- Romanımı, dedi, bundan yirmi sene evvelki lisanla yazdım. Üslûba, sarf ve nahiv kaidelerine çok ehemmiyet verdiğim malûm. Şunu da söyliyeyim ki son üç romanım İstanbul üzerine yazılmış romanlar değildir. Bu "Anahtar"da ise tamamiyle İstanbul'u ele aldım. Hem de bütün vaka iki aya sıkıştırılmıştır ve İstanbul'un son senelerine, yani bugünkü vaziyetine aittir.
Hakikatle mutabakatı olmayan hiçbir tahlil ve tasvirim yoktur
Romanda yüksek sosyeteyi mi, yoksa orta tabakayı mı ele aldınız?
- Bundan evvelki romanlarımda meselâ Sürgün, Çete ve Yezid'in Kızı romanlarımda her çeşidine başvurulmuştur. Bu sefer Anahtar süjesini zarurî olarak yüksek sosyete içinden alıyorum. Çünkü daha aşağı tabakaya düşürmüş olsam işin sır tarafı kalmaz...
Ne gibi sır?
- Zira şüphelenen koca, vakayı bir cinayetle bitiriverir...
Hayal tarafı nasıl?
- Ben her şeyden evvel realist bir muharririm. Hakikatle mutabakatı olmayan hiçbir tahlilim ve tasvirim yoktur. Ne yazdımsa muhakkak onun hayatta bir örneği ve bir eşi vardır. 
Ne manzaralar geçiyor bu romanda?
- Çay davetleri, balolar, Boğaziçi gezintileri, Beyoğlu'nun meşhur lokanta ve pastaneleri gibi yerlerin tasvirleri vardır.
Anahtar kendi kilidini bulacaktır
Üstad, sokak üstündeki pencere önünde duran rahat bir divanın bir ucuna oturarak, diğer ucunda oturan refikasını işaretle:
- İşte, diyor, bütün ömrümüz bu divanda geçiyor... Evin en çok sevdiğim yeri burasıdır.
"Anahtar"ın diyorum, bende merak uyandıran bir tarafı da onda aşk veya polis tarafının mı galip olduğudur?
- Amma da sual soruyorsun be birader! diyor. Neredeyse beni bülbül gibi söyletip romanımı yazıvereceksin... Mesele ele geçen anahtarın kimin kapısını açmasıdır. Romanda bu anahtarla birçok kapıların önüne gideceğiz, tecrübe edeceğiz; bakalım hangisini açacak? Tabiî bu anahtar kendi kilidini bulacaktır. Bulduğu zaman bir ihanet karşısında mıyız, yoksa hiç akla gelmeyen yepyeni mesut bir hayatın kapısı mı açılacak?
Birdenbire derlenip toplanarak:
- Az daha onu da ağzımdan kaçırtacaktın... "Anahtar" daha ziyade bir kıskançlığın tahlilidir. Mesele, bir kadınla alâkalı anahtar karıştığı için daima şüphe ve merakı devam ettiren bir polis romanı mahiyetini de alıyor. Muhakkak ki aşk tarafı da vardır.
Yedi sene yazamadım, başlıca sebep harp hali idi
Son yedi sene içinde niçin roman yazmadığını sorduğum zaman üstad:
- Hah, diyor, işte böyle sualler sor? Son yedi sene içinde niçin roman yazmadım?.. Niçin yazmadım... Yazamazdım da onun için yazmadım... Başlıca sebep harp hali idi. Lüzumu kadar başımı dinleyemiyordum. Gündelik vakalar beni fazla meşgul ediyordu.
Şimdiki vakalar kafayı dinlendirecek halde mi?
- Şimdiki vaziyet herhalde, yüz binlerce kişinin harp meydanlarında öldüğü zamanlarla kıyas kabul etmez. Bugün de geçim darlığı ve zorluğu varsa da artık bu tabiî bir hal aldı.
Yani alıştık!
- Evet alıştık ve alışıyoruz...
Esas mevzudan ne kadar uzaklaşsak, ben gene "Anahtar" bahsine dönüp sual sormaktan kendimi alamıyordum:
Roman kahramanlarınızın adını öğrendim, dedim; birisi Perihan, diğeri de Kenan...
- Nereden biliyorsun?..
Siz mutfakta musluk tamir ederken müsveddeleri gözden geçirmiştim de...
- Onlar, diyor, ahbaplık ettiğim birer dost gibi canlıdırlar; bütün yüz hatlarına kadar bilirim... Gözlerinin rengini de tanırım. Belki onları, şimdi tanıdığım kadar yazıda belirtememişimdir. Fakat kafamda herhangi canlı mahlûktan daha canlıdırlar. Yolda rastlayacağımı bile sanırım...
Dört beş saat devam eden ve baş tarafını dünkü nüshada bulacağınız bu uzun konuşmadan sonra veda edip ayrılırken üstad:
- Sakın, diyordu, romanın sır tarafını vereyim deme!... Bak sonra, bugünkü kadar dostane konuşmayız...
Ben, okurların merakını tatmin edebilmek gayretiyle konuştum. "Anahtar"ın sır tarafını verebildim mi, veremedim mi, onu Refik Halid Karay üstadımız bugün yazıyı okuduktan sonra anlayacağım.
(Cemalettin Bildik / 7 - 8 Aralık 1947 / Akşam gazetesi / Arşiv çalışması: Serhan Yedig / Dizgi, redaksiyon: Ferruh Yazıcı)
0 notes
melih-asik · 7 years
Text
Kaya parçaları!
Habertürk yazarı Nagehan Alçı’nın “Türkiye’nin nabzı” adlı televizyon programında Yunanistan’ın işgal ettiği 18 ada için “18 keçinin otladığı kaya parçası için savaş mı yapalım” sözleri hayli tartışma yarattı. Bu adalar gerçekten kaya parçası mıdır, kaya parçası da olsa bir başka ülke tarafından işgal edilmesi hoş görülebilir mi, şeklinde tepkiler birbirini izlerken... Konuyu son yıllarda gündeme taşıyan Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Ümit Yalım şu bilgiyi verdi: “2004 yılından beri Yunan işgali altında olan 18 adanın en küçüğü İstanbul’daki Büyükada kadar bir vatan toprağıdır. Büyükada yaklaşık olarak 4 km uzunluğundadır. Yunan işgali altında olan İzmir Koyun Adası yaklaşık 12 km uzunluğunda olup Büyükada’nın 3 misli büyüklüktedir. Aydın Hurşit Adası etrafındaki küçük adalar ile birlikte 20 kilometre uzunluğunda olup Büyükada’nın 5 misli büyüklüktedir.”                  ★ ★ ★ İktidar sözcüleri de bu adaların işgal altında olduğunu kabul ediyor ancak işgalin kendilerinden önce başladığını öne sürüyorlar. Ancak tartışılan konu işgalin ne zaman başladığı değil... Eleştirilen konu, işgalin iktidar tarafından yüksek sesle protesto edilmemesi, BM gibi kuruluşlara şikâyette bulunulmamasıdır. Her şeyden önce bir diplomatik taarruz gerekiyor...
Kalemden korku!
Bu ülkede iktidarların, basına ve gazeteciye insaf derecesi mi? Bir örnek:..
Sinan Meydan son çalışması olan “Yüzyılın Kitabı”nda anlatıyor.
Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Celal Yardımcı’ya hakaret ettiği gerekçesiyle 1954 yılında tutuklandığında 79 yaşındaydı. Yalçın 7 Aralık’ta 80 yaşına girecekti. CHP’liler, Yalçın’ın doğum gününü cezaevinde kutlamak istedi. Bunu duyan polis yolları tuttu, kalabalıkları dağıttı.
Tepkiler üzerinde iktidar geri adım attı. 80 yaşındaki gazeteci, 108 gün hapis yattıktan sonra salıverildi.
DP döneminde gazetecilerin yattığı koğuşa “Hilton” adı verilmişti.
Gazeteci hapsetmek her dönemde topluma yılgınlık vermek açısından etkili bir politika sayılmıştır.
AŞK
Hafta sonu biraz neşe...
Genç kız annesine sorar:
- Anne aşk nasıl bir şey?
- Aşk mı? Şey... Aşk şöyle bir şeydir kızım... Hani mesela çok zengin ve yakışıklı bir adama rastlarsın, arkadaş olursun, seni Venedik’e götürür, Avrupa’yı gezdirir, dönüşte sana güzel mücevherler alır, bir otomobil hediye eder, mutluluktan uçarsın, işte aşk böyle bir şeydir kızım...
- Ama anne, peki o heyecanlar, güzel duygular, kalbin küt küt çarpması, ilk buluşma, ilk öpücük... Bunlar yok mu?
- Ha onlar mı? Kızım onlar meteliksiz solcuların uydurduğu şeylerdir, aldırma...
FİŞEK
CHP Muğla Milletvekili Doktor Nurettin Demir, havai fişeklerin yasaklanması için kanun teklifi verdi. CHP’li Demir, havai fişeklerin yağdırdığı kimyasal tozların kanserojen etkisinin bulunduğunu, işitme kaybı, gürültü ve hava kirliliği yanında tarihî eserlere zarar verdiğini belirtti. Teklif çok yerinde... Bu arada... Sigara paketleri tek tip olacakmış... Böylece paketlerin albenisi öldürülecekmiş. Mahpuslara tek tip giydirmek çok sorun yaratacak ama sigara paketlerinde tek tip çok isabetli olur... Destekleriz..
KAN
Sağ olsun siyasetçisi, tüccarı, emeklisi yaşına başına bakmadan konuşuyor:
- Gerekirse ben de Afrin’e giderim...
Okurumuz öneriyor:
- Önce bir iki şişe kan verseniz... Malum kan vermek askerle sembolik bir dayanışmadır...
1 note · View note
utopianatolia · 7 years
Text
Kitaplar...
235)Emel Akal- Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm 
sayfA 21 Kur’an-ı Kerim fukaraya, ameleye ve sai-i gayrete müteallik ve bizce malum olabilen ne kadar Bolşevik prensipleri varsa hep ihtiva ediyor. ... Bolşevik prensiplerinin icap ettirdiği tadilat ve tahavvülatı [değişme] ... peyderpey ve tedricen tatbike başlayıp milleti ... hazım ve kabule alıştırarak tevsi etmelidir Kâzım Karabekir (Karabekir, 1960; 623).
22-Arı İnan, Yusuf Hikmet Bayur’la yaptığı söyleşi de Bayur, “hepimiz [komünist partisine üye] olduk. İnönü, Ali Fuat Cebesoy, Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras” (İnan, 1997; 300) dedikten sonra görüşmenin ilerleyen saatlerinde şunları ekliyor:Başlangıçta o da [Karabekir] komünistti. Herkes başta komünistlere taraftardı. Herkes. Yani Atatürk, Karabekir, Yusuf Kemal -ki Türkçüdür-, Bekir Sami -ki Çerkez'dir- o yüzden Rusların aleyhindedir. Hepsi komünizme taraftardır, çünkü onlar mazlum milletlere istiklal vereceğiz teranesini söylüyorlardı
24-Enver Paşa’nın 4 Mart 1921 tarihli Moskova’dan Mustafa Kemal’e yazdığı mektuptur. Bu mektupta Enver Paşa komünizmin Anadolu hareketi açısından önemini şöyle açıklıyor:... Bence bizi ezen kuvvetlerle mücadelede hayat ve mematile bize bağlı olan yegane kuvveti de burada [Rusya’da] görüyorum. Çünkü bizi ezen dünya emperyalistliğini icap eden dünya kapitalistlerinin yegane barışamayacak ve onu imha etmedikçe yaşayamayacak bir sınıf halk varsa, o da başta komünistler olmak üzere sosyalistlerdir.
... bence bu şimdiki idare herhalde sırf milli nokta-i nazarından da en müsait idaredir. Komünistler gidip de Menşevikler veya daha sağ bir idare gelirse herhalde İslamların daha ziyade naili serbesti olabilmeleri ihtimali yoktur. Ben doğrusu bizim mevcudiyetimiz nokta-i nazarından bu komünist ve kapitalist mücadelesini aynı bir mevhibe-i ilahiye addederim. Bütün dünya komünist olarak Üçüncü Enternasyonal etrafında toplanırsa o vakit biz de herhalde kendimize o kütlede muvafık bir şekil verecek surette kuvvetlenmiş oluruz ki bu da pek basit bir istikbaldir. İşte Rusya ve Rusya’daki komünizmin bize bu kadar büyük bir faidesi aşikar iken bence eğer Rusya’da komünistlik sönmek üzere olduğunu görürsek onu da ihya edecek yardımlardan geri durmamalıyız, kanaatindeyim.İslam ihtilal Cemiyetleri İttihadı,.. Dünya komünistleri ile tevhidi mesai edecektir (Karabekir, 1967; 131).
26-Örneğin Enver Paşa’nın Bolşeviklerle işbirliğinin altında yatan düşünceleri, TBMM’nin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat’la Moskova’da yaptığı görüşmede şöyle anlatmıştır:Enver Paşa, [kendisini] Üçüncü Enternasyonal’e yaklaştıran sebepleri izah ederken demişti ki: “Yaptığımız, şimdiki muharebede kendimize yardım ve arka bulmak arzusu değildir. Siyasi ve içtimai akidelerimizin esasta birbirlerine yakın bulunması da büyük sebeptir. Biz inkılapçı kuvvetimizi daima halktan, halkın damağdur ve yoksul kısmı olan köylü sınıfından alıyorduk* (Ce- besoy, 1982; 208) .
29-Sina Akşin bu konuda şunları yazmaktadır:Geniş bir açıdan bakıldığında, İttihat ve Terakki ile ARMHC arasında önemli yakınlıklar olduğu doğruydu. Milli Mücadele hareketinin mensuplarından pek çoğu eski İttihat ve Terakki’liler- di. Üstelik İT ve ARMHC, Türk ulusçuluğunun, demokratik- ulusçu hareketin örgütleri olarak aynı ideolojiye sahiptiler. Önder ve mensuplarının çoğu İttihat ve Terakki’liydi fakat İttihat ve Terakki , savaş yenilgisinin, yolsuzluklarının, sefaletinin vebalini taşıdığı için, İttihat ve Terakki’liliği red ve inkar etmeye özen gösteriyorlardı (Akşin, 1998-11; 36-37)
30-Akşin, Jön Türkler ve ittihat ve Terakki adlı eserini şu sözlerle bitirmektedir:Böylece, İttihat ve Terakki son bulmuş oldu. Hemen eklemek gerekir ki, bu ancak hukuken bir son bulmadır. Zira örgütün adı değişmekle, ya da yerine geçen Teceddüt Fırkası kapatılmakla, İttihatçılık son bulmazdı. İttihat ve Terakki nin ülkülerini benimsemiş olanlar, o program çerçevesinde davranmaya devam edeceklerdi. Nitekim, itilaf devletlerinin Türkiye’yi ezmek amacında oldukları anlaşılınca, kurulan Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin esas itibariye İttihat ve Terakki’ciierce oluşturulduğunu biliyoruz. Ondan da önce, izzet Paşa kabinesinde Cavid ve Hayri gibi ittihat ve Terakkililer Rauf ve Fethi gibi eski İttihat ve Terakkililer vardı. İzzet Paşa kabinesi, bir anlamda İttihat ve Terakki’nin eski denetleme iktidarı rolüne dönmesi demekti (Akşin, 1998-1; 439).
ittihat ve Terakki'ye gelince, onun Milli Mücadelenin kadrolarını oluşturduğunu gördük. Böylece, ittihat ve Terakki, zaman içinde eski CHP’ye dönüşmüş oldu. İttihat ve Terakki ile CHP arasındaki yakın ideolojik, sosyolojik bağlar ve hatta kadro bağları bu tarih birlikteliğinin önemli işaretlerindendir (Akşin, 1998-1; 440).
36-Hüseyin Cahit Yalçın “İttihat ve Terakki adeta bir nevi tarikat, mezhep ve iman halinde yaşadı. İttihat ve Terakki’ye ilk girmiş olanlar, ona imanlarını ve ideallerini hiçbir zaman kaybetmediler”
40 Fakat İttihad ü Terakki’nin zuhuriyle beraber, tüfek ve bıçakla oynar bir gençlik Mekteb-i Harbiyye’nin bir sınıfından taşıverdi. Eski Yeniçerinin meydan kabadayılığı, bu defa fedai ve komiteci şeklinde uyanıverdi ve tekrar politika sahasında göründü. Gerçi İttihad ü Terakki, Temmuz inkılabı’nı müteakıb, tulumbacılığa ve İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası (İTCIF) mahalle mütegallibeliğine münhasır kalan eski külhanbeyliği kaldırmakla, Sultan Mahmud'un bir taraftan eski eserini ihmal etti; fakat silahlı politika kahramanını tekrar uyandırmakla, onun zıddını vücuda getirdi ve nice kanlar bahasına zail olmuş bir unsuru tekrar meydana çıkarıverdi. Nitekim bunun bizzat ittihad ü Terakki bile zararını gördü ve nihayet o da -Yakub Cemil vak ası münasebetiyle—fedailiği bertaraf etti.
45 Savaşın sonunda “Bizi ancak sosyalizm deta [devlet sosyalizmi] kurtarabilir” diyecek kadar ileri giden Talat Paşa (Tunaya, 1989, 325)
Memduh Şevket Esandal, 1920 yılında Bakü’ye BMM Murahhası olarak atanmıştır, kendisi Teşkilat-ı Mahsusa-i Ticariyeciler olarak da anılan “İaşeciler’e dahildir.
aslında İttihat ve Terakki’nin ilk günlerindeki bir yaklaşımı, 1918’de tekrar mı etmektedir? Çünkü 6 Ağustos 1908’de Selanik’te yayınlanan İttihat ve Terakki’nin yayın organının daha ilk sayısında “devlet sosyalizmini kabul etmek” gerektiğine ilişkin bir makale yayınlanmıştır (Cer- rahoğlu, 1975; 500-505).
47 Hüseyin Cahit o “tasavvurları” şöyle anlatmaktadır: Memleketi terk edip Nuvelzelanda adasına hicret edecektik. Buraya herkes refikasıyla birlikte gelecekti. Bir sosyalist cemaat halinde yaşayacaktık. Aramızda müikiyet prensibi değil, uhuvvet prensibi hüküm sürecekti
50-İttihad ve Terakki kırk mecnundan [deli] mürekkep bir heyettir. Talat aklü’l-mecanindir, Hüseyin Cahit kalemü’l-mecanin, [Kara] Kemal hesabü’l-mecanin, Ziya Gökalp kitabü’l-mecanin, Enver seyfü’l-mecanin, Ben lisnü’l-mecanin, Yakub Cemil de mecnunu’l-mecanin! Ömer Naci
51-Hüseyin Cahit, yorumlarında daha da ileri giderek: “Eğer Talat olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı. Talat İttihat ve Terakki’nin kubbe taşı, çimentosu ve temeli idi” (Yalçın, 1943, 39).
60-Bu toplantı çok önemlidir, çünkü İttihat ve Terakki’nin en önemli isimlerinin yurtdışına gidip gitmemesi tartışılacaktır. Bu toplantıya İttihat ve Terakki’nin en önemli isimlerinin yanında Mustafa Kemal’in de katılmış olması, kendisinin 1910 yılı sonunda İttihat ve Terakki’de üst düzey yönetici olduğu biçiminde yorumlanabilir. Toplantıya katılanlar şunlardır: Talat, Manyasizade Refik, Mithat Şükrü, Cavid, Hüseyin Cahit, Rahmi, Habib, Dr. Nazım. Bahaeddin Şakir, Ömer Naci, Mustafa Necib, Enver, Hafız Hakkı, Mustafa Kemal, Ali Fuad, Remzi, Hüseyin Tosun, Nail Beyler
70- Fethi Okyar Trablusgarp’e giden ekibin Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk nüvesini oluşturduğunu söylemektedir:... burada, bir tarih hakikatini tesbit etmek vazifemizdir. Teşkilat-ı Mahsusa ilk olarak Sultan Hamid’e karşı mücadele eden ve daha çok Arap yarımadasına sürgün edilen genç harbiye-tıbbiye- mülkiyelilerden kurulu gizli cemiyet idi, başlarında da daha sonra bu teşkilatın reisliğini yapan Eşref Sencer Kuşçubaşı vardı. Trablusgarp Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa’cılar kadro halinde vazife almışlardı (Okyar, 1980; 199).
76-I. Dünya Savaşı 1918’de Almanya’nın yenilgisi ile bitmiş, ülke ve toplumsal sınıflar alt üst olmuştur. Almanya'da grevler birbirini takip etmekte, ayaklanmalar olmakta ve Sovyet yönetimleri ilan edilmektedir. Almanya’daki devrim 3 Kasım 1918’de donanma içindeki bir ayaklanma ile başlamış, 9 Kasım’da Spartakist’lerin çağrısıyla silahlı işçi ve askerler Berlin’in denetimini ele geçirmişler ve Kayzer rejimi çökmüştür (Sobolev, 1979; 48). İşte Talat ve arkadaşları, o günlerde Berlin’e gelmişlerdir. Talat Paşa ve İttihat ve Terakki rüesası 9 Kasım’da Almanya sınırına ulaştıklaıımn ertesi günü İmparator Hollanda’ya kaçmış ve cumhuriyet ilan edilmiştir (Cemil, 1992; 17). Talat Paşa ölünceye kadar en yakınındakilerden biri olan Arif Cemil’e1 göre Berlin’de meydanlardan geçilememektedir, Aleksandr Platz kurşun yağmuru altındadır ve işçiler “Polis Müdüriyet-i Umumisini” ele geçirmek için savaşmaktadırlar (Cemil, 1992; 17);
79-Radek, 1919 yılı Ocak ayında yapılacak olan Alman Komünist Partisi’nin kuruluş kongresine katılmak üzere Berlin Sovye- ti tarafından davet edilmiştir (Tunçay, 1995; 175). Alman sınırını yasadışı olarak AvusturyalI kılığına girerek geçen ve Berlin’e ulaşan Bolşevik Partisi Merkez Komitesi üyesidir ve daha sonra, kurulacak olan III. Enternasyonal-Komintern’in Başkanı olacaktır. Ancak 12 Şubat 1919’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledildikleri olaylar sonucunda Radek de Berlin’de tutuklanmıştır (Can, 1952; 411. Yılmaz, 1987; 43). Radek Ağustos ayında tutuklu bulunduğu hapishanede özel bir bölüme alınmış ve ziyaretçi kabul etmesine izin verilmiştir. Ziyaretçileri arasında Reichswehr’in liderlerinden biri olan Seeckt de vardır ki, bu şahıs savaş sırasında Enver Paşa ile yakın ilişkiler içinde olmuştur (Can, 1952; 413). Yani Talat ve Enver, Alman Genel Kurmayının gözetim ve denetiminde Radek’le ilişki kurmuşlardı
81-Talat'ın doğuştan gelen zekası ve irade gücünün beni çok etkilediğini ifade etmeliyim; bozuk bir Fransızca ve Almanca ile konuşuyordu. Almanca ve Fransızca ile kendisini rahatça ifade edebilen Enver Paşa ise, yapı olarak sinirli, dengesini bütünüyle kaybetmiş ve ülkesinden ziyade kendi pozisyonu için mücadele eden dengesiz bir insan görünümü vermişti (Carr,
86-Karakol Cemiyeti nizamnamesinden: “Karakol” kuvvetini, insaniyet aleminin en necibi bulunan sulhperver heyetlerin ve umum sosyalist ve amele gruplarının müzeheret-i beynelmileliyesinden ve Türk, Müslüman aleminin yüreğinden ve maksadını kabul eden her fert ve cemiyetin muavenetinden alır
89-Velidedeoğlu anılarında şunları belirtmektedir: Hamdullah Suphi Bey çok etkili, coşkulu bir konuşma yapmış ve bunun bir yerinde: “Evet arkadaşlar, bu vatanı kurtarmak için gerekirse Bolşevik de olacağız, şeytan da olacağız” diye bağırmıştı. Sonra bizim büroya gelerek bu sözlerini tutanaktan çıkardığını sanıyorum. Fakat ben bu sözleri bugünkü gibi anımsıyorum (
93 tamamı
129-Ali Fethi Bey, Ocak 1913’te Babıali Baskım’mn yapılmasına karşı çıkmıştır. Bu nedenle Talat, Fethi’nin katılmadığı ikinci bir toplantı düzenlemiş ve hükümet darbesi kararı Fethi Bey’in yokluğunda alınmıştır (Çavdar, 1995; 244).
142  Hüseyin Cahit bu konuda şunları yazmaktadır: Mağlubiyet tahakkuk etmişti. Harbi yapan Kabine, Hükümet mevkiini terk ediyordu. Zihinlerde ve ruhlarda endişe ve ıstırap vardı. Enver’in sesi hâlâ kulaklarımdadır. Padişaha kabinesinin istifasını götürecek Talat Paşa’ya: “Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal’i tavsiye et. Harbiyeye o gelmelidir. Ondan başka orduyu toparlayacak kimse yoktur” diyordu (Yakın Tarihimiz, III, 329). Bu ifadeye göre Enver, Mustafa Kemal’i ordunun başına geçecek şahıs olarak görmektedir, siyasi mücadelenin başına değil. Bayar da, anılarında, Mustafa Kemal’in ordunun başına geçmesini Enver’in onayladığını, hatta tek çare gördüğünü yazmaktadır: Son günlerde Enver Paşa ile Mustafa Kemal Paşa arasında kendiliğinden doğma bir fikir birliği vücut,bulmuştur. ... [Enver Paşa] Talat Paşa hükümetinin istifasını bir emrivaki olarak gördüğü zaman, Başkumandan vekili: “O halde, kuvvetli bir kabine lazımdır. Orduyu Mustafa Kemal Paşadan başkası idare edemez” demiştir (Bayar, 1965; 21).
157,
182 . Ancak Hasene İlgaz, Nuh’un Mustafa Kemal olduğunu yazmaktadır. Verilen isimler çok anlamlıdır: Mustafa Kemal’e verilen kod adı Nuh, Galatalı Şevket İsa, Ali Fuad Musa, Kara Vasıf Cengiz’dir 
1 note · View note
dua06 · 7 years
Text
..sansür-ü;)
-“..Yazıda noktalı yerler bırakılması, ya da yazı içinde büyük bir boşluk bırakılması”  yasakmış. Oralara uygunsuz yazılar eklemek ihtimali olduğundan böyle bir tasarrufta bulunulmuş..
-Tahttan indirilen V. Murat’ı akla getirecek Murat ve Muradiye sözcükleri kullanılamayacağı için, 1904 yılında Bursa’daki Muradiye Camii’nin onarımının bittiği ve açılış töreni yapıldığı haberi şöyle anlatılmış: “Ebülfeth Sultan Mehmet Han Hazretlerinin pederi cennet makamlarının Bursa’daki cami-i şerifi mükemmelen tamir edilmiş..” (Haberin konusu Muradiye Camii ama sansür yüzünden caminin adı hiçbir yerde geçmiyor..)
-Konusu ´su´ olan yazı için seçilen resimde, bir adam çeşme başında dua etmektedir. Yazının denetiminden geçememesinin nedeni, duanın Müslümanlar açısından kutsal olması ve pek çok kişinin bu resimden “işimiz duaya kaldı” anlamını çıkartabileceğidir..! (Dr. Besir Ömer Paşa’nın Servet-i Fünun dergisinde yayınlatmak istediği yazının sansür kuruluna takılması)
“..millet(onun yerine ‘ümmet’ kullanılacak), murat(onun yerine ‘mir’at’), Reşat(onun yerine ‘Neşat’ kullanılacak), vatan,hürriyet, dolap, isyan, zulüm, izar, ihtilal, hücre, anarşi, içtima, cemiyet, tamam(?), hitam(?), denaat, su-i kast, hal’(çözme), meşveret, firar, hafiye, hun-har, mel’un, mefsedet, mecnun,
-Burun,ve kaval(buruna kinaye olabilir), (Bana merak olan nokta şudur: Acaba burun sözünün basında yasaklandığı Abdülhamid’e söylense çevredekiler bu dalkavukluğu, bu yasağı hangi yolla açıklayacaklardı? Yeryüzü halifesine, “Şevketli efendimiz, sizin pek biçimsiz bir burnunuz var da onun için bu sözü yasak ettik” mi diyeceklerdi. Herhalde onların ne diyeceklerini bilmem. Ama ben İzlanda Balıkçısı’nı çevirirken coğrafyayla ilgili burun sözü geldikçe “karaların denizlere doğru ilerlemiş bölümleri” diye yazıyordum. Hüseyin Cahit Yalçın) hain, müsibet, mahkum, gasp, rüya, (Namık Kemal?), riya, dinamit, bomba, zeval, konferans, miting, müsavat, adalet, asi, avene, çete, istikbal, içtihat, cumhuriyet, Jön Türk, buhran, sukut, vesvese, şakavet, tebeddül, meşum, esayet, nefiy, mensup, gözde, Hamit(onun yerine Hamdi), taraftar, kıyam, irtikap, irtişa, kıtal, fıkra, siyaset, iclas, barut, namzet, ahrar..”
-Yıldız: “yıldız” Abdülhamit’in sarayının bulunduğu semti çağrıştırdığı için yasaklanmıştı.
- vee “Tahtakurusu” sözü, “tahtı kurusun” biçiminde okunabileceği için sansürce yasaklanmıştır.
Günden güne değinilemeyecek konuların ve kalemin ucuna geldikçe atılacak sözcüklerin, hele ne türden olursa olsun saraya, yönetime, olup bitenlere işaret denebilecek sözlerin sayısı arta arta öyle bir toplama çıkmıştır ki, basın alanı artık içinde dolaşılamayacak kadar daralmış, kullanılabilecek sözcüklerin dili, ilkel bir kavramın dili kadar küçülmüştü. “Hürriyet, vatan, millet, zulüm, adalet” gibi elli, yüz sözcük ile başlayan yasak sözcüklerin gün geçtikçe toplamı kabaran yeni kovulmuş eşlerini öğrenmeli ve bunları her zaman hatırda tutarak, kalemin ucuna geldikçe pis bir böcek gibi fırlatıp atmalıydınız.. Halit Ziya Uşaklıgil -Kırk Yıl
15 notes · View notes
mustafakemalimcom · 7 years
Text
İzmir Suikasti: Son Hesaplaşma
İzmir Suikastı’nın perde arkasında, Mustafa Kemal ile İttihatçı kadro arasındaki son hesaplaşma yatar. Şeyh Sait Ayaklanması ve ardından gelen İzmir Suikastı, birbirlerini izleyen olaylardır. İnkılapların yolu, bu olayların ardından açılmıştır.
Gazi: ‘Hedef olmam ihtimali var’… Feridun Kandemir, Atatürk’e İzmir Suikastından Ayrı 11 Suikast1 isimli kitapçığında, o dönemde Cumhuriyet Halk…
View On WordPress
0 notes
barkoturktv · 5 years
Text
Genelkurmay çatı davasında 17 sanığa 141 kez ağırlaştırılmış müebbet
Tumblr media
17 sanığa 141 kez ağırlaştırılmış müebbet Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'ndeki bin 800 kişilik büyük duruşma salonunda görülen davada Mahkeme Başkanı Oğuz Dik hükmü açıkladı. Eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üyesi, eski orgeneral Akın Öztürk'ün de arasında bulunduğu 17 sanığı 141'er kez ağırlaştırılmış müebbete mahkum edildi. Sanıklar eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üyesi Akın Öztürk, eski tümgeneraller Kubilay Selçuk, Mehmet Dişli, eski tuğgeneraller Hakan Evrim, Ali Osman Gürcan, Erhan Caha, Mehmet Partigöç, eski tuğamiraller Ömer Faruk Harmancık ve Sinan Sürer, eski albaylar Bilal Akyüz, Cemil Turhan, Fırat Alakuş, Ahmet Özçetin, Murat Koçyiğit, Mustafa Barış Avıalan, Orhan Yıkılkan ve Muhsin Kutsi Barış "anayasayı ihlal" ve "Cumhurbaşkanına suikast suçlarından birer, 139 kişiye yönelik "kasten öldürmek" suçundan da 139'ar kez olmak üzere toplam 141'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Sanıklardan eski albay Osman Kılıç ise "anayasayı ihlal" ve 139 kişiye yönelik "kasten öldürmek" suçundan 140 kez aynı cezaya mahkum edildi. Bu sanıklar 27 defa "kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan 432'şer yıl, Erhan Caha ve Muhsin Kutsi Barışdışındakiler 12 defa "kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak" suçundan 108'er yıl, Caha ve Barış ise bu suçtan 9 kez olmak üzere toplam 81'er yıl hapis cezasına çarptırıldı.  Bu sanıklar hakkında 108 maktul yönünden kamu davasının ayrılması ve tutukluluklarının devamı kararlaştırıldı Cumhurbaşkanı'na suikastin planlayıcısı generale 137 yıl müebbet Sanıklardan daha önce "anayasayı ihlal" ve "Cumhurbaşkanına suikast" suçlarından Muğla'da mahkum edilen eski tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş hakkında bu suçlar yönünden açılan kamu davasında ret kararı verildi ancak Sönmezateş, 137 kişiye yönelik "kasten öldürmek" suçundan 137 defa ağırlaştırılmış müebbet, 27 kişiye yönelik "kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan 432 yıl, 12 defa "kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak" suçundan 108 yıl hapse mahkum edildi. Sanıklardan eski albay Muzaffer Düzenli "anayasayı ihlal", "Cumhurbaşkanına suikast" ve 60 kişiyi "kasten öldürmek" suçundan 62 kez ağırlaştırılmış müebbet, 27 kişiyi "kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan toplam 432 yıl, 12 defa "kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak" suçundan 108 yıl hapse çarptırıldı. Mahkeme, sanıklardan eski albay Osman Kardal ve eski korgeneral İlhan Talu'yu da "anayasayı ihlal" suçundan mahkum etti ancak bu sanıklar için "takdiri indirim" maddesi uygulanarak bu suçtan müebbet hapis verildi. Eski albaylar Ramazan Gözel ve Doğan Öztürk"anayasayı ihlal" suçundan birer, "kasten öldürme" suçundan da 10'ar kez olmak üzere toplam 11'er kez ağırlaştırılmış müebbet, 22 kişiye yönelik "kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan 352'şer, 10 kişiye yönelik "kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak" suçundan da 90'ar yıl hapse çarptırıldı. Sanıklardan eski yarbay Ertuğrul Terzi "anayasayı ihlal" ve "kasten öldürme" suçundan toplam iki kez, eski yarbay Savaş Kabaklı "anayasayı ihlal" ve 16 kişiyi "kasten öldürme" suçlarından toplam 17 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı. Kabaklı hakkında bazı maktuller yönünden açılan kamu davasının ayrılması kararlaştırıldı Olay tarihinde albay olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yaverliğini yapan Ali Yazıcı, "anayasayı ihlal" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum oldu. Yazıcı hakkında "Cumhurbaşkanına suikast" suçundan açılan kamu davasının, aynı suçtan daha önce Muğla'da yargılandığı davada hüküm giymesi sebebiyle reddine karar verildi. Eski tuğgeneral Ahmet Bican Kırker "anayasayı ihlal" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilirken eski tuğgeneral Ünsal Coşkun, eski yarbaylar Mehmet Şahin ve Halil Gül "anayasayı ihlal" suçundan birer, 28 kişiyi "kasten öldürmeye teşebbüs" suçundan da 28'er kez olmak üzere toplam 29'ar kez, eski yarbayÖzcan Karacan ise "anayasayı ihlal", 28 kişiyi "kasten öldürmeye teşebbüs" ve "Cumhurbaşkanına suikast" suçlarından toplam 30 kez ağırlaştırılmış müebbete mahkum edildi 11'er kez ağırlaştırılmış müebbete çarptırıldılar Sanıklar Abdulvahap Berke, Abdurrahman Aydoğan, Ali Feyyaz Beydağ, Fatih Sarımehmet, Fatih Yanıkkaya, Fevzi Sönmez, İbrahim Karadağ, Mahmut Tuncer, Muhammet Yılmaz, Murat Aletrik, Murat Korkmaz, Mustafa Kocaaslan, Mustafa Temir, Temel Can Köroğlu, Samet Yıldız, Turgay Perişan, Vahit Güllü, Abdullah Şevki Güngör, Abdurrahim Aksoy, Ahmet Durmaz, Ali Çakır, Anıl Koç, Bünyamin Tuner, Cemal Turğut, Derviş Taş, Emre Karslı, Erdem Eraslan, Erman Can, Fazlı Özşahin, Furkan Akbenli, Furkan Çetiner, Gökhan Çetin, Gökhan Eski, Halit Kazancı, Hamza Er, Hasan Demirci, Hasan Sevimli, İsmail Yolaçıcı, Lütfullah Taşyumruk, Mehmed Emin Tüzel, Murat Ertaş, Mutlu Burak Uyar, Necati Güneş, Oğuzhan Konuk, Oktay Felekoğlu, Osman Aktaş, Özay Yılmaz, Recep Aktürk, Recep Özkan, Sadi Kazancı, Selçuk Topal, Suat Kürşat Gün, Suat Sağlam, Şener Kısak, Talha Atlanel, Uğur Bostan, Ümit Bayık, Vahap Kavaker, Veysel Özmen, Yener Yılmaz, Yusuf Karşil, Serkan Sağ, Ayhan Carık ve Onur Özdemir, "anayasal düzeni ihlal" suçundan birer, 10 kişiyi şehit etmekten 10'ar kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırıldı. Levent Türkkan'a ağırlaştırılmış müebbet Olay tarihinde Hulusi Akar'ın emir subayı olan eski kurmay yarbay Levent Türkkan ile Nuri Gayır, Mehmet Akçara, Ahmet Yıldız, Serdar Tekin, Ömer Gürsel Çetin, Mete Kılıçarslan, Eray Çekerek, Güven Keskin, Gökhan Akdağ, Yusuf Güleç, Kadir Bozan, Abdülkadir İlhan, Ahmet İlhan Ayşan, Emin Anar, Halis Ahmet Özer, Hüseyin Yıldırım (Hakkı oğlu), İlker Çetinkaya, Metin Demir, Muzaffer Çoban, Recep Yıldız, Yusuf Yedidağ, Birol Kurubaş, Ali Gültekin, Fatih Üner, Murat Engin, Adnan Arıkan ve Okan Ataoğlu "anayasayı ihlal"den ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Sanıklar İsmail Aydın, Gökhan Balcı, Mustafa Çiçek ve Asım Şanöz ise yine aynı suçtan birer kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alırken "kasten öldürme" suçundan da 9'ar kez ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırıldı.  Sanık Metin Gümüşburun, Doğan Üstüntaş, Şevket Samet Okyay, Kamil Ilgaz, Halil İbrahim Ataalp, İbrahim Çölkesen, Mustafa Demir "anayasayı ihlal"den birer kez müebbet, "kasten öldürme" suçundan ise Ilgaz, Okyay ve Üstüntaş 10'ar kez, diğer sanıklar ise aynı suçtan 9'ar kez müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Müebbet hapis cezası alanlar  Sanıklar Hüseyin Hakan Öcal, İlyas Akyar, Alparslan Çetin, Mustafa Özsoy, Erhan Metin, Ersoy Öz, Ertan Özmen, Fatih Ekici, İsa Akın, Nejdet Eroğlu, Hüseyin Ömür, Kenan Şimşek, Mustafa Duygulu ve Satı Bahadır Köse, "anayasayı ihlal" suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Yardım suçundan ceza alanlar Sanık Serkan Kılıç, Fatih Koç, Hasan Hüseyin Sarıtarla "anayasayı ihlale yardım" suçundan 15 yıl hapisle cezalandırıldı. Cengiz Aydın ise aynı suçtan 13 yıl 4 ay hapis cezası aldı. Sanık Ali Emre Eral da aynı suçtan 12 yıl 6 ay hapisle cezalandırıldı. 24 sanık FETÖ üyeliğinden suçlu bulundu Özgür Solakoğlu, Fatih Okutur ve Muhammet Uslu, "terör örgütü üyeliği" suçundan 12'şer yıl hapis cezası aldı. Sanıklardan Bayram Aydemir, Emrah Ilgaz, İlyas Bilgiş, Mehmet Demir, Oğuz Serhad Habiboğlu, Veysal Tokmak, Mustafa Sözer, Halil İbrahim Karabal, Mehmet Arif Pazarlıoğlu, Uğur Şahin, Salih Ulusoy, Nahsen Fıstıkçı, Özcan Kurt, Yalçın Gür, Murat Bingül, Vural Akyıldırım ve Mehmet Adıgüzel, "anayasayı ihlal" suçlamasından beraat etti, "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçundan ise 7 yıl 6'şar ay hapisle cezalandırıldı. Mahkeme, sadece örgüt üyeliğinden cezalandırılmaları istenen Bayram Akpan, Lütfi Karaca, Yalçın Toker ve Mustafa Akyıldız hakkında 7 yıl 6'şar ay hapis cezasına hükmetti. Baki Kavun'un beraatine hükmedildi "Örgüt üyeliği" suçlamasıyla tutuksuz yargılanan Ramazan Cömert, Kübra Yavuz ve Mehmet Uslu'nun beraatine karar verildi. Sanıklar Aziz Onur, Hakan Toprak, Ahmet Albayrak, Barış Erdemir, Cahit Kükey, Deniz Aydın, Ersin Eker, Fahri Kafkas, Hüseyin Yıldırım, Kenan Yıldırım, Mesut Ürkmez, Murat Mala, Murat Pekgüler, Murat Can Avtan, Mustafa Mengi, Okan Kurt, Serkan Candan, Uğur Kent, Ümit Keskin, Yusuf Yalçın, Baki Kavun, Fatih Misir, Mustafa Çakmaktaşı, Sinan Yılmaz, Yusuf Akdemir, Cihangir Şenlik ve Sedat Taşkın tüm suçlamalardan beraat etti. Tümgeneral Osman Ünlü ile tuğgeneraller Murat Aygün ve Özkan Aydoğdu'nun da başka davalarda ceza aldıkları için bu dosyadan beraatine karar verildi. Mahkeme, sanıkların bir kısmının üzerilerine atılı suçlardan beraatine hükmetti.  Sanıklardan bir kısmı oy birliği, bir kısmı da oy çokluğu ile beraat etti. Dosyası ayrılan sanıklar Mahkeme, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen, eski tuğgeneral Ali Kalyoncu, eski yarbay Turgay Sökmen ile Adem Özer, Ali Irmak, Mehmet Aytaç, Neşet Gülener, Serkan Coşkun, Serhat Pahsa, Şener Doğrugören, Tayfun Özek, Tevfik Gök ve Turgay Er hakkındaki kamu davasının ayrılmasını kararlaştırdı. Genelkurmay'daki darbe faaliyetleri FETÖ'nün ihanet girişiminin yönetildiği karargahların başında Genelkurmay Başkanlığı geliyordu. Darbe girişiminin beyin takımı sözde "yurtta sulh konseyi" üyelerinden eski korgeneral İlhan Talu, tümgeneral Mehmet Dişli, tuğgeneral Mehmet Partigöç, tuğamiral Sinan Sürer, albaylar Cemil Turhan, Doğan Öztürk, Orhan Yıkılkan, Osman Kardal ve Ramazan Gözel sabah saatlerine kadar ihanet girişimini karargahta yönetti. İhanet girişimine karşı demokratik tepkisini göstermek için Genelkurmay Başkanlığı karargahı önünde toplanan vatandaşlardan 11'i şehit edildi. Karargahta ise dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak'ın koruma astsubayı Bülent Aydın, darbecilerce vuruldu. Aydın, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ilk şehidi olarak kayıtlara geçti. Bütün eylemlerin sorumlusu olarak cezalandırılmaları istendi Sanıkların, "anayasal düzeni ihlal" suçunun yanı sıra karargahta şehit edilenlerin sayısı kadar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması talep edildi. Sözde "yurtta sulh konseyi" üyelerinin de Türkiye genelindeki bütün eylemlerin sorumlusu olarak cezalandırılması istendi. 2 bin 500 saat kayıt, 50 bin sayfa savunma Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesinde iki yıl süren yargılamada, Oğuz Dik mahkeme başkanı, Osman Pediz ve Sefa Taştan ise üye hakim olarak kürsüdeki yerini aldı. Bülent Karakuş ise duruşma savcısı olarak görev yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, darbecilerce alıkonulan komuta heyeti, olay gecesi yaralanan vatandaşların da aralarında bulunduğu 2 bin 386 kişi mağdur ve müşteki sıfatıyla dosyada yer aldı.  Yaklaşık bin klasörü bulan dava dosyası kapsamında, darbecilerce o gece şehit edilen polis, asker ve sivil 251 kişi de maktul olarak kayda geçti. Karar duruşmasına kadar 236 celse görülen davada, sanık ve avukatlarının iddianame, esasa ilişkin mütalaa ve gelen evraka karşı savunmaları, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile kayıt altına alındı.  Yaklaşık 2 bin 500 saati bulan kayıtlar, 7 katip tarafından deşifre edildi. Sanık ve avukatlarının beyanları 50 bin sayfa tuttu. Ayrıca yargılama boyunca 235 kişi de tanık olarak dinlendi Read the full article
0 notes